MSOM? -16- ❝Gitme❞
Merhaba pek sevgili okurlarım... Bu bölüm bayağı gecikmiş olmalı, fakat inanın daha erken yazma gibi bir ihtimalim yoktu. Bu hafta gerçekten birçok aksilik yaşadım. Ailemle kavga ettim ve birkaç gün telefonuma el konuldu. Bölümleri telefondan yazdığım ve bilgisayarım bozuk olduğu için o birkaç günü bomboş geçirdim. Telefonumu geri aldığımda ise, gece çok fazla ağlamaktan ve uykusuzluktan felaket bir baş ağrısı çektim ve bu yüzden bölüm yazmam mümkün olmadı. Şu son günlerde ilham perilerim ne kadar az yanıma uğrasa da, elimden geldiğince yazdım. Merak etmeyin yine uzun bir bölüm oldu...
Bu bölümü "Mal" arkadaşıma ithaf etmek istedim. Kendisinin bundan haberi yok, sanırım sürpriz olacak. Her neyse Merve bu bölüm sana ithafen... Zaten esprilerin sağ olsun, senden başka kimseye mal demiyorum ben :D Seni çok seviyorum kuzum ♥
@ErayinGamzesiii
**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**
-Keyifli Okumalar.
▲▼▲▼
MSOM? -16-
Canım cayır cayır yanıyordu sanki. Kendimi ilk defa bu kadar gereksiz bir insanmışım gibi hissediyordum. Dudaklarım kupkuru kesilmişti. Dün onun dudaklarının altında ezildiği gibi değildi artık. O tatlı ıslaklık çoktan terk etmişti tenimi. Bedenimde gezinen sıcak temasları kayıplara karışmıştı. En kötüsü ise, ben onun dokunuşlarıyla can bulduğum o kutsal dakikaların her salisesini hafızamın derinliklerine kazırken, o tek bir saniyesini bile aklının kıyılarından geçiremiyordu.
Maalesef dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu.
Gece dudaklarıma dokuna dokuna, beni öpüşünün her saniyesini defalarca tekrardan yaşayarak huzurlu bir uykuya dalmıştım ve sabah uyandığımda bile, bütün bunları hatırlamama ihtimalini kendime ezberletsem dahi, o mutlu halimden ödün vermemiştim. Çünkü ben her zaman olaya olumlu pencereden bakardım. Fakat o lanet olası kahvaltı masasına oturduğumda, duyduğum kelimeler ile dün geceden beri süzüldüğüm bulutların arasından düşmem bir oldu.
"Erkin, dün gece beni bardan alıp sen mi eve getirdin? Beşinci bira şişesini kafaya diktikten sonrası sıfır bende."
Hafızamın bana o kelimeleri tekrar tekrar hatırlatıp ruhuma işkence çektirmesine müsaade ederken, kederle çırpınan kalbimi yavaşlatmak istercesine elimi göğsüme bastırdım. Ben, sırtımı yatak başlığıma yaslamış kara kara düşünürken, Cansu da başını kucağıma yaslayıp sosyal paylaşım sitesinden tanıştığı çocuk ile mesajlaşıyordu ve yüzünde de salak bir sırıtma vardı.
"Ne sırıtıyorsun öyle." dedim, vereceği cevapla kafamı dağıtmasını dileyerek.
"Bu adam çok tatlı Ecrin... Bana her 'Güzelim' dediğinde eriyorum yaa." dedi, alt dudağını ısırarak.
Barlas'tan mı söz ediyordu yoksa?!
"Kimden söz ediyorsun?"
"Hani şu Instagram'a seksi fotoğraflar atan, 100 bini aşkın takipçisi olan, anlatmalara doyamadığım adam var ya, o işte. Hatta önce Direkt Mesaj yoluyla konuşup şimdi de WhatsApp'tan yazıştığım tatlılık abidesi... Hatırladın mı?" diye sordu ve dün anlattığı onca şeyin tekrardan üzerinden geçti.
Adam hakkında bunca şeyi anlatmıştı ama adını söylemeyi atlamıştı aptal.
"Hoşlanıyor musun sen bu adamdan?" diye sordum merak içerisinde.
"Sanırım, evet... Yani biraz." dedi gözlerini gözlerimden kaçırarak.
Bu hareket hoşlandığına işaretti.
"Anladım. Peki buluşma gibi bir ihtimaliniz var mı? Yani sanaldan ilişkiler erkekler için pek önemsenmiyor. Birde it kopuk mudur bilinmez..."
"Hayır, öyle bir adam olmadığına kalıbımı dahi basabilirim. Buluşma konusuna gelirsek eğer, İnan ki hiçbir fikrim yok. Kendisi İstanbul'da oturuyor ve ben İzmir'de... Nasıl olacak bilmiyorum..."
"Ee bugün buluşsanıza. Ne güzel işte, aynı şehirdesiniz."
"Ona söyledim, ama bugün bir yere gitmesi gerekiyormuş. Akşam buluşmayı teklif etti, ben de reddetmek zorunda kaldım. Malum 20.00'da uçağım kalkacak."
"Hadi yaa, tüh. Umarım bir dahaki sefere buluşabilirsiniz."
"Aman, kafaya takmıyorum zaten. Nasip değilmiş demek ki."
"Aynen öyle. Bu arada bu adamın fotoğrafını gösterir misin? Ayrıca adı ne-"
Bir anda odada yankılanan telefon zil sesi, cümlemi tamamlamama mani olmuştu. Cansu alelacele bakışlarını telefonun ekranına diktiğinde, ansızın yataktan fırlaması bir oldu ve bir süre boğazını temizleyip sakinleşmeye çalıştıktan sonra, elini yelpaze misali kullanarak çağrıyı yanıtladı. Bu denli heyecanlanmasından ve telefonu cilveli bir ses tonuyla açmasından anladığım kadarıyla, arayan kişi adını öğrenmek üzere olduğum, Cansu'nun hoşlandığı adamdı.
Cansu odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken, diğer yandan da adamın karşı hattan söylediklerini büyük bir sevinçle yanıtlıyordu. Onun bu kadar mutlu olduğunu görmek, içimde körüklenen yangına bir nebze de olsa su serpmişti. Hangi konu hakkında konuştuklarını hiç kavrayamasam da, Cansu'nun mimiklerinden ve içi içine sığmayan tavrından muhabbetin iç açıcı olduğu belliydi. Bir anda Cansu 'Görüşürüz' diyerek çağrıyı sonlandırdığında, hızla benden yana döndü ve birden sevinç nidaları atarak üzerime atılıp beni sıkı sıkıya sardı.
"Beni görmek için havaalanına gelecekmiş, inanamıyorum!" dediğinde üzerimdeki şaşkınlıktan arınmıştım.
"Ciddi misin? Çok sevindim, bir tanem." dedim, sarılışına karşılık vererek.
"Onu birde bana sor..."
Tam ağzımı açmış bir şey diyecekken, bir anda kapımın yolgeçen hanı gibi aniden açılmasıyla söyleyeceklerimi yutup bakışlarımı kapıma doğru çevirdim ve bizi kıskançlık dolu bakışlarıyla süzen bir çift mavi gözle karşı karşıya geldim. İrem, sevgilisini başka bir kadınla bir yatakta basmış bir kadın edasıyla, kaşlarını çatmış bir şekilde bize bakıyordu ve elinde olsa gözlerinden ateş çıkartacak gibiydi.
"Hoş geldin İrem." dedi Cansu, onun aksine gayet sevecen bir tavırla.
"Hiçte hoş bulmadım. Siz bir şu sırnaşmanıza son verin bakayım." dedi, öfke tüten sesiyle.
Cansu'yla birbirimizden ayrıldıktan sonra sırıtarak ona gelmesini işaret ettim. "Gel buraya, kıskanç."
Onu yanıma çağırışımın ardından, İrem hızlı adımlarla yanıma doğru ilerledi ve saniyeler içinde kollarımın arasındaki yerini aldı. Bu sıcak kucaklaşmamız üzerine yüzüne sıcacık bir tebessüm takınıp Cansu'ya doğru döndü ve nispet yaparcasına dilini çıkarttı. İrem'in bu hareketine Cansu ile kahkahalarla gülerken, hemen ardından kahkahalarımıza kendisi de dahil oldu. Kahkaha atarken çıkarttığımız nidalar birbirine eşlik ederken, sonunda kahkahalarımızı dizginleyebildik ve İrem alelacele söze atıldı.
"Sana acilen anlatmam gerekenler var. Baş başa konuşabilme gibi bir ihtimalimiz var mı ?"
"Alttan alttan benim gitmemi mi ima ediyorsun ?" dedi Cansu, alıngan bir tavırla.
"Benim için çok özel bir konu ve ben bu sırrı sadece Ecrin'e söyledim." dedi İrem, kendince haklı olarak.
"Cansu tam bir kilitli kutudur. Ondan sır çıkmaz merak etme." dedim, Cansu'yu savunarak.
"Peki, sen öyle diyorsan öyledir." dedi ve derin bir soluk çekti ciğerlerine.
"Hadi anlatmaya başla bakalım. Seni dinliyoruz." dedim, gittikçe harlanan merakımla.
"Pekâlâ, başlıyorum ben o zaman. Hani dün gece Erkin beni kucaklayıp eve bıraktı ya... eve girdiğimizde beni yatağıma bırakırken şey yaptı-"
"Ne yaptı? Yoksa..." dedim git gide aklıma müstehcen görüntüler doluşurken.
"Ya hayır, abartılacak bir şey değil. Sadece biz... öpüştük."
"Ne?!" diye bağırdım, girdiğim şoktan çıkamayarak.
Dün dudakların hasret giderme günüymüşte, haberimiz yokmuş.
"Sizin aranızda bir şeyler olduğunu sezmiştim zaten. Açıkçası senin gibi bir yengem olacağından çok memnunum." dedi Cansu, gözlerinin içi parıl parıl parlarken.
"Ayy, sahiden mi? Cansu, ben sana çok önyargılı bakmışım yaa. Sen ne tatlı kızmışsın böyle..."
Abim sayesinde, nihayet Cansu'ya ısınabilmişti.
Başka konuya geçmemize müsaade etmeden, İrem'in itirafından beri aklıma takılan soruyu dile getirdim. "Dün sen çok sarhoştun. Nasıl oldu da, sabah kalktığında her şeyi hatırlayabildin?"
"Benim için bu kadar özel olan bir anıyı, içki kazanına düşsem bile unutamam ki." dedi ve beni adeta can evimden vurdu.
Demek ki, dün yaşananların Barlas için hiçbir önemi yoktu.
"Anladım." dedim ve bir kez daha dolan gözlerime lanetler okudum.
O, neden bana bu kadar uzaktı? Neden bu kadar imkânsızdı? Neden onu sevmek bu denli yüreğimi sızlatıyordu? Neden? O benim, en özel parçam oluvermişti, ama ben onda yoktum bir yerlerde. Ne kalbinde, ne aklında, ne de hayallerinde. Ona ait olan her şey ganimetti benim için. Kokusu, sesi, teni, sıcaklığı, görünüşü, tadı... Bütün bunlar benim her zerreme istila ederken, tüm duyularım bütün bunları ezberlerken, o ise bana her gün bir nebze daha umut verip, beni kapkaranlık bir kuyuda bir başıma, çaresiz, kimsesiz bırakıyordu.
O bana Allah'ın verdiği en güzel imtihandı.
"Ecrin ne oldu sana, neden yüzün asıldı birden bire?" diye sordu İrem ve karamsar düşüncelerime ara vermeme neden oldu.
"Kahvaltıdan beri yüzü limon satıyor. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok." dedi Cansu ve o'da derin bir iç geçirmeme neden oldu.
"Aklıma bir şey geldi de, o yüzden." dedim, kestirip atarak.
"Kesin konu Barlas, değil mi ? Sinir adam..." dedi İrem ve Cansu kaşlarını kaldırarak araya girdi.
"Barlas ile Ecrin'in arasında bir şeyler mi var ki?"
"Sen Ecrin'in Barlas'tan hoşlandığını bilmiyor muydun?" dedi İrem ve ufak çaplı bir öksürük krizine girdiğimde, elini ağzına kapattı. "Akılsız kafa! Her şeyi ele verdim."
"Bir dakika, ne yani sen benden bunu gizleyecek miydin Ecrin?" diye sordu Cansu ve kaşlarını çattı. "Aşk olsun, cidden çok kırıldım."
"Ya ne bileyim, dün Barlas ile o kadar samimiydiniz ki söylemek gelmedi içimden." dedim ve alt dudağımı ağzımın içine yuvarladım. "Bir erkek için kuzenimi kaybetmeyi göze alamadım."
"Şu an sahiden saçmalıyorsun!" dedi ve gözlerini irileştirdi. "Ben sana konuştuğum çocuktan hoşlandığımı söyledim Ecrin. Barlas'ı sadece çok çekici buldum ben. Hatta sizi aklımda sevgili olarak bile hayal ettim. Ama sen benden duygularını gizledin!"
Gözlerime perçinlenmiş gözlerini kuşatan göz yaşları elmacık kemiklerinden süzüldüğünde, kalbimden bir parçanın kopup gittiğini hissettim. O benim çocukluğumdan beri tek dostum, tek sırdaşımdı. Şimdi onun gözlerinden dökülen yaşların sebebi olmak, canımı yakıyordu. Yatağımın üzerinde doğrulduğumda, tam ona sarılmak için uzanacakken beni omuzlarımdan itip, geri yatağa düşmemi sağladı.
"Bizim aramızdaki bağ, demek ki sen başka bir şehire ayak bastığında kopmuş." diye bağırdı ve elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Yazık, gerçekten yazık. Keşke buraya hiç gelmeseydim ve bu acı gerçekle yüzleşmeseydim."
Cansu, sanırım özel günündeydi.
"Cansu, alâkası bile yok! Sen benim için hâlâ çok özelsin. Sadece dün sana kızgındım ve bunu itiraf edebilecek doğru zamanı bulamadım..."
"Öyle mi? Ama baksana, ben her şeyi en yakın arkadaşından duydum. Demek ki doğru zamanı beklemekte aptallık etmişsin!"
"Peki, o zaman sana şimdi bu zamana dek benim için en önemli olan sırrımı vereceğim ve aramızdaki güven bağının hâlâ yerli yerinde olduğunu göstereceğim."
"Ne sırrıymış bu?" diye hemen araya girdi İrem.
"Sen o sırrını İrem'e ver bence. Bana söylemen için doğru zamanı beklemelisin!" dedi Cansu, bir türlü dinmeyen öfkesiyle.
"Cansu, kes sesini!" diye bağırdım ve ansızın o tılsımlı kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim. "Biz Barlas ile öpüştük."
İkiside bir anda aynı tepkiyi verdiler. "Ne?!"
"Öpüştük işte."
"Ne zaman oldu bu olay?" diye sordu İrem.
"Dün gece, Cansu sızdıktan ve sen eve gittikten sonra."
"Nasıl oldu, anlatsana?" dedi Cansu ve öfkesinin yerini meraka bıraktı.
"Dün gece eve geldi ve ilk önce beni Aras'tan kıskandığını bağıra çağıra itiraf etti. Sonra da acıktığını söyledi ve ben de ona, onun için ayırdığım pastadan yedirdim. Bir ara, dudağının kıyısına bulaşan çikolata sosunu parmağımla alıp emdiğimde farkında olmadan dikkatini dudaklarıma çekmesine neden oldum. Ardından zaten yüzüme kısım kısım dokunarak beni eski sevgilisi ile kıyasladı. Sanırım fotoğrafta ki kızla... Her neyse, en sonunda dudaklarıma dokundu ve dayanamayıp onu öpmem için resmen bana yalvardı. Ben de bir anlık cesaretle öptüm onu ve sonra o masum öpücük gittikçe harlandı."
"Ayy aynı filmlerdeki gibi yaa. Kızım sen ne şanslısın bee! Bu arada bence biz, bu Barlas'a her gün içki içirelim de, biraz şu doğru bildiği yoldan şaşsın canım." dedi İrem ve kıpır kıpır hâliyle sırıtmasını arttırdı.
"Ee sonra ne oldu? Daha fazla ileri gittiniz mi?" diye sordu Cansu ve içimdeki hüzün tohumları tekrardan yeşillendi.
"Ona durmasını söyledim ve sanki bunu söylemem için kendini şartlandırmış gibi, hemen geri çekildi. Sonra ise doğum günümün bitmesine son bir dakika kala, doğum günümü kutladı ve doğum günümü kutlayan son kişi olmak istediğini söyledi. Sonra ise birden bire olanları u-unutmamı istedi... Öpüşmemizin saçmalıktan ibaret olduğunu söyledi ve sarhoş olduğu için büyük ihtimalle hiçbir şey hatırlamayacağını iddia etti... Z-Zaten kahvaltıda abimle konuşurlarken duydum, düne dair hiçbir şey hatırlamıyor. Bu da demek oluyor ki, o öpücük sahiden onun için saçmalıktan ibaretmiş ve hiçbir önemi yokmuş."
Cansu gözlerimden süzülen yaşları parmaklarıyla silip atarken, İrem ise Barlas'ın soyuna sopuna sövüyordu. En sonunda ikisine de uzanıp sımsıkı sarıldığımda, ikisi de beni içlerine hapsedercesine kucakladı. İrem'in dudaklarını saçlarımın üzerinde hissettiğimde, içime attığım hıçkırıklardan birini dışıma vurdum ve içimi çeke çeke sakinleşmeye çalıştım.
"Tamam kuzum, geçecek. Kendini kullanılmış gibi hissediyorsundur muhakkak ama öyle bir şey olmadı. Asla, aklından dahi geçirme. O istemiş senin onu öpmeni ve alkolün etkisiyle hiçbir şey hatırlamıyor. Bu yüzden kaybeden o canım, sıkma canını sen."
İrem'in söylediklerine karşılık içim biraz daha ferahlarken, sımsıkı kucaklaşmamıza son verip onları özgür bıraktım ve gözyaşlarımı silip 'Ben iyiyim' dercesine tebessüm ettim. İyiydim ben. En azından iyi olmak için elimden geldiğince çabalayacaktım. Niye kötü olacaktım ki? O baş döndürücü, yoğun haz dolu saniyeleri hatırlayamayan oydu. Bu onun eksikliğiydi. Yazıktı ona, hem de çok yazıktı. Aklında hep o geceye dair bir boşluk kalacaktı ama benim aklım o anın her saniyesini arzuyla anarak, hiç olmadığı kadar dolu olacaktı.
"Artık olanları hatırlamadığını geçen zamanla kendime biraz daha yediriyorum. Yapacak hiçbir şeyim yok. Benim elimden bir şey gelmiyor ve onun da bir suçu yok. Sadece dün olanlardan pişmanlık duymak istiyorum, keşke ilk öpücüğümü ona vermeseydim demek istiyorum ama yapamıyorum. Onun dudaklarının tadı ve dokunuşları hâlâ dilimin üzerinde gezinirken, bu imkânsız. İrem bu hoşlantı olmaktan çıkıyor gibi geliyor bana. Daha derin hissediyorum. İçimdeki arzu da, sevgi de git gide içimde dev bir kasırga yaratıyor. Ne yapacağım ben bu umursamaz, dengesiz ve gıcıkla?"
İrem buruk bir tebessümle konuşmamı dinlerken, Cansu ise eliyle usulca sırtımı okşuyordu. Artık göz pınarlarım kurumuştu ve gözlerim bir damla dahi yaş akıtamayacak kadar bitkin düşmüştü. Her ne kadar pozitif olmak için çabalasam da, benim düne dair hiçbir şeyi unutmamam ve onun da hiçbir şeyi hatırlamıyor oluşu koyuyordu. Ömür boyu böyle mi sürecekti? Belki bana yaşattığı ilk ve son hazzı hafızasında gömülü mü tutacaktı? Ama bu haksızlıktı.
"Önünde sonunda Barlas senin olacak Ecrin. Şu an hiçbir şey hatırlamaması, dün onu öpmen için yanıp tutuştuğu gerçeğini değiştirmez. O seni deli gibi arzuluyor Ecrin. Muhakkak bir gün içindeki hislerin esiri olup, kollarına sanki dünyada senden başka kimse yokmuş gibi atılacak. O günler de gelecek, bekle kuzum. Şu an Barlas hisleriyle baş edebiliyor; ama eminim sonunda mantığı devre dışı kalacak ve hisleri kalbini kör gibi tutuşturacak. Sadece sabret canım, bir zaman sonra o adam avuçlarının arasında olacak. Sen sadece ona karşı kolay lokma gibi gözükme. Onu bu denli umursadığını mümkünse hiç belli etme. Sen ona yanaşmadıkça, hisleri daha da körüklenecektir."
İrem'in söylediği herbir kelime, içimde açılan yarayı yavaş yavaş dikti. Ardından kalbimde umudun kelebekleri kanatlarını çırptı.
"Teşekkür ederim İrem. Sayende biraz daha ümitlendim. Umarım dediklerin bire bir doğru çıkar."
"Bence o da sana karşı boş değil zaten." diye araya girdi Cansu ve bakışlarımı onun üzerine dikmeme neden oldu. "Buraya ilk geldiğimde seninle sarılmamızda, merdivenin basamağında dikilmiş arkandan sana gülümseyerek bakıyordu ve sen geri çekildiğinde hemen bakışlarını sertleştirdi. Aras ile sarıldığınızda ise, bakışlarında öyle bir tehlike vardı ki, sanki istese gözlerinden ateş çıkartabilirdi. Seni kıskandığı bariz bir şekilde ortadaydı ve benimle öyle samimi konuşması ise tamamıyla onun hissettiğini senin de hissetmen içindi. Senin tepkilerini ölçmek için onun oyununa bulaştım ve sen beni sert bir dille uyardığında, senin de ona karşı hisler beslediğini anladım."
"Ne yani, ondan hoşlanmadın mı?"
"Aras'a ve sana öyle kaba davranan bir adamdan hoşlanmamı nasıl bekledin, anlayamadım doğrusu. O sadece benim eniştem, bundan ötesi olamaz."
İçimde dünden kalma kaygı bulutu bir anda dağılmıştı ve yerini tatlı bir mutluluğa bırakmıştı. Barlas'ı elde edebileceğini düşünüp kendimi helâk ettiğim bu güçlü rakip, aslında hiçte sandığım gibi değildi. Barlas beni kıskandırmak için ona yanaşmıştı ve Cansu ise benim tepkilerimden bir sonuca varabilmek için onun oyununa göz yummuştu.
"Ecrin!" aşağı kattan abimin bağırışı duyulduğunda hemen düşüncelerimden ayrıldım. "Aşağıya gel, hediyeni alma vaktin geldi."
Son söylediği cümleyle ağzımdan koca bir sevinç çığlığı kaçıvermişti. Dünden beri merakla beklediğim hediye, az sonra ellerimin arasında olacaktı. Heyecanla oturduğum yerden fırladığımda, kızlarda peşimden ayağa kalkmışlardı. Koşar adımlarla odamı terkettiğimde, hızla merdivenin basamaklarını inmeye başladım. Nihayet basamakları indiğimde, abimi kapının önünde beklerken buldum.
"Oğlum, gelsene artık. Görende mobilya taşıyorsun sanar."
"Kapa çeneni lan, götünü kaldırıp sen gitseydin o zaman." dedi dışarıdan, Duhan olduğunu düşündüğüm kişi. "Neymiş, yolumun üzerindeymişte ben gidip Ecrin'in hediyesini alacakmışım. Benim gibi seksi bir milyarderi düşürdüğün duruma bak bee!"
Evet, bu kesinlikle Duhan'dı.
"Çok konuşma it. Pet shop'a iki dakika girmene rağmen, hayvanlara özenmişsin belli."
Pet shop mu?
"Abi?" dediğimde abim direk bana doğru döndü ve tam o anda elinde krem rengi bir sepetle Duhan içeriye girdi. "Hediyem... bir hayvan mı?"
"Güzelim, sen ne zeki bir kızsın yahu!" dedi Duhan ve kafasına şamarı yedi.
"Kardeşime yalakalık yapacağına, ver kıza elindeki sepeti."
"Tamam lan, sen de Barlas ile takıla takıla iyice odunlaşmışsın."
"Ağır ol birader, Almayayım ayağımın altına!"
Mutfak kapısından çıkan Barlas, her zamanki sert duruşu ile tüyler ürpertirken, Duhan aldığı mesajı iyi anlamış olmalı ki Barlas'a yapmacık bir tebessüm gönderip bana doğru döndü ve hızlı adımlarla yanıma yaklaşıp yanaklarımdan öptü.
"Geç kaldım sanırım, doğum günün kutlu olsun." dedi ve elindeki sepetin üzerindeki pembe örtüyü kaldırdı. "Bu da abinin hediyesi. Abin satın almış olabilir ama Pet Shop'tan alıp eve getiren ben oluyorum."
Bakışlarım hızla sepetin içine kaydığında anında gözlerini üzerime diken sevimli yaratık ile elimi ağzıma kapattım ve sevgi dolu bakışlarımı tüyle kaplı bedeninde gezdirdim. Minik bedeni kırık beyaz tüylerle kaplıydı. Sırt kısmındaki tüyleri ise siyahtı. Kulakları dikti ve yüzüne neredeyse gözünün içine girebilecek kadar tüyler hâkimdi. Bu köpek Çapkın'a çok benziyordu fakat bedeni ona kıyasla daha büyüktü ve iriydi.
"Abi, inanmıyorum! Bu tatlı yaratık artık benim mi?"
"Evet bir tanem, senin."
Hızla kendimi yanıma yaklaşan abimin kollarının arasına bıraktım ve onu sıkıca sardım. Saçlarımın arasına kokumu çekerek bıraktığı öpücüğe karşılık, elimle sırtını okşadım. Geri çekildiğimde, ona teşekkürümü bahşedercesine yanağına minik bir öpücük kondurdum ve Duhan'ın yere bıraktığı sepetin içinden ufaklığı kollarımın arasına alıp parkenin üzerine oturdum. Onu incitmemeye çalışarak hafifçe okşadığımda, kokumu içine çekerek bana biraz daha sokulması beni fazlasıyla mutlu etmişti.
"Bu köpeğin cinsi ne abi? Biraz Çapkın'ı andırıyor sanki."
Sorduğum sorunun yanıtını abimden beklerken, Barlas'ın ondan atik davranıp söze atılması ile şaşırmadan edemedim.
"Evet, Çapkın ile aynı cinstenler ama türleri farklı. Çapkın, ona kıyasla daha küçük ve zaten bu köpeğin başı bedenine oranla daha büyük. İkiside Terrier cinsi bir köpek olduğu için, görünüş olarak birbirlerini andırıyorlar fakat büyüklük ve yüz yapılarının farklı olma nedeni türlerinin aynı olmaması. Çapkın Yorkshire Terrier, senin köpeğin ise büyük ihtimalle Glen Of İmaal Terrier."
Glen Of İmaal Terrier mi? Bu ismi nasıl aklında tutabiliyordu?
"Evet, vallahi doğru söylüyor. Satın alırken kadın bütün özelliklerini söyledi. Söylediğin o uzun ve saçma türden olduğunu, dişi olduğunu ve 2 yaşında olduğunu falan..."
Benim bu minik kızım, iki yaşındaydı.
"Bu tatlı şeye bir isim vermemiz gerek." dedi İrem arkamdan. Varlığını neredeyse tamamen unutmuştum.
"Evet, çok güzel bir ismi olmalı. Hep beraber karar verelim. Bu arada Cansu nerede?"
"Ben aşağı inerken, o yukarı kattaki lavaboyu kullanması gerektiğini söyledi. Sanırım birazdan o'da burada olur." dedi ve tam o anda, Cansu merdivenlerin başında belirdi.
"Neler kaçırdım?" dedi Cansu basamakları seri adımlarla inerken.
"Artık bir kızım var. Hem de bir köpek." dedim yüzümdeki geniş sırıtmayla.
"Nasıl yani, bir köpekle mi çiftleştin?" diye kendince espri yaptığında, yüzümü buruşturmakla yetindim.
"Kapa çeneni aptal."
Kendi kendine attığı kahkahalarının ardından, bakışlarını etrafta gezdirdi ve bir anda Duhan'da duraksadı. Gözlerini yuvalarından çıkacakmışcasına açtığında, ağzı da aynı şekilde gediğine kadar aralanmıştı. Duhan ise dudaklarındaki çapkın tebessüm ve gözlerine dek ulaşan ışıkla Cansu'ya bakıyordu.
"Nihayet bee güzelim. Ben de, beni farketmeni iple çekiyordum." dedi Duhan ve Cansu attığı koca çığlıkla evi inletti.
"Duhan, inanmıyorum! Sen gerçekten şu anda karşımdasın, bu bir rüya olmalı..." dedi Cansu ve Duhan'a doğru koşup boynuna atladı.
Neler oluyordu burada? Bu ikisinin ne gibi bir münasebeti vardı?
"Kader yolumuzu bir şekilde kesiştirdi güzelim. Demek ki, havaalanında seni uğurlamadan önce, burada görüşmek kısmetmiş."
Yok artık, Duhan resmen telefondaki adamdı!
"Hop hop birader, kardeşim bitti şimdi de kuzenime mi yürüyorsun?!" diye gürledi abim.
"Ne alâkası var lan? Biz Cansu ile internetten arkadaşız. Ayrıca Ecrin'i tavlama çabasında falan da değilim."
"Ne olursa olsun, senin sağın solun belli olmaz. Cansu sen de bırak adamı. En ufak temasta hormonları harekete geçiyor bu herifin."
Abimin ikazının ardından Cansu mecburen geri çekilmek zorunda kaldığında, Duhan ile birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı. Anlaşılan Seçkiner erkeklerinin, Karayel kızlarından daha çok çekeceği vardı. Bu düşünceme karşılık ister istemez dudaklarımda minik bir tebessüm oluştuğunda, bakışlarım istemsizce Barlas'ın olduğu yöne doğru çevrildi ve o anda onun bakışlarının da kıvrılan dudaklarımın üzerinde olması kalp atışlarımı iki katına arttırdı. Dudaklarımda ki tebessüm hissettiğim yoğun arzuyla silikleşirken, Barlas'ın bakışları bu defa gözlerim ile buluştu ve anında gözlerini benden kaçırıp başını abimlere doğru çevirdi. Onun bu hareketine karşılık ben de bakışlarımı kucağımdaki ufaklığın üzerine dikip elimle tüylü bedenini biraz daha okşadım.
"Şunun tüylerine bakın yaa. Çok düzensiz, uzun ve saçaklı." dedim yüzümdeki minik sırıtmayla.
"Aa bahsettiğin kız bu mu? Çok tatlı yaa! Yalnız, bence bu hâli onu daha özel ve daha bir sevimli kılıyor." dedi Cansu ve yanıma gelip oda elini tüylerinde gezdirdi.
"Evet, bence de ve bu sayede ona çok uyacak, sevimli bir isim buldum." dediğimde herkes ağzımdan çıkacak isime dikkat kesildi.
"Tüylü falan mı koyacaksın?" dedi abim.
"Hayır." dedim başımı iki yana sallayarak. "Bu tatlı kızın adı, Pasaklı olacak."
***
"Kendine iyi bak, tamam mı?"
Cansu ellerini yanaklarıma bastırmış yaşlı gözleriyle yüzüme bakarken, onun bu denli içli bir ses tonuyla konuşması benimde gözyaşlarımı gözlerime toplamıştı. Ağzımdan o sinir bozucu hıçkırıklardan tekinin dahi firar etmemesi için, alt dudağımı dişlerimin arasına alıp başımı aşağı yukarı salladım ve tekrardan o sıska bedenini sıkıca sardım. Bir zamanlar her istediğimde bir araya gelebileceğim dostum, şimdi benden kilometrelerce uzağa gidiyordu. Aramıza şehirler girmişti artık.
Ondan bıkmayı dahi özleyeceğime kalıbımı basabilirdim.
"Seni çok özleyeceğim sarışın, arayı çok açma." dedim, kendimi sıkmaktan boğuk çıkan sesimle.
"Ben de seni çok özleyeceğim maviş. Sakın ola İzmir'e gelmeyi aklından çıkartma!" dedi, boğazından kopan hıçkırıkla.
"Çıkartmam, söz."
Söylediğim cümlenin ardından, Cansu geri çekilip yanaklarından süzülen yaşları bir çırpıda silip attı ve hiçbir şey olmamış gibi abime doğru ilerleyip ona da sıkıca sarıldı. Onları, görüşümü tıkayan yaşlarla seyrettiğimde, bir anda Aras'ın karşıma geçmesi ile bakışlarımı onun yüzüne çevirdim. Ciddi ifadesi ve sert adımlarıyla bana doğru yaklaştığında, uzanıp burnumun üzerine dokundu ve onun ufak temasıyla gözüme biriken iki damla yaş özgürlüğünü ilân etti.
"Eğer sen böyle ağlarsan, her seferinde aklımda bu hâlin canlanacak ve ben kendimi kötü hissedeceğim." dedi ve elleriyle gözyaşlarımı sildi. "Bu sevimli burnundan sümüklerini akıtmaya çok mu meraklısın?"
Son söylediklerinin üzerine burnumu çekerek kıkırdadım ve Aras'ın yüzüne yerleşen sıcak tebessümün ardından kollarımı boynuna dolayıp onu sıkı sıkıya sardım. O'da kollarını belime doladığında, ayaklarımı yerden kesip beni kısa bir süreliğine etrafında döndürdü ve geri yere indirdiğinde ise alnıma derin bir öpücük kondurdu. Tam o anda anons sesi duyulduğunda, Aras bir adım geri çekilerek son cümlesini dile getirdi.
"Seni seviyorum, güzeller güzeli."
"Yalaka! Ben de seni seviyorum."
Aras uzaktan attığı öpücüğünün ardından arkasını dönüp bizden uzaklaşmaya başladı. Cansu ise son kez Duhan'a sıkıca sarıldıktan sonra, hepimizle göz teması kurarak el salladı ve önü bize dönük bir şekilde, Aras'ın peşinden geri geri yürümeye başladı. Bizde arkalarından el sallamakla meşguldük. Ben ayrı olarak, onlar gözden kaybolana dek göz yaşlarımı zaptetmekle de baş ediyordum.
"Şu saçma vedalaşma gösteriniz bittiyse, artık gidelim diyorum."
Arkamdan gelen Barlas'ın tahammülsüz sesiyle ondan yana dönüp bakışlarımızı birbirine mıhladım. Öyle öfkeli bakıyordu ki bana, sanki onun canını yakacak bir şey yapmıştım. Ya da onu çok sinirlendirecek bir şey... Sanırım bu, Aras ile az önceki samimiyetimizden kaynaklanıyor olabilirdi. Dün sarhoş hâliyle beni kıskandığını itiraf ederken, gayet sert ve ciddiydi. Şu an hiçbir şeyi hatırlamıyor olabilirdi, ama bu beni kıskandığı gerçeğini çürütmezdi.
"Ne duygusuz adamsın sen yahu!" dedim, gözlerimi devirerek.
"Ben gidiyorum, tek başına dönersin." dedi ve arkasını dönüp çıkışa doğru seri adımlarla ilerlemeye başladı.
"Barlas!" diye arkasından bağırdı abim. "Biz İrem ile buradan gece kulübüne geçeceğiz. Ecrin'i mecburen sen eve bırakacaksın."
"Taksiyle gitsin eve." diye bağırdı arkası dönük bir şekilde ve çıkışa doğru ilerlemeye devam etti. "Gelirken getirdim ya, bu onun için fazla bile."
Söyledikleri sinirlerimi iyice zıplatırken yumruklarımı sıkıp arkasından öfkeyle baktım. Bir insan ancak bu kadar dengesiz ve sinir bozucu olabilirdi. Akşam üzeri abim ve İrem birlikte bir şeyler yapmak için dışarıya çıkmışlardı ve Duhan ile Cansu da öyle. Barlas dün içtiği içkiler yüzünden karın ağrısı ve mide bulantısı çekmişti ve bu yüzden benimle birlikte evde kalmıştı. Ben ise odama çekilip saatlerce hiç bıkmadan Pasaklı ile ilgilenmiştim. Cansu havaalanına gideceği vakitte gelip bavulunu evden almış ve Duhan onu havaalanına götürmüştü. Beni de sözde abim götürecekti, fakat İrem ile hiç eve uğramadan direkt olarak havaalanına gitmişlerdi. Bu yüzden beni buraya getirende Barlas olmuştu.
"Taksiye gerek yok." diye araya girdi Duhan. Sesini Barlas'a duyurmak için fazlasıyla yükseltmişti. "Seni ben eve bırakırım bebeğim."
Kurduğu cümlenin ardından Barlas bir anda olduğu yerde kaskatı kesildi. Ben hızla Duhan'a doğru döndüğümde sırıtarak göz kırptı ve sağ elinin baş parmağını havaya kaldırdı. Geri Barlas'a doğru döndüğümde, bu hareketi neden yaptığını anlayabilmiştim. Çıkışa doğru ilerleyen adımlarının bu seferki hedefi bendim ve öncekine kıyasla daha sert ve hızlı adımlarla ilerliyordu. Nihahet aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp tam karşımda dikildiğinde, kolumu eliyle mengene gibi sarıp beni peşinden çıkışa doğru sürükledi.
"Bir anda neden fikrini değiştirdin?" diye sordum, peşinden sürüklenirken.
"Canım öyle istedi, sana mı soracaktım!"
"Evet, arabana binip binmeyeceğime benim karar vermem gerekirdi."
"Kusura bakma, Duhan ile planladığın ateşli saniyelerin içine etmiş olabilirim."
"Ne alâkası var yaa! Sen de iyice beni orta malı yaptın."
"Eminim sen de o salak kuzenin gibi, Duhan'ın dudaklarının tadına bakmak için ölüyorsundur. Masum ayaklarına yatma, bu numaraların çok eskidi artık."
"Sen delirdin mi bee adam! Birincisi, 'Güzelim' dediğin kız ne ara salak oldu? İkincisi, eğer benim kuzenim bir adamdan hoşlanıyorsa, ben o adama asla o gözle bakmam. Üçüncüsü, ilk öpücüğümü niye hiçbir duygu beslemediğim bir adama vermek isteyeyim ki?!"
Tam çıkış kapısından dışarıya attığımız adımda, son cümlem dudaklarımdan döküldüğünde Barlas ansızın duraksadı ve hızımı alamayıp başımı omzuna çarpmama sebep oldu. Şaşkınlık, gözlerinin tüm harelerine yayılmıştı âdeta. Büyüyen göz bebeklerini gözlerime mıhladığında, sanki bakışlarıyla bana bir şeyler fısıldıyordu. Gözleri bir saniyelik süre zarfında, dudaklarıma kaydığında hemen kendini toparlayıp beni tekrardan peşinden sürüklemeye başladı. Son model arabasının önüne geldiğimizde, arabanın ön kapısını açıp beni bildiğin içine fırlattı ve kapıyı sertçe çarptı. Hemen ardından arabanın diğer tarafına ilerleyip o'da şoför koltuğuna oturdu.
Barlas emniyet kemerini takar takmaz, alelacele arabayı çalıştırdı ve park alanından çıkıp anayola girdiği an gazı kökledi. O kadar hızlı sürüyordu ki, âdeta sırtım koltuk ile bir bütün oluşturmuştu. Eğer ansızın fren yapacak olursa, abartısız arabanın camına uçabilirdim. Stresten titreyen elimle, takmayı unuttuğum emniyet kemerine doğru uzandığımda hemen emniyet kemerimi takıp bakışlarımı Barlas'ın üzerine diktim. Arabayla hızla ilerlediğimiz şeritte yol neredeyse bomboştu ve Barlas pür dikkat yola odaklanmıştı. Gözlerindeki öfke hâlâ taptazeydi ve çenesi kaskatı kesilmişti. Direksiyonu sıkan parmakları bembeyaz kesilmişti.
"Neden bu kadar gerginsin?" diye sordum merakımı törpüleyerek.
"Sana ne bundan? Kapat çeneni!"
Bu kadar sert çıkışına karşılık dilim tutulurken, başımı yana doğru çevirip camdan dışarıya baktım. Yanımızdan hızla geçen ağaçlara, bir kaç arabaya ve tek tük insanlara verdim dikkatimi. Arabanın hızı biraz olsun azalıp olması gereken hıza ulaştığında, bakışlarımı çekingen bir edayla Barlas'a doğru çevirdim ve gözünü yoldan ayırmadan, tek eliyle ceketinin cebinden sigara paketini çıkarttığını gördüm. Sigara paketini direksiyonun üzerinde duran eline sıkıştırdığında, boşta kalan eliyle paketin kapağını açıp içinden bir tane sigara çıkarttı ve dudaklarının arasına sıkıştırdı.
"Yardımcı olmamı ister misin?"
Sorduğum soruyu duymamazlıktan gelip sigara paketini boşta kalan eline aldı ve cebine sıkıştırıp bu defa da cebinden çakmağını çıkarttı. Kendini kasmaktan titreyen eli yüzünden, değil sigarayı tutuşturmak çakmağı dahi yakamıyordu. Ne tepki vereceğini umursamadan elindeki çakmağı elime aldım ve çakmağı yakıp ateşini dudaklarının arasındaki sigaranın ucuna değdirdim. Sigaranın tütünü anında kırmızılaştığında, Barlas sigaranın izmaritini iki parmağının arasına sıkıştırıp içine derin bir nefes çekti.
Ciğerlerine çektiği dumanı saniyeler içerisinde dışarıya üflediğinde, dudaklarının arasından süzülen duman bulutu onu o kadar çekici kılıyordu ki, insanda o tatlı dudaklarına şehvetle kapanma arzusu yaratıyordu. Aklımda, dün geceki yakıcı anlar canlandığında alt dudağımı dişleyip başımı önüme eğdim ve derin derin soluklandım. İçime çektiğim nefeste burnuma ilişen sigara dumanıyla, her zamanki gibi öksürük krizim başlamıştı. Sigara dumanına tahammülüm yoktu ve bu yüzden her defasında gözlerim yaşarana dek şu lanet öksürükten kurtulamazdım.
Alelacele yanımdaki pencereyi sonuna dek açtığımda, kafamı dışarıya çıkartıp temiz havayı kana kana içtim. İliklerime kadar temiz havayla dolup taştığımda, nihayet öksürüğüm bir son bulmuştu. Başımı geri içeriye soktuğumda, başım hâlâ pencereye doğru çevriliydi. Çünkü öbür türlü yine duman kokusunu soluyabilirdim. Şu an havanın soğuk olması dahi, pencereyi örtmem için beni yıldıramazdı. Fakat bir anda penceremin kendi kendine yukarı doğru sürüklenip kapanması ile ne kadar açmak için çabalasamda olmuyordu. Barlas'a doğru döndüğümde, yüzündeki sinsi sırıtıştan anladığım kadarıyla, o pencereyi kapatmıştı ve ayrıca kilitlemişti de!
"Barlas, şu pencereyi açar mısın?!"
"Hayır."
"Ne demek hayır?!"
"Sanırım sinirimi senden çıkartmanın bir yolunu buldum."
Yok artık! Beni öksürük krizine sokup delirtmek mi istiyordu?
Sigara dumanını tekrardan içine çekip dışarıya bıraktığında, ben ise hızla burnumu tıkayıp öylece bekledim. Bu gidişle nefessizlikten geberip gidecektim. Barlas bir anda arabayı kenarıya çektiğinde, kendi tarafındaki pencereyi açıp sigarasından son bir nefes çekti ve kalan izmariti dışarıya fırlattı. Pencereyi açmasını fırsat bilip elimi burnumdan çekip nefesimi tutmaya bir son verdim. Bir anda Barlas, iki eliyle ensemi sıkıca kavradı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bir anda beni öpeceğini aklımın ucundan geçirdiğimde, neredeyse nefesim kesilecekti. Ağzım istemsizce şaşkınlıkla aralandığında, Barlas ansızın içine çektiği sigara dumanını ağzımın içine doğru üfledi ve ben de aptal gibi bir anlık şokla nefesimi içime çekercesine, sigara dumanını içime çektim ve genzim âdeta alev aldı.
"Manyak!"
Haykırışımın ardından ciğerlerim sökülürcesine öksürmeye başladım ve öksürmemin etkisiyle gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Barlas yüzündeki sırıtmayla pencereyi açtığında başımı pencerenin dışına çıkartmak yerine kapıyı açıp kendimi dışarıya attım. Rüzgârın estiği yöne doğru yüzümü döndüğümde, yüzüme çarpan sert rüzgârlar sayesinde derin derin soluklanarak öksürüğümün şiddetini azalttım. Elimi göğsüme bastırıp derin derin soluklanmaya devam ettiğimde nihayet öksürüğün etkisini tamamen bedenimden atabilmiştim.
"İyiysen eğer, hadi bin arabaya."
Barlas'ın arabanın içinden benim olduğum yöne doğru eğilip sorduğu soru üzerine yüzüne bir pislikmiş gibi baktım ve yanımdan geçip giden arabaların sayısı git gide artarken, araçların içindeki insanların duyupta hakkımda ne düşüneceklerini umursamadan avazım çıktığı kadar bağırdım.
"Siktir git, piç kurusu!"
Yüzüne yerleşen dehşet verici ifadeyle bağırdı. "Ne dedin sen?!"
Sesindeki tüyler ürperten tınıyı ve yüzündeki o kan donduran ifadeyi kaale almadan, tüm gücümü ayaklarıma vererek hızla koşmaya ve arabadan git gide uzaklaşmaya başladım. Yanımdan geçen arabaların ve rüzgârın sesine rağmen, Barlas'ın arabanın kapısını sertçe çarptığını işitebilmiştim. Koşturdukça, öksürmekten bitap düşmüş ciğerlerim âdeta can çekişiyordu. Çok yakın bir mesafeden gelen adım sesleri, daha hızlı koşmam için beynime sinyaller gönderiyordu, fakat bacaklarım bu sinyallere itaat edemeyecek kadar güçsüzleşmişti.
Bir anda kolum tanıdık bir el tarafından sıkıca sarıldığında, ansızın kendimi onun bedenine yapışmış hâlde buldum. O kadar güçlüydü ki, beni kendine doğru tek bir çekişi bile saniyeler içinde kollarının arasına sığınmama neden olmuştu. Başımı kaldırdığımda ikimizinde gözlerindeki öfke, birbirini ateşe vermek için çabalıyordu âdeta. Kollarının arasında çırpınmak istiyordum, ama Barlas sanki bu düşüncemi hissetmiş gibi, o güçlü elleriyle bu defa belimi sıkıca kavramıştı.
"Bırak beni! Seni acımasız, umursamaz ve dengesiz herif!"
"Bırakmıyorum ulan! Hadi kaç bakayım, kurtulabilecek misin benden?!"
"Ne istiyorsun benden yaa? Şimdide canımdan mı kastın var? Boğuluyordum geri zekâlı!"
"Bu kadar kötü olabileceğini akıl edemedim, tamam mı? Evet geri zekâlının tekiyim ama beni bu denli öfkelendiren de sensin!"
"Bunun öfkeyle ne alâkası var? Sen resmen kendine eğlence çıkartabilmek için beni öksürük krizine soktun, birde salak gibi o lanet sigarayı yakan da bendim! Ben sana karşı bu denli iyi yaklaşırken, sen her defasında canımı yakıyorsun!"
"Öfkelendim! Benim canım da yandı ulan! Sen de benim gibi incin istedim. Sakinleşebilmek için seni de benim gibi öfkelendirdim. Bu kadar kötü olabileceğini tahmin edemedim... Özür dilerim."
"Her özür dileyişinde, hiçbir şey olmamış gibi seni affetmekten yoruldum Barlas. Nedense hep seni incitenlerin cezasını da ben çekiyorum. Nasıl oluyorsa artık, en çok incinen tarafta ben oluveriyorum. Bıktım artık, gerçekten bıktım. Ya artık yaşadıklarının acısını başkalarından çıkartmaktan vazgeç, ya da şu karanlık geçmişini öldür artık!"
"Ben geçmişimin açtığı yaraların verdiği o dayanılmaz acıya katlanmayı öğrendim Ecrin. Beni inciten sensin ve bunun farkında bile değilsin!"
"Ben seni ne zaman incittim Barlas? Ben sana hiçbir şey yapmadım ki."
"Sen, diğer kadınlardan farklısın zannettim. Bir an gerçekten buna inanmak istedim. Ama değilsin! Lanet olsun değilsin işte! Bir gün öyle yakınsın ki bana, hiç gitmeyecek gibisin. Fakat ertesi gün ise o kadar uzaksın ki, bir daha gelmeyecek gibi..."
"Ben senden hiçbir zaman uzaklaşmadım Barlas. Tam tersine benden uzaklaşan sensin!"
"Ben yaralı bir adamım Ecrin. Ne bekliyordun, gözlerindeki ışığa kapılıp kendimi kollarının arasına atmamı falan mı? Ben farklı olduğuna inanmak istedim sadece. Ama sen her defasında bu inancımı, başka adamları seçerek sarstın."
"Ne diyorsun sen Barlas, başka adam falan yok!"
"Şşşh! Sus Ecrin, bu dudaklara yalan yakışmıyor. O adamı sevdiğini biliyorum. O adam için ağlıyorsun, o adamla birlikte gülüyorsun ve her şeyden ötesi de, o adam seni hakediyor Ecrin. Benim yüreğim tekrardan sevemeyecek kadar yaralı, benden sana sıkıntıdan başka bir şey gelmezdi zaten, inan. O adam sana öyle aşkla bakıyordu ki, ayaklarına dünyaları sereceğine eminim. Onunla mutlu ol. Ben zaten ömrümün sonuna dek mutsuzluğa mahkûmum."
"Hayır, Barlas. Ben kimseyi istemiyorum ki, sevmiyorum da. Neden söz ettiğini bile anlayamıyorum. Sanki veda ediyormuş gibi konuşuyorsun. Hiçbir yere gidemezsin... Duydun mu beni, gidemezsin!"
"Ecrin ben... evden ayrılma kararı aldım."
Söylediği bu cümle âdeta beni beynimden vururken, kalbim endişeyle sıkışıyordu. Başımı hızla iki yana sallarken gözümden süzülen yaşlara engel olamadım. Barlas belimin üzerindeki ellerini geri çektiğinde, yanaklarımdan süzülen yaşları silip bir adım geriledi.
"Barlas, şaka mı bu?"
"Yarın sabah eşyalarımı almaya gelirim."
"Hayır, nolur gitme. Gitmesi gereken birisi varsa, o'da benim. Ben gelip senin düzenini bozdum. Eğer benim yüzümdense bu kararın, ben de o evde bir saniye olsun durmam. Yemin ederim ki!"
"Ecrin, anlamıyor musun sen? Bak canını nasıl da yakıyorum, görmüyor musun? Ben tehlikenin ta kendisiyim ve seni de git gide bu tehlikeye çekiyorum. Bizim birbirimizden uzaklaşmamız gerekiyor. O adamı sevmekten vazgeçme, çünkü eğer ki ondan cayıp benim rüzgârıma kapılacak olursan, kendine yapabileceğin en büyük kötülüğü yapmış olursun. Ben ise her geçen gün seni gerçekten yanımdaymış gibi hissedip kendimi kandırmış olurum. Ben yalnızların efendisiyim, bu kadar kalabalık bana fazla."
"Sen gidince sanki ben çok mu mutlu olacağım aptal? Benim sana çekildiğim falan yok. Eğer bu yüzden gidecek olursan, gerçekten bir hiç uğruna abimle beni terketmiş olursun. Ayrıca o adam derken kimden söz ettiğini bile bilmiyorum ve ben kimseyi sevmiyorum. Gerçek aşkımı bulana kadar kalbim hep boş kalacak Barlas. Ben sana, yaptığın gıcıklıklara rağmen, bu kadar kısa zamanda çok alıştım. Lütfen gitme. O ev üçümüzün evi oldu artık. Biz bir aile sayılırız. Arkanı dönüp hiçbir şey yokmuş gibi gitmek, sana yakışmaz."
Bir umut, gitmemesi için gözlerinin içine yalvarırcasına bakarken, karanlık gözlerinde tek bir ışık görememek beni daha da kaygılandırıyordu. Bir anda ellerini nazikçe belime koyup beni kendine doğru çekti ve alnıma tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Geri çekilirse gideceğini ve bir daha geri gelmeyeceğini hissettiğim için ellerimi ceketinin yakalarına koyup onu kendime doğru çektim ama onu hiçbir şekilde kımıldatamadım. Ne ileri, ne geri... Sonra aniden ellerini belimden çekip omuzlarıma koydu ve beni kendinden uzaklaştırıp bakışlarını yola çevirdi. O sırada, şans eseri bize doğru gelen taksiye el attı. Taksici tam önümüzde durduğunda Barlas adama pencereyi açmasını işaret etti.
"Takside müşteri yok, değil mi?"
"Yok abi."
Cebinden bir miktar para çıkartıp adama doğru uzattı. "Hanımefendiyi gideceği yere kadar bırakırsın."
"Tamam abi."
Bana doğru döndüğünde hemen lafa atıldım. "Ben seninle gelmek istiyorum."
"O eve gitmeyeceğimi belirtmiştim."
"O ev senin evin Barlas. Lütfen iyi düşün."
"Bu gece bol bol düşünecek vaktim olacak Ecrin. Hadi artık bin taksiye ve eve git."
"Son sözün bu mu yani? Hiçbir ihtimal de vermiyor musun bana?"
"Senin de dediğin gibi işte, ben bir piç kurusunun tekiyim ve siktir olup gidiyorum! Fazla söze gerek yok. Kendine iyi bak."
Son söyledikleri âdeta beni can evimden vururken, Barlas bana sırtını döndü ve ilerideki arabasına doğru ilerledi. Keşke o arabadan inmeseydim, dedim kendi kendime. Keşke ona o sözü söylemeseydim... Ama görünen o ki, iş işten geçmişti. Sanırım Aras ile aramızda bir şeyler olduğunu düşünüyordu ve şimdi ise beni ona itiyordu. Oysaki ben onu seviyordum ve Aras'ın gidişinde sadece duygulanmıştım. Barlas'ın gidişinde ise sanki canımdan can sökülmüştü. Fakat gidiyordu işte, arkasında nasıl bir kasırga bıraktığını göremeden gidiyordu.
Gitme, diye bağırdım ona yüreğimden, içim parçalanırcasına. Ama o beni duymadı, duyamadı. Sonra açtım taksinin kapısını, arkasına bir kez olsun dönüp bakmayan adamı, öylece orada bırakırcasına kapadım kapıyı. Yaşlı gözlerle, onun arabaya attığı tekmeyi seçti gözlerim önce, ardından taksi hareket ettiğinde yanından geçip giderken onun arabaya binişini seyretti sonra.
Sahiden, bundan sonra her günüm ve gecem onsuz mu geçecekti?
***
Ağlamaktan şişmiş gözlerle kapının önüne geldiğimde, tam cebimden anahtarı çıkartacakken dış kapının hafif aralık olduğunu farkettim. İçimde tuhaf bir korku gezinirken, bir anda aklıma gelen düşünce ile o korku yerini tamamıyla büyük bir sevince bıraktı. Bu gelen Barlas olmalıydı. Demek ki eve benden önce varmıştı. Bu da demek oluyordu ki, gitmekten vazgeçmişti. Ya da eşyalarını toplamaya gelmişti. Aman Allahım bunun düşüncesi bile gözyaşlarımı tetikliyordu. Hâlâ durduk yere neden gitme kararı aldığı hakkında bir fikrim yoktu ve bu belirsizlik beni bitiriyordu.
Belki de gelen abimdi. Ya da bir hırsızdı!
Eve hırsız girmiş olması da düşükte olsa bir ihtimaldi. Bu yüzden ses yapmamak için kapıyı aralık bırakıp yavaş adımlarla merdiven basamaklarını tırmanmaya başladım ve ses yapmamak için büyük bir çaba sarfediyordum. Yukarı kattan gelen tıkırtıları işittiğimde, içimdeki korku tekrardan aklımı kararttı. Nihayet son basamağı da çıkıp ikinci kata ayak bastığımda, Barlas'ın odasının lambasının açık olduğunu gördüm ve hissettiğim korku yerini yeniden tatlı bir umuda bıraktı. Barlas'ın odasının önüne doğru yaklaştığımda, koridora vuran ışıktan kapısının tamamen açık olduğunu anladım. Bir anda odadan gelen yabancı ses ile olduğum yerde kalakaldım.
"Eve gelen giden hiç kimse yok henüz. Erkin Bey'i takip eden adamımız, bir kadınla gece kulübüne gittiğini bildirdi efendim. Emriniz üzerine Barlas bey gelecek olursa eğer, onu hırpalamaktan hiç çekinmeyeceğim. Fakat şu an kendisi de evde değiller. Onu takibe alan adamımız, kendisinin mezarlıkta olduğunu bildirdi."
Abimle Barlas'ı takip ettiren ve bu yabancıyı bu eve gönderen adam da kimdi? Ayrıca Barlas'ın mezarlıkta olduğunu söylerken, ne demek istiyordu?
"Ayrıca efendim, Barlas Bey'in odasında bir kasa bulunmamakta. Muhakkak yüzüğü banka hesabına kaldırmış olmalı. Bu yüzden yüzüğü almamız imkânsız. Eğer odasında bir kasa olsaydı, görevim gereği şifreyi bir şekilde çözebilirdim ama nafile. Birde efendim, almamı istediğiniz, hani ona ailesinden kalan son fotoğraf vardı ya, o şu an ellerimin arasında. Ne yapayım, parçalara mı ayırayım yoksa yakıp küllerini masasının üzerine mi bırakayım?"
Duyduklarım ile damarlarımda akan kan âdeta buz kesilirken, titreyen elimi cebime atıp telefonumu cebimden çıkarttım ve alelacele rehberden Barlas'ı bulup titreyen parmaklarımla ona bir mesaj çektim.
Ben: Barlas, evde yabancı bir adam var. Kim olduğunu bilmiyorum ama şu an senin odanda. Yalvarırım eve gel! Yemin ederim ki yalan söylemiyorum, çok korkuyorum, lütfen...
Mesajı gönderdikten hemen sonra odadaki aşağılık herifin sesi kulaklarıma ilişti. "Tamam efendim, siz nasıl isterseniz."
Barlas'a ailesinden kalan son hatıraya zarar vermelerine izin veremezdim!
Bir anda yüzümdeki korkuyu silip attım ve içime derin bir nefes çekip ne kadar endişe içerisinde olsam bile, belli etmemeye çalıştım ve birkaç adımla açık olan kapının önünde dikildim. Odanın içerisinde başında şapkası ve güneş gözlüğüyle dikilen, siyah deri ceketli adam kulağına dayadığı telefonu cebine koydu ve elindeki fotoğrafa bakıp pis sırıtışını sergiledi. Onu yan profilinden görebiliyordum ve bu kadarını yapabildiysem eğer, Barlas için daha fazlasını da yapabilirdim.
İnsanlar, bildiğim kadarıyla cesur ve deli insanlardan korkarlardı. Hah birde görünmeyen yaratıklardan... O zaman bu bilgilere inanarak, bu pislik herife bir oyun oynayabilirdim.
"Hey sen," diye seslendim bir anlık cesaretle ve adamın hızla üzerime çevrilen bakışlarına rağmen, kapının önünde korkusuzca dikilmeye devam ettim. "Buraya gelmekle çok büyük bir hata ettin."
▲▼▲▼
Bu bölümün başları sıradan, sonlara doğru duygusal, sonu da olaylı oldu. Valla bazen böyle karmakarışık yazasım geliyor, yapacak bir şey yok :D Bölümü Barlas'ın ağzından anlatmadığım için, kimse neden durduk yere evden ayrılma kararı aldığını anlamadı tabii. Anlamayın bana ne, yaşasın kötülük :D
Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum. Sizi kocaman kocamaaan öpüyorum ve çoook seviyorum :*:*:* ♥
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro