oss ➳ thaluke
"Neden beni sadece sarhoş olduğunda arıyorsun? " VradyPolemistis *wink wink*
Thaluke öyle aman aman shiplediğim bir ship değildi ama artık shipliyorum. Au yaptım, seriyi okuyalı uzun olmuştu ve birkaç da ben özellik ekledim, öyle ortaya karışık bir şeyler oldu. *-* Gerçekten de uzun oldu, kendimi durduramadım.
İtalik yerler multideki editteki sözler, Thaluke shipinin en favori sözleri. Bazıları da sadece vurgu, öyle çok da şaşmayın yani. ^^
Bu arada buraya "THIS MAY HURT" uyarısını asıyorum. Anlayan anlar. Ben uyardım.
Thaluke AU * one-shot
***
Avcı, yüzünü uçuruma çevirdi.
Tanrılar ve Kronos arasındaki bu gerginlik her yere vurmuştu. Doğa huzursuzdu, Artemis'in gücünden bile şüphe duyuyorlardı hayvanlar; madem dünyanın sonu geliyor diye eski aşıklarıyla kaçıp Av'ı, dolayısıyla ölümsüzlüklerini arkalarında bırakan bazı sorumsuz avcılar vardı, tanrıça konseyde pek etkin yer almasa da hep derin düşüncelere dalıyordu. Sürekli kampın yerini değiştirmek zorunda kalıyorlardı, canavarların yerlerini nokta atışıyla bulabilmesi nedeniyle yanında kılıcı ya da yayı olmadan kimseyi fazla uzağa salmıyorlardı. Kampın o boğucu havasından ve yüzleri beş karış onlarca avcıdan kurtulmak için kendini bu uçurumun kıyısına zor atmıştı.
Kaçıyordu. Yine her şeyden kaçıyordu. Her zaman kaçmıştı. Kendinden. Annabeth'ten. Melez Kampı'ndakilerden. Arkadaşlarından. Bağlı olduğu tanrıçadan. Ondan.
O. Luke.
Adı aklına düşünce birkaç yerinden bıçaklanmış gibi hissetti. Kampın günlük işlerinde hiç eskiyi düşünmüyordu. Eski, güzel günleri... Ama geceler hiçbir zaman kolay değildi. Hava kararırken düşüncelerinin rengi de kararırdı, yakasını bırakmazdı. Hep de gece istila ederdi rahatsız düşünceler aklını, uyutmazlardı. Söylenmesi gereken ama söylenmeyen o kadar çok şey vardı ki. Dudaklarının arasından çıkan iki kelimeyle onu mutlu edeceğini bilerek inatla, canını acıtmak isteyerek söylemediği sözler... Ve bir daha onları söyleme şansına asla sahip olamayacaktı.
Aradan yıllar geçmişti, onun verdiği o kararın bunca zaman sonra yine Thalia'nın canını acıtması anlaşılmaz bir şeydi. Eski yaşamının üzerine sünger çektiğini düşünürdü hep; tüm müzikleri, arkadaşları, alışkanlıkları, hepsi geride kalmıştı.
O değil, diye düşündü. Anında pişman oldu.
Saçmalıyordu. O artık kendisi değildi. O artık kendisinde değildi. O savaştıkları canavarlardan birine, belki de daha kötüsüne dönüşmüştü. Sadece ele geçirilecek bir başka avdı. O kadar.
Değil işte.
Aklında bu kadar yer edinmesinin nedeni ise basitti. Sadece onu bu kararı aldığı için, Kronos'la bir olduğu için defalarca tokatlamak, başından kızgın yağlar dökmek, onu defalarca uçurumdan atmak istiyordu. Annabeth ve ona verdiği sözünden döndüğü için, onları bıraktığı için... Eski Luke olmadığı için... Hepsi için sağlam bir dayağı hak ediyordu. Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.
Daha az acı veren şeyleri düşünmeye başladı. Ağaç olarak geçirdiği onca süreyi düşünmekten en ufak bir zevk almıyordu. Av'ı düşündü, geçen yavrusu olduğunu fark ettiğinde öldürmekten vazgeçtiği geyiği hatırladı. İster istemez aklı kampa kaymıştı. Yine. Çoktan koca kıçını kaldırıp kampa dönmeliydi. Yanında geçirdiği küçük bir çantaya uzandı ve duyduğu ses ile eli havada asılı kaldı.
Bu ses, uzun süredir duymadığı bir sesti ve tüm duyularını atağa geçirmişti. Nasıl, diye tekrar tekrar aklından geçiriyordu. Ben onu çoktan atmıştım. Canavarlar! Kesin kampın çevresine doluşacaklardı, hepsi de onun aptalca, çok aptalca bir hatası yüzünden!
Merakı içini kemirirken çantayı uçurumdan aşağı atmakla atmamak arasında gidip geldi. Duyduğu ses... Bir telefonun çalışı asla hayra alamet olmazdı onun gibiler, melezler için. Avcılara özel bir uygulama var mıydı bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı ki, o da bunu öğrenirken ölmek istemediğiydi.
Bir karar vermeliydi. O telefon ya açılacaktı ve arkasından gelen sürprizin kötü olup olmadığı anlaşılacaktı ya da uçurumdan aşağı atılacak ve beraberinde getirdiği onlarca sorunun cevabı telefon taşlara çarptığı an havaya karışacaktı.
***
Tüm hayatı boyunca bir şeylerden kaçmıştı. Ama bu sefer kaçmayacaktı. Bu sefer değil. Gerekirse canavarlarla savaşırdı ama umuyordu ki furiaların o akşam yapacak başka işleri olsun. Bir telefon onun çantasına kolay kolay girmezdi. O koymadığına göre, biri koymuştu. Bir amaç için. Belki de bir tuzak için.
Daha fazla düşünmeden çalan telefonu açtı.
"Thalia?" dedi bir ses açtığına şaşırırcasına. Boğazı aniden kurumuştu, kurak çölleri aratmıyordu; bir okyanus su içse ağzını açıp kendinde bir kelime konuşacak gücü bulamazdı. Kendini zorladı.
"Luke?"
Tek bir ismin insana bu kadar acı vermesi saçmalıktı, insanın kalbinde derin bir iz bıraktıysa bile zaman geçince o yaranın üzerini kabuk bağlamalıydı.
"Ben..." dedi Luke ama diyecek hiçbir şey yoktu. Bunca zaman sonra yoktu.
İkisi de bir şey demedi bir süre. Sadece Luke'un bir şeyi - muhtemelen alkollü bir içkiyi - içmesinin sesi geliyordu. Zaten başka bir açıklaması olamazdı. Sarhoş olmalıydı.
"Thalia, ben sana-" derken sözünü kesti. "Sus."
İkisi de durdular ve yine sadece Luke'un içme sesi geldi. Boş hattın cızırtısı duyuluyordu ama ikisi de bir kelime söylemek için çaba harcamıyordu. Zamanında, hala çok geç değilken söylenmesi gereken çok şey vardı. Artık... söylenemeyecek çok şey vardı.
"Özür dilerim." Sesi sarhoş olduğunu ele veriyordu.
"Dileme. Bunca zaman sonra, dileme." İçten içe konuşmak için can atıyordu. Bir söylese... Bir söylese rahatlayacaktı.
"Sözümü kesme ve beni dinle, lütfen?"
Avcı, cevap vermedi.
"Her şey için... Her şey için özür dilerim. Seni ve Annabeth'i yüzüstü bıraktığım için. Ama ben herkese demiştim, 'Thalia olsa beni anlardı.' Hiç kimse olmasa sen benim yanımda olursun sanmıştım."
Bu sözlerin ardından daha fazla sessizliğini koruyamadı. "Yanında olmamı mı?! Senin kulağın ne dediğini duyuyor mu? Tanrılarım, Luke, sen Olimpos'a karşı geldin! Çok iyi tanrılar oldukları söylenemez ama Kronos?"
Telefonun ucundan derin derin nefes sesleri geliyordu. Ardından bir cam kırılması, en sonunda genç adam konuştu.
"Kaç gece Hermes'e, o babam olacak şerefsize yalvardım, biliyor musun sen? Sadece gelsin ve kahrolası yüzünü bana göstersin diye! Ve o ne yaptı? Cevap vermedi. Hiç. Birine. Kronos belki zalim olabilir ama en azından o değer veriyor, Thalia. Onu aradığım zaman bulabiliyorum." Sarhoş haliyle yaptığı en uzun konuşma onu biraz sersemletmişti.
"Söylediklerinin en ufak bir mantığı yok. Luke değişti, demişlerdi. O beni asla yüzüstü bırakmaz demiştim.Sen artık Luke değilsin. Seni tanımıyorum bile."
"Evet, tanıyorsun. Sen beni hep tanıdın Thalia."
Genç kız, kontrolü kaybettiğini hissetti. "Hep tanıdın saçmalıklarını bırak! Zırvalarını dinlemek istemiyorum. Seni tanısaydım, ağaç olmaktan kurtulduğumda seni eski hâlde bulurdum. Yüzündeki yara iziyle bana kocaman gülümseyen Luke'u bulurdum, düşman gemisinde, düşmanın kendisi hâline gelmiş olan Luke'u değil. Şimdi sızlanmayı kes, çünkü bu kumarda birilerini kaybeden tek sen değilsin!"
Gözyaşlarının yanaklarından aktığını fark etti ve daha da sinirlenerek yüzünü ovuşturdu. Ağlamak, bir güçsüzlük göstergesiydi; hele de bir oğlan yüzünden ağlamak asla tolere edilmeyecek bir şeydi.
Luke, ses vermiyordu. "Ne oldu? Söylesene Luke, bu aramanın amacı ne? Bizim kampın yerini öğrenmek mi? Tanrıları içten çökertmek mi? Dur. Asıl şuna cevap ver.
"Neden beni sadece sarhoş olduğunda arıyorsun? Ayık halinle yüzleşecek cesareti kendinde bulamıyor musun?"
Duymayı beklediği şey, sessizlikti. Ama aldığı cevap suçluluk kokan bir "Evet," idi.
"Thalia. Sana şimdi söylemezsem bir daha söyleyemeyeceğim bir şey var. Eğer şimdi söylemezsem bir daha o özgüveni kendimde bulamam."
Seni korkak, dedi içinden. Gelip yüzleşmeliydin. Bir telefon konuşması her şeyi düzeltmezdi, hele kırık bir kalbi asla onarmazdı.
"Birileri illa beni bulacak ama bu telefonu imha edeceğim. Sana ulaşamayacaklar."
"Söyle ne söyleyeceksen. Bunca zaman sonra hiçbir şeyi değiştirmeyecek." Ne kadar da yanılıyordu.
"Thalia, seni seviyorum."
Sözleri bir anda çıkan rüzgar gibi onu sersemletmişti. Kelime dağarcığı tükenmişti, az önce sıralamayı düşündüğü kelimelerin hepsi anlamlarını kaybetmişti.
"Şu an demem hiç inandırıcı gelmiyor, biliyorum." Bir cam kırılması daha geldi. "Fark etmem zaman aldı. İş işten geçti, onu da biliyorum ama zerre kadar umursamıyorum. Her şeyi ben mahvettim. Artık düzeltemeyeceğim bir noktadayız ve ben... Sadece..."
"Eğer senin de söylemek istediğin herhangi bir şey varsa şimdi tam sırası. Bir daha görüşme yapamayacağız ve biliyorum ki kazansak da kaybetsek de ben onu görecek kadar uzun yaşamayacağım." Duraksadı, tüm sarhoşluğuna rağmen pür dikkat kesilmişti; sesinden umut akıyordu.
"Thalia?" Ve hat kesildi.
Avcı, uzun zamandır engellediği gözyaşlarını daha da fazla tutamazken aradan bir, Ben de seni seviyorum, fısıltısı kayıplara karıştı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro