《BÖLÜM 9》
9.Bölüm
Savaştan Geriye Kalan
İskoçya'nın eşsiz güzellikteki İnverness kırları kendi tarihinin en kanlı ve en uzun süren savaşına ev sahipligi yapıyordu. Bir yanda Charles Stuart taraftarları Jakobitler, diğer yanda isyanı bastırmaya çalışan İngiliz askerleri. Şiddetli yağmurunda etkisiyle akan kan bütün savaş meydanına yayılıp toprağa işlerken her iki tarafında ağır kayıplar verdiği bir savaş oluyordu.
Toz ve çamurdan göz gözü görmezken nefes almak ve mücadele etmeye devam etmek oldukça zordu. Askerler yorulmuştu ve hava şartlarıda hiç yardımcı olmuyordu. Atı üstünde kendi ölen askerlerinin de üzerinden geçmek zorunda kalan Adrian'ın eğer düşünecek fırsatı olsaydı Tanrı'nın merhametini onların üzerinden çektiğini düşünürdü ancak yapabildiği tek şey öldürmeye devam etmek oldu. Öldürmezsen öldürülürsün; savaşın kuralıydı bu.
Mücadeleye devam ederken ard arda savurduğu kılıcıyla bir isyancının başını boynundan ayırdı, bir diğerinin ise kendine kılıç savuran kolunu dirseğinden ikiye böldü. Fışkıran kan Adrian'ı baştan aşağı kaplarken kaybedecek vakti yoktu. Biri ardından diğeri, diğerinin ardından bir başkası saldırıyordu. Adrian koluna ve sırtına aldığı yaraların yakıcı acısını hissediyor ancak pes etmiyor, saldırmaya devam ediyordu. Bir biri ardına çarpan kılıç seslerine atların toynak sesleride eklenince yıldırım sesini andıran ve kulak tırmalayan bir gürültü çıkıyordu ortaya. Ancak önemi yoktu, bu savaşın melodisiydi. Mücadele son kılıç darbesi vurulup son nota duyulana kadar devam edecekti.
Yara alan ve acıyla şahlanan atı Adrian'ın kontrolünü kaybetmesine ve yere düşmesine neden oldu ve düşerken kılıcıda elinden yitip gitti. Sırtı sert zeminle birleştiğinde ciğerlerine yayılan acı nefesini kesti. Yanından geçen atlı birliklerin altında ezilmeme çalışırken yan tarafına yuvarlanan ve kılıç darbesi ile kesilmiş bir baş ile yüz yüze geldi. Ölen her kimse gözleri korku ve dehşetle kalmış, göz pınarlarından süzülen kan yüzüne yayılmıştı. Bu korku içinde kendisine bakan ve artık cansız olan gözler dikkatini dağıtarak tekrar yaralanmasına neden oldu Adrian'ın. Baldırına isabet eden kılıç darbesi öncekilere göre saha derin bir yaraya neden olmuştu ancak pes etmedi. Yuvarlanarak ikinci darbeden kurtulurken yerde yatan ve ölmüş İngiliz askerinin kılıcını kavrayıp kendini savunmaya başladı. Kılıç kullanmakta iyiydi ve karşısındaki isyancının kendisi kadar iyi olmadığını kullandığı hamlelerden anlıyordu ancak ortada kötü bir gerçek vardı ki Adrian'ın yaralı olmasına karşın rakibi değildi. Kısa sürede gücü tükenmeye başlayan ancak pes etmeyen Adrian belki de kendisi için son notaların çaldığını düşünüyordu.
Kılıç ve toynak seslerinin yerini gök gürültüsü ve yağmur sesi alırken elindeki kılıcın görüntüsü ahşap bir bibloya dönüştü. Adrian artık kanla yıkanan İnverness kırlarında değil, Londra'da ki malikanesinde, kendi yatak odasındaydı. Gözünün önünde ki görüntü netleşmeye başlayınca gerçeğin farkına vardı yavaş yavaş. Culloden savaşı sona ermiş, İngilizler kazanmış ve Charles Edward Stuart Fransa'ya sığınmıştı. Tüm bunlar gerçekleşeli üç yılı aşkın bir süre geçmişti.
Elindeki bibloyu yere düşüp tok bir ses çıkararak yuvarlanırken çakan şimşeğin anlık ışığıyla yatağının dağınık örtüsünü fark etti Adrian. 'Keşke yatağımda kalabilsem' diye düşündü bir kez daha. Savaş bitmesine bitmişti ancak Adrian'a bu kötü kabusları miras bırakmıştı. Sıklığı zaman zaman değişse bile kabuslar asla bitmiyordu. Savaşta yaşadıklarını defalarca ve defalarca olabildiğince gerçek bir şekilde yaşıyordu bu gecelerde. Bazen bittiğini sanacak kadar uzun bir süre yok oluyor ancak bir süre sonra tekrar başlıyorlardı. Adrian üç yıldır bununla yaşıyordu ve bunu bunları artık kendisine Tanrı'nın verdiği bir ceza olarak görüyordu. Aldığı canlara karşılık lanetlenmişti belki de ruhu.
Daha kötüsü ise uyanma anlarında gerçek ve rüya arasındaki farkı tam anlayamamasıydı. Savaştan döndükten üç ay sonra yaşadığı olay aklına geldi tekrar.
Döndüğünden beri ilk defa bir kadınla yatmış ve birlikte uyumuştu. Bu kişi soylularla iş yapan ve iş icabı sürekli evinden uzakta olan tüccarın, Gregor Dornwell'in karısı Bethany idi. Bethany'nin zaman zaman sosyetenin önemsiz davetlerine katılma imkanı bulması sayesiyle tanışmıştı kendisiyle ancak ilişkileri zaman almış, tanışmalarından bir süre sonra kocasının bir deniz kazasında hayatını kaybetmesiyle başlamıştı. Bethany için metres olmak önemli değildi. Adrian ona değer veriyor, onunla ilgileniyor ve maddi yardım sağlıyordu. Ancak durum bir gece Adrian'ın gördüğü kabusun etkisiyle yanında uyuyan Bethany'e saldırmasıyla değişti.
Adrian kabus görüyordu ve kendisine saldıran isyancının boğazını sıktığını zannederken aslında isyancı sandığı kişi daha birkaç saat önce sevişip ardından sarılarak uykuya daldığı Bethany'di.
Karşısında Bethany'nin yuvalarından fırlayan gözlerini unutamıyordu Adrian. Genç kadının yüzü neredeyse morarmaya başlamıştı... Bekli bir kaç saniye daha devam etse kadını öldürmüş olacaktı. Bilmeden, farkına varmadan seviştiği yatakta kendi elleriyle ölümüne neden olacaktı.
Dehşet içinde öksürüklere boğulan Bethany'nin korkudan ağlayışını hatırlıyordu. O gece yanına yaklaştırmamıştı Adrian'ı korkudan ve Sabah olduğunda haber vermeden çekip gitmişti. Pişmanlığına eşlik eden mahcubiyetle ertesi gün Bethany'nin evine giden Adrian kadının boynuna sardığı şaldan boynunun morardığını anlamıştı.
"Seni affediyorum ama bir daha görmek istemiyorum," demişti Bethany boğukluğu normal olmayan sesiyle. "Ne ilgilini ne de paranı istemiyorum. Kendi canımdan değerli değil."
Kızamadı Adrian, Bethany haklıydı. O gece ilk defa kendi evi ya da arkadaşının evi dışında zil zurna sarhoş olacak çok kadar içti Londra'nın en seçkin klüplerinden birinde. Herkesin içinde bir yemin etti, evlenmeyeceğine dair.
"Ben, Henfield Kontu Adrian Ramsey, yaşadığım sürece hiç bir kadını karım olarak kabul etmeyeceğime dair yemin ediyorum!" ardından kadehini masadaki arkadaşlarıyla tokuşturup içmeye devam etti. Asla evlenmeyeceğinin yanında, bir daha asla bir kadınla uyumayacaktı Adrian.
Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken odasının balkonuna çıkıp kendini suyun altına bıraktı. Üç yıl öncesinin hatıraları aklındayken aslında ne kadar da doğru bir karar verdiğini düşünüyordu. Bu gece yatağında bir kadın olsa, elinde kılıç niyetine kullandığı bibloyla kafasını yarmayacağının garantisi var mıydı? Ya da başka bir şey yapmayacağının? Bilemezdi. Kabusların ne zaman geleceği ve hangi seferinde onu yataktan kaldırıp odanın başka bir yerine götürecek kadar şiddetli olacağını bilemezdi.
Şimşekler etrafı bir karartıp bir aydınlatarak kırbaç darbesi gibi iniyordu Londra'nın ürkütücü siluetine. Sokakları yıkayıp çamurdan arındıran huzur kokulu yağnur sularının kendj ruhunu arındırmayacağını biliyordu ne yazık ki.
Kasveti bir şehirdi Londra. Yaz sezonu görkemli ve pahalı balolara ev sahipliği yapmasına karşın evsizlerle ve fakir insanlarla dolu, suç oranının yüksek olduğu kesimleri de vardı şehrin. Çoğu soylu tarafından görmezden gelinen zavallı insanlar... Adrian'ın düşünmekten kendini alamadığı insanlar. O görmezden gelemiyordu. Asker olarak geçirdiği yıllarda açlığı, çaresizliği, ve iliklerine işleyen soğuğu tattıktan sonra nasıl göz yumabilirdi zaten?
Savaştan döndükten bir yıl sonra artık savaşta öldürdüğü insanların çocukları var mıydı acaba diye düşünmeye dayanamayarak bir yetimhane açmıştı ve tüm giderlerini karşılıyordu. Yetişkinler için elinden pek bir şey gelmeyebilirdi ama evsiz çocuklar ya da doğar doğmaz sokağa atılan bebekler için biraz daha iyi imkanlar sunabilirdi. Savaşta aldığı tüm o canlara karşılık bu kimseniz çocukların, bebeklerin hayatını kurtarabilirdi. Belki bir gün Tanrı ödediği kefaleti yeterli gördüğünde üzerindeki bu laneti kaldırır ve yalnızlık kaderi olmaktan çıkardı Adrian'ın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro