Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7

Salı sabahı

Beklenmedik bir haber aldım: Uzun yıllardır görmediğim Madrid'deki amcam, yarın Paris'ten buraya geliyormuş. Sevmez değilim onu, ama bu gelişi hoşuma gitmedi; sabahtan akşama onunla olmam gerekecek, oysa ben bütün vaktimi, bütün vaktimden daha çoğunu, yeryüzünün bütün vakitlerini sana ayırmak istiyorum, seni düşünmek, seni yaşamak için. Tedirgin olacağım şimdi, evimin de rahatı kaçacak; akşamları da yalnız kalamayacağım demektir! N'olurdu, başka bir yerde olsaydım; birçok şeyin başka türlü olmasını isterdim zaten, hele işi hiç istemiyorum! Ama bu isteklerim yersiz... beni bugünlerden ayıracak bir şeyi nasıl isteyebilirim? Senin olan bugünlerin dışında? Yeryüzünün şu itişip kakışmasmı hiçe sayarak, yalnız ikimizi ilgilendiren konulardan söz edebiliyorum sana. Bütün öteki olaylar ilgilendirmez oldu beni. Kötü, çok kötü! Ama ne gelebilir elden? Dilim dönmüyor, başımı göğsüne dayamış, kalmışım öylece.

Bir şey söylemek istiyorum Milena: Viyana'dan bir acılık kaldı içimde: Yanılmıyorsam, ikinci gündü, yukarda, ormanda şöyle bir söz ettindi: "Ayrı odaların savaşı uzun süremez!" Sondan bir önceki Meran mektubunda da hastalıktan söz etmiştin. Bu iki olayı nasıl bağdaştırayım bilmiyorum. Kıskanıyorum sanma, hayır kıskanmıyorum, ama ya yeryüzü çok küçük, ya da biz dev gibiyiz, sığamıyoruz. Kimi kıskanabilirim hem Sah akşamı. Bak şu işe! Kızın sana yazdığı mektubu, ben gönderiyorum sana; üstelik, ne yazdığını da bilmiyorum. Anlatayım: Bugün onunla buluşup bir vapur gezintisi yapacaktık sözde; gece geç yattım, hiç de uyanmadım, öğleden sonra birazcık uyumak istiyordum, onun için bir pusula yazdım kıza, akşama buluşalım dedim. Sana kaçtır söylemiştim (bir de telgraf çekmiştim bu konuda) gene de yetinmedim, kıza yazdığım pusulaya şunu da ekledim: "Viyana'ya yazdığın mektubu göndermeden önce konuşalım seninle." O, mektubu yazmış, postaya vermiş bile sabahleyin - ne yazdığını yerli yerine o da söyleyemedi-. Pusulamı alır almaz - zavallıcık- hemen postaya koşmuş, buldurmuş mektubu, sevincinden ne yaptığını bilmeden, cebindeki bütün parasını vermiş memura, epey bir paraymış, sonradan anlayınca şaşırmış; getirdi mektubu, verdi bana. Ne yapacağını bilemiyorum Milena.

Bütün umudum tez günde mutlu bir sonuca varabilmek; bunun tek çıkar yolunu da, bu mektupta ve senin vereceğin karşılıkta buluyorum. Biliyorum, boş bir şeye umut bağlamışım, ama ne yapayım, son çarem bu. Mektubu açıp okusam mı? Bu ona karşı bir saygısızlık olurdu, hem okursam gönderemem, biliyorum. İşte, böylece açmadan, okumadan, kapalı olarak veriyorum onu sana, kendimi verdiğim gibi. Bugünlerde tatsız buraları, mektup almadım daha, içim daralıyor, yazmış olsan bile elime geçemez daha biliyorum, ama gel de anlat bunu yüreğime! Salı akşamı, daha geç mektubu postaya verdikten sonra aklım başıma geldi: Nasıl isteyebildim senden böyle bir şeyi? Bırak ki, bu işi temizlemek, ya da çıkar bir yol bulmak yalnız beni ilgilendirir, beni ilgilendirmeli! Ne diye seni karıştırırım bu işe? Hiç tanımadığın birine nasıl yazabilirsin? El yazının, imzanın başkalarının eline geçmesini istemezsin de belki.

Hoş gör Milena, bu konuda yazdığım mektupları, telgrafı hepsini hoş gör... Senden ayrılmanın verdiği sersemliğe yor bu davranışımı. Hiç önemi yok, kıza yazmayabilirsin, başka bir çıkar yol bulunur elbet. Üzme kendini. Bugün çok dolaştım, yorgunum biraz, ondan olacak. Sonra yarın da amcam geliyor, yalnız da kalamayacağım. Daha iyi bir şeyden söz açmak için şunu demek istiyorum, dinle: En güzel hangi gün giyinmiştin Viyana'da biliyor musun? Ama delicesine güzel? Karşılık istemem: Pazar günü!

***

Çarşamba akşamı

Yeni evimi kutlamak için bu birkaç satırı yazıveriyorum; çabuk tutmalıyım elimi, çünkü anamla babam onda Franzensbad'dan, amcam da on ikide Paris'ten geliyor, karşılamaya ben gideceğim; ablam Marienbad'da olduğu için, ben onun evine geçtim, amcama benim odayı bıraktım. Koskoca; bomboş bir ev burası, bu bakımdan iyi. Ama sokak çok gürültülü, gene de kötü bir değiş tokuş yapmış sayılmam. Son mektuplarından öylesine yakındım ki, "güveni sarsıldı, beni yitireceğinden korkuyor" diye düşünebilirsin, onun için işte, hemen yazmak zorunda kaldım sana. (Bu sabah öyle bir mektup yazmıştım ki, sonra utandım da yırttım; ne yapayım? Daha tek satırın gelmedi... Postayı mı sorumlu tutayım? Saçma... Postayla ne alışverişim var?)

Güvenim sarsılsa, emin olmasam senden, böylesine sevebilir miyim seni? Ne zaman anladım bunu biliyor musun? Çok kısa süren etimizin birleşmesinden ve birdenbire ayrılmak zorunda kalışımızdan. (Pazardan başka bir gün olamaz mıydı? Yeniden başka bir saat olamaz mıydı sanki? Neden bütün bunlar?) Haksız mıyım altüst olmakla? Hoş gör beni! Akşamın şu geç saatinde sana iyi geceler dilerken, kendimi, her şeyimle bir solukta veriyorum sana, mutluluk, sende erimek! Perşembe sabahı Sokak çok gürültülü, üstelik karşılarda bir de yapı işleri var, Rus kilisesi de değil tam karşıma düşen, içi insanlarla dolu büyük evler var karşıda, gene de -tek odada bir başına olmak, bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı- daha doğrusu: kimi zaman yalnız kalabilmek, mutluluğun ilk koşulu. (Ne var ki, önce yaşamam gerekir, yoksa evim olmuş, yurdum olmuş kaç para eder? Bir çift canlı, parlaklığım nereden aldığı bilinmeyen mavi gözü görebilir miydim yoksa?)

Ama evin içi sessiz, banyo, mutfak, odalar tam bir sessizlik içinde. Kalabalık evlerin o patırtısı gürültüsü, gem vurulamayan istek dolu etlerin birleşmesi, düşünüler, dilekler, köşe bucakta, her koltuğun, her kanapenin yanında yöresine gizlenmiş göz yumulmayacak davranışlar, yersiz, beklenmedik şeyler, günah çocuktan, hiçbiri yok bu evde... Viyana'daki pazar sabahının sessizliğini andırıyor; ama bir de cumartesi akşamını anımsıyorum; istekle dopdolu, soluğumuzu kesen, hiç bitmeyecekmiş gibi süren bir cumartesi akşamını... Kız kardeşim ta evden buraya gelmiş, bana kahvaltı getirmiş. (Boşuna yorulmuş, nasıl olsa ben gidecektim oraya.) Beni mektuptan ve dalgınlığımdan uyandırmak için birkaç dakika kapıyı çalmak zorunda kalmış. Burası benim evim değil; yaz aylarında eniştem bir süre için burada oturacak.

F.

***

Perşembe, öğleden sonra Neyse!

Geldi mektubun. Birkaç satırla karşılık veriyorum hemen; birtakım anlaşmazlıklara yol açabilir bu acelem, bundan ötürü üzülürüm de belki, olsun ne yapayım: Üçümüzün durumunu, bildiğim, gördüğüm başka durumlara benzetemem pek... örnekler vererek üzülmek yersiz bu bakımdan. (İki kişinin, üç kişinin çektiği büyük acılan... ortadan yok oluverme filan.) Arkadaşı değilim kocanın, sonra bir dostu da ele vermiş değilim. Ne var ki, ona yalnız, "bir tanıdık" gözüyle de bakamıyorum, bir bakımdan bağlıyım ona, kimi işlerde belki bir arkadaştan daha da yakınım kocana. Hele sen? Sen onu hiç de aldatmış sayılmazsın, ne dersen de: seviyorsun onu; birleşeceksek seninle (omuzların! var olsun!) başka bir düzlemde olacak, onun alanında değil.

Öyleyse bu, yalnız bizim gizli tutmak zorunda olduğumuz bir olay değil, yalnız korku, üzüntü, boğuntu da değil - ölçülü bir rahatlık içindeydim, mektubun korkuttu beni, buluşmamızdan sonra kavuşmuştum bu rahatlığa, şimdi gene Meran'daki baş dönmesine yönelir gibiyim, ama ne de olsa, Meran'daki durumun geri gelmemesi için güçlü engeller var- bu iş apaçık ortada, üç kişiyi ilgilendiren bir şey... Daha bir süre susmak zorunda olsan bile. Ne olacak diye bugünden kafa patlatmaya ben de karşıyım - karşıyım, çünkü sen varsın yaşamımda, yalnız olsaydım, kimse engel olamazdı bu türlü düşünürlere-, gelecek günlerin savaş yerine dönüyor insan bugünden, toprak altüst olmuş, yarım kurulacak evin temellerini nasıl taşısın? Yazacak başka şey gelmiyor usuma; üç gündür işe gidiyorum, ama tek satır yazamadım daha, şimdi başarırım belki. Sahi, sana yazarken Max gelmişti, korkma kimseye söylemez; yakınlarım, kız ve ondan başka herkes, benim Linz üzerinden buraya döndüğümü sanıyor.

F.

Sana para göndermeme izin verir misin? Viyana'da senden borç aldım diye gazeteye gönderebilirim, L. de sana yazılarının karşılığını gönderirken eklerdi bu parayı, olmaz mı? Gelecek mektubunda sözünü edeceğin korkudan şimdiden çekmiyorum.

***

Cuma

Artık önemsiz geliyor bu yazışmalar; önemsiz de. En iyisi bir trene atlayıp Viyana'ya gitmek ve seni almak; yaparım da belki, istemediğini bildiğim halde. Yapılacak iki şey var, biri ötekinden daha güzel: Ya Prag'a gelirsin, ya da Libesic'e gidersin, Yahudiliğin verdiği kuşku beni dün J.'nin yanına sürükledi. Libesic'e gidiyordu, yakaladım onu. Senin Stassa'ya yazdığın mektup ondaydı ya. Ne kusursuz bir adam, açık yürekli, güler yüzlü, akıllı; hemen koluna giriyor insanın, çekinmeden başlıyor gevezeliğe, her şeyi yapmaya hazır, anlayışlı, hem de biraz anlayışlı! Karısıyla Brünn'e gitmeyi tasarlıyormuş, Florian'a, oradan da Viyana'ya geçeceklermiş, seni görmeye. Bugün öğleden sonra dönüyor Prag'a, Stassa'nın cevabını getirecekmiş; saat üçte buluşacağım onunla; sana hemen telgraf çekerim. Bundan önceki on bir mektupta ettiğim saçmalıkları hoş gör, yırt at o mektupları; ne olacaksa şimdi olacak, güçlü ve daha iyi olan gerçeği anladım artık.

Tek şey belimi büküyor: kocana olan sevgin. Sözünü ettiğin yeni ödevimin zorluğunu bilmiyor değilim, ama yakınlığının bana verdiği gücü de küçümseme Milena. Evet, bu günlerde uyuduğum yok pek, gene de dünkü iki mektubunu okuduğum zaman- 92 kinden daha rahatım şimdi. (Mektuplarını okurken Max da buradaydı, bulunması pek iyi olmadı, ne de olsa bu yalnız beni ilgilendiren bir iş... Ah zavallı Milena, görüyor musun? Kıskanç olmayan adamın kıskançlığı başlıyor bile.) Bugünkü telgrafın yüreğime su serpti biraz. Kocan için -hiç değilse şimdilik- pek o kadar büyük, çekilmeyecek gibi değil üzüntüm. Kocan, çok zor bir işi başarmaya kalkıştı, başarmadı da değil, sonuna dek namusluca dayandı, ama sürdüremez artık, gücü yetmeyeceğinden değil (onun gücünün yanında benim sözüm mü olur?). Hayır, ama bugüne dek olanlardan çokça sorumlu, çokça ezilmiş bu yükün altında, bu işler için gerekli düşünce gücünü yitirmiş artık. Bilinmez: öteki işlerin yanı sıra rahat bir soluk almasını sağlayacaktır belki bu. Neden istemiyorsun ona yazmamı?

F.

***

Cuma

Stassa'nın mektubundan söz etmek istiyorum iki satırla; amcam iyi hoş, ama engel oluyor biraz, gene beni bekliyor şimdi. Gelelim Stassa'nın mektubuna. İyi yazılmış, içten yazılmış ya, gene de eksik bir yanı var. (Bu eksiklik olmasaydı, mektuplar daha mı içten olurdu diyeceksin? Ummam, belki de tersi olurdu.) Her neyse, bir şeyler eksik o mektupta, ya da fazla: Belki de düşünce üstünlüğü var, kim bilir; adamın etkisine bağlıyorum bunu, çünkü dün tıpkı öyle konuşmuştu benimle. Bu iyi insanları çekiştirmeye başladım, görüyor musun? Kıskançlık, evet kıskanıyorum, ama söz veriyorum Milena, hiç üzmeyeceğim seni kıskançlığımla... Kendimi, yalnız kendimi. Bu mektupta bir anlaşmazlık da var gibi geldi bana: Sen Stassa'dan ne öğüt vermesini, ne de gidip kocanla konuşmasını istedin; sen -yanılmıyorsam- onun şimdilik sadece yanında olmasını istedin, değil mi? Ne iyi olurdu, bugün senden bir mektup alabilseydim. Kişi nelere sahip olduğunu bilmeyen bir "kapitalist" aslında. Yazıhanede boşuna arandım durdum, mektup var mı diye, şimdi, öğleden sonra, Meran'a yazıp elime geçmeyen bir mektubunu getirdiler, tuhafıma gidiyor okuması.

***

Cumartesi

O iki mutsuz mektubun önceki gün geçmişti elime; dün bir telgrafın geldi yalnız (hiçten iyi, ama bir zorlama vardı telgrafında, bütün telgraflarda olan bir kopukluk), oysa bugün sesin çıkmadı; kötü, çok kötü. O iki mektubun da avutmamıştı beni, hiç ama hiç avutmamıştı. "Hemen yazacağım" demiştin, oysa yazmadın. Önceki akşam "cevaplı yıldırım" telgraf çekmiştim, ona vereceğin karşılık da şimdiye değin geçmeliydi elime. Telgrafta yazdıklarımı aktarıyorum buraya: "Yapılacak tek doğru şeydi, üzülme, burasını evin bil. J. karısıyla bir hafta sonra Viyana'da olacak. Sana parayı nasıl göndereyim." Hâlâ karşılık bekliyorum işte. "Atla trene, git Viyana'ya" diyorum kendi kendime. "Ama istemiyor Milena, kesin olarak istemiyor." "Gidersem" diyorum, "bir karara varmak zorunda kalır. Üzüntüsü var, kuşkular içinde, o yüzden de Stassa'yı istiyor."

Gene de Viyana'da olmalıydım, ama iyi değilim pek. Rahatım, hem de gözle görülecek kadar rahatım, bu son yıllarda olmadığım, ummadığım kadar rahatım, ne var ki, öksürüyorum, sık sık, geceleri de bir çeyrekten çok sürüyor öksürüğüm. Prag'ın havası sarstı belki, belki de daha seni tanımadan, gözlerine bakmadan önceki kötü Meran günlerinin etkisidir. Nasıl kapkaranlık bir yer oldu Viyana... Oysa dört gün sabahtan akşama pırıl pırıl aydınlıktı. Neler dönüyor orada? Ben burada, yazmayı bırakmış, elimi şakağıma dayamış otururken neler hazırlanıyor orada? Şimdi koltukta oturdum biraz, açık pencereden yağan yağmura baktım, türlü olasılıklar geçti usumdan, hastasın belki? Yorgun, bitik yatıyorsundur belki? Bayan K.'ye başvursam mı? Sonra, kapı açılsa, içeri Milena girse, diyorum! Tuhaftır, ama en doğal en olacakmış gibi geldi bana.

***

Pazartesi

Şu geçirdiğim iki gün korkunçtu, Milena. Şimdi anlıyorum ki, suç sende değilmiş, perşembeden bu yana yazdığın mektupları kötü bir şeytan alıkoymuş. Cuma günü yalnız telgrafını almıştım, cumartesi, pazar tek satırın geçmemişti elime, bugün dört mektubun birden geldi: perşembe, cuma, cumartesi günü yazdıkların. Karşılık verecek durumda değilim, yorgunum. Umutsuzluk, üzüntü, sevgi, sevgime karşılık veren şeylerle dolu mektupların; dağ gibi yığılmış bu nesnelerin içinden, kendime düşeni hemen bulup çıkaramayacak kadar yorgunum... Kişi yorgun olunca bencil de oluyor... Hele benim gibi iki gün iki gece bin bir olasılıkla kendini yiyip bitirdikten sonra... Gene de -bu da senin yaşama gücü sağlamandan geliyor, "Ana Milena" - gene de şu son yedi yıl içindeki kadar bitkin değilim... Köyde geçen o bir yılı saymıyorum. 96 Perşembe akşamı çektiğim telgrafa neden karşılık vermediğini anlayamıyorum bir türlü. Bayan K'ye de telgraf çekmiştim, ondan da ses çıkmadı.

Kocana yazacağımdan korkma, yazmaya hevesli değilim. Ama Viyana'ya gelmeye hevesliyim, hem de nasıl... Gene de gelmeyeceğim, korkma, senin istememen, pasaport güçlükleri, işim, yorgunluğum, öksürüğüm, kız kardeşimin düğünü (perşembeye) gibi engeller olmasa bile... Cumartesiyle pazar günü geçirdiklerimi geçirmektense, bu yolculuğu yapmak daha elverişlidir ya, o da başka! Cumartesi günü ne mi yaptım? Biraz amcamla, biraz da Max'Ia dolaştım, her iki saatte bir de yazıhaneye uğrayıp mektup var mı diye baktım. Akşam L'ye gittim, mektup almış senden, kötü bir haber vermedi, rahatladım biraz; "Yeni Gazete"de çalışan K'ye telefon etti, seni sordu, o da kötü bir şey demedi; kocana telefon etmeye çekindi, bu akşam gene de soruşturacak. Ben de yanında oturdum L.'nin, sık sık adını duyduğumdan ötürü mutluydum. Ama rahat değil konuşmak onunla, hoşuma da gitmiyor pek. Çocuk gibi, hem de öyle akıllı bir çocuk gibi davranmıyor, kendini övüyor durmadan, yalan söylüyor, tıpkı çocuklar gibi, birtakım numaralara da kalkışıyor, hiç karşılık vermeden onu dinlemek zorunda kalınca, olağanüstü kurmaz, tiksinti verecek kadar yapmacıklı geliyor insan kendine. Yalnız çocuk yanı ağır bassa göz yumacağım, ama iyilik, yardım etme, paylaşma konularında da inadına çok ciddi, çok aklı başında biri gibi davranıyor. Bu çelişmelerin içinden sıyrılmak güç...

Ne var ki, bir daha adını duyarım, bir daha söyler belki diye umutlanmasaydım, çoktan kalkar giderdim yanından. Sah günü de evlenmesini anlattıydı böyle. Pazar günüm daha kötü geçtiydi: Gömütlüğe gidecektim, en iyisi de o olurdu ya, ama öğleye kadar yattım. Öğleden sonra kız kardeşimin kaynanasına gitmem gerekiyordu, hiç gitmemiştim. Saat altı olmuştu döndüğümde. İşe uğradım, telgraf sordum, yoktu. Ne yapabilirdim bu saatte? Tiyatro afişlerine baktım, söz arasında J., Stassa'nın pazartesi günü Wagner operalarından birine gideceğini söylemişti de. Gösteri altıda başlıyormuş, oysa altıda da buluşacaktık. Kötü. Evi görmeye O. Sokağına gittim. Sessizdi burası, giren çıkan yoktu, biraz bekledim, tam kapının yanında durdum, sonra karşı yana geçtim. Kendilerini gözetleyen insanlardan daha akıllı bu türlü evler. Bir vakitler sergilerin açıldığı Lucerna Geçidine gittim sonra, bir şey yok artık orada. Stassa'ya mı gitsem, diye düşündüm, fena olmaz, nasıl olsa evde değildir bu saatte. Güzel, sessiz bir ev; arkasında küçük bir de bahçesi var. Sokak kapısında bir asma kilit; hiç çekinmeden çalabilirim kapıyı demek. Libesi ve J.'nin adlarını söyleyebilmek için ev sahibi kadınla birkaç söz ettim, yazık ki, "Milena" adı anılmadı.

Yapacak bir şey bulamayınca artık, Arco Pastanesi'ne gittim. Yıllardır uğramıyordum oraya, ama birini bulurum, seni tanıyan birini bulurum umuduyla uğradım oraya. Kimseyi göremeyince de sevindim, hemen çıktım oradan da, Milena! Böyle pazarlar geçirtme bir daha bana! (Viyana çok karanlık göründü dün... Onun için yazamadım sana.)

F.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro