Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MSOM? -38- ❝Bıçak Yarası❞

Merhabalar canlarım. Dokuz bin kelimelik en uzun bölüm ile karşınızdayım. Ecrin ve Barlas'tan başka bir şey yok bu bölümde... Bu yüzden bol bol doyun onlara.

Instagram'da, bu bölümü 15 Şubat'ın sonuna kadar yayımlayacağım demiştim; fakat bölümü uzatma kararı alınca aksama oldu. İşte sırf bu aksamalar yüzünden "Yeni bölüm ne zaman?" sorularından nefret ediyorum...

Bekleyenlerden özür dilerim tekrar ve tekrar...

Bu bölüm şarkı ağırlıklı olacak. Bölümdeki şarkılardan bir tanesini seçmem konusunda bana yardımları dokunan okuyucularıma buradan sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum. Sizi çok seviyorum. Bu bölüm sizlere ithafendir.

@ecrinbaylan (Önerdiğin şarkılardan bir tanesi kullanıldı.💗)

@neetavancolu 💚

@hayalleryokeder 💙

@sevalay18

@cyln24 💖

@vaveylaley 💛

@bordobaykus 🧡

@ebrualtn 💜

@sultannikra

@songulklc1 💓

Multimedyada bölümle ilgili bir sahne var...

Herkese keyifli okumalar...

DİPNOT: Beğendiğiniz paragraflara yorum yapabilir misiniz? Paragraf yorumlarını okumaktan çok keyif alıyorum.😍❤

♧♧♧

38. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Dış kapıyı arkamdan örttüğümde kendimi kapana kısılmış gibi hissettim. Artık geçmişle yüzleşme vakti gelip çatmıştı. Göz kapaklarım hissettiğim gerginliğe dayanamayarak gözlerimi örttü. Bir süre derin derin soluklandım. Kalbimdeki yaraları da yıllardır böyle örtüyordum işte. Üzerlerine bir örtü çekiyordum ve aslında her zaman benimle birlikte olan o yaraları görmezden geliyordum, yokmuş gibi hayatımı sürdürüyordum.

Yaralarımın üzerine örttüğüm örtüyü kaldırmalıydım. O yaraları kanatmalıydım. Mikrobunu atmamış bir yara, iyileşemezdi.

Kirpiklerimi usulca birbirinden ayırdım. Ruhum birden bire Barlas'ın kaslı gövdesine çarptı. 6 yıl öncesindeydik. Tam burada, bu koridordaydık. Gözlerimin içine bakıyordu ve sırıtıyordu. Begüm Seçkiner'i onun sevgilisi zannetmiştim. Kıskançlıktan deliye dönmüşken kuzeni olduğunu öğrenip rahata ermiştim. Barlas onu kıskandığımı anlamıştı ve bundan haz duyduğunu belli eden gözlerle gözlerime bakıyordu.

"Begüm'ün kim olduğunu öğrenmeden önceki bakışlarını asla unutmayacağı, Ecrin. Gözlerindeki alev hep aklımın bir köşesinde kalacak. Kıskanç küçük bir kız, bu hoşuma gitti."

Onun hayalinin yanından geçip gittim. Adım seslerim evin içinde yankılanıyordu. Ayaklarım beni salona sürüklüyordu. Salondan içeri adımımı attığım an karşımdaki koltuğa doğru ilerlemeye devam ettim. Koltuğun tam önünde diz çöktüğümde, hafızam gözlerimin önüne onun hayalini inşa etti. Orada, o güzel yüzüne vuran ay ışığı eşliğinde karanlıkta uyuyordu. Ben ise onun yüz hatlarını hayran gözlerle seyrediyordum. Yıllar önceki gibi elim, onun sakallı yanağına ulaştı. Yanağının hayaline dokunurken onun birbirine kenetlenmiş gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Ardından gördüğü kâbusun etkisiyle sayıklamaya başladı. Hayali dokunuşu elimi sardı. Sonra gözleri aralandı. Yaşlı gözlerle gözlerime bakıp yalvarırcasına fısıldadı.

"Lütfen... Uyuyana kadar gitme, yalnız başıma uyuyamıyorum."

Onun hayali gölgesinin üzerine uzattığım elimi geri çektim ve onun görüntüsü gözlerimin önünden tamamıyla silindi. Diz çöktüğüm parkeden doğrulup koltuğun üzerine oturdum. Bu defa Barlas'ın hayali de tam yanıbaşıma oturmuştu. Başımı kaldırıp onun sarhoş gözlerine baktım. Yüzü yüzüme doğru yaklaşıyordu. Dudakları dudaklarıma değmek üzereyken durdu ve başını hafifçe yana doğru eğdi.

"Nedense gittikçe sana doğru çekiliyorum Ecrin... Öp beni. Ben kendime gelip bu anı mahvetmeden öp ki, dinsin bu susuzluk."

Dudaklarım yıllar önceki gibi onun dudaklarını öpmek için eğilmek yerine, ayağa kalktım. Bu ani kalkışım, onun hayalinin cam kırıkları gibi parçalara ayrılıp parkeye yığılmasına neden oldu. Adım adım salondan uzaklaşırken mutfağı es geçip merdivenlere doğru ilerledim. Basamakları keskin adımlarla tırmanırken birden bire Barlas'ın hayali karşımda belirdi. Kulağıma doğru eğilip fısıldadı.

"İyi geceler, küçüğüm."

Hayali dudakları yanağıma öpücüğünü bırakır bırakmaz tekrardan yok oldu. Basamakları tırmanmaya devam ederken gözlerime dolan yaşları yok etmeye çalışıyordum. Çıktığım basamaklar son bulduğunda en üst basamağa adımımı atar atmaz oraya oturdum. Barlas'ın hayali beni sarıp sarmaladı. Dudakları dudaklarıma yaklaşmadan hemen önce fısıldadı.

"Sana inanıyorum... Sen başkasın."

Hayali son kez gözlerimin önünü terk ederken kendi kendime mırıldandım. "Ben başka değildim, değil mi? Öyle olsaydım bana bunları yaşatır mıydın?"

Göz pınarlarıma dolan yaşlar görüşümü tamamen bulanıklaştırdığında gözümü kırpmama gerek kalmadan ard arda elmacık kemiklerimden aşağı doğru süzüldü. Çöktüğüm merdivenin başında birkaç saniye öylece durdum. Bir boşluğa mıhlanan bakışlarım orada öylece oyalandı. Dizlerimi kendime doğru çektim. Alnımı diz kapaklarıma yaslayıp kollarımı bacaklarıma sardım. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O kadar çaresizdim ki... Ayağa kalkmaya dahi yeltenemiyordum; çünkü kalkarsam ayaklarımın benden izinsiz onun odasına yol almasından korkuyordum. Oradaki hatıralar şimdikinden daha fazla yakacaktı canımı. Buna hazır değildim. Bu hatıralarla yüzleşmek dahi bana fazlaydı.

Yaralarımın üzerini tekrardan örtmek istedim; fakat oluk oluk kanayan bir yaranın üzerine ne serecek olursam olayım kana bulanacaktı. Artık yaraları görmezden gelemezdim.

Onun sözleri kulaklarımda tek tek yankılanıyordu. Ellerimi kulaklarıma kapatmak istiyordum; fakat işe yaramayacağını biliyordum. O sesler kafatasımın içindeydi. Yıllardır susturduğum, duymaktan kaçtığım gerçeklerdi.

Barlas Seçkiner beni kandırmıştı. Beni sevdiğine inandırmıştı, ardından benden yararlanıp bir paçavra gibi kenara atmıştı.

"Sen iğrenç bir insansın, Barlas Seçkiner. Senden nefret ediyorum!"

Kendi kendime söylediğim sözler öfkemi dindirmek için yetmiyordu. Kollarımı bacaklarıma sarmaya bir son verip ellerimi var gücümle parkeye vurdum.

"Aşağılık, yalancı, lanet birisin!"

Ellerimin acımasını umursamadan ağlaya ağlaya söylediğim kelimelerin ardından parkeye vurmaya devam ediyordum. Bir anda elimin kavranması ile bedenim kaskatı kesildi. Bu ani dokunuşun kime ait olduğunu anlayabilmek için başımı dizlerimin üzerinden kaldırıp elimi tutan elin sahibiyle yüzleştim. Gördüğüm yüz nefesimi kesti. Barlas yanımda diz çökmüş, elimi kavramış ve gözlerimin içine bakıyordu. Bunun, bilinçaltımın bana oynadığı bir oyun olduğunu düşündüm. Yine bir hayalden ibaret olduğunu varsaydım. Gerçek olmamalıydı, bu kadar savunmasız bir haldeyken onunla karşılaşamazdım.

"Sen gerçek değilsin."

Söylediğim kelimelerin ardından gözlerime bakan gözlerinde hiçbir değişiklik olmadı. Elimi tutan elini kendi yüzüne doğru yaklaştırdı. Avcumun içini sakallı yanağına değdirdi. Sakalları eskisi gibi avcumun içini gıdıklarken sertçe yutkundum. Elimi tutmaya bir son verdiğinde avcum hâlâ onun yanağına yaslı bir şekilde kaldı. Bunu fark eder etmez onun tesiri altından çıktım. Ateşe dokunmuşcasına hızla elimi geri çektim. Barlas diz çöktüğü parkeden ayaklandığında elleri koltuk altlarıma uzandı ve beni oturduğum yerden kaldırdı. Ayaklarımın üzerinde durduğumda başımı önüme eğip onun yüzüne bakmamayı tercih ettim.

Utanç içindeydim.

Az önce kendi kendime girdiğim transa şahit olmuştu. Ona karşı olan umursamaz imajım zedelenmişti. Elleri koltuk altımdan çekilir çekilmez tek kelime etmeden ona arkamı döndüm. Koşar adımlarla abimin odasına doğru ilerledim. Odaya girer girmez kapıyı kapatıp hemen arkasından kilitledim. Sırtımı kapıya yaslayıp derin derin soluklandım. Elimi sol göğsüme bastırıp kalp atışlarımın hızını avcumun içinde hissettim. Daha önce bu kadar hızlı attığına hiç şahit olmamıştım. Göğsümün üzerindeki elimin titreyişlerini fark ettiğimde, heyecanın son demlerinde olduğunu anladım. Gözlerimi sımsıkı yumup elimi kalbimin üzerinden çekmeden soluklarımı yavaşlatmaya çalıştım. Nefes seslerimi birkaç dakika boyunca dinledim. Bu dinginlik az da olsa üzerimdeki paniği alıp götürmüştü. Duygu karmaşasından nevrim dönmüştü. Bir an önce alacağımı alıp bu evden çıkmalıydım.

Bu adamın burada ne işi vardı?

Aklıma gelen soru ile gözlerimi araladım. Abimin sözleri kulaklarımda yankılandı. Barlas ile telefonda konuşurken Barlas ona akşama kadar sürecek işlerinin olduğunu söylemişti. Eğer öyleyse şu anda burada ne işi vardı? Yoksa abimle birlikte o telefon görüşmesini özellikle mi tezgâhlamıştı? Kaşlarım bu tahminim üzerine benden habersiz çatık hâle geldi.

Bu yüksek olasılıkla olabilirdi; çünkü abim 6 yıldan beri kardeşi yerine arkadaşını tercih eder olmuştu.

Bedenime yayılan öfke dalgası heyecanımı gölgelemişti. Yaslandığım kapıyı terk edip abimin gardırobuna doğru ilerledim. Dolabın kapağını açıp içinden bir tane kot pantolon ve bir tane de tişört çıkarttım. Ne olur ne olmaz diye yedek bir tişört daha aldıktan sonra dolabın kapaklarını örttüm. Yatağının yanındaki komodinin çekmecesini açıp onun içerisinden de iç çamaşırı çıkarttım. Aldığım kıyafetleri odadaki askılıkta asılı duran sırt çantasının içerisine yerleştirdim. Sırt çantasını elime alıp kapıya doğru ilerledim. Anahtarı çevirip kilidi açtığımda bedenimdeki gerilimin yeniden kaldığı yere geri dönmesine şahit oldum.

Koşar adımlarla merdivenleri inecektim ve hemen ardından onun suratına bile bakmadan buradan çıkıp gidecektim.

Kapıyı açar açmaz sadece adımlarımı seyrederek merdivenlere doğru ilerledim. Hızlı hareket etmeye özen gösteriyordum. Buradan derhal çıkmam gerekiyordu, yoksa ciğerlerime girecek rahat bir nefes yoktu. Merdivenleri hızlı adımlarla iniyordum. Tam son basamağa geldiğimde ayaklarım birbirine dolanır gibi oldu ve bileğimi burkmamla birlikte merdivenin korkuluklarına sıkıca tutunmam bir oldu. Alt dudağımı ağzımın içine yuvarlayıp acıyla inlememek için dudağımı kemirdim.

Acele işe şeytan karışmıştı.

Burktuğum bileğimi merdiven basamağına bastırmamak için havada tutuyordum. Acının yoğunluğunu ölçmek için ayağımı sağa sola salladım. Bileğimin acısının dinmemiş olduğunu fark ettiğimde, içimden şansıma defalarca kez lanet ettim.

"İyi misin?"

Barlas'ın sesini duymamla dişlemekte olduğum dudağımı serbest bıraktım. Kafamı kaldırıp onun suratına bakma gereksinimi duymadan sert bir ses tonuyla onu tersledim.

"Seni alâkadar etmez."

Bana doğru yaklaşan adım seslerini işittim. "Benden kaçmadığına ve ayağını havada tuttuğuna göre, bileğini incitmiş olmalısın."

Birden bire onun nefesini ensemde hissettiğimde bütün irademle nefesimi göğüs kafesime hapsettim. Hızlanmaması için kalbimin önünde diz çöktüm. Ardından etkilendiğimi belli etmemek adına birbirine kenetlenmek isteyen göz kapaklarıma açık kalmaları için komut verdim. Havada tuttuğum ayağımı basamağa yerleştirip vücut ağırlığımın yarısını ona yükledim. Bileğime yayılan acı dalgası ile inlememe mani olamadım.

"Yapma."

Barlas'ın sesi enseme çarpıp oradan kulağıma doğru ilerledi. Ona cevap vermeme fırsat kalmadan birden bire beni omuzlarımdan ve bacaklarımdan kavradı. Onun beni kucaklaması üzerine yaşadığım ani şaşkınlıkla ağzımdan ufak bir nida koptu. Bedenimi göğsüyle desteklerken onun vücudunun sert, sıcak dokusunu tüm hücrelerimde hissediyordum. Onun yüzüne aşağı açıdan bakarken önce sakallı çenesini, ardından kusursuz burnunu, elmacık kemiklerini ve son olarak da karşı tarafa odaklanmış gözlerini gördüm. Kokusu burun deliklerimden içeri yol alırken beni her zaman olduğu gibi büyülemeyi başarmıştı.

Bana karşı olan tensel yakınlığı sinirimi bozuyordu. En çok da onun güzel yüzünü bu kadar yakından görüyor olmak ve aklımı sarsan kokusunu içime çekiyor olmak...

"Sen ne yaptığını zannediyorsun? Derhal beni yere bırak!"

Kendime çektirdiğim çileye bir son vermek adına ona karşı çıkıyordum; fakat Barlas beni duymamazlıktan gelip ilerlemeye devam ediyordu. Tüm sinir uçlarım öfkeyle elektriklenirken göğsünü yumruklamamak için kendimi zor tutuyordum. İstikrarlı adımları mutfağı hedef almıştı. Mutfağa girdiğimizde masaya doğru ilerledi. Ayağıyla masanın önündeki sandalyelerden birisini çektikten sonra, beni o sandalyeye oturttu. Bir başka sandalyenin sırt kısmını eliyle kavradı ve tam önüme getirdi. Önümde diz çöküp burktuğum bileğimi kavradı. Ayağımı sandalyenin üzerine yerleştirdi. Giyindiğim kısa file çorabı aşağı doğru çekerken ona şaşkın gözlerle bakıyordum. Uzun parmakları bileğime nazikçe dokunarak masaj yapmaya başladı. Ona karşı çıkmam gerektiğini biliyordum; fakat dokunuşları o kadar iyi geliyordu ki, dilim düğümlenmişti sanki.

Dokunuşları bileğimdeki sızıyı yavaş yavaş yok ediyordu; fakat varlığı kalbimdeki sızıyı artırırken hangisine odaklanmam gerektiğine karar veremiyordum.

Masaj yapmayı sürdürürken yalnızca onun parmaklarını izledim. Bakışlarım yüzüne tırmandığında onun simasını saran düşünceli ifade ile karşılaştım. Parmaklarının ahengine eşlik eden yoğun düşüncelerle baş ediyor olmalıydı. Onun yüzünü seyrettiğimi hissetmiş gibi, bakışları birden bire bakışlarımla çarpıştı. Parmakları hareket etmeyi kesti, gözbebekleri büyüdü. Onun yoğunlaşan bakışlarına karşılık tepkisiz kalmak için çabaladım. Gözlerimi kaçırmamaya özen gösterdim; çünkü ondan kaçmak demek, hâlâ geçmişten parçalar taşıdığımı işaret ederdi. Bu nedenle düz bir duvara bakıyormuş gibi hissiz bir edayla gözlerine mıhlandım.

"Acıyor mu?"

Kendimi hissiz göstermek için gösterdiğim çaba nedeniyle başlangıçta sorduğu soruyu idrak edemedim. Ardından bileğimden söz ettiğini anlayabildim. "Geçti."

Parmakları bileğimi terk etti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan aşağı indirdiği file çorabı yukarı doğru çekti. Bu işlemi gerçekleştirirken parmaklarını hafifçe tenime değdirmeyi es geçmemişti. Dizi parkeyi terk etti. Ayağa kalkar kalkmaz arkama doğru ilerledi. Sırtımdaki abimin sırt çantasını omuzlarımdan düşürdü. Çantayı alıp masanın üzerine bıraktı. Buzdolabına doğru ilerlerken arkası bana dönük bir şekilde konuştu.

"Biraz dinlen. Sonra gidersin. Merak etme yemem seni."

"Senden korktuğumu mu zannediyorsun?"

Buzdolabının kapağını açıp iki tane elma çıkardı. "Benden korkmuyorsun, Ecrin. Benden kaçıyorsun."

Buzdolabının kapağını kapatırken dönüp bana baktı. Onun bakışlarının yüzümde olmasını fırsat bilerek sinirini bozacak bir sırıtma ile cevap verdim. "Senden kaçmıyorum, sadece sen yokmuşsun gibi davranıyorum. Varlığına başka türlü tahammül edemiyorum çünkü..."

Yüz hatları gerginleşirken yüzüme bakmaya bir son verip lavaboya doğru ilerledi. Çeşmeyi açıp elmaları yıkamaya koyuldu. Bir elmayı neredeyse elinden düşürecekken son anda yakaladı. Arkası bana dönük olmasına rağmen gerginliğini okuyabiliyordum. Çeşmeyi kapattıktan sonra yüzünü benden tarafa döndü. Kalçasını mutfak tezgahına yaslayıp gözlerime bakmayı yeniden sürdürdü. Bakışlarındaki kırgınlık bariz bir unsurdu.

"Ben yokmuşum gibi davrandığına göre şu anda kendinle sohbet ediyor olmalısın." dedi ve tek kaşı havalandı.

"Şu anda seni varsayıyorum, Barlas. Yıllar bana işime geldiği gibi davranmam gerektiğini öğretti."

"Beni istediğin zaman varsayarsın ve istediğin zaman da yokmuşum gibi davranırsın, değil mi?"

Yalnızca başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Bunun üzerine o da bu baş sallayışıma eşlik etti. Suratında sahte bir tebessüm yer edindi. Bu tebessümün kaynağı hayal kırıklığıydı, biliyordum. Masaya doğru ilerleyip elindeki elmaları masanın üzerine bıraktı. Gözleri gözlerimle derin bir denize atlarcasına buluştu. Bakışları çok keskindi.

"Tebrik ederim. Tıpkı benim geçmişteki halime dönüşmüşsün. Benim sana söylediğim sözleri şimdi sen bana söyler olmuşsun. Bilmeni isterim ki, benim o tavırlarımın nedeni sana karşı içimde beliren hisleri yokmuş gibi göstermekti ve bu yalana kendimi de inandırmaktı. Sen de bu yöntemi deniyorsun; ama inan bana, bir işe yaramıyor. Eninde sonunda hislerinin esiri oluyorsun."

Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadan hiçbir his barındırmayan bakışlarımla onu dinledim. Sözlerini noktaladığı an alay edercesine bir kahkaha attım. "Benim sana karşı hâlâ içimde his taşıdığımı mı zannediyorsun? Kıyamam sana, ne kadar da hayalperestsin. Kendini bir tokatla istersen, belki hayal aleminden çıkman için yeterli olur."

Çenesi, dişlerini sertçe birbirine bastırmasıyla beraber kaskatı kesildi. Bakışlarını gözlerimden çektiğinde sırtı görüş alanıma girdi. Mutfaktaki dolaplardan birisini açıp meyveleri kesmek için tahta çıkardı. Üst çekmeceyi açıp bıçaklardan birini aldıktan sonra dolabın kapağını ve çekmeceyi kapattı. Yüzü tekrardan görüş alanıma girdiği esnada masaya doğru yaklaşıp elindekileri masanın üzerine bıraktı. Tahtanın üzerine elmaları yerleştirip bıçakla yavaş yavaş dilimlemeye başladı.

Gözlerini dilimlemekte olduğu elmalardan ayırmadan konuştu. "Kimin hayalperest olduğu tartışılır. Merdivenin tepesinde kendi kendine konuşup ağlayan, yerleri yumruklayan ve beni gördüğünde gerçek olmadığımı iddia eden sen değil miydin?"

Sözleri yüzüme mühürlenen maskenin mühürünün çözülmesine neden oldu. Göz göze olmayışımızı fırsat bilerek alt dudağımı ağzımın içine yuvarladım. Dişlerimi dudağımın üzerine geçirdim. Merdivenin başındaki savunmasız halime bir açıklama getirmeliydim. Onun için düştüğüm perişan hâli bir yalanla örtmeliydim. Barlas başını kaldırıp gözlerimizi birleştirdiğinde dudağımı azad ettim. Çok ani bir hızla, mührü çözülen maskemi tekrardan yüzüme mesken ettim.

"O travmamın nedeni sen değildin."

Kaşları yukarı doğru havalandı ve dudaklarında histerik bir sırıtma belirdi. "Öyle mi?"

"Sen olabileceğini mi sandın?"

Kaşları aşağı indi; fakat sırıtması yerli yerindeydi. "Adımı ve soyadımı söyledin. Bana hakaret dolu sıfatlar giydirdin, ardından benden nefret ettiğini haykırdın. Bizzat kendi kulaklarım ile işittim."

İşte şimdi köşeye sıkışmıştım.

Kısa bir süre içerisinde arkasına sığınacağım yalanı tasarladım. "Evet, doğru işitmişsin; yalnız sana karşı nefret dolu sözlerimin ve göz yaşlarımın nedeni sen değildin, abimdi. Yıllarca ondan ayrı kalmama neden olduğun için senden nefret ettiğimi söyledim. Abimin dün ölebileceği ihtimalini, onu son kez dahi göremeyeceğim ihtimalini düşünerek ağladım. Sana tek kızgınlığım abimi benden çalmış olman. Onun dışında sana bir kızgınlığım yok. Geçmişi geride bıraktım, Barlas. Seninle özel olarak bir derdim yok; çünkü seni unuttum."

Yüzündeki sırıtma bir buz gibi eriyip zemine doğru sızdı. Gözlerinin kahverengisi, gözbebeklerinin irileşmesiyle karanlığa teslim oldu. Çenesi birbirine kenetlendi. Dişlerini sıkmaktan yüzü kaskatı kesildi. Elindeki bıçağı sertçe tahtanın üzerine vurdu. Çıkan ses tüylerimi şahlandırdı. Boşta kalan elleriyle yüzünü ovuşturdu. Elleri yüzünü terk ettiğinde ise gözleri yüzümü buldu. Bakışlarında yoğun bir öfke vardı. Emin adımlarla bana doğru ilerlemeye başladığında korkunun sinsi mürekkebi kanıma damla damla karıştı. Bakışlarıma örttüğüm hissizlik perdesini bir an olsun indirmeden ona bakmayı sürdürdüm. Bileğimin acısının geçtiğinden emin olduktan sonra sandalyenin üzerinde duran ayağımı aşağı indirdim ve ayağa kalktım. Bileğimdeki sızı yok olmuştu. Barlas tam karşımda durduğunda, ona kafa tutuşuma karşılık hafifçe tebessüm etti. Gözlerindeki öfke ile dudaklarındaki tebessüm arasındaki eğreti duruşa karşılık, benim de dudaklarım alaycı bir kıvrılmaya büründü.

"Beni unuttun, öyle mi?"

Seni unutabilmek için nelerimi vermezdim, Barlas. Keşke bir parça dahi eksilseydin benliğimden...

Yüzümdeki ifadeden ödün vermeden cevap verdim. "Evet."

"Kolay olmuş anladığım kadarıyla. Nasıl başardın peki? Bana da öğretsene. Belki ben de başarabilirim."

Yüzümdeki alaycı tebessüm daha da genişledi. "Altı yıl görmeyince aileni bile unutursun, Barlas. Bence sen beni daha da kolay unutmuşsundur. Şu an hissettiğin kuyruk acısını 'unutamamak' ile karıştırma."

Bakışlarındaki öfkeye bir kürek daha vurdu ve derinliğini arttırdı. "Altı yıl görmeyince aileni bile unutursun, öyle mi? Peki öyleyse, az evvel abin için döktüğünü iddia ettiğin gözyaşlarına ne denmeli? Anlaşılan unutulmuyormuş. Kendinle çelişmeyi bırak da, gel doğruları konuşalım."

Gerginleşen sinirlerimi bastırmak adına sesli bir gülüş sergiledim. Bu gülüşün arkasında gizlenen gerginlik barizdi; fakat yine de Barlas'ı yaralamaya yetmişti. Gözlerinde sergilenen hüzünlü portreden bunu anlayabiliyordum.

"Doğrulara o kadar uzaksın ki, şu anki sözlerine katıla katıla gülmek isterdim." dedim ve kıvrılan dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim. "Evet, abimi unutamadım; çünkü onu unutmak istemedim. Onun benimle gelmeyişini senin üzerine yıktım ve ona karşı nefretim hiçbir zaman olmadı. Yanlızca senden nefret ettim, Barlas. Yalnızca seni unutmak istedim. Altı yıllık uzunca bir süreç geçirdim. İstedim, başardım. Her ne kadar zoruna gitse de kabullenmelisin. Ben seni çoktan unuttum."

Yüzümdeki ciddiyet o kadar kusursuzdu ki, Barlas'ın tüm sözlerime harfiyen kandığını biliyordum; fakat kendimi kandıramıyordum. Onu unutamadığımı en iyi ben biliyordum.

Barlas yaşla dolan göz pınarlarına inat sahte bir gülümseme sergiledi. "Demek beni çoktan unuttun. Peki ya anılarımızı hafızandan silebildin mi?"

Az önce anılarımızı hatırlayarak gözyaşlarına boğulduğum gerçeğini bir kenara ittim. "Evet, silebildim."

Bakışları üzerimden usulca çekilip az önce üzerinde elma dilimlediği masaya mıhlandı. "Burada yemek yerken Erkin'den gizlice masanın altında ellerimizi birbirine kenetlemiştik."

Dile getirdiği anıyı hatırlamamak için onun baktığı taraftan gözlerimi uzak tuttum. İster istemez o anıya doğru sürükleniyordum. İçim derin bir sızı ile titrerken dışım tepkisizce duruyordu.

Barlas elini kaldırıp ocağın durduğu tarafı işaret etti. "Yumurta kırmayı beceremediğim için bana orada yumurta kırmıştın...  O yumurta bile kırmayı beceremeyen adam, sırf seninle zaman geçirmek uğruna çorba yapmıştı. Tam orada... Sen yanıbaşımdaydın. Kollarımız birbirine temas ediyordu. Seni gülümsetiyordum. Sonra dudaklarındaki tebessümü seyrederken seni öpüyordum. Sen beni yemek yetişmeyeceği için azarlıyordun... Sadece şu ocağın önü dahi o kadar çok anılarla dolu ki... Kaldıramıyorum."

Gözlerini sımsıkı yumup ellerini şakaklarına bastırdı. Gözünden akan birkaç damla yaş, elmacık kemiklerinden aşağı süzüldü. Bir an için göz yaşının yanağında bıraktığı ıslak yolu dudaklarımla kurutmak istedim. Ona verdiğim acıyı öpücüklerim ile gidermek istedim... Sonrasında ise kalbimin defalarca süngülenmiş yanı isyan bayraklarını dikti. Beni yıllardır için için çürüten bu adam, ona karşı hissettiğim merhametin tek zerresini hak etmiyordu.

"Bu anıların benim için hiçbir önemi yok. Bunlar döktüğün gözyaşlarına değer anılar değil. Bunlar alaşağı edilmiş bir aşktan geriye kalan anılar. Bahsini açıp yok yere kendini yorma. Unut gitsin."

Elleri şakaklarından aşağı düştü. Göz kapaklarının mührü çözüldü ve hüznün koyulttuğu gözleri gözlerimle buluştu. Dudakları bir şeyler söylemek için aralandı; fakat tek duyulan dudaklarından firar eden kuru bir nefes oldu. O nefes, hayal kırıklığının sessiz feryadıydı. Bir şey söylemesine gerek kalmadan içinde biriken yoğun acıyı bana hissettirebildi. Tek yaptığım öylece durmaktı. Karşımda duran adamın ruhunun can çekişini izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Ona acı çektiren bendim, biliyordum. Bu bir yanımı kıvrandırıyor, diğer yanımı ise tatmin ediyordu.

Onun acı çekişen ses tonuna da, göz yaşlarına da itimat edemiyordum. O anıları hatırlıyor olması, beni hiç unutmadığı anlamına gelmezdi. O beni yıllarca aklının bir köşesine itmişti. Şimdi benimle yüzleşince itildiğim köşeden gün yüzüne çıkmıştım. Bunca zaman boyunca beni bir kez olsun anmayan adam, şimdi karşımda göz yaşı döküyordu. Sözlerinin ve döktüğü yaşların hiçbiri inandırıcı değildi. Belki pişman olabilirdi, değerimi anlamış olabilirdi; fakat beni hiç unutmamış olamazdı.

Beni unuttuğunla kal, Barlas Seçkiner. Bir daha hatırlama, hatırlatma...

"Ecrin..." dedi ve bir anda bana doğru bir adım yaklaştı. "İstesem de unutamıyorum. Ne seni, ne hafızama kazınan anılarımızı."

Onun bana iyice yaklaşan bedeni gerginliğimi tetikliyordu. Birden bire yüzü yüzüme doğru acelesiz bir hızda yaklaştı. İçime çektiğim nefesler git gide artıyordu. Kalp atışlarımın sesi kulağımda yankılanıyordu. Bu yankı beni çileden çıkartmak üzereydi. Barlas'ın yüzü ile yüzüm arasında çok az bir mesafe kaldığında, Barlas duraksadı. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamak isteyen gözlerim, dikkatlice yüzünü süzüyordu. Göz kapakları bir kez daha gözlerini örttü. İçine derin bir soluk çekti. Bu derin soluğu birkaç kez tekrarladı. Dudaklarında hayran bir tebessüm belirdi. O tebessümün nedenini anlamam zor olmadı. İçine çektiği solukların ardına saklanan kokumdu, onu gülümseten...

Ne yazıkki irademi daha fazla yönetemedim ve ben de onun kokusunu içime yolcu ettim.

Kıvılcım... Kalbim göğüs kafesime sürtündü ve ardında ufak bir kıvılcım bıraktı. O kıvılcım damarlarıma sızarak yavaş yavaş büyüdü. İç organlarıma yayıldı. İçimde kemiklerimi un ufak edebilecek bir yangın belirdi. Bir kez daha kokusunu içime çektim. Yangın harlandı. Tam olarak kül olmanın eşiğine gelmiştim. Barlas'ın gözlerinin aralanması ile yangın tüplerinin içimde patlaması bir oldu. Kıvılcımdan doğan harlı alevler hızla söndü. Her ne kadar yangın son bulsa dahi, içimde saniyeler içinde oluşan yanıkların bir merhemi yoktu.

"Kokun beni mahvediyor. Bu kokuyu nasıl unutabilirim, bilmiyorum. Ne zaman kokunla soluklansam aklımı yitiriyorum, Ecrin."

Sözlerinin yalan olduğunu kendime defalarca kez mırıldandım. Yalan, yalan, yalan. Her zaman yaptığı şeyi yapıyor, Ecrin. Seni kandırıyor. Kendine inandırıp istediklerini elde edecek. Sonra seni bir paçavra gibi bir kenara atacak. İnanma ona!

"Kokumla bir daha soluklanamayacaksın; çünkü bir daha bana bu kadar yakın olamayacaksın. O yüzden yitirdiğin aklını geri getir."

Gözlerindeki hüzün silikleşti ve yerini keskin bir öfkeye bıraktı. Yüz hatları iyice sertleşti. "Şu dinmeyen öfkeni benden çıkart. Hadi, canımı yak. Merdivenlere vurana dek, beni hırpala. Belki o zaman rahatlarsın."

Gözlerimdeki ifadesizlikten bir an olsun ödün vermeden ona baktım. O gür sesiyle beni tetiklerken ben yalnızca öylece durdum. Bir an olsun kıpırdamıyordum. Bu tepkisizce bekleyişim, onun öfkesini daha keskin bir hâle dönüştürdü.

"Ne o, kıyamıyor musun bana? Canımı yakmaya dahi kalkışamıyorsun daha... Sözde unutmuştun beni. Hadi, ne duruyorsun o zaman. Kıysana bana... Sevmediğini ispatla-"

Daha fazla sözlerine tepkisiz kalamayan elim ansızın havalandı ve onun sağ yanağına doğru indi. Vuruşumun sesi sözlerini yarıda kesti. Suratı sol tarafa doğru savrulurken eli yanağına yaslandı. Parkeye odaklanan gözleri bir süre orada oyalandı. Elimde hissettiğim sızlama hissi sayesinde canını ne kadar yaktığımı anlayabiliyordum. Eli, yaslandığı yanağından çekildiğinde tokatımın teninde bıraktığı kızarıklığı seyrettim. Bakışlarım gözlerine yol aldığında onun da bana bakmakta olduğunu fark ettim. Kahverengi hareleri ilk defa bu kadar hissiz bakıyordu.

"Umarım yatışmışsındır."

Boğuk çıkan sesi kulaklarımdan kar gibi eriyip gitti. Sanki tek dokunuşumla onu paramparça etmiştim. Bakışları gözlerimle mührünü kopardı. Sırtı gözlerimin önüne geldiğinde onun adımları masaya doğru yaklaştı. Masanın üzerinde duran kumandayı eline aldı. Ne yapmaya çalıştığını çözmek istercesine onu seyrettim. Kumandanın tuşuna basarak fırının üzerinde duran minik televizyonu çalıştırdı. Bir kanalın rakamını tuşladığında, ekranda bir şarkı klibi başladı.

"Dinle." dedi Barlas, kuru bir ses tonuyla.

Dikkatimi şarkının melodisine yönelttim. Bilmediğin bir parçaydı. Melodisi daha öncesinde dinlememiş olduğumu fısıldıyordu. Şarkının sözleri, melodisi eşliğinde duyulduğu esnada kendimi sözlerin ahengine teslim ettim.

"Sen görmedin, bilmedin, sevmedin,
Şimdi bana anlatma dinlemem,
Yok istemem masallarını,
Uyandım ben…

Bilirim senden başka şey beklenmez,
Sen sadece anları seversin,
Ne yarın ne dün umrumda,
Biri varsa koynunda…

Yanlış baştan sona yanlış,
İkimiz de ölene dek yalnız...

Ben bir hayat kurdum,
İçinde sen yoksun…
Zaten nerden baksan,
Sen bir kalbe çoksun…

Sen bir hayat kurdun,
Sevgiden, aşktan yoksun...
Zaten nerden baksan,
Bugün varsın, yarın yoksun…"

Şarkı son bulduğunda ekranda reklam oynamaya başladı; fakat benim zihnimde hâlâ şarkının sözleri dönüp dolaşıyordu. Barlas'ın yüzüne sayıp dökmek istediğim çığlıklar şarkıyla can bulmuştu. Gözümü ekrana dikmiş öylece bakınırken birden bire Barlas'ın sesinin kulaklarımda çınlamasıyla irkildim.

"Erkin ne zaman şarkı kanalını açsa, sürekli 'Çıkan şarkı İrem'den bana gelsin.' diyip dururdu. Sonra çıkan şarkının sözlerini dikkatlice dinlerdi. Sanki karşısında İrem varmış da Erkin'e hislerini dökermiş gibi... Hâlâ onun aklında olup olmadığını böyle test ederdi. Güzel bir parça gelirse mutlu olurdu ve ben ne zaman denk geldiysem güzel parçalar çıkmıştı ona... Onunla alay ediyordum. 'Tam bir yıkıksın' diyordum. Bir gün arabamda bir yere gidiyordum. O gün bu saçma fala ben de bulaştım. Radyodan rastgele bir kanala dokundum ve çıkan parçanın sözlerini senden duyarmış gibi dinledim. O çıkan parça da, ondan sonra tutuklarım da beni mutlu etmedi. Çünkü o şarkıların hiçbirinde beni sevmedin. Hep unuttun beni, umursamadın, nefret ettin..."

Gözlerim ekranı terk edip onun yüzünü hedef aldı. Gözleri yaşla dolduğu için bakışlarını benden kaçırıp başını aşağı doğru eğdi. Dudakları hafifçe aralandı ve güçlükle can bulan sesi kulaklarıma yol aldı. "Az önce çıkan parçayı da senden bana tutmuştum, Ecrin."

Titreyen sesi çok zor işitebileceğim bir desibeldeydi. Onun bu incinmiş görüntüsü aklımı kurcalıyordu. Gerçekten benim yüzümden acı mı çekiyordu? Yoksa hepsi birer rolden mi ibaretti? Bu adam benimle yağmurun altında dans eden, benimle yağmurlu bir gecede sevişen, beni çiseleyen bir yağmur gibi usulca terk edendi... Bana seni seviyorum dediği gecenin ertesinde pılını pırtını toplayıp çekip gidendi. O, dengesini asla tutturamamış bir teraziydi. Ona güvenmek demek, bir katilin gölgesine sığınmaktı. O tehlikeydi, acıydı, alev alev yakandı...

Öne doğru eğdiği başını kaldırdı. Gözleri beni es geçip televizyona mıhlandı. Benim bakışlarım da onu takip etti. Reklamın son bulduğunu fark ettim. Ekranda beliren "Nostalji" yazısının ardından Barlas'ın sesi beni hedef aldı. Gözlerinin aksine...

"Bu fala seni de dahil ediyorum, Ecrin. Belki az sonra çalacak olan şarkı, beni sana daha iyi anlatır." dedi ve şarkının melodisi odayı sarıp sarmaladı. "Yalnızca dinle."

Çalan parça eskimişti; fakat eski olması onu daha da güzelleştirmişti. Daha evvel defalarca dinlemiştim. Öncesinde sadece ezbere bildiğim sözlerine eşlik ederdim. Şöyle bir düşününce sözlerinin ne anlam ifade ettiğinden bihaberdim. Göz kapaklarımı gözlerimin üzerine devirdim. Tüm duyu organlarımı etkisiz hâle getirip yalnızca işitmeye odaklandım. Şarkının sözleri devreye girdiğinde, sanki o sözler Barlas'ın dudakları arasından dökülürcesine dinledim.

"Yok mu, senin insafın yok mu?
Bir güler yüzün çok mu?
Dağ mısın, taş mısın?

Uzak mı; bu eda, bu hâl tuzak mı?
Hak mısın bana, yasak mı?
Dost musun, düşman mısın?

İki gözüm seneler geçiyor,
Gönül ektiğini biçiyor,
Bir selam lûtfet, bu ne çok hasret,
Gel, barışalım artık...

Canözüm bahar geldi,
Dalları kiraz bastı,
Yedi kat eller yakınım oldu,
Gel, kavuşalım artık..."

Şarkı son bulduğunda, kalbimde tuhaf bir sızlama peyda oldu. Bunca zaman bu şarkıyı boş yere dinlediğimi fark ettim. Ta ki bugüne kadar... Sözlerin her biri kalbime dokunmuştu. Bestelenmiş her kelimesini kana kana hissetmiştim. Şarkıda barınan hasret o kadar yoğundu ki, yüreğimde kıyı bucağa sakladığım hasretten daha fazlaydı. Öyle fazlaydı ki, kaldıramıyordum. Nakaratındaki her "Gel" diyişinde, iliklerime kadar titremek istedim. Âdeta Barlas ayaklarıma kapanmış da bu şarkıyı mırıldanmış gibi dinlemiştim. Bu televizyonda rastgele çalan bir şarkı değildi. Bu şarkı bir yalvarıştı...

Göz kapaklarım devrildiği yeri terk etti ve usulca aralandı. Bakışlarım Barlas'ın gözleriyle çarpıştı. Başını hafifçe sol omzuna doğru bükmüştü. Acı, gözünün tüm çeperine dalga dalga yayılmıştı. Acının yanına serpilmiş umudu da görebiliyordum... Birden bire yıllar öncesi gözümün önünde canlandı. Onunla birlikte uyuduğum gecenin ardından yalnız başına uyanışımı anımsadım. Paramparça ettiğim mektubunda yazan kelimelerin her bir harfi gözlerime saplandı. Kokusunun sindiği çarşafı camdan aşağı atarken ona pencereden haykırdığım ve onun işitemediği kelimeler kulaklarımı kanattı. Akabinde şarkının üzerimde bıraktığı etki buharlaşıp etrafa dağıldı...

Ayaklarıma kapanan hayali silikleşti ve kalbim, onun sahte yalvarışına karşı tepkisiz kaldı.

"Barışmayacağız, kavuşmayacağız Barlas. Bu saçma fala kapılıp da sana şarkıların beni hatırlatmasına izin verme. Beni unutmalısın. Çünkü unutmak da sevmek gibidir, karşılıklı olmazsa acı verir."

"Acı veren şey sevmektir." dedi ve dudakları buruk bir titremeyle kıvrıldı. "İki kişiden sadece birisi unutmuşsa eğer, kalan kişi tek taraflı sever. Acının kaynağı sevgisinin artık karşılıksız oluşudur. Benim canımı yakan senin beni unutman değil, benim bu aşkı artık tek başına göğüsleniyor olmam."

"Bunu, bunca zaman bana verdiğin acının bedeli olarak varsay." dedim ve ona sırtımı döndüm. "Burada fazla oyalandım."

"Dur!"

Bağırışı üzerine mutfak kapısına doğru atmak üzere olduğum adımımı durdurdum. Yüzümü ondan yana çevirmeden sırtımı görüş alanında bıraktım. Bir şey söylemesi için bekledim. Bir süre sükûnet eşliğinde öylece dikildim. Nihayetinde Barlas'ın sesi kulaklarımda çınladı.

"Beni dinlemeden mi gideceksin?"

Sorduğu soru o kadar komik gelmişti ki, gülmemek için kendimi zor tuttum. "Seni hiçbir zaman dinlemeyeceğim."

"Bunca yıl boyunca abinden ayrıydın. Bunun sebebi ona karşı öfkendi, biliyorum."

Sinirlerim yavaş yavaş gerginleşti. "Bu seni hiç alâkadar etmez, Barlas."

Mutfak kapısına doğru bir adım attığım esnada Barlas panikle söze atıldı. "Ya abinin geçerli bir nedeni varsa? Bunu hiç hesaba kattın mı? Eğer dün hayata gözlerini yumsaydı ve kendini sana karşı hiç ifade edemeseydi... Onun içinde hep bir ukte kalacaktı, sen de pişmanlıkla boğuşacaktın."

Onun sözleri gerginliğimi hat safhaya getirdi. Dişlerimi var gücümle sıkıp ona yüzümü döndüm. Gözlerinde isteğine ulaştığını belli eden tatminkâr bir ışıltı belirdi. Benim gözlerim ise öfke nehrinde yıkanmıştı.

"Neyin peşindesin?"

Tahmin ettiğimden daha gür çıkan sesim mutfakta yankı yaptı. Barlas hiç istifini bozmadan tahtanın üzerinden bir elma dilimini alıp ağzına attı. "Çok geç olmadan beni dinlemeni istiyorum. Ne benim içimde bir ukte kalsın ne de sen pişman ol..."

Sözlerinde bahsettiği geç kalmanın altında yatan mânâ, ölümdü. Kendi ölümünden bahsediyordu. Barlas Seçkiner'in ölümü... Kalbinin bir anda atmayı bırakmasıyla meydana gelen büyük felaket... Bunu hayal dahi edemiyordum, etmek istemiyordum. Bu imânın kalbimi sızlatmasına rağmen soğukkanlılığımı korudum. Bakışlarımdaki tüm hissiyatı zifiri karanlığa gömdüm. Gözbebeklerime oturan hissizlik eşliğinde söze atıldım.

"Ne sandın? Ölümle alakalı imânın içimi sızlatacağını ve seni dinleme kararı alacağımı mı? O eski Ecrin yok, Barlas. Senin canının acısını kendi canında hisseden Ecrin, artık yok! Ölün de umrumda değil, dirin de. Şuracıkta geberip gitsen, zerre umursamam. Ne arkandan ağlarım, ne de cesedini çiğnerim. Bunu kafana sok artık, Barlas... Sen benim için bir 'hiç'sin."

Sözlerimi idrak ettikten hemen sonra dişleri arasındaki elmayı çiğnemeyi bıraktı ve ardından yavaşça yuttu. Yutkunurken bakışları çatılan kaşlarının altında gölgelendi. Bir şey söylemek için dudaklarını araladı. Sonra dişleri sahte bir gülümseme ile sergilendi. Elleriyle yüzünü örtüp kahkahalarla güldü. O kahkahaları onu mutluluktan ziyade öyle perişan gösteriyordu ki, ona sahiden acıyordum. Bir süre sonra elleri yüzünü terk ettiğinde kahkalarını güçlükle bastırdı.

"Yıllar öncesinde boşuna çabalamışım." dedi ve az önceki kahkalarıyla zıtlaşan bir damla yaş gözünden düştü. "Ölümüm seni mahveder zannediyordum. Oysa ki kalbini sızlatmazmış bile..."

Bu defa gülme sırası bendeydi.

Yüzümde müztehzi bir tebessüm belirdi. "Ne çabasından bahsediyorsun? Ben ortada bir çaba göremiyorum. Yıllar öncesinde bir şeyler için hep ben çabaladım. Sen sadece benim inşa ettiğim güzel anıları yıkmak konusunda çabaladın, Barlas. Ayrıca ölmen üzerine kalbimin sızlayabilmesi için bir kalbimin olması gerekir. Maalesef, benim kalbim öldü. Katili de sensin."

"O halde katil olma sırası sende."

Bir anlam veremediğim sözlerinin ardından eli tahtanın üzerinde duran bıçağa uzandı. Seri adımları bana doğru yaklaşmaya başladığında ne yapmaya çalıştığını anlamlandıramıyordum. Attığı her bir adımda gözlerindeki duygu seli yavaş yavaş kuraklaşıyordu. Ondan korkmuyordum; fakat güvenmiyordum da... O bıçağı elinde tutuşundaki mantıksızlığı gidermeye çalışırken Barlas tam karşımda durdu. Zihnimin kavrayamadığı bir hızda bıçağı elime tutuşturdu. Avcumun hassas dokusunda bıçağın soğuk ve metal sapını hissediyordum. Bu hissiyat beni ürkütüyordu. Barlas'ın eli, bıçağı tutan elimi çepeçevre sardı. Onun dokunuşunun sıcaklığı avcumun içindeki soğukluğa tezat düşüyordu. Barlas'ın diğer eli de belimi sımsıkı kavradı. Boşta kalan kolumu benim bedenim ile kendi bedeni arasında kıstırdı.

Beni köşeye sıkıştırmıştı.

Onun emrivaki dokunuşlarıyla abluka altına alınmıştım. Beni dört bir yanımdan sarmıştı. Birbirimize öyle yakındık ki, kokusu yalnızca kıyafetlerime sinmekle kalmamış, içerlerime işlemişti. Kokusunun etkisi kısa sürede üzerimde tesirini göstermişti. Beynim işlevini tamamen yitirmişti. Tamamıyla duygularımla hareket edebileceğim bir raddeye gelmiştim.

"Öldür beni."

Barlas'ın sıcak nefesi yüzümün hassas dokularını ısıttı. Kurduğu iki kelimelik cümlenin yükü omuzlarıma devrildi. Benden böyle bir şeyi arzu etmesi pişmanlıkla yüz yüze gelmeme neden olmuştu. Onu ne denli incittiğimi şimdi görebiliyordum. Elimi sımsıkı tutan elini hareket ettirip boynuna doğru yaklaştırdı. Avcumun içinde duran bıçağın sivri ucunu boğazına yasladığında çığlık atmamak için yanağımın içini dişledim.

"Ne yapıyorsun?"

Buram buram paniğin işlendiği sesimle ona yönelttiğim soruya karşılık tepkisiz kaldı. Bu defa hissiz kalma sırası ondaydı. Kahverengi hareleri tüm hislerden arınmıştı. Yalnızca beni gözlemliyordu.

"Beni öldüreceksin ve ödeşeceğiz. Ayrıca sana, beni unuttuğunu ispatlamak için de iyi bir gösteri imkanı sunuyorum."

Konuştukça hareket eden adem elması nedeniyle bıçağın tenini yaralamasından aşırı derecede korkuyordum. Bu korkuma rağmen ona hiçbir şey belli etmemek adına öylece durdum. Bıçağın avcumdan kayıp düşmesi için parmaklarımı hareket ettirmeye çalıştım; fakat Barlas'ın elimi saran güçlü tutuşu yüzünden bunun mümkünatı yoktu. Umutsuzca iç geçirdim. Elimden bir şey gelemiyor olması beni öfkelendiriyordu.

Suratına karşı öfkeyle bağırdım. "Seni öldürmeyeceğim. Daha fazla saçmalama ve kes sesini, Barlas."

"Beni hiç öldürmediğini mi zannediyorsun?"

Bağırışıyla birlikte boğazının hareketlenmesi, iliklerime kadar ürkmeme neden oldu. Bıçağın ucu boğazına yaslıydı ve onun bağırışıyla boğazını hafifçe çizmişti. Küçük kan toplulukları teninin üzerinde belirdiğinde bedenimden ufak bir titreme geldi geçti. Tüm gücümle elimi geriye doğru çektim; fakat onun karşı atağa geçmesi nedeniyle bıçağı boğazından bir milim daha oynatamadım. Bedenlerimiz arasında sıkışan kolumu kaldırmak istediğim vakitte ise, Barlas sanki bunu sesli bir şekilde ifade etmişim gibi kolumu yakalayıp arkamda sabitledi. Tam ağzını aralayıp bir şey söyleyecekti ki, ondan önce söze atıldım.

"Sus, konuştukça boğazın yaralanıyor." dedim ve tedirgin bakışlarımı boğazındaki gittikçe artan kan topluluğuna odakladım. "Lütfen..."

Gözlerimi gözlerine diktiğimde bakışlarındaki harlı ateşin dindiğini fark ettim. Sözlerim onu biraz da olsa yatıştırmıştı. Kısacık bir anlığına gözlerime bakakaldı ve düşündü. Elimi saran eli bir an olsun gevşemedi. Diğer elini gevşetip arkama yasladığı kolumu serbest bıraktı. Boşta kalan eliyle lacivert lacoste tişörtünün eteğini kavradı. Bıçağı boğazından uzaklaştırıp üzerindeki locoste tişörtü tek bir hamlede başından çıkartıp parkenin üzerine attı. Gözlerim çıplak kalan göğsünde ve belirgin karın kaslarında ufak bir gezintiye çıktı. Bakışlarımın odağı olan bu vücut beni her ne kadar etkiliyor olsa da, eskisi gibi aklımı başımdan almıyordu. Çünkü bunun bedelinin çok ağır olduğunu tatmıştım.

Barlas Seçkiner çekici biriydi. Onun çekiciliği seyir etkisi bırakıyordu. Olur da seyirden öteye giderseniz sizi yakıp kül ediyordu. Bu yanış, tutkuyla başlayıp hiçlikle son buluyordu. Ben yıllar önce seyrin ötesine geçmiştim. Öncesinde tutkunun harlı alevleriyle yanmıştım ve ardından küllerimi hiçliğin kıyısında bulmuştum. Bu hiçlik, Barlas'ın yokluğuydu.

Barlas bıçağı saran ellerimizi hareket ettirdiğinde bakışlarım gözlerine tırmandı. Gözlerimin içine baka baka bıçağı tam sol göğsüne dayadı. Ne yapmaya çalıştığını idrak etmeye çalışmaya bir son verip serbest duran kolumu kaldırdım ve elimi Barlas'ın elinin üzerine sımsıkı sardım. Gücümün bir kademe daha artması beni umutlandırdı. Bıçağı onun vücudundan uzaklaştırmak adına kendime doğru çektim. Barlas hiç istifini bozmadan sadece sarf ettiğim çabayı seyretti. Bıçağı biraz da olsa göğsünden uzaklaştırmayı başarmıştım. Aniden yüzümde hissettiğim yumuşacık dokunuşla gücüme odaklanmaya bir son verdim. Barlas diğer eliyle yanağımı kavramıştı. Sessiz bakışlarımız kademe kademe birbirine karıştı. Avcunun içiyle yanağımı okşadı. Onun şefkatli okşayışları, ruhumun sendeleyip bedenimin önüne devrilmesine neden oldu.

"Ölmemi diliyorsun, ardından ufak bir sıyrık dahi almamam için çabalıyorsun... Hislerini kontrol edemiyorsun; çünkü beni seviyorsun. Ya benim hayatıma ya da sevgini kalbine gömmeye bir son vermelisin. Çünkü ben ne yeryüzünde ne gökyüzünde olmak istiyorum. Ben yalnızca senin kalbinde olmak istiyorum, Ecrin."

Son cümlesi bir mürekkep damlasına dönüşüp tam kalbime damladı. Bir daha silinmeyecek bir lekeydi bu. Yüzümü okşamayı, hiç ara vermeden sürdürdü. Gözlerini yumarak bana doğru bir adım yaklaştı. Onun tek bir adımıyla, ellerimizin arasında duran bıçak tekrardan göğsüne dayandı. Adımının tekrarı gelmedi. Başını öne doğru eğdi. Yüzü yüzüme doğru sokuldu. Burnuyla burnumun ucuna dokunduğunda neredeyse titreyecektim. İçine çektiği sesli soluklarla kokumu içine aldığının sinyallerini veriyordu.

"Sana dokunurken bile kalbim sancılanıyor. Tenim tenine değerken dahi, yokluğunu hissediyorum. Kokunu içime çekmekten korkuyorum. Sanki bir kez doyasıya koklarsam seni, bir daha kokun olmadan nefes alamayacakmışım gibi... Yıllarımı harcadım, Ecrin. Sensiz, kimsesiz, yapayalnızım... Acı içindeyim. Kalbimin feryadını duyabiliyor musun?"

Sesi o kadar kısık bir tonlamadaydı ki, iliklerime tarifsiz bir huzur yayıyordu. Sesi, kokusu, dokunuşu, cümleleri... Her biri beni kanmanın eşiğine taşıyordu. Ona kanmak üzereydim ve bu beni mahvediyordu. İçime bu denli işleyişi, üzerimde bu kadar çok etki bırakması tüm gücümü tüketiyordu. Burada bulunduğum müddetçe ona meydan okumuştum. Şimdi ise onun kolları arasında pes etmek üzereydim.

"Yıllar öncesinde bu evden giderken bir kez ölürüm sandım, yanılmışım meğer. Yokluğunda bin kez öldüm. Kollarında ölebilmek uğruna tekrar tekrar dirildim. Ölümün sonu gelmedi; çünkü kolların yoktu. Sen yoktun, Ecrin. Sensiz bir ölümü kabullenemedim."

Sözlerinde gitmekten söz ettiği an, kolları arasında eriyip gitmek üzere olan benliğim buz kesti. Öfkem karanlık silsilesi arasından sıyrılıp gün yüzüne çıktı. İçimdeki vahşi kadının isyan nidaları gizlendiği duvarın ardından yükselmişti. Ani bir etkiyle suya inmek üzere olan yelkenleri yüzeye çıkarttım. Yüzümü yüzünden uzaklaştırmak için başımı geriye doğru ittim. Burunlarımız arasındaki temas koptuğunda, Barlas'ın avcu da yanağımı kısmen terk etmişti. Barlas gözlerini aralayarak şaşkın gözlerle yüz hatlarımı inceledi.

"Bana dokunmaya bir son ver. Elini de derhâl elimden uzaklaştırmanı istiyorum. Beni rahat bırak artık!"

Öfke ile harmanlanan sesim gittikçe gürleşmişti. Barlas sözlerimi kaale almadan elimi sımsıkı tutmayı sürdürdü. Bu anlık değişimime ayak uydurdu. Onun da yüz hatları sertleşti. Çatılan kaşlarının altındaki kararlı bakışları beni alt edebilecek kadar güçlüydü.

"Yokluğunun yarattığı bu ölüm döngüsünden kurtar beni. Her gün ölmek yerine, bir kez öldür beni." dedi ve bıçağı ısrarla tekrardan kalbinin üzerine bastırdı. "Tam buraya sapla. Ya kollarının arasında son ver hayatıma ya da kollarınla sarıp dirilt beni."

Dişlerimi öyle sert birbirine bastırdım ki, gıcırtısı kulağımı sızlattı. "Sana karşı olan nefretimi bildiğin hâlde saçma sapan hayallere kapılıyorsun. Seni sarıp sarmalayacağımı sahiden düşünüyor musun? Bu mümkün değil. Kalbimde olmayan birisinin, kollarımın arasında da işi olamaz. Seni öldürmeyeceğimi de daha öncesinde ifade etmiştim. Senin beş para etmez canın için, hapislerde çürümeme değmez."

Sözlerim onu öfkelendirmiş olacak ki, çenesi kaskatı kesildi. "Sana, bana nefretini ispat etme imkanı sunuyorum. Madem hapishaneyi dert ediyorsun, o zaman öldürmeyecek şekilde yarala beni. Yüzüme geçirdiğin tokat basit bir darbeydi. Bu sefer ki zor bir darbe... Hadi, bu defa da kıy bana. Ufacık bir sıyrık istiyorum senden. Sonrasında özgür bırakacağım seni."

Gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Sana gerçekten inanamıyorum! Nasıl bir mazoşist manyağa dönüştün böyle? Neden sürekli ispat olarak canını yakmamı istiyorsun?"

"Gözlerindeki bakışlarına bir anlam veremiyorum. Tavırlarını çözemiyorum. Bundan başka bir çarem yok, Ecrin. Canımı yakmanı istiyorum; çünkü insan sevdiği insanın saçının teline dahi zarar veremez." dedi ve elimi biraz daha sıkı kavradı. "Eğer beni yaralayabilirsen cani olmayacaksın. Yalnızca beni unutmuş olacaksın. Bana sevgisizliğini kanıtlamış olacaksın. İçimdeki umudu söndürmüş olacaksın."

Yapamam, diye geçirdim içimden. Çünkü saçının teline dahi kıyamam...

Bir an için onun göğsünde ufak bir sıyrık bırakmayı düşündüm. Canını yakmayacak kadar küçük... Sonra bu düşüncemden çok geçmeden vazgeçtim. Onun derisini kendi ellerimle kanatamazdım. Ona ağır sözler söyleyebilirdim, onun ruhunu alaşağı edebilirdim; fakat canına kasten zarar veremezdim. Bunun düşüncesi bile mideme kramplar girmesine neden oluyordu. Benden izinsiz bıçağın üzerine kilitlenen bakışlarımın bilincine vardığımda, gözlerimi kaldırıp beni içine çeken kahverengi gözlere baktım.

Eli, birden bire ensemi kapattı. Alt dudağına bir parça ısırık kondurdu. "Belki de bu konuda seni tetiklemeliyim."

Ben daha sözlerine bir anlam oturtamadan yüzü yüzüme süratle yaklaştı. Önce yakınlığının sıcaklığıyla sarıldım ve hemen ardından dudaklarım sıcacık dudaklarla örtüldü. Sanki gövdeme kendi ellerimle bağladığım bombayı bir anda patlatmıştım. Bedenim, ruhum parçalara ayrılmıştı. Her bir zerrem havada uçuşuyordu. Vücudumdaki her şey iflas etmişti. Şu anda hiçbir şey hissetmiyordum. Tek hissettiğim dudaklarımın üzerindeki sıcaklıktı. Nefes almayı unuttuğum nadir anlardan birisindeydim. Kalp atışlarım normalin fazlasıyla üstünde bir atışa sahipti, biliyordum; fakat hissedemiyordum. Her bir yanım uyuşmuştu.

Dudakları dudaklarımı öptü. Ardından bir kez daha ve birkaç kez daha... Üst üste öpücükleri bir gitarın tellerine vurulmuş gibi içimi titretiyordu. Öylesine kendimden geçmiştim ki, uzun süredir nefes almadığımın bilincinde değildim. İçime derin bir soluk çektikten sonra onun kokusunun bedenimdeki uyuşukluğa bir virüs gibi yayılmasına izin verdim. Hasretle dolmuştum ve taşmak üzereydim.

Ona ait olan her şeyi deli gibi özlemiştim.

Bu kabulleniş beni gerçeklikle yüzleştirmişti. Etrafta uçuşan zerrelerimi bir araya topladım. Bütün duyularımı geri kazandım. Benliğimi ona teslim etmenin eşiğindeyken rüyadan uyandım. Bilincim tamamıyla uyanıktı. Yumulu olduğundan bihaber olduğum gözlerimi araladım. Onun gözlerinin de yumulu olduğunu fark ettim. Başımı geriye doğru çekmeye yeltendim. Barlas ensemi de en az elim kadar sıkı sarmıştı. Onun tutuşuna karşılık, olduğum noktaya kelepçelendim. Dudaklarım, üzerine defalarca kondurulan öpücüklerle özdeş bir yumuşak öpücük daha tattı. Bu öpücük bende hırçın bir etki bıraktı. Bütünüyle kendimdeyken onun tarafından öpülmek kaçma dürtümü derinleştirdi. O an, ona kıyamayan kalbim devre dışı kaldı. Bıçağı saran ellerimizi ileri doğru hareket ettirdim. Bıçağın bedenine saplandığını anladığımda, tüm kaslarım bir buz gibi kaskatı kesildi.

Barlas Seçkiner'i kendi ellerimle bıçaklamıştım.

Dudaklarıma yaslı dudaklarının arasından acı dolu bir inleme koptu. Birbirine kenetlenen göz kapakları titredi. Gözlerini aralayıp yaşla dolan gözlerime baktı. Göz pınarlarımda biriken yaşlar yanaklarıma dökülüp dudaklarıma doğru yol aldı ve onun dudağına bulaştı. Hayal kırıklığıyla yüklenmiş bakışları eşliğinde yüzünü yüzümden uzaklaştırdı. Önce dudakları dudaklarımı terk etti. Ardından ensemdeki eli aşağı düştü. Bıçağı tutan elimi saran eli gevşediğinde, parmak eklemlerimin sızlayışını hissettim. Bakışlarım ürkek bir yavaşlıkla sol göğsüne doğru yol aldı. Bıçağın hâlâ derisinin içinde oluşu ürpermeme neden oldu. Kalan son takatimle bıçağı geriye doğru çektim. Bıçağın sivri ucu derisinden koptuğunda, onu ne kadar yaraladığımı ölçtüm. Bıçağı yaklaşık 2-3 cm kadar göğsüne saplamıştım.

Bu onu öldürmezdi; fakat beni hayatım boyunca kahredecekti.

Yarasından süzülen kan karnına doğru yol alıyordu. Kanın süzülüşünü ve onu usul usul kirletişini öylece seyrettim. Gücüm ellerimden çekildiğinde bıçak parmaklarımın arasından kayıp gürültüyle parkeye çarptı. Bıçağın uç kısmının elime sürüldüğünü hissetmiştim. Tenimde sıcak bir sıvı bırakmıştı. Barlas'ın bedenini kirleten o sıvı, benim elimi de lekelemişti. Bununla yüzleşmek istemiyordum. Gözlerimi onun yarasından arda kalan kirli süzülüşten çektim. Gözlerimi yumup geriye doğru sendeledim. Birkaç adımın ardından bacağıma çarpan sert cisimle gözlerimi araladım. Çarptığım masaya baktım. Üzerinde abim için hazırladığım çanta duruyordu. Buraya gelmemin amacı olan, benim neredeyse almayı dahi unutmak üzere olduğum çanta...

Çantayı alıp buradan gidecektim. Hiçbir şey olmamış gibi bu evi terk edecektim.

Çantaya uzanan elim görüş alanıma girince, parmaklarım üzerinde gördüğüm kırmızı sıvı üzerine midemde ne varsa kusmanın eşiğine geldim. Onun kanını taşıyan elim nereye gidersem benimle gelecekti. Ben ne kadar olanlardan kaçmak istesem de, bu kanlı eller beni terk etmeyecekti. Duygularımın kontrolü anlık bir dengesizliğe tutuldu, ibresini kaybetti. Onun elimi saran kanına bakarak sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Belim bükülmüştü, omuzlarım şiddetle sarsılıyordu. Diğer elimi ağzımın üzerine kapatarak sesimi kontrol altında tutmaya çalıştım. Birden bire Barlas'ın sesi, bu gürültülü acı çekişime şefkatle sızdı.

"Ağlama... Sadece ufak bir dikiş atacaklar. Ben iyi olurum, dert etme."

Konuşurken sesinin hafifçe zorlandığını hissettim. Bazı harfler dudaklarında boğuklaşıyordu. Bana karşı şefkatli yaklaşımı, vicdanımdaki yükü bir kademe daha ağırlaştırdı. Hissettiğim pişmanlık o kadar çok canımı yakıyordu ki, o bıçak yarasını ben almış olmayı yeğliyordum. Gözümü sımsıkı yumup diğer elimi de yüzüme kapattım. Buram buram kan kokan ellerimle yüzüme dokundum. Kanıyla lekelenmeyi umursamıyordum; çünkü bu aşkıyla lekelenmekten daha hafif bir lekeydi.

"Senin yüzünden!" diye bağırdım. "Seni bıçaklamam için elinden geleni yaptın. Neden... Neden seni yaralamama göz yumdun?!"

"Yapmazsın zannettim." dedi ve acılı bir hıçkırığın ardından devam etti. "Beni seviyor olduğunu düşündüm. Yıllar boyunca beni unuttuğuna inandırmıştım kendimi; fakat dün baktığım gözlerinde sanki benden bir şeyler vardı. Yanılmışım. Nefretin sevgini öldürmüş oysa ki. İyi ki yaptın bunu. Bu yara geçer elbet, Ecrin. Eğer ben yok yere umutlansaydım daha fazla yara alacaktım. İşte o yaraları geçirecek hiçbir ilaç yoktu."

Sözleri, vicdanımı daha fazla deşiyordu.

"Beni öpmemeliydin..."

Ağlaya ağlaya fısıldadığım kelimelerin ardından, Barlas'ın burnunu çekişini işittim. Ağlayışıma eşlik ediyordu. Canının acısından mı yoksa hüzünlenişinden mi ağladığını kestiremiyordum.

"Beni dinlemeliydin..."

Benim kurduğum cümleye benzer cümlesi karşısında bu karşılıklı uyumu sürdürdüm.

"Beni terk etmemeliydin..."

"Zorunda olmasam gider miydim?" dedi.

"Seven insan gidemezdi..." diye cevap verdim.

"Seven insan kıyamazdı." dedi.

Ağlamaya bir son verip son kez fısıldadım. "Özür dilerim... Bıçak yarası için."

"Canım çok yanmadı. İçim daha fazla yanıyor. Beni unuttuğunu kabullendim. Bunu bana ispat ettiğin için teşekkür ederim. Son olarak, ben de özür dilerim... Seni öptüğüm için."

Geçmişten gelen bir anı zihnimin duvarlarında yankılandı. Yıllar önce de, bana bahşettiği ilk öpücük için pişman olduğunu dile getirmişti. Benden yine özür dilemişti... Bu özürlerin bir manası yoktu; çünkü olan olmuştu. Dudaklarımız birbirini tatmıştı, nefeslerimiz ciğerlerimizde tıkanmıştı, kalplerimiz delicesine çarpmıştı... Benliğimi sarsan bu öpücüklerin bir telafisi yoktu. Ne geri alınabilirdi ne de yok sayılabilirdi.

Bu defa susmak yerine, bedelini ödetmeyi tercih ettim.

Yüzümden ellerimi uzaklaştırdım. Göz yaşlarımın bulanık bir bulut gibi serildiği göz kapaklarımın arasından ona baktım. Üzerinden çıkarıp parkenin üzerine attığı locoste tişörtünü göğsündeki yaraya bastırmış bir hâlde ayakta dikiliyordu. Lacivert tişörtün üzerine bulanan kan yüzünden belli kısımları koyulmuştu. Yarasının sargısı o lacivert kumaş parçasıydı, gözlerinin durağı da bendim. Muktedir duruşunun altına, perişan olmuşluk sinmişti. Gözleri sıcak bir minderdi ve hüzün, o minderin altına yavru bir kedi misali gizlenmişti.  Gözlerimi gözlerinden ayırmadan ona doğru birkaç adım yaklaştım. Yüzümdeki tüm hisleri cımbızla çekmiştim. Emin adımlarla ona yaklaşan adımlarım son bulduğunda tam karşısında duruyordum. Ona bıçağı sapladığım zamanki gibiydi yakınlığım. Mantığımın gürültüyle çalan çanını susturdum. Kalbimin sükûnetine bir son verip sesine kulak verdim. Yapmak üzere olduğum şeyin bilincindeydim. Bu nedenle kalp atışlarım son derece kontrolsüzdü.

Bu defa kalbine saplayacağım şey onu öldürmeyecekti, diriltecekti.

Bir anlık cesaretle onun kanından izler taşıyan ellerimi ensesine yerleştirdim. Parmaklarımın üzerinde yükseldim. Yüzüm bir şiddetli esinti gibi yüzüne yaklaştı. Dudaklarım dudaklarına uzandı ve orada ıslak bir nefes bıraktı. Yumuşak dudaklarına tutkulu bir buse kondurdum. Dudaklarım dudaklarına değdiği an, tutku kalbine yol aldı. Geçtiği yolları gözlerinden okuyordum. Bu kısa süreli yolculuk son bulduğunda, kalbine tutkuyu sapladım.

Diriliyordu.

Ensesinin kasılışını avcumun içerisinde hissettim. Dudaklarım onun dudaklarına haşin birkaç öpücük daha kondurdu. Bu öpücükler Barlas'ın göğsünden akan kana karışıp geri içeri süzüldü. Kalbinin derinliklerine ulaştığımı biliyordum. Bu öpücükler, onu hiç beklemediği bir anda gafil avlamıştı. Üzerindeki şoku nihayetinde attığında dudakları öpücüklerime karşı atağa geçti. Nazik öpücükleri, benim öpücüklerimin yanında sönük kalıyordu. Parmaklarım saçlarının arasına dalış yaptığında, saçları arasında yumuşak bir geziye çıktı. Barlas başını hafifçe yan tarafa doğru büktü. Açısını genişletmesi ile öpücüklerinin derinliği arttı. Sayısı da...

Dudaklarımızı örseliyorduk.

Nefeslerimizi ciğerlerimizden ayrı bırakan hararetli öpüşlerin ardından, kendime kısa bir nefes molası tanıdım. Dudaklarımı birkaç milim geri çekerek ciğerlerimi nefesle doldurdum. Gözlerim, onun gözlerindeki arzuyu yakaladığında tekrardan dudaklarına uzandım. Barlas aralık kalan dudaklarımın arasını diliyle kapattı. Dilinin tek dokunuşuyla, tüm hücrelerimden titreme dalgaları geçti. Tadı ve dokunuşları o kadar tanıdıktı ki, bu anın her saniyesinden haz alıyordum. Yıllarca hasret çölünde susuz kalmıştım. Şu anda ise dudaklarım kutsal suya ulaşmıştı.

Barlas, ellerinden birini belime yerleştirip bedenimin bedenine iyice sokulmasına neden oldu. Üstümdeki giysinin karın kısmındaki işlemeler nedeniyle; onun dokunuşunu, tenime bilhassa temas etmiş gibi hissedebiliyordum. Dokunuşlarının bıraktığı devasa etki o kadar yoğundu ki, bu etkiyi daha derin tatmak istiyordum. Saçlarının arasındaki ellerimi aşağı doğru indirdim. Dokunuşlarım onun çıplak sırtına ulaştı. Sırt kasları, dokunduğum andan itibaren teker teker kasıldı. Ağzı, bu kasılmanın hemen ardından dudaklarımdan uzaklaştı. İçine derin bir soluk çekti. Göğsünün hızlı inip kalkışının ardından dudakları eksik kaldığı yapbozunu tamamladı.

Dudakları alt dudağımı sarıp sarmaladı. Orayı defalarca kez öptü. Göz kapaklarım, bedenime çöken huzurun ağırlığıyla kapandı. Heyecan, tutku ve özlemin kesiştiği can alıcı bir anın parçasıydık. Kalbim uzun yıllar sonra ilk kez böyle delicesine dövünüyordu. Güm güm güm... Bu ses kulaklarımda öyle bir duyuluyordu ki, kalp atışlarıma mikrofon tutulmuş hissine kapılıyordum. Barlas'ın diğer eli de omzuma değdi. Parmaklarının dokunduğu her köşe alev alev yanıyordu. Bana bütünüyle dokunsun istiyordum. Dudakları tenimin her katmanına insin istiyordum.

Kolum onun göğsüne değdiğinde sıcak bir sıvıyı derimin üzerinde hissettim. Bunun ne olduğunu tanımlamam fazla zamanımı almadı. Barlas'ın göğsünden sızmakta olan kandı... Sırf omzuma dokunmak uğruna, yarasının üzerine bastırdığı tişörtü tutmayı bıraktığını fark ettim. Yumulu olan gözlerim hemen aralandı. Dudaklarımı, onun öpücüklerinden koparırcasına çekip aldım. Bakışlarımız yine birbirine çekildi. Geri çekilişim onu afallatmıştı. Yüzüme çarpan nefesleri eşliğinde bir adım geriledim.

"Kanamanı durdurmalısın." dedim ve bahsettiğim kanamaya bir an olsun bakmadım. "Sonra da doktora git."

Bakışlarına şaşkınlık ve paniğin izleri doluştu. "Gidiyor musun?"

"Evet."

Sesinin volümü yükseldi. "Hiçbir şey olmamış gibi mi? Hiç öpüşmemiş, hiçbir his duymamış gibi mi?"

Sorusuna karşılık sahte bir umarsızlıkla omuz silktim. "Unut gitsin."

Gözleri öfkeyle aralandı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bana acı çektirmek için daha ne yapacaksın?"

Sonlara doğru boğuklaşan sesi kalbimi sızlatsa da, soğukkanlılığımdan ödün vermedim.

"Sana kalbimi öldürdüğünü söylediğimde, benden bunun bedeli olarak seni bıçaklamamı istedin. Özürünün işe yaramayacağını biliyordun, bu yüzden ödeşerek geçmişi geride bırakmayı seçtin-"

Gittikçe daha fazla öfkeyle dolan sesiyle sözümü böldü. "Ne demek istiyorsun şimdi?"

"Az önce beni öptüğün için özür diledin. Özürün bir halta yaramazdı. Bunun bedeli olarak ben de seni öptüm." dedim ve elimin tersiyle dudağımı sildim. "Ödeştiğimize göre, bugünü geride bırakabiliriz."

Dudağımın üzerinde kalan tüm kırıntılarını yok etmeme neden olan elime baktı. Bakışlarındaki öfke yavaş yavaş yok oldu. Yerini hayal kırıklığı aldığında, bunu görmeyi kaldıramadım. Ona sırtımı döndüm ve o hüzünlü gözleri ardımda bıraktım. Kapıya doğru ilerlemek üzere harekete geçtim. Daha ikinci adımımı atmaya kalmadan Barlas kolumu sıkıca kavradı. Sırtım dönük bir vaziyette öylece durdum. Barlas, arkamın ona dönük olmasına aldırış etmeden konuştu.

"Lütfen, kal... Yalnızca birkaç dakika daha."

"Olmaz. Burada gereğinden fazla bulundum."

"Eğer gidersen hastaneye gitmeyeceğim. Yaramın üzerine bir bez sararım, günlerce ellemem. İltihap toplayıp daha da beter hâle gelirse, bu senin suçun."

Küçük bir çocuk gibi mızmızlanıyordu...

"Saçmalamayı kes, Barlas."

"Duhan'ı arayacağım. Beni alıp hastaneye götürmesini söyleyeceğim. O gelinceye kadar dur, lütfen. O buraya hızlı gelir."

Sesi o kadar perişandı ki, yalvarışları içimi sızlatıyordu.

"Ben burada dursam ne değişecek?" diye sordum.

"Lütfen..." dedi sadece.

Kalbimin sesini kısmayı unutmuştum. Mantığımı susturan nidaları, Barlas'ı daha fazla üzmememi söylüyordu. Onu yeterince kanatmıştım. Bu ricasını yapmam bir şeyi değiştirmezdi. Onu öpmeyi göze almışken biraz daha yanında kalmaktan kaçmayacaktım.

Bedenimi ondan yana döndürdüm. "Duhan'ı hemen ararsan durabilirim."

Kelimelerim dudaklarımdan dökülür dökülmez eli kot pantolonunun cebine uzandı. Hızlı hareket ederek cep telefonunu cebinden çıkarttı. Tuş kilidini açıp rehbere girmesi göz açıp kapayıncaya dek sürdü. Duhan'ın numarasını bulup aramak için ekranı kaydırdı. Telefonu kulağına yaslayıp birkaç saniye bekledi. Bir süre sonra karşı hattan ses gelmiş olacak ki, Barlas konuşmaya başladı.

"Duhan, hemen benim eve gel... Bıçağın üzerine düştüm. Beni hastaneye götürmen gerek, kanamam var...  Gelince görürsün ciddi mi değil mi, oyalama beni. Gel işte, bekliyorum."

Barlas kısa ve hızlı yaptığı konuşmanın ardından telefonu kulağından çekip kapatma tuşuna bastı. Gözleri onay beklercesine gözlerime baktı. Hiçbir ses çıkarmadan sadece başımı aşağı yukarı salladım. Bu onay verişimin üzerine yüzünde hafif bir tebessüm meydana geldi. Kolumu tutmaya bir son verip yere doğru eğildi. Parkenin üzerinde duran tişörtünü eline aldı. Gözlerim istemeyerek de olsa göğsündeki yaraya kaydı. Kanaması ısrarla süregeliyordu. Barlas elindeki tişörtü tekrardan göğsüne bastırdı.

"Benimle gel, lütfen." dedi ve duvara doğru yürüdü.

Lütfen... Beni ikna etmek için kullandığı silah buydu ve bir kez daha işe yaramıştı.

Onun arkasından ilerledim. Adımları son bulunca parkenin üzerine oturdu. Çıplak sırtını duvara yasladı ve eliyle yan tarafını işaret etti. Yine "lütfen" kelimesiyle karşı karşıya kalmamak için karşı çıkmadan yanına oturdum. Sırtım soğuk duvara yaslandığında, başımı ondan tarafa çevirdim. Bana bakan gözleriyle buluşan gözlerim, hissizliğini koruyordu. Barlas'ın gözlerinde ise birden fazla his vardı, seçemeyeceğim kadar fazla...

"Oturduğumda canım daha fazla yanıyor." dedi ve diliyle dudaklarını ıslattı. "Dizine yatabilir miyim?"

Kaşlarım çatıldı. "Saçmalama!"

"Lütf-"

"Kes şunu!" diyerek kelimesini tamamlamasına engel oldum. "Tamam, yat."

Bu kelimelerim onu o kadar mutlu etmişti ki, dudakları sımsıcak bir gülümsemenin esiri oldu. Sanki bir anda dünyaları önüne sermişim gibi gözlerime uzun uzun baktı. Bacaklarımı parkeye dümdüz uzattığımda, şortumun açıkta bıraktığı bacaklarıma kısa süreli bir bakış attı. Gövdesi aşağı doğru eğildi. Başı dizlerime yaslandı. Bakışları tekrardan yüzüme saplandı. Yüzümün her milimini özenle seyretti. Dudaklarındaki eşsiz tebessümüyle...

"Merak etme, bana taviz vermiş olmadın. Acıdığın için ricalarımı kabul ettiğini biliyorum. Umutlanmayacağım, söz veriyorum."

Söyledikleri beni şaşırtmıştı. Böyle düşünmesini hiç beklemememe rağmen, bu durum işime gelmişti. Hiç sesimi çıkartmadan yüzüne bakan gözlerimi yukarı kaldırdım. Mutfaktaki nesneleri öylece inceledim. Sırf onun gözlerindeki hayranlığı ve dudaklarındaki huzur kırıntılarını görmemek uğruna, hiçbir anlam ifade etmeyen nesnelere bakadurdum. Uzun saniyeler birbirinin ardından koşturdu, biz yalnızca sessizce duruyorduk. Ben etraftaki nesneleri kof bakışlarla süslüyordum, o ise muhtemelen yüzüme mıhlamış bakışlarıyla dizimde yatmayı sürdürüyordu.

Sükunetin yüzeyini çatlatan bir mırıldanma mutfakta huşuyla dans etti. Barlas bilmediğim bir şarkının melodisini mırıldanıyordu. Sesi o kadar güzeldi ki, şarkının sözlerine gerek olmaksızın melodiye hayran kalmıştım. Gözlerimi, mutfaktaki gereksiz eşya sürüsünden çektim ve dizlerimde yatan adamın yüzüne indirdim. Bakışları yüzüme yapışmış bir sülük gibiydi. Alabileceği ne kadar görüntü varsa hepsini emiyordu. Benim bakışlarım da onun yüzünün tüm detaylarını seyre daldı. Gözlerimiz, birbirimizin yüz hatlarını hafızalarımıza kazırken Barlas şarkının melodisini mırıldanmaya bir son verdi. Şarkının sözleri, dudakları arasından tane tane döküldü.

"Kestim, akıttım damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları... Olmadı."

İçine derin bir soluk çekti ve sesi bir kademe daha kısıldı.

"Sildim, çıkardım, yüzümden kazıdım yüzüme çizdiğin o siyah derin yazıları... Olmadı."

Göz pınarları, göz yaşı silsilesiyle istila edildi. Bir damla göz yaşı, yanağından düşüp dizime damladı.

"Kustum, tükürdüm içimde senden kalan o keskin, o acıtan hatıraları... Olmadı."

Nefesi titredi ve gözleri, sesi gibi kısıldı.

"Söktün, defalarca diktim o küçük ellerinle açtığın ve sızlayan bütün yaralarımı... Olmadı."

Kendi kanının izini taşıyan elini yüzüme doğru uzattı. Elini yüzüme değdirmeden gözlerimin önünde hareket ettirdi. Ruhumu okşadı.

"Bana ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın çocuk. Niye yaptın… Niye yaptın… Niye yaptın ahh çocuk."

Kolundan tüm gücü çekildi. Eli parkenin üzerine düştü. Gözlerini sımsıkı yumdu. Tüm göz yaşları, biriktiği köşeden bir bir döküldü.

"Göremiyorum, duyamıyorum, artık dokunamıyorum çocuk..."

Göz yaşları dizlerime çiselerken tepkisizce şarkıyı söylemeye devam etti.

"Anlatamıyorum, anlatamıyorum, artık ağlayamıyorum çocuk..."

Sesi bir kademe daha kısıldı.

"İnanmıyorum, inanmıyorum, artık inanamıyorum çocuk..."

Ve bir kademe daha...

"Bilmiyorum, bilmiyorum, artık sevemiyorum çocuk..."

Kuraklaşan dudaklarını diliyle nemlendirdi.

"Ne yağmur, ne kar, ne yüzüme vuran rüzgar, canımı yakan, acıtan sonbahar daha dinmedi çocuk... Seni silmedi çocuk."

Nefesleri yavaşladı ve şarkıyı söyleyiş hızını azalttı.

"Alev alev yanan, kirpiklerinden saçılan, kıvılcımlarınla başlayan bu yangın daha sönmedi çocuk... Sönemedi çocuk."

Hız gitgide daha da yavaşladı. Kısık ve yavaş ilerleyen sesi yok olmak üzereydi.

"Bu viran şehirde, bu viran hikaye, henüz bitmedi, bitmedi, bitmedi, bitmedi çocuk... Bitemedi çocuk."

Sesi, tükenmenin eşiğine tünedi.

"Bu aciz şarkılar, bu aciz dualar, seni geri getirmedi, getirmedi, getirmedi çocuk... D-Dönmedin çocuk."

Boğuk sesi son kısmı söylerken titredi. Dudakları sessizliğin mührüyle prangalandı. Nakaratı bir daha söylemeyi es geçti. Yine bir damla göz yaşı, yanaklarında belirlenen mürettebatta ilerledi. Kapalı göz kapaklarının ardındaki gözlerini göremiyordum. Bunu fırsat bilerek alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Sesimin çıkmaması için dudağımı kanatırcasına dişledim. Şarkının içimde bıraktığı etkiyi savuşturmak adına, nefesimi tuta tuta ağladım. Elmacık kemiklerime düşen her bir damlanın izlerini, tek tek silip yok ettim.

Ben onun için hep çocuktum. Küçük bir kız çocuğu... Öncesinde itip kaktığıydım, sonrasında ona ait olandım ve en sonunda da ardında kalandım...

Bana ne yaptın, küçüğüm?

Şarkının nakaratının altında asıl yatmakta olan cümleyi, onun sesiyle kafamın içinde işittim. Bu şarkıyı onun sesinden dinlemeden öncesinde bana bu soruyu sorsaydı, onu yalnızca bıçakladığımı söylerdim. Şimdi ise fikirlerim değişmişti. Ben onu yalnızca bıçaklamış olamazdım. Bu şarkıyı bu denli hissederek ve hissettirerek söyleyen adamın acısı fiziksel olamazdı. Ben onun göğsünde bıçak yarası bırakmakla kalmamıştım, ruhunu da kanatmıştım.

Şarkıyı söyleyen sesini susturmuş olsa dahi, benim kulaklarımdan silinmiyordu. Her kelimesini onun sesinden tekrar tekrar dinliyordum. Ruhum, o soğuk duvarın önünde kıvranıyordu. Kalbimin hıçkırıklarını bir tek ben işitiyordum. Dakikalarca ağlamayı sürdürdüm. Göz yaşlarımı; hissizleşinceye dek, onun sesini öldürünceye dek durduramadım. Barlas ise tabuta yerleşmiş bir ceset gibi kucağımda yatıyordu. Hiçbir tepki vermiyordu. Gözleri yumuluydu, nefesleri yavaş ve düzenliydi. Göğsüne bastırdığı kanlı tişörtünü tutan eli, bir anda parkenin üzerine düştü.

Uyuyakalmıştı.

Hissizleşemesem dahi, kulaklarımdaki sesini öldürmeyi başarmıştım. Göz pınarlarım, daha fazla yaş biriktirmeye bir son verdi. Onun düzenli nefes seslerini dinledim. Bu benim sakinleşmeme neden oldu. Kendimi cesaretlendirdim ve bakışlarımı onun kusursuz yüzünden çekip onda açtığım yaraya perçinledim. Kırmızı kan izleri göğsünün büyük bir kısmını kaplamıştı. O kadar küçük bir yarıktan, bu kadar çok kan akması inanılması güçtü. Kan damlalarının bıraktığı izler, karın kaslarına ve hatta adonislerine dek yol almıştı. Yaradan hafif bir sızıntı hâlinde gelmejte olan kan topluluğunu gördüğümde, midemde peyda olan kasılmalarla baş etmeye çalıştım.

Onun canını yakmış olmak, midemi bulandırıyordu.

Parkenin üzerinde duran eline doğru uzandım. Elinin içindeki tişörtü aldım. Onu uyandırmamaya özen göstererek yavaşça tişörtü yarasının üzerine bastırdım. Nazik olmama rağmen, dudakları arasından minik bir inleme duyuldu. Tişörtü yarasına mesken etmeyi sürdürdüm. Bakışlarım yüzünün keskin hatlarıyla buluştu. Hâlâ uyumaya devam ettiğini fark ettim.

Kim bilir canı nasıl da yanıyordu...

"Ecrin..."

Uyku esnasında sessizce adımı sayıklaması kalbimin hüzünle burkulmasına neden oldu.

Kim bilir ruhu nasıl da kıvranıyordu...

Bana büyük acılar çektirmişti, hem de çok büyük... Şimdi ise bedelini ödüyordu. Onun benim gibi acı çekmesi, beni tatmin etmekten öte, tüm hücrelerimi parçalıyordu. Ne kadar acı çekerse çeksin, ona acı çektirmekten kaçınamıyordum. Öfkem o kadar dev bir hâle gelmişti ki, öfkemi biçmek uğruna onu mahvediyordum. Mahvoluşunu evre evre seyrederken hislerimi kontrol edebiliyordum; fakat son hâlindeki perişanlığını seyretmek kontrolümü alaşağı ediyordu. Acımı kamçılayan yüzünü seyrederken onunla bugün, bu çatının altında yaşadıklarımı anımsadım.

Ona çok ağır laflar söyleyip onu göğsünden bıçaklamıştım. Sonrasında da onun dudaklarını dudaklarımla çevrelemiş ve dizlerimde uyutmuştum.

Barlas haklıydı. Ben artık onun geçmişteki hâline dönüşmüştüm... Dengesizdim ve onu seviyordum. Hislerime savaş açmıştım. Sırf onu kalbimden devirmek uğruna, Barlas'ı da kendimi de hırpalıyordum. Sonrasında ise ona verdiğim acı için, sessizce ağlıyordum. Şu andan itibaren onun dengesizliğinin nedenini anlayabiliyordum. Aşktan kaçmak, insanın dengesini alaşağı ediyordu. Bir yanın aşık olduğun kişiyle savaşırken diğer yanın onu kucaklıyordu. Yüzleştiğim bütün bu gerçeklik, şu anda kucağımda yatmaktaydı.

Ben Ecrin Karayel, Barlas Seçkiner'i unutmak uğrunda benliğini yitiren ve en sonunda yine kendini aynı aşkın başrolünde bulan kadın... İşte kucağımda kanlar içinde yatan bu adam, benim kalbimde verdiğim savaşın gazisi.

O acı içinde uyuyorken ben, ona kalbimin derinliklerinden fısıldadım. Uyanıkken hiç duyamayacağı, bir daha dile getirmeye cesaret edemeyeceğim o kelimeleri...

"Seni seviyorum, Barlas Seçkiner... Ben seni hiç unutamadım."

♧♧♧

Bu kadar uzun ve duygulu yazmış olduğum bölüme oy vermeyi es geçmezsiniz, değil mi? İnanın yazana kadar canım çıktı... Emeğimi karşılıksız bırakmayın.❤

Geçen bölümün oyları çok azdı. Bu bölüm 2000 oy bekliyorum.😍 Lütfen...

Bölüm nasıldı? Lütfen yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyin, hepsini okuyorum. 💞

Birde ufak bir ricam daha olacak. Eğer hikayemi okuma listesine eklemeyen varsa, rica etsem ekleyebilir mi? Hikayemizin daha çok tanınmasında okuma listelerinizin de payı oluyor. Şimdiden herkese teşekkür ederim.💓

Ecrin'in dönüşümü hoşunuza gitti mi? Yoksa eski halini mi daha çok seviyordunuz? Yani teknik olarak: Barlas'ı süründürmeye devam etmeli mi, yoksa taviz vermeyi mi sürdürmeli? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 🤔

Ah birde... Barlas'ım için kimin yüreği yandı? Ben bir sigara yakacaktım da, kullanmıyorum. Yakan olursa benim yerime de yaksın. 😂 Çok acı çekti kuzum benim.😢😓 (Ben yazmamışım gibi...)

Yeni bölüm ne zaman gelir bilemiyorum; fakat tarih yaklaşınca Instagramdan haberdar ediyorum. Buradan da beni takip eden okurlarıma duyuru yapıyorum. İsterseniz Instagramdan veyahut buradan beni takibe alabilirsiniz. 😘

Hepinizi kocaman öpüyorum. Kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...💕💋

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynaaaf_

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro