Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Glace Etfeu

Zara Larsson / Glace Etfeu

Nikolaj Coster-Waldau / Crainte Etfeu

Dominic Sherwood / Froid Etfeu

Robert Redford / Alexander Pierce

Michelle Ryan / Jessica Drew

Emily Vancamp / Sharon Carter

Vanessa Hudgens / Sadny

Chris Evans / Chris Evans

İan Somerhalder / Ahmet Pozan

Güneş, bütün sıcaklığını ve ışığını insanların üstüne yaymaktan çekinmeden, direk olarak yolluyordu. Bu yüzdende havada inanılmaz bir sıcaklık ve nem hakimdi. Uzun sarı saçları olan küçük kız, güneşe bakamamaktan nefret ediyordu. Güneşi seviyordu oysa ki. İnsanları aydınlatıyor ve onları karanlıkta bırakmıyordu. Bu oldukça yardımsever bir hareketti fakat kız bunun için kafasını kaldırıp teşekkür edemiyordu.

Bu yüzden güneşin tıpkı bir süper kahraman gibi olduğunu düşünüyordu. Yardım ediyordu ama teşekkür almadan, sadece işini yapıyordu.

Kızın bulunduğu yer, yol kenarındaki bir çiftlikti. Buğday tarlasına ve ahırına sahip olan, şehirde yaşamaktan bunalmış bir çok insanın hayalindeki gibi bir mekandı. İki katlı beyaz, ahşap evi, kırmızı renkli ahırı ile her şey standart ve normaldi.

Buğday tarlasına gözlerini diken kız, yanına yaklaştı. Boyu kısa olduğu için buğdaylara yaklaştıkça onların arasına kaybolacak gibi hissediyordu. Boyu, tarladaki buğdayların hiç birini geçemiyordu. 

Fakat güneş ışığının onları parlatmasıyla göz alıcı duran buğdaylar çoktan kızı etkisine almıştı. Yanlarına gidip onlardan bir tane almak istedi. Biraz daha yaklaştı. Şirin ve beyaz renkli terlikli ayağıyla ufak adımlar atmayı tercih ediyordu. 

Buğdaylar ile arasındaki mesafeyi iyice kıstığı zaman, elini uzatıp bir tane koparmayı deneyecekti ki, arkasından bir el ona sertçe dokundu ve o elin sahibi kendini buğdayların arasına attı.

Tarlanın içinden, "Ebeledim seni, beni yakalamayazsın. Glace, beni, yakalayamaz ki!" diyen bir ses yükseldi. Bunun, abisi tarafından bir davet olduğunu anlayan Glace, "Sekiz yaşında olabilirim ama seni yakalayacağım," diyerek kendini tarlanın arasına attı. Oysa ki babası ona tarlada kaybolabileceğini ve orada hiç görmediği değişik canlılara tanık olabileceğini söyleyip dikkat etmesini tembihlemişti. Ne yazık ki küçük kız babasını dinlememişti.

Kendisini tarlaya atan kızın bütün görüş alanı kapandı. Ondan daha uzun olan buğdaylar etrafını çevreleyip sarmıştı ve görecek hiç bir şey bırakmamışlardı. Her yerde onlardan vardı ve kız yön duyusunu da kaybetmişti. Hangi yönün doğru yön olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu.

Kafasında nereye gideceğini bulmaya çalışırken, abisinin sesini tekrardan işitti. "Glace beni yakalayamaz ki!" Abisinin bu alaylı laflarına sinir olan kız, onu yakalamak için içinde hırs yaptı ve sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı.

Yüzüyormuş gibi kollarını birleştirip geri açarak önündeki buğdaylardan kurtuluyordu ve koşmaya devam ediyordu. Karşısına ne çıkacağını bilmeden, sadece abisini yakalamak için koşturuyordu. Hareketlerini içgüdüsü kontrol etmeye başlamıştı. Hiç bir şeyi düşünmeden, sadece yakalamak için koşuyordu. Tıpkı avcı bir hayvan gibi. Ceylanı yakalamaya çalışan bir aslan.

Koşarken, tekrardan bir ses duydu. "Glace, beni hala ebeleyemedin. Yoksa küçük prensesimiz artık yavaşladı mı?" Bu lafların Glace'in içindeki hırsı arttırmasından başka bir yararı yoktu. Abisinin tek istediği de bu olduğu için, pek sorun değildi aslında.

Deparını mola vermeden atmaya devam eden kız, artık sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Yaşının verdiği fiziksel sınırların sonuna gelmişti. Nefes aldıkça ciğerlerine nefes değil acı dolmaya başlamıştı bile. Sarı saçlarından alnına doğru ter akıyordu. Fakat kızın aklında pes etmek yoktu, ne olursa olsun koşup abisini ebelemek istiyordu. Ufak bir laf yüzünden kız için bu ölüm kalım meselesine dönüşmüştü.

Kendini durduramasa bile, onu başka bir şey durdurmuştu. O şey ise ufak bir çakıl taşıydı. 

Terliği taşa takıldı küçük kızın ve dengesini kaybetti. Tekrardan dengesini toplamaya çalışsa da, küçük kız yere düştü ve düşerken dizi, yerdeki daha büyük bir taşa sürttü. Dizindeki acı hemen bacağa yayıldı ve kız bağırdı. "Dizim! Acıyor!" Dizini hemen kendine yaklaştırıp kontrol etmek istedi. Baktığında ufak bir kanama vardı ama çok acıyordu.

Hemen abisi onu kurtarmak için yanına koştu. Gelip baktığında kız kardeşini yerde görünce ne yapacağını bilemedi. Yaşının verdiği güçle, zor da olsa onu kaldırdı ve taşımaya başladı. Koşarak kızı eve götürmek istedi.

Tarladan çıkıp eve geldiler. Eski ve ahşaptan yapılma olan evin arka kapısından direk daldılar evin içine. Kızı kucağında taşıyan erkek çocuk, hemen salona geldi ve onu kanepeye yatırdı. Etrafa baktığında babalarından bir iz yoktu. Oysa ki onun o anda evde olduğunu sanıyordu. 

"Baba! Glace dizini kanattı!"  Güneş ışığı, içeriye girerken pencerelerin ortasındaki artı gibi olan şekilden dolayı içeriye şekilli gölgeler de düşüyordu. Babasını görmek için etrafa bakınmaya devam eden çocuk, hiç bir iz göremeyince bir daha bağırdı. "Baba! Glace di," O lafını tamamlayamadan babasını sesini duydu.

"Nerede!"

O tehditkar ses. O korkutucu ses, çocuk ne zaman duysa kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oluyordu. Kendisini, insanların korkularını kontrol etme amacına odaklamış ve artık onları manipüle edebilen bir adamın oğlu olmanın en kötü yanı buydu. Oğul da korkuyordu babasından.

Korkutucu ses, kafasından yankılanırken, çocuk konuşmada sıkıntı yaşamaya başlamıştı bile. "B-ben, ş-şey..." Sesi gitgide kısılırken, cevap isteyen babası sorusunu tekrarladı.

"Nerede!" 

Küçük gözleriyle babasından bir iz bulamamıştı. Sesini duyuyordu fakat onu göremiyordu. Bakınmaya devam ederken omzundan ağır bir el hissetti. Çocuk, kafasını geriye doğru kaldırıp bakınca, kirli sakalı saçıyla karışmış, yüzü, korkunun ta kendisi olan adamı gördü. Tehditkar gözleri çocuğa kitlenmişken, erkek çocuğunun alt dudağı titremeye başlamıştı bile. 

Glace, acıdan dolayı dış olaylara kendin kapamış, kendisini acısına odaklamıştı. Babasının geldiğini yine de hissetti. Sıktığı gözlerini bırakıp, araladı ve babasını tam karşısında gördü. Adam, oğlunu kenara itti.

Kanepeye doğru çömeldi ve kızının yarasını daha yakından inceledi. Dizindeki yaraya elini yaklaştırdı. Kız, korkmaya başlamıştı. Korktuğu şey acı değildi, babasıydı. Bazı zamanlarda, babasından inanılmaz derecede korkuyordu ama bu korku sevginin yerini hiç bir zaman alamıyordu. Her zaman babasını sevmişti, hala da seviyordu.

"Nasıl oldu?" Boğazından konuştuğu belli oluyordu, boğuk ve kalın ses sessiz evin duvarlarında yankalanmışken, suçluluk duygusu üstlenmiş erkek çocuk başı eğik şekilde demesi gereken lafları seçmekle meşguldü. Bir an önce cevap isteyen adam, sabırlı olabilmek için yumruğunu sıktı. "Sana, nerede oldu dedim." Bunu derken kafasını çocuğa çevirmişti. 

"Tarlada oldu, baba."

Kaşlarını çatan baba, ayağa kalktı. Cebinden bir adet bez çıkardı. Bezi iyice sıkıp çevirmeye başlamıştı. "Demek tarlada oldu. Peki Glace oraya neden girdi. İkinize de tarlaya girmesini yasaklamamış mıydım?" Suçluluk perde gibi çökmüştü üzerine çocuğun. Çok sevdiği kardeşini, kendi eğlencesi için yaralamıştı. Bunu suçluluğu, babasının korku saçan laflarıyla daha çok artıyordu.

Yere bakan çocuk, mahcubiyetinden parmaklarıyla oynamaya  başlamışken babasının sabrı sona erdi. "Size ben tarlayı yasakladım! Yine de siz oraya mi girdiniz! Glace'in oraya girmemesi gerektiğini sana kaç defa söyledim Froid! Mutfağa gel!"

Adam mutfağa giderken çocuk da, istemeye istemeye mutfağa yaklaşıyordu. Oraya gittiğinde ne olacağını biliyordu. Gitmek istememesinin en büyük nedeni de oydu. Korkuyordu, hemde çok.

Salonun arkasında kalan mutfağa geldiği zaman karşısında, elinde o bezi tutan babasını gördü. Yutkundu ve cezasını çekmek için hazırlandı. Az sonra olacakları defalarca kez yaşamıştı. Yine yaşayacaktı, bunu istemese bile. Bu onun cezasıydı ve çekmesi gerekiyordu.

Glace, ufak elini yarasında gezdirince, işaret parmağının ucu kan olmuştu. Kendi kanını hayretle incelerken, abisinin acıyla inleme sesleri gelmeye başladı. Kafasını kaldırıp koltuğun kenarından bakmak istedi ama inlemenin sebebini biliyordu. Abisi yine cezalandırılıyordu.

Abisinin bağırma seslerini duymamak için kafasını yastığın altına koydu. Ona doğru gelen sesleri bastırmaya ve onlardan uzak kalmaya çalıştı. Tek kardeşinin bağırışını, haykırışını duymak istemiyordu. Bu onu daha çok üzüyordu ve kırıyordu.

Kız kardeşine bakma sorumluluğu taşıyan Froid, kardeşi Glace'in yaptığı her şeyden sorumlu tutuluyordu. Glace ne yaparsa yapsın, babaların olan Crainte, her zaman Froid'i suçluyordu. Oysa ki kıza hiç bir ceza vermemişti doğduğundan beri. Fakat aynısı ne yazık ki Froid için geçerli değildi. Froid ortalama üç günde bir ceza alırdı. Bunların neredeyse hepsi kardeşinin yaptığı şeyler yüzündendi.

Cezasının sebebi çoğu sefer kardeşi olsa bile, Froid yine de kardeşini sevmişti. Fakat o gün, o sevgiden bir şeyler kopmuştu. Froid, ilk defa Glace'i suçlamıştı. Ve bu suçlama, kardeşine beslediği sevgiye damlamış siyah bir boya gibiydi. Tek bir damla düşse bile suya, siyah boya yavaş yavaş bütün suyu kendi rengine döndürecekti.

---------------------------------

Salonlardan çıkmış onca insan, binayı terk ederken izledikleri film hakkında konuşuyorlardı. Crain ve küçük kızı Glace'de Spider-Man'i izlemişti. Küçük kız, Süper Kahramanları seviyordu, hemde çok. Genelde erkek işi olduğu düşünülse de, Glace onlara hayrandı. Havada uçmaları, insanları kurtarmaları ve hiç bir şey beklemeden yardım etmeleri. 

"Filmi sevdin mi bakalım prenses?" 

Kız, kafasını salladı. "Evet babacığım çok beğendim. Bir daha izleyelim. Lüüütfeen." Babası ise hayır anlamında kafasını salladı ve çömelerek onunla aynı hizaya geldi. İşaret parmağını kızın burnuna yaklaştırdı ve dokundu. "Şimdi olmaz prensesim. Babanın şirkette halletmesi gereken işler var. Üstelik bu sefer senin de gelmeni istiyorum. Eğlenceli olacak." 

Kulaklarının duyduğu şeye inanamadı. Gerçekten de babasının izin verdiğine ve sonunda şirketi göreceğine. Filmi unutup el çırpmaya başladı. "Harika! Sonunda babamı iş üstünde izleyebileceğim." 

O sırada siyah bir limuzin kaldırım kenarına yanaştı. Babası gelen aracı gördüğü zaman kızı alnından öptü.

"Hadi bakalım aslan parçası. Şimdi arabaya binme zamanı. Pembe elbiseli kız gerçekten de prenses gibiydi. Babası, limuzinin arka kapısını açtı, "Bayanlar önden," dedi. Kız da güler yüzle arabaya bindi.

Ayakları yere yetişmediği için ayaklarını siyah deri koltukta aşağı sallıyordu. Koltuk derinliği oldukça fazlaydı. İnsan arkaya yaslandığı zaman gerçekten içe göçüyordu. Kız da kısa boylu olunca, yaslandığı zaman ayakları yere yetişmiyordu.

Babası da yanına oturdu ve ikisi arabaya bindikten sonra, adamın el hareketiyle şoför şirkete sürmeye başlamıştı. 

Kısa bir yolculuktan sonra, boyu göklere değecek kadar uzun olan bir binanın önünde durmuşlardı. Crainte hemen indi ve aracın arkasından dolaşıp öbür kapıya vardı ve kızı için kapıyı açtı. Glace, arabadan indi ve zıplaya zıplaya şirkete doğru yürümeye başladı. Arkasından ise siyah takım elbisesiyle Crainte geliyordu.

Otomatik kapıdan geçen kız, kendini kocaman bir alanda buldu. Onlarca insanın koşuşturduğu giriş yeri, tren istasyonu gibiydi. Tepeden aşağıya sarkan, dört yana da saati gösteren bir saat vardı. Ortada yuvarlak şekilde masayla çevrilmiş bir danışma, sağ solda kapılar ve en sonda ise asansör. 

Oradaki herkes Glace'i tanıdığı için kıza çarpmamaya özen gösteriyorlardı. Crainte gelir gelmez koşuşturan herkes olduğu yerde durup hazır ol pozisyonuna geçti. Aralarından biri, "Hoş geldiniz bay Etfeu. Oğlunuz sizi danışmada bekliyor." Gözünü danışmaya çeviren adam, oğlunu gördü ve tekrardan onunla konuşan sekreter kıza döndü. "Ona söyle benim odama gelsin." 

Kız için bu garipti. Kapıdan girmeden önce dünyanın sevimli ve sıcakkanlı babası, şirketten içeri girdiği an soğuk, acımasız ve korkutucu birine dönüşüyordu. Adamın bunu nasıl yapabildiğini kız düşünemiyordu. Ne kadar korkutucu olsa bile, babasını seviyordu.

Babası, kızın elini tuttu ve ikisi beraber asansöre doğru yürümeye başladılar. Yürürken abisiyle göz göze gelen kız, hiçbir şey yapmadan geçip gitti. Yanına gidip sarılmak istedi ama babasının kızacağını biliyordu. 

Beraber asansöre bindiler ve en üst kata çıktılar. En üst katın bir alt katına çıktılar. Asansörden çıktılar ve ufak bir odada bir sekreter karşıladı onları. Bir kapı, bir de masa vardı. Kız, masasında oturup telefon çalmasını beklerken dergi okuyordu. Crainte, sekretere selam vererek içeri girdi. Oda, siyah, beyaz ve gri renklere yer vermişti. Eşyaların ve duvarların üç renk çeşitliliğinde olması odaya ilginç bir ambiyans katmıştı. 

Dışarıya bakan tarafın tamamen cam olması, camdan duvarın önünde ise masa olması tamamen klasik bir patron odası olduğunu niteliyordu. Kız hemen, asansörün olduğu tarafa göre solda kalan koltuğa oturdu. Fakat koltuğa oturduktan sonra fark etmişti ki, odada yalnız değillerdi.

Başka takım elbiseli adamlarda odada duruyordu. Hepsinin gözü odanın rengine tam zıt olan pembe elbiseli küçük sarışın kıza takılmıştı. Üstünde onca gözün bakışını taşıdığını anca hisseden kız, neşesini gizleyerek daha ciddi görünmeye çalıştı. Crainte, kravatını düzeltti. "Beyler, hoş geldiniz. Gelme amacını çabuk söyleyin yoksa buradan sizi zor yolla çıkartacağım." 

Sarı saçları, yaşlılığı yüzünden koyulaşan, yüzü çökmeye başlamış, gri takım elbiseli adam, yanlarında tuttuğu siyah takım elbiseli, hepsi birbirine çok benzeyen adamlara baktı. "Buraya neden geldiğimizi iyi biliyorsun Crain." Adam, işlerin birazdan bozacağını sezince, kızına baktı. "Glace, sen sekreterin yanına git. Babanın bir kaç özel işi var. Hem sekreterin sana anlatacağı bir kaç hikaye varmış diye duydum." 

Normalde olsa kız mızmızlanırdı fakat gelen misafir kızda hiç iyi izlenim bırakmamıştı. O adamdan bir an önce kurtulmak için Glace hemen odanın dışarısına koştu. Kapının kapandığını duyan Crain, kızının çıktığından emin olunca ceketini kenara attı. 

"Alexander Pierce, Hydra ile beraber seninde kaybolduğunu sanmıştım." Yumruğunu sıkan Crain, her an bir şey olabileceği için hazırda bekliyordu. Pierce, ellerini cebine attı. "Ben kaybolmam Crain, sadece planlar yaparım. Bu sefer planlarıma yardımcı biri buldum."

Pierce'ın ne gevelediğiyle uğraşmıyordu. Aklındaki ter dert kızına bir şey olmamasıydı. Pierce buradayken kızının güvende olduğunu hissetmiyordu. "G.L.A.C.E, odanın ses yalıtımını aktif et. Dışarıya bir ses çıkmasın." Robotik bir kız sesi, "Anlaşıldı," derken Pierce adamın kafasında neleri kurduğunu anlamıştı. 

Yanlarındaki adamlara bakıp gözüyle işaret verdi ve yine Crain'e döndü. "Jachiel'ı tanıyorsundur değil mi?" O ismi duyması ile eline silahı alıp Pierce'ı vurmak istedi fakat silahı ceketinde kalmıştı. Eğilip onu bir daha alamazdı. 

"Demek g*tün tutuşunca Jachiel'e koştun. Hydra adamlarından bunu beklemezdim." Ufak kahkahasını odada patlatan Pierce, işaret parmağını salladı. 

"Hayır, hayır Crain. Yanlış anladın. Onun g*tü tutuştu. Ben asla sende korkmam. Numaraların bana sökmez." 

"O zaman söktürürüm."

Pierce, adamlarına ateş etme emrini verdi, işaret parmağını ona doğrulturak. "Ateş açın, hemen!" Crain, kendin, koruyabilmek için bütün sesiyle bağırdı. 

"Silahları bırakın!" 

Adamın kükreyişinden sonra, siyah takımlı bütün adamlar, titreye titreye silahlarını ellerinden düşürdüler. Bütün silahlar yere düşerken, Pierce emrini yineledi. "Sizi korkaklar! Saldırın!" Ona çalışan adamlar, tereddütlü adımlarla Crain'e yaklaşmaya başladı. Etfeu, hiç birinden korkmuyordu. Aralarından biri adama yaklaşınca, Crain adamı kafasından yakaladı ve ufak bir hareket ile boynunu kırdı.

Boynu kırılan adamın ölüsü yere yığılırken hepsi geriye çekildi. Crain silahını ceketinden alıp hepsini vurdu. Adamın kurşunların sıradan değildi. Özel bir ilaç ile kaplanmışlardı. Bu ilaç da kurşunun açtığı deliğin kapanmasını sağlıyordu. Bunun yararı ise kanamanın dışarıya çıkmadan vücuda yayılmasıydı. 

Bu kurşunları kullanmasının tek nedeni ise odasının kirlenmeme isteğiydi. Üç adam da kurşundan dolayı yere yığıldı. İçlerine giren kurşun, parçalara ayrılarak şarapnel etkisi yapıyordu ve hepsini teker teker öldürüyordu. 

Pierce'ın üstüne yürüyen Crain, korku manipüle yeteneğini Pierce üstünde kullanmak istedi. Fakat adamın gözleri, işe yaramayacağını önceden haber ediyordu. Crain, adamın bu teknikten etkilenmemek için eğitimli olduğunu anladı ve içinden lanet okudu. Onu öldürmek veya korkudan altına yapmasını sağlamak yerine işaret parmağını omzuna bastırdı.

"Bana bak Pierce, şirketimden uzak dur ve Jachiel'ın yardımını alayım deme. Eğer o senden yardım istiyorsa da yardım etme. Eğer dediklerimi yapmazsan bu kurşunların bir sonraki hedefi sen olursun. Umarım anlamışsındır."

Pierce, pişmiş kelle gibi sırıtırken, Crain kaşlarını çatmış adamın gözünün içine bakıyordu. Tekrar konuştu.

"Anladın mı? Pierce?" 

İhtiyar adam, cevap olarak Crain'in omzuna dokunup yanından geçti. "Beni korkutamazsın Crain, boşuna uğraşma." Cesetlerin arasında kalan adam, yavaşça odadan çıkmak için yürüyen adama baka kaldı. İçinden onu öldürmenin onlarca yolu düşünürken, bir yandan da bu cesetlerden nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. 

Odanın kapısını açan Pierce, hiç bir şey olmamış gibi asansörün düğmesine bastı ve beklemeye başladı. Sekreter ile dergi okuyan Glace ve Froid dikkatini çekti. "Hey, prenses, nasılsın bakalım?" Pierce kızın saçını okşamıştı. 

Adamın ellerinden rahatsızlık duyan Glace, kısa cevaplar verdi. "İyi." Üstüne bir şey demedi. Kızın konuşmaya niyetli olmadığını fark eden adam, asansörün açılmasıyla bindi ve gözden kayboldu. 

Erkek çocuk, bir şey dememişti. O artık Glace'i eskisi kadar sevemiyordu. Aslında, hiç sevmiyordu, yıllar önce kalbine bulaşan nefret, kıskançlığa dönüşmüş ve onu yemeye başlamıştı. Ruhunu, duygularını yiyen kıskançlık, Froid'i tamamen değiştirmeye başlamıştı. Artık kız kardeşine eskisi kadar değer vermiyordu Froid. 

Babaları olan Crain, odadan çıkıp yanların geldiği zaman, kızının sırtına elini koydu ve oğluna baktı. "Siz en alt kattaki oyun katına inin. Babanızın bu katı temizlemesi gerekiyor." Yaşının getirdiği masumiyetle sorularını sordu hemen Glace.

"Ama baba, sen patronsun. Senin temizlikçin yok mu? Onlar temizlerken ben seninle oyun oynayayım." Babası, kızını ikna etmek için eğildi ve saçlarında gezdirdi elini.

"Bak Glace, temizlikçi var evet. Ama benim odam, benim sorumluluğum. Benim temizlemem lazım. Sen git kardeşinle en alt kattaki oyun katında takılın. Sekreter ablanız  Jessica size yardımcı olur. Bayan Drew, Glace ve Froid'e oyun katına kadar eşlik edin lütfen." Jessica, masadan kalktı ve iki çocuğu yanına alarak asansörü çağırdı.

Kızının korkusunu bildiği için, asansörü hem oldukça geniş yapmıştı, hem de içine müzik koymuştu. Dört tarafı da aynalı olan asansör, ortaya göz yanılması çıkarıyordu ve çok geniş bir alanmış izlenimi veriyordu. On iki yaşında olan kızı da buna inandığı için korkusuna yenik düşmeden asansörü kullanabiliyordu.

Çocuklarının gittiğini gören Crain, odaya tekrardan girdi ve eldivenlerini takıp temizlik işine başladı.

--------------------------------------------------

Glace, babasının eski odasına daldı. İçeriye girer girmez ayağındaki topukluları kenara atıp diz çöktü. Göz yaşları çenesinden damlarken, içeriye başka bir sarışın kadın girdi. Yanakları kıpkırmızı olmuş kız, kafasını kaldırıp da kimin geldiğine bakmadı. Umurunda değildi. Fakat duyduğu ses umursamasını sağladı. 

"Glace, benim. Sharon." 

Kız hemen ayağa kalkıp eliyle gözündeki yaşı sildi. Sharon onun ağladığını görünce, yardım etmek istedi fakat yardım edebileceği herhangi bir şey yoktu. Her şey çoktan olup bitmişti ve bundan sonra olacak işler, Sharon'ı aşan tipteydi.

"Neden geldin? Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim."

Sharon, kızın yanına kadar geldi, yanağında kalan yaşları Sharon sildi. "Biliyorum Glace. Söyledin. Fakat seni yalnız bırakamam. Hatırlatmak istemiyorum, ama..." Glace unutmamıştı ki hatırlayacaktı. Bir hafta olmuştu ama aklından çıkaramıyordu. 

"Ben unutmadım Sharon. O anı nasıl unutayım." Sharon, onun yanından ayrılarak kızın kenara attığı siyah ayakkabıları düzgünce köşeye yerleştirdi. Yer, tamamen halıyla döşenmiş olduğu için ayakkabı olmadan gezmek sorun olmuyordu. 

Genç kız ise o sırada camın dibine kadar yürüdü ve şehrin manzarasına baktı. Hiçbir şey olmamış gibiydi. Trafik akıyor, insanlar yürüyor, herkes kendi işine bakıyordu. Oysa ki Glace için çok şey olmuştu. Gözlerini kapadı. Gözlerine perde inmesiyle o anı tekrardan başa sarıyordu.

Bir haftadır yatağında ağlıyordu. Aslında, sadece yatağında ağlamıyordu. Ne zaman hatırlasa, sürekli gözünden bir yaş geliyordu. Sharon geldiği için ağlamayı kesmek istemiş olsa da, kendini durduramıyordu.

"Bunu babama yapan kişiyi durduracağım. Hatta belki, öldüreceğim." Arkasını döndü, Sharona çevirdi kafasını. Göz yaşları artık üstüne giydiği siyah elbiseye damlıyordu. Sharon da kollarını kavuşturdu. "Şirketin elinden gitmesini mi istiyorsun. Baban bu şirketi sana sebebi olmadan vaat etmedi. Abinin yaptıklarını gördü, o yüzden sana devretti şirketi. Artık buranın sahibi sensin." 

Glace, gözünü odada gezdirdi. Gri, siyah, beyaz renkleri değişik bir kontrast sağlarken, Glace ise renklerden daha fazlasını görüyordu. Anılarını, eski zamanları, hatıraları. Hepsi tekrardan gözünün önüne geliyordu. Bu odayı artık kullanamazdı. Başka birine vermeyi planlıyordu. Belki yardımcısına ya da ortağına.

Tam o sırada odaya abisiyle yanında bir kız daldı içeriye. Sharon'la Glace hemen kafalarını odanın en dibinde olan beyaz kapıya döndürdü. Froid, yanında bir kızla beraber gelmişti. Esmer, uzun siyah saçları ipek gibi olan, bakımlı, fiziği yerindeydi fakat yüzünde bir şeyler sakladığını kabak gibi ortaya çıkaran bir gülüş vardı.

Bu gülüşü hemen fark etmişti. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Abisinin böyle bir kızla sarmaş dolaş odaya dalması, kızın yüzündeki şeytanlık. Glace, bir şeyler hissetmişti. Ne olduğunu bulması lazımdı.

"Selam kız kardeş, sizi tanıştırayım. Bu sevgilim Sadny." Kız başını hafif eğerek selam verdi. Glace ise hiçbir şey yapmadı. Abisi bunu görgüsüzlük olarak yordu ve sevgilisinin kırılmasını istemediği için açıklama yaptı.

"Aşkım. Bir kaç büyük olay oldu. Glace onun etkisinde. O yüzden böyle davranıyor. Yoksa normalde çok sevgili ve saygılı bir kızdır. Tıpkı abisi gibi." 

Gülümseyen Froid, kızı saçından öptü ve sırtını sıvazladı. Glace ise tam olarak ne olduğunu anlamamıştı. Olanlara anlam veremiyordu. Froid'de babasını kaybetmişti. Fakat hiç de öyle gözükmüyordu. Aksine daha mutlu gibiydi. 

"Sende babanı kaybettin Frolance. Niye üzgün değilsin."

Froid'in gülümseyen dudakları adeta kulaklarına varacak gibi oldu. Daha da artmıştı mutluluğu. Glace bunu görünce yumruğunu sıktı.

"Üzgünüm Glace ama ben babamı asla senin onu sevdiğin gibi sevemedim. Bana hep kötü davrandı. Seni göklere çıkardıkça beni gömdü. Seni aydınlatmak için beni kararttı. Sen mutlu oldukça beni üzülüyordum. Senin yaptığın her bir halt için ben cezalandırıldım. Üzgünüm ama böyle bir babayı sevemem."

Kız sesini yükseltti. Sharon burada kenara çekilip iki kardeşin atışmasını izledi.

"Ne saçmalıyorsun sen? Senin yaptıkların masum şeyler mi sanıyorsun. Sırf s*kik arkadaşların gitti diye evden kaçıp bara gittiğini hatırlatayım mı?" 

"Seni korumaya çalışıyordum Glace! Oraya giden sendin, ben seni eve geri götürmek için gittim."

Kafasını çevirdi kız. Abisinin söylediği lafları duymak istemiyordu. Ama bu tartışmaya devam etmeliydi. Adam, bazı şeylerin farkında değildi ve olmak istemiyordu. Kız ise bu farkındalığı yaşatmalıydı onda. Bunu yapması gerekiyordu. 

"Ben barın olduğu sokaktaki evlerden birinde pijama partisine gittim. Sen ise benim bara gittiğimi söyleyip babama yalan söyleyip, üstüne eve benden geç döndün. Salak ve aynı zamanda yalancısın."

Froid, işaret parmağını kıza doğrulttu. "Bak Glace, bu saçmalıklarını daha fazla dinlemeyeceğim. Ayrıca, babamızın son vasiyeti 'Şirketime çok iyi bak babasının küçük toz pembe prensesi' olabilir ama öyle olmayacak. Şirket bana ait."

İşte Glace'in koptuğu nokta o oldu. Vücüdü titremeye başlamıştı, gözle görülür bir şekilde. Abisi tarafından bu şekilde görülmek istemediği için onu odadan çıkarmak istedi. "Sharon, onu buradan çıkar. Yalanlarına da sakın inanma." 

Sharon, müdahale etmek için yaklaşacaktı ki, Froid elini kaldırıp durdurdu onu. Sharon'da adımlarını kesip adamın gözlerine baktı. Sadece kızda değil, adamda da aynı bakış ve gülüş vardı. Sanki ikisi birbirini tamamlıyordu ama bu barut ve ateş gibi bir tamamlamaydı. İşin sonunda kötü bir şeyler olacaktı.

Froid, kaldırdığı eli geri indirdi. "Sharon Carter, senin Shield'da olman gerekmiyor mu? Neden buradasın? Yoksa Glace ile, beni yerimden edecek planlar mı yapıyorsunuz?" Sharon durumu düzeltmek istiyordu. Froid bir şeyler çevirmişti ve Sharon onu düzeltmeliydi. 

"Şirket sana ait değil Froid, neler çeviriyorsun." 

İşaret parmağını Sharon'a doğru salladı. "İşte orada yanılıyorsun sarışın. Şirket bana ait, babam bana vasiyet verdi. Öyle olmamış olsa bile, öyle olmasını sağladım." 

Kafasını cama çevirip abisinin gitmesini bekleyen Glace bütün vücuduyla abisine döndü. "Ne yaptın?" Froid, parmağını şıklattı ve içeriye bir kız girdi. Mavi saçlı, sekreter olduğu kıyafetlerinden belli bir kızdı. Teni soluk ve gözleri elaydı. 

Elinde bir kaç dosya ile beraber gelen kız, dosyaları Froid'e verdi. "İstediğiniz belgeler burada efendim. Başka bir isteğiniz." Froid kapıyı gösterdi. "Dışarıda bekle Ohmy. Birazdan geliyorum." Mavi saçlı kız, geldiği gibi geri gitti. Glace, kıza arkasından bakarken ona tanıdık geldi. Bu şirkette çalışıyor olmalıydı.

Eline aldığı belgeleri yere fırlattı. Adamı diğer kolu hala sevgilisi olan Sadny'deydi. Glace, yere atılan renkli kağıtlara baktı. Dosyaların içinde sarı-pembe-beyaz her türden kağıt vardı ve kağıt sayısı çok fazlaydı. 

Çıplak ayağıyla adımlarını atıp kağıdın yanına gelince çömeldi ve dağılan kağıtları yerden aldı. "Bunlar ne peki?" Froid elini boşluğa savurdu. "Bak geç işte, senin şirket işlerinden pek anladığını sanmıyorum. Babamız ikimizi de getirdiği zaman bana hep ağır işleri verdi. Sen ise hep oyun oynadın."

Kağıtları inceleyen Glace, babasının vasiyetinin değiştirilmiş olduğunu fark etti. Üstelik vasiyetin yazılı ve sesli olarak onaylandığını da yazmışlardı. Bu da demek oluyordu ki, Froid babasının notlarında ve ses kaydında montaj yapmıştı. 

Bu kadar büyük bir dolandırıcılığı en başta aklı almadı. Hem kendi babasını dolandırmıştı. Hemde dolandırma sonucu olarak elinden aldığı şey kocaman bir şirketti. Hiç de hafife alınmayacak olaya Glace'in tepkisi büyük oldu. 

"Seni, seni.... SEN ÖLDÜN! Anladın mı beni? Bu dolandırıcılığı su üstüne çıkartacağım ve babamın son isteğini yerine getireceğim." 

Abisinin üstüne yürüdü. Dibine kadar geldiği zaman işaret parmağını ona doğru bastıracaktı ki, Sadny kızı bileğinden yakaladı. Glace, sağ bileğinden yakalanmış olsa bile sol elini kaldırdı ve Sadny'nin yüzüne tokat attı. 

"Aramıza girme s*rtük!" 

Froid kardeşini boğazladı. Sharon görür görmez silahını çekti. "Froid Etfeu, kardeşini rahat bırak." Glace'i boğazından tutup havaya kaldırmış adam, Sharon'ı takmadı. Glace'i havaya kaldırmıştı ve onu boğazından tutup boğuyordu. 

"Şirket, bana, ait. Anladın mı küçük prenses." 

Glace, kurtulmak için çırpınırken. Abisinin kasıklarına tekme attı ve kurtulmayı başardı. Froid başını öne eğmişken Glace sert bir yumruk vurdu. Soldan yumruğu yiyen Froid hemen geri çekildi. "Güvenlik!" 

Kapıdan içeriye zırhlı üç adam girdi. Hepsinin elinde tüfek vardı. Sharon olanları anlamamıştı. Adamların üstündeki zırhlarda Glace yazmıyordu. Bu şirketin güvenliği değildi. Askerler hemen kızın etrafını sardı ve onu kollarından yakaladılar. Kız kurtulmayı denemedi, kendini bıraktı. 

Diz çöküp yere kafasını eğdiği zaman, yerdeki kağıtları gördü. Kolları çevrilip sırtına bastırıldı ve kızı yere yapıştırdılar. Gözünden bir yaş daha akmıştı. Şirketi gözleri önünde, abisine kaybediyordu. Fakat kendine fısıldadı, kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir sesti.

"Şirketi ben alacağım baba, söz veriyorum."

-------------------------------------

"Buna katılmak istediğine emin misin?" Orta yaşlı adam, genç kızın ensesinde kolyeyi takarken, kız da saçını kaldırmıştı. Aynada kendine bakıyor, inceliyordu. On sekiz yaşına gelmişti. Eski şirinliği, şimdi çekiciliğe bırakmıştı yerini. 

"Evet, istiyorum. Her ne kadar abim bana onca kötülük yapmış olsa bile. Oraya en azından izleyici olarak bile olsa, katılmam gerek. Şirkette benimde payım var."

Kolyeyi takan adam, kızı kendine çevirdi ve alnından öptü. Glace'in üstünde yine siyah elbise vardı. "Kolye bana yakıştı mı sence, Chris?" Chris, sadece kolyeye bakması gerekirken kızı baştan aşağı süzdü. "Bence harika olmuş, sana gerçekten yakışmış."

Glace ise adamın kolyeye bakmadığını gözlerinden anlamıştı. "Sen kolyeye bakmadın ki." Chris, boşluğuna geldiği için yanlış cevap verdi. "Hangi kolye?" 

Saçlarını aşağıya doğru salmış olan kız alnına eliyle vurdu. "Chris," devamını getirmek istedi fakat sadece güldü. Chris de kızı iki kolundan tuttu. Hafif sarstı. "Kolye olsa da, olmasa da sen çok güzelsin Glace. Takılar senin güzelliğini etkilemiyor."

Gözleriyle kapıyı gösterdi. Chris için kapıdan çıkıp dışarıda bekleme vakti gelmişti. "Sen dışarıda bekle, ben hazırlanıp çıkarım odadan." Chris, gülümsedi ve kızın sağ kolunu okşadı. "Peki hemen çıkacağına emin misin? Sen hazırlanacağım diyorsan ben bir duş alıp alayım." 

Glace'in aklı hemen Chris'in duş aldığı zaman ortaya nasıl bir manzara olduğuna gitti. Bu fazla etkileyici olduğundan hemen aklının bir köşesine gömüp gerçek dünyaya döndü. 

"Peki, sen gidip duşunu al. Bende hazırlanıp gelirim."

Chris toz pembe odadan çıktı. Glace, gerekli olan hazırlıklarını yaparken Chris'de duşunu aldı. 

İkisininde işleri bittiğinde, evden çıkıp arabaya bindiler. Bindikleri araba alçak, kırmızı ve pahalı bir araçtı. Hız yapılması için tasarlanmıştı ve Chris'de hız yapmayı seviyordu. Chris, garajdaki arabayı evden dışarıya çıkartıp kaldırım kenarında durmuştu.

Glace'de dibine kadar gelip duran arabanın içine bindi. "Tamam bindim, sürebilirsin." Chris'de ellerini direksiyona koydu. Kontağı çevirip marşa bastı. Vitesi boştan birinci vitese alırken de ayağı ile debriyaja basarak arabayı kaldırdı. Patinaj yaparak kalkan araba, boylu boyunca villaların olduğu caddede motor sesini ve tekerlek sesini herkese duyurdu.

Yaydan fırlamış ok misali hızlanan arabayla direk gitmeleri gereken yere gitmeye başladılar. Glace arabanın içinde gayet rahat otururken, Chris şikayet ediyordu. Oflaması, puflaması ve mırıldanmalardan bıkan Glace, kafasını çevirip sevgilisine sordu. "Rahat değil misin? Yoksa arabaya sığmıyor musun?" 

Kendi dediği şeye gülen kız, adamın bir türlü sürücü koltuğuna yerleşememesini izledi. Chris, kafasını çevirip kıza baktı. "Çok rahatsız etmiyor ama yine de alçak araba, sanki yerde kayıp gidiyormuşum gibi. Keşke başka bir arabayla gelseydim. Lanet İtalyan arabası." Glace, işaret parmağını dudağına yaklaştırdı. "Şşt Yüzbaşı, diline dikkat et." 

Kızın yaptığı göndermeyi anlayan aktör, güldü. "Ah, demek yaptığım işleri izliyorsun." Glace kafasını salladı. "Hemde hepsini. Hiçbirini kaçırmadım. O filmlerde öpüştüğün kızların hepsini teker teker not alıyorum. Onların hepsi ölecek." Masallardaki şeytani kraliçe misali ellerini ovuşturdu ve kıkırdadı.

Yol boyunca bu sohbete devam ettiler. Yirmi dakikalık bir araba yolculuğundan sonra gelmeleri gereken yere vardılar. Kimseye fark edilmemek için arabayı uzağa park ettiler. İkisi de şapkasını ve güneş gözlüğünü takıp arabadan indi. Tanınmaları önemliydi. 

Şehrin açık alanlarından birinde yapılan etkinlik oldukça geniş bir katılımcıya ev sahipliği yapıyordu. 

Düzenleyen kişi Froid Etfeu idi. Şirketin bir yıl boyunca yaptıklarından ve ileride yapacakları hakkında bir basın açıklaması yapmak istemişti. Gösteriş merakına yenik düştüğü için ise, basın açıklaması değil, genel topluma bir açıklama yapmaya karar vermişti. 

Glace de halkın arasına gizlice karışmak istiyordu. Eğer ortaya çıkarsa, abisi onu buradan uzaklaştırabilirdi. Chris kol kola yürüyen kız. Çimenlerin üstüne kurulmuş sahnenin önünde biriken kalabalığın arasına rahatça girdi. Onca insanın konuşmalarını anlama çalışıyor, kulak veriyordu. Herkes adamın neden böyle bir şey yaptığını konuşurken, Chris'e fısıldadı. "Neden böyle bir amacı var ki?" Chris de kafasını sağ, sola sallayarak cevap verdi. Bir soru daha soracaktı ki, herkes alkışlamaya başladı.

Kız da araya karışmak için alkışladı. Sahnenin arka kısmından Froid aniden fırladı ve alkışara, öne eğilerek cevap verdi. Selamı bittikten sonra hemen mikronun önüne geldi ve ağzını yaklaştırarak ses denemesi yaptı. Mikrofonun çalıştığını görünce eline aldı ve konuşmaya başladı. "Selamlar! Bu gün bir çok insanı buraya toplamamın amacı, bir yıldır şirketi toplamam ve babamın ne kadar yanlış bir yoldan gitmiş olduğunu göstermek." 

Konuşma devam ederken, Glace kalabalığa baktı. Kalabalığın arasında bir şey göremeyince etraflarındaki binaların çatılarına baktı. Yine bir şey yoktu. İçinde garip bir his vardı ve ne olduğunu bilmiyordu.

Froid, konuşmasına devam ederken aniden kalabalığın arasından ateş açıldı. Herkes silah sesinin geldiği yerden uzaklaşmak için dağılırken, Froid kimin ateş ettiğini görmeye çalışıyordu. Kalabalığın arasından Sadny'i görünce elindeki mikrofonu düşürdü. Hiç bir şey yapmadan kıza baktı.

Sadny ise elinde tabanca ile beraber Froid'e yürümeye başladı. Herkes kaçıştığı için, kimse Sadny'nin aniden Froid'in yanında belirmesine dikkat etmedi. Bunu gören sadece Chris ve Glace olmuştu. Chris kızı çekiştirerek kaçmak için zorlasa da, Glace olaya el atmak istiyordu. Kendini Chris'in kollarından kurtardı ve sahneye doğru koşmaya başladı. 

Sandy, Froid'i altına almış, kafasına silahını dayamıştı. "Sen beni aldattın! Bütün o yaşadığımız aşk yalan mıydı? Başka insanları soktun hayatına! Beni dışlamayı planladın!" Glace koşusunu kesmiş ve kızı dinlemişti. Onca şeyin üstüne Froid bir de sevgilisini aldatmış mıydı? Buna inanırdı. Çünkü o son yıllarda iyice yoldan çıkmış olan abisiydi. 

Kızdan çok daha güçlü olmasına rağmen onu üstünden kaldırıp atamıyordu. Froid, ellerini savurarak kızı kendinden uzaklaştırmayı denedi ama yapamadı. Son çaresi olarak yalvarmaya geçti.

"Sende sürekli düşmüş melek olduğunu söyleyip duruyordun. Deli olduğunu düşündüm. Hiç bir sağlıklı insan böyle şeyler söylemez. Aklını kaçırdığını sandım."

Fakat şimdi, kızın ışınlanmasından, üstün kuvvetinden ve parlayan gözlerinden anlamıştı. O gerçekten de düşmüş bir melekti. Bunu demiş olması hiçbir işe yaramamıştı. Kız, silahını adamın kafasına dayadı. Siyah ipek saçları Froid'in yüzüne düşüyordu. 

"Cehennemin dibinde Lucy sana çok iyi bakacak."

Adamı alnından vurdu ve ayağa kalkıp silahını yaktı. Glace, olanları durup izlerken bir şeye daha şahit olmuştu. Kız hiçbir şey yapmadan silahı yakmıştı ve alev kızı etkilemiyordu. Alevlenmiş tabancayı yere atan Sadny, etrafına bakınırken Glace'i gördü. Sanki görmemiş gibi davranarak ortadan kayboldu. 

Kızın ortadan kaybolmasıyla, Glace abisinin yanına koştu. Chris yaklaşan polisleri duyunca onu buradan götürmek istedi ama Glace'in inat edeceğini biliyordu. 

Sarışın kız, siyah dar elbisesi ve siyah topuklularına rağmen koşturdu ve abisinin yanına geldi. Çömeldi ve abisine daha yakından baktı. Kafasından çıkan kan, kızın midesini bulandırdı. Kusmak istemişti ama dayanmalıydı. Elini abisinin yanağına götürdü. "Froid..." Onu bu halde görmeye dayanamamıştı. Kafasını kaldırıp gidecekti ki, adamın ceketinin iç cebinde ufak bir defter gördü.

Hemen elini uzatıp defteri aldı. Açıp ilk sayfasına baktı. İlk sayfasında yazan şey, hemen onun sonraki sayfaları açmasını sağladı.

Ölmem durumunda bu defteri Glace Etfeu'ya verin

Kız, defterin diğer sayfasını açtı. Satırlarca yazı vardı. Okumaya başladı en baştan. İçeriğini merak ediyordu ve bir an önce öğrenmesi lazımdı.

Sevgili Glace, kardeşim. Eğer bu defter, okuyorsan. Ben ölmüşüm demektir. Bu aralar Sadny ile aram bozuk. Onun affedemeyeceği bir şey yaptım. Bana o kadar çok sinirlendi ki, eminim aklından beni nasıl öldüreceği ile ilgili planlar yapıyordur. Yakın zamanda öldürüleceğimi biliyorum.

Senden bir isteğim var. Eğer bana bir şey olursa, senden sadece tek bir şey istiyorum. Şirketi yükseltmen. Babamızın ve benim yapamadığım şeyi yapmanı istiyorum Glace. Şirketimizin adını herkes duysun. Karşında kimse duramasın. Odaya daldığın an herkes tir tir titresin. Onları korkut, onları yönet. Tek isteğim bu, şirketi yükseltmen. 

Defterin geri kalanında şirketi nasıl yöneteceğin ile alakalı tüyolar ve ipuçları var. Bunu bitirmeden önce demek istiyorum ki,

Her şey için özür dilerim kardeşim. Yıllar boyunca çok yanlış şeyler yaptım. Cezalarını çeksem de, akıllanmadım. Özür dilerim kardeşim. Lütfen affet beni. Sevgilerle, ağabeyin.

Glace, bu satırları göz yaşları eşiğinde okurken. Abisinin adını haykırdı, "Froid. Frolance..." Gelen polisler hem Chris'i hemde Glace'i aldılar. Glace'i almadan önce onun kolunu ters çevirdiler ve sırtına bastırarak kızı yere yatırdılar. Kız yere yatarken, karşısında defteri ve ağabeyinin cesedini gördü. 

Polisler olaya el atarken, Glace bir yanı zemine bastırılıp izliyordu. Kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldadı. 

"Ağabey, babamızın intikamını alacağım. Şirketi yükselteceğim. Sana söz veriyorum."

----------------------------------------------

"Yemek!" Adam bağırdı ve malzemeleri birbirine değecek şekilde üst üste koyduğu iki büyük pizza dilimini yemeye koyuldu. Glace ise duvara yaslanmış onu izliyordu. "Pozan, bu kadar çok yemek zorunda mısın?" 

Ayaklarını, önündeki alçak masaya uzatan Pozan, bir yandan da pizzasını, yanında tuttuğu dip sosa bandırıp yiyordu. 

"Hayatta yemek yemekten daha önemli bir şey yok. Bir araba gitmek için benzine ihtiyaç duyuyorsa. İnsan da düşünmek için yemeğe ihtiyaç duyar. Madem yirmi yaşındasın. Bir yıldır şirket başındasın ve dört gündür ortağız. Bence yemek yemeliyim."

Ev, küçüktü. Glace'in kullanmadığı evlerinden biriydi. Sadece Ahmet'le buluşmak için evi toparlatmıştı ve hazırlamıştı. Salon duvarlar beyazdı. Koltuk ise siyah. Şirketteki odanın aksine sadece üç renk yoktu. Her bir eşya farklı bir renkteydi. O sebepten de ev Pozana, gök kuşağının içinde kurulmuş gibi hissettiriyordu.

Eline bir defter alan Glace, Pozanın yanına oturdu. Oturmadan önce koltuğun lekelenmiş olup olmadığın dikkat etti. Pozan malzemeleri ağzının kenarından saçarak yiyordu çünkü. Dikkatlice oturduktan sonra pizzadan bir dilim almak istedi. 

Sol gözünde göz bandı olan adam, kız sağında oturduğu için rahatça baktı. "Pizzadan mı yiyeceksin. Sence izin verir miyim?" Kız tek kaşını kaldırdı şaşkınlıkla. "Pizzayı ben söyledim. Nasıl olur da yeme hakkım olmaz. En azından bir dilim alayım." 

Ahmet tek kaşını kaldıramadığı için iki kaşını kaldırdı. "Tek dilim senin için ufak bir kıza fazla değil mi?" Glace güldü ve sağındaki yastığı alarak Ahmet'in kafasına vurdu. "Sen öldün Pozan! Bana nasıl olur da ufak dersin." Koltuğuna gömüldü Glace. "Bana pizzadan bir dilim bile layık görmediğin için sağ ol." 

Adamda durumu kurtarmak için kıza doğru eğildi. "Az önce az kalsın sos düşüyordu, onu boş veirirsek... Ben senin elin kirlenmesin istedim. Ben yedireceğim sana." Ahmet pizzasından bir dilim aldı ve kızın ağzına yaklaştırdı. Glace, triplendiği için kafasını diğer yöne çevirdi. "İstemiyorum, kendin ye." Bunu derken sinirli olarak görünse de, içten içe gülüyordu. 

Ahmet, kızın yemesi için biraz daha ısrar etti. "Hadi ama, yeni logoyu ve sloganı aç karnına düşünemezsin. Bence kesinlikle yemelisin. İçinde hem senin sevdiğin malzemeler var." Glace, tekrar kafasını hayır anlamında sallayıp hayır deyince, Ahmet, ısrarından vazgeçti.

"Peki," diyerek dilimi ağzına attı ve tek seferde yarısını yedi. Glace biraz daha ısrar etmesini beklerken adamın bunu yapmasını beklememişti. Daha çok morali bozulmuştu. Fakat adam o kadar umursamaz bir surat ifadesiyle yiyordu ki gülmemek elde değildi. Ağzının kenarlarını ve yanağını domates sosu yapmıştı. Yemeği ise çöp kutusuna çöp atmaya çalışır gibi, tıkayarak yiyordu. Glace o zaman kadar hiç avucunun içiyle yemeği ağzının içine iten bir adam görmemişti.

Glace'i göz kenarıyla kesen adam, başka bir dilim uzattı. Dilimi ona uzattı ve almasını bekledi. Glace, daha fazla reddetmenin bir yere gitmeyeceğini anladı ve adamın elinden pizzayı aldı. İkisi de yerken, Ahmet kızın pizzayı ufak ufak ısırması ve uzun uzun çiğmenesine şaşırmıştı. 

Bunu belirtmeden, konuyu değiştirdi. "Logo harika olmalı, müthiş olmalı." Glace, bir ısırık daha aldı. Ağzındaki ufak lokmaları iyice çiğniyordu. "Ne gibi bir şey düşünüyorsun. Ne kadar müthiş." 

Ahmet, bitirdiği pizzanın kutusunu yere fırlattı. Kıza döndü. "Bir meybuz kadar harika olmalı. Meyglace."

Kız türkçe bildiği için oradaki ince espriyi anlamıştı. "Sanırım bütün gün oturup. 'Nasıl güzel laf söyleyebilirim' diye düşünüyorsun." Kafasını geriye atan Pozan, iyice gömdü kendini koltuğa. "Pek sayılmaz, aslında hiç düşünmüyorum. Kendi kendine geliyor. İlham meleğim sayesinde." Ardından çok kısık bir sesle, "Gerçi şimdi o da yok," dedi. Glace onun bir şey dediğini duymuş ama ne dediğini anlamamıştı. 

"Ne dedin?" 

Adam omuz silkti. "Hiçbir şey, sadece logo hakkında bir şeyler düşünmeye çalışıyorum. Ama logo için düşünmeden önce başka bir şey yapmalıyız." Cümlesinin içine onu da katan Glace, ne diyeceğini merak etti.

"Ne yapmalıyız?" 

Pozan ayağa kalktı. "Ortak sarılması!" Kıza sarılarak onu yerinden kaldırdı ve ev içinde döndü. "Harika ortakla olacağız! En iyi ortaklar biziz." Glace yediği pizza üstüne böylece döndürülmesi hoş olmamıştı ama dikkatini Pozan'a verdiği için bir şey olmuyordu. 

Adam onu bıraktı ve kız yere indi. Dört tur döndüğü için başı dönmeye başlamıştı. Dengesini bulamadan kendini koltuğa attı. "Pozan, lütfen bunu bir daha yapma." Ahmet, koltuğun altından çıkardığı kutuyu kucağına alarak oturdu. Glace, kutunun pizza kutusu olduğunu görünce iyice midesi bulandı.

"Nasıl bir miden var! İki pizza ne?!" 

Ahmet, yine iki pizzayı aynı şekilde birleştirdi ve yemeye başladı. "Anca böyle yetiyor. Büyük beyin, büyük mide gerektirir."

Glace, içindekileri boşaltacak yer ararken, Pozan ise yemeğini yemeye devam etti.

------------------------------------

Glace'in hayatından beş flashback aldığım bölüm burada bitti. Umarım karakter hoşunuza gitmiştir. Ne düşünüyorsunuz, sizce gerçekten iyi yapabilmiş miyim? İyi bir geçmiş olmuş mu?

Çok karmaşık bir aile tablosu çizdim sanırım. Neyse.

Eğer yazar izin verirse, Glace'e spin off çıkarıp daha da detaylandırmak isterim karakteri.

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın.

Yorumlarınızı ve oylarınızı lütfen unutmayın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro