MSOM? -30- ❝Kaybetme Korkusu❞
Merhaba, canlarım. Sizi çok özledim.
Neredeyse 9000 kelimelik bir bölüm yazdım. Bu zamana kadar yazdığım en uzun bölüm buydu, sanırım. Benim için fazlasıyla romantik bir bölüm oldu. Çünkü Barlas bey biraz fazla öküz de. 😅
Yeni bölümü sabırla bekleyen herkese teşekkürler. Yeni bölümün ne zaman geleceğini merak eden okurlarım varsa, beni buradan takip edebilirler. Yeni bölümlerin ne zaman gelebileceğini mesaj panoma yazıyorum ve takipçilerime bildiriyorum.
Fulya, Instagram hesabında ilk defa yarışma düzenledi. Yarışmayı kazanan okurumun ödülü, bölüm ithafıydı. Seni kocamaaan öpüyorum kuzucuğum. Tebrik ederim. 😚 Umarım, sana ithaf ettiğim bu bölümü beğenirsin. Seni seviyorum, canım. ❤
@imruyaa
Birde geçen bölüm benden ithaf isteyen birkaç tatliş okurum vardı. Bu bölümü onlara da ithaf ediyorum. Sizi seviyorum, kuzucuklar. Umarım siz de bu bölümü beğenirsiniz. Çok çok öptüm. 😚❤
@peetasever
@Golden58
@uyrgzr_aleyna
**Multimedya'da bölümle ilgili sahneler var!**
Bölüm Şarkısı: Alessia Cara - Here
-Keyifli Okumalar.
~
30. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
Aylardır hayalini kurduğum anın, içine hapsolmuştum. Aşık olduğum adamın kolları arasında, onun kokusunun sindiği yatakta uzanıyordum. Oda sükunete boğulmuştu. Sadece nefes seslerimiz, odanın içinde eşsiz bir müzik yaratıyordu. Benim elim, onun bedenime sarılı kaslı kolunun üzerinde usulca geziniyordu. Onun bir eli ise, saçlarımı usul usul okşamakla meşguldü. Zamanı hiç umursamadan, öylece birbirimize sarılıyorduk.
Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, olayların akışını aklım almıyordu. İki gün önce yaşanan tatsızlıklardan sonra, Barlas dün sabah evi terk etmişti ve dün akşam onun evine gitmiştim. Amacım sadece ona gerçekleri anlatmakken, dün gece birbirimize sahip olmuştuk ve bugün ise, sevgiliydik. Bütün bunlar, inanılmazdı. Eğer bu bir rüyaysa, bu rüyadan hiç uyanmamak istiyordum.
Birden bire gözlerim duvarda duran saate kaydığında, abimin gelmesine bir saatten az bir zaman kaldığını fark ettim ve başımı kaldırıp Barlas'ın yarı kapalı gözlerine baktım. Kendinden geçmişti. Eğer bir süre daha böyle uzanırsa, uyuyakalacağı her hâlinden belliydi ve o kadar sevimli görünüyordu ki, yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tuttum. Yüzümde istem dışı bir gülümseme belirdi ve elimi kaslı kolundan çekip sakallı yanağına yasladım. Bunu yapmayı çok seviyordum. Onun yüzünü süsleyen sakallarının, elime batarken bıraktığı tatlı acı, hoşuma gidiyordu. Baş parmağımla elmacık kemiğini okşadığımda, huzur içinde mırıldandı ve göz kapakları, gözlerini tamamen örttü.
Odadaki sessizliğe ayak uydurmak için, çok düşük bir desibelde konuştum. "Abimin gelmesine az kaldı. Ben mutfağa gidip yemek hazırlayayım. Sen de biraz uyu ve iyice dinlen."
Kollarının arasından sıyrılmak için bir hamlede bulunacakken, gözlerini araladı ve beni daha sıkı kucaklayıp vücuduna yapıştırdı. "Yemeği boş ver. Erkin gelene kadar biraz daha böyle kalalım. O geldikten sonra, sana soğuk davranmak zorundayım zaten. Dışarıdan bir şeyler sipariş ederiz."
Abim geldikten sonra, bana eskisi gibi davranacaktı... Sevgilisi değil de, düşmanıymışım gibi.
"Ben fastfood sevmiyorum. Bu yüzden, yemek hazırlasam daha iyi olacak." dedim ve kollarının arasından çıkabilmem için bana müsaade etmesini bekledim.
Kolları gevşedi ve bedenimi özgür bıraktı. "İyi öyleyse. Hadi gidip yemek hazırlayalım."
Bir anda yataktan doğrulmasıyla, şaşkın bakışlarımla onu süzdüm. "Sen ciddi misin?"
Ayağa kalktı ve üstüne başına çekidüzen verip gözlerime baktı. "Evet, ciddiyim. Bilirsin, mükemmel bir aşçıyımdır."
Onu ilk gördüğüm gün, yumurta kırmaya çalışırken ocağı ve yerleri yumurta edişini hatırladım ve bu sözüne kahkahalarla güldüm.
Barlas kahkaha atışıma karşılık öfkelenmek yerine, o'da bana eşlik etti. Çünkü kendisinin ne kadar kötü yemek yaptığını, benden daha iyi biliyordu. Bir anda Barlas, yatağa doğru eğildi ve bir elini omuzlarıma, diğer elini dizlerime yerleştirip beni kucağına aldı. Bu hareketine karşılık, kahkahalarım son buldu ve beni sıcak göğsüne çektiği an, aklım işlevini kaybetti. O huzur veren kokusunu tattıkça, kendimi bambaşka bir dünyada hissediyordum. Sanki bulutların ardında gizli bir cennet vardı ve bu koku, beni kucaklayıp o cennetin kapısından içeriye buyur ediyordu.
Şuurumu güçlükle geri kazandım ve bakışlarımı kusursuz yüzüne perçinledim. "Beni neden kucağında taşıyorsun?"
Odadan çıktıktan sonra kısa bir süre için bana baktı ve ardından bakışlarını merdivenlere dikti. "Yürümekte zorluk çekiyorsun ve ben de sana yardımcı oluyorum."
Başımı boynuna gömdüm ve hassas tenine minnet dolu bir öpücük kondurdum. "Bu kadar düşünceli olmak zorunda mısın?"
Hassas teninde hissettim nabzını. Öpücüğümün altında hızlandı anında.
"Evet, zorundayım. Çünkü söz konusu sensin. Ben, en ufak bir şeyde zorluk çektiğinde, yanında olup sana destek çıkmak zorundayım, küçüğüm."
Ellerimi ensesinde birleştirip ona sıkıca tutundum ve başımı boyun girintisinden bir an olsun çekmedim. Beni aşağı kata indirene dek, kokusuna sarıldım ve tablolarımı huzura boyadım. Ellerim tenine temas ediyordu ve teni o denli sıcaktı ki, beni bedenine hapsetsin istiyordum. Uzun uzun sarsın ve bedenim, tenini yarıp içine yerleşsin istiyordum. Ondan bir an olsun ayrı kalmak istemiyordum. Hep ona bir nefes kadar yakın olmak ve kokusunu bu kadar yakından soluyup, teninin sıcaklığıyla kavrulmayı diliyordum.
Bir anda bedeni aşağı doğru eğildiğinde, bacaklarımdaki elini çekip ayaklarımın yere basmasını sağladı. İşte o an, mutfağa varmış olduğumuzu fark ettim. Onun büyüsüne öyle kuvvetli bir şekilde kapılmıştım ki, konum kavramını yitirmiştim. Diğer elini de boynumdan çektiğinde, gözlerimi gözlerine diktim. Gözlerine kahverenginin en sıcak tonu serpilmişti. Bakışları yumuşacıktı ve âdeta bana baktığı her an, şefkatle saçlarımı okşuyordu. Tenime temas etmiyor olsa da, hâlâ teni tenimdeydi sanki. Kokusu üzerimdeydi ve sıcaklığı, damarlarımdaki kanımda geziniyordu.
Bir anda işaret parmağıyla hafifçe burnuma vurdu ve bu, beni gerçek dünyaya döndürmek için etkili bir hareket oldu. Onu hayran hayran süzen gözlerim, anında şaşkınlıkla aralandı ve ağzımdan 'hı' gibi bir mırıltı çıktı. Barlas'ın dudakları aralandı ve dişlerini içten bir sırıtışla sergiledi. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını kulağıma yöneltti ve sıcak nefesini kulağımın içinde hissettiğimde, baştan ayağa titredim.
"Bana böyle bakmaya devam edersen, bu defa da mutfak tezgahını kırabilirim, küçüğüm."
Sözleri, beni daha fazla heyecanlandırırken, nefesimi tuttum ve kalp atışlarımı sakinleştirmek için çabaladım. "T-Tamam, bakmıyorum..."
Barlas geri çekilmeden önce, yanağıma varla yok arasında bir öpücük bıraktı. "O hâlde, dolaptan yemek malzemelerini çıkart, sevgilim."
Sevgilim... Bu söze alışmam gerekiyordu. Fakat ben her duyduğumda, şu an olduğu gibi kalbimin eriyip parkeye damlayacağına emindim.
Kendimi güçlükle toparladığımda yemek malzemelerinin olduğu dolaba doğru ilerledim ve alt raftan bir paket makarna ile hazır çorba çıkarttım. Aldıklarımı tezgahın üzerine bıraktıktan sonra, elimi çeneme yaslayıp bir süre düşündüm. Başka ne yapabilirdim? Fazla vaktim olmadığı için, sebze yemeği yapamazdım. Bakışlarımı Barlas'a doğru çevirdiğimde, mutfak dolaplarının en büyük gözünü açıp içinden iki tencere çıkarttığını gördüm. Benim bakışlarımdan bihaber, tencereleri tezgahın üzerine bıraktı ve tezgaha bıraktığım hazır çorbayı eline alıp arkasını okumaya başladı. Gözlerini hafifçe kısarak okuduğunu anlamaya çalışır gibi düşünceli bir hâle büründü. Şu an o kadar sevimli görünüyordu ki, yanaklarını ısırma isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
"Tencerenin içine beş bardak su koyup paketin içindeki tozu içine dökeceksin ve kaynayana kadar hiç durmadan karıştıracaksın. Kaynadıktan sonra da altını kısıp 10 dakika kadar pişmesini bekleyeceksin. Bu kadar basit." dedim, sesimin alaycı çıkmamasına özen göstererek.
Söylediklerimin ardından kaşlarını yukarı kaldırdı ve gözlerini paketin arkasında yazanlardan çekip gözlerime dikti. "Ne yani, kaynayana kadar başında durup karıştıracak mıyım? Bu çok sıkıcı."
Omuzlarımı silkip dolabın kapağını kapattım. "İstersen bana yardım etmek zorunda değilsin. Ben halledebilirim."
Barlas derin bir iç çekti ve heybetli göğsü hızla inip kalkarken elindeki hazır çorbayı tezgaha fırlattı. "Beceremiyorum, değil mi?"
Sorgulayan gözlerle gözlerine baktım. "Neden bahsediyorsun?"
"Şu romantik herifler gibi olamıyorum. Yemek pişiremiyorum mesela, seni mutlu edecek sözler de söyleyemiyorum. Daha önce hiç böyle bir ilişkim olmadı ve ben... Ne yapmam gerektiğini kestiremiyorum." dedi ve başını aşağı doğru eğip göz temasımızı kesti.
Ondan böyle bir adam olmasını kim istemişti ki?
Hızlı adımlarla ona doğru ilerledim ve bedenlerimiz birbirine yaklaştığı an, ellerimi yüzüne yerleştirip başını yukarı doğru kaldırmasını sağladım. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, avcumun içiyle sakallı yüzünü okşadım. Çıplak ayaklarımın üzerinde yükseldiğimde, bir anlığına kasıklarıma saplanan acıyı hiçe sayıp, yüzüne doğru uzandım. Dudaklarına bir kar tanesi kadar hafif bir öpücük kondurdum ve dudaklarının sıcaklığında eriyip kalbine sızmasını diledim.
"Öyle bir adam olmanı istemiyorum senden. Kendin ol, Barlas. Ben sana bu hâlinle aşık oldum. İçinden nasıl geliyorsa, öyle davran bana."
Kelimelerim kanına karışıp kalbinin derinliklerine ulaşmıştı sanki. Gözleri şefkatle kısıldı ve burnu hafifçe burnuma sürtündü. Elleri beni belimden kavradı ve bedenini bana doğru büküp burnunu boyun girintime gömdü. Kokumu uzun uzun içine çekerek tüketti ve ardından dudaklarını tenime değdirip uzun uzun öptü.
Tenim, dudaklarından mahrum kaldığında, geri çekildi ve gözlerini benden sakınırcasına, bana bakmadan mutfak tezgahına uzandı. Hazır çorba paketini eline aldıktan sonra tencerelerden birisinin içine döktü ve cam dolabı yukarıya kaldırıp içinden bir bardak çıkarttı. Çeşmeden doldurduğu beş bardak suyu tencerenin içine ilave etti ve tencereyi ocağın üstüne yerleştirip ocağın altını yaktı. Ben hayran gözlerle onu seyrederken, o, çekmeceden bir yemek kaşığı çıkarttı ve hazır çorbayı karıştırmaya başladı. Dudaklarım memnuniyetle kıvrıldı. Bu tavrı, az önceki konuşmayı yok saydığının göstergesiydi. Kendi gibi olacaktı. Kendini kimseye benzetmeye çalışmayacaktı.
"Makarna ve hazır çorba yapalım diyorum. Fakat nedense bu menü biraz az geliyor kulağa. Ek olarak ne yapamamı istersin?"
Sorduğum soru üzerine bir süre duraksayıp düşündü. "Bunlar yeterli olur. Yalnız şu nefis tatlılarından yapsan, hiç fena olmaz."
Bu lafı üzerine, yanaklarımdaki iki çukur açığa çıktı. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın maçının olduğu gün, İrem için yaptığım tatlıyı iştahla yediği an belirdi gözlerimin önünde. Sonra o günkü sarılmamız düştü hatrıma. Onun sıcaklığının tenime kazındığı ikinci anı tekrar tekrar yaşadım hayallerimde. Sonra Barlas'ın bakışlarının yakıcı etkisini hissettim üzerimde ve kendimi hayal dünyamdan çekip çıkarttım. Gözlerimizi birbirine perçinlediğimde, Barlas'ın gözlerindeki dikkatli bakışı yakaladım. Ne düşündüğümü anlamaya çalışır gibi bir hâli vardı. Yüzümdeki aptal sırıtıştan, aklımda canlanan anının ne olduğunu merak ediyor olmalıydı.
"O gün... Galatasaray ile Fenerbahçe'nin maçı olduğu gün, yaptığım tatlıdan koca koca dilimler alıyordun. Benim yaptığımdan bihaberdin ve senin, yaptığım tatlıyı beğenmiş olman bile, beni mutluluktan çıldırtmıştı."
Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi ve bakışlarını karıştırmakta olduğu çorbaya çevirdi. "Sonra senin yaptığını öğrendiğimde, tatlıyı bir kenara bırakmıştım. Fakat sabah kalktığımda, akşamdan ardakalan dilimleri de yemiştim."
Bunun üzerine küçük bir kahkaha patlattım. "Eve ilk geldiğim gün de, aynısını yapmıştın. Senin için yaptığım yumurtayı yemeyeceğini söylemiştin, fakat ben içeriye gittiğim an hepsini silip süpürmüştün."
Onun da omuzları, attığı küçük kahka ile sarsıldı. "Bazen dengesiz bir adam olabiliyorum."
Bu sözüne karşılık daha büyük bir kahkaha attım. "Bazen mi? Sen neredeyse her zaman dengesizsin."
Çorbayı karıştırırken bir anda ocağa sıçrattı. "Fazla konuşma da, işine bak. Dikkatimi dağıtıyorsun. Senin yüzünden çorbayı taşırdım."
Bana bakmıyor olsa da, omuzlarımı silktim ve tezgaha doğru ilerledim. Tezgahın üzerindeki diğer tencereyi elime aldım ve çeşmenin altına koyup içinin suyla dolmasını bekledim. Tencerenin içini suyla doldurduktan sonra, tencereyi ocağın arkadaki gözlerinden birisine yerleştirdim. Tencerenin altını yaktıktan sonra, kaynaması için öylece bıraktım. Tam tatlı malzemeleri için buzdolabına ilerleyecekken, Barlas boşta kalan eliyle bileğimi kavradı ve olduğum yerde kalmamı sağladı. Başımı ondan yana çevirdim ve ne olduğunu sorgularcasına gözlerinin içine baktım. Eli bileğimi terk etti ve cebine doğru uzandı. Bakışlarım eline kaydığında, cebinden bir hap kutusu çıkarttığını fark ettim.
"Bu ne?"
"Ertesi gün hapı."
Ah, doğru ya! Nasıl olmuştu da, böyle önemli bir konu aklımdan çıkmıştı?
Hap kutusunu bana doğru uzattı ve ben de hemen elinden kaptım. "Teşekkür ederim."
Teşekkür edişimin üzerine, dudağının sol kenarı hafifçe kıvrıldı ve ardından, bakışlarını tekrardan çorbaya odakladı. O çorbayı karıştırmakla meşgulken, ben de hap kutusunu açtım ve içinden bir tane hap alıp ağzıma attım. Cam dolaptan çıkarttığım bardağın içine sürahiden su doldurup hızlıca içtim ve ağzımda beklettiğim hapı mideme gönderdim. Bardağı tezgaha bıraktıktan sonra, buz dolabına doğru ilerledim. Buzdolabının içinden tatlı için gerekli malzemeleri çıkarttım ve buzdolabının kapağını kapatıp hepsini tezgaha dizdim. Büyük mutfak dolabının içinden bir tencere daha çıkarttım ve tencerenin içine bir paket sütü döküp bir bardak irmik ve bir bardak da toz şeker ilave ettim. Barlas için irmik tatlısı yapacaktım. Hem fazla zamanımı almazdı, hem de lezzetli bir tatlıydı.
Tencereyi elimde taşıyarak ocağa doğru ilerledim ve tam Barlas'ın yanında durup tencereyi, onun karıştırmakta olduğu tencerenin yanına yerleştirdim. Tencerenin altını yaktıktan sonra, kaşıkların olduğu çekmeceyi açıp içinden bir tane kaşık çıkarttım. Ben de Barlas gibi tencerenin içindekileri karıştırmaya başladım. Başımı kaldırıp Barlas'a kısa bir bakış attığımda, gülümseyerek bana baktığını fark ettim. Gülüşü o kadar güzeldi ki, onu izlemeye doyamıyordum. Dudaklarındaki eşsiz kıvrım, ruhumu, güzelliğinin yarattığı öldürücü ateşle yakıyor ve benliğimi, gülerken kısılan gözlerinin kıyısındaki çizgilerin arasına gömüyordu.
Dudaklarım, onun paha biçilmez tebessümüne eşlik etmek istercesine kıvrıldı. Barlas, dudaklarıma bir kelebek misali usulca konan tebessümü uzun uzun seyretti. Ardından hafifçe üzerime doğru eğildi ve bakışlarıyla aşındırdığı dudaklarıma, dudaklarıyla merhem oldu. Bu yumuşak öpücük, tüm hücrelerime okşarcasına dokunmuş ve her birini teker teker diriltmişti. Öpücüğüyle aklımı başımdan alırken, bir anda kaşığın ellerimin arasından kayıp tencerenin içine düşmesiyle, kendimi bu kısa rüyanın içinden çekip çıkarttım.
Onu omzundan hafifçe itip bedenlerimizi birbirinden uzaklaştırdım. "Rahat dur, Barlas. Yoksa yemek yetişmeyecek."
Sözlerimin üzerine, ondan gelen birkaç memnuniyetsiz homurtuyu işittim. Fakat onu kaale almadan, çekmeceden yeni bir kaşık çıkarttım ve tencerenin içine düşen kaşığı güçlükle alıp lavabonun içine bıraktım. Tatlıyı karıştırmaya kaldığım yerden devam ederken, Barlas da yanıbaşımda çorbayı karıştırıyordu. Kollarımız birbirine temas ediyordu ve bu temas bile, ona karşı duyduğum arzuyu kamçılıyordu. Taşların ardına ittiğim arzu, kendisini yavaş yavaş açığa çıkartırken, onu görmezden gelmeye çalıştım ve bütün konsantremi yaptığım işe vermek için çabaladım.
Bir süre sessizce durduk. Mutfakta, arada bir tencereye çarpan kaşık sesinin dışında hiçbir şey duyulmadı. Kendimizi sadece yemek yapmaya adamıştık. Bir anda Barlas, sağ elinde tuttuğu kaşığı sol eline aldı ve bedenimin hemen yanında kalan sol kolunu, omuzlarıma doladı. Bu anlık dokunuşuna karşılık, ürperdim. Bakışlarım Barlas'ın kahverengi harelerine perçinlendi ve onun gözlerindeki tutkulu adamı gördüm. Tenime ihtiyaç duyan ve bana dokunamadıkça hırçınlaşan o hoyrat adamı. Sonra o adam, gözlerinin zindanlarına hapsoldu. Yine yüz hatları belirsizleşti ve o gizemli maskesini yüzüne takındı. Fakat ben gerçeği az önce görmüştüm. O maskenin altındaki adam, hiç masum değildi.
Dokunuşuna alıştığımda, teni çoktan tenime uyum sağlamıştı. Âdeta teni, tenimin bir parçası hâline gelmişti. Onun gibi ifadesizliğe bürünmüştü yüzüm. Bakışlarımızı birbirinden koparttım ve iyice kıvamını alan tatlıya dikkatimi vermeye çalıştım.
"Bu fokurduyor."
Bir anda Barlas'ın tok sesi mutfaktaki sükuneti yardı ve toparlamaya çalıştığım dikkatimi, birkez daha paramparça etti. Gözlerim kaynamakta olan çorbayı bulduğunda, kıkırdadım ve tencerenin altında yanan harlı ateşi en kısık ayara getirdim.
"Çorba kaynadı. Şimdi de, 10 dakika kısık ateşte kendi kendine pişecek. Bu da demek oluyor ki, işin bitti. Hadi, sen içeriye gidip maç kanallarında gezin."
Hemen televizyonun başına kurulacağını beklerken, umarsızca omuzlarını silkti. "Ben burada durmak istiyorum. Burada seni seyretmek varken, 22 tane adamı ne yapayım?"
Aman Allah'ım, ben şu an yanlış duymuyorum, değil mi?
Şaşkınlıkla irileşen gözlerimi, yüzünde gezdirdim ve şaka yaptığına dair bir belirti aradım. Fakat yüz hatları yeterince ciddiydi. "Sen, ciddi misin? Bir anda, maça karşı olan tutkuna n'oldu?"
Yüzünde müstehzi bir sırıtış peyda oldu. "Dün gece, gerçek tutkunun ne olduğunu öğrenince, futbola olan ilgim sönükleşti."
Arsız imasına karşılık, yanaklarım kıpkırmızı kesildi. Bu utangaç hâlimi görmemesi için, bakışlarımı hızla üzerinden çektim. Neredeyse dibine tutmak üzere olan tatlıyı daha hızlı karıştırdım ve hâlâ omuzlarımı sarmakta olan kolu, umursamamaya çalıştım. Birden bire, aklımı başımdan olan dokunuşu tenimi terk ettiğinde, bir yandan tatlıyı karıştırıp diğer yandan Barlas'a baktım. Makarna paketini eline aldı ve tekrardan bana doğru gelmeye başladı. Yanımda durduğunda, bakışlarım fokur fokur kaynayan suya ilişti. Makarnayı pişirmek için tencereye koyduğum su, nihayet kaynamıştı. Barlas, elindeki bir paket makarnayı, içi suyla dolu tencerenin içine boşalttı ve paketin dibinde kalan birkaç makarnayı da tencereye dökmek için, paketi hızlıca salladı. Ansızın paketin içinden çıkan birkaç makarna tanesi ocağın üzerine düştü ve ardından, bir tanesi de, tatlının içine düşüverdi.
Bu sakarlığına karşılık, kendimi tutamayıp kahkahalara boğuldum. Barlas ne yaptığını fark ettiğinde, şaşkınlıkla tatlının içindeki makarnaya baktı. Elimi ağzıma kapatıp kahkahalarımı güçlükle bastırdığımda, Barlas da kendi sakarlığına gülmeye başladı. Kaşıkla tencerenin içine düşen makarnayı aldıktan sonra, makarna tanesini elime alıp çöpe bıraktım. Baş parmağımı dudaklarımın arasına aldım ve parmağıma bulaşan tatlıyı emerek tadına baktım. Enfesti. Barlas'ın bakışlarının verdiği yakıcı hisle, gözlerimi gözlerine diktim. Gözlerindeki zindana hapsettiği o tutkulu adamı, azad etmişti. Gözleri, kahverenginin en koyu tonuna büründü ve bakışları arzunun şiddetiyle ağırlaştı.
Baş parmağımı hızla dudaklarımın arasından çektim ve kaynamak üzere olan tatlıya vanilya ile tereyağı ilave etmek için, dikkatimi tezgahın üzerindeki malzemelere verdim. Barlas'ın varlığını hiçe sayıp gerekli malzemeleri tatlıya ilave ettim. Tatlıyı kaynayana dek hızlı hızlı karıştırırken, panik içindeydim. Onun bakışlarındaki şehvetten kaçmak istiyordum. Ona karşı hissettiğim arzunun, irademi ele geçirmesini istemiyordum. Dün geceki aciz kadına dönüşmekten korkuyordum. Pervasızca ona sığınan ve arsızca ona pençelerini geçiren bir kadına dönüşmenin düşüncesi bile, utanç vericiydi.
Tatlı, nihayet olması gereken kıvama geldiğinde, tencerenin altını titreyen ellerimle kapattım ve tam tatlıyı dökmek için bir fırın tepsisi alacakken, bir anda Barlas beni bileğimden kavradı ve bedenimi kendisine doğru çevirdi. Bu ani hareketine karşılık nefesim kesilirken, bakışlarım, onun yoğun arzuyla kaskatı kesilen yüzünde gezindi. Onun bakışları ise elimdeydi. Neye baktığını çözmek için bakışlarımı elime çevirdiğimde, işaret parmağıma bulaşan tatlıyı fark ettim. Barlas, fazla güç sarf etmeye gerek duymadan beni kendine doğru çekti ve elimi ağzına doğru götürdü. O an, kalbim beklentiyle hızlandı. Barlas'ın dolgun dudakları parmağımı çepeçevre sardığında, içim ürperdi. Dilinin ıslak dokunuşu, tatlı parçacığını silip süpürürken, aynı zamanda bütün iliklerimi zelzele misali sarsmıştı.
Küçük bir kıvılcım ile, bedenim arzuyla yanıp tutuşmaya başlamıştı. Biraz sonra kendimi iflah olmaz bir yangının ortasında bulmaktan korkuyordum. Bu ıslak kelepçe, sadece parmağımı değil, benliğimi de esir almıştı. Hissettiğim tutkuyu içimde kenetledim ve parmağımı, hızla dudaklarının arasından çekip çıkarttım. Parmağım azad edilmişti, fakat benliğim hâlâ onun esiriydi. Gözlerinin ardındaki zindana atılmıştı ve ayaklarına prangalar bağlanılmıştı. Onunla göz temasımı hızla kestim ve ondan uzaklaşıp fırına doğru ilerledim.
Arkam ona dönükken konuştu ve sesi şaşkınlığını dışa yansıtırcasına boğuktu. "Neden benden kaçıyorsun?"
Çünkü, dünkü arsız kadının tenimi yırtıp, bir kez daha içimden çıkmasına engel olmak istiyordum. Barlas'ın gözünde bir sürtüğe dönüşmekten korkuyordum. Onun tek bir dokunuşu, bütün duvarlarımı yıkıp beni pervasızca kül ederken, hissettiğim ilkel arzunun kölesi olmak istemiyordum.
Sesimin titrememesi için büyük bir çaba sarf ederek, sorusunu es geçtim. "Sofrayı kurmama yardım edebilir misin? Abim gelmek üzeredir."
Bu korkumu inşa eden oydu ve bu korku, kurtuluşu olmayan bir hastalık gibi beni ele geçirmişti. Onu yıkıp geçmenin bir yolunu bulamıyordum. Bu korkuyu ancak o yok edebilirdi, yarattığı gibi...
***
Masaya ek olarak bir çorba tabağı ve bir kaşık ile çatal yerleştirdim. Bugün bize, öğlen yemeğinde İrem eşlik ediyordu. Abimin hemen yanına geçmişti ve bana imâlı gözlerle bakıyordu. Arada bir Barlas'ı gözleriyle işaret ederek bıyık altından gülüyordu ve ben de, onun bu hareketlerine gülmemek için kendimi zor tutuyordum. İrem'in tam karşısına oturduğumda, ona dudaklarımı sessizce hareket ettirerek rahat durmasını söyledim. Abime göz attığımda, dikkatlice bizi süzdüğünü fark ettim. Bu boğazıma küçük bir yumrunun oturmasına neden olmuştu. Eğer şu an bir tuhaflık seziyorsa, bu kötüye işaretti.
Gözlerim kısa bir anlığına Barlas'a doğru kaydı ve kendi yaptığı çorbayı yavaş yavaş kaşıkladığını fark ettim. Kendini bizden soyutlamış gibiydi. Sadece önündeki yemeğine odaklanmıştı ve kimseyi umursamıyormuş gibi bir hâli vardı. Bu tavrı beni gücendirse de, umursamaz görünmeye çalışarak kaşığımı elime aldım ve çorbadan bir kaşık aldım. Lezzetliydi. Normalde olması gereken çorbanın tadındaydı, fakat sanki ek olarak bir şey katılmışcasına lezizdi. Belki de, bana öyle geliyordu. Sırf o yaptığı için, dilim bu tadı olması gerekenden daha lezzetli algılıyordu.
"Niye geri döndün?"
Bir anda abimin sesi, sessizliğe gülle gibi çarptı ve parçalara ayırdı. Barlas'ın eli tabağının içine daldırdığı kaşığı tutar vaziyette donup kaldı. Bakışlarım abimle onun arasında gidip geldi. Abimin gözleri Barlas'ın üzerindeydi ve bakışları, sorgularcasına meraklı ve bir açık gözlercesine dikkatliydi. Barlas, nihayet bakışlarını abimin gözleriyle buluşturduğunda, gardını kuşanmıştı. Bakışları hiçbir duygu barındırmıyordu.
"Burası benim de evimdi hatırladığım kadarıyla ve istediğim zaman dönme hakkına sahibim."
Abimin kaşları iyice çatıldı. "Okulda sorduğum soruyu tekrar soruyorum ve bu defa cevaplamama gibi bir hakkın yok. Neden evi terk ettin? Şimdi bu soruya bir ek daha getiriyorum. Ve neden, durduk yere geri döndün?"
Barlas elindeki kaşığı sertçe masaya bıraktı. "Canım bu evden gitmek istedi, Erkin. Sonra da geri dönmek istedim ve döndüm."
Abim, Barlas'ın sözlerine tepki olarak alayla sırıttı. "Benim buna inanacağımı mı zannediyorsun? Canın istedi ve sabahın köründe eşyalarını toparlayıp evden gittin ve ertesi gün de geri döndün, öyle mi?"
"Açık konuşmamı istiyorsun demek." dedi Barlas ve bakışlarını üzerime çevirdi.
Sakın, düşündüğüm şeyi yapma!
Bakışlarımdaki korku dolu yakarışı hiçe sayıp bakışlarını abimin üzerine mıhladı. "Kardeşine tahammül edemedim. İyice sinirlerime dokunan hareketler sergilemeye başlamıştı. Sabah kalktığımda, bu evden gitmem gerektiğini düşündüm. Onun gideceği yoksa, ben kaçıp kurtulabilirdim. Fakat eski evime döndüğümde, Ecrin'in bana hissettirdiği sıkıntının daha büyüğünü yaşadım. Evdeki anılarla yüzleşmek canımı yaktı. Kâbuslar beni ürküttü ve ben de yanlış bir karar verdiğimi düşündüm. Bu yüzden, ait olduğum yere geri döndüm. Şimdi buradayım ve uzun bir süre, bir yere gitmeye niyetim yok."
Korktuğum şeyi yapıp sevgili olduğumuzu söylememişti, fakat bu sözleri işitmek canımı yakmıştı.
Barlas yaptığı açıklamanın ardından sustu ve mutfak sükunete gömüldü. Abimin gözleri, Barlas'ın gözlerindeydi. Bir açığını kollarcasına dikkatliydi. Fakat Barlas, hiçbir şekilde açık vermezdi. Kendini duygularını kamufle etmek konusunda eğitmişti ve bu, onun en profesyonel olduğu özelliğiydi. Abime açıklama yaparken sesi o kadar ciddiydi ki, dile getirdikleri, su götürmez gerçeklerdi sanki. Bir an için, ben bile benden sahiden haz almadığını düşündüm ve ağzından çıkan kelimeler, kalbimde küçük kağıt kesikleri bıraktı. Onun sahte nefretine bile katlanamıyordum.
Abim biraz daha gevşemiş bir hâlde, kaşığını eline alıp çorbasını karıştırmaya başladı ve bu sırada, bir başka soruyu daha dile getirdi. "Evi terk etmeden önceki gece, seni Duhan ile bardan topladık. Dağılmıştın. Adamın biri sana saldırmıştı. Söylenilene göre adamın sevgilisine zorla sarılmışsın. Neden yaptın bunu?"
Bu soru Barlas'ı hazırlıksız yakalamıştı. Bedeninin anlık gerilişini fark edebilmiştim. Öylece durmuş abime bakıyordu ve doğru kelimeler dilinin ucuna gelmek bilmiyordu. Barlas'ın sessizliği abimin de dikkatini çekti ve çorbasından aldığı bir yudumun ardından, kaşlarını çatarak Barlas'ın gözlerinin içine baktı. İrem ve ben, ikisinin arasındaki gerginlik dolu bakışmayı sadece izliyorduk. Bizde, yemek yiyecek iştah bile bırakmamışlardı. Abimin gözleri şüphe doluyken, Barlas ifadesizliğini koruyordu. Abimle arasında kurduğu göz temasını kesip eline kaşığını aldı ve çorbasının içine daldırmadan önce abimin sorusunu yanıtladı.
"Çok içmişim. Gece olanları hatırlayamıyorum."
Abim bunun üzerine başını iki yana sallayıp gözlerini kısarak Barlas'a bakmayı sürdürdü. "Beni aptal mı sanıyorsun? Kadını birisine benzettin değil mi?"
Barlas, abimin bu sorusuna karşılık, çorbayı yutmakta zorlandı. "Evet."
Cevabı abimi hiç şaşırtmadı. "Kim?"
Barlas çorbasından bir kaşık daha alıp ağzına götürdü. "Bu seni ilgilendirmez."
"Nesrin'e mi benzettin?" dedi abim ve Barlas'ın irkilmesini umursamadan tahmin yürütmeye devam etti. "Yoksa Oya'ya mı?"
Oya da kimdi? Neyse, bunu daha sonra sorgulayacaktım. Şimdi sırası değildi.
Barlas duyduğu son isimle, elindeki kaşığı gürültüyle masaya çarptı. "Eğer hemen çeneni kapatmazsan, seni boğabilirim."
Barlas'ın sert çıkışına karşılık, abim de öfkeyle bağırdı. "O zaman bana doğru düzgün cevap ver! İçimdeki şüpheyi öldür. Kafayı yiyeceğim!"
Abimin sözleri, aklımda devasa bir kaos yarattı. Bu ne demekti şimdi? Onu, bu denli öfkelendiren şüphe de neydi?
Barlas, gözlerini sıkıca yumdu ve sakinleşmek için, içine derin bir nefes çekti ve gözlerini araladığında, bakışlarındaki öfkenin yerini tekrardan ifadesizlik almıştı. "Eğer o kadını Nesrin'e benzetseydim, sarılmak yerine canını yakardım. Ve eğer Oya'ya benzetseydim, oradan hiç düşünmeden kaçardım. Her ikisi de benim için hiçbir şey ifade etmiyor, Erkin. Bardaki kadını, anneme benzettim. Şimdi soruların bittiyse, rahat rahat yemeğimi yemek istiyorum."
Abime bir kez daha yalan söylemişti. Bardaki kadına, bana benzettiği için sarılmıştı ve abime, annesine benzettiğini söylemişti. Yalan, kesinlikle berbat bir şeydi. Barlas'ı bu yola başvurmak zorunda bırakan bendim ve kesinlikle, vicdanım sızlıyordu.
Bu defa da, İrem'in sesi mutfakta yankılandı. "Baştan beri sustum, karışmayayım dedim, ama daha fazla dayanamayacağım. Aşkım, bir bırakmadın ki gönül rahatlığıyla yemek yiyelim. Sorgunu sonraya bırakamaz mıydın? Eğer sorun çözüldüyse, yemek yemeye geri dönmek istiyorum. Fakat, hâlâ devam ettireceksen ben eve gidiyorum. Bu ne canım, başım şişti. Açım burada, yarım saattir sizin gerginliğinizden iştahım kaçtı. Birde öğlen yemeğine davet ediyorsun beni. Böyle muhalefet partileri gibi kavgaya tutuşacağınızı bilseydim, gelmezdim valla."
İrem'in sözleri, gergin ortamı yumuşattı ve yüzüme küçük bir tebessümün yerleşmesine neden oldu. Abimin gergin dudakları da, İrem'in sesini duyar duymaz iki yana kıvrıldı. Bakışları İrem'in üzerindeyken, gözlerinin içi parlıyordu. İrem'in masanın üzerindeki elini, eline aldı ve uzanıp tenine minik bir öpücük bıraktı. İrem otomatikman sırıtmaya başladığında, onların bu tatlı hâlini seyrederek içten içe kıskandım.
"Özür dilerim, aşkım. Bu gerginliğe şahit olmanı istemezdin. Hadi, yemeğini yemeye devam et. İstersen seni ellerimle yedireyim."
Abimin romantik sözleri, İrem'i iyice eritirken, abimin yeni tıraş olduğu belli olan yanağına doğru uzandı ve kaçamak bir öpücük kondurdu. Kıskançlığım hat safhalarda dolaşırken, onları neden kıskandığımı tam olarak kestiremiyordum. Abimin benden başka bir kıza bu kadar değer verdiği için mi, yoksa Barlas ile böyle olamadığımız için miydi bu kıskançlığım?
İrem çorbasını içmeye devam ettiğinde, abim de ona eşlik etti. Çorbasından aldığı kaşığı ağzına götürdüğü her an, bakışları İrem'in üzerindeydi ve İrem de arada ona bakıyordu ve göz göze geldikleri anlarda, ikisi de gülümsüyordu. Resmen bizim varlığımızı hiçe sayarak birbirlerine cilve yapıyorlardı. Ben öylece durmuş onları izlerken, bir anda bacağımın dürtülmesiyle dikkatimi toparladım. Bakışlarım, masanın altına kaydığında, az önce bacağıma değen şeyin Barlas'ın bacağı olduğunu fark ettim. Bakışlarımı kusursuz yüz hatlarına çivilediğimde, dudaklarının iki yanının az da olsa kıvrıldığını fark ettim. Ben de onun gibi dudaklarımı hafifçe büktüm ve abimin bizi böyle görmemesi için, kaşığımı tabağımın yanından alıp, doğru düzgün kaşık vurmadığım çorbamı içmeye başladım. Barlas da bana eşlik etti.
Tam tabağımı bitirmek üzereydim ki, ansızın bacağının baldırımı okşayışını hissettim. O an, ağzımdaki çorbayı dışarı püskürtmemek için kendimi zor tuttum. Ağzımdaki lokmayı güçlükle yuttuğumda, çıplak ayağımı bacağına yasladım ve bacağını hafifçe ittim. Bu hareketime karşılık, Barlas genizden gelen bir sesle güldü. Bu sese karşılık İrem'in ve abimin bakışları birbirini terk edip bize döndü. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bir Barlas'a, birde bana bakıyorlardı. Barlas, kolay kolay gülmezdi. Bu yüzden, bu durum onlarda merak uyandırmış olmalıydı.
"Ne oluyor?"
Abimin sorusu üzerine, ciddi bir ifade takınıp soruyu hiç üstüme alınmadım bile. Barlas ise, sanki sorunun hedefi kendisi değilmiş gibi, boşalan tabağını eline alıp ayağa kalktı. Ocağa doğru ilerleyip boş tabağının içine salçalı makarnadan kattı. Abim, sorusuna bir yanıt alamayacağını anlamış olacak ki, üstelemeden İrem'e doğru döndü. Bugün, soru sorma kotasını fazlasıyla doldurmuştu.
Barlas yanımdaki yerine geri oturduğunda, ilgisini tamamen bizden kopartıp tabağındaki makarnayı yemeye başladı. Az önceki kaçışıma darılmış olma olasılığını kafamda tarttım, fakat bu kulağa saçma geliyordu. Ayrıca onun dokunuşunu tenimden itişime karşılık, gülmüştü. Darılmasına ihtimal vermiyordum, fakat bir anda kendini benden böyle soyutlayışı canımı sıkmıştı. Bakışlarımı Barlas'ın umarsız yüzünden çekip karşıma diktim ve ansızın abimin bakışlarıyla karşılaştım. Şüpheci gözleri, hislerimi irdelemek istercesine keskindi.
Sertçe yutkundum ve hissettiğim paniği yok etmeye çalıştım. Abime kısa bir tebessüm gönderdikten sonra, onun da bana gülümsemesini bekliyordum, ama o aynı ifadeyle yüzüme bakmaya devam etti. Gerildim, hem de fazlasıyla... İrem'in bir anda ayağa kalkmasıyla, abimin bakışları onun üzerine çevrildi ve İrem farkında olmadan benim kurtarıcım oldu. Ona minnettarlığım gitgide büyüyordu.
"Bırak, ben hallederim."
Abim, İrem'in kolunu kavradı ve elindeki tabağı hızlıca elinden kaptı. Ardından kendi önündeki tabağı da eline aldı ve İrem yerine geri otururken, o da ocağa doğru ilerledi. İrem'e kısa bir bakış attığımda, bana sırıttı ve gözleriyle Barlas'ı işaret etti. Bakışlarımı Barlas'a çevirdiğimde, kendini sadece yemek yemeye adadığını fark ettim. Bakışlarımı geri İrem'e çevirdiğimde, ellerini yan yana getirip işaret parmaklarını birbirine sürttü ve göz kırptı. Sanırım bana, abim arkasını dönmüşken Barlas'la yakınlaşmamı imâ ediyordu.
Bu, cesaret isterdi ve o cesaret de, bende fazlaca vardı.
Bakışlarımı arkama doğru çevirip abime göz attığımda, daha yeni tabaklara makarna boşaltmaya başladığını fark ettim. Kalbim hissettiğim adrenalinle hızını arttırdı ve onun bakışlarının eksikliğini fırsat bilerek, Barlas'a doğru yaklaştım. Bedenlerimizin birbirine yaklaştığını anında hissetti ve elindeki kaşığı tabağının içinde bırakıp öylece durdu. Nefesim sakallarına yelpaze olurken, dudaklarım tenine damgasını bıraktı. Yanağına bıraktığım öpücüğün etkisi, bedenini baştan ayağa titretti. Gözleri hızla kapandı ve nefes alışverişi hızlandı. Onun üzerinde bıraktığım etki, aklımı başımdan aldı.
Abimin bizi fark etmesi korkusuyla, geri çekilmeye yeltendiğim an, Barlas'ın eli kolumu kavradı ve beni olduğum yere çiviledi. Gözleri arkama kaydı ve abimi kontrol edişinin ardından yüzlerimizi birbirine yaklaştırdı. Dudakları kısacık bir an için dudaklarıma dokundu. Akabinde aceleyle geri çekildi ve önüne dönüp o meşhur maskesini suratına oturttu. Olayın şokundan öylece kalmıştım. Küçücük bir zaman diliminde, tanık olduğum olaylar şuurumu yitirmeme neden olmuştu. Onun dudaklarıma bıraktığı öpücük, sadece bir saniyelik bir dokunuştu ve beni, alaşağı etmeye yetmişti.
Masanın altından bacağıma yediğim tekmeyle, irkilerek düşüncelerimi terk ettim. Bakışlarım tekmenin sahibine kaydığında, İrem'in uyarıcı bakışlarını fark ettim. Bu kendime gelmem gerektiğinin bir sinyaliydi. Ciğerlerime hapsettiğimi bile fark etmediğim nefesimi, özgür bıraktım ve birkaç kez derin derin soluklandım. Onun üzerimde bıraktığı etkiyi, üzerimden def etmek istercesine gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Etkisi, saça yapışan bir sakız gibiydi. Bir defa üstüme yapıştığında, çıkmak bilmiyordu. Kalbim, hâlâ heyecanla göğüs kafesimin içinde çırpınıyordu ve bunun sebebi, sadece yakalanma korkusu değildi. Onun dudaklarının, bana bahşettiği beklenmedik öpücüğün de katkısı büyüktü.
Abim, İrem'in tabağını önüne bıraktığında, porselen tabağın masaya çarpış sesi beni iyice gerçek hayata döndürdü. Abim, tabağını masaya bıraktıktan sonra yerine geçti ve bana bakma gereği duymadan, yemeğini yemeye koyuldu. Beni kontrol etmesini engellemesine neden olan her ne ise, o neden iyiki açığa çıkmıştı. Abimin şüpheli bakışlarını üzerime çekmek istemediğim için, elime çatalımı aldım ve kızarttığım sosislerden birisine batırıp ağzıma doğru götürdüm. Tam dudaklarımı aralayacakken, dudaklarımın üzerindeki hafif ıslaklığı hissettim. Bu hissiyat, kanımı uyuşturdu. Dilimi kısa bir anlığına dudaklarımın kıvrımında gezdirdim ve ezbere bildiğim tadını, birkez daha tattım.
Tenimin karıncalanışından, Barlas'ın bakışlarının üzerimde gezindiğini adım kadar iyi biliyordum. Şu an dudaklarıma baktığını ve içindeki vahşi adamın zincirlerini zorladığını tahmin etmek zor değildi. Çatalımdaki sosisten bir ısırık aldım ve onun yüzünün şeklini hayal etmek, beni gülümsetti. Barlas'ın eli masanın altından bacağıma dokunduğunda, dişlerimin arasındaki sosis parçalarına âdeta işkence ettim. Barlas, bacağımı sıkıca kavradı ve bu hareketi, bütün kaslarımın teker teker gerilmesine neden oldu. Elimi hızla elinin üzerine koydum ve dokunuşunu bacağımın üzerinden çekmeye çalıştım. Elini, bacağımın üzerinden ittikten sonra, Barlas elimi sıkıca kavradı ve parmaklarımız iç içe geçecek şekilde, ellerimizi birbirine kenetledi.
Kalp atışlarım, bu masum dokunuşla daha da şiddetlendi.
Abimi şüphelendirmemek için yemeğimi yemeye devam ettim. Barlas, elimi tutmaya son vermedi. Abim, bunun farkına dahi varmadı. Fakat, İrem'in imâ dolu bakışları ve yanaklarımın al al kesilmesine neden olan sırıtışı, bir an olsun üzerimizden ayrılmamıştı. O, her şeyin farkındaydı. Barlas da farkında olduğunu biliyor olmalıydı. Diğer türlü, beni onun gözünün önünde öpmezdi. Bizi biliyor olmasından rahatsız olur gibi bir hâli de yoktu. Çünkü, o sinsi bir adamdı. Gözünden kaçacak en ufak bir detayın var olduğunu zannetmiyordum. Bu yüzden, İrem'in bakışlarını da fark etmiş olmalıydı. Bunu kaale almaması, hiç kimsenin umrunda olmadığının göstergesiydi. İrem'in tavrından ne rahatsız oluyordu, ne de memnun kalıyordu. Sadece umursamıyordu.
Abim ve İrem, yemek boyunca birbirleriyle cilveleştiler ve biz, ellerimizi birbirinden ayırmadan öylece durduk. Yemek bitene kadar, ellerimiz birbirini esir aldı. Barlas, sağ elini elime kenetlediği için, yemeğini sol eliyle yedi ve bir an olsun, ellerimizi birbirinden ayırmadı. Ben de, sadece çorbamı içmekle yetindim. Sonuçta tabağıma makarna koymak için ayağa kalkacak olursam, ellerimizin mührünü bozmuş olacaktım. Bunun yerine, aç kalmayı tercih ettim. Midemi dolduracak besinlerin hiçbir önemi yoktu. Mühim olan, ruhumu ısıtan dokunuşun elimi terk etmemesiydi.
***
Salondaki koltuklardan birisine yerleşmiş, kumanda elimde televizyondaki kanallarda geziniyordum. Barlas ise, mutfağa gitmişti. Yaptığım tatlıyı tabaklara koyup getirecekti. Kasıklarımın ağrısı yüzünden, ayağa kalkmama müsaade etmiyordu. İrem, abimi aşağı indirmişti ve yaklaşık 10 dakikadır evde baş başaydık.
Barlas, elinde iki tabakla içeriye girdiğinde, bakışlarım televizyonun camını anında terk etti ve onun yüzüyle buluştu. Bakışlarıma karşılık verdi ve gözlerimiz birbirine dokunduğunda, dudaklarının iki kıyısı yukarı doğru kıvrıldı. Gülümseyişi içimi ısıttı ve onun yüzünün büründüğü eşsiz güzellik karşısında, benim dudaklarımda istemsizce iki yana büküldü.
Bana doğru yaklaşıp bir tabağı orta masaya, bir tabağı da kucağıma bıraktı. Dudakları, yakınlığımızı fırsat bilip alnıma kondu ve alnıma uzun süreli, derin bir öpücük bıraktı. İçim, bu öpücükle lime lime parçalandı ve o parçalar, tekrardan birbirine tutunduğunda, arasına biraz daha aşkı sıkıştırdı. Dudakları alnımdan uçup gitti ve geri çekilirken, kokusunu, uzun bir soluk vasıtasıyla çokça içime hapsettim.
Birden bire kapının zil sesi evi inlettiğinde, yerimden sıçramamak için kendimi zor tuttum. Vücudumun her yanı gerildi. Gözlerime yerleşen korkuyla, Barlas'ın gözlerine baktığımda, onun da gerildiğini gözlerinden algılayabilmiştim. Beni rahatlatmak istercesine omzuma dokundu ve hafifçe okşadı.
"Korkulacak bir şey yok. Erkin olduğunu sanmıyorum. O, anahtarını aldığı için, kapıyı çalma gereksinimi duymaz. Eğer oysa bile, biz yanlış bir şey yapmadık. Sadece televizyon izlerken tatlı yiyecektik. Bunda yanlış anlaşılacak bir şey yok. Rahatla, küçüğüm. Ben hemen kapıya bakıp geliyorum."
Başımı aşağı yukarı salladığımda, zil sesi bir kez daha evin içinde yankılandı. Barlas'ın nazik dokunuşu omzumu terk etti ve adımları koridora yöneldi. Salondan çıktıktan sonra, holde ilerledi ve gerginliğim biraz olsun azaldı. Barlas sözlerinde haklıydı. Abim, içeriye anahtarıyla girebilirdi. Diyelim ki, anahtarını yanına almamıştı ve gelen oydu. Ortada, bizim sevgili olduğumuzu anlayabileceği herhangi bir durum yoktu. Aklımı kurcalayan düşüncelere bir son vermek için, dikkatimi kucağımda duran tatlı tabağına verdim. Tabağın içinde beş dilim tatlı vardı. Gözlerim gördüğüm görüntüyle şaşkınlıkla aralandı. Ben bu kadar dilim tatlıyı tek seferde bitiremezdim. Bakışlarım Barlas'ın tabağına kaydığında, onun tabağında da altı dilim tatlı vardı. Bunların hepsini tek seferde yemeyi düşünüyordu demek ki. Barlas, kesinlikle tatlı canavarıydı ve o koca midesiyle, benim kuş kadar midemi eş değer görebiliyordu.
Bu adam, benim her şeyimdi ve onun, o koca midesine bile aşıktım.
Birden bire Barlas'ın sesini işitmemle, dikkatim holden gelen sese kaydı. "Senin burada ne işin var?"
Kimden söz ediyordu? Bu saatte kim gelebilirdi ki?
"Çekil!"
Duyduğum sesle, olduğum yere çivilenip öylece kaldım. Bu ses, Aras'a aitti. Onun burada, kapımın önünde oluşu, az önceki gerginliğimi iki katına çıkartarak, yeniden bedenimde hüküm sürmesine neden oldu. Bir anda kapının kapanma sesini işittim ve sert adım seslerini, gittikçe yakınımdan işitmeye başladım. Kucağımdaki tabağı, Barlas'ın tabağının yanına koydum ve elimdeki kumandayı da, koltuğun üzerine bıraktım. Yayıldığım koltuktan doğruldum ve dik bir oturuş sergiledim.
"Ecrin..."
İsmim, Aras'ın dudakları arasından döküldüğünde, bedenim korkuyla titredi. Bu hissettiğim korku, onunla yüzleşme korkusuydu. Alt dudağımı dişlerimin arasında ezerken, Barlas'ın varlığını odanın içinde hissettim. Onun bakışlarının etkisi, sırtımdaki tüyleri diken diken etti.
"Onu isteyip istemediğini bilmediğim için, içeri girmesine engel olmadım. Eğer burada olmasından rahatsız oluyorsan, hemen yakasından tutup kapının önüne atabilirim."
Barlas'ın öfkeli çıkan sesi, korkumu bir bıçak gibi kesti. Dudaklarımı, dişlerimin işkencesinden kurtardım. Gözlerim, önce Barlas'ın gergin yüz hatlarında gezindi ve ardından, Aras'ın yüzüne kaydı. Yüzüme hissizlik maskesini takındım, Barlas gibi... Ona bütün hislerimi kapattım. Fakat, o bütün hislerini önüme serdi. Acısını, pişmanlığını, aşkını... Ben ise, onun gözlerinde gördüğüm bu duygulara rağmen, büyük bir soğukkanlılıkla yüzümdeki maskeyi bir an olsun çıkartmadım.
"Neden buradasın?" dedim, sesimin güçlü çıkması için büyük bir çaba sarf ederek.
"B-Ben..." dedi ve titreyen çenesini zapt etmeye çalıştı. "Ö-Özür dilemek için geldim."
"Neden özür diliyorsun?"
"S-Seni sevdiğim için."
Verdiği cevap, yüzümdeki maskede derin çatlaklar yarattı.
"Eğer tek suçun, beni sevmek olsaydı seni affedebilirdim, Aras. Sana saygı duyabilirdim... Hatta beni sevmene rağmen, seninle yeniden eskisi gibi olmak için çabalayabilirdim de. Fakat ne yazık ki, tek suçun bu değil."
Başını aşağı doğru eğdi ve sesi fısıltı gibi çıktı."Ö-Özür dilerim..."
"Özür dileme, Aras. Pişman olmadığını biliyorum. O gece, yaptığın bencillikten haberim var. Benim, Barlas ile yemeğe çıkacağımdan haberin vardı ve bu yüzden, evlilik teklifini bu kadar aceleye getirdin. Bana sarıldın ve ben, senin o hassas kalbini kırmamak için ağzımı bile açamadım. Git diyemedim, seninle evlenemem diyemedim. Bunu düşünmek için zaman harcasam bile fikrim değişmez; çünkü Barlas'a aşığım diyemedim. Ne hissedebileceğini anlayabildiğim için, sustum. Empati kurabiliyordum... Ben o gece seni kırmamak için bunları yaparken, sen bencilliğinle beni paramparça ettin. Sevdiğim adamın bana sırtını çevirmesine neden oldun. Bunu yaparak eline ne geçti, ha? Bak bakayım, ben seni seviyor muyum şimdi? Bak, yanında mıyım senin? Sen, bu yaptıklarınla beni kazanmak yerine, tamamen kaybettin Aras. İşte, eline tek geçen bu."
İçimde, Aras'a karşı beslediğim öfkeyi, kelimelerim aracılığıyla birer birer kustum ve yüzümdeki hissizlik maskesi, paramparça olup parçaları yüzümden aşağıya savruldu. Aras, başını yavaş yavaş yukarı doğru kaldırdığında, korktuğunu anlayabiliyordum. Bu defa, benimle yüzleşmekten korkan taraf oydu. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, bakışlarını kucaklayan acıyı fark ettim ve göğsüm sancımaya başladı. Onun için üzülüyordum. O, her şeyin en iyisine layıktı. Fakat, beni severek kendini harap ediyordu. Karşılıksız bir aşk uğruna, karakterini yitiriyordu. Beni elde etmek için, tertemiz kalbini pisliğe boğuyordu. Onun böyle bir adama dönüşmesine neden olduğum için, vicdanım kanıyordu.
"Y-Yemin ederim ki, sen o sokak köşelerinde hıçkırıklara boğulmaya başladığın andan beri, bunu yaptığıma köpek gibi pişman oldum. Seni ağlatabilecek kadar düştüğüm için, kendime küfürler savurdum. S-Sen aşık olunası bir kız oldun hep. Gülüşünde, bakışında, dokunuşunda, kokunda aşk gizliydi. Bana her dostane sarılışında, ben dokunuşunda gizlenen aşkı buldum. Sen gülümsediğinde, ben dudaklarında aşkı gördüm. Bana her baktığında, kalbim eridi. Kokun, aklımı başımdan aldı... Buna engel olamadığım için, özür dilerim. Ben, sadece dokunuşuna, gülüşüne, bakışına, kokuna başka bir adamın sahip olmasını istemedim. Benim sende bulduğum aşkı, senin onda bulduğunu kabullenmek istemedim. Seni kaybetmeyi göze alamadım. Bu yüzden, kendimi kaybettim. Aşkım yüzünden, kişiliğimden oldum. Ne ara bu kadar bencil olduğumu bilmiyorum. Çok pişmanım... Kendimi bu denli kaybettiğim ve seni hayal kırıklığına uğrattığım için. Seni benden alan adamı, senin ellerinin arasından koparttım. Beni affetme, son nefesine dek nefret et benden. Çünkü, ben bunu hak ettim."
Gözlerime dolan göz yaşları, kirpiklerimin arasından ard arda döküldü ve elmacık kemiklerimden süzülüp kucağıma damladı. Onun bakışlarındaki hüzün, beni darmadağın etti. Bana bu kadar aşık olduğunu düşünememiştim. Sadece gelip geçici bir hoşlantı olduğunu düşünmüştüm. Bana aşık olduğunu sandığını zannettim. Fakat o bana karşı, Barlas'a karşı hissettiğim duygularla bağlıydı. Aras Soykan, bana aşıktı. Hem de, sırılsıklam. Ben ise, onun bana karşı olan hislerini, başka bir adama karşı hissediyordum. Onun kalbi benim için atarken, benim kalbim Barlas için atıyordu. Ben, Barlas Seçkiner'e aşıktım ve benim ondan kurtuluşum yoktu. Umarım, Aras benden kurtulurdu. Beni kalbinden atar ve onu seven bir kadına daha derin duygularla tutulurdu. O, mutlu olmayı herkesten çok hak ediyordu. Fakat, benimle birlikte olması, artık olanaksızdı.
"Asıl, ben özür dilerim. Bana karşı olan duygularını fark edemediğim için... Ben, sana her zaman dost gözüyle baktım. Bundan ötesi olamazdı, olamayacak da. O gece yaptığın şeyi unutabilirim ve hatta, seni affedebilirim de. Ama, senin duygularına bir karşılık veremem Aras. Bunu isteme benden. Seni hâlâ çok seviyorum, fakat dostum olarak, sırdaşım olarak... Bu asla değişmeyecek."
Aras'ın gözlerindeki hüzün, vicdanıma ateş açmıştı sanki ve kalbimi delik deşik ediyordu. Başını yavaş yavaş aşağı yukarı salladı ve söylediğim sözleri teker teker hazmetti. Onu sevmeyişimi ve sevmeyeceğimi, güçlükle kabullendi. Sertçe yutkundu ve dengesini kaybeder gibi olduğunda, Barlas onu kolundan sıkıca kavradı. O ana kadar, onun varlığı aklımın ucundan uçup gitmişti. Yüzüne baktığımda, mimiklerinde hiçbir kasılma fark etmedim ve bakışlarında öfkeye dair bir iz yoktu. Aras, Barlas'a kısa bir bakış attıktan sonra, kolunu elinden kurtardı ve bakışlarını tekrardan üzerime perçinledi.
"Bana acımanı istemiyorum, Ecrin. Evet, seni seviyorum ve bundan bir an olsun pişman olmadım. Hislerime bir karşılık vermesen de, ben seni sevmekten vazgeçemem. Çünkü, senden vazgeçmek, kalbimi söküp atmakla eş değer. Aklında kötü bir adam olarak kalmak istemiyorum. Son zamanlarda olan olayları aklının köşesinden sil, hatta sana aşık olduğumu da çıkart aklından. Beni sadece eski bir dostun olarak hatırla. Burada, sana bu kadar yakınken çok fazla acı çekiyorum. Bir süre uzaklaşmam gerek. Bu yüzden, İzmir'e döneceğim."
Sözleri üzerimde sarsıcı bir etki bıraktı. Midem kasıldı ve nefesim kesildi. Anında yerimden kalktım ve irileşmiş gözlerimle gözlerine baktım. Benim yüzümden gidiyordu. Bana olan aşkı yüzünden acı çekiyordu ve bu şehri terk ediyordu. Bir insan, aşkı yüzünden alıştığı düzenden vazgeçebilir miydi? Barlas'ın beni sevmediğini düşündüm. Beni sevme olasılığının olmadığını... Bu düşünceler beni darmaduman etti ve kalbim acıyla sıkıştı. Bunun düşüncesi bile beni kahretti. Ben de, Aras gibi pes ederdim. Ben de, onun gibi terk ederdim bu şehri... Hatta bu ülkede bile durmazdım. Ona ne kadar az yakınsam, o kadar az acı çekerdim. Çünkü onun nefesi ne kadar yakınımda olursa, ona ulaşamamanın verdiği acı ciğerimi yakardı.
Aras'a doğru yaklaşırken, dirençsiz bir sesle konuştum. "Lütfen, benim yüzümden gitme..."
O da bana doğru yaklaştı ve bir anda buz tutmuş elleriyle, ellerimi kavradı. O anda bakışlarım Barlas'ın üzerine perçinlendi ve kahverengi harelerinde öfkenin hırçın tonları belirdi. Yumruklarını sıktı ve öylece durdu. Onu benden uzaklaştırmadı. Kendini zapt etti ve Aras'a karşı çıkmadı. Bu sabrı, onun bana son dokunuşu olduğunu bildiği için gösteriyordu. Aras'ın, bana karşı olan aşkına saygı duyuyordu. Bu yüzden, Barlas'a karşı olan aşkım kalbimde biraz daha kabardı.
"Buraya senin için geldim. Zaten bu şehir bana başkaydı. Bir türlü alışamadım, dikiş tutturamadım. Artık burada kalmam için bir neden kalmadı. Eski düzenime geri döneceğim. Ama merak etme, karşı daireyi satmayı düşünmüyorum. Bir gün, eğer cesaret edebilirsem, belki de geri dönerim. Fakat, kendimi toparlayana kadar ailemin yanında olmam daha iyi olacak."
Gözlerimi sımsıkı yumdum ve vicdanımın sızısını dindirmeye çalıştım. Göz kapaklarımı araladığımda, bakışlarım bir köşeye çekilip bizi seyreden adama takıldı. Bakışlarında hiçbir duygu yoktu, fakat yumrukları hâlâ sıkılıydı. Ait olduğum adamın karşısında, bana ait olmak isteyen adamın ellerini tutuyordum. Bu durum beni fazlasıyla rahatsız etti. Ellerimi, Aras'ın elleri arasından kurtarmaya çalıştığımda, bir anda ellerimi daha sıkı kavramasıyla bakışlarım tekrardan onun acı yüklü bakışlarına mühürlendi.
"Sana son kez sarılmama izin verebilir misin?"
Aras'ın sorduğu soru, içime titrek bir nefes çekmeme neden oldu. Onu nasıl reddedecektim? Ya da nasıl kabul edecektim? O gece düştüğüm hataya bir kez daha düşemezdim. Aras'ın kalbi kırılmasın diye, Barlas'ı hayal kırıklığına uğratazdım. Gözlerimi Barlas'ın yüzüne mıhladığımda, ifadesizce gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bakışlarımın altındaki soru işaretleri kendini açığa çıkarttığında, Barlas içine derin bir soluk çekti ve başını aşağı yukarı salladı. Bu, Aras'a sarılmama müsaade edişinin göstergesiydi.
Her ne kadar yüreğim el vermese de, Aras'a doğru döndüm ve onaylarcasına kafa salladım. Aras, beni kolları arasına çekti ve beni sıkıca kucakladı. Bu kollar, bana yabancıydı artık. Burnuma gelen alkol kokusuyla, hafiften sarhoş olduğunu idrak ettim. Sarsak hareketleri alkolün etkisinden kaynaklanıyordu. Kollarımı yavaşça beline doladığımda, Aras'ın omzunun üzerinden Barlas'a baktım ve göz kapaklarının, gözlerinin üzerine serildiğini fark ettim. Kasılan çenesinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Bu ana şahit olmak istemiyordu ve Aras'ın kollarının arasında olduğumu bilmek bile, onu küplere bindiriyordu. Yine de, engel olmuyordu. Aras'a veda etmeme izin veriyordu.
Aras'ın kolları arasından çekildiğimde, gözlerine bakamadım. Bakışlarındaki hüzünden çekiniyordum. Onun acısına şahit olmak istemiyordum. Bakışlarımı ayaklarına diktim ve onun geri geri attığı adımları seyrettim. Adımlarını, kapının önüne geldiğinde sonlandırdı ve bakışlarım istemsizce yüzüne çevrildi. Gözlerime sabitlenen gözlerinin içinde, veda eden bir bakış vardı. Beni son kez görüşü olduğunu hissediyordu ve mavi gözleri, beni sıkıca kucaklıyordu.
"Hoşça kal, Ecrin. Kendine çok iyi bak ve mutlu ol. Bir keresinde bana aşkı bulacağını söylemiştin, aşkı bulduğun adam olmayı isterdim, fakat nasip olmadı. Şimdi aşkı buldun ve onu umarım hep yanıbaşında tutarsın." dedi ve bakışları boynuma kaydığında, sertçe yutkundu. "Ve umarım o kolyeyi de boynundan hiç çıkartmazsın. Benim sana doğum gününde hediye ettiğim kolye gibi..."
Bu söz, boğazımdaki yumrunun daha da büyüyüp, beni boğacak raddeye getirmesine neden oldu. Bana doğum günümde verdiği kolye canlandı gözümün önünde. O kolye, onun için çok fazla anlam ifade ediyordu ve şu an boynumda değil, takı kutumda duruyordu. Kendisini değersiz hissetmesine neden olmuştum. Fakat, benim için değersiz değildi. Onun yeri, başkaydı. Sadece, onun kalbimdeki yeri, Barlas'ın kalbimdeki yeriyle kıyaslanamazdı. Bu yüzden Aras'ın aldığı kolye takı kutusunda beklerken, Barlas'ın aldığı kolye boynumda duruyordu.
"Kendine iyi bak, Aras. Umarım çok mutlu olursun. Son olan olayları bir kenara bırakıp, seni her zaman iyi bir dost olarak hatırlayacağım. Hoşça kal."
Veda sözlerim onu daha fazla incitirken, arkasını döndü. Ona gitmemesini söylememi mi bekliyordu? Kendisi gitmek için bu kadar ısrarcıyken, ona 'gitme' dememin ne manası vardı ki? Hızla odadan çıktı ve seri adımlarla holde ilerledi. Kapının sertçe çarptığını işitene dek, öylece durup adım seslerini dinledim. Kapı sesi evi inlettiğinde ise, irkilerek kendime geldim. Bakışlarım Barlas'ın katılaşmış yüz hatlarında gezindiğinde, dikkatli bakışlarıyla âdeta içimi okudu. Ruhumdaki deliklerden içeri sızdı ve kalbimi sarsan vicdan azabını hissetti.
Birden bire, hâlâ sımsıkı sıktığı yumruklarını serbest bıraktı ve kollarını iki yana açtı. Hiç düşünmeden ona doğru koşar adımlarla ilerledim ve ince kollarımı boynuna doladım. Belimi güçlü kollarıyla sarıp ruhumu sıcaklığıyla kucakladı. Bedenlerimiz birbirine yaslandığında, içimdeki sıkıntılı nefesi dışarı verip, onun kokusuyla karışık bir soluk çektim ciğerlerime ve içimi huzurla doldurdum. Başımı kaslı göğsüne gömüp sol göğsünü tişörtünün üzerinden öptüm. Öpücüğüm kalbine çakılıp kaldı ve bedenindeki gerilimi teker teker def etti. Barlas, burnunu başımın tepesine dayadı ve kokumu uzun bir solukla içine çekti. Dudaklarını saçlarımın üzerine bastırdı ve derin öpücüğü tenime sindi.
Dudaklarını çekmeden, nefesini saçlarımın arasına üfleyerek konuştu. "Her aşk, karşılık bulmak zorunda değildir. Bir insan, birini sevecekse, karşılık bulamamayı da göze almalıdır. Aşkın ne getirisi olacağı belli olmaz. O adamı, seni sevdiği için suçlayamadığın gibi, o'da seni, onu sevmediğin için suçlayamaz. Kalbin beni seçti. Bu senin elinde olan bir şey değildi. Onun hislerine istesen de karşılık veremezsin. Çünkü, kalbin bana ait. Bu yüzden, vicdan azabı çekmen saçmalık, küçüğüm."
Sözleri kalbimdeki yükü usul usul hafifletirken, yüzümü göğsünün üzerinden çekip başımı kaldırdım ve benliğimi kahverengi bataklıklarına düşürdüm. Beni içine çekmesine izin verdim ve ruhumu, onda kaybettim. Dudaklarımız birbirine teslim olurken, belime sıkıca sarılan kolları daha da sıklaştı ve âdeta göğüslerimiz birbirine mıhlandı. Dudakları, dudaklarımı talan ederken, hoyrat hareketleri, içimdeki arsız kadının benliğimi yırtıp irademe hakim olmasına neden oluyordu. Bu, Barlas'ın açığa çıkarttığı korkumu tetikledi ve dudaklarım, ani bir kararla dudaklarını terk etti. Barlas, harlanmak üzere olan öpüşmemizin son buluşunu, hayretler içinde karşıladı. Ellerimi boynundan çekip kollarına yerleştirdim ve sıkı dokunuşunu, tenimden uzaklaştırdım.
"Hadi, tatlılarımızı yiyelim." dedim ve koltuğa yerleşirken elime kumandayı aldım. "Ben, bizim için güzel bir film bulayım. Sen de keyfine bak."
***
Televizyonda çıkan siyah ekranın üstünde yazılar belirdi. Bu, filmin bittiğinin göstergesiydi. Başımı Barlas'ın göğsüne dayayıp göz ucuyla yüzünü süzdüm. Bakışları televizyon ekranına odaklanmıştı. Ona aşağıdan baktığım için, gözlerim sakallı çenesinde ve çıkık elmacık kemiğinde gezindi. Ardından köprücük kemiklerini seyrettim. Barlas, başını aşağı eğdiğinde, gözlerim anında gözlerini buldu. Bakışlarımız, sessizliğimizin sesi oldu. Ben ona, onu ne kadar sevdiğimi haykırdım, o'da bana, ne kadar huzurlu olduğunu fısıldadı.
Elimi, belime doladığı kollarından birinin üzerine yerleştirdim ve baş parmağımı kolunun üzerinde gezdirerek, tenine rastgele bir şeyler çizdim. Hafif dokunuşlarımla dudakları kıvrıldı ve beni bacaklarının arasında biraz daha sıkıştırdı. Koltuğun üzerinde birlikte oturuyorduk. İki yana ayırdığı bacaklarının arasında beni hapsetmişti ve kollarını sıkıca belime sarmıştı. Bir saatten daha uzun bir süre önce, kanallardan birinde yeni başlayan bir film bulmuştuk ve film bitene kadar istifimizi hiç bozmadan izlemiştik. Tabaktaki tatlılarımızın hepsini de bitirmiştik. Daha doğrusu, Barlas tabağındaki tatlıların hepsini midesine indirmişti. Ardından benim tabağımda kalan iki dilimi de yemişti. Ben üç dilimle kendimi şişkin hissederken, o sekiz dilimi büyük bir rahatlıkla yiyebilmişti. Bu kadar iştahlı olup da aynı zamanda böyle fit oluşu, takdire şayandı.
Barlas uzanıp dudaklarını alnıma dokundurduğunda, onun ıslak dokunuşuyla gözlerimi yumdum. Alnıma bıraktığı öpücüğün ardından, dudakları tenimi terk etti. Fakat ben hâlâ gözlerimi yummuş bir vaziyette, onun huzur veren kokusunu içime çekiyordum. Ansızın yumuşak dudaklarını boyun girintimde hissettiğimde, tüm kaslarım teker teker gerildi. Gözlerimi daha sıkı yumup elimin altındaki kolunu sıkmamak için, içimde küçük çaplı bir savaş verdim. Barlas dün gece bıraktığı morluğun üzerini öptü ve hemen sonra dudakları o morluğu sararak içine çekti. Dudakları, boynumu emerken kasıklarıma saplanan şiddetli titremeyle tırnaklarımı koluna geçirdim ve yüksek sesle inledim. Barlas, inleyişimi işittiği an, belime doladığı kollarını gevşetti ve elleri karnımdan yukarı doğru yol aldı. Elleri göğüslerimi badimin üzerinden kavrayıp hafifçe sıktığında, nefesimi tutup belimi yay gibi gerdim.
"Barlas!"
Adı bir feryat gibi dudaklarımın arasından döküldüğünde, dudakları tenimi terk etti. Gözlerimi aralayıp gözlerine baktım ve sık nefesler eşliğinde, bakışlarına yerleşen şehveti seyrettim. Titreyen ellerimi, ellerinin üzerine yerleştirdim ve ellerini göğüslerimin üzerinden çektim. Bakışlarındaki şehvet hâlâ gözlerinde hüküm sürerken, bakışlarına azda olsa şaşkınlık serpildi. Benliğime sahip olmak isteyen arsız kadının yansımasının, gözlerimde gizli olduğunu biliyordum ve Barlas bunu görebiliyordu. O kadından kaçmak istiyordum. O kadını, Barlas'ın tanımasını istemiyordum. Dün gece, o kadına tanık olmuştu ve o kadını bir daha görmesini istemiyordum. O arsız kadın, onun tenine muhtaçtı. Ben ise, kalbine susuyordum.
Onun kalbinin kapılarını masumiyetin açabileceğine inanıyordum ve dün gece bu masumiyeti fiziksel olarak kaybetsem de, ruhen yitirmek istemiyordum.
Yüzüme hissizlik maskesini takındım ve onun boşluğundan yararlanıp bacaklarının arasından sıyrıldım. Ayağa kalktığımda, yukarı çıkmak için bir bahane uyduracaktım ki, ağzımı araladığım an Barlas kolumu sıkıca kavradı. Olduğum yerde donup kaldığımda, beni hızla kendine doğru çevirdi ve öylece karşımda dikildi. Bakışlarında ne bir şaşkınlıktan, ne de şehvetten eser vardı. Bakışları öfkeydi. Saf öfke... Tutuşunu sertleştirdi ve beni kendine doğru çekerken, canımı yaktığını fark etmedi bile.
"Neden benden kaçıyorsun, ha? Neden sana dokunmama izin vermiyorsun? Dün geceden sonra ne değişti?"
Kolumu ellerinin arasından kurtarmaya çalıştım. "Barlas... Canımı yakıyorsun."
Sözlerim onda tokat etkisi yarattı ve kendine gelip kolumu bıraktıktan hemen sonra, elleriyle yüzümü kavradı. Alnını alnıma dayayıp gözlerimin içine baktı. "Cevap ver bana! Öğlen yaptığın gibi, sorularımı es geçemezsin. Neden, benden kaçıyorsun Ecrin?"
"Korkuyorum..." dedim, fısıltı gibi çıkan bir ses tonuyla.
"Benden mi korkuyorsun? Canını yakarım diye mi kaynaklanıyor bu korku?"
"Hayır, sebebi bu değil... Bu zamana kadar, hep bana ağır sözler söyledin. Edindiğim erkek arkadaşlar yüzünden ve hatta giyindiğim kıyafetler yüzünden bile bana sürtük damgasını yapıştırdın. Bu yüzden, ister istemez korkuyorum. Dün gece, gerçekten çok utanç verici hareketler sergiledim. İçimden bambaşka bir kadın çıktı âdeta. Ben, kendimi tanıyamadım. Sabah söylediğin sözlerle, bana o gözle bakmadığına emin olmama neden oldun. Fakat, sen bana her dokunduğunda, içimdeki arsız kadın benliğimi ele geçirmeye çalışıyor. Biraz olsun ileri gidecek olursak, kendimi kaybedeceğimi biliyorum. Senin bir zamanlar bana söylediğin kelimeyi, içimdeki arsız kadının açığa çıkıp tekrardan sana söyletmesini istemiyorum. Korkuyorum, Barlas... Gözünde masumiyetini yitirmiş bir kadına dönüşmekten korkuyorum. Bu yüzden, kalbini bana açamamandan korkuyorum. Ben sadece, arzuladığın kadın olmaktan öte, sevdiğin kadın olmak istiyorum. Benimle sevişmeni değil, beni sevmeni istiyorum."
Gerçekler birer birer dudaklarımın arasından firar ettiğinde, Barlas'ın gözlerine siyah bir perde düştü ve bütün duygularını gözlerimin önünden silip süpürdü. Elleri yüzümden kayıp iki yanına düştü ve benden birkaç adım uzaklaştı. Dudakları titrek bir hareketle aralandı ve ardından, tekrardan birbirine mühürlendi. Yüz hatları yavaş yavaş kasıldığında, sözlerimin onu gerdiğini anlayabilmek zor değildi. Bir süre öylece gözlerimin içine baktıktan sonra, nihayet dudaklarını araladı ve öfkeli çıkan bir sesle konuştu.
"Ben, şu an seninle neden sevgiliyim, Ecrin? Seni becermek için mi yanındayım sence? Seni istediğim zaman altıma alacağım, çünkü sevgilimsin. Sana değer vermeyeceğim, sadece ihtiyaçlarım için kullanacağım. Düşündüğün şey bu, değil mi? Gözümde sürtük profili çizmek istemediğini imâ ediyorsun. Bu, 'becerdiğin kadın olmak istemiyorum' cümlesinin kibar hâli. Benden kaçıyorsun, çünkü seni kullanıyor olmamdan korkuyorsun. Bedenini benden sakınarak, seni ne için istediğimi anlamaya çalışıyorsun. Fakat, seni bedenin için değil de, seni sen olduğun için yanımda tuttuğumu anlayamıyorsun. Bu yüzden korkuyorsun. Beni aşağılık bir herif olarak aklına kazıdığın için, bu s*ktiğim olasılıklarla aklını kurcalıyorsun."
Öfkeyle ağzından çıkan kelimeler, birer birer kalbimi kanattı. Gözlerime bakan karanlık gözler, içimi bir kitap gibi okuyordu. Korkularımın kirli yüzünü tek bir bakışla açığa çıkartmıştı. Benim bile dile getiremediklerimi, o haykırmıştı. Gerçekler beni ürkütürken, onu kırmıştı. Hatta tiksindirmişti ve öfkelendirmişti de. Ona doğru bir adım attığımda, elini bana doğru doğrulttu ve bu hareketi beni durdurdu, ama susturamadı.
"Özür dilerim, Barlas... Seni kırmak istememiştim. Ben sadece geçmişte yaşanan kötü olaylar yüzünden, böyle saçma düşüncelere kapılıyorum. Beni her öpüşünde olduğu gibi, bir anda çekip gitmenden ve beni kullanılmış bir mendil gibi ortada bırakmandan korkuyorum. Kendimi sana ait hissediyorum, fakat sanki bu gelip geçici bir şeymiş gibi geliyor bana. Seni kaybetmek istemiyorum. Seni çok seviyorum ve kaybetme korkusu beni tüketiyor. Ne olur, kızma bana. Uzaklaşma da. Gitme yanımdan. Sana ihtiyacım var."
Sözlerim, onun gözlerine bir nefes gibi esti ve bakışlarındaki öfke ateşini söndürdü. Bir anda bana doğru ilerledi ve önümde durduğu an, hızla elleriyle yüzümü kavradı. Yüzümü narin dokunuşuyla tutmaya devam etti. Baş parmaklarıyla tenimi okşarken, içimdeki gerginliğin azalmasına neden oldu. Ellerini boynuma doğru indirdi ve boynumu usulca kavradı. Dudakları yanağıma doğru uzandı ve elmacık kemiğime sıcacık bir öpücük bıraktı. Sonra dudaklarını tenimden ayırmadan küçük bir yol çizdi ve dudakları kulağıma vardığında, nefesini kulağıma üfleyerek konuştu.
"Kızmıyorum sana. Haklısın, bütün bunlar benim suçum. Ama geçmişi bir kenara bırak, yalvarırım. Söz veriyorum, yanından ayrılmayacağım. Ne olursa olsun, yanımda tutacağım seni. Arsız bir kadına dönüşüp sırtımı parçaladığın zamanlarda da, gözümdeki yerin asla değişmeyecek. Çünkü sen, benim sana hissettirdiğim duygular aracılığıyla o hâle dönüşüyorsun. Benim küçük arsız kızım oluyorsun. Dün gece seninle ilk defa tattığım duyguların ardından, içimdeki ilkel arzuya engel olamıyorum. Bu elimde değil. Fakat sana, seninle sevişmek için dokunmuyorum. Sanki, dokunmazsam ölecekmişim gibi hissettiğim için dokunuyorum."
Dudaklarını tenime sürttü ve içine derin bir soluk çekti. Söylediği kelimeler içimdeki korkulara savaş açmıştı. Ona karşı olan inancım güçlenerek, devasa bir boyuta ulaşmıştı. Sözleri, geçmişte açılan yaralara kabuk olmuştu. Sıcak nefesi tekrardan kulağımı okşadı ve ardından, içimi titreten sesi kulağıma doldu. O konuşmaya devam etti ve ben de, soluğumu tutup dinlemeyi sürdürdüm.
"Sana, senin bana duyduğun ihtiyaçtan daha fazlasını duyuyorum, Ecrin. Tenine, kokuna, sesine, tek bir bakışına, küçücük bir gülüşüne... İçimde hissettiklerim, sadece arzudan ibaret değil, küçüğüm. Dile getiremediğim kelimeler var. Söylemek istediğim, ama cesaret edemediğim kelimeler var... Ben sussam da, sen duy onları ve azad et bütün korkularını. Hislerini bana göstermekten çekinme. Benim sana hissettirdiklerimden kaçma... Sen böyle yaptıkça, seni kaybedecekmiş gibi hissediyorum. Sadece kaybetme korkusuyla tükenen kişi sen değilsin. Yalvarırım, bunu yaparak canımı yakmaya bir son ver."
Ben sussam da, sen duy onları...
Kalbim son süratle göğüs kafesimin içinde atarken, dudaklarımın kıvrılmasına neden olan kelimeler tekrar tekrar kafatasımın içinde yankılanıp durdu. Onun ağzından çıkan herbir kelime, kalbimdeki yeni kabuk tutan yaralara merhem oldu. Onun istediğini yaptım ve korkularımın iplerini bırakıp gökyüzüne saldım. Ellerim sakallı yüzüne uzanıp nazik bir dokunuşla kavradı. Başını ellerimle yönlendirerek yüzümle aynı hizaya getirdim. Bana mutluluğu bahşeden kelimelerin döküldüğü dudaklarına, minik bir öpücük bırakıp geri çekildim. Gözlerine yakın mesafeden bakarken, göz bebeklerinde kendimi görebiliyordum. Onunla aramızda kurulan bağın ruhlarımıza bir sarmaşık gibi dolanışını hissedebiliyordum.
"Söz, korkmayacağım artık. Çünkü söyleyemediğin kelimeleri duyabiliyorum. Geçmişte yaşanan kötü olayları bir kenara bırakacağım, sevgilim. Seni seviyorum ve senden gitmeye hiç niyetim yok."
Sözlerim, onu gülümsetti ve onun gülüşü, kalbimin daha hızlı atmasına neden oldu. Bir anda beni kolları arasına aldığında, kucağında taşıyarak salondan çıkarttı ve merdivenleri benimle birlikte çıktı. Kasıklarımın ağrısı son bulsa da, o beni düşünmekten vazgeçmiyordu. Yukarı kata çıktığımızda, istikametini benim odam olarak belirledi. Odama ayak bastığı anda kalçasıyla kapımı kapattı ve beni yatağımın üzerine bıraktı. O an, odanın köşesindeki sepete kaydı gözlerim. Sepetin içinde iki köpek uyuyordu. Çapkın ve Pasaklı... Anlaşılan birileri hasret gideriyordu.
Barlas, kapıma doğru ilerleyip anahtarı kavradı parmaklarıyla ve bir kez döndürerek kilitledi. Kalbim beklentiyle göğüs kafesimin içinde dövünürken, Barlas gövdesini bana doğru çevirdi ve yavaş adımlarla bana doğru ilerledi. Yatağımın yanına vardığında, yatağımın üzerine oturdu ve ardından sırtını yatakla buluşturdu. Yanıma uzanması beni şaşırtmıştı. Üzerime çıkmasını, beni öpmesini bekliyordum ondan. Fakat bunu yapmak yerine, sırt üstü uzandığı yatakta benden yana doğru döndü ve elini yüzüme yerleştirdi.
"Hadi uyu, küçüğüm. Sen huzurlu uykuna dalana kadar, yanında kalacağım. Belki uyuduktan sonra, biraz şanslıysam Erkin gelmezse, seni bir süre uyurken seyredebilirim. Sonra odama gideceğim ve üzerime sinen kokunu soluklanarak uyuyacağım."
Onun romantik sözleri, kalbimi büyük bir mutluluğa boğdu. Parmakları yüzümü usul usul okşarken, elleri tenime huzur tohumlarını ekti ve mutluluğum katlanarak arttı. Varlığı, aklımdaki bütün karanlık gölgeleri kovdu. Dokunuşu tenimde dalgalar hâlinde ilerleyerek, kalbime ulaştı ve ona karşı hissettiğim aşka karışıp biraz daha büyümesine neden oldu. Gözlerindeki ışık, karanlığa kalkan oldu ve kokusu bir uyuşturucu gibi kanıma karıştı. Göz kapaklarım ağırlaşıp gözlerimin üzerine devrildiğinde, onun nefes sesleri bir ninni gibi uyuttu benliğimi.
Onunla uyuduğum gecelere nihayet kavuşabilmiştim ve yakında, onunla uyanacağım sabahlar da gelecekti.
~
Bölüm nasıldı? Beğendiyseniz lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın. ❤ Sizi çoook seviyorum ve kocaman öpüyorum. 😚💓💕 Kendinize iyi bakın. 👋
Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro