MSOM? -24- ❝Yara ve Ruh❞
Selam! Sonunda bitmek bilmeyen bölüm geldi. Ayy, yaz yaz öldüm. 8000 kelime nedir yahu? Zaten kurgu çok karmaşık ve uzun. Benim bütün kurguyu toparlamamı gerektiren bir bölümdü bu. Ehh birde hasta oldum. Acillerde sürüne sürüne kafamı adam akıllı toparlayamadım. Ama nihayet kafamı toparlayıp size upuzuuun bir bölüm yazabildim. Bol bol Barlas ve Ecrin okuyacaksınız, bilginize. Valla fazlasıyla duygu yüklü ve başından sonuna kadar Barlas'ın geçmişini konu alan bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz.
Bu bölümü, uzun yıllardır tanımadığım ve rastgele Wattpad'de tanıştığım kuzenime ithaf ediyorum. Beyza'cığımaaa ♡ Seni geçte olsa bulabildiğim için çok mutluyum balım. Çoook seviliyorsunn ♥♥♥ Bu arada efsane bölümlerden birisinin ithafını istedin. Benim için en değerli bölüm bu ve sen de değerli bir insan olduğun için sana bu bölümü layık gördüm. Umarım bu bölüm senin için de değerli olur bebeğim. ♥
@BeyzaFetvaci
**Multimedya'da bölümle ilgili resimler var!**
-Keyifli Okumalar.
~
24. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
Geçirdiğim dehşet verici saatlerin ardından, hâlâ yaşıyor olmak mucizevi bir şeymiş gibi geliyordu. O ıssız sokaktan polisler ile birlikte çıktıktan sonra, yoldayken aklımı esir alan korkunç düşüncelerin ardından, bir anda girdiğim ağlama krizi sonrası halsiz düşüp bayılmıştım ve ayıldığımda kendimi hastahane odasında bulmuştum. Abim ve İrem endişeyle beni soru yağmuruna tuttuktan sonra, birde polislere olanlar hakkında ifade vermem gerekmişti. Şu an ise, hâlâ hastahane odasındaki yatağın üzerinde yatıyor ve abimin emri üzerine, serumun bitmesini bekliyordum.
Evet, bitmek üzere... Bitiyor... Ve nihayet bitti!
"Abi serum bitti." dedim, işaret parmağım ile serum torbasını işaret ederek. "Söz verdiğin gibi, artık Barlas'ın odasına gitmeme izin veriyorsun, değil mi?"
"Ne meraklı kızsın sen, fıstık." dedi ve oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. "Ayaklarının üzerine basabilecek misin? Biraz daha beklesen olmaz mı?"
Asla, bir saniye bile beklemem! Artık bu hastahane odasında boş boş oturarak, Barlas'ın geçmişini öğrenme süremi daha fazla erteleyemem!
"Olmaz! Ayağım ağrımıyor bile. Sadece birazcık burktum ve yürümemi fazla etkilemiyor, merak etme."
"Biraz daha dinlensen olmaz mı canımın içi? Bak ben hâlâ olanların etkisindeyim. Geceler boyunca kâbuslar göreceğim kesin. Şu an iyisin, farkındayım ama yine de her an sana bir şey olacak diye ödüm kopuyor. Polislerden olanları duyduğum an neler hissettiğimi bilmiyorsun. İliklerime kadar derin bir korku işledi ve bir yerin incinecek diye ölüp ölüp diriliyorum."
Abim çatallaşan sesiyle kurduğu cümlelerin ardından, avcunun içini yanağıma yaslayıp baş parmağı ile yanağımı okşadı. Sözleri yüreğimde derin bir sızı yaratmıştı ve gözlerimin yavaşça dolmasına neden olmuştu. Serumun takılı olduğu kolumu hafifçe kaldırıp elinin üzerine koydum ve boğazıma oturan yumruyu yutkunup güçlükle tebessüm ettim.
"Abi korkulacak bir şey yok. Bak, baş belası kardeşin yanıbaşında. Ben hiçbir yere gitmiyorum, benden kurtuluşun yok. Benim ne kadar inatçı olduğumu bilmiyor musun? Bu yüzden yüreğini ferah tut sen, bana hiçbir şey olmaz."
Gözlerine dolan gözyaşları içimi sızlatırken, boğuklaşan sesiyle konuştu. "B-Ben düşünmeden edemiyorum Ecrin. Ya Barlas tam zamanında yetişmeseydi, ya onlar sana kıysaydı... Bir daha seni görememe ihtimalini düşündükçe, aklım çıkıyor!"
Söylediği her bir kelam, sol yanıma derin bir sızının saplanmasına neden olmuştu. Ve bu sızı yüreğimi için için acıtmıştı. Mavi hareleri gözyaşlarında boğulurken, göz kapaklarını birbirine bastırır bastırmaz gür kirpiklerinin arasından aynı anda birkaç damla yaş süzüldü. Göz pınarlarıma hücum eden yaşlar benden izinsiz gözlerimden kayıp giderken, boşta kalan elimi kaldırıp yüzüne doğru yaklaştırdım ve gözlerinin altındaki ıslaklıkları parmak uçlarımla usulca sildim.
"Ne olur ağlama abi. Bak ben burada, hemen elinin altındayım. Aklına getirdiklerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Beni senden kopartamadılar. Lütfen sildiğim yaşların yerini yenileri almasın. Geçti, ben iyiyim."
Gözlerindeki endişe yavaş yavaş yitip giderken, elini elimin altından kurtarıp benim de gözlerimden akan yaşları sildi. Ardından eli biraz aşağıya kayıp boynuma doğru yol aldığında, bakışları boynumla omzumu birleştiren noktada duraksadı ve parmağının diş izine dokunmasıyla, bedenime soğuk bir ürperti yayıldı.
"Ensendeki yara taptaze ve nedeni belli. O herif ensene sert bir cisimle vurup seni bayıltmış olmalı. Peki ya bu diş izi ne demek oluyor? O şerefsizin yaptığını düşünüyorum, fakat sanki daha önceki günlerden birinde olmuş gibi solgun ve belirsiz. Kim yaptı bunu sana ve ne zaman oldu Ecrin?"
Ne diyeceğimi şaşırmış bir vaziyette donup kaldığımda, sessiz kaldığım her saniye abimin koyu kavisli kaşları biraz daha çatıldı. Bugün yaşadığı korku onu yeterince sarsmıştı zaten. Birde üzerine öfkenin eklenmesine izin veremezdim. Eğer ona, diş izinin Alper'e ait olduğunu söylersem, öfkeden deliye döner ve ortalığı toza dumana katardı. Bu sefer Alper'in burnu kırılmakla kalmaz, abim onu öldüresiye pataklardı.
"Nesrin... Evet, Nesrin yaptı bunu. İfademde beni boğmaya çalıştığı için onu bacağından yaraladığımı söylemiştim ya, işte biz yerde boğuşurken bir anda boynuma doğru uzanıp dişlerini geçirdi. Ben hemen kendimi geri çekmeyi başardığım için, boynumu çok az yaraladı. O yüzden diş izi solgun görünüyor olmalı."
Yüzümdeki ciddiyeti zerre bozmadan öylece durduğumda, abimin gözlerindeki şüphe yavaş yavaş kayboldu. Takındığım maske yüzüme cuk diye oturmuştu âdeta. Bu yüzden abimin söylediklerime kanmama gibi bir ihtimali yoktu. Bu olayı daha fazla deşmemesi için dikkatini başka bir konu üzerine vermeliydi.
"Her neyse, artık kapatalım şu konuyu. Yaşadığım olayı atlatmaya çalışıyorum abi, lütfen anla beni. Ayrıca öğrenmek istediğim şeyler var, Barlas'ın odasına gitmeme müsaade eder misin? Onunla konuşmaya ihtiyacım var."
Ve onu görmeye, sesini duymaya, kokusunu içime çekmeye, sıcaklığını hissetmeye de ihtiyacım var!
"Tamam bir tanem, sen nasıl istersen. Ama Barlas'tan duymak istediklerini duyduktan sonra taburcu olacaksın ve eve gidip iki gün boyunca dinleneceksin, anlaştık mı?"
"Ama okula gitmem gerekiyor. Bu yüzden bir gecelik istirahat bana yeter."
"Barlas ve senin için iki gün rapor aldım. İkinizde okula gitmek yerine dinlenirsiniz işte. Neyse, şu hemşireyi çağırayım da serumunu çıkartıp Barlas'ın odasına gitmene yardım etsin."
Abim hızla üzerime doğru eğilip alnıma minik bir öpücük kondurdu ve geri çekildiğinde bana tebessüm ederek kapıya doğru ilerledi. Odadan çıkar çıkmaz, kalbim, saatler sonra onu görebilecek olmanın sevinciyle hızını arttırmıştı. Ayrıca iki gün boyunca okula gitmeyerek, Alper'in yüzünü görmeyecektim. Bu iki neden, onca yaşanan korkunç anlara rağmen, birkaç saniyeliğine de olsa dudaklarımın kıvrılmasına neden olmuştu.
***
Ayaklarımın neredeyse tamamen ağrısı dinmişti ama yine de abimin yoğun ısrarları yüzünden, hemşirenin yardımıyla Barlas'ın odasına gelmiştim. Şu an Barlas'ın uzanmakta olduğu hastahane yatağının hemen yanıbaşındaki sandalyenin üzerinde oturuyordum. Odada başbaşaydık, ikimizden başka kimse yoktu. Fakat yaklaşık 15 dakikadır ikimizde sessizce duruyorduk. Odada, sessiz nefes seslerimizden başka bir ses duyulmuyordu. Barlas dişlerini var gücüyle sıkarak, beyaz tavana bakıyor ve sessizliğini koruyordu. Şu an raydan çıkmak üzere olan bir tren gibiydi. Sanki ağzımdan tek bir kelime çıkacak olursa, o tren raydan çıkıp üzerime devrilecekti.
Sessiz kalıp öylece beklemektense, o trenin üzerime devrilmesine razıydım.
"Barlas..."
Adı, dudaklarımın arasından dökülür dökülmez gözlerini sımsıkı yumdu ve ciğerlerine sert bir soluk çekti. Ellerini anında yumruk hâline getirdiğinde, parmakları avuçlarına eziyet ediyordu. Onu bu kadar öfkelendiren neydi, anlam veremiyordum.
"Neden böyle öfkelisin?" diye sorduğumda, gözlerini saniyesinde aralayıp gözlerindeki okları üzerime doğrulttu.
"Birde soruyor musun? Bak şu hâlimize! Kendine ve bana ne yaptığına bak! Seni uyarmıştım. O kahrolası aklın, ne b*ka yarıyor senin? Benimle inatlaşmak yerine, beni dinlemeliydin. Keşke vicdanımın sesini dinlemeyip seni orada ölüme terk etseydim de, yaptığın akılsızlığın bedelini ödeseydin!"
Ve tren raydan çıkıp kadının üzerine devrildi. Ruh ölü, kalp yaralı...
"Ö-Özür dilerim... Ben bunların olacağını tahmin edemedim." dedim, gitgide boğuklaşan sesimle. "Seni bu hâle getirmemeliydim. O kadınla karşılaşmana sebep olduğum için, çok üzgünüm. Bana kızmakta çok haklısın, ama bu kadar acımasız olma. Ölmemi istiyormuş gibi konuşma... Lütfen!"
Ağlamamak için kendimi ne kadar tutsam da, daha fazla kendimi zaptedebileceğimi zannetmiyordum. Ben asla güçlü bir kız olamamıştım ve az önce, aşık olduğum adamın ağzından duyduğum sözlerin ardından da güçlü kalamazdım. Gözlerime biriken birkaç damla gözyaşı elmacık kemiklerimden süzüldüğünde, ıslak kirpiklerimin arasından Barlas'ın gittikçe yumuşayan yüz hatlarına baktım. Bir anda yumruk yaptığı ellerinden birini gevşetip yukarı doğru usulca kaldırdı ve elini yüzüme yaklaştırıp baş parmağının yanağıma dokunmasına izin verdi. Parmağı gözyaşlarımı nazik hareketlerle silip attıktan sonra, parmağıyla yanağımı yavaşça okşamaya başladı.
"Ağlama, gözlerinden akan her yaş kızgın lavlar gibi üzerime yağıyor sanki. Gözyaşlarını görmeye tahammül edemiyorum. Öfkelenince ağzımdan çıkanların hiçbirini kontröl edemediğim için, o kadar ağır sözleri dile getirdim. İnan ki hiçbiri kalpten değildi. Burada yalnız başıma durduğum her saniye, aklımdan neler geçirdiğimi tahmin bile edemezsin, Ecrin. Öfkeden sana saldırdım. Biliyorum, bugün yaşadıklarından sonra daha fazla üzerine gelmemem gerekirdi. Üzgünüm..."
Söylediği her kelime, ölü ruhuma yaşam tohumları ekmiş ve yaraladığı kalbime merhem olmuştu. Barlas, bozuk bir terazi gibi sürekli dengesini şaşıyordu ve bu yüzden etrafındaki insanları da allak bullak ediyordu. Az önce gözyaşlarımın ıslattığı yanaklarımda, şimdi ise iki minik çukur belirmişti. Barlas'ın parmağı hâlâ yanağımda gezindiği için, ansızın, tebessüm ettiğimde yanağımda beliren gamzenin içine gömüldü ve bu temasıyla irkilmeme neden oldu.
"Barlas, bu konuyu kapatalım artık. Boşu boşuna gerilmeyelim." dedim ve yüzümdeki tebessümün dudaklarımdan silinmesine müsaade ettim. "Ben buraya, seninle Nesrin hakkında konuşmak için geldim."
Bir anda Barlas'ın bedeni kaskatı kesildi ve sanki ansızın elektrik akımına uğramış gibi, elini hızla yanağımdan çekip yatağın üzerine koydu. Gözlerindeki şefkat, yerini hissizliğe bıraktığında, kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. O şefkat yüklü bakışlarının ve dokunuşlarının yitip gitmesi, boğazımın düğümlenmesine neden olmuştu.
"Boşu boşuna gerilmemizi istemiyorsun madem, o zaman neden o kadının adını ağzına alıyorsun? Daha doğrusu, çakma adını demeliydim!" dedi, birbirine bastırdığı dişlerinin arasından.
"Belki sen bunu göremiyorsun ama, artık ben de geçmişinin bir parçasıyım Barlas. Benzer şeyler yaşamış olabiliriz. Ben senin neler yaşadığını bilmek istiyorum ve buna hakkımın olduğunu düşünüyorum." dedim ve ardından en son söylediği şeyi hatırlayarak devam ettim. "Ayrıca çakma ad derken, neyden söz ediyordun?"
"Bak Ecrin, tehlikeli sularda yüzüyorsun. Bu zamana kadar Erkin'den başka kimseye anlatmadım yaşadıklarımı. Geçmişimi deşmeyeli yıllar geçti. Eğer sana anlatmaya kalkışırsam, neler olacağını ben bile bilmiyorum." dedi, uyarı veren bir ses tonuyla. "Soruna gelince, gerçek adı Nesrin değilmiş. Nesrin, Kurbanları için seçtiği takma adlardan birisiymiş sadece. Gerçek adı ise; Gamze. O herifin de gerçek adının Eren değil de, Sinan olduğunu öğrendim polislerden. Ne kadar da güzel salak yerine konulmuşuz, değil mi?"
Ağzım şaşkınlıkla aralanırken, bakışlarımı Barlas'tan bir saniye olsun ayırmadan öylece durdum. Yüzünde hayal kırıklığına dair tek bir kırıntı dahi yoktu. Kaşları öfkeyle çatılmış ve gözleri pişmanlıkla gölgelenmişti. O kadına karşı hissettiği tek şey nefret olmalıydı. Aşkını tamamen yok etmişti kalbinden. Fakat o kadın, Barlas'ın hissettiği nefrete bile layık değildi. Öylesine aşağılık, öylesine günahkâr, öylesine kahpeydi o. Madem ki Barlas'ı geçmişi hakkında konuşturmam zannettiğim kadar kolay olmayacaktı, o zaman ben de öncelikle kendi yaşadıklarımı ve hislerimi anlatırdım. Belki böylelikle benim konuşmam, onu anlatmaya teşvik edebilirdi.
"O adamla uçaktayken tanışmıştık." dedim bir anda ve Barlas merakla sözlerime dikkat kesildiğinde devam ettim. "İzmir'den İstanbul'a gelene kadar hemen yanımdaki koltukta oturuyordu. Kibar bir beyefendi gibi görünmüştü gözüme. Hiç korkmadan yanıbaşında uyuyakalmıştım. İnsanlara çabucak güvenmem saçmalıktı, ama ben ona, kendini bana samimi bir üslupla tanıttığı an güvenmiştim. İstanbul'a geldikten günler sonra, sahil kenarına koşu yapmak için gitmiştim. O zaman yine beni kırmıştın ve sana olan kırgınlığımdan gözyaşlarım eşliğinde koşu yapıyordum. Sonra bir anda onunla çarpıştım. Beni hemen tanıdı ve benimle sohbet etti. Ardından bana numarasını verip nazik dokunuşuyla gözyaşlarımı sildi ve bir daha ağlamamamı söyleyip gitti. Bana o kadar içtenlikle yaklaşmıştı ki, ona karşı bir sempati beslememem olanaksızdı."
Kahverengi harelerini tekrardan öfkenin siyah gölgeleri bürüdüğünde, dışarıdaki soğuğu bize haberdar etmek için ıslık çalan sert rüzgârlar gibi, içindeki fırtınanın habercisi olan bir sesle konuştu. "O adama karşı bir his besledin mi? O adamın, kalbine dokunmasına izin verdin mi Ecrin?"
Başımı önüme eğdim ve ona ne cevap vereceğim konusunda ikilemde kaldım. Ona gerçekleri söylemek, gururumu karanlık bir izbeye kapatıp kanlı bir halatın ucuna asmak gibiydi. Eğer ona, o adamı sevmediğimi söylersem, nedenini bilmek isteyecekti. Bu da, kalbimin sahibinin kendisi olduğunu öğrenmesi demek oluyordu. Ona, o adamı sevdiğime dair bir yalan uyduracak olursam da, içindeki fırtınanın dışa vurumuna neden olacaktım. Bu da, gökyüzümü saracak gri bulutların altında, kalbimin sert rüzgârlara kapılıp oradan oraya savrulması demekti. Gururum, kalbimin fırtınaya kapılmasını cazip görürken, kalbim ise, gururumun katili olmamı kulağıma fısıldıyordu.
Dudaklarımın buruk bir tebessümle kıvrılmasına izin verdim ve başımı kaldırmadan yanıtladım onu. "Hayır, onu sevmedim Barlas. Onun kalbime dokunmasına izin vermedim. Bana bunun nedenini sorma lütfen. Belki, başka bir zaman açıklayacak gücü kendimde bulurum."
Kalbimi fırtınanın pençesinden kurtarıp gururumu ise o karanlık izbede bekletme kararı almıştım. Gururum, hâlâ ipin ucunda bekliyordu, sadece altındaki taburenin çekileceği zaman ertelenmişti. Elbet bir gün o tabure devrilecek ve benliğim, gururumun katili olacaktı.
Barlas çenemi tutup başımı yukarıya kaldırdığında, çatılmış kaşlarının altındaki keskin bakışlarıyla yüzümü süzdü. "Sana bir şey mi yaptı yoksa?"
Gözlerimi şaşkınlıkla aralayıp başımı aceleyle iki yana salladım. "Saçmalama, bana bir şey yapmadı. Eğer bana bir şey yapmış olsaydı, ona hiç güvenmezdim. Nedenini sorgulama Barlas, onu sevmek istemedim ve sevmedim işte."
Başını onaylamazcasına yavaşça iki yana salladı ve kaşlarını çatmaya devam etti. "Bu yanıt benim için yeterli değil."
Ben de onu taklit ederek kaşlarımı çattım ve konuyu başka yöne çekmek için, onu sersemletecek o soruyu dile getirdim. "Peki ya, sen Nesrin'i neden sevdin? Kolaysa yanıtlamaya ilk sen başla."
Çatılan kaşları yukarıya doğru tırmandığında, cesaretim karşısında şaşkına dönmüş gibi görünüyordu. Kelimelerim, kalbindeki o hassas noktaya dokunmuş olmalıydı. Gözbebekleri irileşmiş ve gözünün akındaki kırmızı damarlar belirginleşmişti. Ölümün acı feryadı oturmuştu gırtlağına sanki. Canını acıtan gerçekleri, bağıra çağıra kusmak istiyormuşçasına, seğiriyordu boğazındaki kalın damarlardan birisi. Ama o susuyordu. Sadece susuyor ve ağzına kadar gelen o küf tutmuş kelimeleri geri yutuyordu.
"Cevap vermeyecek misin? Ufacık bir şey bile mi söylemeyeceksin? En azından ben bunu yapmıştım." dedim ve Barlas'ın gözlerinin içine meydan okurcasına baktım.
Kalın dudakları titreyerek aralandı. "O-Onu sevdim, çünkü ona inanmıştım. Bana sahiden değer verdiğine, beni aldatmayacağına, beni yalnız bırakmayacağına... Her şeyden önemlisi; iyi birisi olduğuna inanmıştım."
Dile getirdiği kelimelerin altındaki çaresizliğini hissettiğimde, bu sefer sessiz kalma sırası bana gelmişti.
Onun sarsılmaz görünümünün altındaki savunmasız adam, yavaş yavaş kalkanını yırtıp kendini gözler önüne seriyordu. Barlas Seçkiner, göründüğü kadar güçlü değildi. O, çok hassastı ve fazlasıyla kırılgan... Onun kalbinin surları, sırayla dizilmiş domino taşlarından oluşuyordu. Eğer bir kimse, o taşlardan birini itecek olursa, bütün taşlar birbiri ardına devrilip yerle bir olacak ve kalbini korunmasız bırakacaktı. Benim yapmam gereken tek şey; taşlardan birini itmekti. Şimdilik sadece o taşlardan birine dokunmayı başarabilmiştim. Taşı itecek güç, henüz irademin altında değildi.
Barlas'ın geçmişini öğrenebilmem için bir virüs gibi kalbine sızmam gerekiyordu. Şu an geçmişi hakkında önüme sunulan bilgiler yarım yamalaktı. Âdeta sisli bir geceyi seyretmek gibi... Dışarıyı görebiliyordun, ama orada neler olduğunu tam olarak seçemiyordun. Benim o sisleri dağıtmam gerekiyordu. Tüm gerçekleri çıplak gözle görmem gerekiyordu. Ancak böylelikle kalbinde açılan derin yarasına merhem olabilirdim. O yaranın ne olduğunu bilmeden, onu nasıl iyileştirebilirdim ki?
A planım: Eren ile yaşanan her şeyi ona anlatacaktım ve karşılığında onun da bana Nesrin'den söz etmesini isteyecektim.
B planım: Eğer A planım işe yaramazsa, onu gaza getirip Nesrin ve Eren ile olanları anlatmasına neden olacaktım.
Sanırım onlara sürekli çakma isimleriyle hitap edecektim. Her ne kadar sahte olsa da, onları bu isimlerle tanımıştım ben. Gerçekte isimlerinin ne olduğu, umrumda bile değildi.
Odadaki gerginliği dağıtmak istercesine boğazımı temizledim. "Eren ile yaşadıklarımın devamını anlatmamı ister misin?"
Gözlerini gölgelendiren hüzün, yerini yeniden öfkeli sulara bıraktı. "Anlat."
"Film çekimleri yüzünden çok yoğun olduğum için, sahile inmeye fırsat bulamıyordum ve bu yüzden onu uzun süre göremedim. Bir gün Pasaklı'yı dışarı çıkartmak için sahile indim ve yine Eren ile karşılaştım. Beni özlediğini söyledi. Sonra da, İstanbul'da hiç arkadaş edinemediğini ve benim onunla arkadaş olup olamayacağımı sordu. Aklım karmakarışıktı ve hislerim de. Bu yüzden arkadaşlık teklifini kabul ettim. Film çekimlerimden söz etmiştim ona. Film çekimlerim bittikten sonra, birlikte öğlen yemeği yememizi teklif etti. Ben de kabul ettim. Bugün için ayarlama yapmıştık. Kapıma kadar gelip bana papatyaları verdiğinde, bunun benim aklımı çelmek için olduğunu anlayamadım. O an sadece, ne kadar da centilmen olduğunu düşündüm-"
Barlas'ın tıslarcasına söylediği söz, cümlemi yarıda kesmişti. "İbne!"
Küfür edişine karşılık ne diyeceğimi bilemedim ve bu yüzden anlattıklarıma kaldığım yerden devam etmeyi seçtim. "Senin onu kıskandığını ve bu yüzden yoluma taş koymaya çalıştığını düşündüm ve seni umursamayıp evden çıkıp gittim. Aşağıya indiğimde beni arabasında bekliyordu. Hiç tereddüt etmeden arabasına bindim ve bir süre sohbet ettikten sonra sessizleştik. Bana gideceğimiz yerin ufak bir sürpriz olduğunu söylemişti ve girdiği yollar gitgide ıssızlaşıyordu. İçimde tuhaf bir şüphe yer edindi. Ona 'Burası neresi?' diye sorduğumda, bana ürkütücü bir açıklamada bulundu. Korku tüm iliklerime kadar işlemişti. Arabayı ağaçlık bir yerde durdurduğunda, beni kolumdan tutup peşinden sürükleyerek oradan geçirdi. Ayaklarımı üst üste burkmaktan yürüyecek hâlim kalmamıştı ve çimenlerin üzerine kendimi bırakıp bana ne yapacaksa orada yapmasını söyledim. Madem elinden kurtuluşum yoktu, o zaman daha fazla acı çekmeden hemen olsun ve bitsin istedim. Direnmek yerine pes ettim ve kendimi ona teslim ettim."
O çaresiz hallerim aklımda canlandığında, gözyaşlarımın gözlerime istila etmesine engel olamadım. Barlas'ın gözlerine yerleşen öfkeyle harmalanmış hüzün o kadar yoğundu ki, bütün hisleri kalbinden taşıp, gözlerime perçinlenmiş gözlerinden sicim gibi boşalacaktı sanki. Onun içinde yaşadığı acıyı hissedebiliyordum. Kalbinin, kışın sert rüzgârların eserek kırdığı ağaç dalları gibi kırılışını işitmiştim âdeta.
"S-Sana ne yaptı?" diye sordu, titreyen sesiyle.
"Tahmin ettiğim gibi beni yere yatırmadı ya da alnıma silah doğrultmadı. Yürüyemeyecek hâlde olduğumu anlayıp beni kucağına aldı ve benimle birlikte ilerledi. Ardından bir yerde durup toprağı eşeleyerek metal kapağı bulup açtı. Kapağı açınca 'Hayatım' diyip birisine seslendi ve işte o an aslında evli olduğunu anladım. Beni aşağıya indirdiğinde, o kadın elinde feneriyle birlikte bize doğru geldi ve üzerindekiler görüş alanıma girdiğinde kafamdaki çarklar dönmeye başladı. Doktor maskesi, doktor eldivenleri ve hemşire önlüğü... Geçte olsa onların organ mafyası olduğunu anlamıştım. Bu gerçeğin farkına varır varmaz çığlık atıp kaçmaya çalıştım, ama enseme sert bir cisimle vurup bayılmamı sağladılar. Bilincim kapanmadan önce kadının gözlerini gördüm ve onun Nesrin olduğunu anında anladım."
Ben konuşurken öfkeyle çatılan kaşları, bu defa şaşkınlıkla yukarıya doğru tırmandı. "Sen onu daha önce nerede gördün ki? Nasıl onun Nesrin olduğunu anladın?"
Kahretsin! Neden bu kadar akılsızım ben?
"Şey, ben..." dedim, ne diyeceğimi bilemeyerek. "Off! Daha fazla uzatmadan doğruları söyleyeceğim. Beni çıplak- pardon çeyrek çıplak gördüğün günü hatırlıyor musun?"
Barlas sertçe yutkunup gözlerini benden kaçırarak tavana dikti ve boğuk çıkan sesiyle öfkeyle konuştu. "Sen direkt Nesrin'i nerede gördüğünü söylesene. Bana ne hangi gün gördüğünden!"
"Tamam yaa, sinirlenme hemen." dedim, gülmemek için kendimi tutarak. "O gün İrem, Instagram'da üç yıl önce aktif olan bir sayfaya girmiş. Sevgililerin resimlerini paylaşan bir sayfaymış. Oradaki paylaşımlar arasında Nesrin ile senin resmin de varmış. İrem o resmin linkini attı bana. Yanındaki kadının Nesrin olduğunu anlamam zor olmadı. Ona o kadar güzel bakıyordun ki, aşık olduğun her hâlinden belliydi. Sonra Nesrin'i gördüğümde ise, fotoğraftakiyle aynı kişi olduğunu hemen anladım."
"O resmin linkini bana da atarsın. Şikayet edeceğim ve bir şekilde oradan kaldırılmasını sağlayacağım." dedi, öfkesini dizginlemek için savaş verirken.
"Peki, atarım." dedim, sevindiğimi belli etmemeye çalışarak.
O fotoğrafın onun için hiçbir önemi yoktu.
Barlas'ın gözleri nihayet üzerime mıhlandığında, bakışlarındaki öfke bir nebze olsun dinginleşmişti. İçimdeki merak, yırtıcı bir hayvan gibi bedenimi parçalara ayırıp özgürlüğüne kavuşmak istiyordu. Artık suskunluğa ittiğim sözcükler, isyan bayraklarını çekmişlerdi ve dudaklarımdan dökülmek için kan ve revan içinde savaşıyorlardı. Ve galip gelen yanım, dilimin altında zaptettiğim sözcükler oldu. Mağlup gelen ise, suskunluğum.
"Anlatma sırası sende Barlas." dedim, bir anlık cesaretle. "Anlatmanı merakla bekliyorum. Lütfen anlat bana. Bak, ben tüm yaşananları anlattım sana. Anlattığım yerden sonrasını biliyorsun zaten. Şimdi benim öğrenmek istediklerimi sen anlatacaksın bana. Daha fazla bekletme beni ve ne olursun anlat!"
Barlas gözlerini yumup içine sıkıntılı bir nefes çekti ve gözlerini açtığında keskin bakışlarını gözlerime dikti. "Anlatamam Ecrin, anlatamam! Eğer anlatmaya başlarsam öfkeleneceğim ve öfkelenince gözümün döndüğünü biliyorsun. Neler olacağını ben bile bilmiyorum ve kendimi de, seni de tehlikeye atmak istemiyorum. Bu kadar merak etme, eksik bir adamım işte. Bunu bilmen yeterli."
Orada bahsettiği eksikliği, hangi anlamda kullandığını çok iyi anlayabilmiştim. Organlarından birisinin olmaması, onun için büyük bir eksiklik olmalıydı. En sevdiği yapbozun son parçasının kaybolması gibiydi sanki. Tek bir parçanın, koskoca yapbozun tamamlanmasına müsaade etmemesi gibiydi... Şimdi o parça, başka bir yapbozu tamamlıyordu belki de. Ve Barlas, hep eksik kalmakla lanetlenmişti.
Benim, o parçanın nasıl yitip gittiğini öğrenmeye ihtiyacım vardı. Bu yüzden şimdi B planımı devreye sokacaktım.
"Barlas, hiçbir şey umrumda değil. Şu an tek istediğim, sana yaşatılanları öğrenmek. Senin kalbindeki şu lanet olası yara varya, o yara hiç kabuk tutmamış bile. Sen o yarayı iyileştirmek yerine, her geçen gün kendi içinde verdiğin savaşla daha fazla deşiyorsun, farkında değil misin? Bu böyle olmaz, her şeyi içine atman yanlış. Gerekirse bağır çağır, hastahaneyi başımıza yık, hatta öfkeden kendini kaybedip boğazıma bile yapışabilirsin... Ne pahasına olursa olsun, sen yeterki anlat. İçinde biriken bütün kötü hatıraları damla damla akıt kalbinden. Kalbin kirli kandan arınsın ki, yaran kabuk tutup yavaş yavaş iyileşmeye başlasın. Başka türlü olmaz, başka türlü kurtulamazsın bu illetten!" dedim, her cümlenin üzerine basa basa. "Bak, ben her şeyi göze aldım. Her ne kadar yapmayacağını bilsem de, beni boğma ihtimalini bile umursamıyorum. Ben her şeyi öğrenmek için bu kadar cesurca direnirken, sen sessiz kalmaya devam edecek kadar korkak mısın hâlâ?"
Gözlerine hâkim olan şaşkınlık ve öfke birbirine karışmıştı âdeta. Göz bebekleri kararsızlıkla büyürken, gerilen yüz hatları insanı belirsizliğe sürüklüyordu. Barlas, içine sert ve derin bir nefes çektikten sonra, elleriyle saçlarını kavradı ve saçlarını avuçlarının içinde hapsedip gözlerini sımsıkı yumdu. Şu an doğru olanın ne olduğuna karar vermekte zorlanıyor olmalıydı. Ona meydan okuyarak, dengesini altüst etmiştim.
Barlas ellerini geri çekip saçlarını özgür bıraktı ve sıkıca yumduğu gözlerini usulca aralayıp gözlerimle buluşturdu. "3 yıl önce, annemi ve babamı evimizde çıkan bir yangın sonucunda kaybettim. Onlara dair aklımda kalan son kare, ruhlarının terk ettiği ölü ve yanık içindeki bedenleri. Benim trajik hikâyem böyle başlıyor."
Yüzündeki ifadesizlik ve sesinseki sert tonlama o kadar ürkütücüydü ki, tenimde soğuk bir ürpertinin gezindiğini hissettim. Onun tepkisiz durmasına karşılık ne yapacağımı bilmez hâlde gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Barlas, birden yumruklarını sıkıca sıktı ve yüzündeki umarsız ifade yerini keskin bir acıya bıraktı. Anlaşılan yolun başındayken yüzüne taktığı maskeye tahammülü kalmamıştı ve şimdi, her şeyi tüm gerçekliğiyle yansıtacaktı bana. Gözlerime perçinlenmiş gözleri, gözyaşlarıyla ıslanırken yanaklarından süzülmeden önce titreyen sesiyle konuştu.
"Y-Yanık kokuyorlardı. Yüzlerinde donuk bir ifade vardı. Ö-Ölüm sinmişti üzerlerine ve ben onlara son kez sarılmak yerine, k-küçük bir çocuk gibi ağladım. Çığlık çığlığa, çaresizce... B-Beni her eve gelişimde sarılarak karşılayan annem, o gün son defa c-cansız bedeniyle karşılamıştı beni. O-Onun yerine kendi kollarımı sarmıştım etrafıma ve h-hayatımın anlamı olan iki cansız bedene bakarak orada yığılıp kalmıştım."
Söylediği sözler tüm tüylerimin şaha kalkmasına neden olurken, göz pınarlarım yaşlarla dolmuştu. Barlas'ın gözlerinden birkaç damla yaş aynı anda firar ederken, elimi kalbimin üzerine bastırıp derin sızıyı bastırmak istedim. Onu karşımda böylesine çaresiz görmüşken, kalan son irademi de yitirip gözyaşlarıma elmacık kemiklerimden akıp gitmeleri için müsaade ettim. Elimi eline doğru uzatıp ona güç vermek istercesine sıkıca kavradım ve baş parmağım ile avcunun içini okşayarak ona destek çıkmak için çabaladım.
"A-Annem ile babamın cenaze gününden sonra, sürekli sinir krizleri geçiriyordum. Ş-Şiddetli ağlama nöbetlerimin ardı arkası kesilmiyordu. A-Ağzıma tek lokma koymadığım için, vücudumdaki direnç iyice düşmüştü. O-Onların bir anda, beni öylece bırakıp gitmelerini hazmedemiyordum. Amcamın evinde kendimi f-fazlalık gibi görüyordum. O kadar y-yalnız hissediyordum ki, aldığım her nefes azap veriyordu bana. Ruhen ve bedenen t-tamamıyla çökmüştüm ve bu yüzden günlerce hastahanede kalmak zorunda kaldım."
Ağladığı için çoğu kelimeyi kekeleyerek dile getiriyordu ve gözlerinden firar eden her damla yaş yanaklarının ıslanmasına neden oluyordu. Gözlerimden bir saniye olsun ayırmadığı gözleri, ağlamaktan kıpkırmızı kesilmişti. Şimdi, inine çekilen bir aslan gibi sessizdi. Dudakları titriyordu ve dişleri birbirine çarpıyordu. Birden bire boşta kalan elini yüzüne doğru uzatıp ıslak elmacık kemiklerini sildikten sonra, elini benim yüzüme doğru yaklaştırdı ve az önce kendi gözyaşlarını sildiği eliyle, benim de gözyaşlarımı silip attı. Titreyen dudaklarında birkaç saniyeliğine beliren buruk tebessümün ardından, ben de dudaklarımın hafifçe kıvrılmasına izin verdim.
"Ağlama." dedi, boğuk çıkan sesiyle. "Eğer ben ağladığım için ağlıyorsan, bir dahaki sefere kendimi tutarım ve ağlamam. Sen yeterki ağlama, buna katlanamıyorum."
Elini tutmakta olan elimi daha fazla sıkıp usulca başımı iki yana salladım. "Kendini tutup da gözyaşlarını içine akıtma Barlas. Ağlamak istediğinde ağla ki, rahatla. Ben de ağladıkça rahatlıyorum, sen gözyaşlarımı dert etme. Hadi, anlatmaya devam et."
Barlas başını aşağı yukarı salladı ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti. "Hastahanede kaldığım süreçte benimle sürekli ilgilenen tek bir hemşire vardı. Bana yemek yediren, benimle konuşmaya çalışan, her sinir krizimde yanımda olan, ağlama nöbetleri geçirirken beni sakinleştirmeye çalışan ve beni iyileştiren kişi, o hemşireydi. Benden iki yaş büyük de olsa, vücudundaki hemen hemen hiçbir yeri doğal olmasa da, yalnızlığıma derman olan tek kadın oydu. Nesrin, o zamanlar tutunduğum tek dayanağımdı benim..."
Göz bebekleri öfkenin harlı ateşiyle kavrulurken, içindeki yangının çatırtılarını işitebilmem için, sessizleşti. Dudakları bir yay kadar gergindi. Ağzından çıkacak kelimeleri bir ok misali üzerime salacaktı sanki. Öfkesi bir sapanın ucuna yerleştirilmiş küçük bir taş gibiydi. Her ne kadar zararsız görünse de, hedefine denk geldiğinde onu alt edebilecek kadar güçlüydü.
"Aptal gibi ona bağlandım!" diye bağırdı bir anda ve bu anlık çıkışına karşılık, vücudum kaskatı kesildi. "Onu kaybetmekten köpek gibi korkuyordum ben Ecrin. O da beni terk ederse, ölecekmişim gibi... Ama bak, hâlâ yaşıyorum. Yalnızlıktan ölünmüyormuş demek ki! O, beni lanet olası bir böbreğim için kullandı. Ben ailemin acısını onunla dindirirken, o acımı iki katına çıkarttı. Önce sinsice kalbime sızdı, sonra ise istediğini alıp s*ktir olup gitti!"
Öfkeyle kustuğu her cümlesinde, elimi biraz daha sıkarak canımın yanmasına neden olmuştu. Alt dudağımı ısırarak onu dinlerken, susup sakinleşene kadar hiçbir tepki vermedim. Nihayet hararetle dile getirdiği kelimeleri sonlandırdığında, gözlerimi yumup yüzümü acıyla buruşturdum. Barlas elimi tüm gücüyle sıktığını yeni fark etmiş olacak ki, elleri anında gevşedi ve bir anda ellerini yanaklarımın üzerinde hissettiğimde gözlerimi usulca araladım. Gözlerim gözleriyle buluşur buluşmaz, gözlerindeki pişmanlık ve endişe karşıladı beni.
"Özür dilerim. Ben... Ben farkında değildim. Canını çok yaktım mı?" dedi, telaşla.
Hâlâ sızlayan elimi umursamadan dudaklarımın güçlükle kıvrılmasına izin verdim. "Hayır, biraz acıdı sadece. Telaşlanmana gerek yok, geçti bile."
İçine çektiği sert soluğu sıkıntıyla dışarıya üflediğinde, ellerini yüzümden çekip yatağın üzerine bıraktı ve bir eliyle elimi incitmeden kavrayıp dudaklarına doğru yaklaştırdı ve üzerine minik bir öpücük bıraktı. Dudakları tenime temas eder etmez, kalbim bir kuş gibi kanatlanıp uçmaya başlamıştı. Barlas, elini kucağına yerleştirip elimi nazikçe avcunun içinde tuttu ve gözlerimiz tekrardan birleştiğinde, kanımı alazlandıran o şefkat yüklü bakışlarıyla gözlerimin içine baktı.
"Devam etmemi ister misin?" diye sordu, yumuşak bir ses tonuyla.
"Evet, lütfen." dedim, etkisi altından sıyrılmaya çalışarak.
"Hastahane'den çıktıktan sonra, yangında harap olan evimin tadilatı bitene kadar amcamlarda kaldım ve bütün bu süreç boyunca sürekli Nesrin ile irtibat hâlindeydik. Fakat ona bağlanmaya başladığımın farkında olduğum için, benimle her buluşmak istediğinde bir bahane bulup onu reddediyordum. Hatta bir keresinde onunla görüşmek istemediğimi ve sadece telefona dayalı bir arkadaşlığımızın olmasını istediğimi dile getirmiştim. O da buna karşı çıkmamıştı. Durum böyle olsa bile, ona gün geçtikçe daha fazla alışıyordum. Bunun önüne geçmem imkansızdı."
Kısa bir anlığına duraksayıp içine derin bir soluk çekti ve ardından devam etti. "Aradan iki ay geçti ve evimin tadilatı nihayet bitti. O eve yerleştiğimde annem ve babam ile dolu anılar bir gölge gibi peşime takılmıştı. Geceleri sürekli kâbuslar görüyordum ve o korkuyla gece yarısı telefona sarılıp ağlayarak Nesrin'i arıyordum. Benimle saatlerce konuşuyordu, biliyor musun? Ben sakinleşip uyuyakalana kadar hiç susmuyordu. Fakat bunu bana değer verdiği için yapmıyordu, ona güvenmem için beni tuzağına itiyordu sadece. Bu konuda başarılı da olmuştu zaten. Ona sonsuz bir güvenle bağlanırken, beni asla terketmeyeceğine inandırmıştım kendimi. Bu yüzden şu 'Telefona dayalı arkadaşlık' kuralımı yerle bir edip onunla görüşmeye başladım. Her zaman benim isteklerim doğrultusunda hareket ediyorduk. Bu muhakkak bir şeylerden şüphelenmemem içindi."
Bir müddet duraksamasını fırsat bilip merak ettiğim soruyu dile getirdim. "Onunla sadece arkadaş mıydınız? Yani hiç sevgili olmadınız mı?"
Gür kaşları çatılarak gözlerinin kısılmasına neden oldu. "Onunla tamı tamına üç ay, iki haftalık bir ilişkimiz oldu. Bu üç ayın, iki ayı telefona dayalı bir sırdaşlıktı. Kalan bir ayı ise sık sık görüşmelere dayalı bir arkadaşlığa dönüştü. Sona kalan iki haftalık süreçte ise, sevgiliydik."
Boğazıma sebepsiz yere koca bir yumru otururken, yüzümdeki meraklı ifadeden ödün vermedim. Sanki kalbim solungaçlı bir canlıydı ve şu an sudan kopartılıp kurak çöllere atılmıştı. Kalbim, bir damla su dilenircesine, aşk dileniyordu kendini kurak çöllere atan bu adamdan. Kıskançlık, bir yılanın ağzından kopan ölümcül bir zehir gibi karışıyordu kanıma. Bana sonuna kadar kapattığı kalbinin kapılarını, o kadına açmıştı. Beni sürekli paramparça eden o sivri diliyle, o kadını kutsamıştı. Kaç kez onu sevdiğini dile getirmişti acaba? Bana rol icabı söylediği 'kadınım' sözünü, kaç kere o kadına sahiden söylemişti? Bana dokunduğu gibi ona da dokunmuş muydu?
Barlas hâlâ avcunun içinde duran elimi canımı yakmadan nazikçe sıktı. "Daldın gittin."
Bana acı veren düşünceleri aklımdan teker teker def ettikten sonra, dudaklarıma sahte bir tebessüm yerleştirdim. "Aklıma bir şey geldi de. Her neyse, devam et sen. Nasıl sevgili olduğunuzdan söz et mesela."
Derin bir iç çekerek, isteksizliğini bariz bir şekilde belli etti. "Bir ayda çok yol kat ettik. Sanki senelerdir tanışan iki yakın dost gibi samimi ve içtendik. Tabii bu süreçte ona aşık olduğumu sanarak, kendimi onun acımasız ve aç gözlü kollarına daha çok ittim. En sonunda kendime engel olamayıp ona hislerimi itiraf ettiğimde ise, sonumu kendi ellerimle yazmıştım. Bana yalan söyledi... B-Beni sevdiğini söyledi ve umudun kara ağlarını kalbime ilmek ilmek ördü. O, benim ilk sevgilimdi. Hayallerime yakışmasada, hayalini kurduğum ilk kadındı o-"
"İlk ve son."
Bir anda farkında olmadan ağzımdan kaçan kelimeyle, sözünü böldüm ve Barlas'ın tüm dikkatinin üzerime çevrilmesine neden oldum. Gözlerim söylediğim sözün şokuyla aralanırken, Barlas'ın avcunun içinde duran elimi hızla geri çekip diğer elimle buluşturdum ve ellerimi birbirine kenetleyip gerginliğimi yok etmeye çalıştım.
"Efendim?" dedi Barlas, salağa yatarak.
Bal gibi de anladın işte!
"Hiç! Devam etsene sen." dedim, bozuntuya vermemeye çalışarak.
"İlk ve son derken, neyi kastediyordun?" dedi, tek kaşını kaldırarak.
"Bilmem." dedim, alt dudağımı dişleyerek.
Gözleri direkt dudaklarıma kaydı. "Dudağını ısırma!"
Sözünü dinleyip alt dudağımı dişlerimin arasından kurtarsam bile, dikkatini dağıtmak için ona karşı diklendim. "Yaparsam ne olur?"
"Öperim."
Bir anda söylediği kelimeyle ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Ne?"
Omzunu silkti ve beni taklit ederek yanıtladı. "Hiç."
"Az önce beni öpmekten mi söz ettin sen?" diye sordum, hâlâ şaşkınlığımı üzerimden atamayarak.
"Bilmem." dedi, beni taklit etmeye devam ederek ve ardından alt dudağını dişledi.
Keşke şu an o dudak benim dişlerimin arasında olsaydı.
"Barlas, kes şunu!" dedim, heyecanımı dizginlemeye çalışarak. "Hiçbir şey sormadım varsay. Konudan iyice saptık. Kaldığın yerden devam eder misin lütfen?"
Başını iki yana salladı. "Olmaz. Eğer devam etmemi istiyorsan, sorumu yanıtlayacaksın. 'İlk ve son' derken, neyi kastettin?"
Kısa bir süre duraksadıktan sonra, ona karşı olan hislerimi belli etmemeye çalışarak yanıtladım sorusunu. "İlk sevgilinin ve hayalini kurduğun ilk kadının Nesrin olduğunu söyledin. Ondan sonra bütün kadınlardan nefret ettiğin için, son sevgilinin ve hayalini kurduğun son kadının da Nesrin olarak kalacağını ima ettim. Şimdi mümkünse konuyu hiç dağıtmadan devam edebilir miyiz?"
Yaptığım açıklamaya karşılık bana karşı çıkmasını umdum. Söylediklerimi inkâr etmesi için, âdeta bakışlarımla yalvarırcasına haykırdım ona. Ama o beni duymadı. 'Hayır, sonum o olmayacak' demek yerine, sessiz kaldı ve yüreğime ektiğim umut tohumlarını yeşertmek yerine, kurutmayı seçti.
İçimdeki yıkımı dışa yansıtmamaya çalışarak, konuştum. "Sessizleştin. Devam edecek misin?"
Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı ve ciğerlerine çektiği derin soluğun ardından anlatmaya kaldığı yerden devam etti. "İki hafta boyunca gerçek birer çift gibi zaman geçirdik. Bu defa onun istekleri doğrultusunda hareket eden bendim. O nereye gitmek isterse, oraya gidiyorduk. O ne yapmak isterse, onu yapıyorduk... O gün, -beni sırtımdan bıçakladığı gün- bana iğrenç bir kumpas kurdu. Önce ağlayarak evime geldi ve bana 'Bugün babamın ölüm yıldönümü.' dedi. Bana ilk defa ailesinden bahsetti. Annesinin ve babasının yıllar önce çıkan bir depremde hayatını kaybettiğini söyledi bana. Onların sahte ölüm hikâyelerini anlattı, ağlayarak. Kalbim sızlaya sızlaya dinledim onu. Gözyaşlarını ellerimle sildim ve onu sakinleştirdim."
Gözleri öfkenin zifiri karanlığına gömüldü ve üzerine örtülmüş olan örtüyü avuçlarının arasına alıp tüm gücüyle sıkarak anlatmaya devam etti. "Sonra ise beni tuzağına çekecek olan en büyük yemini önüme serdi. Bana evlerinin deprem sonucunda yıkıldığını ve bütün hatıraların paramparça olduğunu anlattı. Ona hatıra kalan tek eşyanın babasının kol saati olduğunu ve o saati de bir kavanoza koyup kimsenin bulamayacağı bir yere gömdüğünden söz etti. Eğer bir adama aşık olursa o yere gidip o kavanozu gömdüğü yerden çıkartıp babasının saatini aşık olduğu adama vereceğine dair yemin ettiğini söyledi. Ona hiç şüphesiz inandım. Sonra ise bana reddedemeyeceğim bir teklif sundu. Onunla saati gömdüğü yere gitmemi ve o saati bulduğumuzda bana vermek istediğini söyledi. Sözde aşık olduğu adam benmişim, kendine verdiği sözü tutup o saati bana vermesi gerekiyormuş... Böyle saçma bir şeye kim inanır ki? Ben inandım işte. Ona o kadar çok güvenmiştim ki, söylediklerine harfiyen inandım ve teklifini kabul edip onunla o yere gittim."
Çarşafı sıkmaktan neredeyse yırtmak üzere olan eline doğru uzanıp sıkıca kavradım ve çarşafı elinden kurtardım. Elini, iki elimin arasına alıp parmaklarımın nazik dokunuşlarıyla okşadığımda, onun gerilen yüz hatlarının gevşediğini fark ettim ve onu dokunuşlarımla rahatlatmış olmak, dudaklarımda minik bir tebessümün peyda olmasına neden oldu. Barlas bardaktan boşalırcasına yağan ve ardından gitgide yavaşlayan yağmur gibi, sakinleşmişti. Sakinleşmesinin ardından, tek eliyle yataktan güç alarak yattığı yerde doğruldu ve diğer elini, ellerimin arasından bir saniye olsun çekmedi. Sırtını yatak başlığına yaslayıp yatakta oturur pozisyona geldikten sonra, anlatmaya kaldığı yerden devam etti.
"Onun arabasına binmiştik ve arabayı o kullanıyordu. Yollar gittikçe ıssızlaşıyordu ama bana yaptığı açıklamalar asla şüpheye yer bırakmıyordu. Bana tek tük evlerin bulunduğu yeri gösterdi ve depremde yıkılan evlerinin orada bir yerlerde olduğundan bahsetti. Sözde orasının yerleşik hayata uygun olmadığı depremden sonra anlaşılmış ve insanlar göç ederek başka yerlere yerleşmişler. Normal zamanda bu tuhaf gelebilirdi bana, ama bunları anlatırken ağlıyor olması bende akıl falan bırakmamıştı. Sonra o ağaçlık alandan geçtik beraber. Ürkmeye başlamıştım ama yine de onun elini bırakmadım. Hatta neden o lanet olası yerden geçtiğimizi bile sorgulamadım. Sonuçta Nesrin bana asla yalan söylemezdi. Babasının saatini kimsenin bulmaması için öyle ıssız bir yere gömmüştü ve beni oraya götürme nedeni de; o saati bulup bana vermekti. Sonuçta Nesrin bana aşıktı, değil mi?"
Kendini sakinleştirebilmek için birkaç saniye derin derin soluklandı. "O ağaçlık alanı geçip düz bayıra çıktık. Nesrin elimi bırakmadan ilerliyordu ve ben de onu takip ediyordum. Sonra bir anda durdu ve elimi bıraktı. Diz çöküp elleriyle toprağı kazmaya başladı. Sonra bir anda demir tutacağı buldu ve sanki habersizmiş gibi şaşkınlıkla tutacağı kavrayıp yukarı doğru çekiştirdi. Ben iyice ürktüğüm için yapmamasını söyledim ama o beni dinlemedi. Merak ettiğini söyledi ve benden ona yardım etmemi istedi. Onu kıramadım ve ona yardım ederek metal kapağı açtım. Resmen kendimi göz göre göre tuzağa itmiştim. Sonrasında ise sanki daha önce hiç görmemiş gibi yer altına inen merdivenlere hayretle baktı. Elimi tutup merdivenlerden inmeye çalıştığında, ona durmasını söyledim. Saati bulup gitmemizi söyledim. Israr etti. Aşağıya bir kere göz atmak istediğini söyledi. Yine onu kıramadım ve korkumu içime gömüp onunla birlikte merdivenleri indim."
Tüm tüylerim şaha kalkarken, ellerimin arasındaki elini sımsıkı sardım. "B-Bu çok korkunç ve berbat bir şey..."
Gözlerini yumdu ve gözlerini bir süre kapalı tutarak anlatmaya devam etti. "Beni o odaya soktu. O adamı gördüğümde olanlara hâlâ anlam veremedim. Sonra Nesrin'e 'karıcığım' dedi. Karısıydı, onun karısı... O, evliydi. Nesrin'e neler olduğunu sordum. Bana 'Şaka' demesini umut ettim. Ama o başını öne eğip benden özür diledi ve ben annem ile babamı kaybettiğim günkü gibi ağladım. Çığlık çığlığa, çaresizce. Ona 'Bunu bana neden yaptın?' diye sorduğumda sustu. Belki de bana ne yaptığının farkında bile olmadığı içindi. O sadece onu sevdiğimi zannediyordu belki de. Ailemin ölümünden sonra onu tek varlığım olarak gördüğümün farkında değildi. Yaptığı şeyin sadece beni inciteceğini sanmıştı muhakkak. Ama onun yaptığı şey, benim hayatıma mal olmuştu. "
Gözlerime biriken yaşlar istemsizce yanaklarımdan aşağıya doğru süzüldü. "B-Bu nasıl bir vicdansızlık yaa? Onca yaşadığın şeyden sonra, böyle bir şeyi nasıl yaptılar sana?"
"Ağlama, Ecrin." dedi ve yatağın üzerinde duran elini yüzüme yaklaştırıp gözyaşlarımı sildi.
"Sinirlerim bozuldu. Her neyse, sen beni boş ver şimdi. Devam et, dinliyorum." dedim, gözyaşlarımı bastırarak.
"O şerefsiz beni bayılttığında, bilincim kapanmadan önce son kez baktım o aşağılık yüzlerine ve mıh gibi kazıdım her şeyi aklımın en ücra köşelerine. Uyandığımda ise, üşüdüm. Çok soğuktu, donuyordum. Etrafıma baktığımda küvetin içinde olduğumu fark ettim. İçi buz dolu bir küvetin içindeydim. Vücudum uyuştuğu için hiçbir şey hissetmiyordum. Sonra çıplak gövdeme baktım. Sağ yanımdaki yeni atılmış dikişe ve küvetin içindeki buzların üzerine akmış kanıma. O an nasıl bir tuzağın içinde olduğumu yeni anladım işte. Sonra ise küvetin yanına bırakılan telefonu aldım elime ve polisi aradım. Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Neyseki polisler telefon sinyallerinden yerimi tespit edip beni küf kokan o arsadan çıkarttılar. Hastahanede yattığım süreçte polislerle sürekli irtibat halindeydim. Nesrin'i hiçbir yerde bulamadılar. Çalıştığı hastahaneye sorduklarında öyle birinin daha önce orada çalışmadığını söylemişler polislere. Resmi vardı bir tek elimizde. İstanbul'un dört bir yanını karış karış aradı polisler, ama onu bulamadılar. Muhtemelen kocasıyla yurtdışına kaçmıştı ve benden aldıkları parçayı yüksek bir miktarla başkasına satıyorlardı."
Barlas bir anda güçlü duruşunu takınmaya bir son verip yüzünü acıyla buruşturdu ve boğuk çıkan sesiyle konuştu. "En çok canımı acıtan da ne, biliyor musun Ecrin? Ona en çok güvenmemi sağlayan şey; kâbus gördüğüm gecelerde benimle saatlerce konuşarak sakinleşmemi sağlamasıydı. Oysa ki, telefonu kapattıktan sonra kocasının kolları arasında tatlı bir uykuya dalıyordu. Ben ise, uykumda bile kâbus görmemek için Allah'a yalvarıyordum."
Göz pınarları yine yaşlarla dolarken, gözünden bir damla dahi yaş akıtmak istemediği için, bakışlarını yere indirdi ve dişlerini var gücüyle sıkıp öylece bekledi. Sanki akıttığı her damla yaş, gücünü bir sülük gibi emip bitirecekmiş gibi ağlamaktan kaçınıyordu. Oysa ki, ağladıkça içindeki acıyı tüketeceğinin farkında değildi.
Bir anda Barlas, elini ellerimin arasından kurtarıp diğer yanında duran sandalyenin üzerindeki büyük poşete doğru uzattı. Odaya geldiğimden beri o poşet orada öylece duruyordu. Abim, İrem'i eve bırakmaya gittiğinde, eve uğrayıp benim için ve Barlas için kıyafet almıştı. Muhtemelen bu poşetin içinde abimin, Barlas için evden getirdiği kıyafetler olmalıydı. Barlas, poşeti kucağına yerleştirip içine kısa bir süre göz attıktan sonra, poşetin içinden bir çerçeve çıkarttı. Çerçeveyi çıkarttıktan sonra, poşeti geri sandalyenin üzerine bıraktı. Çerçevenin içindeki fotoğrafı daha önce hiç görmemiştim. Barlas yine bir hastahane odasındaydı ve koluna bağlanmış serumlar eşliğinde yatakta uyuyordu. Teni solgundu ve yüzünde sakalları yoktu.
"Bu fotoğraf ne?" diye sordum, merakla.
"Üç yıl önce çekilmiş bir fotoğraf bu. Annem ile babamı yeni kaybettiğim zamanlarda... Geçirdiğim sinir krizleri sonrası, hemşirelerin verdiği sakinleştiricinin etkisini gösterdiği anlardan birisi. O günlerde geçirdiğim en huzurlu dakikalar baygın olduğum anlardı sadece. Onun dışındaki anlarım, acı yüklüydü. Çünkü bilincim yerinde olduğunda, her saniye annem ve babamın cesetleri silinmiyordu gözümün önünden." dedi, görüş alanını bulanıklaştıran gözyaşlarını akıtmamak için direnirken. "Bu fotoğrafı, ben derin uykudayken çekmiş Duhan. İleride kuvvetlenip ayaklarımın üzerinde durmayı başarırsam, bu fotoğrafa bakıp eski güçsüz Barlas ile dalga geçeceğimi söylemişti bana. Bu fotoğrafa baktığımda dalga geçmekten çok, acıyorum kendime. Bu kadar çaresiz ve yapayalnız olduğum için..."
Kalbim sürekli aynı yerden hançerleniyordu sanki. Barlas yaşadığı acıyı benimle paylaştıkça, yüreğim kan ve revan içerisinde kalıyordu. Ellerim, bedeni bana bir nefes kadar yakın, yüreği ise sonsuzluk kadar uzak olan adamın yüzüne doğru yol aldı. Ellerim, sakallı yüzünü kavradığında, Barlas, tenimin tenine değişiyle irkildi ve gözyaşlarının kapladığı gözlerini üzerime dikti. Parmaklarımı gözlerine doğru yaklaştırdığımda, gözlerini yummasına neden oldum ve göz kapakları birbirine mühürlendiği an, kirpikleri nemlenip gözyaşları gözlerinden firar etti. Parmaklarım, o kusursuz yüzüne damlayan her damla yaşı kana kana içti.
Barlas, gözyaşlarının yerini yenilerinin almaması için gözlerini aceleyle araladı ve nemli kirpiklerinin arasından bana baktı. Yeniden gardını kuşanmıştı ve yüzüne ifadesizliğini takınmıştı. Ellerim istemdışı yüzünü terk ettiğinde, Barlas bakışlarını hâlâ ellerinin arasında duran çerçeveye indirdi. Çerçeveyi ters çevirip birden bire arkalığını çıkarttığında, ne yaptığını anlamaya çalışarak her hareketini dikkatlice izledim. Fotoğrafı çerçevenin içinden çıkaracağını zannederken, bir anda fotoğrafın arkasında duran kağıdı fark ettiğimde gözlerimi şaşkınlıkla araladım. Barlas çerçevenin içindeki kağıdı çıkartıp bana doğru uzattığında, ne yapacağımı bilemeyerek gözlerinin içine baktım.
"Al şunu ve sesli oku." dedi, emredercesine.
Ona karşı çıkmadan elinde tuttuğu kağıdı elime aldım ve gözlerimi gözlerinden ayırıp kağıda baktım. İkiye katlanmış kağıdı açtıktan sonra, üzerindeki el yazısını incelemeye başladım. Kelimeler, sağa doğru eğik yazılmıştı ve harfler küçük yazılmasına rağmen yazı okunaklıydı. Kağıdın sağ alt köşesine gözüm takıldığında, gördüğüm 'Nesrin' yazısı ile gözlerim irileşti. Sonra, Barlas'ın Nesrin'e yanımdayken söylediği sözler geldi aklıma.
"Bana yaşattığın şeyi ona yaşatmana izin vermedim Nesrin. Bu sefer başaramadın. Onu o soğuk küvetin içinde, bir başına bırakamadın. Eski bir telefon parçası ve kıytırık bir mektupla vicdanını rahatlatamadın!"
Bu, Nesrin'in ona bıraktığı mektuptu.
"Oku." dedi Barlas, sert ses tonuyla.
Sözünü ikiletmeden, birkaç gözyaşı lekesinin süslediği kağıt parçasında yazanları okumaya başladım. "Barlas, şu an benden nefret ediyorsun, biliyorum. Nefret etmekte de haklısın, bunu sonuna dek hak ediyorum. Yaşadığın onca acıdan sonra, sana bu acıyı yaşatacak kadar acımasız olduğum için, özür dilerim senden. Seni tanıdıkça kendimden daha çok nefret ettim. Senin gibi masum ve tertemiz kalbi olan bir çocuğu, bu kirli oyuna alet ettiğim için, aşağılık bir kadının tekiyim, biliyorum. Ama, sen ilk değilsin, son da olmayacaksın. Vicdanım bir kere köreldi, bu vakitten sonra bu pis işten kurtuluşum yok. Normalde kurbanlarıma mektup bırakmak adetlerimden değildir, ama sen başkasın. Beni aylarca uğraştıran ilk kurbanım olman değil, seni farklı kılan. Seni farklı kılan şey, vicdanımı sızlatan ilk kurbanım olman. Keşke hiç tanışmasaydık, çocuk. Keşke yaşadığın o acıdan sonra, senin aşkını hak edebilecek birisi çıksaydı karşına. Her ne kadar yüzsüzlüğümü ortaya seren bir cümle olsa da; seni bir kere daha yıktığım için üzgünüm Barlas. Umarım bir gün, sana yakışan bir kız girer hayatına. Dürüst, senin gibi tertemiz ve her şeyden önemlisi; vicdanlı. Kimseye kolay kolay güvenme ve kimsenin seni yaralamasına izin verme. Hep böyle masum ve tertemiz kal. -Nesrin."
Bu nasıl bir yüzsüzlüktü böyle? Ona en büyük kazığı attıktan sonra, dalga geçermiş gibi kimseye kolay kolay güvenmemesini söylüyordu. Birde onu böylesine derinden yaralamışken, utanmadan kimsenin onu yaralamasına izin vermemesini yazmıştı bu kağıt parçasına. Aşağılık or*spu!
"Maalesef, insanlar kalbimizi yaralamak için izin istemiyor." dedi Barlas, sıkılı dişlerinin arasından. "Bu yüzden en iyisi yalnızlık. İnsana, kendinden başkasından fayda gelmiyor."
Ne dese haklıydı. Bunca acıyı yaşayan oydu ve kimseye güvenmemekte haklıydı. Kadınların hepsinden nefret ederek ise, kendine güçlü bir savunma mekanizması yaratmıştı. Artık onun dengesizliğine bile hak veriyordum. Çünkü, ben onun yerinde olsaydım, çoktan canıma kıymıştım.
Öfkeden kağıdı parmaklarımın arasında sıkıştırarak buruşturduğumun bile farkında değildim. Bakışlarım buruş buruş olmuş kağıda takıldığında, çatılan kaşlarımı düzeltip gözlerimi şaşkınlıkla araladım ve kağıdı dizimin üzerine koyup elimle üstüne bastırarak düzeltmeye çalıştım.
Bir anda Barlas'ın gür sesi kulaklarımda çınladı. "Yırt onu."
Şaşkın bakışlarımı üzerine diktim. "Ne?"
Kendinden emin bir edayla gözlerimin içine baktı. "Paramparça et."
Kaşlarımı yukarı kaldırıp emin olmak için sordum. "Emin misin?"
"Evet. Hadi, parçalara ayır şunu." dedi, öfke tüten bakışlarıyla gözlerime bakarak.
Kağıdı ona doğru uzattım. "Bunu sen yapmalısın. Hadi, bütün öfkeni bu kağıttan çıkar."
Barlas ansızın kağıdı elimden çekip aldı ve iki eliyle kağıdı kavrayıp hızla ortadan ikiye ayırdı. Sonra o iki parçayı parçaladı, sonra diğer parçaları... Kağıt paramparça olana dek her parçayı yırtmaya devam etti. Parçalama işi son bulduğunda ise, üzerindeki örtüye dökülen kağıt parçalarına tiksintiyle baktı ve hışımla üzerindeki örtüyü tekmeleyerek yere düşmesine neden oldu. Öfkeyle içine çektiği her derin nefeste, her hücresi yeniden diriliyordu sanki. Şiddetle inip kalkan göğsü, kalbinin daha hızlı kan pompalamasına neden oluyordu. Sanki kalbindeki bütün kanın damarlarında toplanmasını istiyordu ve kanına karışan tüm zehri, bir anda damarlarından akıtmak...
"Neden, biz?" diye sordum bir anda. "Neden, bizi kurbanları olarak seçtiler?"
Gözlerini gözlerime perçinleyip nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Farklı doku tipleri var, Ecrin. Böbreğe ihtiyacı olan zenginler, organ mafyalarından yardım istiyorlar. Demek ki Nesrin'den yardım isteyen adamla dokularımız uyuşuyormuş. Senin de dokuların, böbreğe ihtiyacı olan bir başka kişiyle uyuşmuş olmalı."
Verdiği yanıtın ardından derin bir iç çektim ve asıl merak ettiğim soruyu dile getirdim. "Peki ya onlar, onca kişinin arasından bizi nasıl buldular?"
"Bilgilerimiz muhakkak bir hastahanede kayıt altına alınmıştır. Onlar da yasadışı işlerle uğraştıkları için, Hastahanelerdeki hasta bilgilerine bir şekilde erişilebiliyorlardır. Bu şekilde bizi bulmaları zor olmamıştır." dedi, ciddiyetini zerre bozmadan.
"Neden bizim duygularımızla oynuyorlar peki? Bizi bir yerde bayıltıp sonrada böbreğimizi alıp kaçıp gitseler ya. Böylelikle ne bizim duygularımızla oynamış, ne de boşu boşuna o kadar zaman beklemiş olurlar. Niye durduk yere işleri bu kadar uzatıyorlar?" dedim, öfkeyle merak karışımı bir ses tonuyla.
Barlas dalga geçercesine yarım ağız gülümsedi. "Basit düşünüyorsun, Ecrin. Onlar senin gibi aptal mı sandın? İşlerini böyle yapmaya kalkarlarsa, kendilerini tehlikeye atarlar. Bir şekilde delil bırakırlar veya bir tanık. Kurbanlarının hayatlarına dahil olmak onlar için en profesyonel tuzak. Bir şekilde kurbanlarının güvenlerini kazanmayı başarıp onları kendi ayakları ile tuzağa düşürmenin bir yolunu buluyorlar ve sessiz sedasız istediklerini alıp ortadan kayboluyorlar. Evet, belki kurbanlarının güvenlerini kazanmaları zamanlarını alıyor olabilir, ama en azından işin içine polisler karışmıyor, anlıyor musun?"
Yüzümü ekşiterek başımı aşağı yukarı salladım. "Anladım. Az önce söylediklerimin aptallıkla alâkası yok ayrıca. Ben sadece işin içine polisleri katmadan düşünmüştüm."
Barlas'ın yüzündeki tebessüm daha fazla büyüdü ve daha önceden yatağının üzerine bırakmış olduğu çerçeveyi eline alıp sandalyenin üzerindeki poşete doğru uzandı. Çerçeveyi poşetin içine geri koyduktan sonra, yatağa uzanıp yatakta köşeye doğru kaydı ve yana doğru dönüp gözlerimin içine baktı. Eliyle yatakta boş kalan yere iki kez vurdu. Şaşkınlıkla yaptığı harekete anlam vermeye çalışırken, sorgularcasına gözlerinin içine baktım.
"Gel buraya." dedi ve bu defa çenesiyle yanını işaret etti.
"Yanına mı yatayım?" diye sordum, duyduklarıma inanamayarak.
"Evet. Hadi, gel."
Son söylediklerinden sonra, daha fazla şansımı zorlamayıp sandalyenin üzerinden kalktım ve Barlas'ın bana ayırdığı yere yavaşça uzandım. Yatak dar olduğu için ikimizde köşede kalmıştık. Barlas, bir anda elini bel oyuntuma yerleştirdiğinde, bedenime sıcak bir ürpertinin yayılmasına engel olamadım. Barlas beni kendine doğru çekip bedenlerimizi birbirine yasladığında, sertçe yutkunup bakışlarımı gözlerine mühürledim. Barlas ile yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe vardı ve alınlarımız neredeyse birbirine değiyordu.
"Biliyor musun, Ecrin?" diye fısıldadı, boğuk bir sesle.
"Neyi?" dedim, kendimi toparlamaya çalışarak.
"O çerçeveyi getirmesini ben istedim Erkin'den. O mektubu sana okutturmak ve ardından yırtıp atmak için. Geçmişimi sana anlatmaktan her ne kadar korksam da, inadınla bana bunu anlattıracağını biliyordum. Beni yanıltmadığın için, teşekkür ederim. Uzun zamandır ilk defa kendimi bu kadar hafiflemiş hissediyorum." dedi ve dudakları hafifçe iki yana kıvrıldı.
Duyduklarım karşısında içten bir tebessüm peyda oldu dudaklarımda. "Bak, korktuğun gibi kötü bir şey olmadı. Sadece ağladın, ağladık... Ve bu kötü bir şey değil. Tam aksine, iyi bir şey. Kalbindeki yaranın iyileşmesi için, bunu yapman gerekiyordu."
"İyileşecek mi dersin?" diye sordu, umutla gözlerimin içine bakarak.
"İyileşecek." dedim ve gözlerinin içindeki ışığı yakaladığımda, daha derin gülümsedim.
"Başka sorun var mı bana? Yoksa sana sarılarak uyumayı planlıyorum." dedi, ciddi bir tavır takınarak.
Heyecanım iki katına çıkarken, aklıma gelen şeyle başımı aşağı yukarı salladım. "Son bir sorum daha var."
Homurdandı. "Sor bakalım."
"Nesrin'den bu kadar nefret ederken, onu orada gördüğünde neden bir tepki vermedin? Sinir krizi geçirebilirdin, onu boğabilirdin, ona vurabilirdin, ağlayabilirdin, küfür edebilirdin... Fakat sen hiçbirini yapmadın. Sadece yüzüne tükürmekle yetindin. Peki ya, neden?" diye sordum, büyük bir merakla.
Alnını alnıma yaslayıp yüzlerimiz arasında hiçbir mesafe bırakmadı. "O odaya girdiğimde ilk onu gördüm. O aşağılık suratı görüş alanıma girdiği an, kusmak istedim. Çığlık çığlığa bağırıp ona küfürler yağdırmak... Sonra o şerefsizi gördüm. Ağzını yüzünü kan içinde bırakana kadar dövmek geldi içimden. Ama bütün bunları sadece içimden geçirdim. Sahiden yapabilirdim de... Ama yapmadım. Neden mi? Çünkü gözlerim seni gördü. Seni görünce sanki birisi zamanı durdurdu. Âdeta tüm nefretim içimde soğudu. O an, yıllardır bana yaşattıkları acıyı unuttu benliğim. O an, sadece seni o pis yerden kurtarmayı koydum kafama. Gerisi umrumda değildi. Ayrıca onun suratına tükürmek, inan bana fazlasıyla yetti. Çünkü ağzımdan çıkan sadece tükürük değildi. Yıllardır içimi çürüten zehri kustum ben, onun o beş para etmez suratına. Şimdi ise, çürüme sırası onda."
Söylediği sözler, kalbimi gökkuşağının en güzel tonlarına boyadı ve dudaklarıma, eşi benzeri bulunmayan bir tebessüm armağan etti. Her ne kadar apaçık itiraf etmese de, yıllardır içinde büyüyerek koca bir çığa dönüşmüş nefretinden daha fazla önemsiyordu beni. İnsanlar için, kin besledikleri kişilerden öc almak en büyük haz olmalıydı. Barlas, bu hazzı yaşamayı reddedip sadece beni düşünerek hareket etmişti. Nesrin, Barlas'ın en hassas noktasını iyi biliyordu. Bu yüzden sandalyeyi tam beline isabet ettirmişti. Barlas, ne kadar acı çekse bile beni kucağından bir an olsun indirmeden o cehennemden çıkartmıştı.
Elimi sakallı yanağına yaslayıp gözlerinin içine minnetle baktım. "Teşekkür ederim, Barlas. Ne pahasına olursa olsun, peşimden geldiğin ve beni onların elinden kurtardığın için. Ben, sana hayatımı borçluyum..."
Belimdeki elini elimin üzerine koyup yüzündeki gergin ifadeyi sildi ve hafifçe tebessüm etti. "Kendini borçlu hissetme. Bir keresinde benim için hayatını tehlikeye atmıştın ya, bunu onun bir karşılığı say. Ödeşmiş olduk."
Her zamanki gibi, yine yaptığı fedakarlığı benim için yaptığını kabullenemiyordu.
"Pekâlâ." dedim, sevincim kursağımda kalırken.
Barlas'ın yüzüne yaslı olan elimi geri çektiğimde, Barlas'ta elini elimin üzerinden çekmek zorunda kaldı. Yatakta kıpırdanmaya başladığımda, yataktan kalkmayı planlamıştım. Tam yerimden doğrulacaktım ki, Barlas elini bir kez daha bel oyuntuma koyup beni yattığım yerde sabitledi ve bana iyice sokularak başını boyun girintime gömdü.
"Çok yorgunum, Ecrin. Yaşanan olaylar beni tüketti. Polislere ifade vermekten adam akıllı dinlenemedim bile. Hadi, beraber uyuyalım. Tek başıma uyumam mümkün değil. Çünkü kâbus görmekten korkuyorum. Beni yalnız bırakma ve sana sarılarak uyumama izin ver. Kokun... Kokun bana huzur veriyor."
Tüm kuvvetimle ayakta tuttuğum irademi, tek bir cümlesiyle yerle bir etmişti. Kokumun ona huzur verdiğini duymak, beynimi dünyanın en tatlı narkozuyla uyuşturup bilincimi kapalı kapılar ardına itmişti. Ona karşı gelemedim. Kalbim çoktan onun etkisi altında ezilmeye başlamıştı bile. Ben de elimi onun bel oyuntusuna koydum ve teklifini kabul ettiğimi dokunuşumla ilan ettim. Barlas'ın sıcak nefesi boynuma okşarcasına temas ettiği her saniye, vücudumdaki herbir damar kördüğüm oluyordu sanki. Bakışlarım birbirine temas eden bedenlerimize kaydığında, nutkum tutuldu âdeta. Onun büyük ve yapılı vücudunun yanında, benim küçük ve zayıf bedenim çok savunmasız ve nefes kesici duruyordu. Aramızdaki bu tezatlık, büyüleyiciydi. Bedenlerimiz birbirine muntazam bir uyum sağlıyordu.
Farkına vardığım bu gerçekle, yüzümde minik bir tebessüm belirdi. Bakışlarım bu defa Barlas'ın yukarıya doğru sıyrılan kazağının altındaki çıplak tenine kaydı. Elim, bel oyuntusundaydı ama çıplak teni elimin biraz daha altında kalıyordu. Dokunmak istiyordum. Onun o yumuşak tenine dokunmak ve bedeninin dokunuşuma tepki verişini hissetmek...
Bu isteğim o kadar ağır basmıştı ki, bir anda elimin istem dışı aşağıya doğru kaydığını fark ettim ve daha fazla irademi dizginlemeye bir son verip parmak uçlarımla çıplak tenine dokundum. Barlas'ın bedeni anında kasılırken, bu hoşuma gitti. Gülümsedim ve dokunuşum, teninde biraz daha yukarıya doğru kaydı. Ansızın parmak uçlarımda hissettiğim şeyle gülüşüm anında yüzümde buz kesti. Dikiş izi... Elimi hiç kıpırdatmadan, yaranın üzerinde öylece tuttum. Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum. Canını yakmaktan korktuğum için, elimi geri çekmem gerekiyordu. Ama yapamıyordum. Çünkü canını yakmayacağımı biliyordum ve o kadının açtığı yarayı hissetmek istiyordum.
Parmak ucumla dikiş izinin üzerinde tüy kadar yumuşak bir yol çizdiğimde, Barlas'ın gitgide hızlanan solukları hassas tenime çarpıyordu. Avcumun içini dikiş izinin üzerine yasladığımda, narin dokunuşlarla usul usul okşadım. Barlas'ın bedeni ufak bir ürperti eşliğinde titrediğinde, dikiş izini okşamaya devam ettim. Barlas'ın sert ve hızlı solukları, yumuşamaya ve yavaşlamaya başladı. Kaskatı kesilen bedeni ise, yavaş yavaş gevşiyordu. Artık dokunuşum ona yabancı gelmiyordu. Sanki onun teninden bir parçaymışım gibi, kabulleniyordu tenimi. Şu an, elim sadece dikiş izini okşamakla kalmıyordu. Kalbindeki sürekli kanayan o derin yaranın, her zerresini öpüyordu. Bir annenin, yere düşen evladının yaralarına kondurduğu öpücükler gibi... Şefkatli ve sevgi dolu.
Yaralarına sızmama müsaade ediyordu.
Bir anda Barlas'ın dudaklarını can damarımın üzerinde hissettiğimde, bedenimi kor alevler sardı ve küllerimi avuçlarına bıraktı. Islak dudakları, şahdamarıma öpücüğünü kazımıştı ve kımıldamadan öylece duruyordu. Nabzım dudaklarına çarpıyordu ve kan, isyan ediyordu. Tek bir damlası bile damarlarımda durmak istemiyordu. Onun olmak istiyordu. Damarımdaki kan bile arzuluyordu onu, çekimine yenik düşüyordu, her zerresine tekrar tekrar aşık oluyordu.
Dudakları, öldürücü bir yavaşlıkta şahdamarımın üzerinde ileri geri hareket etti. Canımı okşuyordu.
Ruhuma sızmasına müsaade ediyordum.
Birbirimize karışıyorduk.
Ben onun yaralarını çalıyordum. O ise ruhumu... Bu vakitten sonra birbirimizden kurtuluşumuz yoktu.
~
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Sizi çok seviyorum. Hoşça kalın ♥
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro