3
Korkunç bugünkü mektubunuz, Milena!
Baştan sona değil belki, ama yer yer korkunç... Onun için, açmadan önce verdiği sevince teşekkür etmek zor geliyor şimdi bana. Bugün bayram olduğu için özel mektuplar ulaştırılmazdı; yarmsa cuma, sanmıyordum mektup alacağımı; anlayacağınız, sıkıcı bir sessizlik içindeydim, sizinle ilgili olduğu için üzgün değildim ama. Çok güçlüydünüz son mektubunuzda, seyrettim sizi; yattığım yerden karda kıyamette dağa tırmananları seçebilsem, onları da öyle seyrederdim. Tam öğle yemeğine inerken geldi mektubunuz, yanıma aldım, sonra cebimden çıkarıp masanın üstüne koydum, gene cebime soktum. Bir mektupla eller nasıl oynarsa öyle, gülerek bakılır bu çocuklara, sevilir onlar. Karşımda oturan generalle mühendisi (sevimli, bulunmaz insanlar) çoğu zaman görmüyor, ne söylediklerini işitmiyordum; bugün gene yemeğe başladığım yemek de (dün ağzıma bir lokma bile komadımdı) rahatsız etmiyordu beni, yemekten sonra önüme sürülen sayı cambazlıklarının tutarını görüyordum yalnız, nedeni ilgilendirmiyordu beni. Gelgeldim açık pencereden gördüğüm çam ağaçları, güneş, dağlar, köy ve bütün bunların ötesinde, uzaklardaki Viyana'yı sezinleyebiliyordum! Sonra mektubunuzu inceleyerek okudum; ama pazar günkü mektubunuzu, pazartesi günkünü yenisi gelmeden okumayacağım; öyle şeylerden söz etmişsiniz ki onda, inceleyerek okumaya gücüm yetmez, anlaşılan hastalığım daha geçmemiş, hem sonra gününü geçirmiş o mektup; hesapça elinize geçmemiş beş mektubum var yolda, gene bir tanesi kaybolsa bile, taahhütlü mektuplar geç varsa bile, üçü elinize geçmiştir artık. Sizden şunu diliyorum: Bana hemen yazın, tek sözcük yeter, ama bu öyle bir sözcük olsun ki, pazartesi günkü mektubunuzun sitemlerini azaltsın, o mektubu okunacak bir hale soksun. Sizin o mektubu yazdığınız pazartesi günü ben de burada (hem de boşuna değil) aklımı başıma toplamak için bütün gücümle uğraşmıştım. Gelelim öbür mektuba: Ama vakit geç oldu, bugüne değin atlatmıştım mühendisi, bugün kesin olarak gelirim dedim, buraya getirilmesi zor olan birtakım fotoğraflar göreceğim, çocuklarının fotoğraflarım. Adam aşağı yukarı benim yaşımda, Baveryalı; bir fabrikası varmış, çok bilgiç, ama neşeli, anlayışlı biri; beş çocuğu olmuş, ikisi yaşıyormuş (artık çocuğu olamazmış, karısının yüzünden), oğlu on üç, kızı on bir yaşındaymış. Bu ne biçim bir dünya! Gene de dengeyi bozmadan yaşayabiliyor bu adam. Hayır Milena, dengeye dil uzatmamamız gerekir!
Sizin Franz K
Yarın gene yazarım. Öbür güne kalırsa, yalvarırım "tiksinmeyin" gene, ne olur bunu yapmayın sakın. Pazar günkü mektubunuzu bir daha okudum şimdi, ilk okuyuşumdan daha korkunçmuş meğer. Başınızı ellerimin arasına alıp gözlerinize bakmak istiyorum Milena, ta ki kendinizi karşınızdakinin gözlerinde görüp tanıyıncaya dek, o mektupta yazdıklarınızı yazmazdınız bir daha, aklınızdan bile geçirmezdiniz öyle şeyleri.
***
Cuma
Bu ters dünyayı ne zaman birazcık düzene sokacaklar, dersiniz? Gündüzleri kafan bomboş dolaş - her yanda öyle güzel yıkılar var ki, kişi de böylesine güzel olacağını umutlar- geceleri de uyku yerine buluşlar gelsin usuna! Bu gece, dünkü buluşumu bütünleyen bir şey düşündüm: Arkadaşınız Bayan Stassa'nın yanına da gidebilirsiniz, yazı geçirmek için. Köyde olduğunu yazmıştınız. Dün çok alıkça bir söz ettim: "Kimi ay para yetmeyebilir" diye yazdım; saçma, olmaz böyle şey, para her ay yetecek. Salı sabahki ve sah akşamki mektuplarınızda bu buluşumun değerine siz de inanıyorsunuz, başka türlü olamazdı, beğenecektiniz elbet; bunun önemine herkes, ama herkes boyun eğmek zorundadır! Yapmanızı istediğim bu işte bir düzen saklı olsa bile - hangi işte yoktur ki bu korkunç hayvan? Göze çarpmaması gerekirse, ufacık olmasını da bilir-, korkmayın sakın, dizginleri koyvermeyeceğim; kocanız bile güvenebilir bu konuda bana. İşi büyütmeye kalkıyorum hiç yoktan. Gene de direniyorum: güvenebilirsiniz bana. Sizi hiç görmeyeceğim. Ne şimdi, ne de sonra. Siz köy yaşamını seviyorsunuz, bir süre yaşayacaksınız orada. (Az dağlık, girintisi çıkıntısı çok olmayan yerleri severim ben de, küçük bir ormanı, bir de gölü olsun, yeter.) Mektuplarınızın etkisini küçümsüyorsunuz Milena! Pazartesi günkü mektuplarınızı baştan sona okuyamadım daha (bu sabah denedim, başarmış da sayılırım, gitme sözünü ortaya attıktan sonra eskidi, anlamı kalmadı ya... ama gene de sonuna dek okuyamadım). Salı günkü mektupsa (o acayip kartı da aldım, pastanede mi yazdınız? WerfeFden yakınmanıza da karşılık vermeliyim; sahi ben sorularınıza karşılık vermiyorum,' oysa siz ne güzel cevaplandırıyorsunuz her şeyi, ne iyi böyle davranmanız) rahatlattı beni, bana güven verdi, ama pazartesi günkü mektubunuz dün geceyi uykusuz geçirtmişti bana. Sah günkü mektubun da bir dikeni var elbet, yinimi delerek geçiyor, sen batırıyorsun bu dikeni ama senden gelecek de bir kıpının gerçeği bu, evet bir mutlu acılığın titreştiği kıpıda söylenmiş bir gerçek-senden gelecek de dayanılmayacak ne var? Sizce bir sakıncası yoksa, uygun bir zamanda WerfePe benim için iyi bir şeyler söyleyin. - Bakın siz de her zaman sorularımı cevaplandırmıyorsunuz! Yazılarınız için sorduklarımı karşılıksız bıraktınız örneğin! Geçenlerde düşümde gördüm sizi gene. Uzun bir düştü, hemen hemen hiç anımsamıyorum! Viyana'ya gitmişim sözde, ama bilmiyorum, sonra Prag'a dönmüşüm ve adresinizi unutmuşum, yalnız sokağı değil, kenti de anımsamıyorum, silinmiş hepsi; bir ara bir ad beliriyor usumda: Schneider adı! Ne yapacağımı bilmiyorum bu adla. Anlaşılan bulamayacaktım sizi bir daha. Şaşkınlığımdan birtakım kalleşçe denemelere girişiyorum, nedenini bilmiyorum, ama başaramıyorum da'hiçbir şey. Bu denemelerden biri kalmış usumda yalnız: Bir zarfın üstüne "Milena" adını yazıyorum; altına da, bu mektubun sahibine iletilmesini dilerim, iletilmezse Maliye'nin çok büyük kaybı olur... diye ekliyorum. Bu gözdağı devlet işletmelerini korkutacak da sizi bulacaklar sözde! Kurnazlığıma ne buyrulur? Kuşkulanmayın sakın, yalnız düşlerde tekin değilim. Mektubu koymuşken zarfa çıkardım, şuracıkta yer var işte: Bana bir kez daha - her zaman değil, istemem de her zaman- ama bir kez daha "sen" de bana
***
Salı
Cumartesi yazılan mektubu, arada pazar da var, salı günü oda hizmetçisinin elinden alabilmek ne iyi! Ne güzel bir ulaştırma değil mi? Ama gidiyorum artık pazartesiye, yoksun kalacağım bundan. Benden mektup almadığınız için kaygılanacak kadar iyisiniz, oysa geçen hafta birkaç gün yazamadımdı, ama cumartesiden beri her gün yazıyorum, bu arada üç mektup geçmiş olacak elinize ve siz mektupsuz kaldığınız günleri arayacaksınız! Bir bakıma kaygılanmakta haklı olduğunuzu da anlayacaksınız. Evet kızıyorum size genel olarak, mektuplarınızda hoşuma gitmeyen bir sürü şey vardı... dergi yazılarınıza da içerlemiştim falan filan. Hayır Milena, bunlar korkutmasın sizi, ama gene de korkuyorsunuz tersi olacak diye. Güzel şey mektubunuza kavuşmak, ona uykusuz bir kafayla cevap vermek zorunda kalmak! Ne yazacağımı bilmiyorum, şurada satırların arasında dolaşıyorum, gözlerinizin ışığı altında, soluğunuz var üstümde, mutlu, güzel bir günde gezer gibiyim. Kafam hastaymış, yorgunmuş, pazartesi Munich üzerinden yola çıkı-yormuşum, ne çıkar? Bugün böylesine mutlu böylesine güzel kalacak ya!
Sizin F.
***
Benim yüzümden mi soluk soluğa eve koştunuz? Peki ama siz hasta değil misiniz? Yoksa ben üzülmüyor muyum artık hastalığmıza? Gerçekten de öyle, hiç üzülmüyorum artık - hayır, büyütüyorum bunu gene, geçen sefer yaptığım gibi-, yanımdasınız sanki, ben bakıyorum size, içtiğim süt size de yarıyor, bahçeden içime dolan hava sizi de güçlendiriyor, hayır bu çok az olurdu, benden çok sizi güçlendirsin istiyorum. Birtakım nedenlerden ötürü çıkamıyorum pazartesi yola, birkaç gün gecikeceğim. Yeni bir tren varmış, Bozen Munich - Prag, ona binersem, aktarmasız yolculuk edebileceğim. Yazmak isterseniz yazabilirsiniz daha, burada olmasam bile Prag adresime gönderecekler mektupları. Hoşça kalın.
Alıklıkta üstüne yoktur insanların. Bir kitap okuyorum, Tibet üstüne. Dağ sınırındaki köy yüreğimi daralttı birden, öylesine umutsuz, yitik, öylesine Viyana'dan uzak ki bu köy! Alıklık Tibet'in Viyana'dan uzaklığını düşünmek! Uzak olur mu hiç?
***
Perşembe
Bakın Milena, uzun iskemlelerden birinde yatıyorum öğleden önce, çıplağım, yinimin yarısı güneşte, yarısı gölgede; hemen hiç uyuyamadığım bir geceden sonra,nasıl uyuyabilirdim? Çok hafifim uyku için, durmadan çevrenizde dolandım, bugün sizin de yazdığınız gibi, "başıma konan bu devlet kuşundan" korkmuştum, peygamberler kadar ürkmüştüm, anlatırlar hani, peygamberler çelimsiz, küçük çocuklarmış daha (belki peygamber olduktan sonra da durum değişmemiştir, önemi yok bunun), kendilerine seslenen o yüce sesi duyup ürkmüşler, ayak diremişler, beyinlerini zonklatan bir korku içinde, kalmışlar, oysa daha önceleri de sesler duymuşlardı, ama bu sefer duydukları seste onları çok korkutan bir şey vardı, neydi? - kulakları mı yanılıyordu, yoksa duyduklari ses mi gerçekten böylesine güçlüydü - sesin onları hemen yendiğinin de farkına varmadılar, dedim ya bilinçsizdiler, çocuktular, bu yüce ses önceden korkutmakla yenmişti bile onları, bir ses işitmekle mi erdiler peygamberliğe? Bir sürü insan bir sürü ses duyar, her çağrılan da değerli sayılmamalı bence, bir yanlışlığa yol açmamak için olamaz diyorum hemen -dediğim gibi yatıyordum işte, iki mektubunuz geldiğinde. Yanılmıyorsam Milena, sizinle ortak bir özelliğimiz var: Öylesine çekingen ve ürkeğiz ki, hemen her mektup değişik, hemen her mektup bir öncekinden korkmuş, gelecek cevaptan büsbütün çekiniyor. Siz doğuştan değilsiniz böyle, anlamak kolaya bunu, ya ben? Ben de doğuştan böyle değilim belki, ama bende huy etmiş artık, çaresizlik içindeyken ya da ancak öfkeliyken geçebiliyor, bir de unutmayalım: Korkuda. Karşılıklı kapıları olan bir odadayız sanki; ellerimiz kapı tokmaklarında, karşıkinin bir göz kırpışı berikini kaçırmaya yetiyor; hele bir söz edecek olsa, öteki kapısını kapamış gözden yok olmuştur, biliyorum. Açacak kapıyı gene elbet, bu öyle bir oda ki, bırakılamaz belki de. Biri ötekine benzemese bu kadar, rahat olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa... odayı düzene sokacak yavaş yavaş, herhangi bir odaymış gibi; ama hayır, o da kendi kapısının önünde öteki gibi davranıyor... kimi vakit ikisi de kapının ardına kaçmışlar ve bu güzel oda bomboş kalıyor. Üzücü anlaşmazlıklar doğuyor bu yüzden. Kimi mektuplarımdan yakınıyorsunuz Milena, eviriyor çeviriyor hiçbir şey anlayamıyorum, diyorsunuz ama gene de, yanılmıyorsam, o çeşit mektuplar, size en yakın olduğum zaman yazılmıştır. İsteklerime gem vurmuş, isteklerinizi durdurmuş, ormanın derinliklerinde, rahatlık içinde, şu demek istenmiştir yalnız: Ağaçların tepelerinden gök görünüyor! Hepsi bu kadar, ama bir saat sonra bütün bunlar baştan söylense, evet o zaman dediğimiz çıkar ortaya belki: (Ani jedine slovok tere by nebylo velmi dobre uvazenos - her sözün üstünde çok önemle durulmuştur elbet.) Uzun sürmez ki, bir göz kırpması süresince yalnız, sonra uykusuz gecelerin uğultuları başlar gene. Size nasıl geldiğimi unutmayın Milena, arkamda otuz sekiz yıllık bir yolculuk var (Yahudi olduğuma göre, bu yıllan bir o kadar artırabilirsiniz), sonra, beklenmedik bir yol kavşağında sizi görüyorum, göreceğimi hiç ummadığım, hele böylesine geç bir karşılaşmayı aklımdan bile geçirmediğime göre Milena, ne yapabilirim? Bağıramam, coşamam, içimde fırtınalar kopmuyor artık, bir sürü delice söz de edemem, duymuyorum ki içimde olanları (içimde dopdolu duran öteki çılgınlıktan söz açmıyorum), diz çöktüğümü de şuradan anlıyorum: Gözlerimin önünde ayaklarınız var, okşuyorum onları. Dürüst olmamı istemeyin benden Milena. Kimse bunu, benim kendimden istediğim kadar isteyemez. Bir sürü şey yitiriyorum gene de, evet, her şeyimi yitiriyorum belki. Ama bu avlanma oyunundaki yürekli olma isteği, yürekli kılmaz beni, tersine, bir adım bile atamam sonra, birden her şey yalan olur, kovalananlar boğuverir avcıyı. Ben böylesine tehlikeli bir yoldayım Milena. Ama siz? Bir ağacın önünde duruyorsunuz, sapasağlam, gençsiniz, güzelsiniz, yeryüzünün acısını yansıtıyor gözlerinizdeki ışık. Köşekapmaca oynanıyor, bir ağaçtan ötekine sürünüyorum karanlıkta, tam ortasındayım yolun, sesleniyorsunuz bana, tehlikeleri hatırlatıyor, ürkek adımlarımdan telaşlanarak cesaret vermek istiyorsunuz; bana (bana!) bu oyunun ne türlü ciddi olduğunu anlatmaya kalkışıyorsunuz - beceremiyorum, düşüyorum, yerdeyim işte. Hem içimdeki o korkunç sesleri, hem sizi dinleyemem aynı zamanda; ama ötekileri dinler, size de güvendiğim için açığa vurabilirim, yalnız size güveniyorum yeryüzünde.
Sizin F.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro