Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MSOM? -35- ❝Ölü Mayıs Sineği❞

Şuraya bir kaç gün deyip iki hafta sonra bölüm atan bir yazar çizelim...

Ya bu bölümü yazarken can verdim resmen. Kurguyu değiştirdim, bir sürü düzenleme yaptım ve bir türlü bölümün sonunu bağlayamadım.

Ama şükürler olsun bitti...

Hadi sizi tutmayayım daha fazla. Barlas ve Ecrin'e çabucak kavuşun.

**Multimedya'da bölümle alakalı resimler var!**

Multimedya'daki şarkıyı dinlemenizi isterim. Bu bölüm ile (Daha çok Barlas ile) çok uyumlu bulduğum bir gerçek... "Sancak - Gün Olur Beni Unutursan"

-Keyifli Okumalaar❤

~

35. Bölüm

6 YIL SONRA

▪Ecrin Karayel▪

Üzerime çöken rehavetle salondaki koltuklardan birisinde uzanıyordum. Sabahın köründe uyandırılmış ve uykumu alamamıştım. Uykulu gözlerle etrafıma bakınırken, kocaman açılıp duran bir ağza sahiptim. Esnemekten çenem ağrıyordu. Sıcak hava, beni uykunun serin kollarına itiyordu. Bugün Ankara'da bunaltıcı bir hava hakimdi. Yaz ayının en sıcak aylarından birindeydik: Temmuz...

Tepemde duran klimadan gelen soğuk hava, bir nebze de olsa beni serinletti. Kucağımda uzanan küçük bedenin kıpırtılarıyla bakışlarımı üzerine diktim. Televizyonda izlediği çizgi filmin müziği eşliğinde yattığı yerde dans ediyordu. Sanki çok zayıf bir şeymiş gibi, tüm ağırlığını üstüme yüklüyordu.

"Sabah sabah ne bu enerji?"

Sorduğum soru karşısında kıpırdanmaya bir son verdi. Başını yukarı doğru kaldırıp koyu mavi gözleriyle gözlerime baktı. Dudakları iki yana büküldüğünde tombik yanakları iyice ortaya çıktı. O güldüğü an, kalbimde tanıdık bir sızı hissettim.

Gülüşü, ona benziyordu.

"Anne, bu şarkıyı seviyorum."

Verdiği yanıta karşılık yalnızca başımı onaylarcasına sallayabildim. Gözleri televizyona tekrardan odaklandığında, bu defa sakince izlemeye devam etti. Ellerim ipek kadar yumuşak olan sarı saç tellerini okşadı. Saçlarının sarılığından tut, gözlerinin maviliğine dek beni andırıyordu. Ona her bakışımda, küçüklük fotoğraflarımın yansıması gözümün önüne düşüyordu. Dış görünüşüne nazaran, hiçbir davranışı bana benzemiyordu. Sevincinden tut, hüzünlenişine dek her şeyi Barlas'ın kopyasıydı. Her öfkelenişinde sanki karşımda onun bir kopyası beliriyormuş gibi hissediyordum.

"Anne, periler ölümsüz müdür?"

Mayıs'ın sorduğu soru karşısında, kendimi düşüncelerimin kasvetinden çekip çıkarttım. Yine başlıyorduk... Bu soru masum gibi görünebilirdi, fakat beni bu sorudan yola çıkarak, derin bir soru selinin içine esir düşüreceğini biliyordum. Mayıs, o kadar konuşkan bir çocuktu ki, bu huyu kesinlikle İrem'e çekmişti. Bunun nasıl mümkün olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu.

"Evet, ölümsüzdür bebeğim."

"Neden ölmüyorlar ki?"

"Bu sadece bir hayal ürünü kuzum. Gerçekte böyle şeyler yok."

Verdiğim cevap karşısında kaşlarını çattı. "Bu çizgi film de amma saçmaymış."

Bir anda değişen ruh hali istemsizce gülümsememe sebep oldu. "Neden kuzum, ne oldu birden?"

"Çizgi filmde peri kızının babası da peri, bu yüzden hiç ölmeyecek. Bu sinirimi bozuyor. Gerçekte babası ölmüş çocukları hiç düşünmüyorlar, anne."

Yüzümdeki tebessüm bir anda paramparça oldu. Tüm tüylerim şaha kalkarken, boğazım düğümlendi. Mayıs'ın ağzından ilk "baba" kelimesi çıktığı günden beri, bir şeyleri sorgulamaya başlayacağı zaman babasının olmadığını nasıl açıklayacağımı düşünmüştüm. Aklımda kurup kaldırdığım yalanların arasından ölümü seçmiştim. Geçen yıl, babasının nerede olduğunu sorduğunda ona öldüğünü söylemiştim. Daha ölümün ne olduğunu bile bilmezken bununla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Bana "Babamı hiç göremeyecek miyim?" diye soruşu aklıma geldikçe, içimden bir şeyler kopuyordu. O gün onun minik gözlerinden dökülen her bir yaşın, ruhumu nasıl delik deşik ettiğini asla unutmayacaktım.

Bu acıyı kızıma yaşatan ben değildim, Barlas'tı. O, ikimizin de hayatını paramparça etmişti. Ruhumda tedavisi olmayan yaralar açmıştı ve o yaraları Mayıs'a açamayacağım için yalan denen illete sarılmıştım. Ona gerçekleri nasıl izah edebilirdim ki? Babasının beni yarı yolda bıraktığını nasıl anlatabilirdim? Barlas'ın bir kızının olduğundan haberi olmadığı gibi, Mayıs da bir babası olduğunu bilmeyecekti. Bu durumda şartlar eşitlenecekti.

"Hadi çizgi filmi kapatalım ve hareketli bir müzik açalım. Ne zamandır kızımla dans etmiyorum."

Konuyu değiştirmem üzerine, Mayıs'ın yüzünü gölgeleyen huzursuzluk anında yok oldu. Derhal yattığı yerden kalkıp birkaç kez sevinçle zıpladı. Onun bu neşeli hali, üzerimdeki gerginliği bir nebze azalttı. Mayıs elindeki kumandanın tuşlarına basarak bir müzik kanalı açtı. Kanalda çalan hareketli şarkıyı duyar duymaz elindeki kumandayı koltuğa fırlatıp ellerini çırptı.

"Hadi anne, başlayalım."

Onun sevimli komutu üzerine şarkının ritmine uygun bir şekilde olduğum yerde sallanmaya başladım. Mayıs saçlarını arkaya doğru savurup ellerini beline koydu. Onun bu havalı tavrı kahkaha atmama sebep oldu. Bir anda nasıl oluyordu da bu kadar pozitif enerji yayabiliyordu, anlayamıyordum. Kalçasını bir sağa bir sola doğru sallamaya başladığında, bende onun hareketlerini teker teker taklit etmeye başladım. O olduğu yerde döndükçe bende dönüyor, o neşeyle zıpladığında bende zıplıyordum.

Birkaç dakika boyunca onu taklit ettim. Git gide hareketlerim yavaşlıyordu ve nefes nefese kalıyordum. Mayıs ise hiç hızını kesmiyordu. O bitmek bilmeyen enerjisiyle neşeyle kıpırdanıyordu. Sonunda pes edip kendimi koltuğa attığımda, Mayıs dans etmeyi bıraktı. Ellerini beline koyup sarı kaşlarını çattı.

"Anne, bu kadarcık dans için mi çizgifilm keyfimi bozdun?"

Onun bu çok bilmiş tavrı gülümsememe neden oldu. "Ama bebeğim, ben artık yaşlandım. Senin kadar genç değilim ki, çabucak yoruluyorum."

Yaşlanmak... Birden bire dile getirdiğim bu kelime, irkilmeme sebep oldu. Anne oluncaya dek kendimi gencecik hissederdim, çünkü öyleydim. O zamanlar 19 yaşında bir genç kızdım. Şimdi ise 25 yaşında bir anneydim. Artık o eski dinçliğimi hissetmiyordum.

"Hayır anne, sen gençsin. Anneannem yaşlı bir kere."

Tam bir cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada, annem elindeki tepsiyle salonun kapısında beliriverdi. Ağzından çıkan şaşkınlık nidasının ardından, yuvalarından çıkartırcasına araladığı gözlerini Mayıs'ın üzerine dikti.

"Aman Allah'ım, neler duyuyorum böyle? Anneanneciğim sen beni kalpten mi götüreceksin?"

Annemin bu tepkisi üzerine kahkaha atmamak için alt dudağımı dişledim. Annem 52 yaşına girmişti, fakat hâlâ çok güzeldi. Onu gören 30 yaşında zannederdi. Formuna dikkat ediyor ve cildine her gün çeşitli bakımlar yapıyordu. Yüzünde çok az kırışıklık olmasına rağmen, Mayıs annemi yaşlı buluyordu.

"Anneanne yalan mı söyleyeyim şimdi-"

Mayıs'ın başladığı sözlerin devamını getirmemesi için, işaret parmağımı dudaklarımın üzerine bastırıp kaşlarımı yukarı kaldırdım. Bu hareketimi fark eder etmez, elini ağzına kapattı. Yanlış bir şey söylediğinde veya ağzından bir şey kaçırdığında hep bu hareketi yapardı. Mayıs çok geveze, hazır cevap ve zeki bir çocuktu. Farklı olduğu kadar sevimliydi de... Ona karşı hissettiğim sevgi her geçen gün biraz daha artıyordu.

"Anne, sen Mayıs'a bakma. Çocuk işte, ne anlasın yaşlılıktan, gençlikten... Sende farkındasın gayet güzel olduğunun. Şu yaş kompleksini bırak, lütfen."

Annemin yüzündeki hayal kırıklığı hafiften silikleşti. Elindeki tepsiyi salondaki masanın üzerine bıraktığında, yüz ifadesi tamamen normale dönmüştü. Birden bire Mayıs ağzına kapattığı elini geri çektiğinde, bir facia ile daha karşılaşmaktan korkar oldum.

"Anneanne, ben sana yaşlı dedim ama çirkin demedim ki. Sen dünyanın ennn güzel anneannesisin."

Mayıs'ın sözleri beklediğimin aksine annemin yüzünü güldürürken, annem diz çöküp işaret parmağını ileri geri hareket ettirdi. Mayıs annemin verdiği komutu hemen idrak edip ona doğru ilerledi. Yanında durduğunda annem onu çenesinden kavrayıp tombik yanaklarına iki kocaman öpücük kondurdu. Mayıs da onu yanaklarından öptükten sonra, odada az önce oluşan gerilim tamamen yok oldu. Annem ayağa kalkıp masanın üzerindeki vazoyu başka bir yere koydu ve tepsinin içindeki kahvaltılıkları masaya dizdi. Mayıs sandalyelerden birisine tırmanıp kahvaltılıkların kapaklarını tek tek açtı.

Oturduğum yerden ayağa kalkıp merak ettiğim soruyu sordum. "Neden mutfakta değil de burada kahvaltı yapacağız, anne?"

"Sabah Aras aradı. Bir şeyler alıp kahvaltıya gelecekmiş. O yüzden burada kahvaltı yapalım dedim."

"Aman anne, sanki yabancı biri gelecek de özel masa hazırlıyorsun. Aras kaç yıldır neredeyse evimizin bir parçası oldu."

Aras, Ankara'ya bizimle geldiğinden beri neredeyse her gün buradaydı. Şu an yaşadığımız apartmanın sadece birkaç apartman yanında oturuyordu. Her imdadımıza koşar, bütün özel günlerde yanımızda olurdu. Yine de annem ona karşı çok özenliydi. Onun geleceği zaman telaşlanır, aklında ona özel bir şeyler tasarlardı. Malesef ki bunun nedenini çok iyi biliyordum.

Aras'ı damat adayı olarak görüyordu.

"Yaptığım işi sorgulamaya bir son ver de, git hazırladığım tabakları getir."

Annemin ters yanıtına karşılık gözlerimi devirdim. Sanki hâlâ küçük bir çocukmuşum gibi azar işitiyordum. Bu hoşuma gitmiyordu, çünkü artık olgunlaşmıştım ve ben de bir anneydim. Anneme bir şey söylemek yerine, söylediğini yerine getirdim. Hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Mutfak tezgahının üzerindeki tabaklarda gözümü gezdirdim. Tabaklarda sucuklu omlet vardı. Her tabağın kenarına domates ile salatalık doğranmıştı. Beş tabaktan iki tanesini alıp salona geri döndüm. Ben elimdeki tabakları masaya yerleştirirken, annem masadaki tepsiyi alıp mutfağa yöneldi. Mayıs da hemen onun peşine takıldı. Ben de Mayıs'ın minik adımlarına eşlik ettim.

Annem hazırladığı tabaklardan birini alıp Mayıs'a doğru uzattı. Mayıs tombik elleriyle tabağı sıkıca kavrayıp salona doğru temkinli bir şekilde yürüdü. Annem kalan iki tabağı da benim ellerime verdi. Kendisi de çatal ile bıçakları ve ince ince dilimlediği ekmeklerin olduğu ekmek sepetini aldı. Annem masaya bıraktığımız her şeyi özenle yerleştirirken, bende geri mutfağa döndüm ve çay bardaklarını hazırladım. Elimdeki tepsiyle salona girdikten hemen sonra İrem de salona adımını attı.

Esnemeye bir son verip nihayet konuştu."Günaydın milleet."

Uykulu olmasına rağmen, sesi her zamanki gibi neşeliydi. Üzerindeki pembe pijama takımı ve dağılmış topuzuyla çok sevimli gözüküyordu. Elimdeki tepsiyi masaya bırakıp ona kocaman gülümsedim.

"Günaydın canım."

İrem yanıma yaklaşıp ellerini boynuma doladı. Bu yakınlığını fırsat bilip yanağından öptüm. İrem bu öpücüğü umursamadan başını omzuma yasladı ve gözlerini yumdu.

Annemin dudaklarında alaycı bir tebessüm yer edindi. "İrem'ciğim sana henüz gün aymamış."

Mayıs annemin bu sözüne birden bire kahkaha attı. "İrem Teyze ne kadar tembelsin."

İrem Mayıs'ın sesiyle tek gözünü açıp Mayıs'ın üzerine dikti. "Seni çok fena ısıracağım bir gün, bu ne çok bilmişlik."

Mayıs İrem'in tepkisine daha fazla kahkaha atarken, onun neşesi bana da bulaştı. Derinleşen gülümsememle onu seyrettim. Yanağındaki minik gamzesi o kadar güzeldi ki, yüzünün her zerresini öpmek istedim. Dikkatim kısa süre sonra boynumdaki kolların sahibine kaydığında, tekrardan iki gözünü birden yumup uyku moduna geçtiğini fark ettim.

"Madem uykun var, niye kalktın?"

Sorduğum soruya karşılık gözlerini açıp kollarını geri çekti. Elini havaya kaldırdığında, elinde bir şey tuttuğunu fark ettim. Dikkatli baktığımda elindekinin babamın telefonu olduğunu idrak etmek zor olmadı.

"Engin amca işe gitmeden önce bunu banyoda unutmuş sanırım. Birkaç kez çaldı. En sonunda tahammül edemeyip sesin geldiği yöne doğru gittim. Tam telefonu sinirden fırlatacaktım ki, ses kesildi. Bende onu aldım ve size getirdim." dedikten sonra telefonu bana doğru uzattı. "Belki önemli bir durum falan varsa, bir bak istersen."

İrem'in elinden babamın telefonunu alıp şifresini tuşladım. Bildirim paneline girdiğimde üç tane cevapsız çağrının olduğunu gördüm. Bu çağrıların kime ait olduğuna baktığım anda, gördüğüm isim tüm vücudumun ürpermesine neden oldu.

"Kimmiş arayan?"

Annemin sesi beni kendime getirirken, gözlerimi onun yüzüne odaklamaya çalıştım. Meraklı yüz ifadesini takınmış bir vaziyette cevabımı bekliyordu. Hafifçe yutkundum, ardından sorusunu cevapladım.

"Abim..."

Verdiğim yanıt odada derin bir sessizliğin oluşmasına neden olmuştu. Annemin bakışlarına yerleşen özlemden ve İrem'in kalbindeki şiddetli sancıdan haberdardım. Annem abimi her geçen gün biraz daha özlüyordu. İrem ise her ne kadar belli etmese de, içten içe hâlâ abimi seviyordu.

Odaya örülen sükunet duvarı, Mayıs'ın sesiyle çatladı. "Anne, çok uzakta yaşayan dayım mı aradı?"

Sorusuna yalnızca başımı onaylarcasına sallayarak cevap verdim. Abim çok uzakta olmasa da, Mayıs'a durumu böyle izah etmiştim. Olur da dayısıyla tanışmak isterse, onun çok uzakta olduğunu bahane edebilirdim. Bu yalanlarla nereye kadar baş edebileceğimi bilmiyordum.

Abimle birbirimizi 6 yıldır görmüyorduk. İrem'in annesi ile kardeşi hâlâ abimin dairesinin alt katında oturdukları için, onun hayatından haberdarlardı. Aldığım haberlere göre; ben İstanbul'u terk ettikten hemen hemen bir yıl sonra, Barlas eve geri dönmüştü ve şu an bile abimle o evde birlikte yaşıyorlardı. Abimin Barlas ile olan yakınlığı beni incitse de, zaman geçtikçe bu kırgınlığa alışmıştım. Abime bu hatasının bedelini, ondan kendimi ve yeğenini gizleyerek ödetiyordum. İrem de onu böyle cezalandırıyordu. Hem bu yöntem yalnızca onu cezalandırmakla kalmayıp, beni büyük bir tehlikeden koruyordu. Abim Mayıs'tan haberdar olursa, bunu Barlas'a söyleyebilirdi. Bu durumda Barlas kızımı benden almaya yeltenebilirdi. Babam da bunu göz önünde bulundurarak, abime İrem ile birlikte İrem'in babasının yanına yerleştiğimiz yalanını söylemişti. İrem'in babası ile annesi ayrı olduğu için, babası işleri sebebiyle İngiltere'de yaşıyordu. Abim de bunu bildiği için, şu an bizi yurtdışında sanıyordu.

Abim iki yılda bir Ankara'ya gelip birkaç günlüğüne annem ile babamı görüp gidiyordu. Onun geleceği günden bir gün önce kızımı ve İrem'i alıp Aras'ın evine gidiyordum. Abim İstanbul'a geri dönünceye dek Aras'ın evinde kalıyorduk. Bu saklambaç beni hem fiziksel hem de psikolojik olarak yıpratsa da, artık hissizleşmiştim. Aras'ın evinden koşa koşa ayrılıp abimin yanına gitmeyi istediğim günler geride kalmıştı. Ağlayarak uykuya dalmıyordum artık. Kalbimdeki hasret çığlıklarını sükûnetle yıkamıştım. Şimdi sadece hasretin sessiz iniltileriyle baş başaydım. Gün geçtikçe abime ait çoğu şeyi unutuyordum. Yalnızca anılar diri kalıyordu. Onu görmeye görmeye yokluğuna alışmıştım. Hem onunla görüşmediğim için, kızımı da öğrenme olasılığını ortadan kaldırmıştım.

Bir anda kapı zilinin sesi kulaklarıma iliştiğinde, abimle alakalı olan bütün düşünceleri yırtıp havaya uçurdum. Odadaki gerginlik kısa sürede dağıldığında, annem koşar adımlarla koridorda ilerledi. Kapının açıldığına dair ses duyulduğunda, annemin sevgi dolu ses tonu salona dek ulaştı.

"Hoş geldin, canım."

"Hoş buldum Eylül Teyzem."

Aras'ın gür sesini duyduğumda, buna hiç şaşırmadım, çünkü annem yalnızca Aras'ı ve babamı böyle sevecen karşılardı. Aras ailemizin temelinde yer edinmişti. Onu annem, babam ve Mayıs da çok seviyordu. Babam onu bir aile dostu olarak benimsemişti. Mayıs da, Aras'ı arkadaşı olarak görüyordu. Yalnızca annemin onu damat adayı olarak hayal etmesi dışında bir sorun yoktu.

Aras yüzündeki gülümsemeyle salona girer girmez gözleri Mayıs'ı buldu. Elindeki abur cuburla dolu poşeti tam arkasında duran anneme uzattıktan sonra diz çöküp kollarını iki yana açtı. Mayıs koşarak Aras'ın kucağına atladı. Aras ona sıkıca sarılırken diğer yandan da yüzünde öpülmedik yer bırakmıyordu. Onların bu hali beni de keyiflendirdi.

"Yeter bu kadar sevgi gösterisi, deli gibi karnım gurulduyor."

İrem söylenmeye başlayınca, Aras Mayıs'ı kucağından indirmeden ayağa kalktı ve onu sandalyelerden birisine oturttu. Kendisi de hemen onun yanına oturdu. Bende Aras'ın hemen karşısına oturdum. Annem ve İrem de yerlerine yerleştiğinde, Mayıs herkesten önce tabağındakileri yemeye başladı. Çok iştahlı bir çocuktu, bu yüzden söz konusu yemek olunca kendini durduramıyordu. Onun ağzındakini çiğneyerek parmaklarını 'nefis' anlamında birleştirmesini tebessüm ederek izledim.

"Çok güzel olmuş anneanne."

Mayıs'ın iltifatı üzerine annem ona doğru uzanıp yanağından bir makas aldı. "Afiyet olsun canım benim."

Herkes tabağındakileri yemeye başlayınca, bende Mayıs'ın sevimli mimiklerini izlemeye bir son verdim. Tam elime çatalımı alacakken, birden bire babamın telefonunu hâlâ elimde tuttuğumu fark ettim. Telefonu masanın üzerine bırakıp bende tabağımdakilere odaklandım. Bir süre kahvaltı eşliğinde sohbet ettikten sonra, kahvaltının sonlarına doğru herkes sessizleşti. Mayıs hızlı bir şekilde kahvaltısını bitirdiği için masadan kalkıp kumandayı eline aldı. Televizyonu açtıktan sonra rastgele bir tuşa basmış olacak ki, magazin kanalı açıldı. Tam ağzıma son lokmamı atacaktım ki, televizyondan gelen sesle çatalı kıpırdatamaz hale geldim.

"Ünlü oyuncu Barlas Seçkiner dün gece, gece kulübü çıkışında kameralara yakalandı. İlk defa yanında bir kadınla yakalanan Barlas Seçkiner, kameraları fark edince ne yapacağını şaşırdı."

Boğazıma yerleşen yumruyu yok etmek istercesine yutkundum. Bakışlarımı güçlükle televizyon ekranına çevirdiğimde, Barlas'ın keskin yüz hatlarıyla karşılaştım. Onun birkaç adım gerisinde ilerleyen kadını incelememe fırsat kalmadan kanal değiştirildi. Yalnızca kadının uzun kahverengi saçlarını ve esmer güzel yüzünü fark edebilmiştim. Derin bir acı yavaş yavaş kalbime sızdı. Beni parça parça eşeleyen bu his de neydi? Yıllardır kalbimden yok etmeye çalıştığım adam, şimdi neden beni yok ediyordu?

Her sabaha sanki onu hiç tanımamış gibi uyanmıştım. Kendimi onu unutabildiğime inandırmıştım. Dört yıl önce bir televizyon dizisiyle onu ilk ekranda gördüğüm an bile, kalbime söz geçirebilmiştim. Her Çarşamba günü televizyonda onu görebileceğimi bilmeme rağmen, bir gün dahi o kanalı açmamıştım. Kendimi dizginlemeyi başarabilmiştim. Oyunculuğu herkesin dilinde dolaşırken, dizisi tutulmuştu. Bizim yıllar önce oynadığımız aşk filmi, vasat bir başarıya imza atmıştı. Onun oynadığı polisiye dizi ise, 3 sezon boyunca izlenmişti. Barlas, ününe ün katıp hayal ettiğim başarıya ulaşmıştı. Ben ise, kızımı babasız büyütmek zorunda kalmıştım. Onun her hafta yayınlanan dizisini, her kanalda çıkan reklam filmlerini, sokaklara asılan afişlerini görmezden gelerek yaşamaya çalışmıştım.

Onca yıl boyunca tek bir kadınla dahi görülmemişken, ilk defa bir kadınla beraber magazine yansımıştı. O kadın kimdi? Onu da bir zamanlar beni sevdiği gibi seviyor muydu? Beni öptüğü gibi, öpüyor muydu şakaklarını? Ona da 'küçüğüm' mü diyordu? Gittikçe uyuşan parmaklarımın arasından düşen çatal, gürültüyle tabağıma çarptı. Bu ses beni kendime getirirken, beni daldığım boşluktan çıkarttı.

"Anne, iyi misin?"

Mayıs'ın sesindeki endişeyi giderebilmek için, gülümseyerek başımı aşağı yukarı salladım. Bakışlarımı etrafta gezdirirken, Aras ile annemin dikkatle beni incelediğini fark ettim. Sanki her an patlayacak bir bombaymışım gibi bana bakıyorlardı. İrem ise kanalları hızlı hızlı dolaşıyordu, fakat Mayıs'ın hoşuna gidecek bir şeyler bulamıyordu.

"İrem, televizyondan Google'a girebilirsin. Ordan istediği bir çizgi filmi açarsın."

İrem'e söylediklerimin ardından, İrem telaşlı halinden bir nebze olsun arındı. Onun bu telaşı, benim az önce girdiğim şoktan kaynaklanıyordu. Kumandayı Mayıs'tan alıp magazin kanalını nasıl değiştireceğini şaşırmıştı. Nihayet kanalları gezmeye bir son verip televizyonun menü kısmından Google'a girdi. Mayıs ona istediği çizgi filmin adını söylerken, İrem de diğer yandan çizgi filmin adını yazıyordu.

"Son dakika haber varmış. İrem bir habere bakalım, sonra Mayıs'a çizgi filmini açarsın."

Annem Google'ın altında çıkan reklamlara dikkat etmiş olmalıydı. Onun bu meraklı kişiliği, onu haber bağımlısı yapmıştı. Akşam haber bültenlerini izlemesi yetmezmiş gibi, nerede bir haber yazısı gözüne batsa okurdu. İrem annemin sözünü ikiletmeden, haberi açtı. Haber yazısı televizyon ekranını kapladığında, annem gözlerini kısarak yazıyı okumaya çalıştı. Aras onun zor okuduğunu bildiği için, hemen haberi seslice okumaya başladı.

"Son dakika... İstanbul'da hızlı araç kullanan sürücü, önüne çıkan tırla hızını alamayıp tırın altına girdi. Güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler, kan dondurdu. Tırın altında sıkışan araç, kurtarma ekiplerinin yardımıyla tırın altından çıkarıldı. Ağır yaralanan sürücü sağlık ekipleri aracılığıyla hastaneye götürüldü."

Annem içine kötü bir his doğmuş gibi elini sol yanına bastırıp derin derin soluklandı. "K-Kimlik bilgileri belirtilmiş mi?"

Aras ekranı yukarı doğru kaydırdığında, araç sürücüsünün kimlik bilgileri ekranda belirdi. Bir anda 'Erkin Karayel' yazısını okumamla kalp atışlarım hızlandı. Nüfus cüzdanının fotoğraf kısmında abimin yüzünü gördüğüm an, kanım çekildi. Şiddetli sarsıntılarla titreyen vücuduma engel olamıyordum. Annemin tiz çığlığı evin duvarlarında yankılandı. O an, kaybetme korkusu suratıma tokat gibi çarptı. Göz yaşlarım gözlerimden oluk oluk boşalırken, elimi ağzıma kapatıp kontrolsüz bir biçimde ağlamaya başladım.

Aras hızla yerinden kalkıp yanımda diz çöktü. Kollarını sıkıca belime sararken, dudakları bana teselli vermek istercesine bir şeyler fısıldıyordu. Ne dediğini idrak edemiyordum, çünkü duyabildiğim tek şey annemin çığlıkları ve boğuk hıçkırıklarımdı.

İrem'in karşımda durduğunu fark ettiğimde, titreyen elini önüme doğru uzattı. Gözlerine baktığımda yaşla dolu olduklarını gördüm. Ardından bakışlarım eline kaydı. Dikkatimi önüme bıraktığı telefona vermeye çalıştım. Bu babamın telefonuydu.

"S-Sabahki cevapsız çağrıların sebebi bu olmalı... Sen hemen abini ara ve durumunu öğren, ben de Mayıs'ı buradan uzaklaştıracağım." dedi İrem ve Aras'a doğru döndü. "Aras, Eylül annenin durumu çok kötü. Ecrin Erkin'in durumunu öğrenirken, sende onu mutfağa götürüp sakinleştirmeye çalış."

Aras İrem 'in sözlerinin hemen ardından bana baktı. Elimi dudaklarımdan uzaklaştırıp başımı 'iyiyim' anlamında aşağı yukarı salladım. Aslında hiç de iyi değildim. Tam tersine ruhumda her geçen saniye derin yarıklar açılıyordu. Çektiğim acının kırıntıları yanaklarımı bir kez daha ıslatırken, göz yaşlarıma mani olamadım. Aras kollarını gövdemden uzaklaştırıp ellerini yanaklarıma yasladı. Islak elmacık kemiklerimi sildikten hemen sonra alnıma küçük bir öpücük kondurdu.

"Güçlü ol. Erkin iyi olacak."

Sözlerine hiçbir tepki vermeden, hissizce gözlerinin içine baktım. Elleri yüzümü terk ettiğinde, adımları anneme doğru yöneldi. Onun tesellisi acımı zerre dindirmemişti. Gözlerim Mayıs'ın gözleriyle buluştuğunda, bakışlarındaki korku içimi parçaladı. Vücudumun çaresizce titreyişine son verebilmek için, tüm kaslarımı gerdim. Mayıs'ı daha fazla korkutmamak için, sakin olmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra İrem onu alıp odasına doğru ilerledi. İrem'in ardından Aras, annemi sıkıca kavrayıp mutfağa götürdü. Annemin bitkin düşen bedeni, sızımı çoğalttı. Onun hıçkıra hıçkıra ağlaması sakin kalmamı zorlaştırıyordu.

Salonda sandalyenin üzerinde bir başıma ve çaresizce kalakaldım. Kalbim göğüs kafesimin içinde can çekişirken, mantığımı diriltmeye çalıştım. Yıllardır bir kez dahi görmediğim, sesini bir an olsun duymadığım abim ölümün eşiğindeydi. Onun yokluğuyla baş etmeye alışmıştım, fakat onun uzaklarda bir yerde hâlâ nefes alıyor olduğunu bildiğim için bunu başarabilmiştim. Eğer hayata gözlerini yumarsa, bununla böyle kolayca baş edebileceğimi sanmıyordum.

Yumruk haline gelen ellerimi sıkmaktan parmaklarım uyuşmuştu. Önümde duran telefonu güçlükle elime aldığımda hemen arama kayıtlarına girdim. Gelen son çağrı abimdendi. Numarasının üzerine tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. Telefona  herhangi birinin cevap vermesini bekledim, fakat çağrıma yanıt veren kimse olmadı. Gerginliğim hat safhaya ulaşırken, hiç düşünmeden bir kez daha aradım. Telefon uzun süre çaldı. Sonunda çağrıma yanıt verilince, heyecanla bağırdım.

"A-Abi... Sen misin? Abi, yalvarırım sen ol..."

Bir müddet karşı hattan bir ses duyulmasını bekledim. "Maalesef, abin değilim."

Bir anda duyduğum ses karşısında, fırtınalı bir geceye uyanmış gibi hissettim. Sanki zifiri bir karanlığın ortasında, şiddetli rüzgarların odağıydım. Vücumdaki gerilim katbekat çoğalıyordu ve geçen her saniye damarlarımdaki kan biraz daha çekiliyordu. Buzdan bir heykelden farkım yoktu.

Duyduğum ses, Barlas'a aitti.

Tekrardan onun sesi telefondan yükseldi. "Erkin bir saat kadar önce ameliyata alındı. Durumunun kritik olduğunu söylüyorlar. Her neredeysen, çıkıp gelmeni tavsiye ederim. Onu son görüşün olabilir."

Son söyledikleri beni parçalara ayırırcasına sarstı. Abimi yıllardır görmüyordum ve eğer bugün orada olamazsam bir daha asla göremeyebilirdim. Ansızın dudaklarımın arasından firar eden hıçkırık, diğerlerini de peşi sıra sürükledi. Şu an hissettiğim acıyı Barlas ile paylaşmak istemediğim için, hemen aramayı sonlandırdım. Parmaklarım hissiyatını yitirirken, telefon elimden kayıp gitti. Parkeye çarptığında çıkan gürültüyü varla yok arası işittim. Şu an bilincimin yerinde olduğundan dahi emin değildim.

Emin olduğum tek bir şey vardı... Altı yıl önce karnımda gayrimeşru bir bebekle ve kalbimde kanayan bir yarayla terk ettigim şehire, bugün yeniden ayak basacaktım.

***

"Şu an cidden saçmalıyorsun. Nasıl kendini ve Mayıs'ı böyle bir tehlikeye atabilirsin? Ecrin İstanbul'a gidemezsin. O hastanede Barlas ile karşılaşacağını sende biliyorsun. Mayıs'ı öğrenirse her şeyi mahveder. Yapma!"

Aras'ın söylediği herbir kelime bir kulağımdan girip ötekinden çıktı gitti. Şu an tüm kötü olasılıkların hiçbir önemi yoktu. Abim orada hayatta kalmak için savaş verirken, ben burada oturup hiçbir şey olmamış gibi bekleyemezdim. Ben panikle giysi dolabımın içinden kendim için ve Mayıs için birkaç kıyafet alıp küçük valizin içine atarken, Aras peşimde dolanarak boş yere çenesini yoruyordu.

"Aras, yeter artık! Yarım saat önce babamı iş telefonundan arayıp olaydan haberdar ettim. Birazdan burada olacak ve bizde yola çıkacağız. Bana olası tehlikelerden bahsetmeyi bırak. Barlas mahkeme açıp kızımı alsa bile, bu abimi son kez görme hakkımın elimden alınmasından daha kötü olamaz."

Her şeyin bir çaresi bulunabilirdi, fakat ölüme çare yoktu.

Valizin fermuarını kapatırken birden bire Aras bileğimi kavrayıp beni kendine doğru çevirdi. Gözlerindeki tedirginlik mavi harelerini çepeçevre sarmıştı. Bir elini yanağıma yaslayıp tenimi incitmeden okşadı.

"Canının nasıl yandığını hissedebiliyorum. O şehire tekrar ayak bastığına pişman olacağını bilsem dahi, sana engel olamayacağım. Bu durumda yapabileceğim tek bir şey var, Mayıs'ı ablamın evine götürmek."

Neden böyle bir karar verdiğine anlam veremeyerek kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Bana sorarsan Mayıs hiç İstanbul'a gitmemeli, fakat ne sen onu burada benimle bırakırsın ne de o senden fazla uzaklaşabilir. Bu yüzden bende seninle birlikte İstanbul'a döneceğim. Babanın arabasıyla gitmek yerine, benim arabamla gideriz. Önce seni abinin kaldırıldığı hastaneye götürürüm, ardından Mayıs'ı alır Derya ablamın evine bırakırım. Mayıs ile hastaneye girebileceğini zannetmiyorum zaten. Ayrıca o şerefsizin orada olma olasılığı da çok yüksek."

Başımı önüme eğip gözlerimi sıkıca yumdum. Şu an bulunduğum durum o denli çaresizdi ki, güçlü kalmakta zorluk çekiyordum. Annem içerde durmaksızın ağlıyordu, Mayıs korkudan odasında sessizce oturuyordu, İrem hissettiği acıya rağmen yol hazırlığı için evin içinde koşturuyordu, Aras beni koruyabilmek için türlü düşünceler içerisindeydi, ben ise çeşitli korkuları bir arada ruhumda barındırıyordum. En kötüsü de abim şu an kan ve revan içerisindeydi.

Konuyu daha fazla uzatmadan, en mantıklı yanıtı verdim. "Tamam."

Birden bire odanın kapısının açıldığını işittim. Aras ellerini yüzümden uzaklaştırırken, bende hâlâ yumulu olan gözlerimi araladım. Gelen kişiye gözlerimi çevirdiğimde Mayıs olduğunu fark ettim.

"Anne dedem gelmiş. Hemen aşağı inmemizi söylemiş. İrem Teyze çantaları aşağı indirdi. Anneannem de aşağı iniyordu, sana haber vermemi söyledi."

"Tamam bebeğim. Hadi aşağı inelim."

Mayıs bana doğru koşup elimi sıkıca kavradığında, hâlâ gergin olduğunun farkındaydım. Yatağın üzerindeki valize uzanmak üzereyken, Aras valizi eline aldı ve bana kapıyı işaret etti. Teşekkür maksadıyla dudaklarıma sahte bir tebessüm kondurdum. Hızlı adımlarla ilerlemeye başladığımda, kalp atışlarım da adımlarımla birlikte hızlanmaya başladı. Karmakarışık duygular benliğimi işgal ederken, bitap düşmemek için çabalıyordum. Dış kapının önünde duraksadığımda, bir an için dışarı çıkmakta tereddüt ettim.

Beni kemire kemire bitiren korkuları yenebilmek adına, abimin hayalini zihnimde canlandırdım. Onun kanlı cüssesi, direncimi harekete geçirdi. Korkularıma savaş açtım ve saniyeler içinde onları mağlup ettim. Aras kapıyı açıp dışarı çıktı. Anahtarlıktan evin anahtarını aldım. Parmaklarımın titremesi dinmişti. Kendimi aralık olan kapıdan dışarı attığımda, içimdeki korkak kız köşesine çekildi. Dış kapıyı sertçe çekip anahtarla birkaç defa kilitledim. İşte o an, 6 yıl boyunca bu evle kurduğum bütün bağlar koptu.

Merdivenlerden inip dışarı çıktığımızda, Aras babama durumu açıkladı. Ona kendisinin de İstanbul'a geleceğini ve Mayıs'ı ablasının evine götüreceğini söyledi. Babam normalde bir şeye karar vermeden, detaylı bir biçimde düşünürdü; fakat bu defa hiç üzerinde durmadan onayladı. O kadar üzgündü ki, güçlü durmaya çalışsa dahi bunu hissedebiliyordum. Kalbim bilmem kaçıncı kez sızlarken, dolan gözlerim ile Aras'ın arabasına yöneldim.

Aras arabanın kilidini açar açmaz, arabanın arka kapısını açıp Mayıs'ın oturmasını bekledim. Mayıs arka koltuğa oturdu, fakat elimi bırakmadı.

"Anne, elimi bırakma."

Birden bire kendini daha fazla tutamayıp ağlamaya başladığında, sanki üzerime koca bir kaya oturdu. Onun iri mavi gözlerinden damlayan her bir damla yaş beni daha fazla perişan ediyordu. Derhal ön koltuğa oturmaktan vazgeçip kızımın yanına oturdum. Arabanın kapısını kapatır kapatmaz onun minik bedenini kollarımla sardım. Bugün şahit oldukları onu o kadar korkutmuştu ki, bedeni tir tir titriyordu. Bunca zaman boyunca tüm korkusunu içine atmış olmalıydı. Şimdi ise göz yaşları aracılığıyla içine attıklarını dışarı akıtıyordu.

"Bebeğim, hepsi geçecek."

Sırtını usul usul okşarken, hıçkırıkları gitgide sessizleşiyordu. Bedenindeki titremeler son bulduğunda, onu sakinleştirmenin verdiği huzurla sarı saçlarının üzerine buse kondurdum. Aras şoför koltuğuna yerleştiğinde, kısa bir süreliğine arkasına dönüp bize baktı. Bir sorun kalmadığını belirtmek için gözlerimi kırptım. Başını sallayıp önüne döner dönmez arabayı çalıştırdı. Arabanın tekerleri asfaltın üzerinde ilerlemeye başladığı an, gözlerim pencereden dışarısını seyre daldı. Ankara'ya ait gördüğüm her şeyi beynime kazıyordum. Sanki bir daha buraya geri gelemeyecekmiş gibi hissediyordum.

Birkaç saat sonra hayal kırıklıklarıyla dolu o şehirde olacaktım... İstanbul'da.

***

Kaç dakika geçmişti, bihaberdim. Şu an bir hastane oturağına çökmüş vaziyetteydim. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp yüzümü avuçlarımın içerisinde saklamıştım. Abimin 6 saattir ameliyatta olduğunu öğrendiğim andan itibaren bu konumdaydım. Abim ben buraya gelmeden 1 saat önce ameliyata alınmıştı ve 5 saatlik araba yolculuğumuz boyunca ameliyattaydı. Bunu düşündükçe boğazımdaki yumru büyüyordu.

Hastaneye girdiğimden beri, çevremde olan biten hiçbir şeyle ilgilenmemiştim. Sadece hemşirelerin dediklerine odaklanmış ve ameliyathanenin önündeki oturaklara yerleşene kadar, bir kez dahi etrafa bakınmamıştım. Bunu yapmamamın sebebi sadece aklımın yerinde olmaması değildi. Aynı zamanda Barlas'ın burada olduğunu hissedebilmemden kaynaklanıyordu. Onunla göz göze gelebilecek cesareti kendimde bulamıyordum.

Düşüncelerim tekrardan korkunç bir hâle büründüğünde, şu an ameliyat kapısından bir doktorun çıkıp abimi kaybettiğimizi söyleyeceğini hayal ettim. Bu düşünce, yıkılmak üzere olan benliğime bir balta daha vuruyordu. Gözlerimden birkaç damla yaş daha dökülürken, birden bire ameliyathanenin kapısının açılma sesini işittim. Yüzümü avuçlarımın arasından kaldırıp doğru işitip işitmediğimi kontrol ettim. Mavi önlüklü doktoru görür görmez, oturduğum yerden derhal ayağa kalktım. Bir anda doktorun etrafında daire oluşturmuştuk. İlk sözü başlatan annem oldu.

"Doktor Bey, oğlum nasıl?"

Annemin telaşlı ve bir o kadar perişan çıkan sesine karşılık, doktor hafifçe tebessüm etti. Doktorun gülümsemesi, vücudumdaki bütün gerilimi hafifletmeyi başardı. Umut ruhumu yeşertirken, heyecanla söyleyeceklerini bekledim.

"Uzun süren, zor bir ameliyattı; fakat hasta çok güçlüydü. Onu kurtardık. İç kanamayı durdurmayı başardık ve kan takviyesi yaptık. Kemiklerindeki kırıkları onardık. Sağ bacağı ve sol kolunu alçıya aldık. Yüzünün çeşitli bölgelerine cam parçaları saplanmıştı. Camları çıkartıp derin yarık oluşturan yerlere dikiş attık. Kazadan büyük bir hasar aldı, ama böyle büyük bir kazadan sağ kurtulduğu için çok şanslı. Şu anda kritik bir durumu yok, fakat hastayı kontrol altında tutmak için yoğun bakıma alacağız. Geçmiş olsun."

Doktorun açıklamasının ardından annem doktorun ellerini sıkıca kavradı ve mutluluk göz yaşları eşliğinde ona teşekkür etti. İçimdeki endişe tamamıyla yok olurken, abimi bize bağışladığı için Allah'a binlerce kez şükür ettim. Doktor bir şeyler daha söyledi, fakat onu işitemeyecek kadar kendimi kaybetmiştim. Yaşadığım anlık duygu değişimi, dengemi alt üst etmişti. Doktor yanımızdan uzaklaştığında, kendimi daha fazla dizginleyemedim. Sevinçle attığım çığlığın ardından kollarımı yanımda duran bedene doladım. Sarıldığım kişinin kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şu an hiçbir şey umurumda değildi. Abim yaşıyordu, bundan daha önemli ne olabilirdi ki?

"Şükürler olsun, kuzum. Erkin bizi terk etmedi."

İrem'in sesini işittiğimde sarıldığım bedenin ona ait olduğunu idrak edebildim. Sesinin tonundan, onun da ne kadar mutlu olduğunu anlayabiliyordum. Abimi hâlâ seviyordu. Yıllardır görmemesine rağmen, içten içe kalbinde onu taşıyordu. Ne kadar gizlemek istese de, bunu tahmin etmek zor değildi. İrem'in durumu bana fazla yabancı değildi. Ben de onunla aynı kaderi paylaşıyordum. Benim ondan tek farkım; kalbimde taşıdığım adamın, onun kalbindeki adama oranla daha adi oluşuydu.

Birden aklıma Barlas'ın gelmesi, bütün sevincimi kursağımda bıraktı. İrem'in bedenine hevesle dolanan kollarımı geri çekerken, bir adım geriledim. İrem'in mutluluktan parlayan gözlerine baktığımda, bende dudaklarımı hafifçe bükerek mutluluğuna eşlik ettim.

Dudağımdan gülümsememi silmeden başımı yukarı kaldırdığımda, birden bire kaçtığım gerçekle yüzleştim. Ruhum sert bir duvara toslamıştı. Kalbimin delicesine çırpınışlarını dinliyordum. Gözlerimin perçinlendiği kahverengi gözler, hâlâ aynı çekim gücüne sahipti. Bir bataklık gibi beni içine çekiyordu. Her zerresinde dudaklarımın izi olan yüzü, ezberlediğim gibiydi.

Karşımdaki adam, Barlas Seçkiner'in ta kendisiydi.

Birden bire altı yıl önce soğuk bir yatakta uyandığım günü hatırladım. Okuduğum satırlar kulaklarımda çınladı. Bakışlarımdaki şaşkınlık yerini tiksintiye bıraktı. Barlas'ın tüm çekimini hiçe sayarak, gözlerimi üzerinden çektim. İşte o anda yanında duran kadını fark ettim. Siması fazlasıyla tanıdık gelmişti. Ardından kadının elinin Barlas'ın kolunun üzerinde olduğunu gördüm. Barlas ile kurduğu bu ufacık temas dahi, içimde kavrulan acının ateşini daha fazla harladı. Akabinde kadının kim olduğunu hatırladım. Bu sabah magazin kanalında, Barlas'ın yanında görünen güzel kadındı. Bunu hatırlayışım, bir şeyi kesinliğe kavuşturdu.

Yıllar Barlas'tan fiziksel olarak hiçbir şeyi almamıştı. Hâlâ onu ilk gördüğüm günkü gibi yakışıklıydı. Yılların ondan alıp götürdüğü tek bir şey vardı; o da bendim.

Daha fazla kendime acı çektirmemek için bakışlarımı annem ile babamın üzerine çevirdim. Annem babamın beline kollarını sarmıştı ve başını göğsüne yaslamıştı. Ağlamaktan şişmiş gözleriyle ameliyathanenin kapısına bakıyordu. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından ameliyathanenin kapısı tekrardan açıldı. Abimin baygın bedeni sedye ile dışarı çıkartıldığında, hemşireler sedyeyi yoğun bakıma doğru götürdü. Onun yaralı yüzünü gördüğümde, kalbimde dinen sızı tekrardan dirildi. Ona karşı hissettiğim öfke tamamıyla yok olurken, dizlerimin bağı çözüldü. Tekrardan oturaklardan birine çöktüğümde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bu duygusal çöküntünün nedeni, sabahtan beri yaşadığım duygu karmaşasından kaynaklıydı. En önemli nedeni ise, abime karşı olan tüm öfkemi yitirişimdi.

Öfke, kırgınlıkların üstünü örten güçlü bir kalkandı. Beni bunca yıl abime karşı güçlü kılan tek savunmamdı. Artık bütün savunmamı kaybetmiştim ve kırgınlıklarımın altında eziliyordum. Şu an mağlup düşmüştüm, fakat bunu bir daha yaşamayacaktım.

Barlas'a karşı hiçbir zaman savunmamı yok etmeyecektim. Öfkem sonsuza dek baki kalacaktı. Bu savaşta mağlup düşen birisi olacaksa, o kişi kendisi olacaktı.

***

Hastanenin kafeteryasından bir kahve alıp dışarı çıktım. Biraz temiz havaya ihtiyacım vardı. Gözlerimi hastanenin bahçesinde gezdirdim. Gördüğüm boş banklardan birine doğru ilerledim. Elimdeki kahve ile banka güzelce yerleştim. Kahvemden sıcak bir yudum alırken gözlerimi yumdum.

İrem 15 dakika önce annesinin yanına gitmek üzere hastaneden ayrılmıştı. Barlas ile yanındaki kadın da İrem'den 5 dakika sonra gitmişti. Onların yokluğu üzerimdeki gerginliği azaltmaya yetmiş, hatta artmıştı bile. Ben de biraz önce annem ile babama, gitmem gerektiğini söyleyerek yanlarından ayrılmıştım. Onlar bu geceyi hastanede geçireceklerdi. Benim yanlarında durmama imkan yoktu, çünkü Mayıs asla bensiz bir gece geçirmezdi. Aras'ı aramak için dışarı çıkmaya karar vermiştim ve o gelinceye kadar içmek için kendime bir kahve almıştım.

Henüz Aras'ı aramadığım aklıma gelince elimdeki kahveyi bankın üzerine bırakıp telefonumu kot pantolonumun cebinden çıkarttım. Tam rehbere girecekken, birden bire ekranda Aras'ın ismi belirdi. Sanki kendisini arayacağımı hissetmiş gibi, o benden önce davranmıştı. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım.

"Alo, Aras..."

"Anne, seni çok özledim."

Aras'ın sesini isitmeyi beklerken, Mayıs'ın sesini işitmek beni gülümsetti. "Ben de seni özledim bir tanem."

"Buraya gelecek misin? Uyku saatime 2 saat kaldı ve ben sensiz uyumak istemiyorum."

Onun ağlamaklı gelen sesine karşılık, gülümsemem iyice genişledi. "Bir an önce yanına geleceğim, sen hiç merak etme. Biliyorsun, gece ben de sensiz uyuyamam ki..."

"Tamam anne, seni bekliyorum."

Tam bir yanıt verecekken, karşı hattaki sesin sahibi değişti. Aras bıkkınlıkla konuştu. "Bu kız sen olmayınca tam bir cadıya dönüşüyor."

Söylediği cümle kıkırdamama sebep oldu. "Hadi buraya gelip beni al. Onu ancak ben uysallaştırabilirim."

Aras ufak bir kahkaha attı. "Kesinlikle buna katılıyorum. Hemen geliyorum canım, öptüm."

"Bende öptüm, görüşürüz."

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp aramayı sonlandırdım. Telefonu cebime sıkıştırdıktan sonra, bankın üzerindeki kahve bardağını yeniden elime aldım. Kahvemden yine sıcak bir yudum aldığımda, bugün yaşananları hatırladım. Kesinlikle yorucu bir gün geçirmiştim. Sanki ruhumdaki kabuk tutmuş yaralara tuz basılmıştı. Abimin atlattığı kazadan aldığı hasara şahit olmak, duygusal olarak mahvolmama sebep olmuştu. Bugünün etkisini bir ömür boyunca atlatabileceğimi zannetmiyordum. Hâlâ kendimi psikolojik olarak yıpranmış hissediyordum.

Sırf biraz olsun kendimi toparlayabilmek için, bugün abimi yoğun bakımda görme hakkını dahi es geçmiştim.

Yaklaşık bir saat önce hemşire yoğun bakıma yalnızca bir kişinin girebileceğini söylemişti. Abimi 6 yıldır görmediğim için, annem bu şansı bana tanımıştı. Ben ise kesinlikle abimi o halde tekrardan görebilecek gücü kendimde bulamamıştım. Bu yüzden sıramı İrem'e devretmiştim. İrem bunu hiç düşünmeden kabul edip yoğun bakıma girmişti.

İrem yoğun bakımdan gülümseyerek çıktığı anda, bana bütün olan bitenleri heyecanla anlatmıştı. Onun bu mutluluğuna vesile olmak çok güzel bir histi. İrem'in anlattığına göre, abimin baygın halini umursamadan sürekli yanında konuşup durmuş. Abim, morfinin etkisinden dolayı İrem'in susmak bilmeyen çenesine rağmen baygın yatmaya devam etmiş. İrem uzanıp elini tuttuğunda ise, bir müddet sonra abim dudaklarını kıpırdatarak İrem'in adını sayıklamış.

Bu ufak sayıklama, İrem'i mutluluktan deliye çevirmişti. Abim ile hâlâ birbirlerini seviyor olmaları inanılmaz bir şeydi... Yıllarca birbirlerini görmemelerine rağmen, kalplerindeki aşktan eksiltmemişlerdi.

Dudaklarımda peyda olan tebessümle kahvemden bir yudum daha aldım. Sonra birden bire oturduğum banka başka birisinin daha oturduğunu hissettim. Bu beni düşüncelerimin arasından koparıp gerçek dünyaya dönmemi sağladı. Başımı yana doğru çevirip banka oturan kişinin yüzüne baktığımda, gördüğüm keskin yüz hatlarıyla dehşete düştüm.

Barlas'ın burada ne işi vardı?

"Sigara içmek için dışarı çıkmıştım. Seni görünce yanına gelmek istedim."

Söylediklerine hiçbir yanıt vermeden, hızlanan kalp atışlarıma karşı çıkarak ayağa kalktım. Hızlı adımlarla yan banka doğru ilerledim. Banka oturduktan hemen sonra onun da peşimden geldiğine ve tekrardan yanıma oturmasına şahit oldum. Yaptığı bu yüzsüzlüğe karşılık sakin durmaya çalıştım.

"Seninle konuşmaya çalışıyorum. Neden bunu bu kadar zorlaştırıyorsun?"

Bu defa kendimi tutamayarak sorduğu soruyu yanıtladım, fakat sesim fazlasıyla öfke yüklüydü.

"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok."

Barlas derin bir iç çekerek bir an için sessizleşti. Kahvenin soğumuş olduğunu umursamadan, kahvemden birkaç yudum aldım. Tam kahveyi yüzümden uzaklaştırdığım sırada, esen hafif bir rüzgar Barlas'ın kokusunu üzerime taşıdı. Onun kokusu hissettiğim özlemi daha da derinleştirirken, geçmişteki güzel günleri anımsamamak için kendimi zorladım. Kahveyi tekrardan dudaklarıma doğru götürdüm ve kahve kokusunu derin derin içime çektim. İrademi irdeleyen o kokuyu bastırabilmek için, bunu defalarca kez tekrarladım.

"Bana karşı bu kadar vurdumduymaz olma!"

Sözleri gitgide öfkemi kontrol altında tutmamı zorlaştırıyordu. Şu an yanımda, sanki yıllar önce kalbimi hiç kanatmamış gibi konuşuyor olması, sinirimi bozuyordu. Kahveyi dudaklarımdan biraz olsun uzaklaştırdım.

"Bana emir verme hakkını sana kim verdi?"

Sözlerime karşılık ses tonu öfkeyle yıkandı. "Bu beylik lafları neden gözlerimin içine bakarak söylemiyorsun?"

Çünkü gözlerine baktığım an, kalbimi dizginleyememekten korkuyorum...

Birden bire Barlas'ın parmaklarını çenemde hissettiğimde, onun dokunuşu karşısında irkildim. Yüzümü kendine doğru çevirdiğinde, parmaklarının değdiği tenim karıncalandı. Vücudum kaskatı kesilirken, onun bu cüretkar hareketine karşılık elimdeki kahve bardağının içindeki kahveyi suratına firlattım. Barlas yüzüne gelen ılık kahvenin şokuyla yüzünü buruşturdu. Eli tenimi terk ettiği vakit, ayağa kalkıp ondan birkaç adım uzaklaştım. Barlas siyah pantolonunun cebinden çıkarttığı peçete ile yüzünü silerken, onu ne kadar kötü bir hale düşürdüğümü fark ettim. Bembeyaz tişörtü büyük kahve lekeleriyle kaplanmıştı. Bunu yaptığım için zerre üzülmedim, tam tersine şaheserimle gurur duydum.

Barlas yüzünü peçete ile temizledikten sonra, gözlerini gözlerime dikti. Onunla göz göze gelmek beni rahatsız etse de, bakışlarımı hissiz tutmaya çalıştım. Onu sevmediğimi ancak böyle ispat edebilirdim. Bunca zaman boyunca ne hissettiğimi gözlerimden anlayan adam, artık gözlerimdeki boşluğa düşecekti.

Ayağa kalkıp bana doğru ilerlemeye başladığında, içgüdüsel olarak birkaç adım gerilemek istedim; fakat onunla yakınlaşmaktan korktuğumu sezdirmek iyi bir seçenek değildi. İstifimi bozmadan, gözlerimdeki hissizlikle onu seyrettim. Tam karşımda durduğunda, nefes alışverişimi yavaşlatmak için çaba sarfettim. Heyecanımı kamuflaj etmek gittikçe zor bir hâl alıyordu.

Barlas'ın gözlerindeki öfke ateşi sönerken, bakışlarına hüznün izleri kazındı. "Benden böyle mi intikam alıyorsun? Beni umursamayarak mı?"

Onu kırdığımı fark ettiğimde, bir müddet yalnızca gözlerine bakakaldım. Ardından şu an kırdığım adamın yıllardır beni paramparça ettiği aklıma geldi. Şu an hissettiği kırgınlık, benim hissettiklerimin binde biri bile olamazdı. Hislerimi yeniden kontrol altına aldım. Aynı hissizlikle gözlerine bakarak bakışlarındaki tuzağı hiçe saydım.

Dudaklarım alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ne yazık ki seni, senden intikam alacak kadar bile umursamıyorum."

Söylediklerim, onu güçlü bir darbeyle alaşağı etmişti sanki. Vücudunun verdiği tepkilerden anladığım kadarıyla, hayal kırıklıkları ruhundan devrilmişti. Yumruklarını sıkarak gözlerini bir süre gökyüzüne dikti. Kaskatı kesilen çenesini az da olsa gevşettiğinde, gözlerini yeniden gözlerime çiviledi. Onunla bu kadar yakın olmak ve gözlerimizin birbirine kenetlenmiş olması, irademi zedeliyordu. Kendimi bu kadar zaman boyunca yeterince zor duruma düşürmüştüm. Daha fazla dayanamayacağıma emin olduğumda, gitme kararı aldım. Derhal hastaneden uzaklaşacaktım. Sonrasında Aras'ı arayıp beni hastane dışından almasını söyleyecektim. Bugünü de diğer yaşanan günler gibi ardımda bırakacaktım.

Göz temasımızı koparıp Barlas'a sırtımı döndüm. Hızlı adımlarla hastane bahçesinde ilerliyordum. Ondan uzaklaştığım her adımda gerginliğimin azalması gerekirken, kalbimdeki sızı büyüyordu. Ona karşı hissettiğim duyguları kalın bir perdenin arkasına iterken, kararlılığımı korudum. Onunla aramdaki mesafe iyice açılıyordu. Kısa süre sonra Barlas'ın gür sesi kulaklarıma ulaştığında aramızdaki mesafeyi daha fazla ilerletemedim, çünkü sözleri yürüme yetimi kaybetmeme neden oldu.

"Seni unutamadım."

Donakaldım. Tek bir hücrem dahi kımıldayamadı.

"Unutmak istedim, ama başaramadım. Bize karşı hiç umudum kalmadığında bile, unutamadım."

Güçlükle yutkunduğumda sözlerinin yarattığı etkiyi hazmetmeye çalıştım. Mantığım duyduklarımın yalan olduğunu fısıldarken, kalbim ise doğru olmasını umut ediyordu. 6 yıl önce okuduğum mektup yine gözümün önüne geldi. Barlas, beni o cümlelere layık gören adamdı. Veda mektubunu yazarken beni silmişti zaten. Beni unutamaması imkansızdı.

"Ben seni unutamamışken, senin beni bu kadar kolay unutabilmen ağrıma gidiyor!"

Son kurduğu cümle, bütün sinir uçlarımı titretti. Anlık bir öfke beynime sıçradığında, bir hışımla Barlas'a doğru döndüm. Koşarak ona doğru ilerlediğimde, bakışlarındaki beklentiyi gördüm. Muhtemelen ona sarılacağımı zannediyor olmalıydı. Aramızdaki mesafeyi kapattığımda var gücümle onu ittim. Bu beklenmedik sarsıntı, geriye doğru sendelemesine neden oldu. Son dakika dengesini toplarlayamasaydı neredeyse yere çakılacaktı. Şok içerisinde bana bakarken, onu bir kez daha ittim.

"Unutamamış... Yalancı! Beni kullanıp bir kenara attıktan sonra def olup gittin. Üstüne o mektuba yazdığın cümlelerle beni daha fazla parçaladın. Hani bir anlık hevestim, hani kendini benden daha fazla seviyordun? Şimdi ne değişti? Aslında ben neyin değiştiğini biliyorum. Gittiğin yerde benim gibi sevenini bulamadın değil mi? Senin için hiç düşünmeden canını tehlikeye atan, onu defalarca kez aşağılamana rağmen yanında kalan birini bulamadın; çünkü öyle biri yok! Ben kokuna, gülüşüne, gözlerine ayrı ayrı aşıktım. Senden yalnızca biraz sevgi dilendim. Sen o sevgiyi bana fazla fazla verdin ve ardından sevgini de kendini de alıp gittin. 6 yıl önce o gün sen beni öldürdün, cesedimi çiğnediler benim... Şimdi ise beni unutup unutmamanın bir önemi yok; çünkü seni seven kalbim atmıyor artık. Yıllar önce terk ettiğin o kadın bir ölü... Arasan cesedini bile bulamazsın."

Bağıra çağıra öfkemi kustuğumda, boğazımda hafif bir sızı hissettim. Kalbimde külçe külçe biriken yükün iplerini serbest bırakmıştım. Söylemek isteyip de susturduğum ne varsa azad etmiştim. Barlas söylediklerimi sessizce dinlemişti. Duyduğu her bir kelimeyi usul usul hazmetmişti... Hüzün ile boyanan kahverengi hareleri, gittikçe ıslanıyordu. Bakışları gözlerimi terk edip yere mıhlandığı vakit, titreyen sesiyle konuştu.

"Ö-Özür dilerim."

Duyduklarım beni daha fazla öfkelendirdiğinde, birkez daha sözümü sakınmadım. "Özür mü diliyorsun? Neyin özürü bu? Hayatımı mahvetmenin özürü mü? Seni ömrümün sonuna kadar affetmeyeceğim, Barlas. Benden özür dileyeceğine, benden uzak dur. İnan ki, bu beni saçma bir özürden daha fazla rahatlatacaktır."

Bakışları gözlerimi siper aldığında, bu defa gözleri daha bir hüzün yüklüydü. Ona hissettirdiklerime ve onun bana hissettirdiklerine aldırış etmemeye çalıştım. Böyle olmak zorundaydı. Bu, yıllar önce mahkum edildiğim kâbusun bedeliydi. Benim parçalanan her bir zerrem karşımdaki adamın ellerinde gizliydi. İçimdeki kini dindirebilmek için, benim de onu ellerimle paramparça etmem gerekiyordu.

Sarf ettiğim ağır sözler yalnızca başlangıçtı. Elimden geldiğince daha fazla canını yakacaktım. Onun yanan canı, bendeki alevi söndürecekti.

Gerçi alevler sönse bile, kül olanların geri dönüşü olmayacaktı.

Yüzüme takındığım güçlü kadın maskesine sığındım ve bir zamanlar aşkla baktığım yüzde, kof bakışlarımı gezdirdim. Ardından bir daha ona yüzümü çevirmemek üzere, arkamı döndüm. Kararlı adımlarla hastanenin bahçesinde ilerliyordum. Yüzümdeki maske teker teker çatlayarak gerçeği gün yüzüne çıkartmaya başladığında, dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Gözlerime dolan yaşlar hızla yanaklarımdan boşaldı. Hıçkırıklarımı bastırabilmek için dudağımı daha güçlü ısırdım.

Yerlerde sürüklenen ruhumu güçlü göstermekten yormuştum, fakat aşık olduğum adama nefret edercesine tavır almak beni daha fazla yıpratmıştı.

Hastane bahçesinden ağlayarak çıktığım vakit, göz yaşlarımı silip yola göz attım. İlerden gelen tanıdık arabayı fark ettiğimde, buradan uzaklaşacağım için ciğerlerime rahat bir soluk çektim. Aras'ın ablası, biz Ankara'ya dönünceye dek bizi misafir edecekti. Başlangıçta bu fikir pek cazip gelmemişti, ama Barlas'ı canlı kanlı karşımda görünce fikrim değişmişti. Eğer bir kızı olduğunu öğrenirse onu almak için elinden geleni yapardı. Ben onun damarına böyle basarken, o benim gözümün yaşına bakmazdı.

Aras beni fark etmiş olacak ki, arabası tam yanımda durdu. Ön kapıyı açıp koltuğa yerleştim. Kapıyı kapatır kapatmaz, Aras arabayı çalıştırdı. Böyle hızlı hareket etmesinden anladığım kadarıyla, Mayıs ona acele etmesini söylemişti.

"Nasılsın?"

Sorusu üzerine burnumu kırıştırdım. "Fena sayılmaz diyelim."

Aras bana bakıp gülümsedi. Elini yüzüme yaklaştırıp burnumu işaret ve orta parmağı arasında sıkıştırdı. "Moralsiz olmana rağmen sevimlisin."

Elini burnumdan çekip direksiyona geri koyduğunda, iltifatını duymamazlıktan geldim ve konuyu değiştirdim. "Abimi neden hiç sormuyorsun?"

"Durumdan haberim var. Erkin yoğun bakıma alındıktan bir süre sonra Eylül Teyze beni arayıp olan bitenden bahsetti. Merakta kalmamı istememiş."

Ah anne, bu gidişle beni çıldırtacaksın...

Hiçbir yanıt vermeden, sadece başımı aşağı yukarı salladım. Arabaya hakim olan sessizliğin süresi gittikçe artarken, düşüncelerimin gücü de iki katı artıyordu. Bugün yaşanılan olaylar benliğimi işgal ettiğinde, arabanın camından dışarıyı seyrederek tüm olan biteni hatırladım. Önce abimin sedyedeki görüntüsü gözümün önünde canlandı. İçimden tekrardan bir şeyler kopup gitti. Ardından Barlas'ın gözlerini anımsadım. Kırgın bakışları aklımın bir köşesine kazındı.

Bugün, hayatımda yaşadığım en kötü ikinci gündü.

Yanından hızla geçtiğimiz ağaçları seyre dalarak, altı yıl önceki o güne döndüm. Hayatımda yaşadığım en kötü ilk güne... O gün benim için hiç yabancı değidi. Sanki yıllar boyunca hep o anıda takılı kalmıştım. Mayıs yanımda olmadan uyuduğumda hep kabus görüyordum. Gördüğüm kabusların mekanı her zaman aynıydı. Hepsinde yeni güne o odada ve o soğuk yatakta uyanıyordum. Ardından güçsüz bedenim parkeye yığılıp kalıyordu. Her kabustan uyanışımda elim yataktaki boşluğa değiyordu. Hep bir sıcaklık arıyordum, fakat bulamıyordum.

"Seni unutamadım..."

Birden bire Barlas'ın sesinin kulaklarımda çınlayışı ile gözlerimi sımsıkı yumdum. Yumruklarımı var gücümle sıkıp gözüme dolan yaşları geri gönderdim. Kalbimdeki kıpırtının üzerine nefreti döşedim. Kindar yanımı tekrardan devreye sokabilmek için, acılarımla tekrar tekrar yüzleştim.

Beni o kabuslara mahkum eden adamın, beni unutamama gibi bir hakkı yoktu.

Bana hayatımın en güzel günlerini yaşatıp mutluluğun zirvesine çıkartmıştı. Ardından bir gidişi ile beni yerin dibine indirmişti. Beni diri diri gömmüştü. Mayıs'ın hayata gelişi ile prangalandığım karanlıktan biraz olsun sıyrılabilmiştim. Kızım büyüdükçe, acılarımın üzerine gölge düşmüştü. Zaman yaralarımı sararken, geçmişim o kadar da ırgalamıyordu beni... Şimdi ise tam olarak geçmişimin ortasına düşmüştüm. Zamanın sargısı sökülmüştü. Yaralarım oluk oluk kanıyordu. Unutmaya and içtiğim acı, ruhumu çepeçevre sarmıştı.

Ruhumu saran bu acının bir adı vardı... Acımın adı Barlas Seçkiner'di. Ben hâlâ Barlas'a aşıktım. Acısına aşık olan bir hasta, nasıl iyileşebilirdi ki?

Benim iyileşebilmem için acının merheme dönüşmesi gerekiyordu. Bu saatten sonra Barlas'tan bana merhem olamazdı. Onsuz geçirdiğim yılların bir telafisi yoktu. Yapayalnız, çaresiz, ıstırap içinde geçen günlerin affı olmayacaktı.

Bundan sonra Barlas'ı durmaksızın sızlayan bir acı olarak anacaktım, ben ise sonsuza dek ölü bir mayıs sineği olarak kalacaktım.

~

Bölüm nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

Üniversite tercih sonuçları açıklandı. Ben biraz depresyona girdim... Niye mi? Tercihler tutmadı. İki yıllık tutuyordu, fakat ben yalnızca dört yıllık yazmıştım. Nasip değilmiş demek ki, sağlık olsun. Umarım sınava girenler arasında güzel yerler kazananlar vardır. Bu yıl sinava girenlere bir haberim var... Bende bir rakibinizim artık! Geçen yıl geç aklım başıma gelmişti. Bu sene şimdiden çalışmaya başladım. Umarım hayallerim gerçekleşir. İyi dileklerinizi benden eksik etmeyin.

Kendimi derslere çok veriyorum. Bu yüzden şimdi bana "Yine senin özel hayatin yüzünden biz bölümleri geç mi okuyacağız?" diyenler olacaktır. Bu konu hakkında ayrı bir bölüm atacağım. O zaman umarım ortak bir karara varabileceğiz.

Hepinizi çok seviyorum. Kocaman öpuldünüz. Hoşça kalın.❤

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro