Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

5. Hayat'a Adanmak

Medyadaki müziği dinlemeyi unutmayınız

Çocuktum, bahçede koştum.
Toz oldum, toprak oldum.
Yalpaladım, bir kuyuya düştüm.
Canım yansa da, uçtum.

____________________________

~Günümüz

Ruhun, ömürden sağ kalabildiği sürece gelen tüm darbelerden kendini koruyabileceğine inanılırdı. Ruh bahşedilen her bir bedene, bir mühlet verilirdi. Kimin ne zaman ömrünün biteceği, bilinmezdi. Eski zamanlarda nasıl olursa olsun, insanoğlunun eliyle bir ruhun bedenden çıkamayacağına inanılırdı ve işlence edilen kişinin ölebileceği kavramı henüz kafalara yerleşmemişti.

Ya da kendi canına kast etmenin kişiyi öldürebileceği.

İnsanlar çeşitli yollar denediler. İlk insanlar, hastalanıp öleceğini bile bile *tabuyu yediler ve canlarına kıydılar. Öyle ki, adı henüz yeni yeni bilinen intihar girişiminin aslında ilk çağlardan beri var olan bilinçsel bir olgu olduğu anlaşıldı. Aslında insanoğlunun bilinci intiharla doldurulmuştu.

Genç adam kıpkırmızı olmuş gözleriyle, koltuğa neredeyse yığılmıştı. Elinde yere neredeyse düştü düşecek olan telefon çalmaya başladı. Evin sessizliğinin bozulması, genç adamın kılını kıpırdatmaya yetmedi. Yanaklarına akın eden yaşlar durmak bilmiyordu. Mektuptaki cümleler beynini eşeliyor, vicdanına toprak atıyordu.

Seni burada böyle yalnız bırakmak... giderken en çok düşündüğüm şey buydu Arın.

Bir kıyıda nefessiz bulunan bir balık gibiydi. Sudan haberi yoktu. Onu bırakıp giden diğer balıklar, suda kendini bulmuşlardı. Ait oldukları yere gitmişlerdi. Genç adam kendini buraya ait hissetmiyordu bile. Her seferinde düzelecek zannettiği yanılgılarına bir yenisi daha ekleniyordu. Arın, nefes almakta güçlük çekiyordu ama almak için ne yapacağını da bilmiyordu. Önündeki suya atlamak için ne yapması gerekiyordu? Nefes alabilmek için ne yapması gerekiyordu?

Ne yapmam gerektiğini asla bilemedim. Bu satırları yazarken bile içimde bir şüphe kırıntısı var. İnsan dayanağı olmadan yürüyemiyor Arın.

Yapayalnız kalmıştı. Genç adam ilk defa kardeşlerinin gidişine üzülmeyip, onlara gerçekten içten bir şekilde darıldı. Beni yalnız bıraktılar, dedi. Beni bu ebediyetin, bu pisliğin, akıl almaz acının içinde yalnız bıraktılar.

Mektubun satırları aklına bir bir akın ettiğinde içi yanıp kavruluyordu. Bir yandan yanına gelmesini istiyor, her şeyin bir şaka olduğunu söylemesini istiyordu. Bir yandan ablasını tanıdığı için böyle bir şey yapmayacağını biliyordu. Ailesine haber vermemişti. Daha uzağa git, çok uzağa git abla. Kimse seni bulamasın, kimsenin haberi olmadan git. Biri daha seni kırmadan git. Kaç, ölümden kaç, ruhundan kaç, içindeki acıdan kaç, diyordu.

Seni, hiç tanımadığım ama güvensizlik yaşamadığım birinin eline emanet ediyorum. Bir de Emir'e... Onlar seninleyken asla üzülme.

____________________________

Elif Marmara, yüreğindeki sızının arttığını hissetti. Hastane koridorunda dolanırken arama yapıyor fakat cevap alamıyordu. Kızının telefonları kapalıydı, oğlu telefonuna bile bakmıyordu. Elif Marmara ağırca koridordaki sandalyeye oturdu. Derin bir nefes alıp telefonunu tekrar eline aldı. Bu sefer arayacağı kişi Tuna'nın arkadaşı Emir'di.

"Elif Teyze, merhaba?"

"Merhaba Emirciğim, nasılsın?" Elif Marmara aceleci davranmak istiyor fakat telaşlandırmak da istemiyordu.

"İyiyim, Reyhan Teyze nasıl oldu? Dün Tuna'yla konuştuk da o da Deniz'in derdine düşmüştü."

"Ah, ben de sana onu soracaktım. Merak etme annem çok iyi birkaç gün buradayız... Şey, Tuna'ya ulaşamıyorum da, Deniz'in yanında mı?" Elif Marmara nasıl giriş yapacağını bilememişti bile. Dün geceden beri ne oğluna ne kızına ulaşamıyordu.

"Ben dün akşam konuştuğumda eve dönüyordu. Sesi yorgun geliyordu sadece. Deniz iyiymiş ama öncesinde bir şeyler olmuş sanırım... anlatmadı. Bu akşam için sözleşmiştik."

"Yorgundu demek... Uyuyor mudur o zaman?"

"Bu sabah erkenden Deniz'in yanına gideceğim demişti aslında. Merak ettiysen gidip bir bakayım."

"Çok iyi olur Emir çok sağol. Aksu da telefonlarını açmayınca merak ettim. Biliyorsun..."

Elif Marmara, Emir'in ahize ucunda derin bir nefes alışını dinledi ve üzüntüyle iç çekti. Ona bunu hatırlatmayı sevmiyordu. Emir zamanında ne kadar Aksu'nun yanında olmayı istese Aksu kendini geri çekmiş, Serdar'a gitmişti. Emir'in Aksu'yu unutması aylarını almıştı, yaklaşık üç ay öncesine kadar. Olanların ona bir şans daha vereceğini düşünürken, karşısında ölü bir kız bulmuştu. Sadece bedenini taşıyabilen bir kız.

"Aklın kalmasın, hastanla ilgilen. Ben Tuna'nın yanına gidince ikisine de vereceğim telefonu." Aksu'nun ismini zikretmemek için kelimleri özenle seçince genç kadın ısrar etmedi. Kendisine iyi bakmasını söyleyerek telefonu kapadı ve koridorda oturduğu sandalyeden yavaşça kalkıp odanın olduğu yere doğru yürümeye başladı. Koridordan sağa döndüğünde adımlarını, telefon görüşmesi yapan eşi için duraksattı. Önce çocuklarına ulaştığını zanneden Elif Marmara heyecanla eşine doğru ilerlerken, hararetli bir şekilde biriyle görüştüğünü farketti. Adımları yavaşlayıp, sesleri iyice algılamaya başladığında ise kaşlarının çatılmasına engel olamadı.

"Annemi burada yalnız mı bırakayım? Saçmalıyorsun iyice. Kadın hastane yatağında..."

Elif Marmara, eşinin arkasındaki kolona dayadı kendini. Kiminle konuştuğunu anlamamıştı bile ona görünmek istememişti.

"Elif'e bir şeyler uydurup sadece bir saatliğine dışarı çıkabilirim, anladın mı? Neymiş bu kadar önemli söyleyeceğin?"

Genç kadının yüz kasları iyice kasılırken, elindeki telefonu daha sıkı kavradı.

"Tamam geliyorum. Sana yakın bir yerde buluşuruz."

Elif Marmara eşinin aşağı doğru inişini gözlemlerken koşarcasına kayınvalidesinin odasına gidip onu uyandırmadan çantasını aldı. Odadan çıkıp asansörde vakit kaybetmeden merdivenlerden indi ve eşini gözleriyle aranasında binerken takip etti. Hastanenin bir köşesinde duran taksi durağına hızlı adımlarla yürüyüp, içinde şoför olan en öndeki taksiye bindi.

"Merhaba, şu öndeki siyah aracı takip edebilir miyiz?... Antalya plakalı olanı."

Taksi şoförü baş selamıyla onu onaylarken siyah aracın hareket etmesini bekledi ve ardından yola koyuldu. Elif Marmara ilk defa eşiyle ilgili yaptığı şeylerin birinden emindi. Çantasından siyah canlı gözlüklerini çıkarıp ağır bir edayla burnunun üstüne yerleştirdi. Kaybedecek bir şeyi olmadığını artık kendisi de biliyordu. Yıllardır içinde bulunduğu çileyi kendisi de sonlandırmak istiyordu. Yaşamının bu denli olacağını, o imzayı ailesi için atarken hiç düşünmemişti. Kırmıştı, bir sürü yanlış yapmış ve onu telafi etmek için bu adamla evlenmişti ama tesellisi bu olmamalıydı.

Taksi ve önündeki siyah araç bir restoranın önünde durduklarında, genç kadın eşinin arabadan inip aracını valeye teslim edişini, ardından içeri girişini izledi. Şoföre ücretini uzatıp, taksiden indi. Ayağındaki siyah taşlı babetlerin asfaltta çıkardığı sesle kapıya ilerledi. Üstündeki ceketi düzeltti. Eğer eşine olan şüpheleri konusunda yanılmışsa, durumu ona izah etmeden toparlayacaktı. Tek sorun eşi konusunda yanılmamasıydı. Elif Marmara, şimdiye kadar ne düşündüyse başına zaten gelmişti. Kaybedecek bir şeyi kalmamıştı, çocuklarından başka. Bundan daha kötü hayatında ne yaşayabilirdi, bilmiyordu.

Genç Kadın içeri doğru yöneldiğinde, eşinin ilerideki bir masada arkası dönük bir şekilde oturduğunu gördü. Gözlüklerini çıkarmadan, yakınındaki masaya oturdu. Dikkatle onu gözlemlemek istiyordu. Gelen garsona yalnızca sade bir Türk kahvesi istediğini söyledi.

Hakan Marmara'nın ellerini kütletişini, sandalyenin üzerindeki gergin oturuşunu dikkatle izledi. O sırada masanın üstünde Emir'den ısrarla gelen çağrıları görmüyordu bile. Yalnızca ona odaklanmıştı. Garson kahvesini getirdiğinde ona teşekkür edip fincanın yerini kontrol ederken, telefonun ekranında Emir'in kendisini 5 kez aradığını gördü ve kalbi, ağır bir sancıyla çarpmaya başladı. Olacağı hissetmiş gibi, önce hesap defterine ücreti koydu, daha sonra masasının üstündeki sudan bir yudum alıp yerine bıraktı. Telefonu eline alıp kulağına götürürken bir yandan gözlerini eşinde gezdirdi. Anormal bir durum olmadığını gözlemliyor ve şaşırıyordu. Elif Marmara kulağında telefonuyla öylece dururken ahizenin diğer tarafından bir ses duyuldu.

"Elif Teyze, acilen Antalya'ya dönmeniz gerekiyor."

Hayatta hep, yaşadıklarımızdan ders almayı unuturuz. O an öylesine umutsuzluğa kapılırız ki, ders aldığımızı düşünürüz ama asla öyle olmaz. Hatta başımıza geleni hep başkalarına bağlarız. Yakınırız. Öyle bir an gelir ki, yaşayabileceğimiz en kötü şeyin bu olduğunu düşünürken, daha kötüsüyle karşılaşırız.

Elif Marmara, zamanın akmadığını hissetti. Titreyen elleriyle masadan destek alıp kalkarken hızla kapıya doğru koştu. Gözü ne arkasından seslenen garsona ilişmişti, ne de saniyeler sonra eşinin karşısına oturan, karnı burnunda en yakın arkadaşının kız kardeşi Seda'ya. Ağlayarak, hıçkıra hıçkıra ağlayarak bir taksi istedi. İnanmak istemedi. Genç kadın, kızının onu bırakıp gidebileceğine ihtimal bile vermemişti.

Çocuklarının bahçedeki kahkahalarını hatırladı. Aksu'nun kardeşleri tarafından ıslatıldığı için tüm bahçe boyunca koşuşunu, çimlere yığılıp gökyüzünde ellerini uzatışını hatırladı. Parmaklarının arasından güneşe bakmaya çalıştığını, bakarken gözlerinin kısılışını hatırladı. İlhamı gelmiyor diye yazamadığı zamanlarda kendisinin kucağında ağladığını, yazsın diye oğullarına saatlerce parça çaldırıp ilhamının gelmesini sağladığını hatırladı. Düş kırıklıklarını, yaralarını hatırladı. Kabuslarını hatırladı. Ruhunun ilk çekildiği zamanı hatırladı. Günlerce konuşmadığı, odasının kapısını bile açmadığı günleri hatırladı. Elif Marmara taksinin içinde havalimanına doğru yol alırken kızının gözleri önünde eriyip bittiğini, her şeyi yapabilecek kadar gözünün döndüğü günleri hatırladı.

Genç kadın yutkunamadı. Boğazına oturan yumruyu artık ömür boyu atamayacağını biliyordu. Kendi hayatı gibi, çocuklarının hayatını da yerle yeksan ettiğini görebiliyordu. Kendini o adama adarken, hayatını ona adarken yaptıklarını biliyordu. Üç çocuğu da bir uçurumun kenarında hissizce, kendisine acımasızca yapılacak o şeyin gelmesini bekliyordu. Bir bir, kendilerini atıyorlardı. Zamanı gelince, annelerini de çağıracaklardı.

Hep bunu düşünmüştü. Küçük oğlu onu bırakıp giderken, bir gün onu da peşinden götüreceğini biliyordu. Güçlü kalmak ne kadar zor gelmişti. Onlar için her şeyi yapabilirdi bir zamanlar. Dayanabilirdi tüm zorluklara. Onlar için yaşardı genç kadın. Onlar için atardı kalbi. Onlar için severdi hayatı. Onlar var diye yemek yapar, onlar var diye işe gider, onlar var diye nefes alırdı. Bir saniye daha fazla zaman geçirebilmek adına, uğraşırdı.

Elif Marmara, elini göğsünün üstüne yerleştirdi. Şoföre bir şey söylemek üzere ağzını araladı fakat konuşamadı. Kalbi, ağırlaştı.

43 yaşındaydı. Yüzünde bir tane kırışıklığı yoktu. Hayatının belki de yarısında bile değildi. Şoför endişeyle seslenirken ona cevap bile veremiyordu. 

"Kızıma..." diyebildi sadece. Kızıma gitmek istiyorum diyemedi. Başını koltuğa yasladı. Hiçbir şey ona şimdiki kadar acı vermiyordu. İki yıl arayla iki çocuğunu da kaybetmişti.

İstanbul'un kalabalık caddesinde yol alırken tüm arabalar, birinin içinde bir kadın ölmek üzereydi. Milyonlarca insanın olduğu şehirde, insanlar binbir türlü şeylerle uğraşırken, koşarken, telaşlanırken, ağlarken, gülerken... bir kadın taksinin içinde can verdi. Doktor ailesine, kalp krizi geçirdiğini söyleyecekti. Genç kadının öldüğü haberini yine, Arın Tuna Marmara'ya vereceklerdi.

Günün birinde, bir kadın öldü. Sevdikleri, çocukları, yakınları... Hiçbiri bunu bilmiyordu. Biri öldü, biri doğmaya hazırlandı. Dünyanın döngüsü asla bozulmadı.

__________________________________

SON

*tabu: Kimi eski, ilkel kavimlerde dinsel inanış olarak, kutsal kabul edilen, korkuyla karışık saygı duyulan, dokunulması ya da kullanılması yasak olan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen kimi insan, hayvan ya da nesne.

Böyle bir şey olacağını tahmin edebiliyor muydunuz bilmiyorum. Nasılsınız? Yaz girdi gireli bölüm paylaşmaya devam ediyorum. Diğerlerinden daha kısa bir bölüm olsa da burada bundan başka bir şeye değinmek istemedim. Okudukça, birinin üstüne binen yükün ne kadar ağır olduğunu görebileceksiniz.

Bu hikayeye başlarken mutluluk yazmayı amaçlamadım. Hikayenin ismi bile 'mutsuz, ümitsiz' iken bunu hikayeme yapmak istemedim. Biliyorum, okuduklarınız her an daha fazla gelecek ama bunları yaşıyoruz. Adını bilmediğimiz, hayatımızda hiç görmediğimiz, yanından geçmediğimiz insanlar bir yerlerde bunları yaşıyor. Okuyoruz, çevremizden duyuyoruz... "Bu hayat mı gerçekten?" diyoruz. Bir şarkı sözü şöyle der; Mutlu olmak zordur derler, kötü günler görmeden. İnsanlar neler yaşıyor, bilmiyoruz. Bir gün birileri bir yerde çığlık çığlığa bağırıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Belki biz yaşıyoruz. Ben bunu paylaşmak istedim. Bunları gerçekten yaşayan birilerinin var olduğunu açığa çıkarmak istedim ve yaptığım işten cidden memnunum.

Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı eksik etmeyin. Sizi seviyorum. Görüşmek üzere🖤

Kapalı, kapılar. Hiçbir yerde yok anahtar.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro