Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

oss 3 ➳ percabeth

"Kapalı alandayız ve örümcekler var. Annabeth burada olsaydı, çığlık atarak etrafta deli danalar gibi koşardı." 

@SimlaGrier istemişti. Bu seferkinde cidden batırdım, komik olmadığım halde komik yapmaya çalıştım, mazur görünüz. Bayağı da uzun oldu ıııı. Ayrıca karakterlerin dışına çıkmış olabilirim, eeeeee *-* Umarım beğenirsiniz.

Annabeth Chase x Percy Jackson  

Percabeth * One-Shot * AU

***

Göz bağı gözlerimi acıtıyordu ve Leo'ya içten bir küfür savuruyordum. Ne diye onunla iddiaya girmiştim ki? Ne diye biriyle iddiaya girmiştim? Çalışmam gereken sınavlar vardı, öyle etrafta körebe oynayamazdım.

"Leo! Leo, hiç komik değil! Cezam bu güneşin altında beklemek mi? Long Island'ın 40 derece sıcağında?!" diye bağırdım. Cevap vereceğinden değil, çimenliğin ortasında göz bağıyla dikilir ve terlerken saygınlığımdan ne kadarı kaldıysa onu toparlamak için. Yüce Percy Jackson diye anlatılan birinin, bir iddiaya kurban gitmesi yeni melezlerin gözünde statümü düşürecekti.

Tamam, beni Yüce Percy Jackson diye anlatmıyorlar. Ama tanrı olmayı kabul etseydim bana öyle diyecektiniz. 

Her neyse.

Arkamdan birinin geldiğini hissedip tekrar seslendim. "Jason? Leo? Lütfen beni Poseidon Kulübesi'ne götüreceğinizi söyleyin. Burada beklerken on litre su kaybetmiş olabilirim." 

Gelen kimse cevap verdi. "Daha değil, Perce." Frank? Frank?! Sen de mi dostum? Sen de mi bunlarla birliktesin?!

"Oyalanma Deniz Çocuğu. Ne başına geldiyse çekeceksin."

Beni yürütmeye başladılar. Göz bağıyla ne kadar olabilirse. Bir merdivenden çıktık, büyük ihtimal beni Afrodit Kulübesi'ne sokmaya çalışıyorlardı. Piper da mı bu işin içindeydi yoksa? Vay be! Hepimiz birleşelim ve ders çalışması gereken arkadaşımızı kötü niyetli emellerimize alet edelim! Güzel. Öyle olsun. Bunun bir dönüşü olacak, çocuklar.

Bir kapı hızla açıldı, onun sesini duymamla birlikte içeri ittirildim ve kapının 'klik' sesini duydum.

"Neler olu-"

Annie.

Cezam bu muydu? Onunla aynı kulübede durmak? Hem de iki haftayı aşkın süredir küsken? Hephaistos melezlerinin bu kadar sinsi olabileceğini düşünmemiştim.

"Aaaaah, hadi ama Leo! Frank! J! Yapmayın! Beni bu suratsız ile bırakmayın!"Kapıya vurmaya devam ederken bağırdım.

Jason cevap verdi. "Ne kadar erken barışırsanız o kadar erken çıkarsınız!" 

"Üzgünüz Percy ama oturup konuşana kadar oradasınız!" Hazel. Anlaşılan tüm kamp bize karşı birleşmişti.

Tamam, tamam. Sakin olun. O çığlıklarınızı buradan duyabiliyorum. Hepiniz neden Annabeth ile küstüğümü merak ediyorsunuz ama işte cevabınız: hatırlamıyorum.

Ciddiyim. Neden küstüğümüzü hatırlamıyorum. Üzerinden o kadar çok şey geçti, o kadar çok birbirimize laf sokmaya çalıştık; o kadar çok birbirimizi görmezden geldik ki ilk seferinde neden küstüğümüzü hatırlamıyorum. Ama size şunu söyleyeyim, umursamıyorum.

Annabeth, o kadar ukala ve sinir bozucu ki onun bu yönünü neden daha önceden görmediğime şaşırıyorum. Bir insan neden her işe burnunu sokar? Bunun mantığı nedir? Herkesin özel hayatı var millet!

Göz bağımı çekip çıkardım ve son haftalarda kaçındığım yüze baktım. Saçları dağınıktı, üzerinde benim ona geçen yıl verdiğim tişörtüm vardı. Yüzü yine o bildik bakışını takınmıştı, neden kimse şaşırmadı acaba?

"Percy, burada ne dönüyor? Neden buradasın?" Hiç özlememişim. Hem de hiç. Belki birazcık. Hayır. Hiç özlemedim.

"Eh, isteyerek burada olmadığım kesin." dedim. "Birleşip bize karşı komplo kurmuşlar. Konuşacakmışız. Sanki seninle bir şey konuşabiliyoruz da!" Odaya şöyle bir göz attım. 

"Diyene bak!" diye karşılık verdi. "En sonu beni ne zaman cidden dinledin ki sen?! Büyük ihtimal her konuştuğumda sesim sana sivrisinek vızıltısı gibi geliyordur." Doğruluk payı var.

"Şu an öyle geldiği kesin." diye mırıldandım. Buradan beyninin içinde kopmakta olan fırtınaları görebiliyordum. Arka kapıyı düşünüyordu ama geceleyin girmemem için arka kapıyı kapattırmışlardı. Sanki girmek isteyen vardı.

"Kim planladı bunu?" diye bağırdı dışarı doğru. "Barışmak isteseydik barışırdık herhalde! Bu işe burnunuzu sokmaya hakkınız yok." Pencereler de kilitliydi, bravo. Gerçekten çok çalışmışlardı.

"El atmasak barışmayacaksınız. Konuşun işte! İki saat içinde sizi birbirinizle yiyişir halde bulmazsam çok daha kötü yollara başvuracağım, emin olun."

"Bu iş bitsin seni öldüreceğim, Leo. Yavaşça. İki saat boyunca." Onlar kulübeden uzaklaşırken arkalarından bağırıyordu ama ne fayda. Athena Kabin'in içinde iki saat boyunca birbirimize katlanacaktık. Mükemmel.

Saçlarını karıştırdı ve sinirle homurdandı. Ayakta dikiliyordum, bana yer gösterme nezaketine bile girmeden bir ayağı kırılmak üzere olan sandalyesine oturdu. Duvarın kenarına ilişirken onun kendi kendine mırıldandığını duydum. 

Odadaki saate baktım. 11.34. Süremiz başlamıştı.

***

Küstüğünüz sevgilinizle iki saat boyunca aynı odada bırakılmak neye benziyor, biliyor musunuz? Terli soyunma odalarına. Üstelik bir de içerisinin sıcaklığı 50 santigratı aşmış ve siz yenecek kıvama gelmişseniz.

"Tanrılarım! Bunu yaptıkları için onların hepsini geberteceğim! Teker teker." Kafasını yastığının altına soktuğu için sesi boğuk geliyordu, koskoca iki saat boyunca ikimiz de konuşma başlatmak için bir çaba harcamamış; sadece birbirimizi görmezden gelmiştik. Yastığı kenara fırlattı.

"Beni de say." Sıkıntıyla ofladım. Barışacağımız yoktu işte, bir an önce şu kötü yollar kısmına geçmek istiyordum. Annabeth'e bir bakış attım. Buradan çıkacağımız yoktu.

"Biz geldik aşk kuşları! Tüm sorunlarınızı çözdünüz mü?" Jason'ın sesiyle ikimiz birden ayağa fırladık. 

"Şimdi bizi bu odadan çıkarmazsanız, sonu kötü olacak." Sesimden hâlâ barışmamız olduğumuzu anlamış olmalı ki, Leo'ya döndü. 

"İşler bu noktaya geldiği için çok üzgünüm, çocuklar. Ve Annabeth, lütfen bunu yaptığım için beni öldürme. Sadece barışmanız için uğraşıyorum ama sizler, kolay yolu istemiyorsunuz." Ne yapacaktı ki? Daha başka ne yapabilirdi?

Yatağın altında çıkmakta olan yaklaşık bin tane örümceğe bakıp yüzümü buruşturdum. Gerçekten mi? Athena Kabin'inde örümceklere karşı birkaç sprey bulunuyor olmalıydı. Annabeth'e doğru başımı çevirdim, örümcekleri fark etmişti ancak tepki veremiyordu.

Güçlü bir çığlık attı. Duyup duyabileceğiniz en güçlüsünden.

***

Arada neler olduğunu size özet geçeyim.

Kapalı alandayız ve örümcekler var. Annabeth burada olsaydı çığlık atarak etrafta deli danalar gibi koşardı.

Ah. Zaten şu an yaptığı da bu. 

"PERCY! PERCY, DURDUR ŞUNLARI BİR ŞEYLER YAP, TANRILARIM!" Bir uçtan öbür uca gidiyor, tutunacak bir dal, örümceklerin ona ulaşmasını engelleyecek bir güvenli bölge arıyordu. Örümcekler onu takip ediyor, düz duvara tırmansa bile yine de gelip ona ulaşacakmış gibi gözüküyorlardı. Elimi sallayarak konuştum.

"Athena Kabini'nde böcek ilacı ya da herhangi bir sprey yok mu? Annabeth? Annabeth?! ANNIE! SAKİN OL!" Birinin korkusuyla oynamak yapılabilecek en kötü şeydi. 

"YOK, YOK! SABAHLEYİN PIPER GELİP ONLARI ÖDÜNÇ ALDI! NEREDEN BİLEBİLİRDİM?!" Düşüncelerim doğrulanmıştı, Piper gerçekten de bu plana katılmıştı. Asıl merak ettiğim şey, örümceklerin nasıl sadece Annabeth'i takip ettiğiydi. Barışmamız için oynanan bu oyunda Hekate Kabini'nin parmağı yoktu herhalde?

Yatağın üzerinden yere indi. Örümcekler, çarşafın arasında dolaşıp ona ulaşmaya çalışıyordu. Orada bakıp durmak yerine bir şeyler yapabilirdim ama ne yapacağımı bilmiyordum ki! Buraya geldiğimde oturduğu sandalyenin üzerine çıktı. Bir şeylerin olacağını hissedebiliyordum, o yüzden oraya doğru atıldım ve-

Sandalyenin ayağı iğrenç bir çatırtıyla kırıldı. Örümceklerin arasına yüz üstü düşecekti.

Neyse ki, oradaydım; düşmeden önce onu tutabilmiştim.

Sarsılmış görünüyordu, onu bu kadar aciz bir halde görmek istemiyordum. Annemden sonra tanıdığım en güçlü kadındı o ve bunu ona yaptığı için, onu şu dünyadaki tek korkusuyla baş başa bıraktığı için Leo'yla özel bir konuşma yapmamız gerekecekti. 

"Şşş, sakin ol. Sakin ol, Bilge Kız. Her şey yolunda. Sana zarar vermeyecekler, ben buradayım." Ellerini boynuma sardı ve yüzünü omzuma gömdü. Eski günlerdeki gibi.

"Çok korktum."

Kısa bir süre sonra konuştum. "Son görüştüğümüzden beri kilo almışsın." Benim derdim neydi böyle?! Şimdi söylenecek şey miydi bu?!

Kafasını kaldırdı. "Biliyorsun, eğer beni şu anda yere bırakırsan bir daha asla konuşmayız. Asla."

"Saçmalama. O kadar da taş kalpli değilim."

Rahatsız edici bir sessizlik daha girmişti aramıza. Ne yapmalıydım? Odanın ortasında, kucağımda Annabeth, daha ne kadar dikilebileceğimi bilmiyordum.

Bu sefer ilk o konuştu. "Hiç... bir kavgada haksız olan taraf olduğunu düşündün mü?" Bunu da şakaya vurabilirdim ama Leo ve diğerlerinin istediği şeyi yapmaya başlamıştık, uzun zamandır ilk defa gerçekten konuşuyorduk.

"Kavganın neyden ibaret olduğunu hatırlamıyor olsan bile mi?" Şaka yapmıyordum. Balık hafızalı olduğumdan değil - gerçi Poseidon'un oğlu olunca işler biraz değişebilir - ama hatırlamıyordum işte.

"Tartıştığın kişi Tartarus'tayken senin yanında olmuş olsa bile."

Tartarus, aklımıza getirmekten kaçındığımız tek konuydu. Hiçbirinizin hayal edemeyeceği kadar korkunçtu, size çoktan ölü olduğunuzu, şu köşenin başındaki canavar tarafından parçalarınıza ayrılmanıza ramak kaldığını, şu an vazgeçmenin çekeceğiniz acıyı azaltmayacağını... Biliyor musunuz? Boş verin.

İkimiz de bir süre daha sustuk, ardından aynı anda konuşmaya başladık. Bu sırada yerdeki örümcek nüfusu azalmıştı, kollarım ise hafiften sızlıyordu.

"Percy, ben özür-"

"Özür dile-"

Aynı şeyi söylemek üzereydik, ikimiz de susunca nedendir bilmez Annabeth gülmeye başladı. Yüzünü aydınlatan gülümsemelerindendi, savaştan bu yana gördüğüm en parlaklarından biriydi. Ben daha söze giremeden sakinleşti ve konuşmaya başladı.

"O kadar şüpheci davrandığım için özür dilerim. Senin sadece sınavlarına çalışmaya gittiğini biliyordum ama o sıralar kafamı bir şeye takmıştım, dönüp dolaşıp sana patladım." Örümceklerin tek tek sayılacak kadar azaldığını görüp onu yere bıraktım. İrkildi ama konuşmadı. 

"Şimdi özür dileme sırası bende sanırım." Ağzını bir şey söylemek için açtı ama ben devam ettim. "Sana sinir bozucu dediğim için özür dilerim. Sadece yanımda durduğunda bile elim ayağıma dolanırken, her anımı seninle geçirmek isterken, orada, sana kavga esnasında nasıl davrandığımı hatırlamak bile istemiyorum."

Bir şey söylemedi, sadece yaklaştı ve öptü. Uzun zamandır gittiğinden emin olduğum sıcaklık geri gelmişti, ona ne kadar alıştığımı hatırlatıyordu bana. 

Bonus:

Biraz hasret giderdikten sonra sonunda diğerlerini barıştığımıza ikna edebilmiştik. Haklıydım, kampın hatrı sayılır bir kısmı bizim barışmamız için oynanan bu oyunun içindeydi. Hekate Kabini'nden bir kız örümceklerin geldiği gibi yok olmalarını sağlamıştı, Piper da sabahleyin Annabeth'ten aldığı örümcek spreyini geri getirmişti. Hiçbirine kızacak gücüm yoktu, Annabeth hiç olmadığı kadar mutlu görünüyordu.

Kalabalığın arkasından elebaşının, Leo'nun sesi geldi. "Barıştığınıza çok sevindim! İçeriden lanet yağdırdığınız arkadaşınıza teşekkür edersiniz artık." Annabeth'in aynı şekilde düşündüğünü sanmıyordum. Hafifçe geriye çekildim, konuşmayı benim yapmama gerek yoktu.

"Annabeth, biliyorum. Örümcekleri kullanmak biraz aşırıya kaçtı-" Cümlesini bitirememişti çünkü yüzüne inen bir yumruk onun sözünü kesmişti. Annabeth, gözlerinde garip bir parıltıyla onu yerden kaldırdı; Leo gelecek ikinci yumruğa karşı kendini hazırlamıştı ki Annabeth ona sarıldı.

"Hâlâ seni affetmedim ama teşekkür ederim." 

Kalabalık bu küçük gösteriden sıkılmış gibi dağılırken Leo'nun sözlerini duydum. Annabeth'in vurduğu yere dokunuyordu. "Ahhh, moraracak şimdi!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro