Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

M.P. / 3.Bölüm: "Gardiyan"

Müziği açın ve loş bir ortama geçin. Hayal dünyanızda görüşmek üzere... ^^


-MAKTUL PORTRELER-

***

"Meçhule giden bir gemiye yolcu olmuşum. Zaman, yer, olay kavramlarını kıyıda bıraktırmışlar. Oysa bu geminin ne kaptanını biliyorum, ne de istikametini... Tek bildiğim; kurtulmak pahasına da olsa acı denizinde boğulmayı bile göze aldığımdır." ( -Deniz Tanrıverdi - )

***

3. Bölüm: "GARDİYAN"

Vakit, sabah saatlerini vururken; güneş gökyüzüne kurulmuş, yeryüzüne kollarını açmıştı. Uyuyanları uyandırmak, karanlığın hükmünü aydınlığa kazandırmak adına ışınlarını saçıyordu. Işıltısıyla insanoğlunun içindeki umutları besliyor, yeni günün ilk huzur kırıntılarını yüreklere serpiştiriyordu. Mehveş de yeni günün huzur kırıntılarından nasibini almış, kardeşinin saçlarını okşayarak huzur kırıntılarına yenilerini ekliyordu.

Jülide halinden memnun bir edayla ablasına sarılı kollarını sıkılaştırdı ve daha da sokuldu. Mehveş, Jülide'nin bu hareketine karşı gülümsedi; başını hafifçe eğip kardeşinin alnına sulu bir öpücük kondurdu. Ağırlığını fazla vermeden çenesini Jülide'nin başına yasladı. Kardeşinin koyu kahve saçlarında, uzun ince parmaklarını gezdirirken mutluluk etraflarını halka halka sarmıştı.

Mehveş göğsünde uyuyan kardeşinin başını hafif kaydırıp yan taraftaki telefonuna uzandı. Saate baktığında randevu zamanına az kaldığını fark etti. Artık kalkma vaktiydi!

Jülide'yi uyandırmak için ilk önce başını tamamen göğsünden kaldırıp yavaşça yastığa yatırdı. Mehveş de biraz toparlanıp dikeldi, başını kolunun üzerine yasladı. Jülide, bir şeyler mırıldanıp kollarını yastığına sıkı sıkı sardığında Mehveş de onu uykunun kollarından almak üzere adım attı.

"Jülide... Kalk hadi!"

"Hım..." Sonunda ablasına ses kırıntısı da olsa yanıt verdiğinde, Mehveş kardeşini uykunun atmosferinden koparmak adına hafifçe koluna dokundu.

"Artık kalkma vakti!"

"Biraz daha..." Jülide'nin dediğine karşı Mehveş hafifçe eğilip fısıldadı.

"Hadi kalk! Bak, güneş ışıltılarını bize bahşediyor. Yeni bir gün vadediyor, beraberinde de yepyeni umutlar..." Jülide'nin alnına küçük bir öpücük bırakarak konuşmasını noktaladı.

"Abla, sen neden resim öğretmeni oldun? Senden iyi edebiyat öğretmeni de olurmuş. Bu kurduğun cümleleri, bu kör vakitte sadece senin gibi gizli edebiyatçılar bir araya getirebilir." Kısık bir şekilde gözlerini açan Jülide, ablasına hayranlık parıltıları, biraz da sitemle bakıyordu. Mehveş, hafifçe Jülide'nin saçlarını karıştırdı.

"Abartma," dediğinde bir yandan da az önce kendisi dağıtmamış gibi Jülide'nin saçlarını düzeltiyordu. "Kör saat de değil. Gün doğdu ve üzerine saatler örtündü bile. Ayrıca edebiyat öğretmeni her şeyi satırlarına akıtıyorsa ben de fırçama alıp tuvalimde ağırlıyorum. Hem ben mesleğimden memnunum." Gülerek Jülide'ye sarıldığında, her ne kadar ablası tarafından bozulsa da, Jülide de ablasına sarılmıştı. Çünkü insan korunağından kaçmazdı, kaçamazdı.

Mehveş, yataktan çıkıp ayağa kalktığında Jülide kendini geriye bırakıp yatma pozisyonuna geçmişti. Kardeşinin bu eylemine bıkkın bir şekilde bakarak tepki verdi.

"Bugün doktor randevun var. Kalk, geç kalacağız." Mehveş'in kurduğu cümleyle yattığı yerden dik doğrulan şüphesiz, bu durumdan haberi dâhi olmayan Jülide'den başkası değildi. Kaşlarını çatmış, çehresine çoktan şaşkınlık pareleri sızmıştı.

"Ne?"

Her ne kadar soru yönelten bir kelimeyle şaşkınlığını paylaşmaya çalışsa da, sesinde yoğun ünlemler vardı. Mehveş suçsuz olduğunu belirtmek adına iki elini havaya kaldırdı. Açıklama bekleyen ifadelerle ablasına bakan Jülide, bu durumu daha önceden öğrenmeme sebebini duymayı bekliyordu. Jülide kollarını birbirine sarıp dikkatle bakarken ablasına, Mehveş de ellerini indirip toparlandı. Sırtında ağır bir yük varmış gibi omuzları düşmüştü.

"Tamam, kabul. Söylemem gerekti ama sen de biliyorsun ki söylesem kesinlikle beni vazgeçirmeye çalışacaktın. Ben de haber vermemeyi daha doğru buldum."

Mehveş, mahcupluğunun üzerine doğruları serpiştirdiğinde Jülide'nin dudakları kıpırdandı. Bir tek kelime çıkmadı iki et parçasının arasından. Jülide'nin kelimeleri tükenmiş, itiraz edememişti. Ablası dediklerinde haklıydı. Ona söyleseydi illaki bir yolunu bulur ikna ederdi. Oysa ablasına daha gelmeden, geçen hafta, randevuya gitmeyi her ne kadar burun kıvırsa da kabul etmişti lakin şimdi o ana oldukça az kalmıştı. Saatleri vardı. Onlar tükenecekti. Dakikalar kalacak, onlar da yitip gittiğinde saniyeleri kalacaktı. Avucunda kalan saniyeler; tıpkı bir kar tanesi gibi eriyip avuçlarından süzülüp gidecekti.

Vaktin daraldığını düşünürken boğazına bir el sarılmıştı sanki. Nefesini kesen, soluğunu bir el misali tutup sıkan... Belki de yeniden aynı şeylere hazır olmadığındandı. Bütün umutlarını toplayıp bir yola çıktıktan sonra adım adım umutlarını kaybetmiş, eli boş, uçurumun kenarına varmak istemiyordu. Bir darbeyi daha kaldıramamaktan korkuyordu.

Mehveş, kardeşinin durgunluğunu fark ederken yatağın kenarına oturdu. Kollarını sıkıca sararken düşünce havuzundan bir el tarafından kurtarılmayı bekleyen ve can simidini bulan kardeşi de ona sarılmıştı.

İki kardeş birbirine kenetlenmişken zaman işliyor, vakit daralıyordu. Tıpkı mutluluk kırıntılarının biteceği gibi... İyi dakikaların son demlerini yaşıyorlardı fark etmeden.

Mehveş, kollarını Jülide'den ayırırken beline sarılan kollar hala yerlerini koruyordu. Kardeşine çehresinde yer edinen tebessümle bakan Mehveş, oradaki enkazın farkındaydı. Enkaz altında kalan bedenin de...

"Peki, gidelim." Jülide'nin kurduğu cümle Mehveş'in beklemediği bir yanıttı. Şaşkınlıkla bakarken Jülide de kollarını çekmiş, yatakta iyice dikelmişti.

"Hadi! Abla geç kalacağız!"

Şaşkınlık atmosferinden çıkan Mehveş, hafifçe kafasını salladı. Hala gözlerinde şaşkınlık pareleri vardı. Bu kadar kolay kabulleneceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Belki de hayatındaki her şey artık iyiye gidecekti. Tabii, eğer felaket ufukta gözükmeseydi...

ⱷⱷⱷ

Mehveş kapıyı kapatıp kilitlerken Jülide de tekerlekli sandalyesinde, kucağındaki Minik'i seviyordu. Minik'in koyu kahve tüylerini okşayarak az da olsa stresini atmaya çalışan Jülide, ablasının kapıyı kilitleyip 'Hadi gidiyoruz!' demesini istemiyordu. Ne var ki, ablası her şeyi halletmiş ve tekerlekli sandalyesinin arkasına geçerek çağırdıkları taksiyi beklemeye başlamıştı.

Beklenen taksi birkaç dakika sonra sokağın başında göründüğünde, Mehveş de yavaşça Jülide'nin tekerlekli sandalyesini o tarafa yöneltmişti. Taksi önlerinde durduğunda şoför de inip Jülide'nin tekerlekli sandalyesini bagaja koymuş ve genç kızın koltuğa yerleşmesine yardım etmişti.

Mehveş de taksiye bindiğinde seri adımlarla arabanın önünden dolaşıp şoför de bindi. Dikiz aynasından arkaya bakarak gidecekleri yeri sordu. Mehveş kısaca hastanenin adını söyleyip arkasına yaslandığında araba da eş zamanla hareket etti.

Yollar kayıp giderken kimsenin sesi çıkmıyordu. Mehveş birkaç kere dudaklarını kıpırdattı fakat tek kelime edemedi. Jülide'nin düşüncelerinin üzerine yayılmış endişeyi bir nebze de olsa kelimeleriyle dağıtmak istiyordu ama konuşmadı. Konuşamadı. Kardeşine yalnızca sessizliğini verebildi. Belki de en iyisi onu sessizlik salonunda kendi ile baş başa bırakmaktı. İçinde barındırdığı yaralı kız çocuğu ile baş başa...

Jülide'nin bitmesinden korktuğu yollar bitmiş; Mehveş için asırlar süren zaman tükenmişti. Taksi durduğunda Jülide buğulu gözlerle ablasına baktı. Damlamak için can atan tuzlu damlalarındaki korkuyu ablasına yansıtmış, içinde barınan yaralı küçük kızın eline kırık bir ayna tutuşturmuştu.

Mehveş de ona buğulu gözlerle eşlik ederken ikisi de artık vaktin dolduğunun farkındaydı. Jülide adeta geri dönmek için yalvaran içindeki yaralı, küçük kıza ne karşı gelebiliyordu ne de olumlu yanıt verebiliyordu. Ablasının alnına kondurduğu küçük öpücük ile gözlerini kapattı ve sırf onun hatırı için bunu yapmaya kendini zorladı.

Az da olsa güven parçacıkları saçılmaya başlamıştı benliğine. Mehveş taksiden inerken Jülide de kapıya taraf yönelmişti. Mehveş, tekerlekli sandalyeye oturması için kardeşini kucağına aldığında Jülide de başını arabanın tavanına çarpmamak adına ablasının boynuna gömdü. Parfümünün bile bastıramadığı kendine has kokusunu içine çekti. Ferahlamasını bir nebze de olsa sağlamıştı. Mehveş, özenle Jülide'yi tekerlekli sandalyesine oturtup taksiciye ücreti ödedi.

Tekerlekli sandalyenin arkasından hafifçe ittirerek hastaneye girdiklerinde, hastane kokusu onları karşıladı. Bu koku bir zamanlar ikisinin de burnunda iz bırakan kokuydu. Asansör yardımıyla üst kata çıktıklarında Mehveş yolu bildiğini gösterecek şekilde tereddütsüz koridorun sağ koluna yöneldi; beraberinde de Jülide...

Psikoloğun odasının önündeki bekleme yerine geçtiklerinde bir kişi vardı yalnızca önlerinde. Mehveş desteğini esirgemeksizin kardeşinin elini tutmuştu. Jülide ise yeniden düşüncelerinde kaybolmuştu. Aklında bir sürü soru vardı. "Umut" kavramını bu süreçte olabildiğince en uzağında tutmak istiyordu. Denemeye karar vermişti ama yeniden aynı kırıklıkların ruhunda yeni yaralar açmasına izin veremezdi.

Ne var ki umut çoktan kapısını çalıp içeriye girmeye çabalıyordu. Onu içeri almak ise yeniden enkazın altında kalmayı kabul etmekti. Bile bile uçurumdan düşmekti. Akın ile bu konu hakkında konuştukları zaman daima yanında olacağına söz vermişti. Akın da onun yeniden denemesini isteyen kervandandı.

Gözlerini kapattı. Kirpikleri birbirine kavuşarak sıkıca kenetlenirken Akın'ın gülüşlerini yeniden gözlerinin önünde canlandırdı istemsizce. Farkında olmadan Jülide'nin çehresinde de endişe bulutları aralanmış, huzur sızmıştı. Koluna dokunan elle mutlulukla izlediği sahne kapandı, gerçek dünyaya dönmek zorunda kaldı. Gözlerini kısık bir şekilde açtığında ablasının koluna dokunduğunu gördü. Gözlerini ablasına çevirdiğinde, ablasının yavaşça işaret ettiği yere baktı. Sıra ona gelmişti.

Mehveş, kardeşine hazır olup olmadığını sorarcasına baktı. Jülide onaylarcasına başını salladığında Mehveş de yavaşça oturduğu koltuktan kalkıp tekerlekli sandalyeyi odaya çevirdi. Kapıyı tıklatıp açtığında tekerlekli sandalye için boşluk bıraktı. Koltukların hizasında tekerlekli sandalyeyi durduğunda kısaca doktora başıyla selam verdi, Mehveş. Dışarı çıkmak için adımladığında Jülide ile psikoloğu tek bırakmadan önce son kez kardeşine baktı. Jülide sorun olmadığını belirtmeye çalışarak ablasına gülümsedi. Bu gülümseyişin altındaki hüzün elle tutulur cinstendi halbuki.

Mehveş odadan çıktığında karşıdaki koltuklara çöktü. Her ne kadar gülümsemeye çalışsa da Jülide, içindeki acı fırtınayı saklayamamıştı. Mehveş tereddütle kalakaldı. Doğru mu yapıyordu? Belki de hala tam olarak hazır değildi. Pişmanlık, kara bir bulut misali çökerken kalbinin sıkıştığını hissetti. Kanındaki oksijen geçtiği yerleri yaktı, yıktı. Tıpkı onun Jülide'yi buraya getirerek yakıp yıktığı gibi...

Pişmanlığının altında ezilirken telefonun melodisi kulağına çalındı. Pantolonun cebinden çıkardığı telefonu bakış açısına getirdiğinde şu anda kesinlikle en çok konuşmak isteyeceği kişinin adı gözüktü.

Ülkü arıyor...

Aramayı kabul edip kulağına götürdüğünde Ülkü'nün kızgın sesi duyuldu.

"Neredesin sen Mehveş?"

"Hastanede..." Mehveş kısaca soruya cevap verdiğinde karşı tarafı düşünmeden cevap verdiği belliydi.

"Ne? Ne hastanesi? İyi misin?" Yoğun ünlemler barındıran sesine endişe bulanmış, aklını karman çorman etmişti.

"Sakin ol. İyiyim. Jülide'yi psikoloğa getirdim. "

"Jülide kabul mü etti?" Bu sual Mehveş'in yüreğinde yanan ateşe bir odun daha atmıştı.

"Evet. Yani en azından denemeye karar verdi diyebiliriz." Sessizlik... İkisinin de gözünün önüne geçmiş serilmiş, anılar dökülmüştü tozlu raflardan.

"Sen niye sordun nerede olduğumu? Bir şey mi oldu?"

"Yok, evin önüne geldim ama açan olmadı. Ben de bir arayıp sorayım dedim."

"Evin önünde misin hala? Keşke gelmeden haber verseydin, boşuna yoruldun." Bir anda her şey üstüne geldi Mehveş'in. Arkadaşını da kapıda bırakmış, boşuna yorulmasına sebep olmuştu. Bugün kendini suçlama günüydü. Her şeyden kendini sorumlu tutuyor, vicdan yapacak bir neden buluyordu.

"Saçmalama! Ben de yürüyüş yapmış oldum. Ayrıca Minik'le de özlem gideriyorum şu an. " Ülkü gülerken Mehveş hala içeride olanları düşünüyordu.

"Neyse kuzum, ben kapatıyorum. Sen eve geçince beni ara. Gelirim. "

"Olur. Kocaman, bir adet özür öpücüğü yolluyorum. " Ülkü kıkırdadı.

"Olmaz. O ne öyle? Çocuğu şekerle mi kandırıyorsun? Eve gelince gerçek öpücük isterim. En kocamanından..." Ülkü'nün bu çocuksu, tatlı cevabına gülümsemeden edemedi Mehveş.

"Olur. Hadi, görüşürüz. "

Kapanan telefonun ardından dakikalar örtünmüş ve odanın kapısı açılmıştı. Hızlıca yerinden fırlayan Mehveş, kardeşini inceliyordu bir yandan da. Mimiklerinden bir şey çıkarmak imkânsızdı. Tekerlekli sandalyesinin arkasına geçtiğinde kardeşinden herhangi bir cümle bekliyordu. Konuştuklarını anlatmasını değil, hissettiklerini dile vurup kelimelerine yüklemesini istiyordu. Yüreğine değil...

Hastaneden çıktıklarında Jülide hala tek kelam etmemişti. Ne içindi bu sessizlik? Yeteri kadar sessizliğin gölgesine sığınmamış mıydı? Neydi onu susturan, kelimelerine kilit vuran? Belki de kaç dakikadır bir yabancıyla konuşmak yormuştu. Öyleydi de... Herkese kısa süreliğine kendini kapatmıştı. Kendi dünyasını toparlamadan bu dünyaya dönmeyecekti. Acı bir çığlık atmak, kendi dünyasının yıkımına bu dünyanın da yıkımını eklemek istiyordu.

Caddeye çıkacakları esnada Jülide'nin ısırılmaktan morarmış dudakları aralandı ve harfler döküldü; beraberinde de kelimelerini oluşturdu.

"Biraz sahil kenarından gitsek olur mu?"

"Olur ablam. "

Sahil kenarına yöneldiklerinde yeniden sessizlik pelerini üzerlerine serilmişti. Bu kez deniz konuştu dalgalarla, kuş cıvıltıları kendini hatırlattı. Ilık bir rüzgâr çehrelerinde süzülüp bedenlerini ferahlattı. Sahil kenarında usulca ilerlerken Jülide gözlerini gökyüzüne çevirdi, ardından da denize...

Birbirlerine asla kavuşamayacak iki kişiyi anımsatmıştı bu tablo Jülide'ye. Kendisi ile Akın'ı...

Sebepsiz bir yakıştırma içerisinde hüzün kaplamıştı yüreğini. Acı seli içini doldurmaya başlamıştı. Onlar da imkânsızdı. Tıpkı deniz ile gökyüzü gibi... Gökyüzü misali muhteşem olan Akın; dalgalarıyla ancak kıyıya vurabilen hırçın deniz ise Jülide idi. Ne gökyüzü yere düşebilirdi, ne deniz yukarı yükselebilirdi. Onlar imkânsız olan aşklarıyla ayrı düşmek zorunda bırakılmıştı. Sadece gökyüzü yansımasını bir nebze bahşedebiliyordu denizine. Jülide ile Akın... Gökyüzü ile deniz... Ayrı kalmak zorunda bırakılmış âşıklardı.

Jülide'nin kapalı gözlerinden birer damla süzülürken dolu gözlerini araladı. Ablası ağladığını fark etmesin diye hızlıca gözyaşlarını sildi. Mehveş ise çoktan süzülen yaşlara tanıklık etmişti. Abla olarak yüreği burkulmuş, bunlardan kendini sorumlu tutmaya başlamıştı yine. Sabah etraflarını saran mutluluk dağılmış yerini yoğun bir acıya bırakmıştı.

Jülide kendini toparlamaya çalışarak etrafına göz gezdirdi. Acıyarak bakan gözler... Henüz yaşları dinmeyen gözleri yeniden dolmaya başladı. Uzun zamandır evden çıkmadığı için bu gözleri az da olsa unutmuştu. Oysa onlar hâlâ aynıydı. Adeta gözleriyle aciz ve acınacak halde olduğunu söylüyorlardı. Bir şey yapması için birinin desteğine ihtiyaç duyuyordu.

Acı gerçek, bir kez daha sert bir tokat atarken canı yanıyordu. Bakışlarını kaçırdığında ablası önünde diz çökmüştü. Hafifçe yüzünü kaldırdığında yüzünü istila eden yaşlar daha hızlı süzülmeye başlamıştı. Keşke içini kavuran acıyı yaşlarıyla atabilseydi. Önüne diz çökmüş ablasına sıkıca sarıldı. Kulağına ise kısılmış sesiyle fısıldadı.

"Buradan hemen gidelim. Eve götür beni, abla. Lütfen..."

Mehveş kardeşinin kurduğu cümleyle kolunu daha sıkı sardı. Onu bu hale getiren bakışlara öfkeyle baktı. Hafifçe kafasını kaldıran Jülide'nin kızarmış burnu ve ıslak yüzü ablasının yüreğini dağlamıştı. Kardeşinin tek bir gözyaşı için herkesi karşısına alabilirdi.

Vakit kaybetmeden tekerlekli sandalyenin arkasına geçti ve ilerideki taksi durağına yöneldi. Boş bir taksiye işaret verip Jülide'yi kucağına aldı. Şoförün de yardımıyla bindiklerinde adresi verip arkasına yaslandı, Mehveş. Jülide ablasına minnet dolu gözlerle bakıp başını omzuna koydu. Mehveş de kollarını hemen kardeşine sarıp yakınlaştı. Jülide bu sefer de boyun girintisine gömülüp yol boyunca her şeyden uzak olmayı yeğledi.

Sessiz geçen araba yolculuğu son bulmuş; Jülide ablasının ücreti ödemesini bekliyordu. Kafası öyle doluydu ki... Şu anda tek istediği, deliksiz bir uykuydu. Hiç kimseyi, hiçbir düşünceyi kafasında tartmadan yalnızca uyumak istiyordu.

Mehveş, ücretini ödeyip tekerlekli sandalyenin arkasına geçti ve evin önüne sürdü. Anahtarları çıkarıp kilide yerleştirdiğinde 'tık' sesiyle kapıyı açıp son raddesine kadar ittirdi. Jülide'yi de içeri götürüp kapıyı kapattı.

"Beni odama götürür müsün, abla? Uyumak istiyorum."

Mehveş salona sürecekken kardeşinin isteği üzerine Jülide'nin odasına yöneldi. Yatağının yanına yanaştırıp Jülide'yi kucağına aldı. Yavaşça yatağına yatırdı ve üzerini örttü. O esnada Jülide'nin telefon melodisi duvarlarda yankılandı ve kulaklarına ulaştı.

"Telefonumu uzatır mısın?" Jülide'nin ricası üzerine Mehveş telefonu kısaca odada aradı.

Mehveş, telefonu verirken gözü arayan kişiye ilişti. Akın arıyordu. Jülide'nin böyle bir günde, ihtiyacı olduğunu düşünerek umutla telefonu uzattı. Ne var ki umudu gördükleri karşısında silip süpürülmüştü.

Jülide açmamıştı. Telefonu sessize alıp başının ucundaki masaya bırakmıştı ve arkasını dönmüştü.

Jülide Mehveş'in bildiğinden daha da çok yaralıydı, yara almıştı. Birkaç yıl evvelindeki gibiydi, yine başa dönüyorlardı. İkisini de zor bir süreç bekliyordu. Mehveş, sessizce odadan çıkarken kapıyı hafifçe aralık bıraktı. Çökmüş gibi omuzları düşmüştü, yorgun adımlarla salondaki koltuğa ilerledi ve oturdu. Bir süre yalnızca halıyı izledi. Desenleri, renkleri... Kafasındaki düşünceleri desenlere, renklere anlatıyordu sanki.

Birkaç dakika daha geçmişe eklenmişti. Mehveş usulca televizyon kumandasına uzandı ve televizyonu açtı. Bir haber kanalında kalakaldı.

İşte o an! O an zaman durdu. Akrep durdu. Yelkovan durdu. Tüm dünya durdu. Dahası; Mehveş'in soluğu durmuştu.

Felaket artık ufuktan inmişti; kapıdaydı. Korunağın kapısına dayanmıştı. İçeri buyur edilmeyi beklemeden kapıyı kırıp girmişti bile. İnsanların yüreklerindeki mutlulukları, umutları demir kapılar ardına kilitlemişti.

Felaket bu vakitten sonra mutluluğun, umudun gardiyanıydı. Onları kurtarmak ise neredeyse imkânsızdı.

***

Bölüm sonu. ^^ Yine heyecanlı, gerilimin yüksek dozunda bölümü noktaladım. Mnbfdbhfjfdhb

Bu bölüm bir dönüm noktası, artık olaylar yavaş yavaş gizemini aralıyor. :D

*Sizce Mehveş ne gördü? Tahminler buraya...

*Ülkü karakteri hakkında düşünceleriniz?

*Jülide'nin durumu hakkında düşünceleriniz?

Bölüm hakkında görüşlerinizi uzun uzun bekliyorum. :D Bölümü resmen hastalıktan ölürken yazan bu yazarınızı yorumlarınızla neşelendireceğinize inanıyorum. :* Bol bol bol yorum bekliyorum. Desteğinizi esirgemeyin lütfen. :*

OY VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN LÜTFEN !!!

Buraya da okuduğunuz gün ve saati yazın. <3

Hepinizi güzel kalplerinizden öpüyorum, en kocamanından. :*

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro