Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Amnesia Harold Madness

Jodelle Ferland / Lifea Mnesia Happiness | Amnesia Harold Madness

Michelle Harrison / Jasmelif Happiness

John Wesley Shipp / Harold Happiness

Emily Rudd / Melodi "Z" Okur

Taylor Posey | Raven Black

Cara Delevinge / Feline Crow

Nikolaj Coster-Waldau / Crainte Etfeu

Gen Padelecki / Reyna Barnes

"Anne, gece gerçekten noel baba gelecek mi?" Ufak kızın bu sorusu, annesini gülümsetmişti. Küçük kızının masumiyeti ve saflığı onu o zamanlarda mutlu eden yegane şeylerdendi. "Evet kızım, gelecek. Eğer sen uslu bir kız olduysan gelir. Sence sen uslu bir kız oldun mu?" Küçük kız, gülümseyerek başını salladı. Elleriyle yorganını tutuyor, annesinin gözlerine dimdik bakıyordu. Faltaşı gibi açtığı gözleri çok şirin gözüküyordu.

"Evet! Evet, evet! Gerçekten de uslu bir kız oldum anne. İnanabilirsin." Annesi, kızına inanmıştı. Çünkü onun yalan söylemeyecek kadar iyi ve temiz kalpli bir kız çocuğu olduğunun farkındaydı. Kızının alnına ufak bir öpücük kondurdu, oturduğu yatağın kenarından kalktı. Kapıya kadar yaklaştı.

Kapıdan geçip, odayı terk etmeden önce kızına sordu, "Işığı kapatmamı ister misin Lifea" Kız, başını sağ, sola salladı. "Hayır anneciğim, lütfen kapatma." Annesi, çocuğun karanlıktan ürktüğünü fark etti ama onun böyle olmasını istemiyordu. Karanlık korkusunu yenmesi lazımdı.

"Eğer oda karanlık olmazsa, Noel baba odana uğramaz hayatım." Lifea Mnesia, karanlık korkusuna rağmen noel babayı görmek istediği için, artık kendine altı yaşına geldiğini, büyüdüğünü öğütledi ve noel babayı görme uğruna karanlıkla yüzleşmek için hazır olduğunu hissetti. "Peki anneciğim, kapatabilirsin."

Annesinin ışığı kapatması ile küçük kızın macerası başlamış oldu. Pembe boyalı odasında, mavi renkli hayvan çıkartmaları vardı. Duvarlara yapıştırılmış çıkartmalar, oldukça büyüktü ve odanın çocuk odası olduğuna dair kuvvetli bir his uyandırmayı başarıyordu.

Filea, odasının karanlık yüzüne bakamadığı için yorgan altına girdi. Yorgan altına giren Filea, odasının karanlığından korksa da, yorgan altındaki karanlıktan korkmuyordu. Çünkü onun korkusu karanlık değildi, karanlığın içindeki canavarlardı.

Yorganının içine saklanan Filea, titreyen vücuduna bakmaktan vazgeçip gözlerini kapadı. Noel babanın geleceğini ve ona istediği hediyeyi bırakacağını düşündü. İstediği hediye ise ok ve yaydı. Her zaman oku ve yayı olsun istemiş olan Filea, iki yıldır Noel baba'dan ok ve yay istemişti ama istediği hediye bir türlü gelmemişti.

Çizgi filmde gördüğü, mor kostümlü okçu bir adamdan esinlenmesi sayesinde, daha küçücük yaşında içinde bir ok sevgisi başlamıştı.

Yorganının altında uykuya dalmaya çalışıyordu. Kapalı gözleri, kendini bambaşka dünyalarda olarak görüyordu. Çocuk aklıyla kurduğu hayal dünyasında, ondan iyi bir okçu yoktu. Attığı okları her zaman on ikiden vuran, hiç bir hedefini kaçırmayan bir kahramandı o!

Kendi adını ise Hawk Filea koymuştu. Bu ismi de aynı şekilde, o ok kullanan mor kostümlü kahramandan esinlenmişti. İzlediği çizgi filmdeki en sevdiği kahramanlar arasında, ilk sırada o geliyordu. Onun ardından ise en sevdiği kahraman, kızıl saçlı, siyah kostümlü kadındı. İkisini birbirine çok yakıştırıyordu ve onları hep beraber hayal ediyordu.

Hayal dünyasında ise babası o mor kostümlü okçu, annesi ise kızıl saçlı, siyah kostümlü kadındı. Onların çocuğu olarak kendine kurduğu hayal dünyasında yapmak istediklerini düşünürken, kız için bunlar o kadar mükemmel şeylerdi ki, annesinin okuduğu peri masallarından farksızdı.

Her masalın, çocukların üzerinde bıraktığı etki, kızın hayal dünyası da sahipti. Filea, kendi hayallerine kapılmışken, uykusu geldi ve geç de olsa uykuya daldı.

Küçük kızın uykusu, çok uzun sürmedi. İçindeki heyecandan dolayı hızla atan kalbi onu erkenden uyandırmıştı. Kalktığı zaman evde hiç bir ses olmadığını fark etti. Yatağından kalkmak istedi ama yapamadı. Korkusu yine onu ele geçirmişti.

Salona gidip, çam ağacının altında hediye olup olmadığına bakmak istedi. Ama bunu yapmasının Noel baba'nın hoşuna gitmeyeceği için, çok istediği ok ve yaya kavuşamayacağını düşündü. O yüzden yatağa iyice gömüldü. Odasındaki camdan dışarıya baktı. Pembe perdelerin arkasında ki lacivert gökyüzünde, Ay, güneşten aldığı bütün ışıkları Dünya'ya yansıtırken bembeyaz bir görüntüye kavuşuyordu.

Dolunayın olduğu gün, Filea ayı inceledi. Ay'ı, Güneş'ten daha çok seviyordu. Hem ona bakabiliyordu, hem de parlamasına rağmen siyah gökyüzünü bozmuyordu. Ona göre, Güneş kötüydü, Ay iyiydi. Güneş'i kötü bulmasındaki sebep ise, hiç kimsenin ona doğru düzgün bakamıyordu. Filea, güneşin, kimsenin ona bakmasını istemediği için fazla ışık saçtığını ve bizi terleterek kötülük yaptığını düşünüyordu.

Çocuğa göre, Ay öyle değildi. Ay onları terletmiyordu, yormuyordu. Yıldızları izlememize müsaade ediyordu. Ayrıca kendisine de bakmamıza ve incelememize izin veriyordu. Ayrıca saklambaç oynamayı da çok seviyordu sevgili Ay. Her gün kendini karanlığa biraz daha gizliyordu. Farklı şekillere giriyor, onu şaşırtmayı başarıyordu.

Ay'ı bu yüzden seviyordu. Çok sevecendi onun için. Ama Güneş, kesinlikle iyi değildi. Annesinin de en sevmediği yanı, gece vakti olduğu zaman uyuması için zorlamasından dolayı, Ay'ı izleyemiyor oluşuydu.

Ay'ın büyüleyici ışığı altında uykuya dalan Filea, bir daha uyanmadan sabaha kadar derin bir uyku çekti.

Uyanıp gözlerini açtığı zaman ise hemen salona koşmak istedi. Terliklerini bile giymeden, çıplak ayaklarla ile koridora çıktı. Koridora çıkar çıkmaz merdivenlerin yolunu tuttu. Salon alt kattaydı. Koşarak merdivenleri indi ve ağacın dibine koştu. Mutfakta kahvaltı hazırlamakta olan annesi, kızının indiğini görünce hemen yemeğin altını kapadı ve salona koştu.

Kız, salona geldiği zaman, ağaca baktı. Ama, ağacın altında duran hediye kutusunu almamıştı. Çünkü...

Orada bir hediye kutusu yoktu.

Yine...

Filea, gözünden akan yaşlarla yere çöktü. Bir kaç damla göz yaşından sonra çığlık attı ve bağırarak ağlamaya başladı. Annesi koşarak onun yanına gitti ve kızı bağrına basarak çığlıklarının sesini bastırmaya çalıştı. Annesinin bağrına gömülmesine rağmen kız nefes alamamayı umursamadan bağırıyordu. "Anne! Neden gelmedi bu sefer?! Ben uslu bir kız oldum! Neden?!" Zar zor anlaşılan kelimeler ağzından çıktıktan sonra, kendini tamamen göz yaşlarına bıraktı.

Annesi kızını üzmek istemezdi. Hiç bir zamanda istemedi. Ama durumları hiç bir şekilde müsaait değildi ve bunu kızlarına anlatmanın bir yolu yoktu. "Belki işi vardır, yada ok ve yayı kalmamıştır. Üzülme sen kızım. Elbet bir gün getirecek."

Kız, sinirliydi, istediği oyuncağı bir türlü alamamıştı. "Gelmesin! İstemiyorum, hediye getireceği falan yok! İnanmıyorum ona!" O gün kız Noel babaya olan inancını kesmişti. Noel babadan nefret eder olmuştu.

--------------------------------

"Kızım, neden dışarı çıkıp oynamıyorsun? Bütün gün evde oturuyorsun ama hiç bir şey yapmıyorsun." Annesi, kızının hiç arkadaşlarıyla oynamadığı için endişeleniyordu. Arkadaşı olmaması, annesini endişelendiriyordu. Televizyonun karşısındaki koltuğa gömülmüş, çikolatasını yemekle meşgul olan, on iki yaşına basalı iki ay geçmiş olan Filea, hayatından memnundu.

Onun için arkadaş denen bir şey yoktu. İnsanlar sadece diğer insanlarla dalga geçmeyi seviyordu, Filea ile de oldukça çok alay ediliyordu. Çok unutkan ve dalgın olduğu için sınıfındaki arkadaşları tarafından alay konusu oluyordu. İlk başlarda bunu kafasına çok taktığı için eve göz yaşları ile dönse de, artık alışmıştı. Hiç bir arkadaşı olmamasına, yalnız olmasına.

Çikolatası biten kız, paketi kalkıp çöp kutusuna atmak için ayaklandı ve mutfağa yöneldi. Amerikan tipi mutfağın, ocak yanındaki çöp kutusuna gidip boş ambalajı attı ve koltuğa geri döndü. Koltuğa oturunca, annesinin salonda olmadığını gördü. Ardından kendi yalnızlığı içinde ağlamaya başladı.

Alışmış olsa da, ergenliğin getirdiği zor dönemler ve ani duygu değişimleri yüzünden, alışık olduğu acısı konusunda bazen ağlamaya başlayabiliyordu. Yine ağlamaya başlamıştı, yalnızlığına, dostsuzluğuna. Hiç kimsenin onu sokakta oynanan oyunlara davet etmiyor oluşuna.

Salonun camından bakıldığı zaman, futbol oynayan çocukları görebiliyordu. Onların hemen yanında ise seksek oynayan kızlar vardı. Bir kaç defa gitmeyi denemişti ama futbolda takım arkadaşlarını, seksek de ise sırayı karıştırdığı için ondan nefret eder olmuşlardı.

Göz yaşları, pijamasına dökülürken, televizyondaki yayın ondan bağımsız şekilde kendince oynamaya devam ediyordu. Ekranda, o an kızın en sevdiği animasyonlardan biri oynuyordu ama pek de umursamamıştı. Ailesinin zor durumda olması, hastalığının tedavisi için gerekli para olmaması, bulundukları evi, babasının işi yüzünden satamıyor olmaları, hepsi Filea'yı derinden yaralayan şeylerdi.

Dikkat eksikliği ve yüksek seviyede unutkanlık vardı kızda. Bir çok şeyi unutuyordu ve bu ciddi bir seviyedeydi. Okulda kalemlerini, uyumadan önce ışığı, kahvaltıda yemek yemeyi, duşta yıkanmayı unuttuğu olabiliyordu.

Annesi de, onun kadar kızının iyileşmesini istese de, paraları yoktu. Kaldıkları iki katlı ev, büyüklerinden kalma mirastı. Satmak için uygun durumda değildi, bir çok kusuru vardı. Alacakların hepsi, kısa bir göz atıştan sonra kaçıp gidiyordu.

Kızın babası, fabrikada işçiydi, annesi ise çalışmıyordu. Yaşıyorlardı ama sürünüyorlardı. Bütün bu olanlar, kızın kafasını yastığa gömmesini ve yastığı ıslatması için, yürek yakan nedenlerden bir kaçıydı sadece.

Annesinin yukarıdan aşağıya doğru yaklaşan adım seslerini duyunca kafasını yastıktan çekti ve gözlerini pijamasıyla ovaladı. Elinde bir kese kağıdı ile gelen anne, kızının hala televizyon izlediğini gördü. Bir şey demeden mutfağa geçti.

Sürekli başka ruh hallerine geçtiği için, kendi haline ağlayan kızdan, kendi kendine gaz veren kıza geçmişti ve dışarıdakiler ile oynayabileceğine dair, kendine gaz vermeye başlamıştı. "Bunu yapabilirsin Filea, sadece sokaktaki çocuklar ile oynayacaksın. Başka hiç bir şey yok, sadece oyun, sadece oyun."

Annesi, yemeği hazırlamak için buz dolabından malzemeleri çıkartırken. Filea kendine gelen inancı ile dışarıda oyun oynamaya karar verdi. Odasına doğru koşar adımlarla çıktı ve hemen kıyafet dolabını açtı. Oyun oynamak için bulabildiği en geniş ve en güzel kıyafeti seçti.

Hemen üstünü orada değiştirdi, sonrada dolabın kapağında olan aynada kendine baktı. "Sadece oyun..." Kız sürekli kendine bunu deyip duruyordu. Heyecanını azaltmak için siyah saçlarından bıyık yaptı. Bıyıklı haline gülerken, kalp atışları biraz da olsa hızını azaltmıştı. Fakat yine de normal bir çocuğa göre daha hızlı ve heyecanla atıyordu.

Küçük kız, merdivenlerden aşağıya indi. Annesi onun giyinişinden dışarıya çıktığını anladı ve bir şey demedi. Kısa kollu giymişti ve altında ise şort vardı. Yaz havasına göre giyinen kız, dışarı çıkar çıkmaz hiç sevmediği güneşi yeniden görünce, "Aptal Güneş," diye fısıldadı.

Heyecanlı adımlarla kaldırıma doğru yürüdü. Kaldırımda futbol ve seksek oynayan çocuklar, hala oyunlarına devam ediyordu. Filea, futbol oynayan erkekleri boş verip kızlara doğru yanaştı. Kızlarla zor iletişim kuran bir çocuğun erkeklerle hiç şansı yoktu.

Kızların yanına gelir gelmez, dikkatini oyundan çeken kızlardan biri fark etti onun geldiğini. "Bakın, unutkan kızımız yine gelmiş." Kızın, Filea'yı yere gömermişçesine ettiği saygısız laftan sonra, diğer dört kız da gülmeye başladı.

Yanakları utançtan kızaran Filea, kısık sesiyle konuşmaya çalıştı. "Şey... Sizinle oynayabilir miyim?" Beşli kız grubunun, lider kızı olan çocuk, mavi gözlerini iyice kısarak Filea'yı süzdü. "Üzgünüm şekerim, ama yine sırayı karıştırıp oyunu berbat edersin." Diğer dört kız, sırf lider olarak gördükleri, kendilerinden sadece bir yaş büyük olmasına rağmen abla muamelesi yaptıkları kızın, berbat da olsa yine de katıla katıla güldükleri esprilerine, yine güldüler.

Dört kişinin attığı kahkahaların ana konusu olmak, Filea için hiç hoş olmadı. Çekingen kız, tam evine gidecekti ki, o gıcık kız, Filea'nın arkasından laf atmaya başladı. "Bakın, nasıl da utandı. Şimdi kesin ağlayarak annesinin yanına koşacaktır." İğneleyen laflar, kılıçla keser bir hal almıştı. Filea, göz yaşlarını tutmakta zorlandığı için eve koşacaktı ki, bir ses ile her şey değişti.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?!" Filea dahil olmak üzere, bütün kızlar arkasını dönmüştü. Onlardan üç yaş üst olan, on beş yaşında esmer bir kız gelmişti başlarına. Filea'yı iğneleyen kız, sesini yükselterek giriş yapmış kızın karşısında tir tir titremeye başlamıştı. "Özür dilerim... Ben..." Büyük kız, Filea'ya baktı. Göz yaşlarını zor tuttuğunu anlamıştı. Gözlerini tekrardan gıcık kıza çevirdi. "Sen hangi hakla onu aşağılıyorsun. İsteyerek mi unuttuğunu sanıyorsun?"

Az önce onu aşağılayan kızın, şimdi bacaklarının tir tir titrediğini görmek, Filea için büyük bir eğlence olmuştu. Yaşını biriktirdiği gözleriyle gülerken, anın tadını çıkarıyordu. Onlardan büyük olan kız, Filea'ya bakıp, eliyle çağırmıştı. "Gel buraya tatlım. Sana pamuk şeker alayım." Filea, aniden gelen bir özgüven ile, sek sek oynayan kızların yanından geçerken, onlara dil çıkartıp, ondan üç yaş büyük kızın peşinden gitmişti.

Filea, yanına takılmış, beraber kaldırımdan yürümeye başlamışlardı. "Merhaba tatlı kız, adın ne bakalım?" Kız, onu kurtarmış olsa bile, yine de konuşmakta güçlük çekiyordu. "Filea," dedi kısa ve net. Siyah ceketli, siyah saçları omzuna kadar dökülen, mavi gözlü kız, elini uzattı. "Benim adım da Melodi, bazı arkadaşlarım bana Z der. Memnun oldum Filea."

Utangaç kız, Melodi'nin elini sıktı. El sıkışmaları, yürümeleri esnasında gerçekleşirken, Melodi'nin gözü, karşı kaldırımdan ilerleyen dondurmacıya takıldı. Filea'ya baktı, onu biraz mutlu etmesi gerektiğini düşündü, "Dondurma ister misin Filea." Küçük kız, dondurmanın lezzetli ve soğuk tadını hatırlayınca, iki kolunu kaldırdı havaya, "Evet! İsterim."

Melodi, kızı kolundan tuttu ve dikkatli bir şekilde karşıdan karşıya geçtiler. Dondurmacıya yetişip, kendilerine iki top dondurma aldılar. Sokağın sonundaki parka yakın olduklarını fark ettikleri zaman, parka gidip oradaki banklardan birine oturdular.

Bankta yan yana oturmuşken, dondurmalarını yalayarak vakit geçiriyorlardı. Melodi, Filea'dan daha büyük olduğu için daha çabuk yiyordu dondurmayı. Filea, küçük ağzıyla dondurmayı yalama mücadelesi içerisindeyken, dondurma çoktan erimeye başlıyordu bile. Sürekli dondurmayı elinde çevirip, külaha akan kısımları yalamakla dondurmayı bitiriyor olsa da, Filea dondurma yemeyi her zaman sevmişti.

Dondurmaları neredeyse bitmenin eşiğine gelmişken, sohbete başlamışlardı. Konuyu ilk Melodi açtı. "Oradaki kızlar, neden seninle dalga geçiyorlardı." Melodi'nin sorusu, Filea'nın tattığı lezzeti damağından çekip, oraya bir acılık bırakmıştı. Zor yutkunan kız, konuşmakta güçlük çektiği için kısa biçimde cevapladı. "Ben... Unutkanım."

Melodi, kız için üzülmüştü, bir şeyleri unutmak zor olmalıydı. Mesela, Melodi, o zaman tatil için şehir dışına gitmiş olan arkadaşı Mucize'yi unutmuş olsa, bu acı verici olurdu. Öyle bir dostu unutmak. Ama kızın unutkanlığının o kadar ileri olmayacağını düşündü. Çünkü Melodi'nin aklındaki örnek için, Filea'nın Amnesia olması lazımdı.

"Unutkan mı? Çok mu ciddi ki?" Melodi sormak istemese de, yardımcı olmak için bir kaç bilgi öğrenmesi lazımdı. Kızın hastalığını sormak onunda hoşuna gitmiyordu. Filea, yine aynı kısa cevaplarla anlattı. "Çok ciddi değil, ama heyecanlandığım zaman daha ciddi oluyor. Futbolda kaleleri, takım arkadaşlarımı karıştırabiliyorum."

Melodi, kız için üzülmüştü. O yaşlardaki çocukların, diğer çocukların en ufak kusurlarını bile yüzlerine vurduğunu en acı yoldan öğrenmişti. Melodi, her ne kadar psikopat kişiliği sayesinde o çocuklardan daha üstün olabilmişse de, Filea için böyle bir şans ne yazık ki yoktu.

-----------------------------------------

"Hey babacığım! Bu akşam annemle bir yerlere gitmeye ne dersiniz?" Koltukta oturmuş, ayaklarını uzatmış olan evin babası, kızının bu sorusuna tepki olarak elinde tuttuğu gazeteyi indirerek, kızının gözlerine baktı. "Neden bunu sordun ki? İstediğimiz zaman çıkıyoruz zaten." Babasını ikna etmeyi aklına koymuş kız, biraz daha uğraştı. "Ya baba, uzun zaman oldu. En son ne zaman çıktınız ben bile hatırlamıyorum."

Babası, gazete okumaya geri dönmüştü. "Kızım, on yedi yaşına geldin diye beni kandırabileceğini sanma. Bir işler çeviriyorsun ve bunu yapmana izin vermeyeceğim." Babasının, onu iyi tanımasına sinir oluyordu. Nasıl olur da bunu tahmin edebilirdi. Mutfakta yemek hazırlayan anne, kafasını onlara doğru uzattı. "Yine ne oluyor? Yoksa Filea'nın ders notları düşük mü?" Gözü gazetedeki yazılarda olan baba, karısını yanıtladı. "Hayır, bu o değil. Kızımız bizim yemeğe çıkmamızı istiyormuş."

Cevabı dinlerken tekrar yemeğe dönen anne, kocasının lafına şaşırmıştı. Kızı neden bunu istemiş olsun ki? Elbet bunun altında bir şey vardı ve bir kızı babasından bile daha iyi tanıyan biri varsa, o kişi de annesidir. "Kimi çağıracaksın bakalım?" Filea, yakalanmış olmasına rağmen yalan söylemekten vazgeçmedi. "Kızlarla biraz takılmak istemiştim sadece, film falan izleriz."

Annesi, tavadaki yemeği karıştırırken, gülümsedi. Onun diğer yaşıtlarıyla böyle etkinlik düzenlemesi hoşuna gidiyordu. O yüzden sevinmişti, kızının hastalığını bir kenara atıp sağlıklı insanlar gibi davranabiliyor olmasına. Kızına karşı hiç bir zaman sert tavırlar sergilememiş olan anne, bu konuda yine her zaman ki gibi yumuşak davranmıştı. "Tabi ki, yemeğe çıkmamız da bir sorun yok değil mi kocacığım."

Filea, annesinin kabul etmiş olmasına sevindi. Babası ise hala yüzünü gazete ile gizliyordu. Düşünceli suratını kağıtların arkasına gizliyordu. Gizliyordu ki, Filea onun ne düşüdüğünü anlamasın. Kısa bir düşünme faslından sonra, kararını verdi evin babası. "Peki o zaman, biz bir yemeğe çıkalım. Filea da arkadaşları ile evde takılsın." Bu karara çok sevinen kız, diz çöktüğü yerden kalktı ve sevinçten zıplayıp, babasına sarıldı.

Yanığını, babasının yanağına sürten kız, içindeki sevgiyi ardı ardına teşekkür ederek azaltmaya çalıştı. "Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim." Kızının mutlu olması, babasının mutlu olması demekti. "Önemli değil tatlım. Madem çıkıyoruz, ben gidip üstümü değiştireyim. Annesi de ocağın gazını kesti. "O zaman bu yemeği sen ve arkadaşlarınız yersiniz." 

Babası, üst kata çıkmıştı. Annesi ise kızına yaklaştı, kabul etmiş olsa da bir kaç soru sormadan kızının yakasını bırakmayacaktı. Babası duymasın diye kısık sesle sordu kızına. "Kimler gelecek." Filea, durumu çaktırmamak için gülümsemeye devam etti. "Gwen, Alex falan. Çok kişi gelmez zaten anneciğim." Kızının gözlerine baktı ama o masum gözlerde bir yalan göremedi. Işıktan bir perde örtülü olan gözler, annesini büyülerken, evin reisi olan adam merdivenlerden bir takım elbise ile indi.

Elinde tuttuğu takımı, karısına ve kızına uzattı. "Sizce bu dışarı çıkmak için uygun mu?" Gösterdiği takım lacivertti. Lacivert rengini kendi içine benimsemiş olan takım, oldukça karanlık bir tona sahipti. 

Ama o sırada. Kızın belki de hayatını değiştirecek çok önemli bir olay oldu. Hiç beklemedikleri bir anda, beklemedikleri bir olay gerçekleşti. 

Bütün sokakta yayılan gürültüden hemen bir saniye sonra, evin camları aşağıya indi ve elinde takım tutan adam, yere yığıldı. Kanlar içinde yere düşen babanın kanı evin parkesine yayılırken, Filea'nın annesi ve Filea çığlık attı. 

Genç kız annesine döndü, annesi ona yere yatması için işaret yaparken, Filea da sırtından vuruldu. Ardından gelen kurşunlar, son olarak annesini buldu ve silah sesleri kesildi. Kimse kurşunların nereden geldiğini anlamamıştı. Herkes duyduğu silah sesleri yüzünden etrafa kaçışmaya başlamış ve girecek, saklanacak delik aramıştı. 

Silah seslerini duyan genç çocuklardan biri, Filea'nın evine yürüyen biriydi. Evin delik duvarlarını ve kırılmış camlarını görünce koşmaya başlamıştı, koşarken boğazından çıkan, "Filea," haykırışları da eksik olmamıştı. 

Genç çocuk, sağlık görevlilerini aramıştı ama Filea'yı kendisi hastaneye götürmüştü. Hastanenin önüne gelir gelmez görevliler onu sedyeye yatırmış hemen acil ameliyata almak için götürmüşlerdi. 

Camdan yapılma otomatik kapı açıldı. Çevresi dört görevli tarafından sarılmış sedye acil ameliyata götürülürken, otomatik kapı bir daha açıldı. Bacaklarında kalan son güçle koşmaya çalışan, yorulduğu için hızlı koşmak uğruna yalpalayan genç çocuk girdi içeriye. 

Kızı hemen ameliyata aldılar, çocukla sedye arasındaki mesafe biraz açık olduğu için, yetişememişti. Ameliyat odasından içeriye giren görevlilerden hemen sonra gelmesine rağmen, onu içeriye almadılar. Kapıyı yumruklayan çocuk, görevlilerin müdahalesi ile sakinleştirildi. 

"Hayır, hayır, onu kaybedemem! Hayır! Bu olamaz!" Çocuk haykırışlarını art arda sıralasa da, oradakilerin amacı onun acısını paylaşmak değil, tamamen susturmaktı. "Efendim, sessiz kalmanız gerekiyor, kurallar-" Güvenliğin sözünü böldü çocuk. "Burada susması gereken kişi sensin s*ktiğimin görevlisi."

Adamın kaba sözler sarf etmesi yüzünden, dışarıya atılacaktı ki, son anda içeriye bir kız koştu. Topuklu sesleri hastane koridorunda yankılanırken, çocuk sesin sahibine çevirdi kafayı. Akan göz yaşlarını eliyle sildi ve ona doğru koşan kıza sarıldı. 

İçeriye dalmış ve topuklular ile düşmeden koşabilmiş olan kız, sarışındı. Normal bir kıza oranla daha kalın kaşlara sahipti ve daha erkeksi bir yüzü vardı. Sarı saçların dibinde ve aralarında da siyah tutamlar bulunuyordu. Çocuğa sarılmış olan sarışın kız, "Raven, o iyi olacak. Bana inanabilirsin." Raven, sevgilisi olan kıza sarılmış, göz yaşlarını tutmak için kendiyle savaşıyordu. Sonradan ise, sevdiği kızın saç kokusu çocuğun burnuna dolaşınca, tuttuğu göz yaşlarını serbest bıraktı. 

"Feline, onu gördüm. Vücudunda çok fazla kurşun yarası vardı. Nasıl iyileşecek? Onu kurtaramazlar bile." Adamın bu kötümser sözleri, kızı da etkiliyordu. O da en az Raven kadar Filea'ya değer veriyordu. "Bir şekilde kurtarırlar. Her zaman kötü sonla bitmiyor hikayeler." Adam ise kötümser düşüncelerinden vazgeçmek istemiyordu. "Hikayeler asla kötü sonla bitmez Feline, çünkü onlar hikaye."

Sarılmaları bittikten sonra, çocuk başını kızın omzundan kaldırdı. İkisi de göz göze durdular. Bakışmaları sürerken, ikisi de başını eğdi ve alınları temas etti. Raven fısıldadı, "Sence gerçekten Filea iyi olacak mı?" Feline, çocuğu alnından öptü. Dudakları rujlu olduğu için adamın alnında iz kalmıştı. "Evet, iyi olacak." Bunu derken yüzüne gülümseme takınmaya çalışmıştı ama o durumda gülümsemesi, kolay değildi.

-----------------------------------------

"Hasta içeride, buyurun." Doktor kapıyı açtı ve geçmeleri için yol verdi. Feline ve Raven, içeriye girince, yatakta yatan kızı gördüler. Kız, yanındaki dağınık saçlı adama döndü. "İki ay oldu. Ama durumu hala aynı gibi." Raven, onu duydu ama cevabı kendi öğrenmek istedi. Camdan dışarıya boş bakışlar atan kızın dikkatini, parmaklarını şıklatarak çekti. Parmaklarından çıkarttığı sese bakan kız, Raven'a dikti gözlerini. Dikkatini çekebilmiş olmayana sevinen adam, sorularına geçti. "Filea, bizi hatırladın mı?" 

Kız, aynı boş bakışlarını sürdürüyordu. "Sizi tanıyor muydum ben? Kimsiniz ki?" Duyduğu soru yüzünden düşünmeye başladı. Aklı sorular ile harmanlanırken, Raven ve Feline kendi arasındaki konuşmaya daldı. Söze ilk Raven girdi. "Bizi hatırlamıyor Feline, bizimle geçirdiği zamanları hatırlamıyor. Belki uzun zaman boyunca beraber olmadık ama yine de hatırlamıyor." Feline, gözlerini kıza çevirdi. Onlara bakıyordu ama dikkati onlarda değildi.

Tekrardan Raven'a baktı. "Raven, beni dinle. Kıza Amnesia hastalığı teşhisi konuldu. Bizi unutması normal, ama unutmak, hatırlamayacağı anlama gelmez." Raven, duyduğu sözden etkilenmişti, ellerini kızın ensesinde birleştirdi. "Bunu kimden duydun bakalım. Senin söyleyeceğin tarzda bir söz değil çünkü." 

Feline, odanın camlı olan tarafına döndü ve şortunun cebine elini soktu, "Evet, bir dostum söylemişti. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan şey, Filea bizi hatırlayabilir. Bu da-" Kızın sözünü aniden sesini yükselten Filea böldü. "Raven! Filea! Buradasınız! Sizi çok özledim." İkisi de gülümseyen kıza baktılar.

Raven'dan erken davranan Feline, hemen gidip Filea'aya sarıldı. "Filea! Hatırladın bizi sonunda." Feline bunu dedikten sonra, içini burkacak bir an yaşadı ne yazık ki. Filea onu kendinden uzaklaştırdı. Sinirden kaşları çatılmıştı. "Sen kimsin? Neden bana sarılıyorsun? Güvenlik!" Filea'nın bağırması sonucu içeriye hemen doluşan görevliler, Raven ile Feline'nin etrafını sardı. Raven, çoktan odayı terk etmişken, Feline kıza son bir bakış attı. "Filea..." Feline bunu söylerken, hasta kızın kaşları hala çatıktı ve gözleri öfke doluydu. 

İkisi de odadan çıkartıldıktan sonra, görevlilerden biri yanlarına gelip, "Kusura bakmayın ama verdiğiniz rahatsızlıktan dolayı çıkmanız gerekecek." Raven, sinirli sinirli görevlinin saçma sapan laflar etmesine dayanamadı. "Henüz rahatsızlık verdiğimi sanmıyorum. Durun da rahatsızlık vereyim." Görevli, adamın dediğini çözmeye çalışırken, yüzüne gelen bir yumruk ile geriye doğru sarsıldı.

Burnundan akan kanlar, görevlinin mavi gömleğine damlarken, diğer adamlar hemen Raven'ı tutmaya çalıştı. Ama adamın hakkında hiç bir şey bilmedikleri için, bu yaptıklarının çok yanlış bir hareket olduğunu sonradan anladılar. Yakalanmış kolunu adamdan çekti ve dirsek attı. Solundaki adam, yediği dirsek darbesi yüzünden yere düşerken, Raven, diğer tarafında duran adama da dirsek attı. Önünden yaklaşanın ise karnına tekmesini indirdi. 

Feline, kavgadan uzaklaşıp çıkışa yönelirken, Raven'ın geleni dövdüğünü gördü. Sakinleştirmeyi bırakana görevliler, yumruk sallamaya başlamışlardı. Raven, üstüne gelen yumruklardan birini tuttu ve tuttuğu yumruğu çevirerek adamın kolunu kırdı. 

Kolunu kırdığı adamı bırakıp, arkasındaki adama geçecekti ki, "Yeter," şeklindeki bir bağırış, hastane odasındaki herkesi dondurdu ve bütün gürültüyü kesti. Herkes, otomatik kapının oraya bakarken, Feline, o korkutucu sesin geldiği yere, hemen arkasına bakmak istemedi. O sesin sahibi ile yüz yüze gelmek istememişti. Omzunda hissettiği el ile, arkasına bakmak zorunda kaldı. 

Arkasına dönen Feline, yaşlı, saçları taranmış, şık giyinmiş bir adam ile karşılaştı. "Siz..." diyerek orada kalakalmıştı. Adam, kızın omzuna hafifçe tekrardan dokundu. "Sorun değil kızım, sen istersen hastaneden çık, sevgilin birazdan seninle gelecek." Oldukça ikna edici, hiç takılmayan bir ses tonuna sahipti. Olgun, kalın ve insanı içine çeken bir tondu bu. Feline hemen dışarıya çıktı.

Adam, Raven'a yaklaşırken, görevlilerin hepsi hazır ol pozisyonuna geçti. "Efendim, kavga yüzünden özür dileriz. Beyefendi sıkıntı çıkardı, müdahale etmekten başka bir çaremiz yoktu." Yaşlı olduğunu anca sesinden belli eden adam, elini kaldırdı. "Dur! Bahane duymak istemiyorum. Amnesia hastası olan kız yüzünden adamı hiç bir şey yapmadığı halde odadan çıkarttınız." Onunla konuşmak için öne çıkmış olan görevli, tir tir titrerken, bir şey diyemedi. 

Görevli titremeye devam ederken, Raven ile korkutucu adam göz göze geldi. Adam elini uzattı, "Ben Crainte Etfeu. Sen bana bay Crain dersen de olur." Raven, uzattığı eli sıkarken, adamın güçlü olduğunu fark etti, eli sıkılamıyordu. "Tanıştığımıza memnun oldum... Bay Crain, sanırım bu hastane sizin olmalı. Kapıda boşuna soy adınız yazmıyor." İkisi de  beraber güldü. Crain, gülüyor olsa bile, her an patlayacak bir bomba gibiydi. "Evet, evet, bu bana ait hastanelerden biri. Yakın zaman içerisinde oğlumun olacak ama, neyse. Seninle konuşmak istediğim bir konu var Raven." 

Raven'ı kapıya çıkartmış ve onunla konuşmuştu. Yaptığı konuşmada, incelediği raporlara göre Filea'nın durumu, her geçen gün daha kötüye gittiğini, yakında bütün benliğini kaybetmeye ve bunun nefes almayı unutmaya kadar gidebileceğini anlattı. Raven ile Feline bunları yaşadıkları dehşetle beraber dinlerken, Crain aynı zamanda Filea'nın eski kimliğine dönemeyeceğini, tedavinin bedeli olarak ona yeni bir hayat verilmesi gerektiğini de anlattı.

Bu da demek oluyordu ki, Filea'nın hayatından bütün eski tanıdıklarının çıkması gerekiyordu. Böylece eski hayatının tamamen unutmuş olup, sağlıklı bir şekilde yeni bir hayata adım atabilirdi. Crain'de bunu sağlayabilecek teknoloji vardı. Yashida ile beraber çalışan adam, elinde bir çok yeni teknoloji bulunduruyordu. Ama bunların hepsi insanlığa fazla geleceği için bir çoğu kapalı kapılar ardında beklemeye mahkum ediliyordu.

Raven ve Feline, Filea için bunu kabul etmişti. O yüzden o gelişleri, son gelişleri olmuştu. Her ne kadar bir daha onu göremeyecekleri için üzülecek olsalar da, yine de arkadaşlarının sağlığı için en iyisi buydu. 

Kızla çocuk gittikten sonra, Crain tekrardan hastaneye girdi. Sert adımları herkes tarafından duyulurken, bulunduğu bütün mekanlarda gözler, hep Crain'in üstünde oluyordu. Etrafa saldığı korku herkes tarafından hissediliyordu.

Kızın odasına bir daha girdi, girer girmez arkasından genç iki hemşire girmişti. Crain'in sert bakışları, odaya girmesi ile daha az korkulur bir hale gelmişti. Gülümseyen adam, kıza yaklaştı. "Merhaba Amnesia." Kız, kafasını camdan adama çevirdi, baştan aşağı süzdü. "Adım... Amnesia mı?" Adam kafasını sallarken hemşire tam oyunu bozacaktı ki, adamın hemşire olan kıza dönüp işaret parmağını dudağına yaklaştırması ile, görevli kız sustu. 

"Evet, adın Amnesia, hatta bu da senin favori oyuncağın." Kızın karşısındaki dolabı açtı, en altta duran kutuyu kaldırdı. Kızın önüne kadar getirip bıraktı. "En sevdiğin oyuncak ve en sevdiğin kitaplar içinde. Bir bak istersen."  Amnesia, önüne konulan kutunun kapağını kaldırdı. İçinde, kitapların üstünde duran bir adet, mor bir yay ve ok vardı.

Kız eliyle yayı havaya kaldırırken hemşirelerden daha deneyimli olanı Crain'e yaklaştı. "Bay Etfeu, kızın eski hayatını bırakması için bunları da bırakması gerekmiyor mu?" Crain, hemşirenin yanağına yaklaştırdı elini, "Bizim amacımız binayı yıkmak, temelini değil. O temele yeni bir bina inşa ederken ihtiyacımız olacak..." Kız, adamın adını bilmediğini anlayınca kendi adını söyledi.

"Reyna, efendim." Crain'de elini Reyna'nın yanağından çekti. Kıza doğru yaklaştı.

Kızın hala yayı keşfetmeye çalıştığını gören adam, sevecen bir ses tonuyla sordu. "Hoşuna gitti mi? Eskiden beri oynadın bununla. Altı yaşındayken annen sana doğum günü hediyesi olarak aldı." Amnesia, havada tuttuğu yayı indirdi. "Altı yaşımdan beri var mı bu? Ama bu çok yeni, adeta sıfır gibi." Crain, ellerini cebine yerleştirdi. 

"Sen eşyalarına değer veriyordun. Amnesia Harold Madness."

------------------------------

"Clint döv hadi! Hadi yaparsın sen!" Amnesia, odasında oturmuş oyun oynuyordu. Oynadığı oyunda Clint'i kontrol ederek karşısındaki bütün rakipleri dövüyordu. Dövüş oyunundaki favori karakteri olan Clint ile mükemmel oynuyordu. Çünkü o karakter bağlıydı, aralarında bir bağ vardı. Sanki yaşama tutunmasını sağlayan Clint'in kendisi olmuş gibiydi. 

Oyunu çok iyi oynadığı için, zorluk seviyesini yükseltmişti, ama o seviye için yeterli olmadığını zor yoldan o anda tecrübe ediyordu. Karşısındaki yapay zekadan dayağını yerken oyun kumandasına abanmıştı. "Hadi! Hadi ama! Yirmi yaşına geldim ve bir oyunda robota karşı yeniliyorum. Amnesia asla yenilmez." Son kelimesiyle beraber son kalan canı da eksildi ve kaybetmiş oldu.

Ekranda çıkan 'Kaybettiniz' yazısıyla beraber, ekranı kapadı. Mora boyanmış odasındaki, mor renkli yatağının, mor renkli yorganının üstüne attı kendini. Mor renkli pijamaları, yorganı ile aynı tonda olması sayesinde kendini gizliyor gibiydi.

Amnesia, yatağa kafasını gömmüş şekilde yatarken. Aklına aniden, geçen vakitlerde edindiği arkadaş geldi. Numarasını almıştı ama ona mesaj atmamıştı. Eline hemen telefonu aldı ve yeni tanıştığı arkadaşına mesaj attı.

Amnesia: Selam 

Önce mesaj gelmedi, çift tık oldu ama yine de arkadaşı çevrim içi değildi. Biraz yatakta döndü durdu. Kız çevrim içi oldu ve yazmaya başladı.

Wanda: Selam

Amnesia: Nasılsın yeni bff :*

Wanda: Teşekkür ederim yeni best friend'im. İyiyim sen nasılsın :*

Amnesia: Sorduğun için teşekkürler, bende iyiyim ghjlöhjl

Wanda: Kusura bakma mesaj atamadım. Wattpad kitabımın bastırılması ile uğraşıyordum da

Amnesia: Wattpad mi dedin, yoksa wattpad mi kullanıyorsun *-*

Wanda: Tabi ki kullanıyorum ^-^ Senin kullanıcı adın ne

Amnesia: haroldmadnessx peki senin ki

Wanda: WandaBarnes, aslında ben orayı gerçek ismimizi yazacağımız yer sanıyordum. O yüzden ismimi yazdım. Sanırım tam bir Queen of Fails'ım -,-

Amnesia: Güzel hikaye gönlşöm aslında Queen of Fails'dan da güzel kullanıcı adı olur. Ama yine de yapma, böyle iyi.

Wanda: Pek sanmıyorum. WandaBarnes'da iyi, en azından kimse almamış. Sanırım WandaBarnes'ı değiştirmeyeceğim.

Amnesia: Bence de değiştirme ^^ oldukça sana yakışıyor. Gerçek seni ortaya çıkaran bir isim.

Wanda: Ya ne demezsin :D Acaba gerçek ismim diye olabilir mi? 

Amnesia: Belki :d Yine de sakın değiştireyim deme. 

Wanda: Tamam tamam. Queen of fails yok 0:)

Amnesia: Harika, şimdi ben biraz yatacağım. Görüşürüz Wanda :*

Wanda: Görüşürüz Amnesia :*

Kız, telefonu yatağa fırlattı ve mor gömlekli oyuncak ayıcığını yastığının yanından aldı. Kahverengi olan, kesinlikle beyaz renkli olmayan ayıcığın mor bir gömleği ve sırtında siyah bir yay vardı. 

Amnesia, ayıcığa Clinton ismini vermişti. Clinton ismi onun çok hoşuna gidiyordu, oldukça şirin bir isimdi ve ona aşık olduğu adamı hatırlatıyordu. Her ne kadar Clint'in son hali onu üzse de, eski kayıtları izleyip, genç haliyle oldukça insanın içini ısıtan hayaller kurmuştu.

Clinton'u tutarak hava kaldırdı. "Hey Clinton!" Ayıcığı sallamaya başladı. "Sence bu gün ne yapmalıyım." Kuklacılar misali, dudağının kenarından konuşarak ayıcığına seslendirme yaptı. "Bence kesinlikle içinde Clint'in olduğu filmleri izlemelisin. " Kendine söylediği fikir oldukça hoşuna gitmişti. 

"Evet! Haklısın Clinton, ama önce yapmam gereken bir şey var. Sence o ne olabilir?" Yine aynı şekilde, ayıcığını salladı ve onun yerine konuştu. "Kesinlikle Hawkeye figülerinin tozunu almalısın." Amnesia, bu kadar mantıklı konuşan başka bir ayıcığa daha sahip olmadığı için kendine yaklaştırdı ve ayıcığı alnından öptü. "Sağ ol Clinton, sürekli yanımda olduğun için teşekkür ederim."

Amnesia, hemen yatağından fırladı ve kitaplığına yöneldi. Kitaplığı tamamen Hawkeye çizgi romanı ve Hawkeye figülerinden oluşuyordu. Kitaplığım hemen yanında bulunan mor toz bezini aldı ve mor kitaplıkta duran figülerini temizlemeye başladı. 

Hepsinin tozunu oldukça nazik bir şekilde alıyordu. Ufak dokunuşlarını pahalı oyuncakların üstünde gezdirirken, hiç birine bir şey olmaması için alnından terler döküyordu. Sonuç olarak hepsi hassas ama pahalı olan figülerdi. Kızın ise hepsine o kadar para bayılmış olmasının tek nedeni, figürlerin Hawkeye figürü olmasıydı.

Bütün figürlerin tozunu aldıktan sonra, elini silkeledi. "Evet! İşte şimdi bütün figürlerim temizlenmiş oldu. Sırada ise yepyeni işler var. Eminim Clinton hepsini bana söyleyecektir. Değil mi Clinton." Ayıcığını eline aldı ve onu seslendirdi. "Evet sevgili Amnesia, hepsi en az senin kadar mükemmel olan bir çok iş biliyorum." 

İşte Amnesia o noktada durdu. "Bir saniye Clinton, benden daha mükemmel işler biliyorsun, tamam. Ama benden de mükemmel olan bir şey var. Peki ondan da-" Kendi kendine konuşmasını bölüp ayıyı seslendirmeye geçti.

"Clintasha ship'inden de mükemmel." Amnesia orada ayıcığına karşı çıktı. "HAYIR! HİÇ BİR ŞEY CLİNTASHA SHİPİNDEN DAHA MÜKEMMEL OLAMAZ. CLİNTASHA ŞU ANA KADAR Kİ DÜNYA ÜZERİNDEKİ EN HARİKA ŞEY CLİNTON! BUNU NASIL BİLMİYORSUN." Tekrar ayıcığın ağzına geçti. "Biliyorum Amnesia, sadece senin clintasha shipleyen yanını görmek istedim. Çünkü Clintasha shiplerken çok tatlı oluyorsun."

Clinton'ın ilfitafı üzerine, Amnesia ayıcığına daha sıkı sarıldı. "İyi ki varsın Clinton! Seni çok seviyorum.

Kız ayıcığına sarıldı. Ardından kokusunu içine çekti.

Onun kokusunu içine çekmeyi çok seviyordu...

Kokusu ona hep yeni geliyordu...

Bir şeyler hatırlatıyordu...

Yeni hayatını...

----------------------------------------

Amnesia özel bölümü de bu kadar. Final bölümü diye uzun yazdım, şimdide karakter tanıtıyorum diye uzun yazıyorum. Sürekli beş bin kelimelik bölümler attığım için kusura bakmayın. 

Umarım bu bölüm, Amnesia karakterinin geçmişi hakkında fikir edinmenize olanak sağlamıştır. Sırayla altı, on iki, yedi ve yirmi yaşını gördük. Aralarındaki detayları, eğer yazarı izin verirse, kendine ait bir kurgu yazıp kapatabilirim. Eğer siz de okuyacaksanız.

Kendinize iyi bakın, sıradaki bölüm ne yazık ki ikinci sezon değil. Aynı şekilde Avery'den beş flashback göreceksiniz.

Şimdi aklınızdaki soruların cevaplarına geçelim.

Melodi, Amnesia'yı tanımıyor çünkü yeni hayatı ile saçı, kılığı tamamen değişiyor, sadece ismi değil. 

Feline ve Raven, Crow adlı kurgumdan gelme karakterler, merak ettiyseniz okuyabilirsiniz

Crainte, Glace'in babası oluyor, Glace özel bölümünde kendisini daha çok göreceksiniz.

Wanda ile tanışması, Wanda özel bölümünde.

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın. Yorumları unutmayın




Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro