12
XVII
Gelir düzeyi yüksek aileler için tatil hem dinlenme hem de eğlenmedir. Ruth ve ailesi de uzun bir tatilin ardından evlerine dönmüşlerdi. Martin onların ne zaman döneceğini bildiği için çamaşırhaneyle ilgisini kesmiş ve hemen Oakland'da dönmüştü. Bu kez Martin Ruth'u bol bol görüyor, birçok konuda fikir alışverişinde bulunuyordu. Tatile çıkmadan Ruth tezini de verdiği için artık çalışmıyordu. Ne var ki, yazma konusunda kendine aşırı derecede yüklenen Martin yaşama isteğini kaybetmişti. Kafası ve bedeni yaşamın kurguları üzerine fikir üretemiyor, sorun çözemiyordu. Asıl önemlisi büyük hırsla yazarlığa soyunan Martin'in yazı yazdığı da yazı yazmaya isteği de yoktu. Bu da onlara beraber olabilmek için daha önce elde edemedikleri kadar çok fırsat veriyordu. Böylelikle içtenlikleri çarçabuk yakınlaşıverdiler. Bu yeni dönem Martin Ruth ilişkisine yeni ve farklı birtakım anlamlar da yüklemişti. İlişkilerinin ikinci döneminde Martin genelde susmayı Ruth'u dinlemeyi tercih etti. Hiçbir iş yapmadı. Bol bol uyudu. Fırsat buldukça düşündü. Son derece yorucu, müthiş bir mücadeleden çıkmış gibiydi. Yeniden canlanışının ilk işaretleri, gündelik gazeteye daha istekli bir ilgi duy-masıyla belirdi. Sonra, yavaş yavaş yeniden hafif romanlar, öyküler ve şiirler okumaya başladı; epeyce bir süre sonra ise, uzun zamandan beri ihmal etmiş olduğu Fiske'ye sarıldı. Muhteşem bünyesi ve sağlığı yeniden canlılık kazandı ve Martin gençliğin bütün o çabucak iyileşebilme yeteneğini ve dayanıklılığını elde etti.
İhtiyaç duyduğu kadar dinlenir dinlenmez, yeniden denize açılacağını söyledi. Ruth, Martin'in bu denize çıkma düşüncesini duyduğunda büyük bir hayal kırıklığına uğradı.
— Neden gitmek istiyorsun? diye sordu. Martin cevap olarak:
— Para, dedi. Editörlere karşı giriştiğim yeni hücumda hazırlıklı bulunmam lazım. Benim durumumda, savaş enerjisini para sağlıyor, para ve sabır.
— Eğer istediğin sadece paraysa neden çamaşırhanede kalmadın?
— Çünkü, çamaşırhane beni bir hayvan haline getiriyordu. Böyle bir işte çok çalışmak, insanı içki içmeye sürüklüyor.
Ruth, Martin'e dehşet dolu gözlerle baktı.
— Yani? diye kekeledi.
Martin için, Ruth'un şüphesini dağıtmak çok kolay bir işti; ama yaradılıştan açık yürekliydi o, üstelik ne olursa olsun, açık yürekli davranmak için verdiği kararı hatırladı.
— Evet, diye cevap verdi. Düşündüğün gibi. Birçok defa içtim.
Ruth ürperdi ve Martin'den uzaklaştı.
— Tanıdığım erkeklerin hiçbiri asla böyle bir şey yapmadı, asla yapmadı. Martin, acı acı gülerek:
— Öyleyse onların hiçbiri Shelley Hot Springs'de çalışmamış demektir, dedi. Çalışmak iyi bir şey, insan sağlığı için yararlı, vaizler öyle diyor ve Allah bilir ya, ben de ömrümde çalışmaktan yılmamışımdır. Ama iyi şeylerin dahi fazlası zarardır; şu çamaşırhanede bunlardan biri işte. Bir kere daha denize açılışımın sebebi de bu. Bu sonuncu gidişim olacak sanıyorum, zira döndüğümde dergilerin surlarını yıkacağım; eminim buna. Ruth suratı asılmış sessizce dinliyordu. Martin de küskün bir tavırla onu süzüp, Ruth'un, onun çektiklerini anlamasının ne kadar olanaksız bir şey olduğunu düşündü.
— Bunları yazacağım ismi de; 'Ağır İşin İnsan Ruhunda Yarattığı Düşüş', ya da 'işçi Sınıflarında içki Psikolojisi', veya bunun gibi bir şey olacak.
İlk karşılaştıkları günden beri, o günkü kadar birbirlerine uzak kalmamışlardı. Martin'in, içinde kaynayan isyan, ruhunu belli etmeden, açık yüreklilikle anlattığı itirafları Ruth'u itmişti. Ama onu asıl sarsan, içki içmeye iten sebepten çok; içki içmenin iğrençliğiydi. Bu aynı zamanda, onu, Martin'e ne kadar fazla yaklaşmış olduğu konusunda bir uyarı oldu, ama o, bir kere durumu böylece kabul edince, bu daha da büyük bir samimiyete yol açtı. içinde acıma duygusu ve Martin'i iyileştirmek için masumane, idealistçe düşünceler de uyanmıştı. Bu kadar ilerleyen bu genci kurtaracaktı. Onu eski çevresinin lanetinden kurtaracaktı; onu kendisine rağmen, yine kendisinden kurtaracaktı. Bütün bunlar Ruth'a soylu ve bilinçli bir insan düşünüşü gibi geldi; bunun altında ve bunun arkasında kıskançlık ve aşk arzusunun bulunduğunu aklına bile getirmedi.
Sonbaharın tatlı havasında, bisikletleriyle bol bol gezintilere çıktılar ve tepelerde yüksek sesle, insanın düşüncelerini yücelten, harika şiirler okudular. Ruth'un böyle dolaylı bir yoldan onun kafasına sokmaya çalıştığı şeyler arasında feragat, fedakarlık, sabır, çalışkanlık ve üstün çaba gibi prensipler bulunuyordu, bütün bunlar, Ruth için, babasının, Mr, Butler'ın ve fakir bir göçmen çocuğu iken dünyanın en çok kitap dağıtan kütüphanelerine sahip biri haline gelen Alldrew Carnegie'nin kişilikleri sayesinde somut hale gelen soyut kavramlardı. Bütün bunlar Martin'in takdir ettiği, benimsediği kavramlardı. Martin artık onun düşünüş şeklini daha rahatlıkla takip edebiliyordu; Ruth'un ruhu artık Martin için kapalı bir kutu olmaktan çıkmıştı. Martin düşünce bakımdan kendini onunla bir tutuyordu artık. Diğer taraftan anlaşmaya varamadıkları noktalar, Martin'in, Ruth'a olan aşkına etki etmiyordu. Martin'in aşkı eskisinden de ateşliydi, zira o Ruth'u, Ruth olarak seviyordu, olduğu gibi seviyordu onu ve Ruth'un ince bünyeli oluşu da Martin'in gözünde ona ayrı bir büyü katıyordu. Senelerce ayağını toprağa basamayan hasta Elizabeth Barret'i okumuştu; Elizabeth Barret, Browning'le birlikte evden kaçıp, güneş ışığına çıkmış ve ayağını yere basmıştı. Browning'in, Elizabeth Barret'e yaptığını, kendisinin de Ruth'a yapabileceğine karar verdi. Ama önce Ruth'un onu sevmesi lazımdı. Geri kalanı kolaydı. Martin ona sağlık ve güç kazandıracaktı. Martin gelecek yıllardaki hayatlarına dair hayaller kurmaya başladı: Fon olarak çalışma, konfor ve genel bir refah içinde Ruth'la kendisini şiir okuyup, şiirler üzerinde tartışırken gördü; Ruth, yere yayılmış yastıkların arasında oturmuş yüksek sesle Martin'e şiir okuyordu. İşte yaşayacakları hayata dair hayaller dünyasının kapısını açan anahtar buydu. Martin hep belirli bir tabloyu gördü. Bazen de Ruth, Martin'e dayanmış, başı Martin'in omzunda, Martin de bir koluyla onu sarmış şiir okur halde duruyordu. Bazen de güzelliklerle dolu sayfalar üzerine birlikte eğeliyorlardı. Sonra, bir şey daha vardı. Ruth da doğayı seviyordu; Martin'in cömert hayal gücü okuma sahnesini derhal değiştiriverdi, okurken bazen, dimdik yamaçları kapanacakmış gibi dar vadilerde, ya da yüksek yaylaların çayırlarında, aşağıdaki gri renkli kum tepecikleri, ayaklarının dibinde çelenkler gibi durduğu halde, yahut uzaklarda, çağlayanların dökülüp bir buğu haline gelerek, serseri rüzgar demetleri önünde titreşen, dalgalanan bir buhardan peçe gibi denize ulaştığı, bir volkanik tropik adasında bulunuyorlardı. Ama ön planda daima, hep okuyan, sonsuza değin okuyan ve güzellikleri paylaşan o ve Ruth vardı; geri planda; doğa fonunun gerisinde de, buğulu bir loşluk içinde, onları dünyadan ve dünyanın hazinelerinden hür kılan çalışma, başarı ve para kazanma bulunuyordu. Bir gün annesi Ruth'u uyarmak için:
— Benim küçük kızıma dikkatli olmasını öneririm, dedi.
— Me demek istediğini biliyorum. Ama bu imkansız. O benim...
Ruth'un yüzü kızarmıştı, ama bu, hayatın kutsal konuları üzerinde, aynı derecede kutsal tutulan bir anne ile konuşmak zorunda kalan bir kızın kızarışıydı.
Annesi onun cümlesini tamamlayarak:
— Aynı sınıftan değilsiniz, dedi. Ruth başıyla doğruladı.
— Söylemek istediğim bu değildi, ama gerçekten de değil. Kaba, yabani, kuvvetli çok kuvvetli. — Temiz bir hayat sürmemiş, demek istiyorsun.
Ruth başıyla tekrar doğruladı ve tekrar yüzünü bir kırmızılık kapladı. — Evet, söylemek istediğim şey aynen buydu, dedi. Böyle olmasında onun bir kabahati yok, ama bir kere iyice bulaşmış artık.
— Zifte mi?
— Evet, zifte. Hani beni korkutuyor da. Bazen bana yaptıklarının anlatırkenki o sanki bu yaptıkları hiç önemli değilmiş gibi serbest, rahat hali beni dehşete düşürüyor. Halbuki bu yaptıklarının önemi var. Yok mu? Birbirlerine sarılmış, öyle oturdular; sessizlik anında da annesi Ruth'u okşadı ve devam etmesini bekledi. Ruth:
— Ama ona müthiş bir ilgi duyuyorum, diye devam etti. Bir bakıma o benim korumam altında sayılır. Sonra benim ilk erkek arkadaşım da o. Beni korkuttuğu zaman, eğlenmek için aldığım bir buldok köpeği gibi geliyor bana; hani şu külhanbeyi kızların yanlarında taşıdıkları köpekler gibi. Çekiştirip, dişlerini göstererek, zincirini koparmaya çalışıyor sanki.
Annesi hiç konuşmadan onun devam etmesini bekledi.
— Ona olan ilgim bir buldok köpeğe duyduğum ilgi gibi, öyle zannediyorum. Çok iyi tarafları da var, ama diğer taraftan hiç beğenmediğim tarafları da var. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hep düşünüyorum kendi kendime. Küfür ediyor, sigara içiyor, içki içiyor, sonra yumruklarıyla dövüşüyor, asıl önemlisi bundan da zevk alıyormuş. Her haliyle bir erkekte bulunmaması gereken davranışlara sahip olduğunu gösteriyor hiç değilse benim bir koca olarak isteyeceğim erkekte bulunmaması gereken davranışlar. Üstelik çok da kuvvetli. Benim prensim, uzun boylu, ince, esmer, zarif, büyüleyici bir prens olmalı. Hayır, benim Martin Eden'e aşık olmam asla düşünülemez. Bu kaderin bana indirebileceği en ağır darbe olur. Annesi kaçamaklı bir dil kullanarak:
— Benim söylemek istediğim bu değildi, dedi. Sen hiç onun açısından düşündün mü bu meseleyi? Biliyorsun ki, her bakımdan tercihe şayan olmayan bir kimse, ya tutar da o sana aşık olursa? Ruth:
— Zaten öyle, diye bağırdı. Mrs. Morse; nazik bir tavırla:
— Beklenirdi doğrusu, dedi. Seni tanıyan bir kimseden başka ne beklenebilir? Ruth ihtirasla:
— Olney benden nefret ediyor, dedi. Ben de Ol-ney'den nefret ediyorum. O yanımda oldu mu kendimi bir kedi gibi hissediyorum. İçimden ona kötü davranmak geliyor, hem ben öyle hissetmesem bile ne olacak, nasıl olsa o bana kötü davranıyor. Martin Eden'le olduğum zaman kendimi mutlu hissediyorum. Daha önce beni kimse sevmemişti, hiçbir erkek sevmemişti beni, yani öyle sevmemişti demek istiyorum. Sevilmek, öyle sevilmek de o kadar tatlı ki. Me demek istediğimi anlarsın sen, benim sevgili anneciğim. İnsanın, gerçekten tam anlamıyla bir kadın olduğunu hissetmesi çok tatlı bir şey. Yüzünü annesinin kucağına gömerek hıçkırmaya başladı. — Benim hakkımda kim bilir ne kötü düşünüyor-sundur, biliyorum, ama yalan bir şey söylemedim sana, ne hissediyorsam onu söyledim.
Mrs. Morse, garip bir keder ve mutluluk duygulan karışımı içindeydi. Bir sanat tarihi mezunu olan kız çocuk gitmiş, onun yerine bir kadın evlat gelmişti. Tecrübe başarıyla sonuçlanmıştı. Ruth'un yaradılışın-daki o garip boşluk dolmuştu, hem de bir tehlikeye girmeden, bir fenalık gelmeden. Bu kaba denizci bu işe alet olmuş ve Ruth ona aşık olmadığı halde, o Ruth'un kadınlık bilincini geliştirmişti. Ruth itiraf ediyordu:
— Elleri titriyor.
utançtan yüzü hala annesinin kucağına gömülüydü.
— Çok komik, çok saçma bir şey, ama onun hesabına üzüntü duyuyorum. Elleri fazla titrediği, gözleri çok parlamaya başladığı zamanlar, aklımı başka taraflara çekmek için, onun hayatı, gittiği yanlış yollar hakkında ona öğütlerde bulunuyorum. Ama bana tapıyor, biliyorum. Gözleri ve elleri yalan söylemiyor. Bu da, bu düşünce, bunu düşünmek de bana büyüdüğümü hissettiriyor; hakkım olan bir şeye sahip olduğumu hissediyorum, işte beni de diğer kızlara benzeten, bir genç kadın yapan da bu. Sonra, daha önce onlara benzemediğimin de farkındaydım ve bunun seni endişelendirdiğini biliyordum. Bana bu endişeni fark ettirmediğini sanıyordun ama ben fark etmiştim ve Martin Eden'in dediği gibi "işi kıvırmak" istiyordum. Konuşmalarına devam ederlerken, her ikisinin de gözleri yaşlarla doluydu; Ruth, soluk bir masumiyet perisi gibiydi, annesi de sempatik, anlayışlı, ama sakin bir tavırla açıklamalarda bulunup, ona yol gösteriyordu; onlar için kutsal bir andı bu.
Annesi:
— Martin senden dört yaş küçük, dedi. Dünya üzerinde yeri yurdu yok. Ne bir makamı ne de maaşı var. Ele avuca sığmayan, serserinin biri. Seni seviyorsa, şu öyküleriyle, çocukça hayallerle etrafındakileri kandıracağına, sağduyu icabı ona seninle evlenme hakkını verecek bir iş yapması gerekir. Korkarım ki Martin Eden hiç büyümeyecek. Baban ve babanın bütün arkadaşları gibi, Mr. Butler gibi örneğin, bir erkeğe yakışan bir iş ve sorumluluk sahibi olamıyor. Martin Eden, korkarım ki hiçbir zaman para kazanamayacak. Halbuki bu dünya öyle kurulmuş ki, mutluluk için para şart. Oh, hayır, o muazzam servetleri kastetmiyorum ama şöyle genel bir konforu ve temiz bir hayat yaşamayı mümkün kılacak kadar paradan bahsediyorum. Hiç, hiç bahsetmedi mi sana?
— Bu konuda tek kelime bile söylemedi. Hiç teşebbüs etmedi; ama eğer teşebbüs etseydi de ben konuşmasına meydan bırakmazdım, zira biliyorsun, sevmiyorum onu.
— Buna çok sevindim. Bu kadar temiz ve saf olan kızımın, biricik kızımın böyle birine tutulmasını görmeye tahammül edemezdim. Dünyada soylu, sadık ve gerçek erkek olan birçok insan var. Onları bekle. Bir gün böyle birini bulur, babanla ben nasıl mutlu ol-duysak sen de mutlu olursun. Bir de, daima aklında tutman gereken bir şey var.
— Evet, anne.
Mrs. Morse konuşurken, sesi çok hafif ve tatlı çıkıyordu:
— Çocuk meselesi.
Ruth, bir zamanlar kafasında esen uçarı düşünceleri hatırlayarak, yüzü, böyle şeyler konuşmanın utancından kızanp:
— Bu meseleyi daha önce düşündüm, diye itiraf etti.
Mrs. Morse:
— Mr. Eden'i senin için imkansız hale koyan da bu çocuk meselesidir, diye devam etti. Senin çocukların temiz bir kan taşımalı, halbuki o, korkarım ki temiz değil. Baban bana vaktiyle denizcilerin yaşadığı hayattan bahsetmişti, anlıyorsun değil mi, ne demek istediğimi?
Her ne kadar annesinin anlatmak istediği şey, Ruth'un hayal gücünün ulaşamayacağı kadar uzak, kapalı, müthiş bir kavram idiyse de, Ruth gerçekten de anlamış olduğunu belli edercesine elini annesinin eli üzerine bastırdı.
— Sana danışmadan hiçbir işe başlamayacağımı biliyorsun, diye söze başladı. Ancak, sen de ara sıra, bu defa olduğu gibi bana sorular sormalısın. Sana açılmak istediğim şeyler oluyor, ama nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Bunun sebebi de lüzumsuz bir alçak gönüllülük, biliyorum alçak gönüllülük, ama sen bu işi kolaylaştırabilirsin. Bazen, bu defaki gibi bana sormalısın, bir imkan vermelisin bana.
Konuşmalarını bitirip kalktıklarında Ruth, annesinin yüzüne bakıp, onun ellerini tutarak: — Ah, anne, diye bağırdı. Sen bir kadınsın!
Annesiyle arasındaki bir eşitliğin bilincine varmış olmaktan doğan büyük bir sevinçle: — Eğer bu konuşmayı yapmasaydık, seni asla bu şekilde düşünemeyecektim. Senin de bir kadın olduğunu bilmek için kendimin bir kadın olduğumun farkına varmam lazımmış. Annesi onu kendine çekip öperek:
— İkimiz de kadınız, dedi.
Kollan birbirlerinin beline dolanmış, kalpleri yeni bir arkadaşlık anlayışıyla taşarak odadan çıkarlarken, Mrs. Morse:
— İkimiz de kadınız, diye tekrarladı.
Mrs. Morse, bir saat kadar sonra kocasına gururla.
— Küçük kızımız ARTIK bir kadın oldu, dedi. Mr. Morse, karısına:
— Bu, demek oluyor ki, Ruth aşık oldu, dedi. Mra. Morse cevap olarak: Hayır, bu demektir ki, Ruth seviliyor. Tecrübe başarıyla sonuçlandı. Sonunda uyandı kızımız.
Mr. Morse, tam bir iş adamı tavrıyla, doğal bir şeyden söz ediyormuş gibi ve kuru bir ses tonuyla: O zaman artık Mr. Eden'i kovmamız lazım, dedi. Ama karısı onunla aynı fikirde olmadığını anlatır şekilde, başını salladı:
Buna hiç gerek yok, Ruth'un söylediğine göre birkaç güne kadar yeniden denize çıkacakmış. Geri döndüğünde ise Ruth burada olmayacak. Ruth'u Clara teyzeye yollarız, üstelik doğuda, değişik bir iklimde, değişik insanlar, değişik fikirler arasında, her şeyin değişik olduğu bir yerde bir sene kalmak da tam onun ihtiyacı olan bir şey.
XVIII
Martin kafasına taktığını çözmek için bütün benliğiyle mücadele veren insanlardandı. Başarıncaya değin hep çalışır, çalışırdı. Son zamanlarda ise sonsuz bir istekle yazma arzusu duyuyordu. Bu arzu adeta içine işlemişti bir kere Martin'in. Sürekli yazmak, alabildiğince yazmak, sadece yazmak istiyordu. Öyküler, şiirler, makaleler beyninde kendiliğinden oluşuyor, ileride anlamlı kılacağı bu şiirler, öyküler üzerinde notlar alıyordu. Ancak yazmıyor, yalnızca düşünüyordu; çünkü bu durum, onun için ufacık bir tatil sayılırdı; o da bu tatilini dinlenmeye, aşka ayırmaya karar verdi ve her iki konu üzerinde de gelişmeler kaydetti. Çok geçmeden baştan ayağa yaşamla dolup taşar hale geldi ve Ruth'u ne zaman görse, sağlık ve güç dalgasının yeniden ona tattırmayı başardı.
Martin'le Ruth'un buluşmasından rahatsızlık duyan biri vardı: Ruth'un annesi Mrs. Morse. Anne Morse sık sık kızını, "Dikkatli ol" diye uyarıyor, Martin Eden'i gereğinden fazla görmemesini istiyordu. Ruth annesinin bu uyarılarını ciddiye bile almıyor, kendine olan güvenle gülüyordu. Kendinden emindi; çünkü Martin birkaç güne kadar denize açılacaktı. Martin geri döndüğünde ise Ruth Doğuya yapacağı ziyarete çıkmış olacaktı. Bununla beraber, Martin'in sağlık ve kuvvetinde büyülü bir şey vardı. Ruth'un Doğuya yapacağı ziyaretten Martin'e de söz ettiklerinden, Martin acele etmek gereği duydu. Ne var ki Ruth gibi bir kıza nasıl kur yapacağını bilmiyordu. Ayrıca, Martin'in, Ruth'dan tamamıyla farklı kızlar, kadınlarla geçirdiği tecrübeler de davranışlarına engel oluşturuyordu. Onlar yaşam hakkında, aşk hakkında ve flört hakkında çok şey biliyorlardı; halbuki Ruth'un bir şey bildiği yoktu. Onun bu eşine az rastlanılan masumiyeti, Martin'i şaşırtıp, konuşma gücünü dudaklarında dondurarak, onu kendine rağmen yine kendi değersizliğine inandırdı. Bir başka güçlük daha vardı. Martin de daha önce hiç aşık olmamıştı. Gösterişli geçmişinde hoşlandığı kadınlar olmuştu, ama sevmek nedir hiç bilmemişti. Martin bir efendi gibi, kayıtsızca ıslığını öttürmüş, onlar da onun yanına gelmişlerdi. Birer eğlenceydi onlar, erkeklerin oynadığı oyun içinde ufak tefek olaylardandı, ama en fazla, bu oyun içinde çok ufak bir yer tutan birer olay, o kadar. Fakat işte şimdi, hayatında ilk defa olmak üzere o yalvaran durumundaydı; şüphe içinde, utangaç bir tavırla yalvaran. Gözleriyle, elleriyle, karşısında susup kaldığı dudaklarıyla yalvaran. Aşk yolunu, dilini bilmediği gibi, sevdiğinin saf masumiyeti de yüreğine korku düşürüyordu.
Hayatın çok önemli kuralları vardı. Bu kurallar kendi içinde tutarlıydı. Martin'de yaşamın değişik basamaklarından geçerken çok önemli bir davranış kuralı öğrenmişti: Daima oyuna karşı tarafın başlamasını beklemek. Bu kurala uyarak ne zaman birisiyle bilmediği bir oyun oynayacak olsa onun başlamasını bekler, hamlelerini görünce tavır belirlerdi. Bu kural belki bin kere onun ayakta kalmasını sağlamış, ayrıca ona geniş bir gözlem yeteneği kazandırmıştı. Martin, kendine yabancı gelen şeyi nasıl kollayacağını, onun kendini ele vereceği bir zayıf anını, bir giriş noktasını nasıl bekleyeceğini bilirdi. Tıpkı yumruk yumruğa dövüşte, açık aramaya benziyordu bu. Böyle bir açık yakaladığı anda da oyuna nasıl girişeceğini hem de nasıl kıyasıya girişeceğini uzun denemeler sonunda öğrenmiş, bir daha asla unutmamıştı. Bu düşüncelerle Martin konuşmayı çok istediği halde konuşmaya cesaret edemeden Ruth'u bekledi ve kolladı. Ruth'u sarsmaktan korkuyordu, kendinden de emin değildi. Ne var ki Martin, bilmeden en doğru yolu takip ediyordu. Aşk dünyaya ifade kazanmış konuşmadan önce gelmiş, daha ilk gençlik çağlarında unutulması olanaksız yöntemler, yollar öğretmişti. Martin'in de Ruth'a aşkını ifade edişi işte bu eski, ilkel yolla oldu. Gerçi sonradan bu yolu sezdiyse de, başlangıçta bu yolda yürüdüğünün farkında değildi. Elinin, Ruth'un eline dokunuşunun, kendi ağzından çıkabilecek herhangi bir kelimeden çok daha engin bir etkisi vardı; kuvvetinin, Ruth'un hayal gücü üzerindeki etkisi, aşıkların nesiller boyunca söylenen yazılı şiirlerinden ya da ihtirasından çok daha ayartıcıydı. Martin'in söyleyebileceği herhangi bir söz, Ruth'un yargısına seslenecekti; halbuki elinin dokunuşu, bu hafif, acele dokunma doğrudan doğruya onun içgüdülerine sesleniyordu. Ruth'un yargıları da kendisi kadar gençti, ama içgüdüleri insanlık kadar, belki daha da yaşlıydı. Aşk henüz gençken bu içgüdüler de gençti, ama bunlar geleneklerden, fikirlerden ve bütün yeni doğmuş şeylerden daha tecrübeliydiler. Böylece Ruth'un yargısı hareketsiz kaldı. Yargılarını harekete geçirecek bir şey yoktu ve Ruth, Martin'in dakikadan dakikaya kendi sevgi bünyesi üzerindeki etkisinin, farkında olmadı. Öte yandan, Martin'in onu sevdiği gün gibi açıktı ve Ruth onun aşk açıklamalarını yumuşak pırıltılarla, alev alev yanan gözlerini, titreyen ellerini, yanık rengi altında hiç eksilmeyen esmerimsi kırmızılığı yakalamaktan büyük zevk alıyordu ve kendisi de bunun farkındaydı. Ruth, onu ürkek ürkek tahrik ederek daha ileriye de gitti; ama bunu Martin'in şüphesini çekmeyecek kadar belli belirsiz; kendi kendinden şüphelenmeyecek kadar da yarı bilinçsiz bir halde yaptı. Kendisinin de bir kadın olduğunu açıklayan bu kuvvetleri onu heyecanla ürpertti ve Ruth, Martin'le oynamaktan, ona azap vermekten bir zevk duydu. Tecrübesinin azlığı, gücünün fazlalığı yüzünden dili bağlanmış, aşkını acemice, çekine çekine belli etmeye çalışan Martin, dokunma yoluyla yaklaşmaya devam etti. Elinin dokunuşu, Ruth'un hoşuna gidiyordu, hem bu hoşa gitmekten de fazla, çok zevkli bir şeydi. Martin bunu bilmiyordu, ama onun bildiği bir şey varsa, o da elinin dokunuşunu Ruth'un nefretle karşılamadığıydı. Karşılaştıkları ve ayrıldıkları zaman dışında ellerini sık sık birbirlerinin ellerine dokunduramıyorlardı, ama öbür taraftan da, bisikletlerini kullanırken, okumak için tepelere çıktıkları zaman yanlarında taşıdıkları kitapları sırtlarına vururken ya da kitapları yan yana oturmuş tartışırlarken, elin ele sürtünmesi için bir sürü fırsat çıkıyordu. Sonra, kitapların güzellikleri üzerine eğilirken, Ruth'un saçının, Martin'in yanaklarına sürünmesi, omuzlarının birbirine dokunması fırsatı da çıkıyordu. Ruth, nerden çıktığını bilmediği, fakat saçını Martin'in yüzüne dokundurmak için onu kışkırtan tahriklere kendi kendine gülüyordu; diğer yandan Martin Eden, okumaktan yoruldukları zamanlar, başını Ruth'un kucağına koyup, gözlerini kapatarak onları bekleyen geleceğe dair hayaller kurma arzusuyla yanıyordu. Geçmişte Shellemound Parkında ya da Schuetzen Parkında çıktığı pikniklerde, başını birçok kucağa yaslamış ve genellikle, kızlar bir yandan onun yüzünü güneşten koruyup diğer yandan ona bakıp, severek, onun kendi aşkları karşısındaki aşırı kayıtsızlığına hayret ederlerken, o, bu kucaklarda tosun gibi, bencil uykular çekmişti. Bugüne kadar Martin için başını bir kızın kucağına yaslamak dünyada en kolay iş olagelmişti, ama şimdi Ruth'un kucağı ona ulaşılmaz gibi geliyordu. Bununla beraber, Martin'in aşkını ifade ediş tarzı, kuvvetini işte bundan, bu sessizliğinden alıyordu. Bu sessizliği yüzündendir ki, Ruth'u asla korkutmadı. Titiz ve utangaç yaradılışlı olan Ruth, bu sayede ilişkilerinin tehlikeli olan yönünü fark edemedi. Farkında olmadan, bilmeden Martin'e daha çok yaklaştı, daha çok bağlandı; öbür taraftan Martin de bu yaklaşmayı sezip bir hamle yapmak için tutuştu, ama cesaret edemedi. Bir defasında cesaret eder gibi oldu; Ruth'lara gitmiş ve onu oturma odasında müthiş bir baş ağrısı içinde bulmuştu.
Martin nasıl olduğunu sorunca, Ruth:
— Hiçbir şey fayda etmiyor, demişti, üstelik baş ağrısını geçirecek ilaç da alamıyorum. Doktor Hail almama izin vermiyor. Martin:
— Sanırım ben tedavi edebilirim, dedi. Hem de ilaç kullanmadan. Emin değilim, ama bir kere denemek isterim. Basit bir masaj. Bu hüneri önce Japon-lar'dan öğrendim. Biliyorsun, Japonlar masajda ustadır. Sonra az çok farklı şekillerde Hawaililer'de de gördüm bu masajı. Onlar "lomilomi" adını veriyorlar buna. İlaçların iyileştirebildiği şeylerin çoğunu, hatta ilaçların iyileştiremediği birkaç şeyi bile tedavi eder. Martin'in eli daha belli belirsiz başına değer değmez. Ruth derin bir iç geçirdi. — Çok güzel, dedi. Yarım saat sonra konuştu:
— Yorulmadın mı?
Bunu öylesine diye sormuştu; cevabın ne olacağını biliyordu. Sonra, uyuşuk bir halde, Martin'in kuvvetindeki iyileştirici etkiyi düşünerek kendinden geçti. Onun parmak uçları, ağrıyı itip uzaklaştırarak, Ruth'a hayat veriyordu; ya da Ruth'a öyle geliyordu. Nihayet ağrının düşmesiyle birlikte, uykuya daldı, Martin de sessizce çekildi.
Aynı akşam Ruth, teşekkür etmek için Martin'i telefonla aradı.
— Akşam yemeğine kadar uyudum, dedi. Beni tamamıyla iyileştirdiniz, Mr. Eden; size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
Martin cevap verirken heyecanlandı, konuşmakta acemilik çekti, ama son derece mutluydu, telefondaki konuşma devam ederken de, kafasında Brow-ning'le, hasta Elizabeth Barret'nin anısı dansedip duruyordu. Önce yapılmış olan yine yapılabilirdi ve Martin Eden bunu Ruth Morse için yapabilirdi, yapması da lazımdı. Tekrar odasına, yatağın üzerinde açık duran, Spencer'in "Sosyoloji"sine döndü. Ama okuyamadı. Ona ıstırap veren aşkı, iradesini ezdi; hem de öylesine ezdi ki, okumak için bütün kararlılığına rağmen Martin kendini mürekkep lekeli, ufak masasının başında buldu. O gece kaleme aldığı aşk şiiri, iki ay içinde tamamlaman elli bölümlük aşk şiirlerinin ilki oldu. Yazarken, kafasında hep, "Portekizce Aşk dörtlükleri" vardı ve Martin büyük bir eser yazmak için gerekli elverişli şartlar altında; hayatın buhranlı anını yaşayarak, kendi tatlı aşk çılgınlığının doğum sancılarını içinde yazdı.
Ruth'un yanında olmadığı saatlerin çoğunu "Aşk Şiirleri"ne, evde okumaya, ya da günün dergilerini daha yakından tanıyıp, bunların özü ve içerikleri hakkında daha iyi bilgi sahibi olabildiği okuma salonlarına ayırdı. Ruth'la beraber geçirdiği saatler ise, hem ümit verici oluşu, hem de bir türlü sonuca ulaşamayı-şı bakımından çıldırtıcı oluyordu. Ruth'un baş ağrısını geçirdiğinden bir hafta kadar sonra, Norman tarafından, Merrit gölünde mehtapta yelkenliyle bir gezinti teklifi yapıldı ve bu teklif Arthur'la, Olney tarafından desteklendi. İçlerinde yelkenli tekne yönetebilecek olan yalnız Martin'di; onun için Martin'i bu işi yapmaya zorladılar. Ruth, yelkenlinin arka tarafında, Martin'in yanında oturuyordu; diğer üç delikanlı teknenin ortasında tembel tembel uzanmışlar ve gereksiz birtakım konular üzerinde ağız kavgasına girişmişlerdi.
Henüz mehtap çıkmamıştı; arasında Martin'le hiçbir konuşma geçmeden, yıldızlı gökyüzünü seyretmekte olan Ruth, birdenbire bir yalnızlık hissetti. Gözü, Martin'e gitti. Püfür püfür esen bir rüzgar tekneyi, güvertesi suya girecek kadar yana yatırıyor, Martin de bir eli dümen yekesinde, diğer eli mayistra halatında, hafif orsasına seyrederken, yakınlaşmış olmaları gereken kuzey kıyısına ulaşmaya çalışıyordu. Ruth'un kendisine baktığının farkında değildi. Ruth ise, Mar-tin'i, bu belirli kuvvetlere sahip genci, sıradan, başarısız olacakları önceden belli öyküler, şiirler yazarak zamanını öldürmeye iten tuhaf ruh çarpıklığı üzerinde derin düşüncelere dalarak dikkatle izliyordu.
Yıldızların aydınlığında belli belirsiz görünen güçlü boyun adalelerine ve sağlam bir dengeye dikilen kafaya baktı. Ellerini bu boyun adalelerine değdirmesi için onu dürten o eski arzu yeniden uyandı içinde. Ruth'u o iğrendiği kuvvet çekiyordu. Yalnız duygusu daha belirli bir hal aldı ve Ruth bir yorgunluk hissetti. Yana yatmış olan teknedeki oturuş şekli onu sıktı ve birden aklına, Martin'in, baş ağrısını iyileştirdiği geldi; Martin'in o iyileştirici, dinlendirici gücünü hatırladı. Martin onun yanında oturuyordu, çok yakındı ona ve tekne Ruth'u Martin'e doğru sallar gibi oldu. Bunun arkasından da Ruth içinde ona yaslanmak, kendini onun kuvvetinde dillendirmek için karşı konulmaz bir arzu duydu, yarı oluşmuş bir dürtüydü bu, ama bunu fark etmesine rağmen, dürtü ona hakim oldu ve Ruth'u, Martin'e yaslandırdı. Yoksa tekne yana yattığı için mi olmuştu? Bilmiyordu. Hiçbir zaman da bilmedi. Bildiği tek şey, ona yaslandığı ve bunun dinlendirici olduğu, çok tatlı bir şey olduğuydu. Belki de kabahat teknedeydi, ama Ruth da bu durumu değiştirmek için hiç çaba göstermedi. Martin'in omzuna hafifçe yaslandı, yaslandı ve o rahat etsin diye Martin durumunu değiştirince yaslanmaya devam etti. Bu tam bir çılgınlıktı, ama Ruth bunun çılgınlık olduğunu düşünmek istemedi. O artık Ruth değil, bir kadındı; kadının duyduğu ihtiyacı duyan bir kadın. O kadar hafifçe yaslanmış olmasına rağmen, bu ihtiyacı giderilmiş gibiydi. Artık yorgunluk hissetmiyordu. Martin hiç konuşmadı. Eğer konuşsaydı, büyü bozulacaktı. Halbuki bu sihirli havayı uzatan onun aşkından bahsetmeyişiydi. Sarhoş gibiydi Martin, başı dönüyordu. Neler olduğunu anlamıyordu. Bu o kadar olağandışı bir şeydi ki, deli saçmasından başka bir şey olamazdı. Iskotayı ve yelkeni bırakıp, Ruth'u kollarına almak için içinden taşan bir arzuya hakim oldu. Sezgisi ona bunun yanlış bir iş olacağını fısıldamış, Martin de ıskota ile yelkenin ellerini meşgul ederek içindeki ayartıcı arzuyu geçiştirmesine yardım edişine memnun olmuştu. Ne var ki, artık tekneyi evvelki kadar iyi orsa edemiyor, rüzgarı utanmadan yelkenden kaçırıyor böylelikle de kuzeye doğru tekne yatmış oluyordu. Kıyıya ulaşınca işiyle ilgilenmek zorunda kalacak, bu yüzden de aralarındaki dokunuş bozulacaktı. Martin, yanında Ruth, omzunda da Ruth'un tatlı ağırlığı olduğu halde, tartışmacıların dikkatini çekmeden, içinden ona, hayatının bu en güç deniz yolculuğunu yaptıranları, yine onu deniz, tekne ve rüzgar hakkındaki bilgisine güvenerek bu muhteşem geceyi mümkün kıldıkları için affederek tekneyi dinlendire dinlendire yolunu kesti. Yükselen ayın ilk ışığı, yelkene dokunup, tekneyi inci gibi pırıl pırıl bir aydınlığa boğduğu zaman, Ruth, Martin'den uzaklaştı: Kendisi uzaklaşırken, Martin'in de uzaklaştığını hissetti. Her ikisinde de görülmek korkusu vardı. Bu, ikisi arasında sır kalacak bir rüyaydı. Ruth, yanakları ateş gibi yanarak, Martin'den ayrı oturdu, ama yanaklarını kızartan ateşi içinde hissediyordu. Ne kardeşlerinin, ne de Olney'in görmemesi gereken bir şey yapmamıştı, halbuki daha önce de delikanlılarla birçok kere yelkenliyle buna benzer mehtap gezintilerine çıkmıştı. Hiç böyle bir şey yapmayı arzulamamıştı. Utanç duygusuyla, yeni filizlenmeye başlayan kadınlığının büyüsü hakim olmuştu ona. Dönüş için rüzgarı bir o yana bir bu yana geçirmek içi uğraş veren Martin'e kaçamak bir bakış attı; terbiyesizce bir şey, utanılacak bir şey yapmasına sebep olan bu adamdan nefret edebilirdi. Hem de dünyada başka erkek kalmamış gibi, o yaptırsın bunu Ruth'a! Belki de annesinin hakkı vardı, Martin'i gereğinden fazla görüyordu. Bir daha böyle bir şey olmayacağına ve Martin'i daha az görmeye karar verdi. Bir an için, yalnız kaldıkları ilk fırsatta Martin'e, mehtabın çıkmasından az önce baygınlık geçirdiği şeklinde bir yalan söylemek suretiyle kendini bahane göstermek gibi çılgınca bir fikre kapıldı. Sonra, her ikisinin de mehtap ortalığı aydınlatır aydınlatmaz karşılıklı olarak nasıl birbirlerinden uzaklaştıklarını hatırladı; Martin yalanını mutlaka anlayacaktı. Tekne gezisi yaptıkları geceden sonra hızla akıp geçen günlerde Ruth artık, eski Ruth olmaktan çıkmış, bir karar vermek isteyen, kendi kendini incelemelerinde yine kendini aşağılayan, geleceğe dair tahminlerde bulunmaktan, ya da kendini ve nerelere doğru sürüklenmekte olduğunu düşünmekten kaçınan acayip, bilmece gibi bir yaratık olmuştu. Bazen korku içinde, bazen büyülenmiş bir halde, fakat devamlı bir şaşkınlık içinde, bir hummaya yakalanmış gibi büyülü ürpertilerle dolup taşıyordu. Bununla beraber ona güven veren, sabit bir fikri vardı. Martin'in aşkından bahsetmesine izin vermeyecekti. Böyle yaptığı sürece her şey yolunda gidecekti. Birkaç güne kadar da Martin denize çıkıyordu. Bu bakımdan Martin ilanı aşk etse bile bir şeyler değişmeyecekti. İşler yine de yolunda olacaktı. Başka türlü de olamazdı, çünkü onu sevmiyordu. Tabii eğer Martin ilanı aşk edecek olursa, onun için ıstıraplı, Ruth için de sıkıcı bir yarım saat geçirecekler demekti, çünkü bu Ruth'a yapılan ilk evlenme teklifi olacaktı. Bunu düşünmek Ruth'u tatlı tatlı ürpertti. Gerçek bir kadındı, kendisine evlenme teklif etmeye hazır bir erkek bulunan, gerçek bir kadın. Bu, onun cinsiyetinin temelini oluşturan bütün duyguları harekete geçiren bir düşünceydi. Hayatının yapısı Ruth'u meydana getiren her şey titreyip saygı duruşuna geçti. Bu düşünce, alevin çekiciliğine kapılan bir pervane gibi kafasının içinde çırpındı durdu. Martin'in kendisine evlenme teklif ettiğini, kendisinin de onun cümlesini ağzına tıkadığını hayal edecek kadar işi ileriye götürdü; onu reddedeceğini kendi kendine tekrarlayarak provasını yaptı; sözlerini yumuşatacak, Martin'e gerçek ve soylu bir erkek olma yollarını göstererek ona öğütler verecekti. Martin'in sigarayı bırakması şarttı bir kere. Bunu bilhassa belirtecekti. Ama, hayır, onun konuşmasına hiç izin vermemeliydi. Eğer konuşursa onu susturabilirdi, annesine de böyle söylemişti zaten. Yüzü kıpkırmızı, alev alev yanarak, hayalinde yarattığı sahneyi istemeye istemeye kafasından uzaklaştırdı. Kendisine yapılacak ilk evlenme teklifinin daha elverişli bir zamana bırakılması ve bu teklifin, kendisine daha layık bir talipten gelmesi gerekiyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro