Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

14' Aşk Her Şeyi Affeder mi?

Sonunu düşünmeden hareket etmek tam bana göre bir davranıştı. Birinden zorla bir şey yapmasını ister, yaptığı zaman ne kadar üzüleceğimi hesaba katmazdım.

Pekala doğru değildi. Hatta o kadar saçmaydı ki, kafamı duvarlara vurarak içeride yas tutan Jeongguk'u öldürmek istiyordum.

Taehyung, birbirimizin sesini dahi duymadığımız uzun bir sürecin ardından geri dönüşü olmadığını fark etse gerek, evrakları imzalamıştı ve avukatım beni arayarak bunun haberini hemen yetiştirmişti. Evrakları imzalamasını da, boşanmayı da isteyen bendim. Ama o bunu kabul ettiğinde işin ciddiyetine varmış, üzülmeme engel olamamıştım.

Seviyordum. Gerçek anlamda ondan ayrı kalmak istemeyecek kadar seviyordum. Belki de kinci bir insan olmasam yaptıklarını görmezden gelir, ona bir çok şans tanıyabilirdim ama gururumu ayaklarım altına alıp da yanına gidemiyordum işte. Kendi kendime acı çekip olduğum yerde kıvranabiliyordum fakat gidip de söyleyeceği birkaç kelimeyi dinlemek daha ağır geliyordu. Ne yaparsam yapayım canım yanıyordu. Beni her şekilde bitiren bu adama aşık olmak canımı yakıyordu.

İçime attığım hıçkırıklarla elimi sol göğsüme bastırarak ağrısını dindirmeye çalıştım yüreğimin. Uyumam gereken yerde düşünceler beni ele geçiriyordu. Uyuyamıyordum. Birkaç gün sonra yollarımızı tamamen ayıracağımızı bilerek uyuyamıyordum. Yarın duruşmamızın olduğu aklıma geldikçe sol göğsüm sızlıyordu.

Sessiz ağlamak bir süre sonra nefessiz kalmama neden olduğunda uzandığım yerden doğruldum ve sırtımı yatak başlığına yasladım. Sabahtan beri hiçbir şey yemediğim o an geldi aklıma. Belki aç olduğumdan, belki de sıcak bastığından; neden olduğunu bilmiyordum ama mide suyum ağzıma kadar gelmişti. Yüzümü buruşturarak acıyı gidermek için boğazımı temizledim ve yatağın yanında, komodinin üzerinde duran sürahiden bardağa su doldurarak tek seferde kafama diktim. Sürahiyi yatağa geçmeden önce yanıma almıştım fakat su şimdiden kan gibi olmuştu.

Şu an Taehyung'un sarılışına ihtiyacım vardı. Kolumu ya da bacağımı kaybetmiş gibi eksik ve boş hissediyordum. Saçlarımda gezinen öpücükleri, belimi kavrayan elleri eksikti. Başımı gömeceğim boynu yoktu yanımda. Öyle savunmasız ve çaresizdim ki, bu boşluk hissini kollarımı kendi bedenime sararak gidermeye çalışıyordum.

"Neden?" diye sayıklamaya başladım yine, gözlerimden yaşlar akarken. Her şey tekrar edip duruyordu. Dönüp dolaşıp bir neden arıyordum. Cevap verecek kimsenin olmadığını bildiğim halde "Neden, neden, neden...?" diye sayıklıyordum. 

Midemde isim veremediğim bir burkulma vardı. Tüm iştahımı ve hevesimi yok eden bir burkulma. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. İşte tam böyle zamanlarda ölmek çekici gelmeye başlıyordu. Başkası düşünse vazgeçirmek için bir sürü sebep sayardım ama şimdi anlıyordum. Hiçbir sebep içinde olduğum durumdan kurtaramıyordu ruh halimi.

Biraz hava almak ve kendime gelmek için ayağa kalkıp karıncalanan bedenimi, kararan gözlerimi umursamadan ezbere bildiğim yolda yürüdüm.

Şu an öyle çaresizdim ki; ben dışarı çıkınca gelse yanıma, tutsa ellerimi, anlatsa söyleyecek neyi varsa... Hiç sorgulamadan inanır, kollarının arasına sığınırdım. Beni bırakmasın diye gömleğine sıkı sıkı tutunurdum. Sabaha kadar kokusunu içime çekerdim...

Belki de kafamdaki o zavallı Jeongguk kurduğu hayalin gerçek olabilmesi düşüncesine kendini fazla kaptırmış, adımlarımı dışarı doğru atmama neden olmuştu.

Evden çıkıp arka bahçeye doğru ilerledim ve bambu koltuklardan birine oturarak temiz havayı içime çektim. Hava ne kadar temizdi, tartışılırdı fakat ciğerlerimi serinletmeye ihtiyacım vardı.

Midemdeki ekşime hissi devam ederken bakışlarımı ellerime indirdim. Alyansım olmadan ellerim boş geliyordu. Hemen ardından sağ elimi boynuma çıkartarak işaretin etrafını okşadım. Dudakları o işaretin üzerine değmediği sürece bedenime bırakabileceği herhangi bir izden fazlası değildi.

Belki de öyleydi ama onu istediğime o kadar inandırmıştım ki kendimi, böyle düşünmeme ve muhtaç hissetmeme neden olan şeyin bu basit gibi görünen izden kaynaklandığının farkında değildim. Tıpkı bağımlı olan kimsenin 'Ben bağımlıyım.' demeyeceği gibi. 

"Böyle yapmasaydın çok mutlu olabilirdik oysaki." dedim gökyüzüne bakmaya devam ederken. "Mutlu bir ailemiz, bir bebeğimiz olabilirdi..." Elim boynumdan kayarak karnımın üzerine yerleştiğinde içimi tuhaf bir his kaplamıştı.

"Bir kez daha deneyebilirdik. Son kez de olsa..." derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapayarak "Son kez de olsa..." diye tekrarladım inanmak istemezmiş gibi. "... senden bir parça taşımak bile güzeldi."

Neden şimdi içimde tutamadıklarımı geceye yakınıyordum bilmiyorum fakat omuzlarımdan birkaç yükü atmış gibiydim.

"Aptalsın sen." dedim sesimi yükselterek. "Seninle ölene kadar mutlu olabilirdik, aptal!"

"Evet, aptalım. İçinde bana karşı ne biriktirdiysen söyle, çekinme." Bakışlarım birden arka bahçenin girişine döndüğünde kalakalmıştım.

"Ne varsa söyle. Belki söylersen rahatlarsın." Birkaç adımda yanıma ulaşarak karşımdaki koltuğa oturdu ve beni dinlediğini belli etmek için öne doğru eğildi. "Hadi anlat."

Bir süre ne diyeceğimi bilemesem de sadece içimi dökmeye karar vermiş, derin bir nefes almıştım. "Pisliğin tekisin de. Beni nasıl aldatırsın ya? Ne vardı o kadında, bende olmayan? Yoksa... Yoksa düşündüğüm şey mi? O kadın sana istediğin kadar çocuk verebilir diye mi onu seçtin? Ben yapamıyorum diye mi?" Sorularımın hiçbirine cevap vermeden, öylece gözlerimin içine baktı. Gözlerim tekrar dolmaya başlarken "Söylesene! Öyle değil desene!" diye sesimi yükselttim. "Jeongguk bunlar tamamen yanlış anlaşılma, ben en çok seni seviyorum desene!"

Verebilecek bir cevabı yoktu. Yalnızca kollarını açarak beni beklediğinde ne kadar isyan edersem edeyim dayanamadım ve kollarının arasına giriverdim.

Hissettirmiyordu işte. O gibi hissettirmiyordu. Ona duyduğum açlığı, muhtaçlığı dindiremiyordu hiçbir sarılış. Sarılıyordum, ağlıyordum fakat kalbimdeki ağrı biraz olsun azalmıyordu.

"Hyung, olmuyor..." dedim sarılmaya devam ederken. "Olmuyor hyung, onsuz yapamıyorum ben. Uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum... Ayrılmak istiyorum ama zorunda olsa da kabul etmesi bile beni üzüyor."

Küçük bir çocuğu teselli eder gibi saçlarımı okşarken "Git ve konuş o zaman Jeongguk." dedi net bir şekilde. "Dinle ne söyleyecekse. Belki anlatacakları vardır sana." Haklıydı. İçimdeki zayıf Jeongguk bu teklifle gülümsedi. Ama ben buna izin veremezdim işte.

"Yapamam. Gidemem, dinleyemem. Yine yalan söylerse hemen inanırım. Beni kullanmasına izin veremem." Kendi kendime çelişirken delirmek üzereydim. Hiçbir çözümü yoktu işte. Hiçbir çıkışı yoktu içinde bulunduğum durumun.

"Verdiğin kararın arkasında dur o zaman. Tanıdığım Jeongguk ol. Kararından pişmanlık duyma. Daha duyguların seni ele geçirmeden önce verdiğin mantıklı bir karardı o. Ayrılman gerekiyor, çünkü varlığı sana yokluğundan daha çok zarar veriyor. Hatalı olan ve acı çekmesi gereken kişi Taehyung. Busan'a gittiğimiz zaman da bunların hiçbiri olmamış gibi yap. Sıfırdan başla. Hiç tanışmamışsınız gibi, hiç evlenmemişsiniz gibi, hiç ayrılmamışsınız gibi..." Titrek bir nefes aldım ve göz yaşlarımı elimin tersiyle kuruladım.

"Haklısın sanırım hyung. Hatasını aşkım yüzünden görmezden gelip affedemem, aptallığı ben yapmış olurum. Umarım yarınki duruşma olaysız bir şekilde olup, biter."

Geri çekilip bacağının üzerinden kalkarken zoraki bir gülümsemeyle "Orada olacaksın hyung, değil mi?" diye sordum. anında başıyla onayladı beni.

"Orada olacağım ve kafanı dağıtmak için seni istediğin kadar gezdireceğim."

"Teşekkür ederim hyung. İyi ki varsın..."



Ertesi gün benim için tahmin ettiğimden de zor geçmişti ve saatlerce rol yapmak epey yorucu olmuştu. Taehyung'un karşısına çıkmak, o mahkeme salonunda evliliğimizi bitirmek de öyle.

Onu gördüğüm anda özlemim içimde büyüse de gece düşündüklerimin aksine boynuna atlamamıştım. Hatta yüzümde öyle bir soğukluk vardı ki, bu evliliği bitirerek kelepçelerimi kırdığıma ben bile inanmak üzereydim.

Oysa kalbim hep onun esiri olacaktı. Donghyun hyungun söylediğinin aksine onu unutmayacaktım çünkü hafızamı kaybetsem de, aklımdan tamamen silinse bile göğsümdeki o boşluk kaybolmayacaktı. Ama ben güçlüydüm. Güçlüydüm ve güçlü de kalacaktım. En ufak zorlukta ağlayarak onun kollarını aramak bana göre değildi. Ona muhtaç olduğum her zaman bunu kendime verdiğim bir ceza olarak görecektim. Güçlü kalamamanın cezası...

"Günün yıldızı da buradaymış!" Donghyun hyung yaslandığı arabasının önünde beni büyük bir coşkuyla karşıladıktan sonra birkaç adımda yanıma geldi ve "Ama eksik bir şey var." diye ekledi. Ardından parmaklarıyla dudağımın iki kenarından tutup havaya kaldırdı.

"İşte böyle! Üzülmesi gereken o. Sen gül bakalım." Sözleri bu ruh halindeyken bile beni güldürmeyi başarmıştı. Fakat zar zor arasından sıyrıldığım basın aklıma geldiğinde telaşla onu da kolundan tutarak arabanın önüne getirdim ve "Beni tekrar bulmadan gidelim." diye atıldım telaşla.

"Kim bulmadan." Sorarken çoktan şoför koltuğuna geçmiş, benim de yerleşmemi bekleyip arabayı çalıştırmıştı.

"Onlar." dedim oyuncu bir tavırla. "Her yerdeler. Bizi her an bulabilirler." 

"O zaman biz de, bizi bulamayacakları bir yere gideriz." Cümlesinin sonunda göz kırpmasına kıkırdadım ve arkama yaslanıp başımı yanımdaki cama çevirdim. Yüzümdeki gülüş birkaç saniye içinde donmuştu bile. Boşandığımızdan şu an tüm Kore'nin haberi vardı ve muhtemelen evlendiğimi bile bilmeyen bir çok insan boşanmamı eleştirip duracaktı. Kameranın önünde olmak, arkasında olmaktan her zaman daha zordu...

"Hyung." diye seslendim hemen ardından soru geleceğini belli eder bir tonda. Bakışlarını kısa bir anlığına yoldan bana çevirip dinlediğini belli etti. "Efendim Jeongguk."

"Sen benim yerimde olsan ne yapardın?" Beklemediği bir yerden gelmiş olsa gerek, sorum onu epey bir düşündürmüştü. Ben de hemen bir cevap alamayacağımı anlayarak yolu izlemeye devam etmiştim.

Doğru karar verdiğimi biliyordum ama herkesin benim haklı olduğumu kabul etmesine ve benim gibi düşünmesine ihtiyacım vardı. Böylece içimdeki pişman tarafı daha iyi bastırabiliyordum.

"Eğer kız arkadaşım, göründüğü gibi ya da değil, yanlış anlaşılacak bir durumdan bana yalan söyleyerek sıyrılsaydı ben de ona ikinci bir söz hakkı vermezdim. Düşünmeden bitirirdim." Benimle aynı fikirde olmasına sevindim ve "Teşekkür ederim hyung." dedim. Kaşlarını kaldırarak "Neden teşekkür ediyorsun?" diye sordu.

"Cevap verdiğin için." Bu basit cümle yeterli olmuş gibi tekrar bir sessizlik ele geçirmişti arabayı.

Kendi düşüncelerimde boğulmaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden radyoya uzandım ve "Şarkı açsam sorun olur mu?" diye sordum nezaket gereği. 

"Rahat ol, kafana göre takıl." Onayı alır almaz radyoyu açtım ve birkaç yayın gezdim. Radyo dinlemeyi seviyordum. Her ne kadar artık çoğu insan böyle şeyler tercih etmese de sevdiğim bir şarkının radyoda şans eseri çıkması beni mutlu ediyordu. Hatta eskiden takip ettiğim bir sabah yayını vardı. İşe gidene kadar adamın hoş sohbetini dinler, sevdiğim şarkılar çıktığında eşlik ederdim. Uzun yollarda da öyle, radyo dinlemek beni birkaç saatliğine de olsa dünyadan koparıyordu. Gözlerimi kapatıp başka bir dünyaya geçiyordum. Sesleri istediğim gibi bir kalıba sokabiliyordum...

Bedenim tanıdık bir hisle titrerken gözlerimi kapadım ve kulağıma dolan şarkıya dikkat kesildim. İşin kötü tarafı çoğu alışkanlığımın bana Taehyung'u hatırlatmasıydı çünkü o tüm alışkanlıklarımı bilip, bunu fantezilerinde kullanmaktan çekinmezdi. Gözlerimi kapatıp hislere odaklanmanın hoşuma gittiğini bildiği için sevgili olduğumuz zamanlarda bana ilk kez gözlerimi bağlamayı teklif etmişti ve o gece daha önce hiç tatmadığım bir zevki tatmamı sağlamıştı.

Aynı şekilde müzik eşliğinde sevişmek de onun sayesinde kazandığım alışkanlıklarımdan biriydi. Hayatımı böylesine ele geçirmiş ve alışkanlıklarım üzerine imzasını atmış bir adamı unutmak imkansızdı benim için. 

Bu bile fazla geldiğinde ikinci şarkıya geçmeden kapadım radyoyu. Ardından merakla Donghyun hyunga döndüm.

"Nereye gidiyoruz?" Yüzünde ufak bir gülümseme oluşmuştu. "Sürpriz." dedi sadece. Merakım artsa da ses çıkarmadım. Gözlerimi kapatıp ne kadar süreceğini bile bilmediğim yolun bitmesini bekledim.



Çok da derin olmayan uykum turuncu güneş ışınlarıyla yavaş yavaş dağılırken gözlerimi araladım ve ağrıyan boynumu tutarak doğruldum. Emniyet kemeri sayesinde uyumadan önce olduğum gibiydim fakat başım uzun süre eğri kaldığı için boynum ağrıyordu.

"Geldik." diyen Donghyun hyungun sesini işittim. Ardından gözlerimi iyice açıp etrafıma bakındım.

Sahil kenarına gelmiştik. Etrafta kimse yoktu ve deniz kumsala vururken huzurlu dolu sesler çıkarıyordu.

Emniyet kemerimi çözdüğüm gibi uyuşuk bedenimi, duran arabadan dışarı attım ve tuzlu deniz kokusunu içime çektim. Güneş batıyordu, bu yüzden etrafta hoş bir kızıllık, hafif bir rüzgar vardı.

"Harika." dedim tüm olanların negatif enerjisinden kurtuluyormuş gibi. Bunca şeyin üzerine deniz kokusu iyi gelmişti.

"Gel biraz adımlayalım." Donghyun hyung arabayı kilitleyip bana döndüğünde karşı çıkmadım ve elini belime koyup benimle birlikte yürümesine izin verdim.Etraf sakindi ve arada bir geçen arabalar dışında yaşam belirtisi yoktu. Yani düşüncelerden uzaklaşmak için idealdi.

Ellerim cebimde, Dongyun hyungun adımlarına eşlik ederken "Buraya daha önce gelmemiştim." dedim dürüst bir şekilde. "Gerçekten çok güzelmiş." Etrafına kısa bir bakındıktan sonra "Öyledir." diyerek beni onayladı. Burada olmak onu hem mutlu ediyormuş, hem de bir şeylerden rahatsız oluyormuş gibi görünüyordu. 

"Sen buraya sık mı gelirsin?" Sessiz kaldığında buradaki bir şeyin onu rahatsız ettiğine dair düşüncem kafamın içinde onaylanmıştı. Konuyu değiştirmek ve kendini baskı altında hissetmesini engellemek için elini tuttum ve durmasını sağladım.

"Hyung, hadi ayaklarımızı denize sokalım." Yerdeki bakışlarını birkaç saniye bana çevirdi. Ardından başını olumlu anlamda salladı. Ebeveyninden izin almaya çalışan küçük bir çocuk gibi hissetmiştim kendimi.

Kaldırımdaki adımlarımızı kumsala çevirdiğimizde onu arkamda bırakarak koştum ve kumsalın ortasında oturarak ayakkabılarımı çıkarmaya ve pantolonumun paçalarını katlamaya koyuldum. Çıplak ayaklarım küçük kum tanelerine gömüldüğünde anlamsızca sevinmiştim.

Donghyun hyung kendi ayakkabılarıyla uğraşırken ben çoktan işimi bitirmenin getirisiyle oturduğum yerden kalktım, birkaç adım ötemizde kumla buluşan denize doğru ilerledim. Dalgalar sayesinde yanıma ulaşan su ayak bileklerimin biraz üstüne kadar ıslanmamı sağlamıştı.

Gözlerimi kapatıp bir yandan hafif hafif esen rüzgarın, bir yandan ayağıma gıdıklayan suyun tadını çıkardım. Çok kısa ve kaliteli dakikalardı ta ki Donghyun hyung üzerime doğru gelip beni biraz daha suyun içine doğru itene kadar.

Az kalsın üstüm başım ıslanıyordu, hatta katladığım pantolonuma da su sıçramıştı ama bu kadarla ucuz yırtmıştım. Kollarımdan tutan Donghyun hyungu iterek güldüm ve eğilip bir avuç su alarak onun pantolonuna doğru attım. Şimdi durumlarımız eşitlenmiş, onun da pantolonu tıpkı benimki gibi ıslanmıştı. 

"Hey, bunu sen istedin!" Aniden gelen kahkahamı durduramadığım için beklemediğim bir anda suratıma çarpan tuzlu su ağzıma dolmuştu ve öylece kalakalmıştım. 

"Bu adil değil!" diye karşı çıktım. "Ben sadece pantolonuna fırlatmıştım!"

"Yakalarsan intikamını alırsın." Koşarak uzaklaşmaya başladığında peşine takıldım ve "Hyung gel buraya! Kaçışın yok!" diye bağırdım.

Kaçışı vardı. Hatta güneş ışıklarını denizin üzerinden tamamen çekene kadar benden kaçmıştı. Onu yakaladığımda ise o kadar yorgun düşmüştüm ki, elimi kaldırıp su fırlatamadan kendimi kumların üzerine bırakmış, uzun bir süre kararmaya başlayan gökyüzünü izlemiştim.



Bölümü erken yazdım çünkü yaz tatili bomboş elimden kayıp gidiyor. Sonrasından yazmadığım için pişman olacağıma oturup adam gibi yazayım dedim.

Diğer bölüm artık Busan'a gidiyoruz. Taekook çiftini ayırdığımıza göre yavaş yavaş tekrar birleştirme zamanı :)))

Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın!

-Bunny 🐰

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro