MHA-5 ♍ " Eyvallah "
Ⓜ️ Düzenlendi Ⓜ️
AYŞAN Yılmaz'dan 📌
...
4 Yıl önce
Hepimiz dünyaya bir yağmur damlası olarak düştük ve belki de denizde kaybolup gittik. Kendimiz olamadık bir türlü. ' Durun! Ben bir yağmur damlasıyım ! Denize karışmak zorunda değilim! ' diyemedik çevremize. Deniz dalgalandıysa bizde bu dalgada yer aldık. Sakin bir su damlacığı olmayı seçtik zorunlu olarak. Hiçbir zaman kendi kararımızı kendimiz veremedik. Oysa ben tek başıma da olsam bir yağmur damlası olarak kalmayı tercih ederdim. Sonra yağmur damlası olarak bir çocuğun yüzüne değmeyi seçerdim, düşeceğimiz yer kendi tercihimize bırakılsaydı...
Ölüme yaklaştığımı hissettiğim bugünlerde, insanların arasında akıp gidiyorum.
Yine bir yağmur damlası gibi görünüyorum kendimi. Denize doğru akan bir damlayım sadece.
Rengarenk damlalar arasında soluk bir abıhayatım artık.
Hatta güneşin kendisini kurutmasını bekleyen çaresiz bir damlacık gibiyim.
Her zaman varlığıma canlılık katan güneşten bile korkuyorum.
Karanlık küçük bir odaya gelmiştik. Odanın tam ortasında küçük bir masa ve karşılıklı iki sandalye vardı. Hemen tavandan sallanan küçük sarı bir ışık yayan lamba. Masanın üzerinde kayıt dinleme cihazı ve birkaç kağıt parçası vardı. Sol duvarı boylu boyunca kaplayan siyah kaplamalı camla tek kaşımı şüpheyle kaldırarak sağımda kalan memura çevirdim.
" Bana ifade vereceğimi söylediniz, beni sorguya çekeceğinizi değil." Bunu yaşadığıma inanamıyorum, tıpkı bir suçlu gibi beni sorguya mı alacaklardı?
" Sende şüpheliler arasındasın, bunda bir sakınca görmüyorum. Tabi bizden bir şey saklamıyorsan!" Adını dahi bilmediğim sivil memurun büyük bir ima ile söylediklerine gözlerimi devirdim. Ne sanıyordu bu adam kendini, bir katil olabileceğimi ne hakla düşünürdü!
Ne ara geldiğini bile fark etmediğim Marcus gelmişti.
Mavi bir gömlek ve bordo dar paça bir pantolon giymişti. Saçlarını özenle taradığı buradan bile belli oluyordu. Karakterini bilmesem de kolay bir sorgu olmayacağını kollarını göğsünde bağlaması ve kibirli duruşuyla anlamıştım. Kahverengi gözleri burada olduğum için memnun gibi bakıyordu. Bu memnuniyeti beni rahatsız ettiği için gerilmiştim.
" Siz çıkın onun sorgusunu tek başıma yapacağım," dedi sert Alman aksanıyla. İngilizceyle birleşen bu aksan kısa bir anlığına irkilmeme sebep oldu. Diğer iki memur, Marcus'un sözünü ikiletmeden kapıyı kapatıp gittiler.
" Otur." Gösterdiği sandalyeye baktım, istemesem de gönülsüz bir şekilde oturdum .
Ne soracaksa sorsun bir an önce buradan gitmek istiyorum. Kendisi tam karşıma oturdu ve masanın üzerindeki küçük cihazın üzerine bastı ve kayıt cihazının başlamasıyla sorgum başlamıştı.
" Ayşan Yılmaz, oda arkadaşının öldürüldüğü gün neredeydin? "
Tepkimi ölçmek için bir an bile gözlerini benden ayırmadı.
" Halk Kütüphanesindeydim."
Neha'nın öldüğü gün gerçekten kütüphanedeydim. O gün bulutlu ve kasvetli hava ölüm sessizliğinin tek tanığıydı. Şiddetli yağış yüzünden orada zorunlu kalmak zorunda kalmıştım.
Bu nedendendir ki oda arkadaşım Neha'nın ölüm haberini saatler sonra alabilmiştim.
Tek anlamadığım şey ise, bir hafta önce Marcus denen tekinsiz komisere ifademi vermiştim. Neden ikinci kez sorguya alındığımı anlamakta güçlük çekiyordum.
" Hangi saat diliminde orada olduğunu hatırlıyor musun? " diyerek uzun kirpiklerinin altında yatan delici kahve gözlerini üzerimden çekmeden kurduğu cümleye karşılık, gözlerimi düşürdüm.
Keder göz bebeklerimin üstüne konmuş ve ağırlığı göz kapaklarımı dayanamıyacağı şekilde artmıştı. Sevdiğim bir insanın daha kaybının acısını yaşayamadan, katili olarak görünmek buz kestirmiş damarlarımda akan kanı.
" Öğleden sonra çıktım yurttan, saat 2 civarı da Kütüphaneye giriş yaptım. Gece 9'a kadarda orada hava koşulları yüzünden mahsur kaldım."
Marcus'a baktığımda masanın üzerinde ki kağıdı alıp bir şeyler karaladı.
" Bütün bunları bildiğiniz hâlde tekrar tekrar sormanızın ne mantığı var! Burada geçen zamanı hoyratça harcamak yerine elini kolunu sallayarak gezen o katili yakalasanız daha faydalı olmaz mı ?"
Soğuk kanlılıkla kurduğum cümle ne kadar kısık ve sakin tonda çıksa da dikkatini çekmiş olmalıyım. Ki elindeki kalemi masanın üzerine bırakıp tehlikeli bir şekilde kıvrılan dudaklarıyla, karşılığın gecikmeyeceğini anlamamak için aptal olmak lazımdı.
" Sadece sorduğum sorulara cevap vereceksin küçük hanım!" Tehtit barındıran sesinden, sesini fazla çıkarmadan itaatkârlık bekliyorum senden diyordu adeta.
En fazla beni bir geceliğine burada misafir edebilirdi.
Fazlasına gücü yetebilir miydi ? Bir polis olarak hayır. Ancak bir katil olarak evet!
Tek düşünmek istediğim karşımdakinin bir polis olduğu ve sınırlarının dışarı çıkamayacağıydı.
Hafifçe başımı sallayarak sorgusuna devam etmesini istedim. Soruları ne kadar çabuk biterse bana yakıştırılan katil damgasından o kadar çabuk kurtulabilirim.
" Senden başka dostu olmayan ve vaktinin çoğunu seninle harcayan oda arkadaşın bir cinayete kurban gidiyor ve sen ise rahatlıkla bütün gün kütüphane de masal kitapları mı okuyordun!" diye şüpheli bir tavırla sordu.
Bu seferde Fransız aksanını anımsatan ses tonu ünlü harflerin üzerine çok net basamadığını fark ettim.
Omuz silkerek karşılık verdim " Sadece o güne özel bir durum değil. Her gün günlük rutinimin arasında Halk kütüphanesine gitmek var." Diyerek sağ duyulu bir şekilde konuştum. Ufak bir sessizlik bıraktım ortama sonra da alaycı bir gülüş çıktı dudaklarımdan.
" Masal kitapları dediğiniz kafanızdan kalın ansiklopediler!" derken bir kez daha tıslarcasına konuştum.
" Kes!" diyerek gürledi adam öfkeyle.
Kalın kafa olduğunu kast ettiğim için miydi bu öfkesi ?
Sırtımı oturduğum sandalyenin gerisine yaslayıp kolumu göğsümde bağlayarak kısık gözlerle adamın her hareketini ve mimiğini inceliyordum. İşime yarayacak bir şeylerin arayışı içerisindeydi gözlerim.
" Tanıkların ifadelerine göre Neha Klein ile büyük bir söz kavgasına tutuştuğunuzu söylediler. Ona öleceksin diyerek öfkeyle bağırdığın, doğru mu ? "
Kirpik uçlarıma kadar yandığımı hissettim. Göz aklarıma düşen kırmızılık her an kanamaya hazır gibi acı vermeye başlamıştı. Ne zaman tuttuğumu farkına varmadığım nefesimi dudaklarımın arasından firar edişine eşlik ettim. Derin bir nefes çektim cigerlerime. Bu karanlık küçük odada ne kadar nefes alabilirdim ki! Göğüs kafesimin sıkışmasını aldırmadan başımı dik tutmaya çalıştım.
" Doğru. Çok öfkeliydim ve ilk defa dilimin ucuna gelen irinli iltihaplı kelimelere hakim olamadım." Peşin sıra buğulanmış sesimle ekledim,
" Pişman değilim bugün olsa yine üstüne yürürdüm. Yine olsa hissettiklerimi, ön sezilerimi söylemekten geri durmazdım. Ateşe yürüdüğünü göz göre göre sessiz kalmazdım."
Kollarımı masaya koyarak oturduğum sandalyeden biraz öne kaykılarak gözlerimi korkusuzca gözlerine diktim.
"Bak komiser, benim dostluğumda insana ağır gelir bilhassa düşmanlığımda ! "
Sakin olmalıyım, eğer bu lanet sorgudan çıkmak istiyorsam sakin olmalıydım.
" Dostluğun ağır geldi ve düşman kesildin öyle mi ? " Alayla kurduğu cümleye gözlerimi devirmekle yetindim.
" Eski dosttan düşman olmaz, der atalarım komiser !" Marcusa verdiğim cevaptan sonra yüzünde tehlikeli bir gülümseme peydah oldu.
" Bana arkadaşının öleceğini nereden bildiğini söyle, " derken masaya kollarını koymuş bedenini öne doğru eğip avını kaçırmak istemeyen avcı gibi dikmişti gözlerini üzerime.
" Bilmiyordum. Neha'nın öleceğini bilmiyordum. Kaç defa daha tekrar etmem lazım anlamanız için ? " Sıkılmış bir ifadeyle işaret ve baş parmağımla burun kemerimi sıkarken, saçlarımın önüme düşüp yüzümü kapatmasına izin verdim.
" Kes yalan söylemeyi! Onu öldürmek istedin değil mi ? Bu yüzden avazın çıktığı kadar herkesin içinde ona öleceğini söyledin. "
İspanyol aksanı sezdim bu seferde.
Gerildiğimi hissediyorum ne yapmaya çalışıyordu bu adam! Sanki katil benmişim ya da suç ortaklarım varmışta onları kendi ağzımla itiraf etmemi istercesine baskı kuruyordu.
" Ben katil değilim komiser. Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Üzerimde psikolojik baskı kurmaktan vaz geç yoksa..."
Sözümü hızla kesip " Yoksa ne olur ? Beni de mi öldürmek isteyecek raddeye gelirsin!"
Gözlerim biran siyah kaplamalı cama kaydı.
Kim vardı orada ? Marcusu ekibi, baş komiser ve bir psikolog... Tahminlerimde asla yanılmazdım. Yüzümü tekrardan Marcusa çevirdim.
Sıcak bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. Başımı iki yana olumsuz anlamda salladım.
" Hayır tabiki de, hiçbir derdim olmayan bir insanı neden öldüreyim. Mantığım bunu kabul etmiyor işte. Hele ki bu insan yurtta anlaştığım tek insanken. Bunu neden yapıyım ki ? Akla mantığa yatan bir açıklamanız var mı ?"
Sözlerim onu bozguna uğratsa da belli etmemek için elinden gelene yaptığının farkındaydım. Eline aldığı kalemle bir şeyler daha karaladı önünde ki kağıda.
" Elbette ki var küçük hanım. Bize arkadaşınızın ölümünden şüphelendiğiniz kişi meğersem iki yıl önce resmi kayıtlarda ölü olduğunu öğreniyoruz. Üstüne üstlük kurbanın telefon görüşmelerinde bahsettiğin erkek arkadaşıyla tek bir konuşması dahi yok. Sen bizimle kafa mı buluyorsun ?"
Bu sözleri ile beynimden vurulmuşa döndüm. Kaşlarım çatıldı. Gözlerimde parlayan saf öfkeden başka bir şey değildi. Marcus'un düz bir çizgi halini alan dudakları
içime ilk koru düşürmüştü. Göğsümün derinliklerinde ince bir sızı hissettim. Belli ki durum hiç iç açıcı olmayan bir çıkmaza doğru gidiyordu.
" Yalan bu yalan! İki ay önce gözlerimle gördüm o adamı. Tanıştım, Neha bana ona olan aşkını defalarca anlattı. Sevgiye aç bir kızdı, onun için korkuyordum. İncinmesinden kırılmasından. Defalarca ona o adama güvenme bağlanma dedim. Lanet olsun beni dinlemedi, tanıdığım merhametli, utangaç ve çekingen karakteri toz bulutu gibi uçup gidiyordu. Gözlerimin önünde ruhu paramparça oluyordu da sesini çıkarmıyordu. Korkuyordu anlıyor musun komiser, ne kadar belli etmemeye çalışsada deli gibi o adamdan korkuyordu. "
Hızla inip kalkan göğsüm aldığım derin nefesler yüzünden havalanırken yanağımın ıslandığını anladım.
Ne zaman ağlamaya başladığımın bile farkında değildim.
" Yalan söylemeyi kes. Kayıtlarda portresini çizdirdiğin adam iki yıl önce motorsiklet kazasında hayatını kaybetmiş. Arkadaşının telefon kayıtlarında ne bir mesaj ne de bir konuşma var bahsettiğin kişiyle. Onunla tanıştığını söylüyorsun ancak buluştuğunuz mekanın güvenlik kameralarında tek bir görüntünüz bile yok" diyerek bağırdığında afalladım.
Bu dedikleri doğru olamazdı.
Akıl sağlığım gayet yerindeydi.
Yalan söylediğimi düşünüyordu. Ya da akıl sağlığımdan şüphe ediyordu.
" Neha ile konuştuğun son gün aranızda neler yaşandı. Yalan söylemeden eksiksiz anlat ki sana yardımcı olabileyim."
İrlandalı çıkan aksanı ile sesini bu sefer yumuşak tutmuştu. Bana yardımcı olabilecek gibi bakan kahve gözlere vurdum duymaz bir şekilde baktım.
" Yabancı aksan sendromu !" derken bir elimle ıslanmış sol yanağımı silip kararlı bir nefes alıp verdim. Öfkeli bakışların hedefiyken tehlikeli bir gülümseme peydah oldu dudaklarımda.
" Farkında bile değilsin hangi aksanı kullandığının. İyi diksiyon dersi almışsın. Bu kusurunu kamufle etme çaban taktire şayan. Normalde bu sendromu olan insanlar sarhoş gibi konuşurlar. Ancak farkında olmazlar. Zeki adamsın, zeki ve çevik olduğun mesleğinden, konumundan belli oluyor. "
Ellerimi serbest bırakıp boynuma koyup sağa sola oynatırken afallayan komisere keskin bir şekilde baktım.
" Kulaklarım keskindir. Ayrıca hergün neden kütüphaneye gittiğimi merak ediyordun. Merakını gidermişimdir umarım !"
Yumruk olan ellerini açtığında tıslarcasına
" Ne saklıyorsun ? Soruma bir anda cevap vermek yerine algıyı başka yöne çekme çaban şüphelerimi daha çok artırıyor küçük hanım," derken öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.
Beni yalancılıkla suçluyordu. Ağzımdan çıkan hiçbir kelimenin lügatında hiçbir değerinin olmadığını anlamam hiçte zor olmamıştı.
Suçlu bendim gözlerinde. Ama nedenini anlayamıyorlardı. Ellerinde katil olduğumu kanıtlayacak hiçbir delil yoktu. Ve bu yüzden arkamda maşalarım olduğunu düşünüyorlardı. Bende de akıllarından geçen senaryoya ayak uydurup 'Evet ben yaptım' dememi bekleyen insanlara artık zerre inancım ve güvenim kalmamıştı.
" Hayatın ne kadar zorlu geçmiş olmalı Marcus. Çocukluktan başlayıp süre gelen konuşmalar, dışlanmalar, arkandan konuşma şekline gülüp gülüp dalga geçenler. Her döneminde olduğu gibi evlilik hayatını da etkilemiş besbelli. Bozuk aksanına dayanamadı mı nişanlın ?"
Sözlerim canını sıkmış olmalı ki oturduğu yerden hışımla kalktı. Oturduğu sandalye büyük bir gürültü ile yere düştüğünde kahkaha attım.
" Nasıl ?" derken sesinde şaşkınlık kol gezerken gözlerinde öfke ateşi yanıyordu.
Omuz silktim " Sol parmağında hala yüzük izi var. Ayrıca bir hafta önce buraya geldiğimde ekibinden düğünden önce bekarlığa veda eğlencesi düzenleme seferberliği içerisinde olduklarını duymuştum. Basit bir tahmindi benimkisi. Doğruluğunu öfken kanıtlamış oldu koca adam!" diyerek dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim.
Benden daha fazla bilgi alamayacaktı.
İstedikleri arkadaşımın katilini bulmak değildi. İstedikleri tek şey kolay yoldan katil olduğumu itiraf ettirmekti.
Buna izin vermeyecektim artık. Şahsıma hakaret etmelerine, deli muamelesi yapmalarına ya da katil olduğuma dair ithamına daha fazla katlanamayacaktım. Bu yüzden karşımda öfkeden kudurmuş Marcusu üzerime saldırması için kışkırtmaya çalışıyordum.
" Yazık " diyerek dudaklarımı büzdüğümde üzerime doğru yürüyüp kolumdan tuttuğu gibi bedenimi geri geri itip boğazıma dayadı elini. Öfkeden sertleşen çenesi ve belirginleşen damarlarıyla ufak bir kahkaha daha attım.
" Üzülme bu kadar yetersiz bir erkek olmak senin suçun değil. Komiser kusurlarını örtmek yerine onlarla yaşamayı dene." Diyerek göz kırpmamla beraber boğazımı sıkmaya başladı.
" Kes sesini lan sürtük!" Öfkeden deliye dönmüş bir şekil de ardı ardına küfürler ederken iki elimi de boğazımda ki elin üzerine koydum.
Nefes alamıyordum. Ama kısılan gözlerimle meydan okurcasına, ölümden zerre korkum olmadığını ateş düşmüş yanıp kül olmak üzere olan kahve gözlere diktim.
" Bazen tek bir vicdanın sesi kalabalık yığınların sesinden daha güçlü çıkar!"
Zorlukla fısıldadığım sözlerle gözlerinde ufak bir şaşkınlık yakaladım. Odaya giren memurlar sayesinde boğazımı sıkan ellerden kurtulmuştum.
Ardı ardına öksürürken acıyan boğazımı koydum sol elimi. Suskun bir şekilde gözlerimin içine bakmaya devam eden Marcusa tehlikeli bir şekilde kıvrılan dudaklarımla karşılık verdim. Kolunda ki memurlar sayesinde odadan çıkarken acıyan boğazıma rağmen konuştum.
" Katil ben değilim. Yemin ederim o hayaleti bulacağım. Bulduğum gün parmaklık arkasında ona gülümseyeceğim. Sana dediğim gibi komiser benim dostluğum kadar düşmanlığımda ağırdır. Yoluma çıkacak olan herkes çıkacak kasırga da savrulup gidecek!"
Öfkeyle bağırırken odadan çoktan uzaklaştırılmıştı.
Ölü dediği adam yaşıyordu. Yaşadığını herkese kanıtlayacağım. Neha'nın paramparça olmuş cesedinin hesabını tek tek soracağım.
Derin derin nefes alırken ifademi imzalayıp karakoldan çıkmıştım. Dışarı çıktığımda çiseleyen yağmurun altına bıraktım bedenimi. Bir banka çöküp oturduğumda nabzım hala deli gibi atıyordu.
Çantamdan telefonumun melodisini duyunca boşluğa bakan gözlerim yanı başımda ki çantama kaydı. Çantanın zincirini açıp içinden hâlâ çalmakta olan çağrıya bakmadan açtım.
" Efendim ?" dedim, ancak ses gelmiyordu. Telefonun ekranına baktığımda bilinmeyen numaradan gelen bir çağrıyı cevaplamıştım. Öfkeyle çatılmıştı kaşlarım.
Sıktığım dişlerimin arasından " Sensin değil mi lan piç!" diyerek öfkeyle bağırdım.
Ses gelmedi. Sadece hızlı hızlı aldığı nefesi duyuyordum. Takur tukur gelen sesle bir yere doğru hareket halinde olduğunu anlamıştım. Telaşla gözlerim etrafı taradı. Birkaç polis memuru dışında dikkat çeken kimse yoktu.
" Çok eğlenceli bir oyuncağımı kaybettim güzelim!" Sessizliğini bozup kurduğu ilk cümleyle dişlerimi sıkmaktan kamaşmıştı.
Çağrıdan gelen ses bir cihazdan çıkma şeklindeydi. Kalın ve ürkütücü.
" Neden ? " dedim çatallaşan sesimle. Göz yaşlarımı tutmaya çalışarak sorumu tekrar yineledim. " Neden öldürün! "
" Tehlikeli sularda yüzmek istedi ve boğuldu, " dedi kahkaha atarak. Kalbim göğüs kafesimi yumruklarken nefesim sıklaştı. Soğuk havada terlemeye başladım.
"Benden ne istiyorsun ?" dedim sesimi soğuk tutmaya çalışarak.
" Senden o aptalın benden çaldıklarını istiyorum. Ya bana istediğimi verirsin ya da aptal arkadaşının hazin sonundan daha beter hale düşersin."
" Siyah bir kefen, bir şehir, yürek yangını kor bir ateş. ' İntikam değil doğan . Yaşayıp da ölmemek değilmiş ahurivan. ' Günahlarına bir bir çektin onu. Sürüne sürüne... Şimdi de sırayı bana verdin cani adam. Beni iyi dinleyesin hayalet. Suçu günahı olmayan bir kadının etrafında çizdiğin plan senin yok oluşuna katkı sağlayacak. Bu şehir viran olup seni ve güvendiklerinin başına yıkılmadığı sürece vazgeçemeyeceğime dair sana yemin ederim!"
Bıçaktan keskin, yaydan fırlayan oktan hızlı dökülen kelimeler ile yüzüne kapattım.
Neha'nın bedenini parçalara ayıran cani beni tehtit etmişti. Neha ondan ne çaldıysa benim bu katile karşı kullanabileceğim tek kozdu.
Onu bulmalıydım !
Bugün ruhumu tuttum parmak uçlarımla, göz yaşlarımı akıttım solmuş bedenime. Bugün kendi nefesimle avuçlarımda ki ruhumu zehirledim. Bir yaprak düştü dalından, rüzgar onu savurdu kimsenin bilmediği izbe sokaklara. Bugün bir yaprak düştü yaralı gönlüme, ellerimle parçaladım onu, papatyalarmı yolup ayaklarımın altında ezdim. Kafesimde ki kelebeklerin bir günlük kalan ömürlerini tükettim. Bugün yüreğime bir mezar daha kazdım. Bugün ben, beni öldürüşüme tanıklık ettim.
Aldığım nefes koca bir yakarıştı. Lakin tek bir vicdanın sesi, bir yığın insanın sesinden daha cesur daha kuvvetli çıkacaktı. Adalet yerini bulacak arkadaşım. Söz veriyorum katilini ve ona yardım edenlerin cezalarını çekmeleri için elimden geleni ardıma koymayacaktım.
...
Burnuma gelen keskin ve kesif içerisinde gelen kokular eşliğinde, üşengeç hamlelerle açmaya çalıştım gözlerimi mavi odaya. Ağırlık ve yoğunluk göz kapaklarımın üzerine oturmuştu sanki. Bir süre durup belli belirsiz duymayı çalıştığım seslere odaklandım. Cihaz sesleri, ağır ritimde giden tekerleklerin tıkırtıları, kaotik ve derinden gelen konuşmalar... Hiç kıpırdamadan durup, etrafı dinledim ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Zihnimdeki film makinesi başa geçip, düğmesine basıp filmi geri sardım hızla. Dün gece... Şaşırdığım yol... Kapşonlu çocuk... Patlayan sokak lambası... Başımın arkasına inen ağır bir sopa...
' Babam endişeden ölmüştür '
Aklıma düşen son cümleyle vücudumun son gücünü minik göz kapaklarıma verdim. Kirpiklerim birbirine yapıştırılmış gibiydi sanki bir türlü birbirinden ayıramıyordum. Son bir hamleyle tekrar denedim ve ince bir çizgi halinde irislerime ulaşan keskin aydınlık giderek büyüyerek beni aydınlığa ulaştırdığında duyduğum tanıdık sese odaklandım.
"Uyanıyor Melih hemen doktoruna haber ver" diyen sesin peşine iki karartı oldu gözlerimin ufuk çizgisinde. Karartının biri benden uzaklaşırken gözlerimi sonuna kadar açıp görüntü netleşince başımın ucundaki kişinin annem olduğunu anlamıştım. Zaten başka kimseyi de beklemiyordum. Başımı sağ tarafta duran anneme doğru döndürmek için bir hamle yaptığımda boynumda ince bir sızıya dönüştü. Boynuma takılı olan boyunluğu o an fark etmiştim. Sağ omzumda da bir bandaj ve kol askısı vardı. Daha önceden hafif çatlak olduğu için önemsemediğim kolumun üzerine düşerken çatlağı genişletmiş olmalıydım.
Bu kadarla kurtulmayı diledim.
Gözlerim annemin kızarmış koyu kahverengi gözleriyle buluştuğunda gururumdan ötürü içten içe kendime kızımdan edemedim.
Kendime ne olursa olsun bu kadını böyle üzmeye hakkım yoktu. Hafif sızıdan dolayı buruşan yüzüm ile yutkunmaya çalıştım. Ağzımın kuruluğu yüzünden boğazım acırken, söz sırasını bekledim.
" Ayşan, canım iyi misin ? Kendini nasıl hissediyorsun ? Ağrın var mı ?" diye soruları birbiri ardına sıraladığında boşta kalan elimi hafifçe havaya kaldırarak bir nevi ona sakin olmasını işaret ettim. O sırada fark ettim elimin üzerine bağlanan serum hortumunu. Kısık bir öksürük gelip boğazıma oturdu. Çıkarmaya çalışırken canım yandı, sıkıca yumdum gözlerimi. Çatallaşan sesimi toparlamaya
çalıştım.
" İyiyim. Biraz başımın arkasında ağrı var başka bir şey hissetmiyorum. Ne oldu bana? " derken yüzümü buruşturmamak için kendimle büyük bir savaş içerisine girmiştim.
" Ah kızım amma korkuttun bizi, dün akşam kimseye haber vermeden döndüğünde gaspa uğramışsın. Hatırlamıyor musun ?"
Boynumu oynatamadığım için gözlerimle takip ettim Annemi. Gözlerinde pırıltı ve neşe biraz olsun içimi ferahlatmıştı. Demek ki çok ciddi bir şey yoktu, dermansız bir öksürük daha bıraktım.
" Hatırlıyorum. Neyim var boynumda, kim buldu beni ?" diye endişeyle sordum. Daha öncede birçok kez hastanelik olmuştum. Ama boynuma bir zarar gelmemişti. Başımda ki ağrıda git gide şiddetlenirken yutkundum.
" Çok şükür ki ciddi bir şey, doktor tedbir amaçlı taktı. Gece acilen ameliyata aldılar, başının arkasına iki dikiş attılar. Neyse ki beyninde ödem oluşmamış. Sol kolunun üzerine düşünce bileğinde hafif çatlak oluşmuş sıkı bir bandaj ile birkaç haftaya düzeleceğini söyledi. Birkaç bir şey daha varmış ama onları da tahlillerden sonra söyleyeceğini söyledi. " Deyip dolan gözleriyle elini ağzına kapatıp, görmeyeyim diye arkasını döndüğünde buğulan sesiyle devam etti.
" Çok şükür ki Meriç sesini duymuş. Yardımına koşmuş gök gözlü kuzum. O olmasaydı Melih seni bulup hastaneye yetiştiremezdi. " Dediğinde dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Göğsümün derinliklerinde bir yerde ince bir sızı hissettim.
Kapıdan içeri giren kişiyi takip etti yorgun gözlerim. Uzun boylu, hafif kalıplı, gözleri bal rengi, kumral renginde ki saçlarıyla ve bana çok tanıdık gelen gülümsemeyle bir genç adam giriş yaptı. Heyecandan titremeye başladım. buğulanarak görüşümü kısıtlayan göz yaşlarınmı kirpiklerimi kırpıştırarak yok etmeye çalıştım. Melih abi ufak adımlarla gelirken onunda benim gibi gözleri dolmuştu. Göğüs kafesimi tekmeleyen kalbim canımı yakıyordu. Yüzümü ıslatan göz yaşı ateş gibi yakıyordu.
Nefesi daralan ben ise biraz sonra nefes alamayacakmışcasına hızlıydı...
İçeride bulunan sessizlik ortalığı sardı.
Bedenim öyle yandı ki, ölüme fısıldayan alevler mırıldanırcasına sardı.
" Hoş geldin be küçük."
İşte o an Ayşanın içi erimiş, göz bebekleri özlemle titremişti. İçimde ki fısıltıya uyarak yattığım yerden doğruldum. Dehşete düşmüş bir şekilde gözlerime bakarken tek yaptığım şey acı bir tebessümle elimin üzerinde ki serumu çıkartıp ayağa kalktım.
" Delirdin mi kız! Ah düşüp bayılacağım şimdi. Bu kız mazoşisit çıktı başıma..."
Annem elimin üzerinden akan kandan gözünü alıp bedenini, tekli koltuğa bıraktı. Şimdilik annemin laflarına kulak asacak durumda olmadığım için algılarımı ona kapattım.
Boynumda ki boyunluk yüzünden rahat hareket edemediğim için sol elimle onu çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Başımdan enseme doğru uzanan sargı bezi yeter de artardı. Sağ elimin üzerinden akan kanı umursamadan ayaklarımın üzerine kalktım. Melih abi hızla yanıma gelirken belimden tutup beni hafifçe havalandırdı.
Dudaklarımdan uzun zamandır dökülmeyen gür ve neşeli bir kahkaha döküldü. Sol kolum boynuma asılı olduğu için sadece sağ elimle sarılabilmiştim.
" Heheyt be hırsız fişekcim gelmiş." O kadar mutluydum ki bana hırsız ve fişekçi demesi bile umrumda değildi. Aslında havai fişekleri çok sevdiğim için mahallede kimin düğünü olacaksa o gece fişekleri çalmak için onu da dahil ederdim. Sonra da tepede birlikte patlatıp gökyüzü izlerdik. Unutmamış ve hala alay etmekten çekinmiyordu.
" Büyümüşsün koca adam." Zaten büyüktü sadece biraz ne desem kalıplı olmuştu. Bedeni genişlemişti. Ayrıca mükemmel saçları vardı. Yumuşacık.
" Hadi be koca göz! Büyümüşmüşüm, laflara bak laflara." Yüzümü avuçlarının içine alıp gülümsedi. Parmaklarıyla yanağımı ıslatan yaşları silene kadar ağladığımın farkında bile değildim.
Onunla hem ağlayıp hem gülüşürken kapıya yaslanan Cihan abiyi gördüm.
Siyah kısa saçları yine aynıydı. Ela renginde ki gözleri Melih abiye meydan okurcasına parlıyordu. O düz kıskandığım kaşları kalkıktı. Uzun kirpiklerini uzaktan görebiliyordum.
" Bana sarılmak yok mu sulu göz ?" Kollarını iki yana açtı.
Onun bana kızgın olduğunu sanıyordu. Gideceğim gün karşıma dikilmişti. Anlamıştı gitmeden birgün önce ki geceden. Veda eder gibi bakan gözlerimden. Son kez konuşuyormuş gibi hiç susmayışımdan. Bir daha sarılamayacakmışız gibi kollarının arasına girişimden. Havaalanına kadar gelmişti. Defalarca neden sebepsiz yere hiçbir şey demeden gittiğimi sormuştu. Diğerleri derin bir uykudayken ben ve o gitmek ve kalmak arasında bir savaşa girmiştik. Gidersem birbirimize verdiğimiz bütün sözleri yıkacağımı, birdaha onlarla eskisi gibi olamayacağımızı söylemişti. Asıl gitmezsem bir pervane olup ateşe aşık olduğum için kanatlarım yanıp kül olacaktım.
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur, sanmıştım giderken. Ancak ben mum olmuştum. Yanarken içinde ki ipi söndürmek için suya muhtaç bir mum. Kendi göz yaşlarım suyum olmuştu. İçten içe eriyerek dibime akan yaşlarla yok oluşa giden bir mum. Etrafını bile aydınlatmayacak kadar cılız bir ışık oluvermiştim.
Açtığı kollarının arasına girdiğimde alnımı göğsüne yasladım, kalp atışları kulaklarımda çınlarken biraz daha sakin hissetmeye başlamıştım.
" Şimdi yapbozun eksik parçası tamamlandı . " Diye mırıldandı. Ne kadar öyle durduk bilmiyorum. Beni sıkıca sarıp sarmaladı işte uzun zamandır alamadığım huzur ve ihtiyacım olan tek şey buymuş. " Biliyor musun ?" diyerek fısıldadım. Hafif bir kıkırtı döküldü dudaklarından. Çenesini başıma yaslayıp derin bir iç çekerek " Neyi ?" Benim gibi fısıldadı şefkat ve sevgi dolu sesiyle.
" Kollarındayken kendimi dünyanın en yenilmez ve güçlü kadını gibi hissediyorum. " Yutkundum iç içe geçirdiğim kirpiklerimi ayırıp, alnımı yasladığım göğsünden kaldırıp ela gözlerinin içine baktım. Gözleri dolmuştu.
O dev gibi adamın ela gözleri dolmuştu.
Kalın dudakları titremişti.
Uzun kirpiklerinin gölgesi hüzünle düşmüştü.
" Sen sarılınca sağ tarafımda bir kalp atışının daha varlığını hissedince dünyalar benim oluyor be abi. "
Geri çekip elimi tuttu. Cebinden çıkardığı mendili elimin üzerine bastırırken kirpiklerinden düşen bir damla elimin üzerine düşünce burnumu çekerek güldüm. " Gülme çarparım" derken hafiften gülüyordu. Beni lavobaya götürüp elimi suyla yıkayıp kanı temizledi. Kaşlarını çatarak
" Şu hâle bak, ellerin mahvolmuş. Yüzünü hiç söylemiyorum !" dedi lavobodan çıkarken.
Hafifçe sırıttım.
" Hadi sizde kanatın elinizi, küçükken yaptığınız gibi."
Melih abinin kahkahasını duyunca başımı ondan yana çevirdim. "O bir kere olur" diyince göz devirdim.
" Çocuk gibisin Ayşan. Kendine zarar verecek her şeyden sakın !" diyerek tersçe bakan Cihana baktım.
Göz kırparak " Mazoşisit oldum abi. Yandıkça zevk alıyorum naparsın."
Hep birlikte gülünce sen iflah olmazsın der gibi bakıp " Hadi güzelim dinlen biraz. Yoksa seni zapt etmek için yatağa bağlayacağız o olacak." dedikten sonra beni yatağa çekiştirmeye başladı
Yatağın üzerine oturduğumdan şen bir kız sesi yankılandı odada. Hepimiz başımızı sesin geldiği yöne çevirdiğimizde geniş bir gülümseme peydah oldu dudaklarımızda.
" Kambersiz düğün olmaz dedim. Eve gelmesini bekleyemedim. Bir otobüse atlayıp geldim."
Şahane bir gülümseme ile yanımıza geldi " Dört hayvanın arasında ki tek çiçek kız hoş geldin " dediğinde hızla boynuma sarılıp geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü Melih tişörtünün ensesinden kavrayıp geri çekerken kedi gibi sallıyordu Meriç.
Bu hallerine kahkaha attım.
Dört hayvan diye bahsettiği ilk ikisi hemen yanı başımızdaydı. Ya diğer ikisi ? Gelmemişlerdi. Meriç bile gelmişti beni görmeye hastaneye. Ancak ne Behramı ne de Emiri görebiliyordum. Gözlerimde ki hüznü silip birbirleriyle atışan Melih ve Meriçe bakarak gülmeye çalıştım.
O kadar çok gülmüş tüm ki bu kısa zamanda çene kaslarımın ağrıdığını hissettim.
" Kızım, sarakma gibi sarılma şu kıza ! Zaten olayın sıcağıyla canının yandığının farkında değil."
Melih abinin dedikleriyle yüzümün nasıl şekilden şekile girdiğinin yeni anlamıştım. Meriç yüzünü buruşturarak ellerini göğsünde bağlamış küs gibi duran vücut diline baktım sonra da " Rahat bırak Kahramanımı abi. Ben rahatsız olmuyorum. "
Onu savundugumu görünce yüzünde ki şahane gülümseme yerini korurken bir de kibirle kaşını kaldırıldı ve Melihe dil çıkardı.
Annem yaşlı gözlerle bizi izlediğinde, birkaç haftadır unuttuğum bir harekette bulundum ; içten bir şekilde gülümsedim. Aynı şekilde o da.
Meriçe baktığımda ne kadar değiştiğini gördüm. Onu en son gördüğümde on dört yaşlarındaydı. Çok iyi bir arkadaş ve abla olmasam yüzünü bile unutabilirdim.
Uzun kirpiklerinin arasında belli olan kocaman mavi gözleri, uzun dalgalı siyah saçları, küçük burnu ve en önemlisi çikolatayı anımsatan ten rengi kendini uzaktan bile olsa kendini belli edebiliyordu. Hayır çok güzel değildi. Çirkinde değil sevimli bir suratı vardı ve bu her şeye bedeldi. Yüzü tıpkı bir bebeğin yüzü gibi parlak ve canlıydı.
Bir zamanlar kısa olan boyu şimdi epey uzamıştı . Gözlerimi kırpıştırarak
" Teşekkür ederim canım " dediğimde elini havada önemli değil gibisinden sallayıp topu Melihe attı.
" Asıl teşekkür etmemiz gereken Melih abim. Neyse ki peşimden geldi de ikimizin de başını beladan kurtardı." Diyerek az önce kavga edip surat astığı Melih'in koluna sarılıp başını kolunun üzerine yasladı.
Ne kadar kavga da etseler gözlerinden belli oluyordu birbirlerine olan sevgiyi ve hiç kopmayacak olan bağı.
Bir süre gözlerim açık kapıya takıldı. Gözlerim hâlâ onları arıyordu. İçeriye beyaz önlüklü doktor ve hemşireden başkası girmemişti. Herkes gözlerimin kimleri aradığını anlamış gibi bakışlarını kaçırarak susmuşlardı.
Boğazıma oturan düğümle doktora çevirdim kısık bakışlarımı. Genç doktorun üzerinde siyah dar bir pantolon ve onu tamamlayan mavi bir gömlekle çok yakışıklı durmuştu. Sakalsız biçimli yüzünden kahve gözlerine çıkardım bakışlarımı.
" Nasıl hissediyorsun kendini bakalım " dediğinde hemşire yarım kalmış serumu doktorun işareti alıp gitmişti.
" İyiyim. Bir an önce taburcu olmak istiyorum efendim " dedim bütün samimiyetimle. Gözlerimin içine gülümseyip elinde ki raporlara bakarak başını olumlu anlamda salladı.
" Tabii, ama önce memurlara ifadeni vermen gerekir. Gerekli ilaçları yazdım. Sonra da taburcu olabilirsin lakin evde bol bol dinlenmen şartıyla. " Dediğinde söz sırasının bana gelmesini beklemek boşaydı annem bir asker edasıyla oturduğu yerden kalkıp öne atılarak
" O iş bende oğlum. Yataktan bir adım dahi atamayacak !" derken ters ters bana bakmayı da ihmal etmemişti.
" Öyle peşin peşin konuşmasaydın be anne !"
" Sen sus hiç konuşma Ayşan. Nereden geliyorsa bu kızın asiliği ömrümü yedi valla. "
Gözlerimi devirip " Tek çocuk olduğum için olmasın. Ayrıca geri dönebilirim, ömrün iştahımı açmıyor Annecim." Diyerek karşılık verdiğimde ağzı açık kalmıştı.
Elini alnına vurarak " Baban bir dönsün yoldan ikinci çocuk için nasıl ikna ediyorum gör, seni hayin evlat" dediğinde doktor dahi herkese kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı.
Açılan ağzımı kapatarak ters ters bana meydan okuyan gözlere bakarak alaycı bir gülüşle " Bu yaştan sonra senden ancak nine olur kadın. Bulutların üzerinde uçmayı bırakta ayakların yere bassın çünkü rezil ediyorsun beni "
derken sesim kısılıp yükseliyordu.
Odadan doktor çıkmış olsada diğerleri karınlarını tutarak bu halimize gülüyorlardı.
Annem ise hiç oralı değilmiş gibi omuz silkip, başını yana çevirerek 'Hıh ' diyerek kibirli bir hava takındı. " Böcek çıktığı kabuğu beğenmez olmuş. Besle büyüt kargayı oysun gözünü diye boşuna dememişler " dediğinde bende bir kahkaha attım.
Bu kadını özlemişim gerçekten. Eline çantasını alıp çıkmadan önce " Oğlum ben şu kıza giyecek bir şeyler getireyim sizlerde başında durun sağı solu belli olmuyor malum," diyerek son vuruşunu da yapıp gitmişti.
Biraz daha Meriç ve diğerleriyle sohbet ettim. Yüzüm her ne kadar gülse de gözlerim ara ara beklentiyle kapıya doğru kayıyordu. Sormaya korktuğum ne varsa dilimin ucundan geri dönüyordu. Omzuma konan elin sahibiyle daldığım için korkarak irkildim.
Meriç'in mavi gözleri anlayışla bakarken dudaklarını aralayıp korkup da sormaya cesaret edemediğim ne varsa cevaplamaya hazır bir şekilde bakıyordu.
" Üzülme ufak bir işleri vardı yoldadırlar sen buradan çıkmadan mutlaka geleceklerdir" dediğinde herkes susmuştu.
Meriç'in sözlerine karşılık sadece gülümseyebildim. Ne kadar beni teselli etmeye çalışsa da Cihan ve Melih'in gözlerine baksam, ikisi de bakışlarını benden kaçırıyorlardı. Umut etmeyi bıraktım artık bende.
" Gelmek isteselerdi çoktan burada olurlardı. " Kırgın çıkan sesimle başımı eğmiştim. Dolan gözlerimi kimse görsün istemiyordum. Behramdan böyle bir şey beklemiyordum. Beni en çok üzen o olmuştu.
" Assolistler en son gelirmiş" diyen Melih abinin sesine rağmen başımı kaldırmadım.
" Hadi lan oradan gerizekalı işimiz vardı. Sardınız başıma iki hatunu. Ah yakamı zor kurtardım. "
Bu tok ve neşeli çıkan ses ne Melihe ne de Cihana aitti. Başımı kaldırdığımda kapıdan hızlı adımlarla gelen genç adamı gördüm. Yosun yeşili gözleri parlıyordu. İnanılmaz siyah saçları vardı. Hemen ardından beklediğim kişi geldi. Yanımızdan geçerken bizden uzakta durdu. Bana bakmıyordu oysa o koyu kahverengi gözlerini görmek için can atıyordum. İlk defa bıyıklarını uzatmış bir şekilde gördüm, kirli sakalıyla muazzam bir şekilde birleşmişti. Saçları çok uzun değildi , gerçi hiçbir zaman uzatmazdı. Kapıdan girdiği an göğüs kafesimi tekmeleyen kalbim canımı acıtmaya başlamıştı.
İstemsiz bir şekilde sağ elimi kalbimin üzerine koyup, parmaklarımın arasında üzerimde ki hastane kıyafetini sıkmaya başlamıştım. Sanki birazdan kalp krizi geçirecekmiş gibi hissediyordum. Dişlerimi birbirine kenetleyip derin bir nefes almak için uğraştığım sıra Behram yatağın ucuna oturdu.
Uzun siyah kaşları bana inat hafif kalkmış, yüzünü hafif yukarı kaldırarak " Ne o kız beni gördüğüne sevinmedin mi ? "
Sinirli bir ifade takınmaya çalışarak yüzüne baktım.
" Sevindim" dedim kırgın çıkan sesimle.
Ufak bir kahkaha attı. Hâlâ çok güzel gülüyordu. Dudağı sağ tarafa doğru havalandı.
" Görüyorum " dedikten sonra çenemden tutup başımı kaldırdığında gözlerime baktı ve devam etti. " Ne kadar sevindiğini yüzünden düşen bin parça " dediğinde hâlâ somurtmaya devam ettiğimi görünce ufak bir kahkaha attı.
Elini çenemden çekip ellerini birleştirerek çok sevimli bir şekilde dikti gözlerini.
" Ah prenses bana küsmüş. Yemin ederim kızlar peşimi bir türlü bırakmadı. Yoksa soluğu ilk burada alırdım. Gerçi seninde ilk günden buraya düşmen de ayrı bir bilinmezlik ama neyse," diyerek önce övüp sonra gömdü. Sağ elimle omzuna vurdum.
Yalandan yüzünü buruşturup " Elinde ne kadar ağırmış be gülüm." Kolunu sıvazlarken içten bir kahkaha attım.
" Gel buraya somurtkan " diyerek kolları arasına aldığında her şeyi unutup sarıldım.
Behramdan ayrılırken yanagımı kocaman bir pembeliğin yayıldığını hissettim. Çünkü tam o an Emirin göz ucuyla bana baktığını gördüm, ama bu çok kısa sürmüştü. Behram abi saçımdan öpüp yatağın üzerinden kalkmıştı.
Sıra ondaydı ne yapacaktı ? Onlar gibi beni bağrına mı basacaktı ? Elinde ki şu şişesini küçük masanın üzerine bırakırken bana değersiz bir bakış fırlattı. Dudaklarında bir sevinç esintisi aradım ama bulamadım. Kollarını açmadı ya da alnımdan öpüp sarılmadı, bir kral edasıyla sağ elini uzattı.
Dünyayı umursamayan o kayıtsız bakışları altında ne yapacağımı bilemez haldeydim. Bana uzattığı eline baktım. Hiç değişmemiş, hâlâ bıraktığım gibiydi
hatta daha beter bir durumdaydı. İnsan nezaketen bile olsa gülümsemez mi ?
Elini sıktım ardından onun yapmadığını yaptım ; gülümsedim.
" Hoş geldin" dedi kuru bir sesle. Sesi sabah ezanı kadar huzurlu, bir o kadar da yüreği kabartan tondaydı. Bana olan gardını yeniden almıştı. Gözleri âdeta bir düşmanmışım gibi kendini benden saklıyor, koruyordu. Bana uzun bakmamaya yeminli gibiydi.
Dudaklarında alaycı bir kıvrılma peydah oldu. " Yıllar sonra gelen ayaklı bela. Hastane fikri güzelmiş!" Dediğinde etrafımda ki sevdiğim insanlar rahatsızca kıpırdadılar.
İçeriye düşmüş bir yıldırım vardı. Sessiz ortamda atan kalpler ağızlara kadar ulaşmış. Bedenim öyle bir yandı ki, ölümü fısıldayan alevler mırıldanırcasına etrafımı sardı .
" Eyvallah !" dedim. Düştüğüm bu durumda bile oynadığımı düşünüyordu. Eyvallah demekten başka bir şey bırakmıyordu bana.
Bazen ne kadar kaçarsanız kaçın hayat sizi bir bağ kurduğun insanların arasına büyümüş bir şekilde yeniden çıkartıyordu. Kimisi için hasretle kucaklaşma şeklinde kimisi içinde sadece bir el sıkışma ve koca bir hüsranla karşılıyordu.
...
Behram Akyürek 👇
Emir Baybars 👇
:) Bölümün Sonu
Eğer beğendiyseniz
👇
⭐ Basmadan ve 👉 💭 yapmadan geçmeyin lütfen 🙏
Neredeyse 5 bin kelimeye yakın bir bölümle geldim eskiye oranın beş katı resmen . Sıkılmamışsınızdır umarım 💭
Geçmişe dönük kesiti beğendiniz mi 💭
Geçmişle şimdi arasında mekik dokuyacağız heyecan kat seviyesinin dozunun artacağına eminim :)
Yorumlarınızı okumak ve cevaplak çok güzel bilin istedim ;)
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro