Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MSOM? -21- ❝Bedeninin Arzuladığı Kadın❞

Bölüm yine gecikti farkındayım, ama yazmak hiç içimden gelmedi. Bende sadece ilham perilerimin bana sık sık uğradığı zamanlarda yazarak, bölümü derleyip ancak yayınlayabildim. Umarım beğenirsiniz.

Bu bölümü Şevval'e ithaf etmek istedim. Güzel yorumlarınla beni mutlu ettiğin için teşekkür ederim kuzum. İyiki varsın ve seviliyorsun ♥

@Svll-6

**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**

-Keyifli Okumalar.

★☆★

21. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Temiz havayı ciğerlerime yolcu ettiğim her saniye, biraz daha ferahladığımı hissediyordum. Denizin havaya yaydığı tuzlu su kokusu, ciğerlerimi açıyordu. Elimde Pasaklı'nın tasmasını tutmuş, peşinden hızlı adımlarla ilerliyordum, hemen hemen her sabah yaptığım gibi. Kasım ayının son haftasında olduğumuz için havalar iyice soğumaya başlamıştı. Bu yüzden altıma giyindiğim mor sporcu atletinin üzerine, lacivert kapşonlu bir ceket geçirivermiştim. Altımda ise bacağımı tamamıyla saran siyah bir tayt vardı. Lacivert-mor airmax ayakkabılarım ile yürüyüş için hoş bir kombin yaratabilmiştim. Yüzüme vuran her sert rüzgârda, dağınık bir şekilde topladığım saçlarımdan dışarı taşan saç tutamları geriye doğru savruluyordu.

Aklım Barlas ile doluydu. Bu yüzden doğanın üzerimde bıraktığı etkinin hiçbiri umrumda değildi.

Zemine değen her hızlı adımımda, Barlas'lı düşüncelere dalış yapıyordum âdeta. Dün bana dokunuşu, bedenini bedenimin üzerinde hareket ettirişi aklımın kıyılarından hiç silinmiyordu. Dudağımın kenarında hâlâ onun dudağının bıraktığı ıslaklık duruyordu sanki. Tenim, onun sıcaklığı için yanıp tutuşuyordu. Burun direğim, onun kokusuna karşı hissettiği hasretle sızlıyordu. Ağzını kulağıma doğru yaklaştırıp sıcak nefesini kulağıma üfleyerek söylediği her bir kelime hâlâ kulaklarımda asılı kalmıştı. Durmaksızın kulaklarımda çınlıyordu. Bedenimi bir hazine olarak nitelendirmesi, aklımı başımdan almaya yetmişti.

Pasaklı'nın tasmasını sıkıca tutmaya devam edip koşar adımlarla peşinden ilerlerken, bir anda çok yakınımdan gelen adım seslerini işittim. Sert ve hızlıydılar. Her ne kadar kim olduğunu merak etsem de, arkamı dönüp bakmaya yeltenmedim bile. Büyük olasılıkla daha önce hiç yüzünü dahi görmediğim birisi olmalıydı. Belki bir bayan, belki de bir adam. Her kim ise, o'da benim gibi yürüyüş yapıyordu. Ya da bir yere yetişmesi gerektiği için hızlı adımlarla ilerliyordu. Bir anda yanımda bir siluet belirdiğinde, arkamdan gelen adım seslerinin kime ait olduğunu anlamak için göz ucuyla yan tarafımı taradım. Yapılı bir adamdı yanımdaki. Gri eşofman takımıyla gayet hoş duruyordu. Bir anda başını bana doğru çevirip tebessüm ettiğinde, bu adamın kim olduğu anında şimşek gibi düştü beynime.

Bu uçakta tanıştığım ve neredeyse her yürüyüşe çıktığımda karşılaştığım adamdı.

"Günaydın güzelim. Bu ne güzel bir tesadüf böyle." dedi ve yüzündeki tebessümünü silmeden bakışlarını önüne çevirdi.

Önüme dönüp şaşkınlığımı üzerimden attım ve yanında hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim. "Günaydın Eren. Nasılsın?"

"İyi sayılırım. Uzun zamandır yürüyüşe çıkmıyordun." dedi karşısına bakmaya devam ederek.

"Film çekimleriyle uğraşıyordum. Değil yürüyüş yapmak, kafamı kaşıyacak vaktim olmadı." dedim, bakışlarım pasaklının salladığı kuyruğa kayarken.

"Film çekimleri mi? Figüran falan mısın?" diye sordu ve bakışlarını tekrardan yüzüme çevirdiğini hissettim.

"Hayır, başrolü oynuyorum." dedim ve gözlerimizi birleştirdim.

"Ciddi misin? Bilmiyordum, tebrik ederim o zaman." dedi, şaşkın şaşkın yüzüme bakarak.

"Teşekkür ederim." dedim ve tekrardan önümüze dönüp ilerlemeye devam ettik.

"Peki ya filmin adı ne olacak?"

"Gönül Hırsızı."

"Vay, güzelmiş. Ne zaman vizyona girecek peki? Senin oynadığın bir filmi izlemekten çok keyif alırım açıkçası."

"Aralık ayının ilk haftası, büyük olasılıkla."

"Anladım." dedi ve kısa bir sessizliğin ardından tekrardan söze atıldı. "Sen yokken gözlerim hep seni aradı. Özlemişim."

"Öyle mi?" dedim, ne diyeceğimi bilemeyerek.

"Evet, öyle. Burada kimseyle doğru düzgün muhabbetim yok. Seninle arada sırada böyle karşılaşsak bile, seni kendime yakın görüyorum." dedi ve bir anda durup koluma dokundu. "Arkadaşım olmaya ne dersin?"

Koluma temas eder etmez kasılmama ve anında duraksamama neden olmuştu. Bakışlarımı kolumun üzerinde duran elinden uzaklaştırdıktan sonra, başımı kaldırıp mavi gözlerinin içine dalış yaptım. O kadar derin bakıyordu ki, bir an gözlerinde boğulacağımı zannettim. Dokunuşu beni rahatsız etmese de, ona karşı hissizdim. Tenim, sadece Barlas'ın dokunuşundan etkileniyordu. Eren'in mavi gözleri de beni etkilemeyi başaramamıştı. Çünkü ben, çoktan bir çift kahverengi gözlerde boğulmuştum.

"Elbette, arkadaş olabiliriz." dedim ve kolumu dokunuşundan uzaklaştırdım.

"Çok sevindim Ecrin. En kısa zamanda bir şeyler yapmaya ne dersin?" dedi ve bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi.

"Olur. Fakat şu sıralar çok yoğunum. Birkaç gün sonra bir şeyler planlarız." dedim yapmacık bir tebessümle.

"Numaram sen de vardı yanılmıyorsam. Telefon yoluyla haberleşiriz." dedi ve o sevimli sırıtışına nihayet son verdi.

"Evet, var. Öyle yapalım o zaman." dedim, tebessüm etmeyi sürdürerek.

"Her neyse. Hadi gel yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam edelim, beraber." dedi ve göz kırptı.

"Tamam." dedim ve gülümsedim.

Eliyle önünü işaret edip benim önden ilerlemem için centilmenlik yaptıktan sonra, ben de teşekkür edercesine gülümseyerek hızlı adımlarla önden ilerlemeye başladım. Tabii, Eren saniyeler içerisinde bana yetişmeyi başarmıştı. Aynı hızda yan yana ilerlerken, Pasaklı ise küçük patilerini bizden daha hızlı hareket ettirerek, ikimizden yaklaşık 10 adım daha ileride yürüyordu. Kuyruğunu her yürüyüşe çıktığımız zamanlardaki gibi iki yana sallayıp duruyordu. Bu mutlu olduğunun bir göstergesiydi.

Ben mutlu hissetmesem de, kendimi güvende hissediyordum. Eren, bana güvenilir geliyordu. Umarım, altıncı hissim, beni bu konuda yanıltmıyordur.

***

Eve döner dönmez aldığım sıcak duşun ardından bir kaç saatlik şekerleme sayesinde, nihayet yorgunluğumu üzerimden atabilmiştim. Şimdi ise, gayet enerjik bir hâlde setteki çalışanların koşuşturmalarını seyrediyordum. Çekimler için son derece sade bir şekilde hazırlamışlardı beni. Havaalanında bekleyen sıradan bir insan gibiydim. Yüzüm, sadece fondöten, rimel ve parlatıcı ile renklendirilmişti. Makyajım her ne kadar az olsa bile, geriden sıkıca toplanmış saçlarım sayesinde, yüzüm orta plana çıkartılmıştı. Üzerimde beyaz bir bluz ve siyah bir mont vardı. Altıma geçirdiğim buz mavisi kot pantolon ise gayet sadeydi.

"Merhaba Ecrin."

Bir anda yanı başımda işittiğim erkek sesiyle irkilmiştim. Etraftaki koşuşturmaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki, yanıma birisinin geldiğini fark edememiştim bile. Hızla başımı yan tarafıma doğru çevirdiğimde Haktan ile göz göze geldim. Haktan, filmde Giray rolünü canlandıracak olan rol arkadaşımdı. Dudaklarım minik bir tebessümle kıvrılırken söze atıldım.

"Merhaba Haktan."

"Nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"Bomba gibiyim. Çekimlerde başarılar dilemek için uğramıştım yanına."

"Öyle mi? Teşekkürler. Sana da başarılar."

"Teşekkür ederim."

Haktan yüzündeki gülümsemeyi daha da arttırdı ve yanağındaki çukurun daha da büyümesine neden oldu. Bal köpüğü renginde gözlerindeki parıltı ile enerjisini hiç yitirmeden Cüneyt'in yanına doğru ilerledi. Üzerindeki siyah takım elbisesi ile arkadan bile çok çekici görünüyordu. Giyinişi, yapılı bedeni ve belindeki silahı ile şu an tam anlamıyla gerçek bir mafyayı andırıyordu.

"Adam iki kurşun sıkacak. Ne başarısından söz ediyorsun sen?"

Birden bire Barlas'ın sesini arkamdan işitmemle hemen ondan tarafa döndüm. Her zamanki boş bakışları ile beni süzüyordu. Yüzündeki ifade sert ve ürkütücüydü. Yüzü kemikli ve keskin hatlara sahip olduğu için, sertlik onun için bir mücevherdi âdeta. Üzerinde, birkaç gün önce hastane çekimlerinde giyindiği, siyah gömlek, siyah deri ceket ve lacivert dar paça kot pantalon ile siyah çizmeleri vardı. Benim üzerimdeki kıyafetler de, o gün hastane çekiminde giyindiklerimin aynısıydı. İkimizin de o gün giyindiğimiz kıyafetlerin aynısını giyinmemiz gerekiyordu. Çünkü filmde, ikimiz de hastaneden çıkıp direkt olarak havaalanına geliyorduk.

Düşüncelerime kısa bir ara verip, Barlas'ın az önce söylediklerine bir yanıt verdim. "Haktan'a haksızlık ediyorsun Barlas. Giray, canlandırılması zor bir karakter ve Haktan bunun hakkını fazlasıyla veriyor. O yüzden ona başarılar dilemem gayet yerinde bir davranış."

"Tabii canım, ne demezsin." dedi alaycı bir sırıtışla. "Poyraz, canlandırılması çok kolay bir karakter ya!"

"Benim ağzımdan öyle bir cümle çıkmadı farkındaysan. Senin işin daha zor tabii ki, sonuçta baş rolsün. Bu yüzden sana da başarılar dilerim." dedim ve böylelikle tartışmaya girmemize müsaade etmemiş oldum.

Dudakları hafifçe kıvrılır gibi oldu ama ardından tekrardan düz bir çizgi hâlini aldı. "Sana da başarılar."

"Teşekkür ederim, Barlas." dedim ve tam arkamı dönecekken Barlas'ın sesiyle olduğum yerde kaldım.

"Ecrin..." dedi ve ben olduğum yerde kaldıktan sonra kısa bir süreliğine duraksayıp ardından devam etti. "Nasılsın?"

Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken, yanlış duyup duymadığıma emin olmak için bir süre Barlas'ın yüzüne boş boş bakındım. Bir yanıt beklercesine yüzüme bakıyordu ve hiçte dalga geçer gibi görünmüyordu. İlk defa bana normal bir arkadaşıymışım gibi, nasıl olduğumu soruyordu. Bu kalbimin tuhaf bir mutluluk hissiyle çarpmasına neden olmuştu. Aman Allahım, ben bir adamdan 'nasılsın' sorusunu duydum diye havalara uçacak kız mıydım? Barlas, sen bana neler yapıyorsun böyle?

Uzun süreli sessizliğin ardından kendime gelip sorusunu yanıtladım. "İ-İyiyim, sen?"

"Ben de iyiyim." dedi ve yarım ağız gülümsedi. "Bugün, bu klişe filmin çekimlerinden kurtuluyorum."

Kaşlarımı kaldırarak şaşkınlıkla gözlerine bakmayı sürdürdüm. "Klişe mi?"

"Evet, klişe." dedi ve yüz ifadesi ciddileşti.

"Cidden klişe olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordum, kaşlarımı çatarak.

"Gelinin düğün günü kaçması, damadın adamlarıyla peşine düşmesi ve kızın yakışıklı bir adamın evine sığınması." dedi ve iki kaşımın ortasına dokundu. "Hemen sinirleniyorsun bakıyorum da. Kaşlarını çatma bana."

Onun dokunuşunun ardından ister istemez kaşlarım eski konumunu alırken, apar topar kendime gelip konuşmaya başladım. "Sinirlendirme o zaman! Ne demek klişe yaa? İlk defa bir filmde başrol olarak rol alıyorum ve sen bu filmin klişe olduğunu söylüyorsun. Ne hayaller kurarak onca rolü oynadım ben... Tamam, farkındayım bambaşka bir senaryo değil; ama yine de Poyraz'ın çalkantılı ruh hâli ve Esra'nın cıvıl cıvıl hâlleri filme farklılık katıyor."

"Tamam Ecrin, sözümü geri alıyorum. Anlaşılan sen film vizyona girdiğinde gelecek eleştirilerin hiçbirini kaldıramayacaksın. Baksana, toz kondurmuyorsun filme." dedi ve alaycı tebessümü tekrardan dudaklarında peyda oldu.

"Neden moralimi bozmaya çalışıyorsun? Zaten filmimiz beğenilmeyecek diye korkuyorum ve sen bunları söyleyerek korkumu daha fazla tetikliyorsun." dedim, hayal kırıklığına uğradığımı bariz bir şekilde belli ederek.

Dudaklarındaki alaycı tebessüm anında kayıplara karışırken, yüzünde söylediklerinden pişman olduğuna dair bir ifade yer edindi. "Bu filmden pek umutlu değilim. Daha senaryoyu ilk elime aldığım zaman, gülüp geçmiştim. Yine de sen üzülme; çünkü biz elimizden gelenin en iyisini yaptık. Film beğenilsin veya beğenilmesin, sen bu detaylara takılma. Mühim olan işini hakkını vererek yapabilmek. Sonuç ne olursa olsun, bu senin hayalindi ve bu hayalini gerçekleştirebildin."

Doğru söylüyordu. Senaryonun kötü olması benim değil, senaristin sorunuydu. Mühim olan, bana verilen rolü hakkını vererek oynayabilmemdi.

"Haklısın, doğrusu ben de senaryoyu biraz klişe buluyordum; fakat kabullenmek istemiyordum. Senin de dediğin gibi, benim önemsemem gereken senaryo değil, bizim filmdeki rol kabiliyetimiz. Zaten hepimiz rolümüzü başarıyla yerine getirdik. Rol kabiliyetimiz eminim ki beğenilecektir. Cüneyt bizi birbirimize çok yakıştırdığını defalarca kez dile getirdiği için, bizi çift olarak da beğeneceklerini umuyorum. Filmin ön fragmanı ve ismi bayağı ilgi çekici. Afişte de ikimizin resmi olacağı için, seni gören kızlar büyük bir beğeniyle filme akın edeceklerdir. Cüneyt tanınmamış yüzler seçerek akıllı bir davranış sergilemiş aslında, bu sayede film daha bir ilgi çekici olacak. Umarım emeğimizin karşılığını alırız Barlas." dedim, umutla tebessüm ederek.

"Umarım. Söylediklerine hak veriyorum, en çok da kızların benim resmimi görüp filme akın edeceği kısma." dedi ve bir kez daha yarım ağız gülümsedi.

Onun yüz ifadesine bakarken, ister istemez kıkırdamadan edemedim. "Sen nasıl bir dengesizsin Barlas? Aynı anda hem egoist, hem gıcık, hem de sevimli olabiliyorsun. Tebrik ederim seni." dedim ve kıkırdamamı güçlükle bastırdım.

"Gençler!"

Bir anda Cüneyt'in sesi koskoca havaalanında yankı yaptı ve Barlas ile ilk defa aramızda kurulmuş 'samimiyet' bağı bir anda parçalara ayrıldı. Barlas, birden gerçek kimliğine bürünmüş ve yüzündeki yarım ağız tebessüm anında yitip gitmişti. Ciddi ifadesini yüzüne takınır takınmaz, gözlerini gözlerimden ayırdı ve başını Cüneyt'in olduğu tarafa doğru çevirdi. Daha fazla kafamı onun tavırlarına takmamaya çalışarak, aynı onun yaptığı gibi başımı Cüneyt'in olduğu tarafa doğru çevirdim ve yeşil gözlerinin Barlas ile benim üzerimde gezindiğine şahit oldum. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı.

"Çekimlere başlamadan önce ilk başarımızı kutlamak istedim." dedi Cüneyt ve bakışlarını etraftaki herkesin üzerinde gezdirdi. "Fragmanı şimdiden binlerce kişi seyretmiş ve yorumların çoğu olumlu yönde. Film vizyona girmeden, Barlas kendine hayran kitlesi yaratmış bulunmakta. Neredeyse herkes filmi heyecanla bekliyor. Hepinizi tebrik ederim arkadaşlar. Tabii ki öncelikle Barlas'ı ve Ecrin'i."

Cüneyt'in söylediklerinin ardından, birden bire sette çalışan görevliler ve havaalanında kalabalık yaratmak için getirtilmiş figüranlar, ufak bir alkış tufanı yarattılar. Ben de onlara ayak uydurarak alkış yapmaya başladığımda, yüzümde içten bir tebessüm peyda olmuştu. Filmimiz gerçekten ilgi görmeye başlamıştı. Fragman cidden ilgi çekici olmuştu. Seyrettiğim sahneler şöyle bir gözümün önüne geldiğinde, sahiden etkilenmemenin elde olmadığına kanaat getirdim.

Fragmanda, Esra pembe bavulun içine paraları doldururken ki sahneyi koymuşlardı başa. Ardından evden gelinlikle kaçarken Giray'ın köpeğinin Esra'yı görüp havlamaya başladığı sahne vardı. Sonrasında ise Giray'ın adamlarından birinin Esra'yı evden kaçarken yakalaması... Hatta Esra ormanda koştururken, üstü toz toprak olmuş hâlde Poyraz'ın kapısını çaldığı ve Poyraz kapıyı yarı çıplak açtıktan sonra, Esra'nın ağzının sularını akıta akıta onu seyretmeye başladığı kısmı da koymuşlardı. Poyraz'a makineli tüfek hızında töre yalanını uydurduğu ve Poyraz'ın onu evine aldığı sahneyi eklemeyi de atlamamışlardı. Kısa kesitler olarak aralarında geçen yakınlaşmalar da vardı ve tabii ki Esra'nın iğrenç sesiyle, temizlik yaparken söylediği şarkıları da araya sıkıştırmışlardı.

Fragmanın sonunda ise, bir anda eğlenceli müzik ansızın yerini insanı geren bir müziğe bırakıyordu ve Poyraz'ın ağlayan yüzü beliriveriyordu ekranda. Esra'ya dağ evinde söylediği veda sözcüklerini söylüyordu ardından "Seninle gelemem Esra. Önümüzde aşılması imkansız engeller var. Biz olamayız. Gitmem gerek..." Fragmana, Poyraz'ın Esra'ya babasının hastalığını ve Sanem ile evlenmesi gerektiğini anlattığı sahne konulmamıştı. Gitme nedeni merak edilsin diye o sahne atlatılmıştı. Onun yerine, bir anda ekran kararmış ve müzik kesilmişti. Sonrasında ise Poyraz'ın dağ evini terk etmeden önce Esra'ya sımsıkı sarıldığı ve ikisininde hıçkırıklara boğulduğu o duygu yüklü sahne vardı. Fragman son bulmadan önce, Poyraz ağlamaktan kıpkırmızı olmuş burnunu Esra'nın saçlarının arasına daldırıp, kokusunu içine çeke çeke şu sözleri söylüyordu; "Hırsızsın sen... Gönlümü acımasızca çalan bir hırsız."

Ardından Ekranda 'Gönül Hırsızı Yakında Sinemalarda' yazısı çıkıyordu ve fragman böylelikle son buluyordu. Fragman yayına girmeden önce sevişme ve havaalanı sahnesini çekmediğimiz için o sahneleri fragmana dahil edememiştik, ama bu haliyle bile fragman gayet güzeldi. Filmimizin klişe kısımları vardı ama karakterler ve olay örgüsü filme çok büyük farklılıklar katıyordu. Film vizyona girdiğinde eleştiriler alacağımız kesindi ama yine de filmi beğenecek kitlenin daha yüksek olacağını umuyordum. Tek dileğim, baş rolünü oynadığım ilk filmin kötü bir şekilde sonuçlanmamasıydı.

"Bu gece final sahnesinin çekimleri güzel bir şekilde son bulursa, Barlas, Ecrin, Haktan ve Buse, dördünüzle ufak bir kutlama yapmayı düşünüyorum. Hem filmimizin fragmanının aldığı başarıyı, hem de çekimlerin problemsiz son bulmasını kutlarız. Mekânı ben ayarlarım, ne dersiniz?"

Bir anda Cüneyt'in sesi tekrardan havaalanında yankılandığında, film hakkında daldığım derin düşünceleri bir köşeye itip Cüneyt'in teklifini düşünmeye başladım. Öğlen güzelce istirahat ettiğim için, çekimler bittiğinde fazla yorgun olacağımı düşünmüyordum. Böylelikle güzelce eğlenip bütün setin stresini üzerimden atabilirdim. Ertesi sabah ise akşamdan kalmış hâlde evde gezinir dururdum.

"Bu mükemmel bir fikir!" diye ortaya atladı Buse.

Bu arada Buse, filmde Sanem rolünü canlandıran kızdı ve gözü sürekli Barlas'ın üzerindeydi.

"Set sonrası iyi olur patron." dedi Haktan.

"Evet, ben de Haktan'a katılıyorum." dedim, bakışlarımı Cüneyt'in üzerine dikerken.

Cüneyt kısa bir süreliğine bana bakıp gülümsedikten sonra Barlas'a doğru döndü. "Sen ne diyorsun Barlas?"

Bu defa bakışlarım Barlas'ın üzerine kaydı ve o an bana bakmakta olduğunu fark ettim. Onun bakışlarını üzerimde hissetmek bile tenimi karıncalandırıyordu. Barlas gözlerime mıhlanmış gözlerini kısa bir sürenin ardından Cüneyt'e doğru usulca kaydırdı ve başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Cüneyt bir kez ellerini birbirine çarptıktan sonra gülümseyerek söze girdi.

"Mükemmel. O zaman şu çekimi halledelim. Sonrasında gönlümüzce eğleniriz." dedi ve etrafa bakınıp ciddi ifadesini takındı. "Kameramanlar, kameralarının başındaki yerlerini alsınlar. Hazırlıklar son bulduğuna göre, çalışanlar ayak altında dolanmayıp set arkasına geçsinler. Figüranlar da ayarlanmış yerlerinde bulunurlarsa sevinirim."

Cüneyt'in söylediklerinin ardından bir anda sette görev alan kişiler set arkasına geçiş yaptılar ve kameramanlar anında kendi kameralarının arkasındaki yerlerini aldılar. Figüranlar havaalanında sıradan insanlar gibi etrafa dağıldıklarında, Cüneyt elliyle bize yanına gelmemizi işaret etti. Barlas ile yanına doğru ilerlerken, Haktan ile Buse de yanına geçti ve Cüneyt her çekim öncesi yaptığı hatırlatmayı tekrardan yaptı.

"Birazdan çekimlere başlayacağız gençler. Önceden hatırlatma yapacağım ben yine. Biliyorsunuz ki senaryoda Poyraz havaalanına yetişmeye çalışıyordu. Arabayla son sürat buraya gelirken yapılması gereken çekimler önceden hallolmuştu zaten. Sadece Barlas'ın tek başına çekilecek sahneleri, arabadan inerken ve havaalanına giriş yaparken ki sahneler olacak. Birde Poyraz Sanem'i hastahanede terk edip havaalanına yol alırken, Sanem de arabasıyla onun peşine takılmıştı. Bu çekimleri de Buse ile hallettik. Ayrıca Giray da hâlâ Esra'nın peşindeydi ve mafya olduğu için eli kolu her yere uzanıyordu. Esra'nın birikmiş borçlarını ödediğini ve internet hesabından yurtdışı için iki bilet aldığını öğrendi. Bu yüzden o'da buraya geliyor. Yani anlayacağınız, birden çok kamera devreye girecek bu sahnede."

"Yani, çekimlerin bitmesi zaman alacak." dedi Barlas, iç çekerek.

"Evet öyle ama bu filmin son ve en önemli kısmı. Bu kadar uğraş olsun bir zahmet." dedi Cüneyt ve ardından gözlerini gözlerime dikti. "Birinci kamera senin havaalanına girişini çekecek. Bavulunu tartacaklar, özel eşyalarını çıkartıp bir kutunun içine bırakacaksın. Ardından eşyalarını ve bavulunu alıp internetten ayırttığın biletleri almak için gişeye uğrayacaksın. Bir ihtimal belki Poyraz gelir diye düşünüyor ya Esra, o yüzden iki bileti de alacaksın. Her neyse, sonrasında uçağının kalkış yapacağı alana doğru ilerleyeceksin. Biletini ve pasaportunu kapının önünde dikilen görevliye göstermek için sırada bekleyeceksin. Sonrasında olacak olayları biliyorsun zaten, hatırlatmama gerek var mı?"

"Teşekkür ederim ama gerek yok. Hepsini su gibi ezberledim, bu yüzden ufak bir hatırlatmaya bile ihtiyaç duymuyorum."

"Pekâlâ, mükemmel. O zaman bir an önce çekimlere başlayalım." dedi ve arkasına dönüp çalışanlara doğru seslendi. "Pembe bavulu getirin hemen. Çekimlere başlıyoruz."

***

"Ecrin mümkünse bu sefer hiçbir hata yapmamaya çalış. Çünkü birazdan canlandıracağınız sahnelerde hata yaparsan, tekrardan çekmek çok zaman kaybettirir hepimize. İyice konsantre ol ki, erkenden çekimleri bitirip gidebilelim." dedi Cüneyt ve yüzüne sıcak bir tebessüm yerleştirdi.

Çekimler esnasında havaalanına giriş yaparken otomatik kapı beni algılayıp açıldıktan sonra, ayağımı içeri basar basmaz ayağımın kayması ve yere oturmam bir olmuştu. Evet, böyle şeyler olabilirdi tabii ki. Fakat Buse'nin tüm havaalanını inleten kahkahaları bütün moralimi alt üst etmeye yetmişti ve bu yüzden sürekli rolümde hata yapıp durmuştum. Cüneyt ise sabırla aynı sahneleri tekrardan oynamam için bana fırsat tanımıştı. Konsantremi toparlamakta zorluk çeksem bile sonunda yeniden hırslanıp ilk sahneyi gayet gerçekçi bir edayla oynamayı başarmıştım. Şimdi ise elimdeki bileti ve pasaportu görevliye göstermek için, uçağa binmem için geçmem gereken kapının önünde dikiliyordum.

Bundan önceki sahnede önümde 10 figüran vardı. Onlarda benden önce sırada olan insanları canlandırıyorlardı. Fakat şimdi yoklardı. Çünkü sözde aradan zaman geçmişti ve sırada olan insanlar kapıdan geçip uçaklarına bindikten sonra sıra bana gelmişti. Figüranlar ile çekilen sahne çok kısa sürmüştü zaten. Durmadan saate göz atıp etrafa bakıp durmuştum. Poyraz'ın gelmesini umut eden Esra'yı canlandırmıştım kısacası. Sonra ise yönetmen kestik demişti ve ardından Barlas'ın çekimleriyle ilgilenmek için arabaya kurulmuş kameranın yanına gitmişti. Ben de o sırada oturup stresimi atmak için biraz soluklanmayı seçmiştim.

Barlas'ın çekimlerini izleyen çalışanlardan duyduğum kadarıyla, çekilen ilk sahnede Barlas sadece torpidodan pasaportunu alıp telaşla arabadan inmişti. Sonrasında ise havaalanına girdiği sahneyi çekmişlerdi. Duyduğuma göre havaalanında oradan oraya koşturarak etrafı gözleriyle taramış ve uçağın olduğu alanı öğrenebilmek için birisine sorup koşa koşa buraya doğru gelmeye başlamıştı. İzleyenler tek seferde çekimleri bitirdiğini ve efsane oynadığını söylüyordu.

Benim tek seferde çekimleri bitiremeyişim mi, yoksa duyduğum şeyleri konuşan kişilerin kadın oluşu mu, böylesine kıskançlık hissiyle kıvrandırmıştı beni?

Cüneyt, kameraman ile az sonra olacak sahneyi nasıl çekmesi gerektiğini konuşurken, ben de karşımda dikilen ulusal polis rolüne girmiş kadına bakıyordum. Bir figüran için fazlasıyla alımlı bir kadındı. Esmer teni, arkadan sıkıca tutturulmuş koyu renk saçları ve güzel yüzü ile dikkat çekiciydi. Uzun ve ince yapılıydı. Üzerinde polislerin giyindiği kıyafetlerden vardı ve bu hâliyle bile, kızıl kafadan -Buse'den- kat kat güzeldi. Ben olsam Sanem rolüne bu kadını koyardım. Hem bu kadın belki Barlas ile, Buse kadar ilgilenmezdi. Ama demek ki, Buse'nin rol kabiliyeti bu kadından daha iyiydi.

"Hazır mısın Ecrin?" diye sordu Cüneyt ve benim karşımdaki figüranı süzmeme bir son verdi.

"Hazırım." dedim ve kendimi toparladım.

"Öyleyse başlıyoruz. Mümkünse hiç hata istemiyorum Ecrin." dedi ve ben başımı aşağı yukarı salladıktan sonra tekrardan söze atıldı. "Evet herkes hazır olduğuna göre kaydı başlatıyorum... Bir, iki, üç kayıt!"

Kayıt kelimesini duyar duymaz, karşımdaki kadına bakıp gülümsedim ve elimdeki pasaportu ve biletimi ona doğru uzattım. Kadın pasaportumu ve biletimi eline alıp hemen incelemeye koyuldu. Ben ise hâlâ bir umutla etrafa bakınmaya devam ettim. Yüzümde hayal kırıklığına kapıldığımı bariz bir şekilde belli eden bir ifade vardı. Daha fazla kendime eziyet etmeyi istemezmiş gibi, gözlerimi bileğimdeki saate dikmiştim. Uçağın kalkmasına az kaldığını fark eder etmez, bütün umutlarımı teker teker içimden yontup atmışcasına, kadının bana uzattığı bileti ve pasaportu hızla elime aldım.

"İyi yolculuklar." dedi kadın gülümseyerek.

"Teşekkürler." dedim ve kadının açtığı kapıdan geçmek için bavulumu sıkıca kavradım.

"ESRA!"

Tam kapıdan içeriye adım atıp uçağa doğru ilerleyecekken Barlas'ın sesini işitmemle olduğum yerde kalakaldım. Sesi öyle bir yankı yapmıştıki bu koca alanda, bu sahneden habersiz olsaydım muhakkak irkilirdim. Fakat şu an kulaklarına inanamayan bir kadını canlandırmam gerekiyordu. Usulca arkama doğru döndüğümde Barlas'ın bana doğru koşan koca cüssesiyle karşılaştım. Aramızda bayağı bir mesafe vardı ve şu an kameralardan biri beni çekerken, diğeri Barlas'ı çekiyordu. Cüneyt ise her iki kamerayı da kontrol altına almış olmalıydı.

"BEKLE, BEN DE SENİNLE GELECEĞİM!" diye bağırdı tekrardan, bana doğru koşarken.

Gözlerim istem dışı yaşla dolarken gittikçe yaklaşan siluetine karşı seslenmekle yetindim. "Niye geleceksin peki?"

O güzel ağızdan çıkmasını istediğim sadece iki kelimeydi. Canlandırdığım karakterin duymak istediği de, iki kelimeden oluşan o tılsımlı cümleydi.

"ÇÜNKÜ SENİ SEVİYORUM!" diye bağırdı gür sesiyle.

Yüzüme yerleşen içten tebessümün ardından elmacık kemiklerimden usulca bir damla yaşın süzülmesi bir oldu. Senaryoda rol icabı ağlamam gerektiğine dair bir şeyler yazıyordu ama şu an ki gözyaşlarım sahte değildi. Kalbimden akıp gözlerimden süzülmüştü. Bu sözler benim kalbimi talan eden ve hayallerimi süsleyen tek şeydi. Şu an belki o kelimelerin gerçeklik payı yoktu ama sevdiğim adamın dudakları arasından çıkmıştı. İşte bu, uyanacağını bile bile gördüğün rüyaya kanmak gibi bir şeydi, ama en azından rüya da olsa benimleydi.

Elimdeki bileti ve pasaportu bavulun üzerine bırakıp bavulumu tutmaya bir son verdim. Koşarak aramızdaki mesafeyi iyice kapatmıştı Barlas. Aramızda 5 adımlık bir mesafe kala senaryoda yazdığı gibi ona doğru birkaç adım atmıştım ve birkaç dakika sonra kendimi Barlas'ın kucağına atılmış vaziyette bulmuştum. Barlas ellerini uyluklarıma koyup beni o vaziyette sıkıca tutmuştu. Beni uyluklarımdan tutarak kucağında taşıdığı için o bana aşağıdan bakıyordu ve ben de ona yukarıdan. Gözlerinde eşsiz bir parıltı vardı. Dudakları o kadar sevgi yüklü bir edayla bükülmüştü ki, onun o yaralı yüreğinde gerçek bir yer edinmek istedim.

"Ben de seni seviyorum, Poyraz." dedim ve Barlas'ın gözlerinin derinliklerinde kayboldum.

Ona vermem gereken bir öpücük vardı. Senaryo gereği onu hemen şimdi, o kıvrılan dudaklarının kıyısından öpmem gerekiyordu. Bu bana verilmiş bir armağandı sanki. Ellerimi sakallı yanaklarının üzerine bastırdıktan sonra başımı yüzüne doğru eğip tam dudaklarının kıyısına dudaklarımı değdirecekken, Barlas bir anda başını yan tarafa doğru çevirdi ve dudaklarımızın birbirine temas etmesine sebep oldu. Şoktan neredeyse gözlerimi kocaman aralayıp onca sahneyi mahvedecektim, fakat birkaç saniye sonrasında kendimi toparlamayı başarabilmiştim.

Barlas beni öpüyordu, hem de ayık olmasına rağmen. Cüneyt'in onca ısrarını umursamayıp, benimle gerçekten öpüşmemek için inat eden adama ne olmuştu birden?

Barlas dudaklarını hareket ettirerek beni düşüncelerimden ayırdığında, kafamın karışıklığını dışarıya yansıtmamaya çalıştım. Sanki hissettiğim duygular birbirine girmişti ve içimde koca bir yığın oluşturmuştu. Şu an kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, şiddetli vuruşlarını hissedemeyecek kadar uyuşmuştu göğüs kafesim. Barlas dudaklarını daha sert hareketlerle dudaklarımın üzerinde hareket ettirdiğinde, âdeta dokunuşuyla ona karşılık vermemi haykırıyordu. Rolün arkasına sığınarak ona karşılık verebilirdim. Kim bilir, belki de o'da böyle yapıyordu.

Dudaklarımı hafifçe kıpırdatarak ona karşılık verdiğimde, dudaklarını nazikçe öpüyordum. Barlas başını yana eğerek, öpüşünü daha da derinleştirdiğinde, ben de ona ayak uydurmaya çalıştım. Dudaklarımı, dudaklarının arasına hapsederek öptüğü her saniye, dudaklarıma bulaşan ıslaklığı ve tadı aklımı başımdan alıyordu. Beklenmeyen bu öpücük karşısında hazırlıksız yakalansam da, yine de bir şekilde toparlanabilmiştim. Sadece içimde kopan kasırgaya ve kasıklarıma saplanan şiddetli kasılmalara karşı savunmasız kalmıştım.

Barlas dudaklarını dudaklarımdan ayırıp gözlerimin içine baktı ve nefeslerimiz birbirine karışırken konuştu. "Uçağın kalkmasına çok az bir zaman kaldı, hadi gidelim sevgilim."

Barlas beni usulca kucağından indirdiğinde, ulusal polis rolünü canlandıran figüran kıza doğru ilerledi ve elinde tuttuğunu yeni fark ettiğim pasaportu ona doğru uzattı. Ben de, o sırada bavulumun üzerine bıraktığım pasaportumu ve biletleri elime aldım. Elimde tuttuğum biletini ona verdiğimde, onu da kadına uzatıp bir süre incelemesini bekledi. Kadın Barlas'a pasaportunu ve biletini geri uzattıktan sonra ikimizde aynı anda birbirimize bakıp gülümsedik. Tam kapıya doğru ilerleyecekken, bir anda Buse'nin cırtlak sesi arkamızda yankılandı.

"Poyraz!"

Sanem rolü, Buse'ye ne kadar da güzel uymuştu böyle. Kendisi de sinir bozucuydu, canlandırdığı karakter de!

Ardından Haktan, canlandırdığı Giray rolüne özgü sert bir ses tonuyla arkamızdan seslendi. "Esra!"

Barlas ile aynı anda arkamıza doğru döndüğümüzde, Haktan ile karşılaştım. Güvenlik rolünü canlandıran adam, Haktan'a doğru ilerlerken, hemen Haktan onu fark etti. Ona doğru gelen güvenliği birkaç yumrukla imha etti ve güvenliğin belindeki silahı alıp ikimize doğru doğrulttu. Bir anda etrafımızda normal yolcu gibi gezinen figüranlar hep bir ağızdan bir çığlık koparttı. Yüzüme korku dolu bir ifade yerleştirdiğimde, yanımızda dikilen ulusal polis rolünü canlandıran figüran da belindeki silahını çıkartıp Giray'a doğru tuttu ve eline telsizini alıp bir şeyler söyledi.

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen? Bu itle kaçmaya kalkışırsan, seni yaşatacağımı mı zannettin, ha?" diye gür sesiyle bağırdı Haktan ve yüzünde dehşet verici bir ifade vardı.

Barlas bir yandan Haktan'a bakarken, diğer yandan da elini bana doğru uzattı. "Elimi tut ve üç dediğimde biniş kapısından geçip uçağa doğru koşacağız."

Korkulu gözlerimi gözlerine diktim ve ardından elini sıkıca tuttum. "Tamam."

"Bir, iki ve üç!"

Barlas "üç" der demez kapının koluna uzanıp tutar tutmaz açtım ve alelacele Barlas ile kapıdan içeriye geçtik. Kapı arkamızdan kapanırken Haktan kurusıkı silah ile birkaç el ateş etmişti ve biz ise el ele tutuşarak uçağın kapısına doğru koşmaya devam etmiştik. Barlas ile kahkaha atarak koşarken, bütün her şeyi geride bırakmış iki birer göçmen kuşu gibiydik. Sanki sahiden özgürlüğe uçar gibi. Poyraz babasının iyileşmesini sağladıktan sonra, Sanem'i terk edip gerçek aşkıyla birlikte uzak diyarlara gidiyordu. Esra ise borçlarından kurtulmuş, bir adamın hayatını kurtarmış, kendisine kafayı takmış bir mafya bozuntusunu geride bırakmış ve hatta çaldığı paralardan artakalan miktar ile birkaç ucuz kıyafetin bulunduğu küçük pembe bavulunu bile yanına almadan, sadece aşık olduğu adam ile gideceği yepyeni bir ülkede kendine yeni bir sayfa açacaktı ve bu iki aşık, gönüllerince yaşayıp ömürlerini birbirine katacaktı.

Onların sonu mutluydu. Acaba bizim sonumuz mutlu muydu, yoksa mutsuz muydu?

"Kestik! Çekim bitmiştir."

Cüneyt'in havaalanında yankılanan sesini işittiğimizde, birbirine kenetlenmiş ellerimiz birbirinden ayrıldı ve işte o an aklıma gelen düşünce ile yaşadığım bütün mutluluk, şiddetli bir sarsıntıyla yerle bir oldu.

Bizim bir sonumuz bile olmayacaktı belki de.

***

Barlas ile havaalanından çıktığımızda setin o stresli ortamından kurtulup temiz havaya çıktığım için kendimi cenete ulaşmış gibi hissetmiştim. Şimdi ise park yerine doğru ilerliyorduk. Sonrasında ise eve gidip dinlenecek ve geceki kutlama için hazırlanacaktık. Fakat Barlas yine tüm kasvetiyle kendini içine kapatmıştı. Kısa süre önce beni öpen adam değildi sanki yanımdaki.

"Çekimleri bu kadar önemsediğini bilmiyordum." dedim, onunla biraz olsun sohbet edebilmek ve etraftaki kasvetli ortamı dağıtabilmek için.

"Ne alâka şimdi?" dedi Barlas, yüzüme bakmaya gerek dahi duymadan.

"Cüneyt'e beni öpme nedenini, 'Filmde, son sahnenin gerçekçi olması gerektiğini düşündüm ve daha fazla inat etmemeye karar verdim.' diye açıkladın. Ben de bundan bu sonucu çıkarttım." dedim, imâlı imâlı konuşarak.

"Neyse ne, senin için de iyi oldu işte." dedi ve yarım ağız gülümsedi.

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, kaşlarımı çatarak.

"Dünden hazırmış gibi karşılık verdin ya, ondan diyorum 'Senin için iyi oldu' diye." dedi ve yüzündeki tebessüm yerini sırıtışa bıraktı.

"Alâkası yok bir kere. Ben, oraya kadar oynadığımız sahneleri mahvedip tekrardan oynamamak için öpüşüne karşılık verdim." dedim, kaşlarımı çatmaya devam ederek.

"Sonuç olarak karşılık verdin işte. Daha fazla uzatmaya gerek yok." dedi ve yüzündeki alaycı sırıtmayı yok edip yine ifadesizliğine büründü.

"Ne demek daha fazla uzatmaya gerek yok?" diye çıkıştım öfkeyle. "Ya o benim ilk öpücüğümse?"

Cebinden arabasının anahtarını çıkartıp üzerindeki düğmeye bastı ve birkaç adım önümüzdeki arabasının kapılarını açtı. O sırada ben ise, park yerinde Barlas'ın yanında seri adımlarla ilerlemeye bir son verip olduğum yerde kalmıştım. Kollarımı sinirle göğsümde birleştirmiş, Barlas'ın umursamaz tavırlarını seyrediyordum. Barlas arabanın kapılarını açtıktan sonra bana doğru döndü ve yüzündeki ifadesizliği zerre bozmadı.

"İlk öpücüğün olmadığına eminim. Bu yüzden saçma sapan tavırlar sergilemeye bir son ver ve bin şu arabaya."

Resmen bana, başka erkeklerle öpüşmüş olduğumu iddia etmişti!

"Binmeyeceğim. Ben taksi ile giderim. Sana ön yargıların ile iyi yolculuklar!"

Sinirden kaskatı kesilen kollarımı serbest bıraktıktan sonra hızla arkamı döndüm. Hemen bir taksi çevirmeli ve eve gitmeliydim. Barlas yine tüm keyfimin içine ettiği için, bu gece pek eğlenebileceğimi zannetmiyordum. Eve gider gitmez Cüneyt'i arayıp bir bahane uydurmalı ve saatlerce uyumalıydım. Ancak böylelikle bugünün stresini, yorgunluğunu ve son dakika gelen gerginliğini üzerimden atabilirdim. Tam arkamı dönmüş ve bir adım atarak kendimi Barlas'tan mümkün mertebe uzaklaştıracakken, kolumdan tutulmam ve bir anda gerisin geriye çekiştirilmem bir oldu. Şaşkına dönmüş bir vaziyette Barlas'a baktığımda, sanki kolumu çekiştiren kendisi değilmiş gibi umarsızca önüne bakıyordu. Bir anda Barlas'ın son model arabasının yanında durduğumuzda, Barlas bir eliyle kolumu tutarken diğer eliyle ise arabanın kapısını açtı.

Birden keskin bakışlarını gözlerime dikti ve ön koltuğu işaret ederek otorite sahibi bir ses tonuyla konuştu. "Bin şu arabaya."

"Sana binmeyeceğimi söylemiştim." dedim, sesimi sakin tutmaya çalışarak.

"Neye bu kadar sinirlendiğini anlamadım bile. Açık konuşsana, ne oldu da böyle parladın birden?" diye sordu, azarlarcasına.

"Az önce resmen bana, senden önce başka erkeklerle de öpüştüğümü imâ ettin. Öyle bir şey yok!" dedim, ses tonumu biraz daha yükselterek.

"Ben öyle bir şey imâ etmedim, aptal." dedi ve ardından beni arabanın kapısına doğru itip zorla ön koltuğa oturttu.

Ne kadar da centilmen bir erkek(!)

"Ne imâ ettin o zaman? Nasıl bir yalan uyduracaksın çok merak ediyorum." dedim gözlerimi devirerek.

Barlas dışarıda ve ayakta olduğu için ona bakmakta zorluk çeksem de, göz ucuyla yüzünü seçebiliyordum. Barlas birden bire eliyle kapıya tutunup öne doğru eğildi ve kafasını arabanın içine soktu. Şimdi yüzünü rahatlıkla ve fazlasıyla yakın bir mesafeden görebiliyordum. Barlas'ın dudakları sağ tarafa doğru kırıldığında, gözleri de hafifçe kısıldı. Ardından beni tüm iliklerime kadar titreten bir ses tonuyla konuştu.

"Kim bilir, belki de o geceyi hatırlıyor olduğumu imâ etmişimdir. Ne dersin?"

Duyduklarım üzerine beynim işlevini yitirip kalbim hız sınırını aşarken, gözlerimi yuvalarından fırlamalarını hedeflemişcesine araladım ve kuruyan boğazımı ıslatmak istercesine sertçe yutkundum. Ne söylemem gerektiğini kestiremeyecek kadar zihnimi köreltmiştim ve ne hissettiğimi kavrayamayacak kadar büyük bir kaos yaratmıştım kalbimde. Barlas, güzel yüzünün ışığını benden mahrum bırakmak istercesine başını arabanın dışına çıkartmıştı ve arabanın kapısını sertçe örtmüştü. Bir süre sonra şoför kapısının açıldığına dair sesi işitmiştim ve hatta kapandığına dair de, fakat şu an hiçbir şekilde kıpırdayamıyordum. Benliğim felç geçirmişti sanki.

Unutmamıştı. Doğum günümde beni öptüğü geceyi hatırlıyordu. İlk öpücüğüm, daha bir anlam kazanmıştı artık.

Gözlerimi kırpıştırarak bir şeyler söylemek için dudaklarımı araladım, ama sanki ses tellerim parçalara ayrılmıştı. Bu nedenle, yapabildiğim tek şey, dilimle kurumuş dudaklarımı ıslatmak oldu. Onun varlığını yanı başımda hissedebiliyordum. Kokusu benimleydi çünkü. Fakat ondan tarafa dönmeye cesaretim yoktu. Gözlerine bakarsam ölecektim âdeta. O geceyi hatırlasa bile onun için bir önemi olmadığını biliyordum. Bu yüzden yüzündeki ifadesizliği seyrederek, kalbime binlerce hançerin saplanmasına izin veremezdim. Kendime işkence etmekten yorulmuştum çünkü.

"Ecrin..."

Bir anda Barlas'ın sesi kulaklarıma iliştiğinde tüm tüylerimin ürperdiğini hissettim. Onun sesini işittikten hemen sonra, bedenime şiddetli bir titreme dalgası yayılmıştı. Gözlerimi sımsıkı yumdum ona doğru dönme gereksinimi hissetmeden güçlükle çıkan sesimle fısıldadım.

"Efendim?"

"Özür dilerim, seni öptüğüm için."

Pişman olduğunu bariz bir şekilde belli eden sesiyle söylediklerinin üzerine, göğsümün sıkıştığını hissettim. İçime derin bir nefes çektikten sonra, birbirine kenetlenmiş kirpiklerimin arasından bir damla sıcak göz yaşının akmasına engel olamadım. Elmacık kemiklerimden usulca süzülen yaş, ruhumdaki çatlaklardan fışkıran kirli bir kan damlasıydı sanki. Ben, ertesi gün olanları hatırlamamasına rağmen onunla öpüştüğüme pişman değilken, o beni öptüğü için pişmanlık duyuyordu. Bu, çok acıtmıştı canımı. Hiçbir darbenin acıtamayacağı kadar çok.

Arabada sağır edici bir sessizlik vardı. Git gide ikimizi de boğuyordu bu sessizlik. O hâlâ arabayı çalıştırmak gibi bir uğraşta bulunmamıştı, ben de hâlâ kendimde onun yüzüne bakabilecek cesareti bulamamıştım. Ansızın onun derin iç çekişini işittiğimde, bunun söze başlamak için bir girişim olduğunu anlayabilmiştim. Birbirine kenetlenmiş göz kapaklarımı usul usul araladıktan sonra, nemli kirpiklerimin arasından camdan dışarısına odaklandım. Kasım rüzgarlarının sarstığı ağaçlara göz attım. Aklımı dağıtmaya ve bu karmaşanın içinden kurtulmaya çalıştım, ama başarılı olamadım. Barlas'ın ağzından çıkacak sözleri sabırla bekliyordum. Birden bire, çok az rastladığım o yumuşak ses tonuyla söze başladığında, şaşkınlıkla sesine kulak kesildim.

"İlk öpücüğünü benim gibi bir herife vermene sebep olduğum için, özür diledim senden. Seni neden öptüğümü inan ki bilmiyorum, ama öptüm işte. Seni öpmemin bir nedeni yoktu, sadece seni öpmek istediğim için öptüm. İlkinde sarhoşluğumun, ikincisinde de rolün arkasına sığındım. Bu hata mıydı, bilmiyorum. Yalnızca, olmaması gerektiğini biliyorum. Pişman mıyım? Evet. Fakat sorun şu ki... Yine olsa, yine yaparım!"

Söylediği her bir kelimede, kalbim göğüs kafesimde heyecanla çırpınmıştı ve benliğimi sarsan hüzün bir anda yerini tuhaf bir mutluluğa bırakmıştı. Dudaklarımda peyda olan buruk tebessüm, umutsuzluğa kapılmış sol yanıma umudu aşılamıştı. Beni öptüğü için pişmandı ama kendisini bundan alıkoyamıyordu. Çünkü o'da aramızdaki yoğun çekime kendisini esir bırakmıştı. Kadınlara güvenmiyordu ve bu yüzden benimle olmak istemiyordu. Fakat ne olursa olsun, bedeninin arzuladığı kadın bendim ve elbet bir gün kalbini de ele geçirecektim. Kalbinin tahtına tek bir kişi geçebilirdi. Ya o taht sonsuza dek boş kalacaktı, ya da benim önüme sunulacaktı. Başka bir seçim, kesinlikle öne sürülemezdi.

★☆★

Bölüm nasıldı? Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. O kadar zaman ayırıp sizler için bölüm yazıyorum, oy vererek emeğimi karşılıksız bırakmazsanız sevinirim. Bu hafta sınavlarım başlıyor. Şu yoğunlukta nasıl bölüm yazarım bilmiyorum ama elimden geldiğince kısa zamanda yazmaya çalışacağım. Sağlıcakla kalın, sizi seviyorum ♥

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro