MHA-7 ♍İçimde beni koru diyen çocuğa muhtacım
Günümüzden
♀️Ayşan Yılmazdan♀️
---------
" Ölmeyi hak ediyorsun aptal !"
Yüzüne dağılmış kızıl saçları arasında kurduğu tek cümle, damarlarımda ki kanın çekilmesini sağlamıştı.
"Ölümü hissediyor musun küçük kaltak!"
Kanlı parmakları ağzımın üstünde kurumuş sertleşmiş çeneme baskı uygularken, aldığım derin nefesler de o metalimsi boğucu koku, ciğerlerime hiç çıkmayacakmış gibi işliyordu sanki.
"Seni öldürecektim... Ah bunu ne kadar istediğimden haberin var mıydı?"
Fısıltısı rüzgara karşıp suratıma çarptığında kuruyan boğazıma yutkunarak ıslatmaya çalıştım. Eklemlerimde ki hareketsizliğe dalga dalga yayılan bu korku ve ürperti gerçek olamazdı.
Aklım bunu bir yandan inkâr ederken verdiğim tepkilere karşı koyamıyordum.
Kirpiklerimi sımsıkı birbirine kenetleyerek burnumdan derin bir nefes aldım. Yüzümü çarpan soğuk nefesi gerçek olduğunu haykırıyordu. Ciğerlerime dolan nefesi ağzından vermeye çalıştıkça boşa olan bu çabaya son vermemi sağlayan ciğerlerimin patlama noktasına gelmesi olmasıydı.
Duyduğum bu kahkahayla korku ve ürperti yeniden bedenimi ele geçirdi. Ağzıma kapanan eller dudaklarımın üzerinden düşünce gözlerimi yakarak birbiri ardı sıra yuvarlanan göz yaşları arasında ona bakıyordum. Başım ikiye ayrılmak istercesine ağrıyordu. Sarsak adımlarla bir iki adım geriye adım attıktan sonra bedenin bir et yığını gibi yere yıkılmıştı. Bulanık görüntüler başımı döndürüyordu. Ne zaman yaslandığımı bilmediğim ağacın gövdesine sığınıp derin nefesler almaya çalıştım ama göğsümdeki hırıltılar nefesimi yarıda kesmeme neden oluyordu.
Tedirginlikle ayaklanmaya çalıştım ama kayıp düştüğümde pes ederek ellerimi yere yaslayıp bir süre öylece oturdum. Başım yerdeyken bütün saçlarım yüzümü kaplamıştı. Gözlerimi kapatıp tekrarardan açtım. Pes edemezdim.
Kulaklarıma ulaşan çığlık yerimde sıçramama neden oldu. Neden olduğunu bilmiyordum ama kalkmak zorunda olduğumu hissediyordum.
Ağacın gövdesinden destek alıp ayaklarımın üzerinde durmayı başardığımda ikinci bir çığlık daha duydum. Son bir can havliyle başımı yerden kaldırdım.
Baktığım şey dağılmış ve kabarmış kızıl saçlarının arkasında kalan onu sevimli gösteren yuvarlak yapılı yüzüydü. Ne kadar güzel ve sevimli bir yüzü vardı. Lakin o yüzü bozan sağ yanağından başlayarak çenesine kadar uzanan bıçak yarası. O yaradan damlayan kanlar ince boynundan süzülüp ince askılı beyaz elbisesine kadar uzanıyordu. İri yuvarlak gözlerinin akları kan çanağına dönmüştü. Zifiri karanlık bir girdapı andıran irisleri yutkunmama sebep oldu. İnce uzun parmaklarına baktım. Saçlarının köklerine kadar uzanmış kanlı elleri kızıl saçlarının arasında kaybolmuştu.
Bacaklarım titrerken bir elim ağacın gövdesinde sabit bir şekilde duruyordu. Her an yere düşecek gibi hissediyordum. Bakışlarımı buğulandıran kirpilerim de takılı kalan iki damla göz yaşını kırpıştırarak soğuk tenimde süzülmesini sağladım.
Zorlukla sesimi bulduğumda acıyan boğazıma rağmen kurumuş dudaklarımı araladım.
"Ölü bedenler yaşayanlar arasında dolaşamaz..."
Fısıltım hafif esen rüzgara karışınca dönen başıma rağmen nefretle, benden biraz uzağımda sabit bir şekilde dikilen Dianaya çıkardım yorgun bakışlarımı. Başını sol omzuna yatırarak soluna bakınca solgun dudakları sinsice yukarı kıvrıldı.
Farkına varmadığım kişiyle gözlerim iyice açıldı. Bir ürpertiden çok büyük bir nefret ve öfke kol gezmeye başladı damalarımda.
Maxwell'e bakıyordu. İşte onun öldüğünü yemin edebilirdim. Ensesine kadar uzanan kızıl saçları ardında ellerini ceblerine koymuş katil gözleri bedenimi süzüp
"Senin canlılar arasında ne işin var ki güzellik ?"
Ellerim boşluğa düşerken sarsak adımlarla arkamı dönüp birkaç adım atmıştım ki ayağıma takılan taşla dizlerimin üzerine düşmem bir olmuştu. Parçalanan dizlerimle acı bir çığlık koptu dudaklarımda. Rüzgar, kurumuş dudaklarıma kavurucu toz tanelerinden başka hiçbir şey getirmiyordu.
Adım sesleri ile takatim kalmamıştı, umudum kırılmış, çaresiz bir kabulleniş dört bir yanımı sarmıştı.
Saçlarımdan tutarak başımı geriye çekerek yüzlerimizi yakın kılan Diana'nın suratına baktım.
Gözlerinde ki kin ve nefreti haykıran sesi gerçeklikten uzaklaşmamı sağlıyordu.
" Ne o korkusuz fare bizi görünce korktu mu?" dediğinde genzime dolan keskin kokuyla kendime geldim. İçimde kör alevler gibi yükselen nefretle saçlarımı tuttuğu elini kavrayıp başımı geriye atarak son gücümle kafa attım.
Burnundan gelen çatırtı sesiyle inleyerek geriye düştüğünde her şey bir kez daha bulanıklaştı.
"Ruhların canı yanmaz!"
Midemden yükselen bulantılar ile öğürmeye başladım. Kan kusa kusa boğulurken korku ve dehşet aynı anda saldırdı.
Rüyadaysam canım yanmazdı öyle değil mi ?
Koluma ağzımı silerek önce hala burnunu tutarak inleyen Dianaya baktım. Sonrada onun yanına diz çöken Maxwelle.
Ölülerin canı yanmazdı. Eğer bu bir rüya değilse ben ölmüş müydüm ?
Bunu anlamanın tek yolu vardı. Ayağama takılarak yere düşmemi sağlayan taşı aldım. Kırık olan bileğimi yere koyarak ilk darbeyi hiç düşünmeden indirmiştim bileğime.
Acı vardı ama görüntüler aynıydı.
Gözlerimden yaşlar süzülürken birkez daha havaya kaldırdığım taşı bileğime indirdim. Dişlerimi o kadar çok sıktım ki iniltilerimi içime gömüp defalarca o taşı bileğime indirdim.
Gücüm kalmadığında iniltiler eşliğinde elimden düşen taşla yere uzandım.
Ah şu lânet koku! Demirimsi tadını gırtlağımda hissediyordum. Vücudum bitmek bilmeyen bir titremeye kapılmışken, sis bulutu dağılmış bana yaklaşan suret artık gerçek kişiye bürünmüştü.
Endişeli ve titrek çıkan ses yanı başıma çökmüştü. Ağrıdan zonklayan başımı kaldırıp dizinin üzerine yatırmıştı. Sıcacık elleri yüzüme yapışmış saçlarımı iterken konuştu.
"Naptın Ayşan sen kendine böyle!"
Öfkeyle sıkılmış dişleri arasından anlamsız küfürler çıkarken, kurumuş bogazımdan hırıltı sesler yükseliyordu.
"Nilay arabayı getir lan!" diyerek kükredi bu seferde.
" O deli burnumu kırdı! Tımarhane ye sürmezsem şerefsizim!" diyerek inleyen kadının sesiyle dudaklarımdan iniltilerle beraber gülme sesi de koptu.
"Ölmemişim!" diyerek fısıldadım. Gözlerimin içi gülerken Emirin dolan gözlerine baktım.
"Ölmedin tabi aptal kadın!" diyerek tısladığında dudaklarımdan bir kıkırtı daha döküldü.
"Rüyada da değilim." Derken başını sallayarak istediğim gibi beni onaylamıştı.
İç çektim "Ne çok bekledim seni" dedim kısık ve boğuk çıkan bir sesle. Üzerinde ki ceketi çıkartıp titremesi hiç durmak bilmeyen cılız bedenimin üzerine örtmüştü.
Ciğerlerimden yükselen öksürük ile aralanan dudaklarım tekrarardan kapandı.
"Sus artık!" derken gözleri sürekli Nilayın gittiği yola doğru bakıyordu.
"Hayatım da en iyi attığım kafaydı be " diyerek kıkırdadım.
Çatık kaşlarına rağmen yanağımda asılı kalan avuç içine sokuldum.
"Kızın burnunu kırdın. Yetmedi bileğini parçaladın aferin gül böyle!"
Azarlayan sözlerine rağmen ufak bir tebessüm vardı dudaklarında.
Gözlerimi kapattım
"Çok yorgunum" diyerek gücüm yettiği kadar fısıldadım.
Yavaş yavaş her şey karanlığa gömülürken Emirin kükreyen sesi kulaklarımda çınlamıştı.
"Nerede kaldın Nilay!"
Yerden havalanan bedenimle, tüy kadar hafif hissetmiştim. Başım hep yaslamak istediğim göğse düştümüştü. İlk defa acı çekerken bu kadar huzurlu hissediyordum.
Yanağıma düşen bir damla gök yüzden akmıştı. Yağmurun kokusu sarmıştı bu seferde ciğerlerimi. Çekebildiğim kadar topraktan gelen o kokuyu çektim içime. Emirin kokusu karışmıştı havaya. İçime sinsin bir daha hiç çıkmasın diye daha çok çekmek istedim lakin ne gücüm kalmıştı nefes almaya ne de ayık kalmaya.
Artık kırık bileğimin acısını bile hissetmiyordum ya da ağrıdan ayrılmak isteyen başımın ağrısını. Ne Parçalanan diz kapaklarımı hissediyordum ne de artık Emirin sesini duyuyordum. Bütün sesler çekildiğinde artık rahatça uyuyabilirdim.
Bunu çoktan hak etmiştin Ayşan...
Bu kadar acıdan sonra rahat bir uykuyu hak etmiştin
__12 saat sonra__
"Bu delinin yeri burası değil Emir, kendine gelmeden önce arayalım tımarhaneyi yollasınlar bir ekip"
"Oldu başka!"
"Bir de özellikle beyaz deli gömleği ile gelsinler. Çok yakışır bu deli kardeşine Behramcım"
"O Behramcın seni becermeden önce çeneni kapat!"
"Terbiyesiz!"
"Bir daha deli de Ayşana, göstereyim terbiyesiz nasıl olunuyormuş gece feneri!"
"Emir bence bunu da deli kardeşiyle birlikte göndermeliyiz bak, ilerde bir numaralı sapık olma potansiyeli var bu çocukta!"
" Yemin ederim elimde kalıcak bu kadın, demedi demeyin!"
"Şahitsin Emircim eğer başıma bir fenalık gelirse bu delinin kardeşi olacak sapıktan bilinmesini istiyorum. Hatta bir dilekçe yazıp Dilrubaya vereceğim. Olurda kaybolursam hemen savcılığa teslim edeceksin güzelik tamam mı?"
"Nilay abla!"
"Bilerek damarıma basıyor bu kadın! Elimde kalacaksın bi siktir git lan!"
"Emirde benimle gelecekse, bir dakika bile durmam şu kokusunu bile sevmediğim hastane odasında, delinin sapık kardeşi!"
Gözlerimi bile açmazken kulağımda çınlayan seslere tiz bir çığlık sesi daha eklenmişti.
"Şimdi ikiniz de çenenizi kapatıp birbirinizden uzak duruyorsunuz!" Emirin sert sesi ve itiraz istemeyen tonda ki uyarısından, anlaşılacağı gibi Nilayın üzerine yürüyen Behramın önüne geçmişti.
Keşke biraz daha tepkisiz kalarak her fırsatta bana deli diyerek tımarhaneye yatmam gerektiğini dile getiren Nilayın dilini kesseydi abicim.
"Ağzını bir kez daha açarsan seni ben kovarım Nilay! Tamam mı?"
"Ağzımı açmadan sana nasıl tamam diyebilirim Emircim ?"
Bu kızın burada ne işi var Allah aşkına ya!
Gözlerimi bir açabilseydim avazım çıktığı kadar bağıracaktım!
" Kafanı sallayabilirsin mesala gerizekalı!"diyen Behramın sesiyle elimde olsa kahkaha atabilirdim.
Bu adamı çok seviyorum gerçekten. Beni savunması ve içimden geçenleri bir bir demesini umut ediyorum.
Üzerimde ki bu halsizlik ve ağırlık kılımı bile kıpırtmama müsade vermiyorken bir de kafamı şişiriyorlardı.
"İleri zekalı olduğundan kavga çıkartıp dayak yedin öyle değil mi ?"
Güleyim de boşa gitmesin. Çakı gibi adamdır Behram abim. Zımba gibi.
"Sen karşı tarafın hâlini görmedin galiba gece feneri. Kime yanıp söndüğün belli değil maval okuyo burda bana!"
Yürü be! Erkek olmasan yol şu kızın saçını başını derdim.
"Benim kime yandığım çok belli delinin sapık kardeşi. Asıl sen kime yanıp sönüyorsunda pavyondan beri gelmiyorsun?"
Oha lan! Ne diyor bu zilli. Behram ha ? O asla öyle yerlere adım atmazdı. Hele ki pavyonda. İçecek yer mi kalmadı. Efkar dağıtacak mekan mı kalmadı.
Ayrıca yine delinin sapık kardeşi dedi bu kız!
Sözüm olsun gözlerimi bir açayım ilk işim yarım bıraktığım işi tamamlayacağım.
Hastane masrafların benden Nilaycım!
"Seni kaçık kadın! Defol git lan yoksa saçından sürükleyerek atacağım seni!"
Aheste aheste gülüşü ile Behramın küfürlerine karşı biri kulaklarımı tıkayabilir mi?
"Yapmayan şerefsiz!"
Hiçbirinin hastaya saygısı yok!
Ölü gibi yatıyorum şurada herkesin derdi ben olmaktan çıkmış.
"Nilay gidiyorsun. Dilrubayı da alıp eve geçiyorsun."
Emir olaylar büyüyünce sessizliğini bozarak sonunda şu kızı kovmak için ağzını açmıştı.
Dilruba da kimdi?
"Sen gelmiyor musun ?"
Sesi sürekli boğuk çıkıyordu. Tabi ya burnunu kırmıştım ya da çatlattım. Artık ne yaptıysam bunu kullanarak hâlâ buradaydı.
"Hayır"
Emirin cevabıyla mutlu olmuştum. Galiba gözlerimi hiç açmasam olurdu. Başımda beklesin yeter ki.
"Seni yalnız bırakmıyacağım. Behram Dilrubayı götürsün. Hem gençler biraz yalnız kalmış olur gece boyu!"
"Arsız kaçık!"diyerek Öfkeleyle tıslayan Behram abimdi.
Adam haklı. Tam bir arsız bu kadın. Asıl yalnız kalmak isteyen kendisiydi. Emiri benimle yalnız bırakmak istemiyor aklınca şeytan.
"Sessiz mi olsak. Sonuçta hasta var ya sesimizden rahatsız oluyorsa?"
Evet bunu saf bir dille soran, daha tanışma fırsatım olmadığı kızdı. Sonunda içlerinden biri beni düşünebilmişti şükür.
"Azıcık şu kız kadar mantıklı düşünsen nolur Nilay!" Hafif kızgınlık ve hayranlık mı sezdim Behramdan.
"Saftirik mi ol diyorsun yani?"
Kızı tanımıyorum ama Nilayla kıyaslarsak yılan karşısında şansı yoktu. Dediği gibi saftı.
"Yılan ve yüzsüz olmaktan iyi, değil mi?"
Kızgınlık duygusunu yoğun bir şekilde hissediyordum. Behramın ilk defa benim dışında bir kızı koruduğuna kulak misafiri oluyordum.
Bu da demek ona değer veriyor ama farkında değil. Göz kapaklarımı bir açarsam çok iş yapacağım valla.
"Behram kardeşim yeter. Hadi götür kızları yoksa hepimiz kovulacağız. Hastanedeyiz burası kavga etme yeri değil!"
Emirin sözleri ile ortamda bir sessizlik olmuştu.
"Tamam ama gözlerini açınca hemen arayacaksın kardeşim!"
Ne kadar merak etmiş. İçim sızlarken onlara acı vermek kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu. Geleli kaç hafta oldu iki defa hastanelik etmiştim kendimi. Benimle birlikte arkamda onları da perişan ediyordum.
"Tamam" dedikten sonra kısa süre sonra odayı tamamen sessizliğe gömülmüştü. Zihnim o kadar yorgundu ki ara ara daldığım uykuya teslim olmuştum yeniden.
Daldığım derin uykudan kurtulurken uyuşan vücudumun ağrısını da yavaş yavaş hissetmeye başlamıştım. Halsizlik ve sızım sızım acıyı beynime taşıyan sol kolumda ki ağrıyı tekrardan uyuşturabilir misiniz? Göz kapaklarımı açtığımda önce bulanıklaşan görüntü birkaç dakika sonra netleşmişti. Sağ elimin üzerinde ki damar yolundan serum, ağır ağır akarken doğrulmaya çalıştım.
Başımı bile kaldıramazken sol bileğim elimle birlikte alçıya alınmıştı. Sağ kolumu da fazla kullanamayınca, inleyerek başım yastığa geri düştü. Sağımda ki tek kişilik açılabilir koltukta sızıp kalmış Emiri görünce dişlerimi sıkarak sessiz olmaya çalıştım. Solum da kalan pencereden havaya baktım, güneşin kızıllığı yayılmış, batmasına yakın zaman dilimindeydik.
Kıpırtıma uyanmış olacak ki yarı uykulu bakışlarıyla "Ayşan?" diyen adama çevirdim dalgın bakışlarımı.
Gülümseyerek" İyi akşamlar mı desem ki?" dediğimde gözlerini ovuşturarak uzandığı yerden kalktı. Mavi bir kot pantolon üstüne yuvarlak yaka beyaz tişört giymişti.
Koltuğun kenarına bıraktığı siyah kapşonu çekerek "Geliyorum kıpırdama bir yere" dedikten sonra kapıya doğru ilerledi.
Çıkmadan önce alayla kıvrılan dudakları yataktaki halime bir bakış atarak "Kıpırdayacak hal mi bıraktın sanki kendinde, benimki de laf işte" diyerek söylenerek odada çıkmıştı.
Yattığım yerden azarlanmıştım. Şaşkın şaşkın geri dönmesini bekledim. Serumun içine sıktıkları ilaç ağrılarımı hafifletsede hareketsiz kalan eklemlerim ağrıyordu. Kalkıp biraz yürüsem çok güzel olurdu. Güzel bir duş almak istiyordum. Bir an önce buradan çıkmalıydım.
Birkaç kez kalkmayı denedim. Başım dönünce pes ederek tavanı izlemeye devam ettim. On beş dakikayı geride bırakırken Emir sonunda yanında doktorla gelmişti.
Beni kontrol ettikten sonra hızlı bir şekilde hemşireye verecekleri ilaçları söyleyerek çıkmıştı. Çıkmadan öncede bir ay asıl bileğimin alçıda kalacağını ve dikkatli olmamı söyleyerek çıkmıştı. Bu gecede burada kalacaktım mecbur.
Hemşire de doktorun arkasından çıkarken odada Emirle yalnız kalmıştık. İri bedenini açık kalmış yeşil koltuğun ucuna bırakarak derin bir nefes çekti. Odadaki sessizlik bir süre daha devam edecek gibiydi.
Boğazımı temizleyerek " Yatağı biraz yükseltmeme yardım eder misin ?" Kısık ve çekingen bir şekilde sorduğum soruyla başını ayaklarından kaldırmıştı. Önce gözlerimde sonra da mahçup isteğimi gözden geçirdi.
Oturduğu yerden kalkarak yatağın yanında ki kumandayı alıp yatağı biraz kaldırdığında tok sesiyle yüzümü bile bakmadan " Yeterli mi ?" diye sordu.
Dümdüz yatmaktan iyiydi, şimdi yarı oturur pozisyona geldiğim için onu ve hareketlerini zorlanmadan görebiliyordum.
"Teşekkür ederim."
Boş bakışlarında hâlâ uykusuz olduğunu haykırırken açmış olduğu yeşil tek kişilik koltuğu yeniden katlayarak eski haline geri getirdiğinde, koltuğa emanet gibi oturmuştu. Kollarını, bacaklarını saran lacivert kot pantolonunun üzerine koymuştu. Asker tıraşı saçları hâlâ ilk gördüğüm kısalıktaydı, uzun saçtan gerçekten haz etmiyordu. Ama ona da bu kısalık çok yakışıyordu.
Kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşüyordu, hava karardıkça odanın ışıklarını açmamıştık. Karanlık bir nevi aramızda ki duvar görevini yüklenmiş gibiydi. Ben konuşmamak için mühürlemiştim dudaklarımı, o da sormamak için kayıtsız kalıyordu bana. Bir nevi görmezden geliyordu, umursamamaya çalıyordu. Başımı beklemek onun görevi değildi. Zorunda da değildi, bu vurdumduymazlığı sinirlerimi bozuyordu.
"Işıkları açar mısın!" Derken ses tonum yüksek çıkmıştı ama yinede nezaketi elden bırakmamıştım. " Lütfen"
Aldığı nefesi sesli bir şekilde bıraktığında ellerini diz kapaklarının üzerine bastırarak ayağa kalkmıştı.
Başımı beklemesini ya da bana yardım etmesini ben istememiştim. O yüzden itiraz etmek gibi bir şansı yoktu. Elbette benimde emir veren cümleler kurmaktan kaçınmam lazımdı.
Işıkları açtığında gözlerim heybetli vücudunu buldu. Ellerini pantolonun cebine koyduğunda kapşonun şapkasını başına geçirmişti tekrardan, uykusuzluktan kızarmış ve kısılmış gözlerini mi saklamaya çalışıyordu?
Bıyıkları ile birleşen kirli sakalı bu birkaç haftada biraz daha uzamıştı. Dudağının kenarında ki yaraya takılmıştım bu seferde.
"İstiyor musun dışardan bir şey?"
Emirin bana göz ucuyla baktığını gördüğümde kurumuş dudaklarımı aralamama fırsat kalmadan karnım guruldamaya başladı.
"Ne istersin?" dedi kuru bir sesle.
"Dudağının kenarına ne oldu?" İçim içimi yerken bana değersiz bir bakış fırlattı.
" Ne istersin dedim!" dedi bu sefer daha sert bir tonda. Bana olan gardını yeniden almıştı. Gerçi ne vakit düşündüğünü görmüştüm ki.
Dudaklarında ufacık bir sevinç parıltılısı görmek istemiştim gözlerimi açtım açalı. Ancak endişesi bile bir yabancıya duyduğu kadardı. Bana karşı bu kadar gaddar ve acımasız olması yüreğimi sızlatmıştı. Gözlerime batan iğnelere rağmen dudaklarıma bir gülümseme yerleştirerek onun istediği gibi davranacaktım.
Yani herkes ayağını denk alacaktı.
"Fark etmez mideme girecek bir şey olsun yeter." dedim. Başımı usulca sol tarafıma düşerken gözlerimi, pencerenin ardında parlayan şehre kitledim.
Hiçbir şey demeden terk etmişti odayı. Yeniden geleceğini biliyordum ama bu beni hiç heyecanlandırmıyordu. Tek isteğim ona sarılmaktı. Çocukluğumla, yaralarımla... Bütün hasretlerimin acısını onda dindirmek istercesine. Göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlamayı... Gözlerime bakarak "Ben yanındayım" demesini düşledim.
Kendimi en son ne zaman güvende hissettim hatırlamıyorum bile. Sanki asırlar oldu.
Kokusunu hayal ettim. Ne kokusu vardı ne de o... Ne de güvenle sarıldığım.
Kendime döndüm. O'nsuzdum...
Tutunamadım...
Ve göz yaşlarım izinsiz terk etti gözlerimi...
Kapının açılmasıyla başımı kaldırdığımda, hızlı adımlarla içeriye giren genç adamı gördüm.
"Prenses sonunda açtın ceylan gözlerini" diyerek şakıyan sesini duyduğumda kızaran burnumu çekerek kıkırdadım.
Yosun yeşili gözleri parlıyordu. İnanılmaz siyah saçları rüzgarda kalmışcasına dağılmış, koşarak gelmişcesine nefesi düzensiz, geniş göğüsü hızla inip kalkıyordu. Bacaklarını saran mavi kot pantolon üzerinde ki kapşonu dağınık görüntüsü açıklıyordu. Bağcıklarını bile bağlamadan yanıma gelmiş olması beni sevindirmişti.
En azından biri benim için endişesini saklamıyordu.
Yanı başıma gelip yatağın ucuna oturarak hiçbir şey sormadan bir elini başımın arkasına koyup beni kendine çekti. Alçıda ki bileğime dikkat ederek Behramın geniş göğsüne sığınmıştım. Dağınık ve yağlanmış saçlarımı okşarken dalga geçmeyide ihmal etmemişti.
"Prenses, derken diğer prenseslere haksızlık etmiyorumdur umarım yavrum!"
Başı kaldırıp kaşlarımı çatarak baktığımda başımı tekrar göğsüne gömüp eğlenen ses tonuyla
"Şaka yaptım prenses dövecek gibi bakma korkuyorum kâbuslarıma falan gelirsin diye."
Daha fazla dayanamayıp kahkaha attım. Gülüşlerime eşlik ederken benden ayrılıp tek kişilik koltuğa yayılarak oturmuştu.
Yanaklarımı silip kızaran gözlerimi ondan kaçırarak "Diğerleri burada olmadığına göre kimsenin haberi yok benden öyle değil mi ?" diyerek sorduğumda artık ciddileşmeye başlamıştık.
Göz ucuyla Behrama baktığımda uzun siyah kaşları bana inat hafif kalkmış, bir eli beyaz tenine çok yakışan sakallarında gezinmeye başlamıştı. Sıklıkla sakal bırakmasada son zamanlarda da tıraş olma konusunda da isteksiz olduğunu biliyordum.
"Kesinlikle prenses, tahminlerin güçlü lakin benimkiler seninki kadar güçlü olmadığı için aklımdakileri direk söyleme taraftarıyım."
Gözlerini kısarak önce kızaran gözlerime baktı sonra da alçıya alınmış sol bileğime.
"Emirin sert haline ve kabalığına bakarak kendini üzme artık. Emin ol sandığın gibi seni yabancı biriymiş gibi görmüyor."
Sağ ayak bileğini sol dizinin üzerine koyup sırtını geriye yaslayarak devam etti.
"Ne dedi de kırıldın bilmiyorum ama seni ne şekil hastaneye getirdiğini biliyorum. Hepimiz gibi sana hâlâ değer veriyor, sadece kızgın o. Biliyorsun kolay biri olmamıştır hiç. Ne dostluğunu kazanmak kolay ne de kardeşliğini. Emin ol biz bunu küçüklüğümüzde ilk karşılaşmamızda kurduk ilk temellerini prenses. "
Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldığında sessizce onu dinliyordum.
"Zamanla her şey geçer. Kızgınlık, kırğınlık hatta mesafeler bile erir. Yıllar geçer gider ardımızdan, çocukluğumuzu bırakırız geçmişte, korkularımızı atarız bi kenara, kötü anıları sileriz hatıralarımızdan da bir tek birbirini daima koruyup kollayacağına dair söz vermiş dostluklar geride bırakılamaz."
"Hıhı" diyerek onayladım onu.
Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip elini boynunda takılı olan zincire çıkardı. Tşörtü'nün altında kalan madalyonu çıkarttığında gözlerim ışıldamıştı.
"Saklıyor musun hâlâ?" dedim şaşkınla.
"Hıhı" dedi içini açarak.
Yosun yeşili gözleri madalyonun içinde sakladığı çocukları görünce buğulanmıştı.
"Sadece ben değil... Cihan, Melih ve Emirde hala boynumuzdan hiç çıkarmadık ki." Dedi gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırarak yanlış tamamladığı cümleyi düzeltmek için hamle yaptı dudakları.
"Emir odasında saklıyor. Sözde denize fırlatmıştı. Bunu bildiğimi bilmiyor aramızda sır bu prenses." Dediğinde gülümseyerek
"Hıhı... Odasını Meriç karıştırdı o da sana söyledi. Bunu bana diyene kadar bu Meriçle aranda sırdı değil mi abicim. Yalnız üç kişinin bildiği sır sır değildir."
Yandan bir bakış atıp başımı yastığa yaslayıp gözlerimi kapattım. Dudaklarım da muzur bir gülümse bıraktığımda neşeyle gülüşünü duydum.
"Cadı" diyerek homurdanırken koltuğa iyice yayılışını çıkardığı kıpırtılardan anlaşılıyordu.
"Hani prensestim."
"Şeytan da bir melek yavrum. Cadıda prensesten dönme bir şey bence" diyince huysuzca gözlerimi açtığımda kaşlarımı çatarak Behrama baktım.
Tahmin ettiğim gibi ellerini başının arkasında birleştirerek koltuğa biraz daha yayılmıştı.
Omuz silkip masumca yeşillerini kapattığında şekerleme moduna girmişti.
"Bakma öyle yavrum. Takılıyorum alınma" dedi hafif uykulu çıkan sesiyle.
Aldığı nefesle bile gerginliği beni görür görmez uçup gittiğinin kanıtıydı. Gevşemiş ve rahatlamış bedeni artık uyuyamadığı uykuyu almak ister gibiydi.
"Biliyorum abim" dediğinde dudağında bir tebessüm belirdi.
"Aferin prenses." dedi gözleri ışığın da açık olmasının rahatlığıyla uykuyu arzuluyordu. Uyumadan önce sormam gereken şeyler vardı.
"Evdekilerin benden nasıl haberi olmadı?" dedim meraklı bir şekilde.
Kollarını göğsünde bağlarken başını sağa düşmüştü. Biraz daha koltuğa kıvrılrken sakin ve hafif kısılan sesiyle konuştu.
"Emir, haber verdiğinde açık pencerenden odana girdim. Çantan ve telefonu ve birkaç parça kıyafetini alıp ayrıldım. Sonrasında babana kısa bir mesaj yazarak telefonu kapattım." Derken dünden beri yorgunluğu sesine yansırken ısrarla sormaya devam ettim.
"Bir mesaja kandılar mı dersin ?"
Annem çok evhamlı bir kadındı. Babam daha sakin karşılardı, tabii gelir gelmez hastanelik olmasaydım.
"Hayır prenses. Bu yüzden Emir yalan söylemek zorunda kaldı. İzmit'te Ayşegül'ün kaza geçirdiğini AB Rh- kana ihtiyaç duyduklarını, seni arayıp oraya çağırdıklarını söyledi. Kendisinden İzmit'e götürmeni istediğini, telaşla benimle birlikte üçümüzün yola çıktığını en kısa zamanda geri döneceğimizi söyleyince olay çözüldü."
Ayşegül benim lisede ki tek kız arkadaşımdı. İzmit'e Serhat için gitmişti. Ona aşıktı okulu bırakıp veterinerlik yapan Serhatla evlenmişti. Ne kadar çok bir araya gelemesekte sürekli telefonla konuşurduk Ayşegülle. Annemlerde onu tanıdığı için inanmaları kolay olurdu bu yalana.
Beni şaşırtan Emirin yalan söylemesiydi...
Mantıklı bir yalan bulduğu için teşekkür etmeliydim galiba. Ya da onu kızdırmaktan başka bir işe yaramazdı.
Yalandan nefret eden bir adam halime nasıl acınası bulmuş ki, çekinmeden bunu benim için yapabilmiş.
Hakkı da vardı gerçi. Beni bulduğunda o kadar perişan bir haldeydim ki nasıl o duruma düştüğümü düşünürken utançtan ve kırılan gururumdan yanaklarım kızardı. Başımın önüme eğerek düşüncelerimi buruk tebessümlerimin arasına gömdüm.
"Neden benim için öyle bir şey yaptı ki ?" Mahçup sesimden bütün duygularım okunuyordu.
Aldığı derin nefeste, bakışları üzerimde olduğunu hissediyordum. Usulca bıraktı aldığı nefesi.
"Abiler ne gün için yavrum" dediğinde yutkunarak başımı çevirdim.
"Hıhı" dediğim son birkaç anlamsız kelime olmuştu.
"Kan tahlillerim çıktı mı peki ?" dedim konuyu dağıtmak için. Uzun kirpikleri hiç kıpırdamadan gözlerinin üzerinde örtülü iken bir elini yanağının altına almış stabil göğsü inip kalkıyordu.
Uyuduğunu sandığım an sesi boğuk ve uykulu çıksa da beni cevapsız bırakmaktansa, üzerine çöken yorgunluğa direniyordu.
"Çıktı yavrum" dedi sakinlikle.
"Sonuç peki?"
Doktor da hiçbir şey dememişti. Kanımda bir şey olduğunun en başından beri farkındaydım. Beni ne kadar zorlayabileceğini görene kadar sabretmiştim. En sonunda halüsinasyonlar ağır basınca yenik düşmüştüm. Yenilgime tanıklık eden şahitler çıkmıştı.
"Kullandığın İlaçlar, ağır psikolojik ilaçlarmış prenses. Fazla zaman geçmediği için kendini daha iyi hissedecekmişsin. Verdiği ilaçları bu sefer iki kez farkı doktorlara teğit ettirdi Emir. Kapandı o okunu."
Emir bu yüzden yanımdaydı sürekli demekki.
Suçluluk psikolojisi. İlaçları o almıştı bana. Hastaneden ayrılmadan önce karşı caddede kavga çıkmıştı herkesin dikkati oraya kaydığında, Emirin koluna çarparak eczane poşeti yere düşmüştü. Aynı eczaneden alındığı için poşetler karıştı.
Yada bilerek karıştırıldı. Ama Emir bundan habersiz suçlu sanıyordu kendini.
Her şey düştüğüm durumun sebebi olduğunu düşündüğü için suçluluktan yapmıştı. Benimle alakası yoktu yani.
"Prenses çok düşünüyorsun, Emir gelene kadar uyu benim gibi. Başını ağrıtma boşuna. Suçluluktan değil sana değer verdiği için bekledi başında."
Sözlerinde haklılık payı vardı. Kardeştik değil mi biz!
Biz kardeş gibi büyümüştük. Yalnız ruhuma dost olmuşlardı önce, zaman aktıkça dostluğumuz ilerlemiş çok güçlü bağlarla bağlanmıştım hepsine. Ayrı ayrı seviyordum ben bu adamları. Dördü ile de ayrı ayrı anılar biriktirmiştim. Birlikte düştük, beraber yaralandık hepsiyle. Sonra yaralarımıza üfleyerek yeniden ayağa kalkıp birlikte sardık.
Zamanla koruyup kolladığımız dostluk kardeşliğe dönüşmeye başladı. Gerek yoktu aynı kanı taşımayı. Aynı sevgiyi taşımak yeterliydi. Lakin benim içimdekilere engel olamayışımla başladı.
Kardeştim sözde ben bu dört adamla.
Bilmiyorlardı ki, içimde büyüyen alevleri.
Öyle bir utançtıki bu kendime bile haykıramazken ben onlara, ona nasıl itiraf edebilirdim.
Emire öyle çok aşıktım ki, bu sevgim Behrama olan gibi değildi. Diğerlerinden öyle kolay ayıklayordu ki kalbim onu. Bir türlü bitiremiyordum bu hisleri. Öldüremiyordum duygularımı. Bende o öldürsün, kanatsın, kırsın kanatlarımı istedim. Emir benim duygularımı öldürmeliydi. Yoksa başta kendim olmak üzere mutluluklarına fırtına gibi düşüp dağıtacaktım.
Bu şehre bu ülkeye geliş sebeplerimden biri de buydu.
Ben büyüdükçe hislerime engel olamadım. Mabedime sığınıp avuntular uydurdum sesime. Acılarım yorulana kadar inat eder gözlerim. Korktuğum karanlıkta ufacık ışığa kapanır göz kapaklarım istemsiz.
İçimde " Beni koru" diye yalvaran bir çocuk var ve ben o'na muhtacım.
...
👇 Diana Ross
👇 Ayşan Yılmaz
Eğer beğendiyseniz
👇
⭐ 👉 🗨️ Geçmeyin lütfen :)
Öncelikle okuyan beğenenen beğenmeyen herkese saygı duyuyorum arkadaşlar. Gördüm ki kiminiz merakla devamını isterken bir kısımda kitabı karmaşık ve anlamsız bulmuş. Herkesin görüşü farklı olabilir elbette. Ama kimseye zorla kitabıma çağırmıyorum. Beğenmemiş olabilirsiniz sizleri zorla tutmuyorum. Yazma hevesimi kırmadan sessizce gidin. Hani kimseye niye devam etmiyorsun demedim bugüne kadar. Hiçbiriniz yorumuna kötü de yanıt vermedim.
Kötü yorum geldikçe başa sarıyorum tekrar tekrar yazdıklarımı okuyorum. Neresinden düzeltebilirim derken zaman akıp gidiyor yeni bölümlerde gecikiyor. Anladım ki herkesi memnun etmek mümkün değil.
Destekleriniz için teşekkür ederim. Okumak istemeyen de sessizce gitsin lütfen:) yorumlardan çabuk etkilenen biriyim kusura bakmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro