MSOM? -36- ❝Izdırabın Gölgesinde❞
☆BÖLÜMÜ OKURKEN SORUN YAŞAYANLAR VE BİLDİRİM ALAMAYANLAR İÇİN YENİDEN YAYINLANMIŞTIR!☆
Merhaba sevgili okurlarım. Upuzuuun bir zaman sonra ben geldim. 🙋♀️💓
Allah'a şükür eskisine oranla daha iyiyim. Üniversite sınavımı atlattım. (Sınavım iyi geçti,lütfeeen sormayın!😂) Kafamı toparlar toparlamaz yeni bölümü yazmaya koyuldum. Nihayet sizlerleyim. 💖
Çok güzel mesajlar aldım. Gerek buradan olsun, gerek mail adresime gelen mesajlar olsun... Beni seven ne kadar çok insan varmış, cidden beni özel hissettirdiniz. Çoook teşekkür ediyorum. 💗💕
Ah tabii birde saçma sapan mesajlar yazanlar falan da oldu. Onlara hiç girmeyeceğim, gereksizler zaten... 😒😋
Bu arada bundan sonra hakaret içerikli yorum, mesaj falan alacak olursam direkt sileceğim. Hiç kalabalık bile yapmasın diyorum. Canımı sıkmaya zerre değmiyor çünkü. 😂👍
Her neyseee... Nasılsınız bakalım? Özlediniz mi bizimkileri? Valla sizi bilmem ama ben Barlas'ı çok özlemişim yaa... Ama tabii sizi daha çoook özledim. Umarım sizler de beni özlemişsinizdir. 😍😚
Aylar öncesinde MSOM Instagram hesabında bir yarışma olmuştu. Kazananımıza ithaf hediyemiz vardı. Bu bölümü Cansu'ya ithaf ediyorum. Yarışmamıza katılıp hikayemi bu kadar iyi bilmen beni çok mutlu etti canım. Teşekkür ediyorum. Seni seviyorumm...❤💋
@darkprincess0811
**Multimedyada bölümle alakalı fotoğraflar var!**
》Bölüm şarkısı: Dj Xiushka - Lubire《
Neyse sizi fazla tutmayayım hemeen bölüme geçelimm... 🤗😉
Olaydan daha fazla duygu ağırlıklı bir bölüm oldu. Barlas'ın 6 yılda neler çektiğini anlatmamı istemiştiniz, size bu bölümde kısaca özetlemiş olduğumu düşünüyorum. Umarım Barlas'a karşı kindar tarafınız biraz hafifler!!! 🤔🤣
Keyifli okumalar... 😘💝
♧♧♧
36. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
"Geldik."
Aras'ın sesiyle kendime geldim. Kafamı, yasladığım araba camından kaldırıp etrafa bakındım. Aras'ın ablasının yaşadığı apartmanın önündeydik. Sokak lambalarının ışığıyla aydınlanan açık mavi apartmanı göz ucuyla süzdüm. Bir an için arabadan inmek istemedim. Tanımadığım bir insanın evinde kalmak hiç hoşuma gitmezdi. Kendimi insanlara yük oluyormuş gibi hissederdim, fakat şu an için başka bir seçeneğim de yoktu.
Bakışlarımı Aras'a doğru çevirdiğimde, dikiz aynasından arkaya baktığını fark ettim. Başlangıçta bana baktığını zannederken, gözlerim dikiz aynasına kaydığı zaman yanıldığımı anladım. Başını yana doğru çevirip bu sefer de yan aynaya baktığında, bir sorun olduğunu anlayabilmiştim. Tam başımı arkaya çevireceğim esnada, Aras beni sesiyle durdurdu.
"Ecrin sen hemen eve geç. Benim bir yere uğramam gerek."
Söyledikleri içimde hiçbir şüphe bırakmamıştı. Bir sorun olduğundan artık kesinlikle emin olmuştum. Aras arabanın kapısını açıp dışarı çıkar çıkmaz, elim hızla arabanın kapı koluna uzandı. Kapıyı açar açmaz kendimi arabanın dışına attım. Temiz havanın yüzüme çarpışının ardından elimi Aras'ın gergin koluna uzattım. Bilmediğim bir yere mıhlanmış gözleri, dokunuşumu hissettiği an üzerime çevrildi. Gözlerindeki gerilim bana bakmaya devam ettikçe yavaş yavaş etkisini yitirdi.
Elimi kolundan yavaşça uzaklaştırdım. "Bir şey mi oldu?"
Gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Olmadı. Mayıs'a ve yeğenim Hilal'e çikolata sözüm vardı, aklımdan tamamen çıkmış. Bir koşu gidip alıp geleceğim."
Elimi çenesine dokundurup gözlerime bakmasını sağladım. "Gözlerini benden kaçırdığına göre benden bir şeyler saklıyorsun. Eğer saklamıyorsan, ben de seninle geleceğim."
Elimi avcunun içine yerleştirip çenesinden uzaklaştırdı ve elime minik bir öpücük kondurdu. "Saklamıyorum. Hadi, eve git artık. Mayıs'ı yeterince beklettin zaten."
Ona kafa tutmakta ısrarlıydım. Belli ki ortada bir sorun vardı ve Aras'ın benden gizlemesi, benimle alakalı olduğuna delalet ediyordu. Bir şeyler söylemek için dudaklarımı araladığım anda, sokakta tanıdık bir ses yankılandı.
"Anne!"
Mayıs'ın sesini işitir işitmez başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Apartmanın katlarında gözlerimi gezdirirken, bakışlarım üçüncü katın balkonuna mıhlandı. Mayıs balkondaki korkuluklara başını yaslamış bana bakıyordu. Yanında duran kadın da bizi seyrediyordu. Muhakkak Aras'ın ablası olmalıydı. Kadın, ona baktığımı anlamış olacak ki, bana el salladı. Ben de ona aynı şekilde karşılık vermek istedim. Tam o sırada Aras'ın elimi hâlâ tutmakta olduğunu fark ettim. Anlık bir utanç bedenimi sararken, elimi alelacele Aras'ın elinden kurtardım.
"Abla, kapıyı açar mısın? Ecrin gelecek."
Aras'ın ablasına ricası üzerine, kadın başını aşağı yukarı sallayıp Mayıs ile birlikte içeri girdi. Aras resmen bana eve gitmekten başka seçenek bırakmamıştı. Ona baktığımda, bana kocaman gülümsedi. Bunu beni endişelendirmemek için yaptığını biliyordum.
"Eğer başına bir bela alırsan, seni asla affetmeyeceğim."
"Merak etme, bakkala gidip geleceğim."
Söylediği basit yalana karşılık sadece gözlerimi devirerek karşılık verdim. Ardından ona arkamı dönüp apartmana doğru ilerledim. Ben apartman kapısına gelinceye dek, Aras çoktan arabasına binip uzaklaşmaya başlamıştı. Apartmandan içeri girdiğimde, karşılaştığım asansöre doğru ilerledim. Asansöre biner binmez üç rakamına bastım. Asansörün kapıları kapanırken heyecan tekrardan yüzünü gösterdi. Aras'ın ablasıyla daha önce hiç tanışma fırsatımız olmamıştı. Şimdi ise beni nasıl karşılayacağı belirsizdi.
Asansör üçüncü kata ulaştığında durdu. Kapılar iki yana açılır açılmaz, içime derin bir soluk çekip asansörden dışarı çıktım. Bu katta dört ayrı daire vardı. Aras, ablasının hangi dairede oturduğunu söylemediği için, ne yapacağımı tam olarak kestiremiyordum. O esnada 9 numaralı dairenin kapısı açıldı. Az önce balkonda gördüğüm kadın tekrardan karşımdaydı. Aras'ın ablası çok güzel bir kadındı. Aras ile aynı tonda mavi gözleri vardı. Karamel tonundaki saçlarındaki doğal parlaklık insanın gözünü alıyordu. Şampuan reklamından fırlamış gibiydi. Dolgun vücut hatlarına sahipti ve orta boyluydu.
"Merhaba."
Basit bir kelimeyle ortaya atıldığımda, dudakları sıcacık bir gülümsemeyle kıvrıldı. Onun tebessümü tüm gerginliğimi yarıya indirgemeye yetti.
"Merhaba tatlım. Hadi içeri gel."
Beni içeri davet edişini dikkate alarak, dairenin kapısına doğru ilerledim. Bakışlarım ayaklarında gezindiğinde, ev terliği giydiğini fark ettim. Yere doğru eğildikten sonra, ayakkabılarımı çıkardım. İçeri adımımı atar atmaz, Derya ablanın kollarını bedenime sarması ile ne yapacağımı şaşırdım. Bir süre put gibi olduğum yere çakılı kaldım; fakat kısa bir sürenin ardından nihayet sarılışına bir karşılık verebildim. Bedenimi saran kollar kısa bir müddet sonra tenimi terk etti. Derya abla gözlerimizi birbirine perçinledi. Bana bakan gözlerinde içten bir samimiyet vardı. Âdeta göz bebekleri ışıl ışıl gülümsüyordu.
"Seninle bir türlü tanışma fırsatımız olmamıştı. Sonunda seninle karşı karşıya gelebildiğim için çok mutluyum. Aras senden o kadar fazla bahsetti ki, sana tanımadan dahi çok ısındım."
Söylediklerine karşılık dudaklarımda mahçup bir tebessüm yer edindi. "Çok teşekkür ederim. Aras bana da senden ve yeğeni Hilal'den çok bahsediyordu. Ben de size çok ısındım. İlk izlenimime göre, ısınmakta yanılmamışım."
Derya abla tam bir cevap vermek üzere dudaklarını kıpırdattığı esnada koridorda Mayıs'ın sesi yankılandı. "Anne, buraya gelir misin? Seni bekliyorum."
Onun sesini duymak bile kalbime taşınan kanı ısıtmaya yetmişti. Onu birkaç saattir göremiyor olmama rağmen, sanki günlerce ondan ayrı kalmış gibi hissediyordum. Evlat sevgisi bambaşka bir şeydi...
"Mayıs sen gelinceye kadar sana bir sürpriz hazırladı. Bunun için salonda seni bekliyor. Hadi gel salona geçelim, koridorda dikildik kaldık."
Başımı onaylarcasına aşağı yukarı salladığımda, Derya abla hemen önümde salona doğru ilerlemeye başladı ve ben de onu takip ettim. Böyle samimi bir şekilde karşılandığım için, çekingenliğimi neredeyse tamamen üzerimden atmıştım. Derya abla ile birlikte salona adımımı atar atmaz, bakışlarım kızımı buldu. Mayıs az ilerimde duruyordu. Ellerini arkasında birleştirmişti. Muhtemelen elinde benim için hazırladığı sürprizini tutuyor olmalıydı. Beni görür görmez yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Her gülümsemesinde olduğu gibi, tombik yanakları daha bir ısırılası gözüküyordu. Mayıs, arkasında tuttuğu ellerini önüne getirdi. Ardından elinde tuttuğu kağıdın görüş alanıma girmesine izin verdi.
"Bunu senin için yaptım, anne."
Bakışlarım kuru boya aracılığıyla yaptığı resmin üzerinde gezindi. Resminin dış hatlarında çimenler, bulutlar ve güneş vardı. Orta kısmına ise bir ev çizmişti. Evin yanında üç tane insan duruyordu. Şaşkınlıkla Mayıs'ın çizdiği insan figürlerine baktım. Beni şaşırtan çizdiği resim değildi. Çizimi olağanüstü sayılmazdı, sıradan bir çocuğun çizdiği resimler gibiydi. Sadece bir kademe daha iyisiydi... Beni şaşırtan şey, ilk defa böyle bir resim çizmiş olmasıydı. Bu zamana dek çiçekleri, meyveleri, eşyaları, hayvanları çizerdi. İnsanları çizmeyi hiç denememişti. Şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra, Mayıs ile hemen hemen aynı boya gelebilmek için önünde diz çöktüm. Gözlerimi kağıttan ayırıp dudaklarımdaki tebessümle gözlerinin içine baktım.
"Resmine bayıldım, bir tanem. Bana resmindeki insanların kim olduğundan bahseder misin?"
Başını aşağı yukarı salladı. Kağıdı ona doğru uzattığımda, o da işaret parmağıyla evin hemen yanında çizdiği kişiyi gösterdi. Bu kişi bir kadındı. Üzerine çizdiği elbiseden ve uzun saçlarından bunu anlamak zor değildi. Saçlarını sarıya boyamıştı. Gözlerini de mavi ile renklendirmişti. Bu kişi muhtemelen bendim.
"Bu sensin, anne."
Mayıs, verdiği cevap ile tahminimde yanılmadığımı göstermişti. Yüzümdeki tebessüm daha da geniş bir yer kaplar hale geldi. Mayıs, parmağını çizdiği resmin üzerinde hareket ettirdi. Bu defa yanımda duran kişiyi gösterdi. Yine sarı uzun saçlar, masmaviye boyanmış gözler... Bana oranla daha kısa çizdiği bu kişi, kendisi olmalıydı.
"Bu benim, anne."
Bir kez daha tahminimde yanılmamıştım. Onun resmini bir öğretmen edasıyla tanımlaması o kadar sevimliydi ki, neredeyse kahkaha atacaktım. Sükunete sığınarak, onu hayran gözlerle seyretmeye devam ettim. Bu sefer de parmağıyla resmindeki son kişiyi gösterdi. Bu kişi için pantolon çizmişti. Bu demek oluyordu ki, bir erkekti. Çizdiği kısa kahverengi saçlar da bunu doğruluyordu. Bir anda Barlas'ın ismi kafatasımın içinde gök gürültüsü gibi gürledi. Yüzümdeki tebessüm anında yitip gitti. Çizdiği kişiyi inceledim; fakat bana kim olduğunu ele verecek başka hiçbir şey yoktu. Ne gözlerini çizmişti, ne burnunu, ne ağzını... Yüzü bir boşluktan ibaretti. Yalnızca saçları vardı. Barlas'ın o ipeksi saçları gibi, kahverengiye boyalı saçlar...
"Bu da Aras Abim."
Mayıs'ın verdiği yanıt hissettiğim hüznü buharlaştırdı. Bu defa yanılmıştım. Bu yanılgı, vücudumdaki gerilimi almaya yetmişti. Mayıs bu zamana dek hiç resimlerinde insan figürleri kullanmazken ilk kez böyle bir resim çizmişti ve ilk resminde Aras'ı kullanması tuhaf bir şekilde kaygılanmama sebep oldu. Yoksa sahiden annem haklı mıydı? Mayıs onu bu kadar çok sevdiği için, Aras'ı babası olarak görse çabucak ısınır mıydı?
Mayıs'ın sesi birkez daha kulağıma çalındığında, düşünce karmaşasından kurtuldum. "Resmi boyamama Hilal de yardım etti. Ayrıca resmin kenarlarındaki kalpleri de Nihal Abla yapıştırdı."
İşaret parmağıyla resmi çerçeveleyen kalpli stickerları gösterdi. Ardından gözlerimin içine beklentiyle baktı. Resmini nasıl bulduğumu merak ediyor olmalıydı. Bir anda gerginleşen ruhumu gevşettim ve tekrardan dudaklarımı iki yana büktüm.
"Bayıldım bebeğim... Bizi çizdiğin ilk resmin olmasına rağmen, çok güzel olmuş. Bunu evimize gidince buzdolabına asacağım."
"Tamam, anneciğim."
Az önce, resmini çizerken Hilal'in ve Nihal'in yardımlarının dokunduğundan söz etmişti. Onları görebilmek için ayaklandım. Etrafa kısa bir bakış attığımda, üç yabancı sima ile karşılaştım. Kucağında oyuncak tutan küçük kız, Aras'ın sürekli bahsettiği yeğeni Hilal olmalıydı. Kahverengi saçları ve yeşil gözleri vardı. Mayıs'a oranla zayıf bir çocuktu; fakat yanakları şişkindi. Hilal de en az Mayıs kadar sevimli bir çocuktu. Onu incelemeye bir son verip gülümsememi derinleştirdim ve söze atıldım.
"Merhaba, Hilal."
"Merhaba Ecrin Teyze. Hoş geldin."
Teyze... Bu ithamı ilk kez işitiyordum ve kesinlikle çok garip bir histi.
Tam bir yanıt verecekken kalın bir erkek sesi sözümü kesti. "Hoş geldin, Ecrin."
Bakışlarımı sesin sahibine çevirdiğimde, orta yaşlı bir adamla karşılaştım. Kahverengi saçlarının aralarında birkaç tel kır saç vardı. Buna rağmen yüzü dinç ve yakışıklıydı. Hilal ile aynı ton olan yeşil gözlerinden anladığım kadarıyla, Derya Ablanın eşi olmalıydı. İki yana kıvrılan dudaklarına karşılık, ben de tebessüm ettim. Sağ elini bana doğru uzattı. Ben de elimi eline doğru yaklaştırıp hafifçe sıktım.
"Ben Yakup. Hilal'in babası oluyorum."
"Çok memnun oldum Yakup Bey, ben de Ecrin."
"Ben de memnun oldum, Ecrin. Bey demek yerine Abi demeni tercih ederim."
Onaylarcasına başımı aşağı yukarı sallayıp gülümsemeye devam ettim. Elimi nazikçe elinden çektikten sonra tanışmam gereken son kişiye doğru döndüm. Mayıs'ın az önce "Nihal Abla" diye hitap ettiği kişi olmalıydı. Onu incelemeye başladığımda, o da ela gözleriyle beni süzmekteydi. Farklı bir tarzı vardı. Sırtına kadar uzanan saçları mora boyalıydı. Saçlarının sol tarafını kazıtmıştı. Burnunda hızma, kulağında birden çok küpe ve kaşında da piercing vardı. Siyah göz makyajı akmıştı, fakat buna rağmen çok güzel bir kızdı. Dolgun dudaklarını incelediğimde, dudağında da piercing olduğunu fark ettim. Boynundaki kolye ve bileklerine taktığı bileklikleri de fark ettikten sonra, bu kızın kesinlikle takılara düşkün olduğunu anlayabilmiştim
Peki ya üzerindeki Minnie Mouse desenli pijama takımına ne denmeliydi?
Tarzıyla ters düşen pijamalarına gülmemek için kendimi zor tuttum. Onu incelemeye bir son verip gözlerine baktım. Göz göze gelmemizin üzerine gülme isteğimi hafifçe tebessüm ederek bastırdım. Elimi ona doğru uzattığımda, o da aynı anda elini bana uzattı. Gülümseyerek elimi sıktı.
"Hoş geldin Ecrin, ben Nihal. Yakup'un kız kardeşi ve Derya'nın görümcesiyim."
"Memnun oldum, Nihal."
"Ben de memnun oldum, Ecrin. Pek abla deme gibi bir huyum yoktur; ama istersen sana abla diyebilirim."
"Kaç yaşındasın ki?"
"22 yaşındayım. Yanlış hatırlamıyorsam sen de 25 yaşındaydın."
"Evet, doğru. Üç yaş fark fazla sayılmaz. Adımla hitap etmen daha hoş olur."
"Tamam o zaman."
Nihal elini elimden çektiğinde, tüm konuşma boyunca ellerimizi tutmakta olduğumuzu fark ettim. Nihal'e hafif bir tebessüm gönderdikten sonra Derya ablaya doğru döndüm. O sırada beni süzmekte olduğunu fark ettim. Gözlerindeki beğeni gururumu okşamıştı. Gözleri gözlerimi bulduğunda kendini açıklama gereği duymuşçasına tebessüm etti.
"Ne kadar da güzelsin. Aras tüm övgülerinde haklıymış."
İltifatı karşısında yanaklarım al al olmuştu. Aras'ın, ablasına benden övgülerle bahsetmesi her ne kadar hayra alamet olmasa da, hoşuma gitmişti. Şu an beni gelin adayı olarak gördüğüne kalıbımı basabilirdim; fakat bunu göz önünde bulundurmaksızın sadece bana sunulan iltifata odaklandım.
"Çok teşekkür ederim. Ben de sana bakarken aynısını düşünüyorum."
Dudaklarındaki tebessüm daha da derinleşti. "Ben de teşekkür ederim canım. Bu arada aç mısın?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır değilim. Gelmeden önce hastane yemekhanesinde bir şeyler yemiştim."
"Pekâlâ. O zaman sana içecek bir şeyler ikram edeyim. Kahve, çay, soda, meyve suyu, kola... Ne istersen var. Hangisinden istersin?"
Mayıs benden önce söze atıldı. "Derya Teyze ben meyve suyu alabilir miyim?"
Derya abla Mayıs'a bakıp uzaktan bir öpücük gönderdi. "Tabii ki bebeğim."
Hemen Hilal de öne atıldı. "Ben de istiyorum anne. Bana da getirir misin?"
Derya abla bu sefer aynı öpücükten kızına da gönderdi. "Tamam prensesim."
Gözlerimden dolup taşan sevgiyle onların arasında geçen bu sıcak iletişimi seyrettim. Aras'ın ablasının ne kadar iyi birisi olduğunu az çok tahmin edebiliyordum; fakat bu kadarını da beklemiyordum. Bana ve kızıma karşı tavırları içimde tek zerre çekingenlik bırakmamıştı.
Derya ablanın sesi tekrar kulaklarıma çalındı. "Evet tatlım, sen ne istiyorsun?"
Hastane bahçesindeyken Barlas'ın yüzüne boca ettiğim kahveyi hatırladım. Canım kesinlikle kahve istemiyordu. "Zahmet olmazsa ben de meyve suyu alabilirim."
Derya abla şakacı bir edayla kaşlarını çattı. "Ne zahmeti, bir daha duymayayım bunu. Ben size içecekleri hazırlarken Nihal de seni odana götürsün, yorulmuşsundur."
"Teşekkür ederim."
Teşekkürüme karşılık göz kırpıp salondan ayrıldı. Tahminimce mutfağa gidiyordu. Yüzümü Nihal'e doğru çevirdiğimde hemen yakınıma ulaştığını fark ettim.
Dolgun dudaklarıyla bana bir gülümseme sundu. "Hadi gel seni odana götüreyim."
"Tamam." diyerek bakışlarımı Yakup abiye ve Hilal'e doğru çevirdim. "Size şimdiden iyi geceler dilerim. Ben çok yoruldum, erkenden uyuyabilirim."
Yakup abi anlayışla gülümsedi. "Uyu dinlen abiciğim. Kendi evinmiş gibi keyfine bak."
Gülümseyerek başımı aşağı yukarı salladıktan sonra Mayıs'a doğru elimi uzattım. Hemen Hilal'e iyi geceler dileyip bana doğru koştu ve elimi tuttu. Koridorda bizi beklemekte olan Nihal'e doğru ilerledik. O bize odaya kadar eşlik ederken onun adımlarını takip ediyorduk. Kapısı aralık duran bir odanın önüne geldiğimizde Nihal duraksayıp geçmem için müsaade etti. Odaya adımımı attığımda gözlerimi içerisinde gezdirdim. Gözüme ilk çarpan şey Minnie Mouse desenli kilim oldu. Çok şirin görünüyordu. Toz pembe yatak örtüsü ve lila rengi duvarları da fark ettiğim anda burasının Hilal'e ait olduğu düşüncesine kapıldım; fakat çift kişilik yatak bu tezimi çürüttü.
"Derya sana misafir odasını ayarlayacaktı; ama oradaki yatak tek kişilikti. Benim yatağım çift kişilik olduğu için, Mayıs ile rahat uyursun diye burayı senin için ayarladı."
Nihal'in sözleri beni şaşkınlığa uğrattı. "Burası senin odan mı?"
Bana müstehzi bir gülümseme bahşetti. "Evet. Çocuk odası gibi duruyor, değil mi?"
Bunu kabul etmemin kabalık olacağını düşündüğüm için seçimimi konuyu değiştirmekten yana kullandım. "Seni odandan mahrum bırakmak istemem. Biz misafir odasında da kalabilirdik."
Elini umursamaz bir tavırla sallayıp gülümsedi. "Sanki ne olacak canım. Ben çok deli yatan biriyim. Gece yatakta uyurum, sabah parkede uyanırım. O yüzden ben yer ayırt etmem. Salonda bile uyurum."
Onun bu sözleri dudaklarımda gerçek bir gülümsemenin peyda olmasına neden oldu.
Kesinlikle çok sıcak bir kız, diye geçirdim içimden.
"Ah bu arada..." dedi ve eliyle komodinin üzerindeki oyuncak bebekleri gösterdi. "Oyuncak bebeklerden korkmazsın, değil mi? Umarım öyle garip fobilerin yoktur."
Gülümseyerek yüzümü buruşturdum. "Hayır... Ama korkunç yüzleri olsa belki korkabilirdim. Şükürler olsun ki sevimli görünüyorlar."
Ufak bir kahkaha attı. "Geçenlerde Chucky'nin oyuncağından alacaktım. İyi ki almamışım o zaman."
"İyi ki..."
Dudaklarımda kalan tebessümle odayı incelemeye devam ediyordum ki, gözlerim gülüşümü solduracak bir şeye ilişti. Mor giysi dolabının kapağında kocaman bir poster asılıydı. Neredeyse dolabın tüm kapağını kaplayacak kadar büyüktü.
Ne yazık ki bu posterdeki yüz, Barlas'a aitti.
Posterdeki fotoğrafında yan duruyordu. Yüzü kameraya doğru çevrilmişti. Gözlerinin ucuyla kameraya bakmıştı. Sağ kolunu bükmüş, elini alnına dayamıştı. Ağzı hafif aralıktı. Saçlarında hoş bir dağınıklık vardı. Asıl dikkatleri üstüne çeken şey ise bükmüş olduğu kolundaki kaslarıydı. Ardından omuz ve sırt kasları geliyordu...
Bu posterin bu kadar çekici olması haksızlıktı!
"Benim poster fobim var!"
Bir anda ağzımdan bilinçsizce çıkan sözler beni de şaşırtmıştı. Sesim gereğinden daha yüksek tonda yankı yapmıştı. Gözlerimi güçlükle posterden ayırıp Nihal'in gözlerine diktim. Bana şok içerisinde bakıyordu.
"Bu saçmalık! Sen ciddi misin ya?"
Sorduğu soru karşısında panikle başımı aşağı yukarı salladım. "Evet! Şey... Bunu buradan alamaz mısın?"
Bakışlarından şaşkınlığı eksiltmeden gözlerini posterin üzerine çevirdi. "Postere bir şey olmaması için onu çok iyi yapıştırmıştım. Çıkartmaya kalkışırsam yırtılır. Sonra ben ne yaparım?"
Yüzünde beliren üzüntülü ifadeden anladığımız kadarıyla, feci derecede Barlas Seçkiner hayranıydı.
Onu zor duruma sokmak istemediğim için, kendimi zor duruma sokmayı tercih ettim. "Ah... Pekâlâ. Sadece dalga geçiyordum. Fobiyi falan unut gitsin. Hiçbir sorun yok."
Gözleri tekrardan yüzüme ulaştığında, dudaklarıma sahte bir gülücük kondurdum. "Sorun olmadığına emin misin?"
Gözlerimi evet dercesine yumdum. "Sorun yok."
"Tamam o zaman... Ben artık gideyim de siz bir güzel dinlenin."
Ona minnetle baktım. "İyi geceler."
"İyi geceler Nihal abla."
Hemen Mayıs'ın da söze karışmasıyla onun varlığını neredeyse unutmak üzere olduğumun farkına vardım.
"İyi geceler civciv." dedi Nihal ve ona göz kırptıktan sonra bana döndü. "Sana da iyi geceler Ecrin."
Nihal kapıya doğru ilerleyip çıktıktan hemen sonra Derya abla odaya geldi ve Mayıs ve benim için hazırladığı meyve sularını odaya bıraktı. Aramızda geçen kısa sohbetin ardından odadan ayrıldı. Kızım ve Barlas'ın posteri ile odada bir başıma kaldığımda, ne yapacağımı şaşırmış halde öylece ayakta dikiliyordum. Postere bakmamak için kendi içimde büyük bir savaş veriyordum. Bir şeyden net bir şekilde emindim: Eğer o postere bakacak olursam onu paramparça etmeme engel olamazdım.
Şerefsiz! Her yerde karşıma çıkmak zorunda mıydı?
"Anne, bavulumuzu Aras abi buraya getirdi. Baksana yerde duruyor. İstersen artık pijamalarımızı giyelim."
Mayıs'ın söyledikleri beni bir nebze iç dünyamdan soyutlaştırabilmişti. Gözlerimi onun bembeyaz yüzüne mıhladım. Tombik elleriyle bardaklardan birini sıkıca kavramış meyve suyunu yudumluyordu. Masmavi gözleri benim üzerimdeydi. Onun tatlılığını seyretmeye bir son verip odanın içinde bavulumu aramaya koyuldum. Hemen bavulu fark ettim ve içinden Mayıs için bir pijama takımı çıkarttım. Ardından kendi pijamalarımı da aldıktan sonra bavulu kapatıp Mayıs'ın yanına doğru ilerledim. Ben bu işi halledinceye kadar Mayıs bardağını bitirmiş beni bekliyordu. Onu önce güzelce öpüp kokladım. Sonrasında giysilerini çıkartıp pijamalarını giydirdim. Bu işlemi gerçekleştirirken onu ara ara gıdıkladım. Kahkahalarını işitmek gerginliğime ilaç gibi gelmişti.
Onu hayattaki her şeyden daha fazla seviyordum. O benim umudumdu, sevincimdi, her şeyimdi.
Yatağı açtıktan sonra Mayıs'ı içine yerleştirdim. Akabinde üzerimi çıkarmaya başladım. İç çamaşırlarımla kaldığımda iç güdüsel olarak gözlerim yine posterle buluştu. O keskin bakışları bir nevi üzerimde sayılırdı. İçimde beliren rahatsızlığı aşamıyordum. Posterin sinir uçlarıma kötü bir etkisi vardı.
Pijamalarımı alelacele üzerime geçirdikten hemen sonra tekrar bavulumun fermuarını açtım. İçinden uzun askılı elbisemi çıkardım. Elbiseyi posterin üzerine örttükten sonra askılarını dolabın kapağına sıkıştırdım. Geri çekildiğimde elbise sabit bir şekilde duruyordu. Barlas'ın sinir bozucu derecede çekici yüzü artık görüş alanımda değildi.
Allah'a şükür...
Kendimi yeterince yatışmış hissettikten sonra Derya ablanın getirdiği meyve suyunu yavaş yavaş içtim. Boş bardağı tepsiye bırakıp lambayı söndürdüm. Mayıs'ın yanına uzanıp onu kollarımla sardım. Başını göğsüme yasladığında onun sarı saçlarına derin öpücükler bıraktım. Kokusunu içime çeke çeke ona ninniler söyledim, onu ne kadar sevdiğimi defalarca kez kulağına fısıldadım. Kısa bir süre sonra onu uykunun kucağına uğurladım. Birbirini süpüren kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşerken onun meleksi güzelliğini izledim.
Onun yüzünü seyreden gözlerim birden bire hayallere daldı. Bugün olanları bir kez daha yaşarcasına anımsadım. Barlas'ı ilk gördüğüm anda kalbime saplanan hasret yerli yerindeydi. Onun sözleri durmaksızın kulaklarımda çınlıyordu. Bakışlarının derinliği, kokusunun eskimeyen tazeliği, tenime dokunduğu anda hücrelerime işleyen o tanıdık yanma hissi... Bütün bunlar tüylerimi ürpertiyordu. Onu yıllar boyunca görmemiştim ve geçen onca zamanın onu değiştirmesi gerekirdi. Bana hissettirdiklerini yok etmesi gerekirdi.
Peki ya kalbimin derinliklerinde sızlayan o yara da neyin nesiydi?
Unutamadın, dedim kendi kendime. Hayatını alt üst eden, seni umarsızca terk eden, kalbinde derin yaralar açan o adamı unutamadın...
Kendimden nefret ediyordum. En çok da bana bu aciz hisleri hissettiren kalbimden...
Benden habersiz gözlerimden dökülen göz yaşlarım yüzümden süzülüp yastığımda kayıplara karıştı. Ben böyle acı içindeyken o kim bilir ne haldeydi. Yatağında rahatça uzanıyor muydu? Belki de başka tenin üzerinde kendini avutuyordu.
Hayır... Bunun düşüncesi bu kadar canımı yakmamalıydı. Buna aldırış etmemeliydim. O artık bana ait değildi. Benim Barlas'ım değildi.
Evin içinde yankılanan zil sesiyle gerçekliğe geri döndüm. Ellerimi yüzümde gezdirerek yanaklarımdaki ıslaklığı yok ettim. Muhtemelen Aras gelmişti. Bu kadar geciktiğine göre, beni kandırdığına artık kesinlikle emindim. Şu an yerimden kalkıp onu sorgulayabilecek kadar kendimi güçlü hissetmiyordum. Zaten onu sorgulasam bile bana bir şey söylemeyeceğinin farkındaydım. Bu yüzden ne onu zor duruma sokmak ne de kendimi yok yere yormak istedim. Kendimi uyumak için zorladım. Gözlerimi yumdum. Bir süre beynimi boşaltmaya çalıştım.
Tam uykuya teslim olmak üzereyken odamın kapısı usulca aralandı. Buna karşılık tam kafamı kaldırıp gelene bakacaktım ki, içimden bir ses durmamı söyledi. O sese uydum ve gözlerim yumulu bir şekilde uyuyormuş rolüne büründüm. Aras'ın geldiğini biliyordum. Eğer odama gelme ihtiyacı hissettiyse bana söyleyecek sözleri vardı.
Sessiz adımların bana doğru yaklaştığını hissediyordum. Uyuyor olduğumun farkına varmasına rağmen yanıma geliyor olduğuna göre, bana uyumuş halde içini dökmek istiyordu. Kısa bir süre sonra bedenime yaklaşan sıcaklığı hissettim. Burnuma sızan koku beni yanıltmamıştı. Bana yeterince yaklaştığını anlayabiliyordum. Hemen ardından yanağıma soğuk dudaklarının değdiğini hissettim. Kımıldamadan öylece durdum. Beni seyrettiğini biliyordum. Gözlerini göremesem bile bakışlarının yakıcılığı çehremi ısıtıyordu.
Dudakları usulca kulaklarıma yaklaştı. "Özür dilerim, Ecrin."
Sükunetten farksız fısıltısını işitmek beni şaşkına uğrattı.
Bu da ne demekti şimdi?
"Ben ne yaptıysam senin için yaptım. Senin mutluluğun için..."
Bu defa fısıldadığı kelimeler beni daha çok hayrete düşürmüştü. Şimdi bir şeyler olduğuna tamamıyla emin olmuştum. Bu durum beni tedirgin etti. Aras'ın sesindeki vicdan azabı hiç iç açıcı değildi. Kalbim merak ile korkunun getirdiği heyecanla hızlandı, soluklarım düzensizleşti. Aras bunun farkına varamadan geri çekilmişti. Uyanık olduğumu anlayamamıştı. Kulaklarım bir daha onun sessiz adımlarını işitti. Sonra o adım sesleri kapı sesiyle örtüldü.
Gitmişti. Beni merak içinde bırakmıştı. Zaten zorluk teşkil etmekte olan uykumu daha büyük bir işkenceye çevirmişti.
Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu şeyler her ne ise, Aras'ı için için tüketeceği barizdi.
***
▪BARLAS SEÇKİNER▪
Acının zirvesi neredeydi?
Sanırım şu anda gözlerimin önünde duruyordu.
Sevdiğim kadının parmaklarının ucundaydı.
O parmaklar önce Aras'ın koluna dokundu. Ardından yukarı tırmanıp çenesini kavradı. Ayağımın altındaki zemin titriyordu sanki. Gözlerimi yummak istedim. Gözlerimin önündeki manzarayı kötü bir kabus varsayıp yok oluncaya dek beklemek istedim; fakat yapamadım. Gözlerimi onların üzerine diktim ve kendimi gelecek darbeye hazırladım. O darbe hiç gecikmedi. Aras, Ecrin'in incecik elini kendi çenesinin üzerinden koparttı. Ardından elini dudaklarına götürüp oraya bir öpücük bıraktı.
Acının zirvesinden süratle aşağı yuvarlandım.
Elimi hızla çarpan kalbimin üzerine bastırdım. Nefesim daraldı. Sanki bir çift el boğazıma sarılmış beni boğuyordu. Onun başka bir adama, başka bir adamın da ona dokunması... Bunun hissettirdiği hüznü tanımlayamıyordum. O eve girdiklerinde yapacaklarını düşündüm. Benim burada gördüklerimin daha ilerisi...
Onunla sevişecekti.
Başımı geriye atıp şöför koltuğunun başlığına dayadım. Gözlerimi onların üzerinden ayırmadan kafamı defalarca o başlığa vurdum. Aras'ı onun tenini örterken hayal ettim. Onun dudaklarını öperken, benim yıllarca sevemediğim o bedenini okşarken, onun mahrem yerlerine dokunurken...
"Hayır! Allah'ım, hayır!"
Dişlerimin arasından yüksek sesle kopan feryatlarım arabanın kasvetli havasında boğuldu. Bu gözümün önünde canlanan sahnelerin gerçekleşmemesi için hayatımı dahi feda edebilirdim. Ne yazık ki, çoktan gerçekleştiğini biliyordum. Hatta bu gece de gerçekleşecekti. Belki de yarın gece de... Hastane bahçesinde Ecrin'in telefonla konuşurken Aras'a söyledikleri kulaklarımda uğultu halinde tekrarlandı.
"Alo, Aras..."
"Ben de seni özledim bir tanem."
"Bir an önce yanına geleceğim, sen hiç merak etme. Biliyorsun, gece ben de sensiz uyuyamam ki..."
"Hadi buraya gelip beni al. Onu ancak ben uysallaştırabilirim."
Midemdeki safranın ağzıma kadar yükselişine mani olamadım. Elimi ağzıma kapatıp yan koltuğa doğru eğildim. Poşet almak için aceleyle diğer elimi torpidoya attığım esnada, ağzımın içinde biriken sıvıya engel olamadım. Çaresiz bir bükülmeyle orada istifra ettim. Midemdeki kasılma son bulduğunda eski pozisyonuma geri dönüp sırtımı koltuğa yasladım. İğrenç bir durumdaydım.
Soluk soluğa bakışlarımı tekrardan dışarı çevirdim. O sırada Ecrin'in apartmana doğru ilerlediğini gördüm. Aras bir müddet Ecrin'in arkasından baktı. Sonra başını yukarı kaldırıp bir yere odakladı. Yüzünü tam seçemesem de gülümsüyormuş gibi bir hali vardı. Başımı eğip baktığı yere doğru baktım. Ecrin'in girmek üzere olduğu apartmanın üçüncü katında bakışlarım duraksadı. Balkonda küçük bir kız çocuğu vardı. Yüzünü göremedim; fakat Ecrin'in kızı olduğunu biliyordum.
Ecrin'in ve Aras'ın kızı...
Acının zirvesinden yuvarlanırken, şimdi sonuna gelmiştim. Yere çakılmıştım. Öğürürken gözlerimde biriken yaşlar gittikçe yoğunlaşmıştı. Sonra o yaşlar, bir bir gözlerimden düşüp beni parçalara ayırdılar. Gırtlağımdan acı dolu bir inilti koptu. İşte bu, bardağı taşıran son noktaydı. Kollarımı direksiyonun üzerinde çaprazlayıp başımı kollarıma yasladım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Vücudum sarsılıyordu. Soluklarım kollarımın arasında sıkışıp beni boğuyordu.
Onun çocuğu olduğunu 4 yıldır biliyor olmama rağmen, az önce balkondaki silüetini görmek beni alaşağı etmişti.
Buraya hiç gelmemeliydim, diye geçirdim içimden.
Kendime engel olamamıştım. O Aras'ın arabasıyla buraya gelirken onları takip etmiştim. Nereye gittiklerini ve ne yaptıklarını görmek istemiştim. Buna neden olan en büyük etmen, içimi kemiren kıskançlık hissiydi. Hatta bugün ona karşı yüzsüzce tavır almama neden olan da kıskançlığın ta kendisiydi.
Ecrin'in Aras ile telefonla konuşmasını duyduktan sonra kendimi zaptedememiştim. Onunla iletişime geçmek için can atan yanımı dizginleyemeden kendimi onun yanıbaşında buluvermiştim. Bana karşı takındığı umursamaz tavrı beni mahvetse dahi, ondan uzaklaşabilecek iradeyi kendimde bulamamıştım. Çenesine dokunduğum anı anımsadım. Teninin sıcaklığı hâlâ parmaklarımın ucundaydı. Derisinin yumuşaklığına adapte olamadan yüzüme yediğim soğuk kahveyi anımsadım. Ardından beni itişlerini göğsümde tekrardan hissettim. Bana haykırdığı o yakıcı sözleri tekrar tekrar işittim.
"6 yıl önce o gün sen beni öldürdün, cesedimi çiğnediler benim... Şimdi ise beni unutup unutmamanın bir önemi yok; çünkü seni seven kalbim atmıyor artık. Yıllar önce terk ettiğin o kadın, bir ölü... Arasan cesedini bile bulamazsın."
Ağzımdan gürültülü bir inilti çıktı. Göz yaşlarım yanaklarımdan daha bir şiddetli akıyordu. Ecrin'i kaybedişimi hazmedemiyordum. Bu gerçek, beni paramparça ediyordu. Bir anda kolumun kornanın üzerine baskı yapmasıyla çıkan ses beni neredeyse yerimden sıçratmıştı. Beynimin içindeki kaosu bir kenara bırakıp kendimi toparladım. Çaresiz bir halde direksiyona doğru bükülmüş bedenimi dikleştirdim. Elimi torpidoya doğru uzatıp içinde duran su şişesini çıkardım. Şişenin üst kısmında gözüken buharlardan sıcak olduğunu anlamak zor olmadı. Kapağını açıp ağzıma koca bir yudum aldım. Midemdeki acı sıvının ağzımda bıraktığı tat yerli yerindeydi. O tadı yok edebilmek için ağzımı defalarca kez çalkaladım.
O sırada penceremin tıklatıldığını işittim. Ağzımın içi suyla dolu bir halde başımı yana doğru çevirdim. Aras'ın suratını görmemle ağzımdaki suyu suratına tükürme isteğiyle dolup taştım. Ne ara buraya geldiğini düşünmeyi bir kenara itip sadece kendime çeki düzen verme kararı aldım. Arabamın camının içeriyi göstermediğine şükrederek elmacık kemiklerimdeki yaşları sildim. Ağzımın içindeki suyu da ne yazık ki yutmak zorunda kaldım.
Bir şeyden emindim: Ağzımdaki su, Ecrin'in umursamamazlığı kadar berbat değildi.
Arabanın anahtarını alıp kapısını araladım. Kendimi dışarı atar atmaz Aras'ın nefretle dolu bakışlarıyla karşılaştım. Kendi bakışlarımı göremiyor olmama rağmen, onun bakışlarındakinin iki mislini taşıdığını biliyordum.
"Niye buradasın?"
Sorduğu soru üzerine sinir bozucu bir şekilde güldüm. "Eskisi gibi misin diye, seni bir göreyim dedim. Tebrik ederim, eskisinden daha da yavşak olmuşsun."
Yüzünde amacıma ulaştığımı belli eden bir öfke belirdi. "Belli ki kuyruğuna basmışım. Kuyruk acısından havlıyorsun yine."
Sözleri gerginliğimi iki misli artırsa da, istifimi bozmamaya çalıştım. "İşin aslı şu ki: Ecrin'i görmeye geldim. Yoksa senin buruşuk suratınla işim olmaz."
Bana doğru elini kaldırıp işaret parmağını tehditkâr bir şekilde salladı. "Ecrin'den uzak dur, Barlas! Yoksa seni öldürürüm. Duydun mu beni?"
Ellerimi pantolonumun cebine sokup gözlerinin içine baka baka sırıttım. "Çok korktum."
İşaret parmağını eski konumuna getirip yumruğunu sıktı. "Onun seninle işi bitti artık. Senden nefret ediyor. Onu kaybettiğini kabullen ve yıllardır hangi cehennemdeysen, orada kal!"
İşte bu sözler, sakinliğime ok gibi saplanmıştı. Yüzümdeki sırıtış derin çatlaklara ayrılıp yok oldu. O an onu öldüresiye dövmek istedim. Bana söylediği sözlerin her bir harfi kadar yumruğu suratına dizmek istedim.
Yapamadım; çünkü haklıydı.
"Ondan uzak durmam için cevaplaman gereken sorular var."
Dudaklarımdan dökülen kelimeler onu şaşırtmış olmalıydı. Çatık duran kaşları yukarı tırmandı. "Neden bahsediyorsun?"
"Madem ki karşılaştık, o halde kafamdaki soru işaretlerini giderebilirsin. Bunun karşılığı olarak bir daha buraya gelmem."
Aras bir an duraksadıktan sonra alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Ne soracaksan sor. Cevap verip vermeyeceğim sorularına göre değişir."
Cevabının beni yıkık bir enkaza çevireceğini bildiğim soruları sormak için bir süre kendimi hazırladım.
"Ecrin ile arandaki ilişki ne? Evli olmadığınızı biliyorum. Olsaydınız mutlaka kulağıma gelirdi. Ayrıca Ecrin'in parmağında yüzük de yok... Bana doğruyu söyle."
Aras sanki bu soruyu soracağımı biliyormuş gibi hiç düşünmeden cevap verdi. "Sevgiliyiz. Yakında evleneceğiz."
Sakin ol, sakin ol, sakin ol...
Kendimi defalarca telkin ettim; fakat damarlarımda dolaşan kan derimi yırtmak üzereyken öylece durmam çok zordu. Derin derin soluklanıp gözlerimi yıldızsız gökyüzüne diktim.
Yakında evlenecekler.
Ecrin ve Aras evlenecek. Ecrin, Aras'ın karısı olacak. Aras da onun kocası...
Hasiktir lan oradan!
"Ben yaşadığım müddetçe o biraz zor."
Gözlerimi gökyüzünden ayırıp onun gözlerine diktiğimde, bakışlarındaki alaycı ifadeyi gördüm. "Sen öyle san."
O an dişlerini söküp geri ona monte etmek istedim. Fakat biraz aşağı bir yerlerine...
Asıl merak ettiğim sorunun cevabını alabilmek için sakin kalmaya çalıştım. Böylelikle konuyu değiştirmek durumundaydım.
"Erkin, Ecrin'in yurtdışı yalanına inanmadı. En başından beri onun Ankara'da olduğunu anlamıştı."
Aras'ın gözlerindeki şok olmuş ifade tüm harelerini kapladı. "Ne? Nasıl? Bu saçmalık. E-Ecrin Ankara'da değildi."
Onun ne kadar kötü bir yalancı olduğunu seyrederken kılımı bile kıpırdatmadım. "Hadi oradan. Erkin bir keresinde babasına Ankara'ya geleceği tarihi söylemişti; fakat özellikle o tarihten bir gün önce Ankara'ya gitti. Ben de onun beraberinde gittim. Arabayı gizli bir yere park edip saatlerce bekledik. Sen, İrem ve Ecrin apartmandan çıktınız. Gözlerimle gördüm."
Aras'ın yüzü sokak lambasının altında bembeyaz kesildi. Tedirginlikten gözleri donuklaştı. "Bunu ne zaman gördünüz?"
"Ecrin İstanbul'dan gideli 2 yıl olmuştu. Yani bundan 4 yıl öncesinde."
Aras tedirginliğin üzerinde yarattığı baskıyla sesini kontrol edemedi ve bağırmaya başladı. "Yalan söylemek zorundaydık. Ecrin abisinin seninle irtibatta olacağını biliyordu. Sırf senin suratını bir daha görmemek için abisini kandırdı. Eğer yerini bilirse sana söyler diye düşündük. Hepimiz bu yalana boyun eğdik. Hepsi senin yüzünden. Varlığın dahi insanı kanser edecek derecede rahatsızlık uyandırıyor!"
Bütün bunları önceden tahmin ettiğim için onun sözlerine aldırış etmeden yalnızca sormam gereken soruya odaklandım. "Kucağında battaniyeye sarılı bir şey tutuyordun. Başlangıçta ne olduğunu anlamadım; fakat sonradan Ecrin'in de elinde bir puset tuttuğunu fark ettim. Kucağındaki bir bebekti, değil mi?"
Aras sanki o an yüzüne bir maske taktı. Tüm duygularını gizlemişti. Birkaç dakika sadece gözlerimin içine bakıp sustu. O birkaç dakika bana birkaç asır gibi geldi. Vereceği cevabı beklerken kalbim son süratle atıyordu. Nihayetinde dudaklarının mührü bozuldu. Duymak için sabırsızlandığım cevabı dudakları fısıldadı.
"Evet, bebekti. Ecrin ile bebeğimiz... O zamanı hatırlıyorum. Kışın hava soğuk olduğu için kızımı battaniyeye sardım. Erkin gidinceye kadar kalmaları için kızımı, Ecrin'i ve İrem'i kendi evime götürüyordum."
Ecrin ile bebeğimiz...
Ankara'da onları o halde gördüğümden beri bu ihtimalin gerçek olduğunu biliyordum; fakat içimde hep bir umut vardı. Belki yanılmış olabilirdim. Belki o gördüğüm bir halüsinasyondu, belki de Aras'ın kucağında battaniyeye sarılı olan şey bir bebek değildi... Ne yazık ki umutlarım boşa çıkmıştı. Tahmin ettiğim gibi, Ecrin Aras'ın çocuğunun annesiydi.
Bir deprem benliğimin derinliklerinden ince çalkantılarla yaklaşıp derin sarsıntılara dönüştü. Ruhum yavaş yavaş yıkıma uğruyordu.
İşte ben şimdi kaybetmiştim. Benim küçüğüm başkasıyla sevişmişti, başkasının çocuğunu dünyaya getirmişti, beni başkasında yitirmişti...
Kendimi bırakırsam yere yıkılacaktım, biliyordum. Elimi arabama yasladım. Bir süre ondan güç aldım. Gözlerim benden habersiz asfalta odaklanmıştı. Orada bir boşluk bulmuş, o boşluğa dalmıştı. Neden kalbim böyle sancılanıyordu? Neden yıllarca bu gerçeği tahmin etmiş olmama rağmen şimdi daha çok canım yanıyordu?
Çünkü umut, pılını pırtını toplayıp beni terk etmişti.
"Nasıl sevişti seninle?"
Benden izinsiz sözcükler dudaklarımdan dökülüyordu.
"Nasıl soyundu önünde. Nasıl öptürdü sana kendini?"
Sesim gittikçe takatini yitiriyordu.
"Nasıl dokunabildi sana?"
Gözümden bir damla firar edip tenimde süzüldü.
"Peki sevişirken gözlerine bakabildi mi?"
Gözlerim onun gözlerini bulduğunda, bakışlarındaki acımasızlık içimdeki yıkımı öfkeyle örtmeme neden oldu. Elimin tersiyle tekrardan gözümden süzülen göz yaşımı sildim. Burnumu çekip arabadan destek almakta olan elimi serbest bıraktım. Soğuk bakışlarla gölgelenen gözlerine bakarken öfkem harlanan bir ateşe dönüşüyordu. Bu yüzden bakışlarımı sakalsız çenesine indirdim.
Bu konu öylece kapanamazdı. Beynimi kemiren soru işaretlerine bir son vermem gerekiyordu.
"Ne zaman birlikte oldunuz?"
Dudaklarına yerleşen arsız gülümsemeyle çenesi kıpırdadı. "Senin terk edişinden kısa bir zaman sonrasında... Sanırım bir ay sonrasıydı."
Yumruklarımı öyle sıkmıştım ki tırnaklarım avcumu sızlatıyor, parmak eklemlerim acıyordu. "Yalan! Ecrin bu kadar aşağılık birisi değil."
Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Sen onu terk ederken aşağılık olmuyorsun da, Ecrin ayrılığınızın hemen ardından benimle sevişiti diye mi aşağılık oluyor?"
Dişlerimi birbirine tüm gücümle bastırdım. Bir an sanki dişlerim, diş etlerimden ayrılıp dilimin üzerine dizileceklermiş gibi hissettim. "Nasıl oldu?"
Diliyle alt dudağını ıslatıp gözlerini hafifçe kıstı. O günü hatırlıyormuş gibi başka bir yere gözlerini odakladı. Ardından dudakları hazla büzüldü. Tekrardan arsızca gülüyordu.
O an eğer merak hissiyle boğuşmasaydım, kesinlikle cinnet geçirip onu lime lime doğrardım.
"Senin gidişin onu çok üzdü. Üzüntüsünü içkiyle gidermeye çalışırdı. Bir gün benim evimdeydik. Sadece ikimiz... Yine içmek istedi. Ona izin vermeyecektim; fakat çok ısrar etti. Birlikte içmeye başladık. Saat ilerledikçe alkolün dozunu biraz fazla kaçırdık. Saçma sapan gülüşüyorduk, birbirimize hafif hafif dokunuyorduk... Ardından onu öptüm ve o da buna karşılık verdi. Sevişti benimle, tenime dokundu, önümde soyundu... Tüm bunları yaparken göz gözeydik-"
Daha fazla devam etmesine izin vermeden yakasına yapıştım. "SUS!"
Gözlerim yuvalarını terk etmek istercesine aralanmıştı. Tüm kaslarım gerilmişti. Gerginlikten ellerimin tir tir titremesine rağmen, onun yakasını avcumun içinde ezmeye devam ediyordum. İçimde kaynayan hiddet, içimi kül ediyordu. Onu öldürmek istiyordum. Ecrin'e dokunan herbir parmağını kırmak, onu öpen dudaklarını parçalamak, onu hadım etmek istiyordum.
O sözleri bana arsızca söyleyen ağzını defalarca asfalt yola vurup kafatasını paramparça etmek istiyordum.
Damarlarımda gezen tüm kan taneleri beynimi çepeçevre sarmıştı. Bir an için yıllar önce ruhumu çürüttüğüm o pencerenin önündeymiş gibi hissettim. Aras'ın yüzü, anneme tecavüz eden Kemal Kozan'ın yüz hatlarına bürünmüştü. Babamın eve geldiği anı anımsadım. Annemi parkede perişan halde gördüğü zaman hissettiği ızdırabı gözlerinde hissetmemek imkansızdı. Ardından Kemal itine bakışlarını hatırladım. Hiddetle aralanan gözlerini, öfkeyle titreyen bedenini, gerginleşen çenesini adeta tekrardan gördüm. Sonra babamın yüzünün yerini benim yüzüm aldı.
Aynı ıztırabı ve hiddeti hissediyordum.
Tam Aras'ın yakasına yapışan elimi yumruk yapıp onun suratının ortasına geçirecekken bir şey bunu yapmama engel oldu. Gerçeklik...
Bu gerçeklik çok acıydı.
Babam, Kemal Kozan'ı ölesiye döverken haklı bir nedeni vardı: Annem onun karısıydı ve karısına zorla dokunulmuştu. Benim Aras'a vurmaya hakkım yoktu; çünkü Ecrin benim hiçbir şeyim değildi ve Aras ona, onun rızasıyla dokunmuştu.
O an vücudumu saran hiddet yavaş yavaş yok oldu. Ellerim usulca Aras'ın yakalarını terk etti. Omuzlarımı aşağı düşürüp gözlerimi asfalt yola indirdim. Hissettiğim ızdırap yerli yerindeydi. Ayaklarımdaki dermanı kaybetmiştim. Birden bire üzerinde dikildiğim asfalt yola çöktüm. Oraya öylece oturup dizlerimi kendime doğru çektim. Kollarımı bacaklarıma sarıp alnımı dizlerime dayadım. Aras'ın zevkten kuduracağını bilmeme rağmen, sarsıla sarsıla ağladım. Hiçbir şeyi umursayamayacak kadar benliğimi yitirmiştim.
"Barlas..."
Aras'ın sesindeki acıma, omuzlarımın daha şiddetli sarsılmasına neden oldu. Ne denli perişan bir hale düşmüştüm ki, benden nefret eden adam bile bana acıyordu. Hissettiğim çaresizlikle ağlamaya devam ettim. Gözlerimden dökülen yaşlar bedenimdeki sarsıntılara karıştı. Kendimi yoldan geçen araba sesinden, rüzgarın ağaçlarda neden olduğu hışırtıdan, Aras'ın ayağıyla defalarca asfalt yola vurarak tempo tuttuğu sesten soyutladım. Yalnızca ağzımdan çıkan acı dolu soluk seslerine yoğunlaştım.
"O birliktelik alkolün etkisiyle oldu. O, seni seviyordu."
Aras'ın sesi acı dolu soluklarımın arasından sızıp kulaklarıma ulaştı. Birkaç saniyeliğine sükunetle sözlerini aklımda tarttım. Bana acıdığı barizdi. Sırf bu yüzden söylediğini idrak etmek zor değildi.
"O geceden sonra bir ay benimle görüşmek istemedi. Bir ay sonrasında ise hamile kaldığını öğrendi, aldırmayı düşündü. Ona yalvardım. Yalvarışlarıma karşılık benimle bir anlaşmaya vardı. Çocuğumuzu dünyaya getirecekti; fakat sonrasında benimle katiyen evlenmeyecekti. Çocuğumuzu bana bırakacaktı. İşler tahmin ettiği gibi gitmedi. Bebeğe karnındayken çok alıştı. Sonrasında kızımız dünyaya geldiğinde onu sadece bana bırakmak yerine, bu zamana dek benimle birlikte büyüttü. Ailesi gayrimeşru bir torun istemedikleri için evlenmemizi istedi; fakat Ecrin sana karşı olan hisleri yüzünden benimle evlenmeyi hiç kabul etmedi."
Başımı dizimden kaldırmadan onu dinledim. Bedenimdeki sarsıntılar dinmiş, göz yaşlarım kirpiklerimin üzerinde kalmıştı. Bana karşı hisleri yüzünden Aras'ın sevgisini, ailesinin baskısını ve bebeğini hiçe saymıştı. Yine de gururundan beni kabul etmemişti. Peki ya şimdi ne değişmişti? Hâlâ bana karşı olan hisleri aynı mıydı? Eğer onu terk edişimin arkasında yatan gerçekleri duyarsa benim için tekrardan aynı şeyleri hiçe sayabilir miydi?
Beni affedecek olsa bile, bunu yapamazdı. Aras'ı ve ailesini arkasına alabilirdi; fakat kızını kaybetmeyi göze alamazdı. O yeterki bana gelseydi, ben onu her koşulda kabul ederdim. Aras'ın kızına babalık da yapardım, Aras'ın onun teninde bıraktığı izleri ellerimle teker teker de silerdim. Onun tekrardan benim küçüğüm olabilmesi için nelerimi vermezdim ki...
"Sorularını cevapladım, Barlas. Yaptığımız anlaşmaya uy ve Ecrin'den uzak dur."
Aras beni düşüncelerimden söküp alırken başımı dizlerimden çekip ona baktım. "Sana sorularımı cevaplaman karşılığında bir daha buraya gelmeyeceğimi söylemiştim, Ecrin'den uzak durmaktan kastım buydu."
Çenesi öfkeyle seğirdi. Birden bire bana doğru eğilip omuzlarıma yapıştı. Beni oturduğum asfalttan kaldırmak için büyük bir çaba sarf etti; fakat yıkık bir harabeden farksız olduğum için şanslıydı. Kısa bir süre sonra ayaklanmış bir halde karşısında dikiliyordum. Bu defa da onun elleri benim yakalarımı kavramıştı.
"Ondan uzak duracaksın, Barlas! Onun aklını karıştırmana izin veremem. Ecrin'i evliliğe ikna etmeme ramak kalmışken senin yalanlarının onu benden çalmasına müsaade edemem. Bunca zaman nasıl Ecrin olmadan yaşadıysan, ömrünün sonuna kadar da aynı şekilde yaşamını sürdür. Onun hayatını bir kere kararttın, bir daha bunu yapamayacaksın."
Yakalarımı bırakıp beni itti. Bu birkaç adım gerilememe neden oldu. "Ona anlatacaklarım var. Ondan sonra eğer isterse bir daha asla karşısına çıkmam."
Ellerini şakaklarına bastırıp derin derin soluklandı. "Seni dinlemek istemiyor, anlamıyor musun? Ona ne anlatırsan anlat sana inanacağını mı düşünüyorsun? Düş yakamızdan, Barlas!"
Araba anahtarıyla arabamı açtım. Onun söyledikleri zerre umrumda değildi. "Sorularımı cevapladığın için teşekkürler, Aras. Anlaşmamıza uyup bir daha buraya gelmeyeceğim; fakat onunla konuşmadan da yakanızdan düşmeye niyetim yok."
Arabanın kapısını açtım ve tam arabaya binecekken Aras'ın sesi buna engel oldu. "Mademki ona anlatacakların vardı, neden bunca zamandır sustun?"
Ecrin ile ayrılığımızın onuncu ayında ona attığım maili hatırladım. Akabinde gözlerimin önünde onun mailime cevap olarak acımasızca yazdığı sözcükler canlandı. O görüntüyü yok edebilmek için gözlerimi defalarca kez kırpıştırdım.
"Çünkü beni dinlemek de, görmek de istemiyordu. Onun mutlu olduğunu zannettim ve anlatacaklarımı içime kustum."
"Hâlâ sana dair hiçbir şey istemiyor. Ayrıca seni görünceye dek mutluyduk. Değişen bir şey olmadığına göre, anlatacaklarını içine kusmaya devam et."
Gözlerimi onun yüzüne diktim ve ifadesindeki tedirginliği usulca izledim. "Onun mutlu olmadığını bence sen de gayet iyi biliyorsun."
Başını iki yana salladı. Tedirginlik hâlâ sinsice üzerine siniyordu. "Hayır... Kafanda saçma sapan düşünceler üretmeyi kes!"
Ona kendimden emin bir edayla gülümsedim. "Ecrin'i kaybetmekten deli gibi korktuğun apaçık ortada. Tedirginlikten aklını kaybetmek üzeresin. Bu da demek oluyor ki, Ecrin mutlu değil ve beni istemediğine dair kesin bir şey de yok. Onun yıllardır bensiz mutlu bir şekilde yaşadığını zannetmiştim; çünkü beni buna inandırmıştı. Onun huzurunu kaçırmamak için kendimi ondan sakındım. Fakat bugün bana bakarken gözlerinin derinliklerinde yatan acıyı gördüm. Herkesten gizlediği bir acıydı. Benim dışımda kimsenin göremeyeceği... Bana karşı her ne kadar bilenmiş olsa da, hatta başka bir adamla sevişip başka bir adamın çocuğunu doğurmuş olsa bile, onda bana ait çok şey var Aras. Bu saatten sonra beni susturamazsınız. İçime attığım herbir harfi teker teker Ecrin'e haykırmadan ölmeyeceğim. Er ya da geç o beni dinleyecek. Ardından seçimini yapacak."
Aralık bıraktığım kapıdan içeri girip şöför koltuğuna yerleştim. Arabanın kapısını örttüğüm anda burnuma gelen safra kokusuyla yüzümü buruşturdum. Bugün kesinlikle hayatımda yaşadığım en berbat günlerden birisiydi. Her saniyesinden nefret etmiştim. Ecrin'i gördüğüm an dışında...
Arabanın penceresini sonuna kadar açıp arabayı çalıştırdım. Aras'a doğru döndüğümde hâlâ yüzüne yerleşen tedirginlikle bana baktığını gördüm. Ona buruk bir tebessüm bahşettim.
"Bu kadar tedirgin olma, Aras. Kızın sayesinde benden bir adım öndesin. Yine de fazla umutlanma. Eğer ona kendimi affettirebilirsem, aşkın yenemeyeceği hiçbir engel yoktur."
Yüzündeki tedirginlik daha da büyüdüğünde, tam da yarasının üzerine bastığımı anlayabilmiştim. Ona resmen savaş ilan etmiştim. Ben Ecrin için her şeyimi ortaya koyup savaşacaktım. Şu an Aras ile aralarında ne olduğu umrumda bile değildi. İkisinin bir çocuğu olması bile beni kararımdan döndürmezken şu an sevgili olmaları beni hiç yıldırmayacaktı.
Arabamı temizletmek için açık bir yer bulabilme umuduyla ana caddeye doğru sürdüm. Yan koltuktaki kusmuk lekelerinden acilen kurtulmam gerekiyordu. Onlar bugünün en acı saniyelerinin bir parçasıydı. Ardından eve gidip üstümdeki kıyafetlerden kurtulacaktım. Altımdaki pantolon da o acı saniyelerin bir diğer parçasıydı. Asfalta çöküp sarsıntılarla ağlayışımdan izler taşıyordu.
Arabamı temizletip eve gittiğim süre müddetçe aklıma Aras'ın sözlerini getirmemeye çalıştım. Radyodan son ses bir şeyler açarak aklımı dağıtmak için büyük çaba sarf ettim. Olur da o konuşmalara kendimi kaptırırsam tekrar o çaresiz halime dönmekten korktum. Aklımı kaybedip kaza dahi yapabilirdim. Yalnız eve geldiğim zaman işler değişti. Soyunup buz gibi suyun altında saatlerce kaldım. Başımı banyonun fayansına yaslayıp saatlerce ağladım.
Ecrin'e başka bir adamın dokunmasını kaldıramıyordum. Onun başka bir adamın çocuğunu doğurmuş olması beni kahrediyordu.
Duştan çıkıp belime bir havlu doladım. Islak ayak izlerim banyodan odama dek parkede bir iz bırakıyordu. Yaşadığım duygusal çöküş uykumu tetiklemişti. Soğuk duş dahi uykulu halimi yok etme konusunda başarılı olamamıştı. Dolabıma doğru ilerleyip kendime bir tane boxer çıkartıp hemen üzerime geçirdim. Kendimi yatağıma atmadan önce yatağımın yanındaki sepete baktım. Çapkın ve Pasaklı birlikte uyuyorlardı. Onlara bakıp gülümsedim. Yem kaselerine baktım. Bitmek üzere olduğunu fark edince komodinin üzerinden yemi alıp kaseleri doldurdum.
6 yıl önce evi terk ettiğimde Çapkın'ı Duhan'a bırakmıştım. Ecrin de İstanbul'dan giderken Pasaklı'yı bu evde bırakmıştı. 10 ay sonra eve geri döndüğümde Çapkın'ı eve getirdim. Erkin'in Pasaklı ile doğru düzgün ilgilenmediğini anladığımda ikisinin de bakımını tamamıyla üstüme aldım. Yıllardır onlara bakıyordum. Çapkın bana ait olduğu için onu çok seviyordum; fakat Pasaklı'yı Ecrin'in hatırası olarak gördüğüm için ona karşı hissettiğim sevgi de Çapkın ile eşitti. Hatta anlam ifade etmek açısından Pasaklı daha öndeydi.
Bir anda gelen esneme isteğiyle ağzım aralandığında hâlâ köpekleri seyretmekte olduğumu fark ettim. Daha fazla uyanık kalamayacaktım. Kendimi yüz üstü yatağıma bıraktım. Yastığımı başımın altına yerleştirip gözlerimi yumdum. Beynimi tamamen boşaltmak için çabaladım. Bu denediğim en zor şeydi; fakat sonunda başarılı olabildim. Uyku beni esir aldığında aklımın herbir köşesi bomboştu.
***
Salonda yapayalnız oturuyordum. Koltuklar yerine soğuk parkenin üzerine oturmuştum. Dizlerimi kendime doğru çekip ellerimi bacaklarıma sarmıştım. Başım dizime yaslanmış bir halde öylece duruyordum. Aras'ın sözlerini anımsadım. Kalbimde tuhaf bir sızı belirdi. Ardından çenem seyirmeye başladı. Tüm bedenim zangır zangır titrerken ansızın Aras'ın sesi salonun içinde yankılandı.
"Ecrin bana ait, sen sadece bir hiçsin."
"Benim ondan bir kızım var. Peki ya sende ona dair ne var? Çekmecende sakladığın eski bir fotoğraf mı? Yoksa yıllar önce Ecrin'in odanda unuttuğu fuları mı? Bunların ne önemi var sanki? Ne kadar da zavallısın, ben bile acıyorum sana!"
Son sözleri kulak zarlarımı deliyormuş gibi hissettim. Duyduklarım benliğimi sarsmıştı. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Bacaklarıma sarılı ellerimi gevşetip yukarı doğru kaldırdım. Avuç içlerimi tüm gücümle kulaklarıma kapattım. Sözleri kulaklarıma kazınmıştı. Ne yaparsam yapayım sesi kulaklarımdan silinmiyordu.
"Sus! Kes sesini!"
Yakarışım yüksek duvarları üzerime yıkacak kadar kuvvetliydi. Bedenimdeki titreyişler her saniye daha da artıyordu. Dişlerimi sıkmaktan çenem uyuşmaya başlamıştı. Gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeden önce geleceğini belirtiyordu. Sımsıkı yumulu olan gözlerimden birkaç damla yaş firar etti. Aras'ın sesi artık duyulmasa bile, sözleri hâlâ beynimin içinde kısır döngü gibi dolaşıyordu. Tüm hücrelerim duyduklarımın eziyetini çekiyordu.
Sessizliğin dahi dikenleri vardı, ruhumu usul usul kanatıyordu.
Sonra birden bire iki kürek kemiğimin arasında yumuşak bir dokunuş hissettim. Bu dokunuş titreyen bedenimi sakinleştirdi. Uyuşan çenem gevşeyerek hissiyatını geri kazanmaya başladı. Kulaklarıma bastırdığım avuçlarım baskısını yitirdi.
İçimde biriken dertleri hafifletmek istercesine, tenime değen yumuşak elin sahibine acımı haykırdım.
"Ben yıllarca kimseye dokunmadım. Kimseyle sevişmedim, kimseyi öpmedim, kimsenin elini dahi tutamadım... Kalbimi Ecrin'den başkasına açmadım. Hep onu istedim, bir an olsun ondan başkasını hayal etmedim. Bir gün beni dinlemek için gelecek diye umut ettim. Ama o ise başkasının elini tuttu, öptü bir başkasını, sevişti başka bir adamla, başka birinin çocuğunu doğurdu... Beni başkasında unuttu."
Az önce dile getirdiğim kelimelerle gerçeklerle bir kez daha yüzleşmiş oldum. İşte o an, iki kürek kemiğimin arasında hissettiğim yumuşacık dokunuş dahi beni yatıştırmak için yeterli olamadı. Başımı kaldırıp bakışlarımı boş duvara perçinledim. Ellerimi şakaklarıma bastırıp nabzımı parmak uçlarımda hissettim.
"Yeter, yeter artık! Dayanamıyorum, yeter! Bu hayattan bıktım. Her şeyden usandım artık. Ne için yaşıyorum ben? Ne için savaşıyorum? Hayatta bir amacım mı kaldı benim? Yapayalnızım, kendi içimde çürüyorum. Her geçen gün umudumu yitiriyorum. Ne zaman bitecek bu acı?"
Acıyla yüklenen sesim duvarlara çarptı ve orada bir parça acı bıraktı. Sonra o sesin yankısı geri dönüp kulaklarımdan içeri sızdı. Acı geldiği yere geri döndü. Kalbim yine eski ağırlığındaydı, tek zerre dahi hafiflemedi.
Sıcacık bir avuç elimi kavradığında yumruklarımı var olan tüm gücümle sıktığımı fark ettim. Ardından elmacık kemiğimden bir şey süzüldü. Soğuk bir göz yaşı... Onu silmeye bile tenezzül etmedim; çünkü akmak için bekleyen daha binlerce göz yaşı vardı. Bitmek, tükenmek bilmeyen göz yaşları...
Ben günün her vaktinde aynı acının merkezindeydim. Izdırabın gölgesinde, karanlığın çekirdeğindeydim. Beni buradan kurtaracak bir ışığa ihtiyacım vardı; fakat o ışık yıllar önce sönmüştü.
O ışığı ben, kendi ellerimle söndürmüştüm.
Şakaklarımın yanında yumruk halini alan elime baktım. Üzerinde duran el dikkatimi çekti. O an adeta nutkum tutuldu. Bu elleri çok iyi tanıyordum. Bu eller bana dokunduğu zaman beni kor gibi yakardı. Yumruklarım hemen gevşedi. O tanıdık eli avuçlarıma aldım. Dudaklarıma yaklaştırıp defalarca kez öptüm. Ardından yüzümü o ele yasladım.
Kürek kemiklerimin arasındaki dokunuş enseme yöneldi. Baş parmağıyla enseme masaj yaptı. O saniye, başıma üşüşen tüm kara bulutlar güneşin arkasına gizlendi. Yüzüm eline yaslanmış halde başımı ona doğru çevirdim. O an onun yüzü göz bebeklerime dokundu. Gül kurusu renginde dudakları iki yana kıvrılmıştı. Gülüşünün gölgesi gözlerine vurmuştu. Mavi gözleri ışıldıyordu. Yanağındaki gamzeleri belirginleşmiş, minik burnu hafiften kırışmıştı.
"Hayatımda gördüğüm en güzel şeysin..."
Mırıldanarak söylediklerim istemsizce dudaklarımdan dökülmüştü. Her ne kadar istemsiz olsa da, harfi harfine doğruydu. Enin ve iyinin sınırı yoktu; fakat o benim tek sınırımdı. Güzellikte de, aşkta da, her detayda ulaşabileceğim en uç zirveydi.
Ona köpek gibi aşıktım. Aşkından geberiyordum.
"Küçüğüm, bu bir rüya değil mi?"
Avcuma yasladığım elini kıpırdattı. Küçük dokunuşlarla tenimi okşadı. Hissettiğim huzurla gözlerimi kıstım; fakat yummadım. Çünkü gözlerimi yumacak olursam yok olacakmış gibi hissediyordum. Onu gerçek hayatta kaybetmişken rüyalarımda da kaybetmek istemiyordum.
"Sana gerçekleri söylemek için buradayım, Barlas."
Gözlerimi o derin mavi gözlerinden bir an olsun ayırmadan onun konuşmasını bekledim.
"Bana senden sonra kimse dokunmadı. Senin üstüne kimseyi öpemedim. Unuttun mu? Mayıs sinekleri ilk sevişmelerinde ölürlerdi. Ben seninle seviştiğim an dirildim, eğer başkasıyla sevişseydim ölürdüm asıl... Ben ölmedim, Barlas. Kimseyle sevişmedim. Ben başkasının çocuğunu değil, senin çocuğunu doğurdum. O kız, bizim kızımız."
Duyduklarım bedenimi tekrardan titreyişlere maruz bıraktı. Bu sefer ki titremeler heyecandan kaynaklıydı. Dudaklarım derin bir gülümsemeyle aralandı. Kalp atışlarım gitgide hızını artırıyordu. Mutluluktan neredeyse nefesim kesilecekmiş gibi hissettim.
Allah'ım lütfen rüya olmasın, lütfen...
Ecrin avcumun içinde duran elini gözlerimden birisine doğru uzattı. Ensemdeki elini de öteki gözümün üzerine gelecek şekilde hareket ettirdi. Parmakları göz kapaklarımın üzerine değdi. Gözlerimi yummam için onları aşağı kaydırdı. Kirpiklerim birbirine değdiği an göz pınarlarımda beliren sevinç göz yaşları elmacık kemiklerime damladı.
Yataktan sıçrayarak uyandım.
Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde odamda olduğumu fark ettim. Her şey gece yatağa yattığım andaki gibiydi. Gördüklerimin, duyduklarımın, hissettiklerimin hepsi rüyaydı. Hayal kırıklığıyla alnımı avcuma yasladım. Elmacık kemiklerimin ıslaklığından anladığım kadarıyla rüyamda ağlamıştım. Rüyamda ağlarken hissettiğim yaşlar gerçekti. Peki ya iki kürek kemiğimin arasında, elimde, yanağımda ve ensemde hissettiğim dokunuşlar nasıl sahte olabilirdi? Oysaki fazlasıyla gerçek gibiydi...
En çok da duyduklarımın gerçek olmasını isterdim. Elbette Aras itinden işittiklerimin değil, Ecrin'in ağzından çıkan herbir kelimenin gerçekleri yansıtmasını dilerdim. Ama bu imkansızdı. Ecrin asla böyle bir şey yapmazdı. Onun kızının babası ben olsaydım, bunu benden saklamazdı. Her ne yaşamış olursak olalım, beni kızımdan mahrum bırakacak kadar bencil olamazdı.
Aras'a karşı her ne kadar kin kussam dahi, ona inanmaktan başka seçeneğim yoktu. Doğruları söylediğini biliyordum. Dört yıl önce Aras'ın kucağında battaniyelere sarılı bir bebek görmem ve dün hastane bahçesinde Ecrin'in Aras'a söylediği erotik imalar her şeyi açıklıyordu. Aras'ın sorularıma verdiği cevaplar her ne kadar beni enkaza dönüştürmüşse de, bana gerçekleri göstermişti.
Ben Ecrin'i hem ruhen hem de bedenen kaybetmiştim.
Kaybımın farkındaydım; fakat umudumu hâlâ kaybetmemiştim. Hâlâ onu geri kazanmam için bir umut vardı ve ben de o umuda sımsıkı sarılacaktım. Önümdeki engeller çok büyüktü. Bu engelleri aşmak kolay olmayacaktı. Ben elimden geleni yapacaktım. Gerekirse defalarca kez yere çöküp bacaklarıma sarılacaktım, gerekirse bağıra çağıra ağlayacak ve arabama kusacaktım... Ne olursa olsun sonuna kadar Ecrin için savaşacaktım. Dün gözlerimden süzülen her göz yaşında, Ecrin ile ilgili beni ızdırap içinde boğan ne varsa içimden akıtmıştım.
Ecrin her haliyle kabulümdü. Şimdi sıra ondaydı. Ya beni her halimle kabul edip kaybettiğimiz yılları yâd edecekti ya da beni ölünceye dek ızdırabın gölgesinde bırakıp onsuzluğa hapsedecekti.
♧♧♧
Ne zamandır bu kadar duygu ağırlıklı bir bölüm yazmamıştım. Vallahi özlemişimm... 💗
Bölüm nasıldı? Umarım hoşunuza gitmiştir. 💋
Oy ve yorum bırakmayı unutmayın. Şimdiden teşekkür ediyorum.💗
Bir sonraki bölüm olaylar var. İnşallah kısa zamanda yazmaya başlar ve bitiririm. Rica ediyorum üstüme gelmeyin. Baskıdan pancara dönüyorum, sonra kasıntı bir bölüm ortaya çıkarmamak için beynimi boşaltmak için beklemem gerekiyor. Yani süre daha da uzuyor,bilginizeee!! 🤣
Beni de biraz anlamaya çalışın. Yazmak cidden kolay bir iş değil.
Neyse bir tanecik okurlarım, inşallah en kısa zamanda yeni bölümde görüşürüz. Sizi çoook seviyorum veee kocamaaaan öpüyorumm. Sağlıcakla kalın. 😙😍❤
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro