Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MSOM -41- ❝Gizli Gerçekler❞

-BÖLÜMDE TEKNİK SIKINTILAR YAŞAYANLAR İÇİN TEKRARDAN YAYINLANMIŞTIR!-

Herkese merhabalar. Bu kadar geciktiğim için çok üzgünüm; fakat bölümü okuyunca bana hak vereceksiniz. Geçmiş ve şimdiki zaman geçişlerini yazmak beni aşırı yıprattı. Az önce, iki saat boyunca bölümü düzenledim. Şu anda migrenim tutmuş durumda bölümü yayınlıyorum.

☆Multimedyada bölümle ilgili görseller var.

Bu bölümü yazmamda bana büyük yardımları dokunan sevgili kuzenim Rümeysa'ya teşekkürlerimi gönderiyorum. Seni çok seviyorum, bir tanem. Bu bölüm sana ithafen...❤

@tatlimanyakk

Dokuz bin kelimelik bir bölüm yazdım ve bu zamana dek yazdığım rekor uzunluktaki bölüm budur. Duygusallık açısından ağır basan bir bölüm. Olay örgüsü biraz karışık. Zaman atlamaları umarım kafanızı karıştırmaz. Elimden geldiğince akıcı yazmaya çabaladım, umarım hoşunuza gider.

Rica ediyorum, oy vermeyi unutmayın canlarım. Oylar okunma oranına göre çok az; bu yüzden başlangıçta da hatırlatmak istedim. Etkilendiğiniz paragraflara minik bir yorum bırakmayı da es geçmeyin, paragraf yorumlarının hepsiniii okuyorum.😘

Herkese keyifli okumalar dilerim.🌸

♧♧♧

41. Bölüm

▪Barlas SEÇKİNER▪

Kum tanelerine gömülen çıplak ayaklarının bıraktığı izleri; üzerine konan ay ışığının sayesinde seyre daldım. Kalbim, sanki o izlerin bire bir aynılarını kendi üzerinde de taşırcasına deja vu yaşıyordu. Hafif esen meltemin savurduğu sarı saçlarının arasında dalgalandım. Ayak parmaklarına değen su gibi, kıyılarımdan ona doğru taşıyordum. Başını benden yana çevirdiğinde mavi gözlerinin odağıydım. Dudaklarındaki minik tebessüm, gözlerindeki hiçliğin kabuklarını soydu. Bakışları tatlı bir huzura büründü.

"Su çok güzel." dedi, naif ses tonuyla.

"Zannetmiyorum," dedim, gözlerimi ondan alamayarak. "Kendi güzelliğinin farkında değilsin. Senin yanında güzel kalması imkânsız."

Yanaklarını soluk bir pembelik sardığında gözlerini gözlerimden kaçırıp denize çevirdi. Bu sevimli utangaçlığı içimi sıcacık yaptı. Eğilip spor ayakkabılarımın bağcıklarını çözdüm. Ayakkabıyı çoraplarımla birlikte çıkardıktan sonra, ayaklarımı yumuşak kumun üzerine yerleştirdim. Serin kum ayak parmaklarımın arasına süzülürken gözlerimi yumdum. Kum tanelerinin tenime teması, bedenimin gevşemesine neden olmuştu. Şu an bana hissettirdiği huzur, Ecrin'in tenine temas ederken hissettiğim huzurun milyonda biri kadardı.

Ecrin'in yanına yaklaşmadan öncesinde arkamda duran arabama doğru ilerledim. Arabanın camı filmle kaplı olduğu için dışarıdan içini göremiyordum. Kapısını sessizce aralayıp arka koltukta uzanan minik bedeni, görüş alanıma dahil ettim. Yan tarafa doğru dönmüş ve ellerini başının altına yerleştirmişti. Örgülü saçlarının arasından birkaç sarı tel firar olmuştu. Beyaz teni ışıl ışıldı. Ecrin, onu Aras'ın arabasından alıp buraya yatırdığından beri mışıl mışıl uyuyordu.

Yol boyunca onun uykusunu kesintiye uğratmamak için, Ecrin ile tek kelime konuşmamıştım. Şu an gözlerimin önündeki küçük kıza bakarken uyanmamış olmasından mutluluk duymuştum; çünkü hayatım boyunca gördüğüm en güzel manzaralardan birisine şahit olmuştum. Uyurken çok huzurlu ve sevimli görünüyordu.

"Ne kadar da sevilesi bir çocuksun." diye fısıldadım.

Onu uyandırmamaya özen göstererek yüzümü başına doğru yaklaştırdım. Bana ait olmayan bu meleğin sırma saçlarına dudaklarımı değdirdim. Ufak öpücüğüm, onun birkaç saç teline bulaşırken onun kokusunu duyumsadım. O an burnumun direği sızladı. Gonca gül gibi kokuyordu. Küçüğümün goncası... Kim bilir bu goncaya sarılsam, nasıl da gül kokuturdu ruhumu. Bu defa yüreğim sızladı.

Nefesim saçlarında boğuldu. "Senin baban olabilmek için nelerimi vermezdim ki."

Bu gonca gül kokan kız çocuğu, bana ait değildi. Yalnızca bir süreliğine, Ecrin'in bana sunduğu bir ödünçtü. Ona sarılmaya, onu koklamaya, onun saçlarını öpücüklerle taçlandırmaya babasının hakkı vardı. Benim onun üzerinde hiçbir hakkım olamazdı. Ben yalnızca bir yabancıydım.

Nasıl oluyordu da aramda hiçbir kan bağı olmayan bir kız çocuğuna karşı ruhum böylesine çekiliyordu?

Onun damarlarında, annesinden yadigar kalan kan geziniyordu. O kanın her damlası benim için bir mıknatıstı. Ecrin'in her zerresi, beni kendine çekerken onun kanından olan bu kız çocuğuna yakınlık duymam gayet normaldi. Karanlığın içinde koyulaşan sarı saçlarından dudaklarımı çektim. Kokusuna prangalanmak isteyen ruhumun feryatlarına yastık bastım.

Kendime gelmem gerekiyordu. Bu olağandışı çekimi sindirmeliydim. Bu aidiyet hissiyatına bel bağlayamazdım.

Güçlükle yerimden doğrulup sessizce arabanın kapısını kapattım. Film kaplı cam, içerde uyuyan pembe elbiseli minik kızın yansımasını sildi süpürdü. Her ne kadar onu göremesem de; hayali, göz bebeklerimde rengarenk bir ışıltı gibi parıldıyordu. İçimde kopan şiddetli gök gürültülerinin ardından, Ecrin bir güneş gibi içime doğmuştu ve o güneş, yağmuru silip yerine gökkuşağını kondurmuştu. O gökkuşağı, arabamın arka koltuğunda uzanan bu çocuktu.

Düşüncelerimin ve duygularımın kargaşaya tutulduğu tipiden kendimi sağ salim kurtarmayı başardım. Ne yapmam gerektiğini anımsayıp arabamın bagajından Laptop çantasını aldım. Arabayı kilitler kilitlemez bakışlarım denizin kıyısına yol aldı. Ecrin, elbisesinin kirlenmesini umursamadan kumların üzerine oturmuştu ve ayaklarını dalgaların süpürdüğü ıslak kumlara gömmüştü. Deniz dalgaları sakin bir ahenkle ayak bileklerini öpe öpe geri çekiliyordu. Ecrin, yüzü denize dönük bir şekilde başını dizlerine yaslamıştı. Hafif rüzgar sarı saçlarında dans ediyordu.

Bu kadın, bir tabloya özenle resmedilecek kadar güzeldi. Fırça dahi kıskanırdı bu güzelliği...

Adımlarım ona yöneldiğinde, kalbim adımlarımdan önce ona vardı. Yıllar sonrasında onunla uzun uzun konuşacak olmanın heyecanı üzerimdeydi. Kendimi yıllardır suçsuz yere hapis yatan bir mahkûm gibi hissediyordum. Sanki bugün, hakim karşısına geçecek ve ona, beni azat etmesi için yalvaracaktım.

Onun yanında duraksadığımda dizlerine gömülü başı havalandı. Gözlerim, onun bakışlarını karşıladı. Bakışlarına sisler dökülmüştü, altında hiçbir mânâ görünmüyordu. Hislerinin teferruatına sızmak isterken, sığlığıyla baş başa kalmıştım.

"Otursana." dedi, telkin edercesine.

Sözüne derhal itaat edip yanına oturdum. Yumuşak kumun üzerine yerleşir yerleşmez bedenimde ufak bir gevşeme hissettim. Bu gevşemede Ecrin'e yakın durmamın da payı olabilirdi. Ben de ayaklarımı onun gibi denize doğru uzattım. Ecrin, kumun üzerinde kayarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Kokusunu soluyacak kadar yakınımda durduğunda; bu kokuyu geri vermemek uğruna, neredeyse nefesim tükenecekti.

Ona ait olan her şeye akıl kârı olmayacak şekilde hasret kalmıştım. Kokusuna, bakışına, duruşuna, sesine...

Dalgalar ayaklarıma değdiğinde, aniden tenimde hissettiğim soğuk deniz suyuyla bedenim titredi. Bu tepkim üzerine, Ecrin sevimli bir kıkırdamayla şakıdı. Ayaklarım buz keserken yüreğim o sesin ardında sıcacık oldu. Uzanıp yüzünü sevmek istedim; fakat anlam veremediğim bir çekince ellerimi kelepçeledi.

Onun çıplak ayaklarını kendi ayaklarımın üzerinde hissettiğim an, aklımın bağları çözüldü. Birden bire ayak tabanları, ayak parmaklarımın boğumlarından bileklerime doğru hareket etti. Onun naif ayakları, ayaklarımın üzerinde kayarken kendimden geçer gibi huşuya kapılmıştım. Kollarını kendi dizlerinden çekip benim dizlerimin üzerinde çaprazladı. Başını kollarının üzerine yerleştirip yüzüme uzun uzun baktı.

Bakışları ruhuma dek işlerken, bedenime temas eden her bir dokunuşu içimi karıncalandırıyordu.

Onun kusursuz yüz hatlarında bakışlarımı yüzdürdüm. Ay ışığında parlayan beyaz yüzü, yüzünü kusursuzlaştıran minik burnu, öpülesi gül kurusu rengindeki dudakları, açık kahve tonundaki kavisli kaşları, itinayla dizilmiş uzun kirpikleri ve o kirpiklerin gölgesinde parıldayan mavi gözleri karşısında dilim tutulmuştu. Tek bir kelime dahi etmeden onun yüzünü seyrediyor ve teninin tenime kattığı huzuru yudumluyordum.

"Hadi," dedi, birden bire. Sesinde sakin; ama bir o kadar da sabırsız bir tını vardı. "Anlat bana her şeyi, en baştan."

"Sen..." diyebildim, yalnızca. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından cümlemi tamamladım. "Öyle aklımı başımdan aldın ki, konuşamaz hâle geldim."

Tatminkâr tebessümü dudaklarını süsledi. "Ne yaptım ki?"

"Tenin... Sen bana böyle dokunurken ve ben yıllardır sana hasret kalmış bakışlarımı üzerinden alamazken konsantrasyonumu yitirmem gayet normal."

Söylediklerim hoşuna gitmiş olacak ki, yüzü huzurun ılık suyuyla yıkandı. Dudaklarının bükülüşünün hemen ardından, başını kaldırıp dizlerimin üzerinde çaprazladığı kollarını gövdeme doğru uzattı. Elleri yeşil tişörtümün yakalarına yerleştiğinde başı da sol göğsüme yaslandı. Kalp atışlarımın hızı ivme kazandı ve onun şakaklarına çarptı. Atış sesini işittiğine emindim; çünkü ben bile, o sesin her bir tınısını gürültülü yakarışlar gibi işitiyordum.

"Anlatacağın ne varsa, tenin tenimdeyken dinlemek istiyorum."

Huzur dallarından filizlenerek dudaklarımı iki yana büktü. Onun kısık sesiyle söyledikleri kulaklarıma çarptığı an, düğümlenen kaslarım kurdele gibi çözüldü. Dört bir yanım kokusuna bulanmıştı ve bu koku, beni mümkünmüş gibi daha fazla gevşetiyordu.

Gittikçe yükselen dalgalar kıyıya daha şiddetli vurmaya başladı. Birden bire deniz suyu ayak bileklerimizden yukarı doğru tırmandığında Ecrin neşeyle kıkırdadı. Bakışlarım direkt onun gülerken kısılan gözlerini aradı. Gözlerim gözlerini bulduğunda, başını yukarı doğru kaldırdı. Bakışları denizi terk edip bakışlarıma dalış yaptı. Yüzündeki her bir zerre mutluluğunu yansıtıyordu. Onun mutluluğunun öyle bir çekimi vardı ki, beni de yanına sürüklüyordu.

Yüzündeki mutluluk yavaş yavaş silikleşerek yerini beklentiye bıraktığında, artık her şeyi anlatmam gerektiğini biliyordum. Onsuz geçen altı yılımı hatırlamak dahi acı verirken dile getirmenin beni nasıl berteraf edebileceğini sezebiliyordum. Ne olursa olsun, Ecrin'in her şeyi bilmeye hakkı vardı.

Elimi onun beline sarıp bedenlerimiz arasındaki bağı güçlendirdim. "Seni terk etmeden önceki gece ne olduğunu hatırlıyor musun?"

Tam da tahmin ettiğim gibi bedeni kaskatı kesildi. Onu sakinleştirmek için diğer elimi de yanağına yaslayıp usulca okşadım. Ecrin, gözlerimden kaçıp bakışlarını denizin dalgalarına hapsetti.

"Alper'in annesi odana girmişti ve sana sıktığı kurşun kolunu sıyırmıştı. Seni kanlar içinde kucaklayıp abimle birlikte hastaneye götürmüştük."

Ellerimi saçlarına daldırıp onun başını iyice göğsüme bastırdım. Dudaklarım, başına belli belirsiz bir öpücük bıraktı. "Evet, doğru hatırlıyorsun. O gece hastanedeyken birden bire kusmaya başladım. Hemşireler son zamanlarda bir rahatsızlığım olup olmadığını sordular. Onlara sık sık istifra ettiğimi, vücudumun sürekli kaşındığını, sık sık karın ağrısı ve kasılmalar yaşadığımı söyledim. Bana tahlil yaptırıp sabah nefroloji bölümüne yönlendirdiler. Orada, bana kronik böbrek yetmezliği teşhisi konuldu."

Göğsümde duran elleriyle tişörtümün yakasını avcunun içinde buruşturdu. Denize bakan gözlerini yummuş ve dudaklarını dişlemişti. "Bu belirtilerden söz ettiğinde bir hastalığın olduğunu anlamalıydım. Aptal gibi bütün belirtilerini saçma sebeplere yordum."

"Nereden bilebilirdik, Ecrin? Ben bile hastalığa ihtimal vermemişken sen nasıl anlayacaktın? Hastalığım gittikçe ilerlemişti ve son aşamaya kadar bir hastalığım olduğundan bihaberdim. Ta ki o güne dek... O gün doktor ile görüştüğümde dünyam başıma yıkıldı. Tek böbreğim olduğu için onun kronik hasar görmesi nakli gerektiriyordu. Doktor, diyaliz tedavisine vücudumun uzun süre dayanamayacağını söyledi. Nakil işleminin kısa sürede gerçekleşmesi neredeyse imkansızdı. Kısacası umutsuz vakaydım. %90 ihtimalle ölecektim."

Gözyaşlarıyla nemlenmiş gözlerini gözlerime dikti. Bakışları hüznü öfkeye harmanlamıştı. "Ölmek üzereydin ve benim bundan haberim yoktu, öyle mi?"

Ellerinden birisi göğsümden kayıp kucağına düştü. Elini yumru hâline getirip dişlerini var gücüyle sıktı. Hayal kırıklığının etrafa savrulan parçaları ruhumda kesikler yaratıyordu. Hıçkırıklarını dizginlediğini bilmek, yüreğimi dağlıyordu.

"Sana söylemeyi düşündüm. Sonra, kendime seninle aramızda geçen bir konuşmayı hatırlattım. Benim ölümüm karşısında ne yapacağınla ilgili... Buna dayanamayacağını söylemiştin. Biliyordum, dayanamazdın buna. Küçücüktün, Ecrin. O küçük kalbin bunu kaldıramazdı."

Gözünden bir damla yaş devrilip yanaklarından yuvarlandı. Saçlarının arasındaki elimi yüzüne doğru kaydırıp avuç içimle yanağını okşadım. "Evet, küçücüktüm Barlas. Küçücük bedenimdeki o küçük kalbim gereğinden fazla acıyla boğuştu. Beni terk edişinle başa çıkmak ne kadar zordu, biliyor musun? Bunu kaldıramayacağımı hiç düşünmedin mi?"

Sesindeki çaresizlik, yıllarca ne büyük acılara göğüs gerdiğini ortaya seriyordu. Onun acı içinde her kıvranışında benim payım büyüktü. Onu kim bilir kaç kez ağlatmıştım. Kim bilir kaç kere göz yaşlarını kendi elleriyle silmişti. Ağladığında onu kollarımla saramamıştım, göz yaşlarını ellerimle silememiştim... Bu durum beni kahrediyordu.

"Düşündüm. Sana yaşatacağım hayal kırıklığının farkındaydım; fakat başka çarem yoktu. Erkin öleceğime neredeyse emindi ve senin bunu kaldıramayacağını bildiği için, bana seni terk etmemi söyledi. Başlangıçta kabul etmedim. Çünkü sensiz yapamazdım, iyileşemezdim. Senin elini tutmadan sağlığıma kavuşamazdım. Sensiz daha beter yataklara düşerdim, Ecrin. Senin olmadığın bir hayatın hayali bile, beni paramparça etmeye yetmişti."

"Ama yaptın!" dedi, hüznünün içinden savrulan öfkesiyle. "Benim olmadığım bir hayatta yaşlandın. Bir kez olsun beni aramadın, sormadın. Ben ızdırap içindeyken sen burada hayatını yaşadın!"

Kurduğu cümlelere genizden gelen sahte bir gülüşle karşılık verdim. "Hayatımı yaşamak mı? Ne hayat ama(!) Gözyaşı dökmediğim tek bir gecem olmadı benim. Sana layık bir adam olabilmek için, seni geri alabilmek için elimden ne gelirse yaptım. Başka adamın hayatında olduğunu bile bile, olur da bir gün fikrini değiştirirsin diye kendimi harcadım. Dışardan sana nasıl gözüküyordum bilemem; fakat ben ortada yaşanmış bir hayat göremiyorum."

Nemli gözlerinde beliren şaşkınlık ifadesiyle ağzı hafifçe aralandı. "Barlas, neden bahsettiğini anlayamıyorum. Ben... Kimseyi hayatıma almadım."

Ansızın kafatasına saplanan baş ağrısı gibi bir şiddetle, Aras'ın kurduğu cümleler kulaklarımda çınladı.

"Sevişti benimle, tenime dokundu, önümde soyundu... Tüm bunları yaparken göz gözeydik."

Birisiyle birlikte olmak onu hayatına almak değil miydi? Ecrin, değer vermediği birisine asla bedenini teslim etmezdi. Onun için bedenini teslim etmek, hayatını teslim etmek demekti.

Gözlerimin önündeki yüz, birden bire görünmez öpücük izleriyle boyandı. Teninin açık olan her zerresi, yabancı el izleriyle kaplandı. Aras'ın onun teninde ve kalbinde bıraktığı iyi, kötü ne kadar hatıra varsa hepsini silmek istiyordum. Kıskançlık, beni kıskacında evirip çeviriyordu. Ecrin'in o küçük bedenindeki küçücük kalbinin tekrardan benim için atmasını istiyordum. Eskisi gibi ona "Küçüğüm" diyebilmek istiyordum...

"Anladığım kadarıyla birbirimiz hakkında yanlışlarımız var, Ecrin. Sen de, seni hiç arayıp sormadığımı söyledin. Yanılıyorsun. Hepsinden öte, hayatımı yaşadığımı düşünüyorsun. İnan bana, gerçekler sandığından daha başka."

Kucağında yumruk olan eli yavaşça gevşedi. Elini yukarı doğru kaldırdı ve yanağıma yasladı. Beni cesaretlendirmek istercesine, avuç içiyle sakallı yanağımı okşadı. Gözlerindeki hüznün pürüzleri yavaş yavaş törpülendi. Bakışlarındaki düzlüklerde, iç kaynatan bir dinginlik belirdi.

"Bana bilmediğim tüm gizli gerçekleri anlat, Barlas. Kalbimdeki boşluğun verdiği sızıyı hafiflet."

Onun kırık dökük bir ses tonuyla önüme sunduğu yalvarışını sıkı sıkıya kucakladım. "Anlatacağım; fakat bir yolunu bulamıyorum. Bana bilmek istediğin ne varsa sor, Ecrin. Sorularınla anlatacaklarımı kolaylaştır."

Başını aşağı yukarı sallarken buğulu gözleri ne istediğini bilen bir ifadeyle parladı. "Az önce, beni terk etme fikrine en başta olumsuz baktığını söylemiştin. Fikrini ne değiştirdi?"

Gecenin karanlığında koyulaşan gözlerinden bir saniye olsun gözlerimi ayırmadım. Onun zift karası göz bebeklerinde geçmişimin yansımasını gördüm. Bütün acılarımın başlangıcı olan o güne ayna tutmuştu.

Altı yıl önce hastane odasındaki silüetim gözlerimin önünde belirdi. Karşımda, beni yerle yeksan edecek kararı bana verdirmeye çalışan adam dikiliyordu. O gün işittiğim tüm can yakıcı kelamlar tekrardan kulaklarımda canlandı.

~

"Barlas, bunca yıl tek bir böbrek ile idare ettin. Şimdi o böbrek iflas aşamasında ve vücudun herhangi bir organı kabul etmiyor. Kan ve doku uyumu, nakil için şart. İllegal yollara girişmeden bu nakli gerçekleştiremeyiz. Uygun doku ailenden dahi bulunamamışken başka çaremiz yok. Ölüm riskin %90 diyorum sana! Seni ölüme terk etmek istemiyorum."

Oturduğum sedyenin üzerinde gergince büküldüm. Dirseklerimden birini dizime yaslayıp yumruk yaptığım elimi dişlerimin arasında sıkıştırdım. Midem, hissettiğim bunalımla kasım kasım kasılıyordu. Elimi dişlerimin arasından kurtarıp çeneme yönelttim. Çene kemiğimi var gücümle kavrayarak içimdeki baskıyı azaltmaya çalıştım. Gözlerim Erkin'in gözlerindeki karmaşaya tutuldu.

"Bana yaşatılan kâbusu başka insanlara da mı yaşatayım yani? Benim yaşamım kesinleşsin diye, başka insanların hayatını mı karartayım? Bu mudur bana sunduğun çözüm önerisi?"

Erkin öfkesini durdurmak istercesine gözlerini birkaç saniyeliğine yumdu ve uzun soluklu bir iç çekti. "O hâlde seni ölüme mi terk edelim? Ölmediğin her gün için şükredip ertesi gün ölebileceğinin endişesiyle kafayı mı yiyelim?"

Çenemi var gücümle sıkan parmaklarımı boğazıma kaydırdım. Süratle atan nabzımı parmak uçlarımla dinledim. O an, ertesi gün bu nabzın atmama ihtimalini düşündüm. Veyahut birkaç dakika sonra...

Ölmen gerekirse ölürdün. Ya bir kazayla ya da bir hastalıkla... Ölümün canlıya sunduğu belirli bir zaman ya da gerekçe yoktu.

"Ölümün ne zaman geleceğini bilemeyiz, Erkin. Hiçbir şey kaderin önüne geçemez. Bu saatten sonra tek çare, beklemek."

Erkin'in gözlerindeki hiddet kayıplara karıştı ve yerine derin bir acı hakim oldu. "Bu bekleyişin sonu muhtemelen ölüm olacak."

Dudaklarımda buruk ve bir o kadar da çaresiz bir tebessüm belirdi. "Herkesin sonu ölüm değil mi zaten?"

Erkin bir süre kendi kafasındaki kasfetle boğuştuktan sonra seri adımlarıyla bana doğru yaklaştı. Ellerini omuzlarıma yerleştirip parmaklarıyla kuvvetlice sardı. "Pekâlâ... Diyaliz tedavisi göreceksin ve bu süreçte çok güçlü olacaksın, kardeşim. Tedavin boyunca yanında olacağıma söz veriyorum; fakat-"

Boğazı düğümlendi. Söylemek istedikleri genzinde tıkanmıştı sanki. Bu suskunluğun ardında saklanan kasırganın soğukluğu, beni iliklerime dek titretti.

Tek kaşım istemsizce havalandı. "Fakat?"

Aldığı derin nefesle omuzları genişledi. "Ecrin bunu bilmeyecek."

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Şaka mı yapıyorsun?"

Yüzündeki ifade biraz daha sertleşti. "Gayet ciddiyim, Barlas. Ecrin'in hastalığından haberi olmayacak."

"Nereye kadar saklayacağız Erkin? Ecrin eninde sonunda her şeyin farkına varacak. Gözünün içine baka baka her gün yalanlar mı uyduracağız ona?"

Başını iki yana salladı. "Her gün değil, yalnızca bir gün. Onu kendinden uzaklaştırmak için elinden geleni yapacaksın. Ecrin senden vazgeçip hayatına bakacak ve sen de tedavi olacaksın."

Sözlerini kaale almadığımı barizce sergileyen bir sırıtışla bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. "Siktir oradan!"

Erkin kaslarımı sızlatacak kadar sertçe omuzlarımı sıktı."Barlas bunu yapmak zorundasın."

Dişlerimi öfkeyle birbirine bastırdım. Gıcırdama sesi hastanenin kof duvarlarında tiz bir sızı bıraktı. "Yapmayacağım!"

Erkin ellerini omuzlarımdan dirseklerime indirdi. Önümde diz çöktükten sonra, ellerini dizlerime yerleştirip usul usul nemlenen gözleriyle gözlerime baktı. "Yalvarırım, Barlas. Kardeşimi korumama müsaade et. Bunu benim için değil, onun için yap."

Gözlerim, karşısındaki nemli gözlerden daha süratle yaşardı. Göz kapaklarımı kıpırdatmamama rağmen, gözyaşlarım birer birer yanaklarıma döküldü. "Y-Yapamam..."

Erkin kollarını bacaklarıma dolayıp başını dizlerime gömdü. "Nolursun yap, Barlas. Ecrin tüm bunlarla başa çıkamayacak kadar hassas, biliyorsun!"

Biliyordum, lanet olsun ki biliyordum.

" Erkin, ben onsuz yapamam."

Başını dizlerimden kaldırıp tekrar gözlerime baktı. "O da sensiz yapamayacak. Üstelik senin cesedini gömecek. Kim bilir, belki de senin ardından kendi canına kıyacak."

"Sus!" dedim, güçlükle gırtlağımdan sökülen bir bağırışla. "Sus, sus, sus artık... Sus! Bana bunları düşündürtme."

"Düşünmek zorundasın!" diye bağırdı, duvarları tepeme yıka yıka. "Ardında bırakacaklarını düşünmek zorundasın. Bencillik yapamazsın."

Nefesimin kesildiğini hissettim. Hâlâ boğazıma sarılı olan elimin bilincinde değildim. O el, benim irademin dışında nefes borumu sıkıyordu. Dudaklarım sessiz hıçkırıklarla seyirdi. Parmaklarım şahdamarımın etrafında kenetlenmişti. Boğazımı bu kelepçeden kurtarmak için, diğer elimle bileğimi kavradım. Parmaklarım boğazımı azad ettiğinde hıçkırıklarım gürültüyle hastanenin parkelerinde süründü.

"Ben... Ben o olmadan iyileşemem. Onun elini tutmadan ayaklanamam, Erkin. Nasıl ayrılabilirim ki... Ona bu kadar alışmışken, kalbimi bu kadar kaptırmışken nasıl kopabilirim ondan?"

Ellerimi gözlerime siper edip gözyaşlarımın yıkadığı yanaklarımı kurulamaya gayret ettim. Kafamın içinde dönüp duran ayrılık düşüncesi, ruhuma kaldıramayacağı kadar ağır geliyordu. Ellerimi var gücümle yüzüme vurdum, defalarca... Vurdukça daha da mahvoldum. Erkin ellerimi yakalayana kadar, kendimi hırpaladım.

"Kendine gel!" dedi ve gözlerimin içine istikrarla baktı. "Yanında Ecrin de olsa iyileşemeyeceksin, bunu ikimiz de biliyoruz. Sen hastanede tedavi görürken o nasıl da perişan olacak, tahmin edebiliyorum. O umutla ayaklanmanı beklerken günün birinde ona en büyük korkusunu yaşatacaksın. Bu travmayı atlatamaz, Barlas. O sana o kadar aşık ki, benim ölümüm ve hatta babamın ölümü bile onu senin ölümün kadar sarsmaz. Empati kur, lütfen-"

Bana yaşattığı bu ruhsal işkenceye daha fazla katlanamadan sözünü kestim. "Tamam."

Bir an, Ecrin'in ölümcül bir hastalığa kapıldığını ve günden güne gözlerimin önünde eriyip gittiğini düşündüm. Her gün onun ölümünün korkusuyla yaşadığımı ve sonunda onun ölüsünü kucakladığımı... Zihnimde dahi canlandırırken ruhumun bedenimde kıvrandığı bir hayatı, Ecrin'e yaşatmamalıydım.

Erkin sonuna kadar haklıydı.

Hıçkırıklarımı susturdum; ama gözyaşlarımı dindiremedim. "Ne istersen yapacağım, bana sadece ne yapmam gerektiğini söyle."

Erkin, minnet dolu bir tebessümle yüzüme baktı. Gözünden düşen iki damla göz yaşı, o minneti hüzünle suladı. "Senden nefret etmesi için elinden geleni yapmalıyız. Senden öyle nefret etmeli ki, ölüm haberin içini bile sızlatmamalı... Biliyorum, bu senin içim berbat bir durum; fakat onun kendine mutlu bir hayat kurabilmesi için tek çare bu..."

Onun ölümünü düşlerken dahi kalbim paramparça oluyordu. Benim gerçek vefatım ise, onun kalbini hiç sızlatmayacaktı.

En doğrusu, dedim kendi kendime. Beni sevmenin bedelini çok ağır ödedi, bari benden nefret etmenin sefasını sürsün.

Boş gözlerle yüzüne baktım. "Benden nasıl nefret edecek?"

"Ona ağır sözler söylemen gerek. Onu artık sevmediğini, bir anlık heves olduğunu, artık ondan sıkıldığını ve onsuz bir hayat istediğini falan..."

Bakışlarımdaki donukluğa rağmen başımı aşağı yukarı salladım. "Tamam; fakat yüzüne karşı bu yalanları söyleyemem."

"O zaman," dedi ve bir süre düşündü. "Mektup bırakıp bir süre ortalıktan kaybolursun."

"Mektup mu?" dedim ve alayla karışık tebessüm etmeye çalıştım. Bu, yüzümde yalnızca boş bir çaba olarak kaldı. Dudaklarım uyuşmuştu sanki, mimiklerim bile hissizleşmişti. "Ne kadar da aciz bir terk ediş... Bana da bu yakışır zaten."

Erkin'in kolları omuzlarıma sarıldığında ona bakmıyordum bile. "Kardeşim, biliyorum çok zor; ama olur da iyileşirsen, söz veriyorum sizi barıştırmak için elimden geleni yapacağım ve bu ayrılığın kefaretini, bir an olsun yanından ayrılmayarak ödeyeceğim."

Sağ yanağımı Erkin'in omzuna yaslayıp duygudan yoksunlaşmış bakışlarımı beyaz duvarlarda gezdirdim. Gözlerime dolan yaşlar, o beyaz duvarları flulaştırırken zihnim ise evre evre kararttı.

"Bana son bir gece ver." dedim, belli belirsiz duyulan bir ses tonuyla. "O mektubu yazmadan önce, onu son kez uykusunda doyasıya koklayayım... Bunu ölmeden önceki son arzum olarak farz et."

~

Pervazlarına kadar acının sindiği bir pencerenin ardından geçmişimi seyrettim. Pencerenin ardından gözüken soluk benizli adamın çaresizliği, üzerine bir kalkan gibi saplanmıştı ve o kalkan, beni kendime yabancılaştırmıştı. Bir insan kendine bu denli acıyabilir miydi?

Zaman kavramını yitirmenin verdiği sersemlikle, geçmişin penceresini örttüm. Bakmakta olduğum göz bebeklerinde, hastane odasında kendi çaresizliğinde perişan olan adamı görmüyordum artık. Orada şu anki yüzümün sönük yansıması vardı.

"Senden vazgeçmem için ikna olmam kolay olmadı. En başta; Erkin senin, benim ölümümden sonra kendi canına kıyabileceğin ihtimalini öne sürünce köşeye sıkıştım. En sonunda da, empati kurmamı, kendimi senin yerine koymamı istedi. Senin ölümünün düşüncesi bile damarlarımdaki tüm kanı çekerken bu acının gerçeğini sana yaşatmamalıydım. Bu yüzden, gelecekte yaşayacağın acıyı senden çalıp yerine sonsuz bir nefret bıraktım."

Yanağımı sıcak bir battaniye gibi örten elini, sakallarımı üşüte üşüte geri çekti. Ayaklarımın üzerindeki ayaklarını nemli kuma gömdü ve birbirine temas eden bedenlerimizin arasına, ıslak bir rüzgârın sızmasına izin verdi. Dudakları titreye titreye aralandı ve bakışlarındaki tüm duygular, filizlenen bir çiçek fidesi gibi budandı.

"Ölümünün yaratacağı acının, altı yıl boyunca hissettiklerimden ne kadar fazlası olabilirdi ki? Beni yalan bir mektupla ayakta uyutacağına, ölüm döşeğindeyken seni göğsümde uyutmama izin vermeliydin. Farzet ki, öldün. Ölmeden önce gözlerine aşkla bakarak uğurlamalıydım seni. Sırf kaldıramayacağımı düşündüğün için, bensiz ölmeyi nasıl göze alabildin? Senden nefret etmek bana daha az acı verirdi belki; fakat bana seninle geçireceğim son günlerimi asla veremezdi. Üstelik iyileştin, Barlas. Yok yere çok fazla zaman ve acı harcadık."

Tokattan farksız sözlerini yüzüme çarptıktan sonra, hızla ayağa kalkıp bana sırtını döndü. Benden birkaç adım uzaklaştı ve arkası bana dönük halde öylece durdu. Onun peşi sıra, oturduğum yerden doğrulup aramızdaki mesafeyi koruyacak şekilde arkasında durdum.

"Kalbime bıçağı saplarken kustuğun kinini unutma! Seni bu kadar hissizleştiren benim sana bıraktığım nefretten kaynaklıydı. İşte o nefret, cesedimi bile çiğnetirdi sana. Ben şu an yaşıyorum; fakat ölü de olabilirdim, Ecrin. İnan bana; tüm gerçeklerden bihaber olsaydın, ölüm haberimi alınca bir gün olsun yasımı tutmazdın."

Bedeni irkildi. Dalgaların köpürttüğü denizi terk etti bakışları. Yalnızca başını bana doğru çevirdi. Bedeni, denize ayna tutuyordu. Bakışlarımız kucaklaştığı an, yaşla dolan göz pınarları taştı. Göz yaşları yanaklarını okşadı, benim yüreğimi ise, defalarca zımbaladı. Rüzgâr, sarı saçlarını yüzüne doğru savurduğunda, elleriyle saçlarını tutup yüzünden kaldırdı.

"İyi ki hayattasın." dedi, ağlamaktan seyrelmiş sesiyle. "Keşke iyileşir iyileşmez de benim hayatımda olsaydın."

Başımı iki yana salladım. "Buna izin vermedin."

Yüzünde kaskatı bir şaşkınlık belirdi. "Ne saçmalıyorsun?"

Gözlerimi kısarak tepkilerini dikkatle inceledim. "Gönderdiğin mailden söz ediyorum."

Bu defa kaşları çatıldı ve dudakları şok olmuş bir ifadeyle aralandı. "Ben sana hiç mail göndermedim ki."

Tüm seslerin dünya üzerinden yok olduğu anın parçasındaydım. Dalgalar kıyılardan geriye doğru sürüklendi ve rüzgârın ıslığı buluttan söküldü. Sükunetin hissettirdiği hiçliğin ta kendisiydim. Bunca sene, boşuna yaşamıştım. Hiç söylenmemiş vedalar uğruna yanıp küllerimi kendime saklamıştım.

Ellerimi başımın tepesine yaslayıp hüsrana perçinlenmiş bakışlarıma göz kapaklarımı devirdim. Derin iç çekişimin altında devasa bir yıkım yatıyordu. Tepkilerim bir kaosun ortasında harmanlanmıştı ve ben, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette ayakta dikiliyordum. Göz kapaklarımı araladım. Her karışını ezbere bildiğim yüze bakıyordum; fakat içinde bulunduğum durumdan ötürü, gözlerim baktığı kişiye yabancılaşmıştı.

O an, beş yıl önce Ecrin'e yazdığım maili ve onun da cevap olarak yazdıklarını ona okutmak geçti aklımdan. Arkama dönüp kumların üzerine bıraktığım laptobuma baktım. Olur da Ecrin anlattıklarıma itimat etmezse diye yanımda getirmiştim. Ona, hastane raporlarımı ve ispat yerine geçecek birkaç fotoğrafımı gösterecektim. Şimdi ise, kumların üzerine çökmüş, kafamda bin türlü düşünceyle laptobu çantadan çıkarıyordum. Ecrin'e, yıllarca okuya okuya gözyaşı döktüğüm mailleri göstermek aklımın ucundan dahi geçmezdi.

Kumların üstüne oturup laptobu dizlerime yerleştirdim. Açma düğmesine bastım ve laptop açılırken gözlerimi Ecrin'in üzerine diktim. Ne yaptığımı anlamlandırmaya çalışırcasına bana bakıyordu.

"Buraya gel." dedim, çenemle yanımı işaret ederek.

Bedenini tamamen benden yana çevirdi. Temkinli adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam yanıbaşıma oturduğunda, gözlerimle bilgisayar ekranını tarıyordum. Mail uygulamasını bulur bulmaz üstüne tıkladım ve yıldızlı mailler arasından 5 yıl önce Ecrin'e gönderdiğim maili buldum. Birden ekranda ona yazdığım satırlar belirdi. Seneler önce hissettiğim heyecanın nefesi, yüzüme çarptı. Mailimi görme ihtimali düşük de olsa, sırf görebilme olasılığı sebebiyle umutla ve özenle dokumuştum her bir kelimeyi.

Sahiden okumamış mıydı?

Laptobun ekranını Ecrin'e doğru çevirdim ve gözlerimi Ecrin'in merakla aralanmış gözlerine mıhladım. "Yazanları oku, lütfen."

Bakışlarının arka planından ufak bir korku sızıntısı ön safhalara doğru damlıyordu. Mailde yazan şeyler, onu meraklandırdığı kadar da ürkütüyor olmalıydı. Dudakları, dilinden bir ikâzı söküp önüme koyacakmış gibi aralandı; fakat sözleri sarsıldığı temeline geri yerleşti. Yalnızca başını salladı ve gözlerini ekrana dikti. Kısılan gözleri ve keskinleşen bakışları sayesinde, maili okumaya başladığını anlayabiliyordum. Her ne kadar orada yazan kelimeler bana acı hatıralarımı hatırlatsa da, kanayan yarama tuz basmayı seçtim. Ecrin'in sessiz okuyuşuna eşlik ettim ve kurduğum cümleleri, içimden sindire sindire okudum.

~

29 Ekim 2014 13:38
Kimden: [email protected]
Alıcı: [email protected]

Merhaba, Ecrin. Nasılsın? Umarım benim olamadığım kadar iyisindir.

Satırlarıma defalarca 'Küçüğüm' diye başlayıp hepsini teker teker sildim. Sana isminle hitap atmek hiç hoşuma gitmese de, başka bir seçeneğim yok.

Evet, ben hiçbir şeyin olmayan adam: Barlas Seçkiner. Lütfen bu adamın senin için yazdıklarının sonunu getir.

Seni terk ettiğim gece, senin için bıraktığım mektupta yazanların hiçbiri doğru değildi. Hepsi ardı boş yalanlardan ibaretti. Yüzün gözlerimin önüne seriliyken yalan söyleyemediğim için, öyle basit bir mektup bırakmak zorunda kaldım ve beni unutabilmen için o sözcükleri güç de olsa kâğıda döktüm. Şimdi o mektup yüzünden benden nefret ediyorsun, bundan eminim. Bu yüzden sana ne anlatacak olursam olayım seni inandırmam çok zor; fakat ben yine de kalbimden geçenleri buraya aktaracağım.

'Mektupta yazanlar yalansa niye terk ettin?' dediğini duyar gibiyim. Niye mi terk ettim? Seninle kalmanın bencillik, senden gitmenin fedakârlık olacağı bir kaderin içine gömülmüştüm. O kadar çaresizdim ki, senden gitmeye gönlüm razı değildi, kalmaya da vicdanım.

Sana, İstanbul'dan gideceğimi söylemiştim. Ben aslında bu şehri hiç terk etmedim. Giden ben gibi gözüktüm hep; fakat giden sendin. Ben sadece gidiş biletini kestim. Giderken gizlice havalimanında seni yolcu edecek kadar kalandım ben. Dibine kadar kalandım hem de...

Bir zamanlar azabım olan İstanbul, sen hayatıma girince lütfum oldu. Azabımı lütfa çevirdiğin gibi, gidişinle de kahra çevirdin. Bu şehri tekrardan lütuflandırman için, kafamın içinde dönen tilkilerle boğuşuyorum. Sana ulaşmak için, seninle her şeyi konuşmak için ve seni geri alabilmek için birçok yol inşa ediyorum. Yokluğunun bıraktığı soğuk izler ise, inşa ettiğim tüm yolları yıkıp geçiyor. Her geçen günün sonunda, elimde avucumda sana dair hiçbir gelişme olmuyor ve ben bu gidişle kafayı yemenin eşiğine pabuç basabilirim. Seni köpek gibi özledim, Ecrin. Dayanamıyorum artık...

Ben sana karşı olan sevgimi, senin tahmin ettiğinden daha uzun bir sürece sığdırdım. Sen, seni daha yeni tanıdığımı zannederken abine yazdığın mektubu dolabımda saklayacak kadar eski ve sen, senden hevesimi alıp seni terk ettiğim kanısındayken de her gece rüyalarımda adını sayıklayacak kadar taze bir zaman diliminde sevdim seni. O güzel yüzünden tut, kokuna, sesine ve hatta bacağındaki doğum lekene kadar hatrımdasın. Kalbimden tek zerreni bile yitirmedim.

Sana olan biten her şeyi anlatmak istiyorum; fakat burada satırlara dökerek değil, tam karşında durarak... Bana karşı olan öfken kalbine bir perde serecek ve biliyorum ki, buraya ne yazarsam yazayım okuduklarına itimat etmeyeceksin. Ancak gözlerime bakarsan bana güvenebilirsin; çünkü gözlerin yalanla arası kötüdür, bilirsin. Sana ulaşabileceğim ne bir telefon numaran ne de adresin var elimde. Yalvarırım, Ecrin. Gözlerinin içine bakarak tüm gerçekleri anlatmama müsaade et. Yalnızca bana adresini söylemen yeterli. Dünyanın öbür ucunda da olsan, gelir bulurum seni.

Açık adresini bildirmek senin için güvenliğini sarsıcı bir unsursa, İstanbul'a gelebilirsin. Tüm masraflarını karşılarım, hatta sen iste özel uçak bile ayarlarım. Bana yazacağın tek kelimeyle, her imkânı önüne sunmaya hazırım. Bana açık adresini vermesen de, İstanbul'a gelmeyi düşünmesen ve hatta bu maili hiç okumasan bile, ben her ayın 29'unda, önünde dans ettiğimiz AVM'nin terasında seni bekleyeceğim.

Bugün 29 Ekim. O hâlde en ilkin 29 Kasım'da, AVM'nin terasında olacağım. Bana geldiğin son ayın 29'una dek... Dilerim ki beni çok bekletmezsin. Nisan yağmurlarında dans edecektik, unutma. Gelmezsen, sonsuza dek yağmurların boynu bükük kalacak.

Doğrusu ben sana gelmeyi tercih ederim. Bana sakın ola gönül koyma; seni beklemekten sakındığım için değil, benim sana gelişimin daha erken olacağı için. Seni çok özledim, elimde değil...

Belki de bu maili hiç göremeyeceksin. Ben ise bir gün görebilmen umuduyla beklemekten usanmayacağım. Eğer şu an bu satırı okuyorsan, yalvarırım bana bir cevap yaz. Ne yazarsan yaz, mühim değil. Sadece bu maili okuduğunu bilmem için kısa bir şey yazman bile yeterli olur.

Bu maili sana gönderirken bir dilek diliyorum Allah'tan. Her geçen gün çürümeye yüz tutmuş umutlarımı yeşerten bir geri dönüş alabileyim senden...

Seni çok seviyorum. (Çekiniyor olsam da, söylemeden edemedim. Okumak seni rahatsız ediyorsa, görmezden gelebilirsin.)

~

Baştan sona okuduğum bu eski mailin içinde barınan birçok duygunun önünde, kalbimle diz çöktüm. Gözlerimi bilgisayarın ekranından indirip ellerime baktım. Beyazlaşmış tırnaklarımdan tüm kan çekilmişti. Bu parmakları, beş yıl önce klavyenin üstünde hayal ettim. Tir tir titreyerek tuşlara basışını ve görüşümü bulanıklaştıran yaşlarımı silmek için, ara sıra gözlerime tırmanışı anımsadım. Pişmanlıklar, huzursuzluklar, yalnızlıklar ve özlemlerin sırtıma bıraktığı ağırlık hâlâ yerli yerindeydi.

Ecrinsiz geçen hiçbir günümde mutsuzluğun zirvesinden inip mutluluğun eteklerine ayak basamamıştım.

Hıçkırık sesi duyduğum an, başımı Ecrin'e doğru çevirdim. Ellerinden birini kalbine, ötekini dudaklarına bastırmıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülmekten öte, silah süngüsü gibi benim göğsüme süzülüyordu. Maili okumayı şimdi bitirmişti. Belli ki, her harfini kalbine kazımıştı. O her harfe işlenen acı feryatlarımın notalarını, kanata kanata ruhuna saplamıştı.

Elimi tam yüzüne doğru götürecekken şu anki hassasiyetinden ötürü çekince hissettim. "Gözyaşlarını silebilir miyim?"

Sorduğum soruya, başını 'Evet' mânâsında sallayarak karşılık verdi. Elini dudaklarının üzerinden çekip gözlerini ekrandan kaydırdı. Bakışları gözlerime kavuştuğunda, göz kapaklarını kırpıştırdı ve göz pınarlarında ne kadar gözyaşı birikmişse, hepsini özgür bıraktı. Ellerim derhal yüzüne sarıldı, ıslak yanaklarını okşaya okşaya kuruladı.

"Ben bu maili hiç okumadım, Barlas." dedi, içindeki yangının dumanlarını sesine yansıtarak.

Meğer yıllarca ayakta uyumuştum...

Onun kuruyan göz pınarlarının ardından, benim gözlerim yaşla doldu. "Mailime cevap gelmişti. Gerçekten sen gibiydin, Ecrin. Mailde yazanlar, senin kurduğun cümlelerle eşdeğerdi ve yazım tarzın da birebir aynıydı. Tırnak işareti yerine kesme işareti kullanışın, her paragraf sonuna üç nokta yerine iki nokta koyuşun, satırların son bulduğunda tersten bir gülücük ekleyişin... Sen olmadığına dair hiç şüphe etmedim bile."

Bir elini yanağıma koyup sakallarımı anlayışla okşadı. Bu dokunuşu ağlama isteğimi bastırdı. "Beni, senin kadar iyi tanıyan birisi yazmış o maili sana ve ben ne yazık ki, kim olduğunu biliyorum."

Aklıma gelen ilk kişiyi tahmin ettim. "Baban mı?"

Şaşkın ve bir o kadar da meraklı gözleri yüzündeki hüsranı dağıttı. "Babamla senin aranda bir şeyler mi geçti?"

Bu konudan hiç bahsetmek istemiyordum. Yediğim hakaretleri sindirmek için çok çaba sarf etmiştim. Mümkünse tüm olan bitenin bahsini açmadan geçmişin sığ sularında gömülü bırakmak istiyordum.

Tamamen durulan gözyaşları sebebiyle, ellerimi yanaklarından ensesine indirdim. Başını kendime doğru çekerek dudaklarımı alnına bastırdım. "Boş ver. Daha fazla geçmişi kurcalamayalım."

Ellerini çeneme yerleştirip başımı aşağı doğru büktü. Bakışlarında tatlı bir ısrar gizliydi. "Aranızda bir şeyler geçtiğinin farkındayım. Önce bana, babamın attığını düşündüğümüz o maili okut. Ardından bana aranızda ne geçtiyse anlat, lütfen. Aramızda gizli saklı bir şeyler kalmaması için, yap bunu."

Bana o tatlı bakışlarla bakmayı sürdürürken ona kafa tutmamın imkânı yoktu. Tek bir bakışı ve sözü ile beni dize getirmeyi başarmıştı, her zamanki gibi... Bu kadar kolay yelkenleri suya indirmekten hoşlanmasam da, kalbimin hâkimi oydu ve gerekirse kalemini kırıp beni idama sürükleyebilirdi.

"Tamam, nasıl istersen."

Ellerimi ensesinden çektikten sonra bakışlarımız arasında yüzen dalgaları dindirdim. Dizlerimin üzerinde duran laptoba uzandım ve beni kahreden o maili açtım. Ağlaya ağlaya kaç kez silmeye yeltenmiştim ve her yeltenişimde, sırf ondan bana kalan can yakıcı da olsa bir hatıra olduğu için, vazgeçmiştim.

Bilgisayarın ekranını, onun görüş alanına uygun bir biçimde ayarladım. Gözleri hemen ekranda yazanlara odaklandı. Bakışlarının iki yana olan hareketi sayesinde, maili okumaya başladığını idrak edebiliyordum. Biraz hafızamı zorlasam, orada yazan her şeyi ezberimden harfiyen söyleyebilirdim. Bu mail, yıllar boyunca üzerimde büyük bir travmatik etki bırakmıştı, bu yüzden zihnimde gölgeye düşmesi imkansızdı.

Ruhumda derin pençe izleri bırakan bu yırtıcı cümlelerin hiçbiri, Ecrin tarafından yazılmamıştı. Yok yere kendimi hırpalamış da olsam, onun o cümleleri kurmamış olması içime su serpmişti. Bu yüzden, incinmekten korkmadan maili okuyabilirdim. Çok çoğu sinirlenirdim. Sinir, ızdırabın yanında devede tüy kalırdı.

Kendimi cesaretlendirişimin ardından gözlerim ekranda yazanların peşine dolandı.

~

20 Aralık 2014 18:42
Kimden: [email protected]
Alıcı: [email protected]

Merhaba.

Sen beni terk edeli bir yıl oldu ve geçen bu zaman, benden çok şey alıp götürdü. Mailini gördüğümde kalbim bir kez bile hızlanmadı mesela, yazdıklarını okurken içimde biten hislerin hiçbiri dirilmedi. Artık çok geç, Barlas. Yazdıklarının kalbimde bir değeri yok; çünkü ben seni çoktan unuttum..

Yirmi yaşına ayak bastım. Bundan sonra ilerleyen her yaşımda, senin 'Küçüğün' olmadan hayatımı sürdüreceğim. Lütfen, sen de benim yokluğumu kabullen. Yaşanan güzel günler adına, acı çekmeni istemem. Bu yüzden bunca zaman nasıl bensiz kalabildiysen, bundan sonra da aynı şekilde yaşamını idame ettir..

Sana verecek bir adresim yok benim. Senin ardında beklediğin kapıyı açamam artık. Ben o kapıyı bir kere kapattım çünkü. Şimdi ardında başkasının beklediği bir kapıyı araladım. Hayatımda her şey yolunda gidiyor. Sonunda kendime mutlu bir hayat kurdum. Seninle birlikteyken yaşadığım mutlu anları toplasan, bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdı. Sen bana acı dolu bir hayat sundun. Şu anda önüme sunulan güzelliklerin haddi hesabı yok. Hayatımın kışını seninle atlattım, şimdi baharın sefasını sürüyorum. Böyle bir durum karşısında, sana bir şans vermemi bekleme benden. Sana verebileceğim tek şey, hayatın için iyi dileklerde bulunmak..

Çok mutlu ol, Barlas. İçimde sana karşı hiçbir kızgınlığım ve de kırgınlığım kalmadı. Beni her ne için terk ettiysen, bu benim için bir önem arz etmiyor. Evet, ilk zamanlar bunu hazmedemedim; fakat böyle bir felaketin, hayatımı tepetaklak etmek yerine düzene sokacağının bilincinde değildim. Bu ayrılık benim için bir dönüm noktasıydı ve o noktadan paramparça değil, sapasağlam döndüm. Bu yüzden, hakkımı da helal ederek azad ediyorum seni..

Beni bekleme. Ne o Alışveriş Merkezinde ne de herhangi bir zaman diliminde. Hiçbir zaman gelmeyeceğim. Sen de hayatını bir düzene koy ve beni unut. İnan bana, bizim yaşadıklarımız aşk değildi. Yalnızca bir hevesti, belki de takıntı. Bu sahte aşk hissiyatından kurtulduğunda, bana hak vereceksin..

Kendine çok iyi bak ve bir daha bana bir şey yazma, lütfen.

Hoşça kal.. (:

~

Satırları okumayı bitirdiğimde, bir kez daha ne kadar aptal yerine koyulduğumun farkına vardım. Döktüğüm her damla gözyaşı boş yere harcanmıştı. Bunlar bir yana, Ecrin'in gerçek hislerinin burada yazanlar olduğuna inanmıştım ve ona koşmak isteyen ayaklarımı, kendi ellerimle zincirlemiştim.

Ecrin öfkeyle laptobun ekranını aşağı doğru eğerek kapattı. Çantanın içerisine de yerleştirdikten sonra, fermuarını çekerken kendi kendine bir şeyler mırıldanmaya başladı. Ne dediğini işitmemin mümkünatı yoktu. Gözlerini denize dikti. Bu defa dalgaların şekillendirdiği kıyıya bakmak yerine, uzaklara bakındı.

"İyi misin?" dedim.

Sorduğum soru onu tetikledi ve içinden geçenleri diline yöneltti. "Ankara'ya taşınırken Aras'a sosyal medya hesaplarımı kapatması için şifremi verdim. Tüm hesaplarım için aynı şifre geçerliydi. Mail adresim için de... Mail adresime giriş yapan Aras'tı; fakat yazan babamdı. Aras beni bu kadar iyi tanıyamaz; çünkü ona hiç olduğum gibi davranmadım. O bu yazım tarzımı bilemez, hele de benim cümlelerime benzer cümleleri bu kadar kusursuz yazamaz. Bunu abim bile yapamazdı. Bir tek babam yapabilirdi."

O adamdan her şeyi bekliyordum. Ecrin'i benden uzak tutmak için, benim canıma dahi kıyardı.

"İkisi el ele verip bizim yeniden birlikte olmamamız için sonuna kadar savaşmışlar."

Başını önüne doğru büküp güçlükle fısıldadı. "Bu savaş hiç adil değil."

"Adil olsalardı, aşkın karşısında hiç şansları olmazdı."

Kumun üzerinde bedenimi kaydırıp aramızda hiçbir mesafe bırakmadım. Kollarımla onun küçük bedenini sarıp sarmaladım. Saçlarını koklaya koklaya öptüm. Başını kaldırıp yüzüme bakmasa da, bedenini bana doğru eğdi. Yüzünü göğsüme yaslayıp derin derin soluklandı. Kokumun ciğerlerinde dalgalanıyor olduğunu bilmek, içimi ısıttı.

"Anlat." diye fısıldadı, ağlamaya ramak kalmış ses tonuyla. "Babamla aranızda ne geçti?"

Onun isteğini geri çeviremezdim. Ona, hatırlamak bile istemediğim tüm detayları anlatacaktım.

"Her şeye en baştan değineceğim," dedim ve bu maili okuduktan sonra olan biten her şeyi gün yüzüne vurmak için ilk cümlelerimi kurdum. "Biz ayrıldıktan 10 ay sonra tedavim son buldu. Taburcu olduktan sonra, 2 hafta boyunca sana ulaşmaya çalıştım. Telefon numaranı kapatman, sosyal medya hesaplarını kaldırman ve açık adresinin belirsizliği nedeniyle sana bir türlü ulaşamıyordum. En son çare olarak kendimi sana mail yazarken buldum. Mailime 2 ay sonra cevap geldi ve cevap gelene kadar da seni farklı yollardan bulmaya çalıştım, olmadı. Gelen maili okuduktan sonra ise, kendi köşeme çekildim. Ailemi kaybettikten sonraki yaşantıma geri dönmüştüm sanki... Çok nadir dışarı çıkıyordum, Erkin ve Duhan ile eski samimiyetimi yitirmiştim, gece güç uyuyor ve ikindiye kadar uyanmıyordum, çok fazla yemek yiyor, aşırı derecede spor yapıyordum... Özetle, senin yokluğunu hazmetmem çok uzun uğraşlarımı aldı."

Ellerinden birini omzuma uzattı. Parmakları, boynumla omzum arasında gidip geldi. "Maili okuduktan sonra bana ulaşmaya çalışmadın mı?"

"O mailin senden geldiğine inandığım için, sana ulaştığımı sanıyordum ve seni rahatsız ettiğim düşüncesinden ötürü elim kolum bağlandı. Ta ki, Erkin senin Ankara'da olduğunu iddia edene kadar... Bundan emin olabilmek için Erkin ile birlikte Ankara'ya gittim. Erkin'in haklı olduğunu, apartmandan çıktığın vakit anladım. Ne yazık ki, yanında Aras ve kucağında da kızınız vardı."

"B-Barlas.." dedi, şaşkınlığını bariz bir şekilde ortaya seren ses tonuyla. "Her neyse, önce sen anlatacaklarını bitir."

Ne söylemek istediğini merak etsem de, beni dinleme arzusunu ön planda tuttum. Onun söyleyeceklerini ertelemek istiyordum; çünkü muhtemelen söyleyeceklerinin odağında Aras vardı. Aras'ın ismini duymak, hele de Ecrin'in ağzından duymak kadar moralimi alaşağı eden bir şey yoktu.

"Erkin sizi gördüğümüz gün, babanla konuşmuş ve bana Aras'ın kucağında gördüğümüz bebeğin ikinizin çocuğu olduğunun haberini verdi. Bu haberi duyunca, tahmin ettiğim için şaşırmadım; fakat sarsılmama engel olamadım. Her şeyi sindirip İstanbul'a dönmeyi düşündüm. Bu beni çok fazla zorladı. Seninle yüz yüze konuşma kararı aldım. Erkin İstanbul'a dönünceye dek Ankara'da kaldım. Erkin dönüş yolundayken ise apartmanınızın önüne geldim. O gün sen; İrem ve kızınla birlikte eve döndün. Sizi görür görmez, arabadan inip yanınıza gelecektim. Nasıl oldu bilmiyorum, sanki bir şey beni arabanın direksiyonuna prangaladı."

Hayal kırıklığı, Ecrin'in bedeninde sönük bir titreme ile belirdi. "Daha sonra da gelebilirdin? Onca yıl boyunca, bir kez bile mi bana gelmek için prangalarını sökemedin?"

Bir elimle onu sıkıca belinden sarıp bedenime sabitlerken diğer elimi de boynuna sardım. Bir yengecin kıskacına sıkışmış gibi kollarımın arasında tutuklu kaldı. Gözleri henüz gözlerimin kıskacına yakalanmamıştı. Bana bakmamak için inadının bileklerine sarılıyordu. Parmaklarımla ensesindeki saçları okşayarak inadını kırmayı denedim. Fayda etmeyince, göz bebeklerinin ışığında içimi dökmek yerine, içimdekileri karşımdaki karanlık denizin derinliklerine gömdüm.

"O prangaları söktüm, Ecrin. Hem de o günün ilerleyen saatlerinde, yaptım bunu. Sana geldim, kapının önüne kadar yanaştım. Ta ki, babanla karşılaşıncaya kadar..."

Sözlerim onun inadını ekarte etmeyi başardı. Başını göğsümden kaldırıp gözlerimdeki muhtaçlığı bakışlarıyla doyurdu. Bakışlarındaki hayal kırıklıklarının parçalarını bir araya getirdi ve bu defa, bakışlarına kalabalık hisler istila etti. Endişe, merak, hüzün... Gözleri, bütün bu hislerin göğsünde atan bir kalp gibiydi.

Bakışlarımız, iki balıkçının savurduğu oltaların üst üste takılması gibi birbirine dolanmıştı. Sarmaşdolaş ruhlarımızın kopmaya yüz tutmuş hıçkırıkları vardı. Üstümüze kara bulutlar çökmüştü ve her an kirli yağışlarıyla bizi ıslatabilirdi.

O yağmuru üzerimize yağdırmayı göze aldım. Gözlerime takılan oltanın ipini kestim. O gün, o kapı aralandıktan sonra, bütün olan biteni zihnimde oynatıp gözlerimin üzerine örttüğüm göz kapaklarıma yansıttım.

~

Heyecandan her uzvum titriyordu.

Onu görmeyeli koskoca iki yıl geçmişti. Yüzünü, gözlerimin önünde canlandırmak gün geçtikçe zorlaşır bir hâl almıştı. Fotoğrafları olmasa, hafızama kazınan yüzünün hatlarını tazeleyemezdim. Rüyalarıma bile hiç uğramıyordu.

Acaba yüzü hiç değişmiş miydi? Sahi, ne kadar değişebilirdi ki? O güzel yüzünden ne kadar eksilse de, benim gözümde onun güzelliğiyle eşdeğer hiçbir şey olamazdı. Onu arabadan seyrederken, saçlarını topuz yapmıştı. Kim bilir, iki yıl önce sırtını aşan saçları şimdi beline değiyordu ya da makas kesikleriyle omuzlarını süpürüyordu... Sanki, daha da zayıflamıştı. Zayıf bedeni daha da ince ve güçsüz görünüyordu. Dayanamaz da karşımda görür görmez sımsıkı sararsam onu, kemikleri tenime saplanırdı. Kollarımın arasında unufak oluverirdi.

Ona sarılmanın hayali bile hasretimi fitilliyordu. Kokusuna bu denli muhtaçken aldığım her solukta boğulasım geliyordu.

Buz kesmiş elimi zilin üzerine koyduğum vakit, dış kapı o an içerisinde açıldı. Kalbim, bu ani yüzleşme karşısında hızını arttırdı. Nefesim birbirine kenetlenen dudaklarımın ardında kapana kısıldı. Gözlerim karşımda duran bedeni bulduğunda, hevesim kursağıma bir heyelan gibi devrildi.

Yüzleştiğim kişi, Ecrin'in babasıydı. Engin Karayel...

Göz göze geldiğimizde, kapının dışına bir adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttı. Kapıyı sessizce örttükten sonra elini kapının tokmağından çekti. Elleri kendi ellerimle, özenle ütülediğim gömleğimin yakalarına asıldı. Beni birkaç adım geri itti; ama bir an olsun yakamı bırakmadı.

Sesini kısık tutmaya özen göstererek öfkeli bir ses tonuyla konuştu. "Senin burada ne işin var, şerefsiz herif?"

Hakaretini duymazdan gelip sakince cevap verdim. "Engin Bey, Ecrin ile görüşmem gerek."

"Onun seninle görüşecek hiçbir şeyi yok. Derhâl def ol buradan!"

"Gidemem..." dedim ve başımı çaresizce iki yana salladım. "Onunla bir kereye mahsus da olsa konuşmalıyım."

"O, bunu istemiyor, o artık seni istemiyor. Git buradan... Hemen!"

Yaşaran gözlerime inat, isteğimi savunmaktan vazgeçmedim. "Anlatacaklarımı anlatmadan, soracaklarımın cevabını almadan hiçbir yere gitmem. Gitmem için, ancak beni öldürmeniz gerekir."

Yakalarımı daha fazla kırıştırıp beni kendine doğru bir adım daha yaklaştırdı. Alnı neredeyse alnıma değiyordu. "Kızımın hayatından istediğin gibi çıkıp öyle damdan düşer gibi giremezsin. O, seni unuttu ve bir daha hatırlamayacak bile."

O, beni unutmuştu. Tüm benliğiyle ardında bırakmıştı beni. Ne yazık ki, kendini de bende unutmuştu.

"Beni unutsa da, onu neden terk ettiğimi bilmeli. Hayatı boyunca bu sorunun cevabının noksan kalmasını istemiyorum. Benim de cevapsız kalmış sorularım var."

"Bak, çocuk!" dedi, birbirine kenetlediği dişlerinin arasından. "Benim hakkımda herhangi bir sorunun cevabını bulamazsan, bu senin için önem arz etmez; çünkü benim kalbinde yerim yoktur. Bu yüzden kızıma ne anlatacak olursan ol, onun için hiçbir şey değişmeyecek; çünkü kalbinden sildi seni. Değil hayatı boyunca aklında seninle ilgili bir soruyu barındırmak, bir gün boyunca adını hatırlamaya tenezzül etmiyor artık. Bir insanın kalbinden silindiysen, aklında da yerin olmaz."

İşittiğim kelimeler, bir idam mahkûmunun boğazına sarılan halat gibi sıktı boğazımı. Birazdan ayaklarımın altında ne varsa kayacakmış gibi hissediyordum. Söylemek istediğim çok şey vardı; fakat susmaktan başka çarem yoktu.

"Ecrin kendine tertemiz bir sayfa açtı. Hayatında her şey yolunda ve ne İzmir'de ne de İstanbul'da göremediğim kadar mutlu. Bana seninleyken olanlardan bahsetti. Senin düşmanlarının ona yaşattığı kötülüklerden, organ mafyalarından... Hayalini kurduğu film bile tutmadı, hep senin uğursuzluğun, beceriksizliğin yüzünden. Kızıma gün yüzü göstermedin, şimdi bırak da hayatını yaşasın. Sen önce kendi hayatını düzelt, sonra gel benim karşıma dikil. Böyle bir herifi değil kızımla bir saniye olsun yüz yüze getirmek, gölgesini bile üzerine düşürmem."

Gözlerimi dolduran gözyaşları birer birer yanaklarıma aktı. "B-Ben... O kadar mı berbat bir herifim?"

Bana acımaktan öte, tiksinirek baktı. "Evet, sen benim kızıma layık değilsin. Ne bir ailen var ne bir vasfın. Git kendin gibi vasıfsız ve kimsesiz birisini bul. Ben kızımı sokaktan bulmadım. Senin gibilerin önüne peşkeş çekeceğime, geberirim daha iyi."

Elleri yakalarımı terk ettiği an, yerin dibine çekiliyormuş gibi hissettim. Zemin, halı gibi ayaklarımın altından çekildi. Dengemi de, özsaygım gibi yitirip yere serildim. Gururum gibi ayaklar altındaydım şimdi...

Daha önce hiç böylesine aşağılanmamıştım.

Adam arkasını dönüp cebinden anahtarını çıkarttı. Kapının kilidine yerleştirdi ve tam anahtarı çevirecekken boğazımın düğümü çözüldü.

"Ecrin'in bir bebeği var, değil mi?"

Bir anda bedeni kaskatı kesildi; fakat hiç düşünmeden cevap verdi. "Evet."

Ürkerek son bir soru daha sordum. "Aras'tan mı?"

Bir an olsun bana doğru dönmeden ve hiç tereddüt etmeden cevap verdi. "Evet."

Boğazımdan sesli bir hıçkırık firar etti. Ecrin, gerçekten mutluydu. Daha yeni bir bebeği olmuştu, ailesinin yanıbaşındaydı ve çocuğunu babasıyla birlikte büyütecekti. Onun hayatında bana yer yoktu.

Yazdığı mailde de söylediği gibi, hayatının kışını benimle atlatmıştı ve şimdi baharın sefasını sürüyordu. Ben, baharı yalnızca Ecrin hayatımdayken tatmıştım. Onun dışında, hayatım kıştan ibaretti.

Adam kapıyı sessizce araladı. Tam içeri girecekken ona son sözlerimi söyledim. "Kafamdaki sorunun cevabını aldım ve Ecrin'e anlatacaklarımın da bir mânâsı olmadığını anladım. Beni bizzat kendisi istemediğini belirtmişken buraya hiç gelmemeliydim; fakat bir umut onu son kez görebilirim sanmıştım. Zaten berbat olan hayatımı, daha da berbat hâle getirdiniz. Beni aşağıladınız, gerçeklerle acımasızca vurdunuz... Anlamadığım kısım ise şu: Kalbinde yerimin olmadığı bir kadın söz konusu ve bu kadının beni görmesi neyi değiştirir ki? Verdiğiniz örneğe dayanarak söylüyorum. Sizi karşımda görmek benim için önem arz etmiyor; çünkü benim kalbimde yeriniz yok. Bu durumda, Ecrin beni unutmuşken neden onun beni görme olasılığı sizi bu kadar rahatsız ediyor?"

Araladığı kapıyı neredeyse örtecek kadar kendine doğru çekti. Gittikçe öfkeyle gürleyen bakışlarını, gözlerimde söndürdü. "Ona geçmişini hatırlatmanı istemiyorum. Bunu mail atarak bir kere yaptın ve bu durum onu aşırı derecede irite etti. Senin ona karşı hislerinin sevgi değil de, saplantı olduğunu düşünüyor. Büyük bir travma atlattı, Barlas. Şimdi onun karşısına çıkman, ona korkuyu empoze edecektir. Sana karşı zerre güveni yokken bir kızının olduğunu, Aras ile ilişkisinin olduğunu öğrendiğini duyarsa, iyice endişeye kapılır. Bu saplantın yüzünden, onun hayatını bir kez daha mahvetmenden korkar. İşte bu yüzden gitmeni, onunla yüzleşmemeni istiyorum. Sırf kızım için, torunum için ve oğlum bildiğim Aras için."

Birileri göğüs kafesimin içine bir kürek daldırmıştı ve kalbimi canlı canlı söküp avuçlarımın içine bırakmıştı. Kalbim, avuçlarımın içinde can çekişirken kan ve revan içinde durmuş, ölümün bahşettiği son saniyeleri yaşıyordum. Hayatım bir film şeridi gibi değil de, acı silsilesi gibi gözlerimin önüne dökülmüştü. Dökülen onca acının içinden, Ecrin'le vedalaştığım geceyi eşeleye eşeleye buldum. Kollarımın arasında kıvrılmış, derin uykusunda huzurla uyuyordu. Ben de kokusunu sükûnetli gözyaşlarım eşliğinde, doyasıya içime çekiyordum.

Bu benim ilk ölümüm değildi ve muhtemelen son da olamayacaktı. Bu sevda, beni somut ölümün kollarında boğuncaya dek, kim bilir kaç kere daha ölecektim.

Ellerimden destek alarak düştüğüm yerden güçlükle ayaklandım. Avazım çıktığı kadar haykırasım vardı; fakat sesimi Ecrin'e duyurmamak için fısıldarcasına konuştum.

Benim sesimi duymamalıydı, varlığımdan haberdar olmamalıydı; çünkü ben onun için korku ve endişeden başka bir şey teşkil etmiyordum.

"Bir daha karşınıza çıkmayacağım. Bu mutlu yaşantınızı varlığımla bile tehdit ettiğim için özür dilerim. Beni kızınıza layık görmemekte haklısınız, o her şeyin en güzelini hak ediyor. Ölen dirilmediği için, kimsesizliğime bir çare bulamam belki; fakat beceriksizliğime ve vasıfsızlığıma en kısa zamanda bir çare bulacağım. Bunu gelecekte kızınızın hayatına girebilmek için değil, onun geçmişinde bir utanç olarak kalmamak için yapacağım. Ben, beni aşağıladığınız tüm zayıflıklarıma bir çare bulurum; fakat siz beni zaaflarımla inciten vicdansızlığınıza bir çare bulamazsınız. Ona yaşattığım tüm acıların bedelini ödüyorum ve ödemeye de devam edeceğim, içiniz rahat olsun. Ecrin'e, torununuza ve gerçek oğlunuz yerine koyduğunuz Aras'a çok iyi bakın. Erkin'e iki yıl boyunca ailenin bir parçası değil de, yabancı birisi gibi davranmanızın nedeni, kendinizi avutacak bir oğul bulmanızmış meğer. Şunu unutmayın ki, bir zamanlar bana da 'oğlum' diyordunuz. Hayat bu; bugün 'oğul' dediğiniz yarın 'vasıfsız' oluverince, Aras yerine Erkin'i sayıklamayın sakın."

~

Göz kapaklarıma dokunan parmakları, gözlerimi aralamamı tetikledi. Acıyla harmanlanmış yansımamın hayali, içimi karartmıştı. Şimdi ise gözlerimin önünde bir cennet vardı. Mavi şelalerini bakışlarıma akıtan gözleri, ipekten dokusuyla içimi okşayan teni, gül fideleriyle ruhumu saran dudakları ve sonbahar yaprağıyla yüreğime savrulan saçları vardı. Kokusu... Kokusu ise cennetin ta kendisiydi. Tarifi yoktu, benim için ulaşılması en uç güzellikteydi.

"Anlatmaya devam etmeyecek misin?"

Sorusu beni gerçeklik boyutuna sürgün etti. Ona yaşadıklarımı hafifleterek anlatmaya çalışacaktım. Benim yüzümden babasına gönül koymasını istemiyordum. Ben babamın yanık cesedini kucaklamıştım. O, dirisine sırt çevirmemeliydi. Aile, her şeyden kıymetliydi.

"Baban seninle görüşmeme müsaade etmedi. Önüme dağ gibi dikildi. Beni unuttuğunu, senin karşına çıkmamın gereksiz bir gerginlik yaratacağını, mutluluğuna kıymık gibi batacağımı söyledi. Geçmişim yüzünden sana layık bir adam olamadığım için, senden uzak durmamı istedi."

Gözlerini kısa bir süreliğine yumup derin iç çekişiyle göğsünü havalandırdı. "Seni unutmamıştım ve hiç mutlu değildim."

"Bunu bilmiyordum, bir bilseydim ne dağları yerle bir ederdim."

Gözyaşlarının serpildiği gözlerini aralayıp parmaklarıyla kaşımı okşadı. "Neden bana layık olamazmışsın?"

O an boğazımın düğümleri sıkılaştı. Sesim kursağıma oturdu kaldı. "B-Ben... Kimsesizim, Ecrin. Ailem yok, bir cinayete kurban gittiler. Annem tecavüze uğradı, tecavüzcünün karısı evimizi yaktı. Yetmedi; oğulları sırf seni sevdiğim için, senin üzerinden benim canımı yakmak için, sana tecavüz etmeye kalkıştı. Bunların haricinde, eksik bir adamım ben... Eski sevgilim sıfatındaki kadın böbreğimi aldı benden. Her ne kadar benim payım olmasa da, aynı şeyi neredeyse sana da yaşatacaktı. Başlı başına uğursuzum işte! Bu uğursuzluğum yüzünden, senin hayalini de mahvettim. Birlikte oynadığımız film tutmadı. Ben sana mutsuzluktan başka bir şey veremedim, özür dilerim."

"Şşhh!" dedi ve kaşımın üzerindeki parmağını dudaklarıma bastırdı. "Bu saydığın nedenlerin hiçbiri seni değersiz kılmaz, Barlas. Bunların bir tanesi dahi senin elinde değildi. Sen uğursuz değilsin, eksik de değilsin. Hele kimsesiz, hiç değilsin."

Sözleri, kalbimi sıcacık bir pamuğun arasına sardı. Gözlerim dolu dolu bir hâlde ensesindeki elimi yanağına yerleştirip dudaklarımı, beni merhem gibi iyileştiren sözcüklerin döküldüğü dudaklara değdirdim. Bilmediği bir melodinin sersemliği vardı dudaklarında. Dudakları hareketlendiğinde, dudaklarım bu hareketin ritmine uyum sağladı. Soluğum kesilene kadar, usulca öptüm dudaklarını. Geri çekildiğimde; nefes ciğerlerime, huzur da kalbime yol aldı.

"Kusura bakma, dayanamadım. Çok öpülesiydin." dedim, yüzümdeki sarhoş tebessümle.

"Elimde bıçak olmadığı zamanlarda, ne zaman istersen öpebilirsin beni." dedi ve ellerinden biri sol yanımda açtığı bıçak yarasını kumaş üzerinden okşadı.

Yanağındaki elimi çekip sol yanımda yaslı duran elinin üzerine koydum. "Evrendeki tüm bıçakları cehennemin dibine gömüp seni sonsuza kadar öpesim var, Ecrin. Böylelikle cennet, dudaklarımın altına serilmiş olur."

Yüzünde o kadar geniş bir gülümseme belirdi ki, dudakları yay gibi gerilirken elmacık kemikleri dolgunlaştı. "Barlas... Bana 'Küçüğüm' der misin?"

Kalbim, sevinçten takla attı. Göğüs kafesimdeki bu ani kıpırtıyı hissedebilmesi için, elini göğsüme iyice bastırdım. Sıla hasretiyle yanıp tutuşan yüreğim, nihayet dile getirmek istediği kelimeyi iki dudağımın arasına sığdırdı.

"Küçüğüm..."

Dudaklarım bir kez daha yüzüne uzandı; ama bu defa dudaklarındaki şehvet zehrini tatmadan yüzünün her köşesine buse kondurdu. "Benim güzeller güzeli, cennet kokulu küçüğüm..."

Ardı arkası kesilmeyen öpücüklerim onu huylandırmış olacak ki, kıkırdaması ile dudaklarım durakladı. Onun ay ışığında parıldayan inci dişleri, gülerken kısılan mavi gözleri ve hafiften kırışan minik burnu mutluluğuma mutluluk kattı. Bu sevimli hâllerini görüyor olmak, rüyadan farksızdı. Ben bunca zaman ona hep acı vermişken şimdi mutlu ediyor olmam inanılmaz bir histi.

Onu seyrettiğimi fark edince kıkırdamaya bir son verdi. Yine de gülüşü, dudaklarında asılı kalmıştı. "Sana ikinci şansı vereceğimi bariz bir şekilde belli etmiş olmalıyım."

Hayran kalmışlığıma bir kez olsun ket vurmadan ona bakmayı sürdürdüm. "Şükürler olsun. Bunca yıl geciktik birbirimize; fakat kavuştuktan sonra tüm acılarımızı unutacağımıza şüphem yok."

Yüzünde derin bir uktenin elleri belirdi ve tebessüme dair ne varsa silip süpürdü. "Barlas, sanırım sana son bir sorum daha var, müsaade edersen."

"Tabii."

"Ünlenmenin nedeni neydi peki? Seni unuttuğumu zannettiğinden dolayı, bana karşı öfkeni dindirmek için mi yaptın bunu? Benim hayalimi yaşayarak beni alt etmek için mi?"

Bu düşünceleri, karnımda takla atan kelebekleri uyuşturdu. Her biri, karın zarıma gömüldü. Sorsan, beni herkesten iyi tanırdı; fakat bana herkes gibi yabancılaşmıştı. Onu incitmek isteyeceğimi, ya da ondan intikam almayı arzulayabileceğimi nasıl aklından dâhi geçirebilmişti?

"Yeteneğim olan alana yönelerek oyunculuk yaptım ve böylelikle vasıfsızlığımı ortadan kaldırmış oldum. Birçok reklam filminde, dizilerde, hatta kliplerde bile oynadım. Ünlendim. Ünüm sayesinde birçok kitlelere ulaşıp verdiğim her röportajımda, yer aldığım ilk filmi izlemeleri için hayranlarımı teşvik ettim. Benim beceriksizliğim yüzünden izlenmeyen filmimizin kariyerini kurtarabilmek için... İyi bir oyuncuyum, mütevazı olamayacağım. Sen de çok iyi biliyorsun ki, oyunculuktan hep nefret ettim. Göz önünde bulunmak benim için, içinden çıkılmaz bir kâbustu. Sırf senden, beni unutmanın intikamını almak için, bu kâbusa katlanamazdım. Hele ki, senin canını yakmayı hiç istemezdim. Tek istediğim: Vasıfsızlığımı ve beceriksizliğimi telafi etmekti. Bir de, geçmişinde anarken utanç duymayacağın bir adam olabilmekti. Anarken pişmanlık duyduğun değil de, övündüğün..."

Bakışlarına mahcubiyetin kırıntılarını serpti. "Ben ise, seni ne zaman televizyonda görsem kanalı değiştirdim, afişlerine denk gelsem gözlerimi başka yöne çevirdim, röportajlarının hiçbirini izlemedim... Senin başarın beni sevindirmek yerine, incitti. Kendi mutsuzluğum yüzünden, senin mutluluğunu hazmedemeyecek kadar bencilleşmiştim. Filmimizin sonradan çok izlenmiş olması, gururumu okşamadı. Tam tersine, dışarda tanınmaktan korkmama neden oldu. Senin eski sevgilin olarak anılmaktan tiksinecek kadar nefret ediyordum senden."

Bana karşı hiçbir his barındırmadığını sandığım her gün, gönlünde bana karşı birçok his taşımıştı. Aşkını yitirmemişti ve bana karşı öfkesi, aşkının üzerine nefret ağları örmesine neden olmuştu. Ben de, onun beni unutmuş olduğunu sanarak bana mutlu göstertilen hayatına teslim etmiştim onu.

Meğer, o hayat kocaman bir cehennemmiş ve o cehennemin alevlerini söndürebilecek tek kişi ise, benmişim.

"Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış. Sen, seni sebepsizce terk ettiğimi ve sana hiç gelmediğimi sanarak benden nefret ederken ben de, senin beni unutup mutlu bir hayat inşa ettiğine inandırılarak sana gönül koydum. Her seçim bir vazgeçişti. En başında; ölümümle sana yıkım yaşatmamak için, sonrasında da çocuğun ve çocuğunun babasıyla yaşadığın mutlu hayata gölge düşürmemek için vazgeçtim senden. Vazgeçtiğim her seferde, senin mutluluğunu seçtim."

Hasta olduğum zamanlarda dahi, Ecrin'e gidemediğim zamanlardaki kadar çaresiz değildim. Kaç kere ona gitmek için yola çıkıp o yollardan yakararak geri dönmüştüm. Onun mutlu sandığım hayatını mahvetmeyi göze alacak kadar özleminden harap olmuştum. Onu kaçırıp bir yere hapsetmeyi ve ölünceye dek onunla mutsuzluk içerisinde yaşamayı bile düşünmüştüm.

Şairin de dediği gibi: "Asıl çaresizlik derdin devasız olması değil; birini iyi edecek şeyin, diğerinin kadehine zehir olmasıdır." Ecrin'in varlığı beni iyi edecek tek çareydi ve ben onun kadehine zehir olmamak için, çaresizlik içinde kıvranmıştım.

Kalbimin üzerindeki elini yumruk hâline getirdi. Dudaklarını birbirine bastırıp kısılan gözlerinin arasından dökülen birkaç damla gözyaşını tutamadı. "Çocuğumun babasıyla mutlu bir hayat yaşayamadım."

Yumruk yaptığı elini sımsıkı kavradım ve belinde duran elimi, bir kez daha yanaklarını kurulamak için yüzüne doğru götürdüm. "İznin olursa, kızını ve seni mutlu etmek için harcayacak bir ömrüm var. Gerçi... Buna sen izin versen de, babasının izin vereceğini zannetmiyorum."

Başını iki yana yavaşça salladı. "O kadar aptalsın ki..."

"Aşk başlı başına aptallıktır zaten." dedim ve gözyaşını sildikten sonra yanağını okşamaya devam ettim.

Yüzündeki ciddiyet hiç yumuşamadı. "Barlas... Kızımın adını biliyor musun?"

"Hayır. Söyler misin?"

Tekrardan yaşarmaya başlayan gözleriyle bana içli içli baktı. "Mayıs."

Kalbime kızgın bir demir değmiş gibi irkildim. "Mayıs mı?"

"Evet." dedi ve gözlerine dolan yaşlar yine yanaklarında yer edindi. "Mayıs sineğinin kızı, bizim aşkımızın bir parçası..."

Boğazım düğümlendi. Bir süre yutkunamadım. "Aras... Aras'ın bundan haberi var mı?"

Bir anlık öfkeyle çıkıştı. "Onu alâkadar etmez."

"Ama-"

Sesini biraz daha volümlendirerek lafımı kesti. "Aması falan yok, Barlas. Beni dinle, bir yorumda bulunma!"

Öfkesi gözümü korkuttu. Bu yüzden hiç sesimi çıkarmadan yalnızca başımı salladım. Kalbimin üzerindeki elini, elimden kurtarıp geriye doğru çekildi. Yüzündeki elim öylece havada kaldığında, şaşkın bakışlarla gözlerine bakıyordum. Benden uzaklaşma ihtiyacı duyması, güvercinin kanadına değen taş gibi ürküttü beni.

"İstanbul'u terk ettiğimde, ilk durağım İzmir oldu. İkinci durağım ise, Ankara. Babam, annem, İrem ve Aras da peşimde sürüklendi. Ayrı olduğumuz 6 yıl boyunca, hep yanıbaşımdaydılar. Çocuğuma bakarken, acımla baş ederken hep bana destek çıktılar. Mayıs, bir şeyleri akıl edebildiğinde babasını sorgulamaya başladı. Ona, babasının öldüğünü söyledim. Cennetten bizi izlediğini... Çünkü ona gerçek babasını anlatamazdım. Bunu kaldıramazdı. Her gün, babasının cennetten dönebileceği umuduyla bekledi. Dönebileceğini kim bilebilirdi ki?"

Ne demek istiyordu? Söylediklerinden hiçbir şey anlayamıyordum.

Gözlerinden akan yaşları kendi elleriyle sildi. Yüzünden büyük bir acı parçası devrildi ve düştüğü yerden kopan parçaları üzerime sıçradı. "Babası yaşıyordu; hatta televizyonda, sokaklardaki panolarda, posterlerde görüyordu onu. Ne yazık ki, tanımıyordu. Ona 'Bak kızım, bu senin baban!' diyemiyordum, cesaret edemiyordum. Babasının da haberi yoktu kızından. Beni terk etmeden önce söyleyecektim ona. Söylemek istediğimde defalarca hevesimi kırdı. Beni terk ettikten sonra ise, söylemeye yüzüm kalmamıştı. Bana bıraktığı mektupta bile, benimle bir gelecek istemediğini yazmıştı. Gidip ona 'Ben senin çocuğuna hamileyim!' diyip onu benimle bir geleceğe mahkûm etmeye gururum el vermedi. Üç sezonluk dizi çekecek kadar ünlenmişti, çok zengindi, çevresi de o biçimdi. Ondan bir kızım olduğunu öğrenince, velayetini almak isteyebilirdi. Çevresinin desteğiyle davayı kazanıp kızımı benden kopartabilirdi. Mayıs, benim her şeyimdi, canımdan bir parçaydı. Onsuz yapamazdım. Tüm bunlar yüzünden, kızıma babasını ölü olarak tanıtmak zorunda kaldım. Onu bir başıma büyüttüm. Kimliğinde soy ismine gayri meşru bir çocuk gibi, kendi soy adımı yazdırdım. Mayıs Karayel... Oysa ki, Mayıs Seçkiner yazmalıydı kimliğinde."

Şoktan buz kesilen vücuduma komut veremedim. Öylece durup şaşkınca Ecrin'in gözlerine baktım. Kurduğu cümlelerin hangi sonuca varmak üzere olduğunun farkındaydım; fakat o sonucun üzerimde bırakacağı etkiye hazır olmadığım için, tüm devrelerimi yakmıştım. Kısa bir sessizliğin ardından, Ecrin tekrardan konuştu. Ulaşmam gereken sonucu, bana kulaklarımla işittirdi. İşte o an, yanan tüm devrelerimi kendine getirdi.

"Mayıs'ın babası sensin, Barlas. Mayıs, bizim kızımız."

Kalbime giren kramp ile elimi sol yanıma bastırdım. Kalbimin ağrısıyla yüzümü buruşturdum. Bu sancı, beni iki büklüm edebilecek kadar şiddetliydi. İşittiklerimi idrak edemiyordum, etmek istemiyordum. Tişörtümün kumaşı, avcumun içinde buruşuncaya dek yumruklarımı sıktım. Zihnim, isyan bayraklarını çekmişti. Kafatasımın içinden atmaya çalıştığım tüm gerçekleri, teker teker depoladı. Benimsediğim gerçeklik, kalbimdeki sancıyı hafifletti; çünkü farkında olmadan gözyaşlarımı yüzüme yağdırmıştım. Yumruğumun arasında sıkışan kumaşı çekiştirerek var gücümle haykırdım. Haykırışımla birlikte içimden kopan fırtınalar, bunca yıl ruhumun biriktirdiği tüm acıları etrafa saçtı.

Mayıs, benim kızımdı. Benim küçüğümün goncası, güzeller güzeli kızım...

Mayıs Seçkiner... Bir nevi ölüden farksız olan babasını, gerçek bir ölü zanneden minik bebeğim benim. Baba hasretiyle, minik kalbine bedeninden büyük acılar sığdıran Mayıs'ım...

Öne doğru eğilip diğer elimi de kuma bastırdım ve haykırışlarımın yerini hıçkırıklara devrettim. Elimi, sayısız kez havalandırıp geri kuma gömdüm. Hissettiklerimi hafifletemiyordum. Öfkemi, çaresizliğimi, pişmanlığımı dindiremiyordum.

"E-Erkin, Aras ve b-baban... Bana yalan söylediler. Mayıs'ı, senin ve Aras'ın kızı gibi aksettiler. Ertesi gün hapı içmiştin, hamile kalamazdın. Hamile kalmış olsan bile, bana söylerdin. Rüyamda görmüş olmama rağmen, Mayıs'ın bizim kızımız olacağını düşünemedim. Lanet olsun... Ben cidden aptalmışım. Çektiğim acı yüzünden, hislerimi kullandılar. Beni alt ettiler. B-Beni senden ve kızımdan mahrum bıraktılar."

"Barlas..."

Ecrin'in sessiz yakarışına karşılık bir tepki vermedim. Sanki kendi kendime konuşuyordum. Bakışlarım, kumu döven elimin üzerindeydi. Göz yaşlarım, hıçkırıklarımın elini tutmuş, elmacık kemiklerimden aşağı sürükleniyordu.

"Karnına dokunup kızımın atacağı tekmeleri dinleyemedim, onu dünyaya getirirken elini tutamadım, onun küçücük bedenini hemşirelerin elinden alıp kucaklayamadım, süt kokan yanaklarını öpemedim, bezini değiştirip elbiselerini giydiremedim, ağlayışlarına uyanamadım, 'Baba' dediğinde evi ayağa kaldıramadım, doğum günlerinde mumlarını yakamadım, ona oyuncaklar alamadım, ilk adımlarını göremedim, saçlarını tarayamadım ve öremedim de... Benim, kızıma babalık yapmam gerekirken sana layık olmanın derdine düştüm. Şatafatlı hayatın içinde, sefalet içinde yaşadım. Paranın satın alamayacağı mutluluğum sizdiniz, ben sizi bir başınıza bıraktım..."

Ağlarken nefesim tutukluğa uğradı. Aralık duran ağzımda sessiz hıçkırıklarım boğuldu. Diğer elimi de kumlara gömüp bedenimi yüz üstü yere bıraktım. Güçlükle soluklanırken kum taneleri ağzımdan ve burnumdan içeri doldu. Göz yuvalarımı örten göz kapaklarımın oluşturduğu zifiri karanlığın içinde kaybolmuş gibiydim. Yıkılmıştım. Bu yıkım, balta vurulan bir ağacın toprağa düşüşü gibiydi. Kalın gözüken gövdeme oranla, devrilişim tek bir darbeyle gerçekleşmişti. En hassas noktamdan baltalanmıştım, işte şimdi kumun üzerinde dağılmıştım.

"Baba oldum..." diye fısıldadım, inilti gibi çıkan ses tonuyla.

Yıllar öncesinde bu haberi duymuş olduğumu hayal ettim. Ecrin'i kucaklayıp etrafımda döndürdüğümü ve "Baba oluyorum!" diye haykırırken onun cennet kokan ince boynunda soluklarımın boğuluşunu... Şimdi ise, sahilde tek başımaydım. Izdırapla kavrulmuş soluğum ciğerlerimde tutuşmuştu, üzerine yıkıldığım kum tanelerinde boğulmuştu.

Arabada bakmaya doyamadığım, uyandırmaya kıyamadığım gül kokulu çocuğun yüzünü hatırladım. Dudaklarımda karmaşık hislerle puslanmış bir tebessüm belirdi. Göz yaşlarım, altımdaki kuru kum tanelerini nemlendirdi. Hafif esen rüzgâr ise, etrafımdaki kum tanelerini beni gömmek istercesine üzerime uçuşturdu.

"Özür dilerim, miniğim." dedim, onun masum yüzünün hayalini düşleyerek. "Sana babalık yapamadığım her gün için beni affet."

♧♧♧

Barlas ve Mayıs sahnelerine yer ayıramadım; çünkü bölüm sandığımdan daha uzun tuttu. Bir sonraki bölümde ikisini doyasıya okuyacaksınız, söz veriyorum. 😍

Bölümü nasıl buldunuz? Ben yazarken ağladım, aşırı derecede hislere odaklandım. Yazdıklarım sizi de tesiri altına alabildi mi?

Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın. 💕

Sizi çok seviyorum ve kocaman öpüyorum. Sağlıcakla kalın.❣💋

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynaaaf_

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro