22. Anlaşma
Senden hiç nefret etmedim Işık ama sana çok kızgındım.
Yaşadığın her neyse, ikimizin de hakettiklerimizi yaşadığımızı düşündüğüm için öğrenmek istemedim.
Öğrenirsem sana kızgın kalamayacağımı biliyordum.
Yarı yolda bıraktın beni. Bana hiç güvenmedin.
Beni hayal kırıklığına uğrattın sen Işık. Ve ben bu hayal kırıklığının üzerine hayatta kaldım.
Tekin'le mutlu olmanı gerçekten istedim. Çünkü eğer olmadıysan, bana yaşattığın her şeyi boşuna yaşamış olacaktım.
Her şey değişti. Ben hala ağlamana dayanamıyormuşum onu anladım.
Onun seni yaraladığını anlıyorum.
Sana karşı haksız ithamlarda bulundum, bunu değiştirmek istiyorum.
Bana her şeyi anlatmanı istiyorum.
Çünkü sana ancak böyle yardım edebilirim.
Daire yüksek binanın sekizinci katındaydı. Kapıdan içeri beyaz, ferah bir hole giriliyordu. Holün ardından fazla büyük olmayan, modern dekore edilmiş bir eve geçiliyordu. Kabanımı portmantoya astım. Bir adım arkamdan içeri girip kapıyı kapattı. İçimde hiç susmayan sesler, söylenmemiş sözler ve çaresizlikle bağdaşmış tarifi güç hisler vardı.
Savunmasızlığımı biraz olsun yenebilmek ve kendimi toparlayabilmek adına yüzüne bakmadan,
"Lavabo ne tarafta?" diye sordum.
Kısa süreliğine yalnız kalıp dış görünüşüme, en çok da düşüncelerime çekidüzen vermeye ihtiyacım vardı.
"Soldaki ilk kapı." dedi sakince. Ben hala ona bakmazken onun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
Kendimi banyoya attım. Aynanın karşısına geçtim ve ne halde olduğuma baktım. Makyajla renklendirilmiş fakat ışıltısını yitirmiş bir yüz. Kol çantamdan makyaj malzemelerimi çıkardım. Oysa tazelenmek gelmedi içimden. Titriyordu ellerim. Hala yay gibi gergin sinirlerim hareketlerimi sakarlaştırıyordu. Mimik kıpırdamayan yüzümde, dudaklarımın ve gözlerimin kenarlarındaki gülme kırışıklıklarına baktım. Eski, eski, çok eskide kalan. Göz makyajım göz altlarımı ele geçiren koyu renk halkaları, yorgunluğumu ve uykusuzluğumu gizleyemiyordu. Gizlenmek istemediğime karar verdim. Makyaj malzemelerimi çantama geri koydum. Sadece yağmur havasından ötürü elektriklenen saçlarımı birkaç damla su kullanarak yatıştırdım. Fakat zihnimi yatıştırmak öyle kolay olmuyordu.
Tüm seslerin birbirine karıştığı bir yerdeydim. Kafamın içinde Rüzgar'ın sesi, Tekin'in sesi ve kendi çığlıklarım. Atamadığım. İçimden atamadığım. Nasıl bir kaos... Rayından çıkmış bir yük treni gibi felaketime doğru savruluyordum. Rüzgar benim için hiçbir zaman güvenli bir sığınak olmamıştı. Olamayacağı için değil. Sadece bambaşka bir yeri vardı bunca zaman. Ve benim de ondan böyle bir beklentim hiç olmamıştı. Ne geçmişte ne de şimdi. Benim sadece aklımı toplamaya sonra da sadece ve sadece kendime ihtiyacım vardı. Mümkün olabilse adımı bile değiştirerek Tekin'in beni bulamayacağı uzak diyarlara gitmek istiyordum. Mümkün olabilse hemen.
Fakat belki de bir kez daha hiç olmamam gereken bir yerde, Rüzgar'ın evindeydim ve bu gece kendimi yeryüzünden silme hayallerimin gerçekleşeceği gece değildi. Rüzgar bana yardım edebilmek istediğini söylüyordu ama bundan daha öte; vermekle değil almakla ilgili bir çağrı vardı sesinde. Bunca zaman boyunca kendi içimde ona anlatıp anlatamayacaklarımı ve kayıp zamanın muhasebesini yaparken, aklımdan hiç çıkarmadığım bir gerçek vardı: O zaten anlatmamı istememişti. Fakat artık istiyordu. Beni o otoparkta arabadan indirip bu eve getiren şeyin neden bir davetten ziyade bir zorunluluk gibi hissettirdiğini çözmem gerekiyordu.
Her şeyi anlatmamı istemişti. Ama zaten, biliyormuş zaten, diye yanıtladım kendimi. Ben görünmediğimi, duyulmadığımı sanırken o her şeyi öyle açık, öyle net gözlemlemiş ki. Zerre kadar mutlu olamadığımı görüyormuş, biliyormuş. Bunca zaman müdahale etmek gelmemiş içinden. Öyleyse neden buradaydım ki şimdi ben? Ne beklemiştim ondan ve ne bekleyebilirdim bundan sonra? Hiçbir şey ve yine hiçbir şey.
Zaman bizi ince ince elemiş, elekten süzülenler ise bambaşka insanlar yapmıştı. Çok şeyler yaşanmış, kimse aynı yerinde kalamamıştı. Bir zaman önce, şayet Rüzgar istese, onunla paylaşmak isteyeceğim dertlerim olabilirdi ama istememişti. İstememekte de her hakka sahipti. Artık istiyor olması çok da fazla bir anlam ifade etmiyordu çünkü artık ben paylaşmak istemiyordum. Baş eğmezliğimden, gururumdan değil... artık Tekin'i içeren bir geçmişi yad etmek istemediğimden.
Öyleyse ne konuşacaktık bu gece? Ve konuşmak neyi değiştirecekti? Hiçbir şeyi. Yine hiçbir şeyi. Ben kendi ayaklarımın üstünde durmaya and içtiğim bir yola girmiştim. Kimsenin yardımına ihtiyacım yoktu. Durumum bundan ibaretti.
Rüzgar'ın bilmek istemeye dair değişen kararının ardındaki sebebi ise nihayet anladığımı düşünüyordum. İşyerinin otoparkında şahit oldukları kendince dahil olmayı zorunlu kılmış olmalıydı ama ondan önce bence artık, aramızdaki bu çok uzayan gizemliliği sona erdirmek istiyordu. Çünkü bilmek istese de istemese de gerçek, benim bugüne dek kuramadığım cümlelerimde, çığlık atan gözlerimde, yan yana geldiğimiz her an tam ortamızda duruyordu. O da bu yüzden bugün bana, "Bunu sistemimizden atmamız gerek Işık" demişti. Öğrenmek ve benimle ilgili zihnini dolduran düşüncelerden kurtulmak istiyordu.
Konuşacaktık, sonra herkes kendi yoluna gidebilecekti. İşte benim ona vermeye zorunlu hissettiğim tek şey bu azad edilme hissiydi. Çünkü kendim de tüm benliğimle, tüm duygularımdan ve tüm yüklerimden azad edilmek istiyordum.
Banyoda olduğum sürece evin içinde süregiden sessizliği sonlandırmak üzere dışarı çıktım. Rüzgar'ın bir süredir küçük kızıyla birlikte yaşadığı evin salonuna doğru ilerledim.
Geçici bir süreliğine yaşanacak bir eve göre fazlasıyla eşyalı salonda kimse yoktu. Fakat Rüzgar'ın kapalı haldeki telefonu orta sehpanın üzerinde duruyordu. Bir duvarı boylu boyunca kaplayan geniş koltuğa oturdum. Çantamdan çıkardığım telefonuma isteksizce göz attım. Aramalar vardı, Seda'dan, Esin'den. Esin'in adını görmemle birlikte sırtımdan aşağı ince bir akım geçti. Rüzgar'la ne konumda olduklarını bilmiyordum. Esin de muhtemelen benim Rüzgar'ın evinde olduğumu bilmiyordu. Fakat böyle bir gecede bunun bir önemi yoktu.
Kafamı telefon ekranımdan kaldırdığım an Rüzgar'ı gördüm.
Kıyafetlerini değiştirmişti. Basit bir tişört ve eski görünümlü bir kot giymişti. Bu salaş denebilecek, günlük haliyle, düzensiz koyu renk saçları ve kirli sakallı yüzüyle neredeyse ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi görünüyordu. Genç. Çarpıcı. Yüzünde, özellikle gözlerinde tüm ortamı ele geçiren bir ciddiyet vardı. Bu ciddiyet aramıza tuğla duvar örmeyi sürdürüyordu. Yıllar sonra en yakına geldiğimiz anda bile. Ve yine, çok tanıdık geliyordu bu tavrı, yıllar sonra bile. İçimde tanıdık ve tanımadık binbir türlü hisler birbirine karışıyordu.
"Biraz daha iyi misin?" diye sordu. Fazla düşünmeden onayladım. Tekin'le karşılaşmanın gerginliğini üzerimden tam olarak atabilmiş değildim, yine de elim ayağım titremiyordu artık.
"Bu binanın altında güzel bir et restoranı var. Normalde planım seni oraya götürmekti ama olanlardan sonra ev daha mantıklı bir seçenek gibi geldi."
Ne dediğiyle ne de ne yiyeceğimizle ilgili değildim o an. Hala ayakta dikiliyordu ve bunca zaman sonra, yaşanan bunca şeyden, değişen bunca şeyden sonra bile gözlerinden alamadığım gözlerimin ihanetinden kaçınmaya çalışırken darmadağın zihnimden kopup gelen bir cevap verdim;
"Sorun değil."
Anlamsız bir cevap verdiğimi o an anladım. Aklımın ne denli dağınık olduğunun farkında olmalıydı. Üstünde durmayıp, devam etti;
"Evde hızlı hazırlanacak türde bir şeyler var. Ama istersen hala restorana geçebiliriz."
"Herhangi bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum. Sen evdekilerle geçiştirsen olur mu?"
"Olur." Nihayet gözlerini gözlerimden çekebildi ve salondan çıkmaya yöneldi. "Gelsene mutfağa."
Evin mutfağı da geneli gibi küçüktü ama ferah bir alandı. Açık renkler yüzünden diye düşündüm. Buzdolabı ve tezgah arasında gidip gelen Rüzgar'ın yüzünü yandan görebileceğim bir konumda, tezgahın uç kısmında yer alan bar taburesine oturmuş onu izliyordum. Açık renkler arasında çalışırken esmer teniyle yakışıklı bir tezat oluşturuyordu. Buz gibi soğutulmuş beyaz şarapla doldurduğu kadehi bana doğru uzattı,
"Fazla rahat değil ama idare et. İşimiz bitince salona geçeriz." dedi. Oturduğum uzun bacaklı tabureyi kastediyordu.
"Yeterince rahat." dedim. Şaraptan bir yudum aldım. Buruk tadı genzime dolarken soğuk kadehi alnıma dayayıp kısa bir an gözlerimi kapattım. Çok, çok yorgundum. Fakat uykuya da bir o kadar uzaktım, bedeni aşan bir yorgunluktu hissettiğim.
Rüzgar buzdolabından soğuk et, peynir, birtakım soslar ve sandviç ekmekleri çıkarmıştı. Becerikli elleriyle sandviç hazırlamaya başladı.
"Bence telefonunu açsan iyi olur. Benim için sorun değil. Adel'le ilgili aramaları gerekebilir." dedim.
"Tufan nerede olduğumu biliyor. Ulaşmaları gerekirse her şekilde ulaşırlar." diye cevap verdi.
Yandan kısa bir bakışta gözlerimdeki soru işaretlerini okudu. Önündeki işe döndü.
"Şirketten çıkmadan önce Tufan'a seninle yemek yiyeceğimi, gecenin ilerleyen vakitlerinde de eve döneceğimi haber verdim." diye açıkladı.
Yorum yapmadığım için tekrar bana bakma gereği duydu.
Hala bir şey söylemiyordum ama bu bakışlara daha fazla direnebileceğimi de sanmıyordum.
Önümde duran telefonuma çevirdim gözlerimi. "Ben de burada olduğumu Seda'ya haber vermeliyim."
Düşünceli gözlerle kafasını salladı; "Olur."
Konuşmamı salonda yaptım. Camlara vuran iri yağmur taneleri dışarıda kalan gece manzarasını bulanıklaştırıyordu. Sağanak yağıyordu. Seda'ya gece kaçta olursa olsun eve geleceğimi söylediğim konuşmam kısa sürdü. Arkamı döndüğümde Rüzgar'ın hazırladığı sandviçleri ve peynir tabağını sessizce orta sehpanın üzerine bıraktığını gördüm.
Elimde bir kadehle odanın ondan en uzak köşesindeki camın dibinde dikildim kaldım. O ise az önce benim oturduğum koltuğa oturdu. Acıkmış olmalıydı. Sandviçinden bir ısırık aldı. Sonra bana baktı.
"Gelsene buraya." O an cam kenarında dikilmenin anlamsızlığını anladım. Yanına oturduğumda,
"Rahatla lütfen." dedi gözleri gözlerimde. "İyi ve güvende olmanı istiyorum. Korkmamanı. Çok korkmuş görünüyordun otoparktayken. Hala da rahatlamış değilsin."
Sözleri ne yazık ki daha rahat hissettirmedi. Sırtımdan aşağı soğuk soğuk ürpertiler geziyordu.
"Geçti. Daha iyiyim." diye mırıldandım. Cama vuran yağmur damlaları sanki benim sırtıma iniyordu.
"Tekin'i ilk kez öyle gördüm. Aklını kaybetmiş gibiydi."
"Üşüdüm." deyiverdim ansızın. "Evi biraz ısıtabilir miyiz?"
Yüzüme garip garip baktı. Sonra kalktı, salonun girişindeki ısı ayarını yükselttikten sonra içerilerde kaybolup elinde önü fermuarlı bir sweatshirtle geri geldi.
"Yanarım bunu giyersem." dedim bu kez.
"Sen bilirsin." dedi üstelemeden. Tabağında bekleyen sandviçe döndü. Bir yandan da bana "Yesene." dedi.
Ayıp olmasın diye bir-iki ısırık aldım. Çok lezzetli olmuştu. Ama lokmalar boğazımda büyüyordu. Sessizlik içerisinde onun yemeğini bitirmesini izledim. O da hızlı yedi. Elini, ağzını sildikten sonra arkasına yaslandı. Gözlerimin en içine işleyen bakışlarla baktı. Yüreğim ilmek ilmek söküldü o bakışlarla. Gözlerinde geçmişin sorgusunu gördüm. Geliyor dedim, işte başlıyoruz.
"Neler oluyor aranızda? Ne yaşanıyor?" dedi sonunda.
"Boşanmak üzereyiz." dedim hiç uzatmadan. "Senin de anladığın üzere. Ben istiyorum, o direniyor. Pisleşti git gide, çirkin bir hal aldı her şey. Başta vazgeçeceğimi düşünüyordu sanırım. O kadar uzun zamandır dile getirip, getirip vazgeçiyorum ki, yine öyle olacak sandı. Oysa hiç de öyle davranmamıştı başta. Yani en başta değilse de. Avukatla görüştüğümü öğrendiğinde. Anlıyor gibiydi, sonunda kabulleniyor gibiydi. Bilmiyorum, belki ben birkaç yanlış cümle kurdum. Belki de o hiçbir zaman kabullenmemişti. Kendini mi kandırıyordu, beni mi? Bilmiyorum. İpin ucu kaçalı çok oldu. Bu işin iyi bir yolu yokmuş. Var sanıyordum ben. Dostça ayrılabiliriz sanıyordum. Aptalım. Öyle aptalım ki... onu hiç tanımamışım." Kelimeler ağzımın içinde yuvarlandı, yuvarlandı, eridi ve kayboldu.
"Sonunda öyle bir şey yaşandı ki, ona uzaklaştırma kararı çıkarttın." dedi çıkarımda bulunarak.
Gözlerimin önünde karanlık bir anı titreşti. İçim titredi. Dudaklarım bir süre daha herhangi bir kelimeyi seslendirebilecek gibi değildi, sadece başımla onayladım.
Öne eğildim, ellerim usulca yüzüme ulaştı. Gözlerimi kapadım. Alnımı ovuşturdum. Yaşadıklarımız içimi çok acıtıyordu. Utancın da ötesinde bir histi bu. Rüzgar'a tam olarak ne yaşandığını nasıl anlatacaktım ki, anlatmayı hiç istemiyordum.
"Ne yaptı Işık?" deyişiyle irkildim.
Hayır anlatamazdım. Kafamı iki yana salladım.
"El mi kaldırdı?"
Kafamı iki yana salladım.
"Tehdit mi etti?"
Kafamı iki yana salladım.
"Anlat bana." dedi ısrarla.
Anlatmak istemeyişim karşısında gittikçe endişeye kapılan yüzünü, kasvetli bakışlarını gördüm. Yine de kafamı salladım. Israrından vazgeçmesini her şeyden çok istiyordum.
"Yanlış bir yerden başladık konuya." derken sesimdeki çaresiz tınıyı sevmedim. Boğazımı temizledim. Daha kendinden emin olmak istedim. "Bir su alabilir miyim? Şarap dokundu galiba bana."
Sessizce yerinden kalkıp gittiği mutfaktan elinde bir bardak suyla döndü. Suyu kana kana içtim. Bakışları hala tüm etki gücüyle üzerime kenetlenmişti. Normali de buydu tabi. Başka nereye bakacaktı ki? Fakat bu denli mercek altında olmak beni iyice geriyordu. O gece ne yaşandığından bahsetmek istemiyordum. Bunu böylece kabul edemez miydi?
"Sen ne anlatmak istersen onu anlat öyleyse." dedi nihayet ısrarından vazgeçerek. Derin bir nefes aldım.
"Yanlış değerlendirdiğin konuları anlatayım. Ne kadar uzun zamandır boşanmanın eşiğinde olduğumuzu. Sen geri geldin diye olmadığını."
"Sen nasıl istersen." dedi usulca.
Onu üzecekti. Artık hiçbir şey hissetmiyor olsa bile bunları duymak onu incitecekti. Yine de dürüst olmak istiyordum.
"Başlangıçta o kadar kötü bir evlilik değildi. Kimsenin birbirini yormadığı, olabildiğince uyumlu, fikren aynı kafada ilerleyen bir çift. Çok çalışıyordu. Benim işime geliyordu, ben de çok çalışıyordum. Ama onu biliyorsun, hırslarını, tutkularını. Tamamen işine odaklı, şirketi piyasaya kanıtlamaya odaklı bir Tekin. Hep iş, iş, iş. Ne yapıyor, ne ediyor sormuyordum bile. Dediğim gibi benim de işime geliyordu öyle olması. Varsayımsal bir iyilik hali. Olabildiğince."
Tüm dikkatini vermiş dinliyordu. Devam ettim.
"Birkaç sene önceydi." Durup düşündüm. "Üç sene." Oysa koskoca bir yüzyıl sığardı o üç senenin içine. "Ben her şey yolunda sanıp planlar yaparken, içinde yaşadığım gerçeğe aydım."
"Hangi gerçeğe?"
Neden bilmem bir an gülesim geldi. "Tekin'in bir başkasına aşık olduğu gerçeğine."
Taşlaşmış gibi oldu Rüzgar. Kıpırdamadı, hiç tepki vermedi. Nefes alıyor muydu, ondan bile şüpheliydim. Sonra,
"Seni aldatmış mı?" diyebildi.
"Evet."
"Bir kere mi?"
"Aylarca. Üstelik benim de tanıdığım biriyle."
"Kim?"
"Sen tanımazsın. Eskiden onun şirketinde çalışıyordu. Sezin adında bir kadın."
Tamamen tepkisiz kaldığı bir an daha.
"Onu seviyorum ama üstesinden gelebilirim, bitmesini istemiyorum çünkü seni daha çok seviyorum, dedi bana."
Rüzgar'ın yüzünden gülümsemeye çok benzer bir ifade geçti. Fakat olsa olsa acı bir gülümseme denebilirdi buna.
"Tanıdık gelmiştir sana." dedi.
Haklıydı böyle düşünmekte ve bunu söylemekte. Tekin'i seçmiştim. Onu terketmiştim. Elbette Tekin'i daha çok sevdiğimi düşünmekte haklıydı. Bu, ondan duyabileceğimi düşündüğüm şeylerden biriydi. İthamına sözlü bir karşılık vermedim, acı bir ifadeyle gülümseyen ben oldum bu kez.
"İlk kez o zaman boşanmayı dile getirdim." diye devam ettim.
"Biraz olsun mantığı olan herhangi bir insan gibi. Ama sonra? Ayrılmamışsınız."
"Kafamı çok karıştıran, bir kez daha denemem gerektiğini düşündüren bir sebebim vardı."
Kaşları hafifçe havalandı ne olabilir ki, dercesine.
"Hamileydim." dedim.
Yüzü düştü. Tam manasıyla. Gözleri kapandı. Birkaç saniye boyunca ne hissettiğini görmemi istemezcesine kapalı gözlerin ardında derin nefesler aldı.
Sonra yeniden açtı. Güzel gözleri sessiz bir sitemi fısıldar gibiydi.
"Devam etmeden önce bir sigara yakayım en iyisi." dedi yerinden kalkarken.
Salondan çıktı. Bir süre ortalarda görünmedi. Yoğunlaşan havayı dağıtmak bana da iyi gelmişti. Geri döndüğünde elinde sigara paketi ve çakmak vardı. Yaktı bir tane, bana da uzattı. İstemedim.
"Bir bebek mevzusu olduğunun farkındaydım." dedi. "Kaç kez açıldı bu konu, kaç kez kapattın belli değil."
"Bugün ortada bir bebek olmadığı için konuşmak istediğim bir konu değildi."
"Aldırdın mı?"
"İsteyerek hamile kalmıştım. Tekin defolup gitmeyi seçse bile umrumda değildi, aldırmazdım. Bebeği kaybettim."
Hüzünle büküldü dudakları. Gözleri... gözlerime değen gözleri buğulandı. O güzel gözlerine bakarken benim de gözlerim doldu. Oysa hiç istemezdim bu konuşmayı onunla yapmayı.
"Çok yazık." dedi. Onu onaylayarak başımı salladım. Bebeğim ölmüştü. Bu kaybın acısı benden bir ömür gitmeyecekti. Sustuk bir süre. Sonra, bir an aklına gelmiş gibi "İsteyerek ha." dedi. Yine onayladım. Anlıyor olmalıydı. Kendisi de benden sonra çocuk sahibi olabilmişti. "Anne olmak istedin."
"Sen de baba olmak istemişsin." dedim.
Gözlerinden açıklaması güç, tuhaf bir bakış geçti. Hayalkırıklığı mı? Kim bilir. Sigarasının gri renkli dumanını üflerken genişleyen burun delikleriyle; "İstedim." dedi.
Koyu bir iç çektim. İçim yanıyordu. Rüzgar'ın elinde tuttuğu incecik sigara gibi, usul usul yanıyordu içim. Cinsiyetini bile öğrenemeden kaybettiğim bir bebeğin annesi olmayı çok istemiştim. En son bir şeyi çok isteyişim de sanıyorum o zamandı.
"Tekin de çok istedi. Ama ben bir daha istemedim o olaydan sonra."
"Onu ilelebet cezalandırmayı seçtin. Oysa ayrılıp bu ızdıraba ikiniz için de bir son verebilirdin."
"Bir cezalandırma biçimi olarak değil, istemedim sadece. Ama haklısın. Ayrılmalıydım. Çok kez istedim, çok da söyledim. Tam üç yılımı aldı. Geçmiş günlerden geriye sisli puslu anılarım var. Yoğun bir karanlık. Öyle bir yere düşmüştüm ki Rüzgar, o günlerde beni buradan çıkarın diyordum da, çıkış yolu neredeydi kendi gözlerimle göremiyordum. Tabiri caizse kendi ızdırabıma kör olmuştum. Tekin'in bırakmamak üzere sıkıca yapışması da cabası. Hiç istemedi bitmesini. Hoş, hala istemiyor."
"Hiç kaybetmek istemez. Bilirim. Manipüle de eder. Hırsından git gide daha rezil bir saplantıya dönüştürmüş seni. Geldiğim günden beri konuşulan her şeyi daha iyi anlıyorum şimdi. Dönüştüğü bu hali. En sağlıksız ruh halinde olan o."
Kafamı salladım. "Farkındayım."
"Ama sen de iyi değilsin." Kafasını üzüntülü bir ifadeyle iki yana salladı. "Ve sana bir şey yaptı." diyerek başa döndü. "Çok yanlış bir şey. Konuşmak dahi istemediğin ama sana yaklaşamasın diye uzaklaştırma kararı çıkartmana sebep olan bir şey."
"Farkettiğin gibi işte." dedim kaçınma çabasıyla.
"Uzaklaştırma kararının kolaylıkla çıkartılan bir şey olmadığının da farkındayım Işık." dedi.
"Bu konuda konuşmak istemiyorum." dedim artık net olarak. "Lütfen."
İçini çekti.
"Sana kızgın olmam lazım. Anlatmadan evvel biliyordum olamayacağımı. Neyin içine düşersen düş, ne halin varsa gör demem lazım. Onu da diyemiyorum. Seninle ne yapacağımı bilmiyorum."
"Hiçbir şey." dedim üslubundan rahatsız olarak. "Konuşmak isteyen sendin, konuştuk, bitti. Daha fazla yapılacak bir şey yok. Sen yoluna ben-"
"Yoluma." Şaşkınlık dolu baktı. "Gerçekten mi?"
Şaşırmasına şaşırmış olan ben öylece kaldım.
"Evet?"
"Otoparkta sadece Tekin ve sen yoktunuz. Ben de vardım ve bir şeyler söyledim, belki o anın şiddetiyle anlamamış olabilirsin Işık. Birlikte çıktık. O Japonya'dayken hayatına giren kişi olduğumu anladı ya da anlamak üzere. Hiç değilse sorgulayacak. Kendi yoluna giderken bana bu konuda bir tavsiye vermek ister misin?"
"Daha öncekinden farklı bir şey söyleyemem: İnkar et." dedim.
"Etmeyeceğimden emin olabilirsin." dedi, hiç düşünmeden.
"Ama neden?"
"Sen neden itiraf etme gereği duyduysan o yüzden."
"Bir sebebi yoktu. Gereği de yoktu. Etmek istedim."
"Benim de yok."
"Rüzgar saçmalama. Hayatında bir sürü insan var senin. Kızın var, kızının annesi var..." Manidar bir boşluk bıraktım. Esin var.
"Ee? Onların bununla ne ilgisi var?"
"Ne diye başına iş alasın? Biz bir şeyler yaşamıştık, evet ama geçti, gitti. Güzel güzel devam ettin sen hayatına. Ediyorsun."
"Güzel güzel?"
"E öyle."
"Peki."
"Ben bir karar verdim. Kendi ayaklarımın üstünde duracağım dedim. Bu yönde bir yola girdim. Teşekkür ederim, yeniden iş bulmama vesile olduğun için. Bu gece de oradan hızla uzaklaşmamı sağladığın için. Yeterince şey yaptın zaten."
"Bitmesini istiyordun, anlasın ve pes etsin artık diye son bir vurgu yapmak istedin. Ona bizi itiraf ettin Işık. Nihayet." Durdu. Gözlerimin içine dolu dolu baktı. "Ve o bunun üzerine sana anlatmak istemeyeceğin türde bir zarar verdi." diye devam etti. "Benim yüzümden." Yutkundum. "Ondan korkuyorsun, kaçıyorsun, sana yaklaşmasını bile istemiyorsun. Beni bunun dışında tutamazsın."
"Senin yüzünden değil." diye sayıklayabildim sadece. Onun yüzünden değildi, ama haklıydı. Bilinçaltım son bir çare olarak ona sığınmıştı.
"Sana yardım etmek istiyorum, bunu nasıl yapacağımdan emin değilim. Anlaşalım; sen ne istersen, nasıl istersen ama beni bunun dışında tutamazsın artık." diye vurguladı.
Haklı olduğunu biliyordu. Gözlerimden okuyordu.
"Peki." dedim. "Ama ben kendi başımın çaresine bakmak istiyorum. Senden gerçekten bir şey istemiyorum."
"Ben de kendi başının çaresine bakmana yardım ederim öyleyse."
"Nasıl olacak o?"
"İlk olarak sana çok iyi bir avukat lazım. Birisini önerebilirim?"
"Nihayet buldum. İyi bir avukatım var."
"Güvenlikli bir eve ihtiyacın var."
Yanaklarımı şişirip indirdim. Doğru noktayı yakalamıştı işte.
"Evet, hala arıyorum."
"Burada kal." dedi.
"Saçmalama. Bu evde sen yaşıyorsun."
"Bu eve bir yıllık kontrat yapıldı ve ödendi. Ben bir ay sonra gidiyorum."
"Ne gereksiz bir masraf." diye söylendim.
"Ev senin. Güvenlikli bir sitede. Tam aradığın türde bir yer, üstelik eşyalı. Bir de eşya almakla taşınmakla uğraşmazsın, fena mı?"
"Hadi tamam dedim diyelim, sen bir ay daha buradasın ya hani. Ben bu bir ay boyunca Seda'da kalamam."
"Adel babamın evinde kalmaya alıştı. Ben de giderim ne olacak? Bir ay beklemene gerek yok. Hemen gel yerleş."
"Ya bir de çocuğu evinden ediyorsun. Çok saçma! Bak bu sitede başka boş daire varsa ona taşınayım, hem Adel'e yakın olurum ama bu eve taşınmayacağım."
"Işık, burası bizim evimiz değil. Bizim evimiz Nice'te. Zaten her yerde misafiriz. Kalın kafalılık ediyorsun."
"Offff. Kirasını sana ödeyeceğim öyleyse."
"Şirketin hesabından ödendi. Bana ödeyeceğin bir şey yok. Lojman gibi düşün."
"Bütün çalışanlarınıza lojman tahsis etmiyorsunuz."
"Piyango sana vurmuş işte şans."
"Maaşımdan kesilsin, kirayı ödeyeceğim."
"İyi öde." diyerek pes etti. "Çok kazanmyorsun ama bence bundan sonra harcamalarına dikkat etsen iyi edersin."
"Merak etme, idare ederim."
"E anlaştık o zaman."
Ne yapalım anlaştık dercesine içimi çekerek onu onayladım. Başka bir imkan tanımamıştı ki zaten tanımayacağını da biliyor olmam lazımdı. Hiç değilse artık kural koyan bir yanım olduğu için kendimi takdir ettim. Ben ne istersen nasıl istersem öyle olacaktı.
"Tekin konusunda ne yapacağız? Bu konuda da anlaşsak iyi olur bence. Gelirse sana, konuşmak isterse..."
"Buyursun gelsin." dedi rahat bir şekilde. "Belki senin bana anlatmak istemediğin o şey her neyse anlatır hem."
Düşüncesiyle bile ürperdim. Ben anlatmalıydım. Tekin'den duyması fevri hareketlere sebep olabilirdi. Ama her halükarda, bu saatten sonra Rüzgar'ın Tekin'le bir araya gelmesi fevri hareketlere sebep olacak gibi görünüyordu. Tekin sınırları belirsiz, korkutucu bir insandı. Rüzgar'ınsa ne yapacağını, nasıl karşılık vereceğini kestiremiyordum. Bu o kadar sebep olmak istemediğim bir durumdu ki, nasıl engel olacağımı düşünmekten beynim zonkluyordu.
"Şimdi söyleyeceğim şeyi sadece bir rica olarak değerlendirsen, -ama önemli bir rica; Tekin istese bile onunla görüşmesen."
"Kötü bir şaka olduğunu bile bile söylemekten kendimi alamayacağım; en yakın arkadaşımla neden görüşmeyeyim? Bana bunun için geçerli bir sebep vermen lazım."
"Yapma." dedim içim parça parça koparken. "Beni zorlama."
Kasılmış çenesi yana çevrildi hafifçe. "Sen bilirsin." dedi. "Buna engel olamazsın. Erteliyorsun sadece. Bana bu gece anlatırsan, belki onu bu gece öldürmek isteyebilirim. Anlatmazsan yarın yanına gider konuşurum. O anlatır ve onu orada öldürmek isteyebilirim." Çok kararlı görünüyordu. Ne sesinde ne kelimelerinde şaka yoktu. "Kaldı ki o da bana 'burada bitmedi' dedi giderken."
"Saçmalama lütfen. Azıcık ama azıcık hatırım varsa sende, bu işin peşini bırakırsın. Yardım etmek istiyorum dedin, işte sana yardım. Tekin'in peşinden gidersen bana da, açtığım davaya da hiçbir yardımın olmaz. Aksine. Ben ona anlatarak hata yaptığımdan çok eminim şu an. Boşandıktan sonra anlatabilirdim belki. Ama o konuşacak bir şey bırakmadı. Her neyse. Konuşmayacağız, sen de ben de. Çünkü o zaman karım beni aldatmış deme yoluna gidebilir. Ben onu evliyken aldatmadım. O yaptı bunu. Ama diyebilir. Neden demesin zaten rezilliğimizin bini bin para. Seni de benimle ve kendisiyle birlikte dibe çekmek için her şeyi, her şeyi yapar-"
Sözümü kesti.
"Yapsın."
Patladım.
"Yeter Rüzgar! Gerçekten, gerçekten görmüyor musun? Kim daha uzağa işiyor savaşı değil bu! Yoruldum, çok yoruldum! Canımdan geçecek kadar yoruldum artık anla beni ne olur! Sadece ve sadece bitsin istiyorum. Sadece kendim olmak. Özgür olmak. Geçmişimi tamamen kapatıp, yepyeni bir sayfa açmak istiyorum. Üç yıldır ya, üç yıldır! Ben bu Allahın cezası işin uzadığı, süründüğü, bitemediği her gün eziyet çekiyorum. Her yer bana karanlık. Her yer dapdar. Önümü göremiyorum. Nefes alamıyorum. Yardım etmek istiyorsan, yardım et bana. Yardım et bana!"
Tüm vücudum sinirle dolmuş taşmışlık içinde titriyordu. Her şey kadar, onun güçlü duruşu karşısında ne karar yıkık bir halde oluşum da battı içime, kaldıramadım. Bir insan hiç ileri yönde adım atamaz mıydı şu hayatta? Ben atamamıştım. Yüzüne daha fazla bakamayıp önüme kapanırken devirdiğim bardağın farkında bile olmadım. İçim çıkasıya ağladım ağladım ağladım.
Çok sonra, akacak gözyaşım kalmadığında, henüz hala kafamı yerden kaldırmamışken onun yanımda olduğunu farkettim. Bana dokunmamıştı hiç. Rahatlamamı isteyerek, bölmeyerek yanımda durmuştu sadece. Daha fazlasını yapmadığı için, bana dokunmadığı için minnettardım. Yüzüne baktığımda ise, ne göreceğimi çok iyi biliyordum. Gözyaşlarımın onun için yaralayıcı oluşundan utanıyordum. Bir şey değiştirebilsem bunu yapabilmek isterdim. Kendimi unutturmak... Silmek. Çünkü onun için bir zaaf olduğum sürece, kendi kaosumun içinden de çıkamıyordum.
Gözlerim hala yerdeydi, kırılan bardaktan her yere dağılan cam parçalarına bakıyordum. Yüzüne hiç bakmadan, zorlukla yatıştırdığım soluklarımın arasından,
"Ortalığı batırdım, özür dilerim." dedim.
"Özür dilenecek bir şey yok." dedi konuyu savuştururcasına. Ve sonra, nihayet "Kendim gidip konuşmayacağım, tamam." dedi içini çekerek. "O konuşmak isterse de dava sonuçlanana kadar manipüle edecek bir şey yapmayacağım. Geçiştiririm, ertelerim. Ama sadece dava bitene kadar. Tek celsede bitsin, senin hayatından siktir olup gitsin diye. O zamana kadar bana güvenebilirsin. Sonrası ise beni ilgilendirir."
"Rüzgar lütfen." dedim çaresizlikle, hala yerdeki bakışlarla ellerimi telaş ve sıkıntı ile yüzümde gezdirerek.
"Anlaşma yaptık Işık. Sen ne istiyorsan, nasıl istiyorsan. Anlaşmamız baki." dedi. "Ama anlaşmanın bir sınırı var, o da dava bitene kadar. Yüzüme bakar mısın lütfen?"
Nihayet gözlerimi yerden kaldırdım. Yüzüne baktım. Çok yakındık. Çok yakın. Gözlerine baktım. Gözleri hala kordan kor alevler içindeydi. Ateşe değen bir çocuk gibi geri çekilme isteğimi zaptederken yutkundum.
"Anlamadığın bir şey var." dedi. "Israrla anlamadığın. Bu sadece seninle ilgili değil. Geçmişi kapatıp, yeni bir sayfa açmak isteyen tek kişi sen değilsin. Yıllardır ben de bir yalanla yaşıyorum. Çok daha önce itiraf etmek istediğim ama etmediğim bir yalanla. Kaçıp gitmek benim tercihim değildi. Sen istedin bunu benden. Farkında bile değildin, hala değilsin."
Bir seçim yaptın Işık. O seçim artık üçümüze ait.
"Sen Tekin'le evlenip, sahip olduğun düzeni korumak istedin. Ben sana saygı duydum. Duymasaydım eğer o gün gider Tekin'le konuşurdum. Bunu yapmayıp olabildiğince uzak bir mesafeden yalan bir arkadaşlığı sürdürdüm. Sadece senin için. Senin yaşadığın hayatın içinde mutlu olmanı istediğim için."
Hiç sahip olamadığım o mutluluk için.
"Çok erteledik konuşmayı. Sebepleriyle ortada. Ama bu gece konuştuklarımızın bir şeyleri değiştirmeyeceğini düşünemezsin. Değiştirdi. Daha da değiştirecek. Hiçbir zaman sadece seninle ilgili değildi, bu benim de meselem. Yıllardır sürdürdüğüm bir yalanı sona erdirmek istiyorum. Bunu kendim için istiyorum. Anlıyor musun beni?"
Anlıyordum.
Konuşarak, ona anlatarak kendi karanlığımın içine onu da çektiğimi çok iyi anlıyordum artık. Bu iş bitene kadar onu kendimden ayrı olarak düşünemeyeceğimi de. Kaderin sunduğu bir olaylar silsilesi ile ortak olduğumuzu. Suç ortağı olduğumuzu. Ve sadece ben evlilik yükümlüğümden sıyrıldığım vakit onu da azad edebileceğimi.
O noktadan sonra ayrı ayrı yollarımıza giderken özgür kalabilecektik.
"Anlıyorum."
"Sana ne yaptığını bilmek benim için çok önemli. Bunu senden duymayı tercih ederim ama seni daha fazla zorlamayacağım Işık. Aksine izin verdiğin ölçüde desteğin olacağım senin, yanında olacağım, bu iş bitene dek."
Mümkün olamaz gibiydi ama Tekin'le olan çirkin bağımı bir an önce söküp atmayı çok daha fazla istiyordum artık.
Ve bir de ona anlatmayı. Eksik bir şey kalmamasını. Bu yüzden,
"Bana tecavüz etti." dedim.
Meraba!
Hava sıcaklıklarının 31 C'yi gösterdiği Teksas'ımızın güzide ili Dallas'tan selamlar!
Bu bölümü yazmam nereden baksanız 1.5 sene sürdü. (O 1.5 senede neleeer neler neler oldu sevgili okur) Ha diyebilirsiniz, yazdığın bu mu? Vallahi de bu :) Ne zaman farklı olmuş, şimdi farklı olsun? Benim bölümlerim hep 3 bin - 5 bin kelime arasında gezmiştir. Başka yazar arkadaşların uzun uzun bölümlerini okuyor ve de seviyorum ama kendim bu 3 bin - 5 bin aralığında bir bölümde anlatmak istediğim içeriği güzel bir şekilde anlatabildiğime inanıyorum. Ne de olsa her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır.
Arayı çok açtık diye lafı uzattım biraz hem onun hem de uygunsuz saatin kusuruna bakmayın. Türkiye ile aramızdaki sekiz saatlik fark bundan sonraki bölümlerde de bu şekilde uygunsuz saatler şeklinde tezahür edebilir :) Her kim buradaysa ve okumaya devam etmek isterse şimdiden çok teşekkür ederim. Umarım seversiniz ve özlediğim yorumlarınızı esirgemezsiniz.
Saat sabah 04.20 olmuş, sahur yapanlara hayırlı sahurlar.
Hayırlı ramazanlar,
Çokça sevgiler.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro