MHA-4 ♍ Fırtına öldürür ...
Ⓜ️Düzenlendi Ⓜ️
📌 Yazardan 📌
...
Her şey bilinmezliğin kezzabını içmişti bu hayatta. Bu yer yüzünün varlık sebebi kılınmıştı sanki. Yirmi altı yılın sonunda anlamıştı ki, bir dehlizin içinde yol almış ve yalnızca kavuşacağına inandığı ışığının ucunun göz bebeklerine değdiği anı tahayyül ederek yaşamıştı Behram. Ömrü, adı konulmamış bir yolculuğun saatinde akrep ve yelkovanın merhametine bırakılmıştı. Kitaplar arasında sürdürülen seyahatte kahramanların konuşturulduğu sayfalar sayılıydı. Buna itiraz etmenin bedeli de ağırdı. Kendi kör talihini de hep o talihsiz karakterlerine benzetirdi. Zaten bu Mahelleden başka hayat bilmezdi kendisine. Gözünü bu Mahallede açmamış olsa da, hayata dair yaşama sevincini burada tatmıştı. Korkularını bu Mahallede gizleyebilmişti. Geçmişine dair hüzünlerini burada halının altına süpürebilmişti. Evi barkı, yuvası burasıydı. Başka türlü bir hayatı bilmemesinin, vurdumduymaz hallerinin, ara sıra yüz gösterdiği kabalığının, aşk bilmezliğinin mazereti de buydu kendince.
Annesi çok istemişti okumasını fakat beş yaşındayken annesinin kanlı öksürükleri arasında yaşadığı o köhne hayata dair aklından bir türlü silinmeyen izler iyice hayatı gözünde değersizleştirmişti. Babasının her gece içip içip annesini döverken kendine ayrılan paydan da nasibini alması her şeyden onu irite etmişti. En büyük korkusu babası olmasına rağmen o yaşlarda karanlıktan daha çok korkar olmuştu. Şiddetli yağmurlu geçen bir gecenin karanlığında anne ve babasının kavgası ve masanın altında saklanırken duygu bir kurşun sesi geçen yıllar boyunca peşini hiç bırakmamıştı. Kabuslarının baş kahramanı olmuştu o gece öfkeli ve sarhoş olan babası. Bir kurşunla hayatı son bulan annesi de sol yanından hiç kopmayan lekesi olmuştu. Hayatı hiç olmayacağı kadar bataklığa batmıştı ki kader ona bir dal uzatmıştı Cihan ve Melihle. Yetimhanede tanıştığı bu iki çocukla küstüğü hayatla barış imzalanmasını sağlamıştı. Hiç unutmaz yatakhane de ışıklar kapanınca vücudunu saran titreme ve korkunun onun için hiçbir tarifi olamazdı. O karanlıkta tek başına öleceğini hissederken üzerinde ki ranzadan kendisinden bir yaş büyük olan Melih'in yanına uzanıp korkusu geçip uyuyana kadar yanında kalması içinde umuda dair bir şeyler yeşertmişti. Ya o sert görünümlü ela gözlü çocuğa ne demeli karanlıktan korktuğu için dalga geçen her kim olursa olsun alacağı cezayı umursamadan kavgaya girişmesi. İşte o vakit anlamıştı uzun zamandır beklediği ışığın göz bebeklerinden içeri süzüldüğünü ve bir daha asla karanlıkta kalmayacağını.
Onların bu denli birbirlerine bağlanışını gören Şeref Bey, o zamanlarda Behramın kaldığı yetimhanenin müdürüydü. Bu denli kan bağı olmadan birbirlerine olan teslimiyeti görünce dayanamamış o üç çocuğu evlat edinmişti. Çok istemişti Allah'tan Zeliha'dan bir evladı olsun fakat nasiplerinde üç yetime ana baba olmak varmış. Şükür edip bağırlarına basmışlardı bu yetimleri. Behram diğerleri gibi Zeliha Hanımı anası Şeref Beyi'de babası bilmişti. İkisi de okumasını çok istemişti. Şeref Bey'in ölümüne kadar Behram da çok istemişti okumayı. Ancak kader onu da alıp götürmüştü hayatından. Okuldan eve her geldiğinde annesinin çamaşır sulu ellerinin kokusunu duyunca içi sızlardı, zengin evlerin sözüm ona bel kemiğiydi annesi fakat etiketinde hizmetçilik asla değişmezdi. Kadının, kız kardeşinin ölümü üzerine Emir ve Meriçe de sahip çıkması ile üzerinde ki yükün hepsi farkındaydı. Okumak bir insanın içinde olmalıydı Behrama göre... Taşı yarıp içine su doldurabilir misin ? Dolduramazsın. Okumakta böyle şey işte, içinde yoksa olduramazsın, der kendi tesellisinin muhatabı yine kendisi olur.
Melihle geçirdiği yorucu bir günü daha arkasında bırakırken ıslık çalarak kamyoneti sanayenin önüne çekip, arka girişten sokarak stop ettirip anahtarları üzerinden aldı. Arka demir kapıyı dışarı çıktığında kapatmıştı. Sanayinin etrafını dolanırken Melihi arayarak eve geç kalacaklarının haberi verirken onunla eğlenmeyi de ihmal etmedi.
Melihi sinirlendirip daldığı şekerlemenin de içine etmenin verdiği keyifle ellerini pantolonun cebine atıp yürümeye devam etti. Yüzünde ki yorgunluğa rağmen hafif alayla kıvrılan dudaklarıyla ıslık çalmasıyla tamirhanenin içinden Emirin kapıya çıkması gecikmedi. Yağlı ellerini mavi tulumun üstünkörü silip çehresinde ve yüzünün birkaç yerinde siyaha bürünmüş kardeşinin çatık kaşlarıyla karşılanmıştı Behram.
" Hâlâ mı iş be abi ? Akşam ezanı ha okundu ha okunacak... Anladık bereketi işiniz de gidelim artık eve karnım da kurtlar kol geziyor!" diye seslendiğinde, Emirin dudak hareketlerinden yine bir şeylere sövdüğü anlaşılıyordu.
" Geç içerde atıştıracak bir şeyler koydum masaya " deyip kendisini geçiştirerek tulumun cebinden aldığı paketin içinden bir dal alıp dudağının arasına sıkıştırdığında anlamıştı mevzu derin.
" Cihan nerede ? "
" Gelir birazdan " düz bir şekilde cevap veren Emirin tepkileriyle kaşları çatılmıştı Behramın. İç çekerek dışarıda ki iskemleye oturan Emirin yanına oturduğunda onun gibi bir dal yerleştirdi dudaklarına. Dalı ateşlediğinde bir fiske içine çekip dumanını üflerken sağ elini Emirin omzuna koyup bir süre vereceği tepkiyi kestirmeye çalıştı.
Bugün fazlasıyla sessizdi Emir. Sert çehresi gerilmiş, arada iki haftalık sakalını sıvazlarken sol gözü seğiriyorsa bir konuya fazlasıyla sinirlendiğini gösteriyordu. Aralarında süre gelen sessizliği bozmak için ilk adımı Behram atmıştı.
" N'oluyor lan ? Ne bu sinir küpü halin ?" dedi kuru bir sesle. Merakı artarken sigarasını bitirip ayakları altında söndürerek ayaklanan Emirden gözlerini almadan devam etti.
" Emir ?" dedi bir cevap beklercesine gözlerinin içine doğru baktı ancak beklediği tepki gel işareti yaparak içeri girmesi değildi.
Bu sessizlik hiç hayra alemet değil, homurdanarak elinde ki sigaradan birkaç fiske daha içine çekti. Tamirhane'nin kapısına çevirdi boş bakışlarını. Elinde ki izmarit bitmek üzereyken ayağa kalktı peşin sıra Emirin arkasından tamirhaneye girdi. Büyük kapının eşiğinden içeriye adımını atmadan önce yarım kalmış sigarasını parmakları arasından yere atarak ayağının ucuyla ezip söndürdü Behram. Ellerini pantolonun ceblerine atarak Emirin arakasında içeri girdi.
Tamirhanenin arkasına doğru gözleri kaydığında bir ileri bir geri volta atan Nilayı görünce kısılan bakışlarıyla kadına göz gezdirdi. Kulağına dayadığı telefonla bir hayli hararetli bir şekilde konuşması, ara sıra parmaklarını geçirdiği siyah saçlarını çekiştirerek küfürler mırıldandığını duyar gibiydi. Kızın çaresiz gözleri yosun yeşili gözleriyle kesiştiğinde sağ elini cebinden çıkarıp selam verircesine havaya kaldırdı. Nilayın iç çekişiyle telefonu kulağından uzaklaştırıp başını hafifçe sallayarak selamını aldığını gördü Behram. Kısa bir süre sonra kadının arkalara doğru gittiğini görünce bu seferde gözü Emiri aradı.
Az ileride minibüsün altına girmiş Emirin ayaklarını gördüğünde o tarafa yöneldi. Ayakkabısının tabanına bir tekme savurup seslendi :
" Ulan Nilayın ne işi var burada ? Yoksa... Yengeniz oldu Hamdoyla onun kavgasını veriyor telefonda, deme sakın abicim."
Behramın alaycı sesini duyan Emir altında ki tekerlekli sürgüyü aracın altından dışarı doğru itmeye başladı Tam olarak çıkmayı başardığında motor yağına bulanmış elini yanında duran beze silerek ayaklandı.
Çatık kaşlarıyla " Delirtme adamı, ne yengesi ? " diyerek yükseldiğinde Behram ellerini havaya kaldırarak teslim oluyormuş gibi birkaç adım geriye atıp, omuz silkerek karşılık verdi.
" Tamam lan tamam sızlanma, şakaya da gelmiyorsun Sağır Sultan bile duymuştur Melihten hoca senden koca olmayacağını !" diyerek kıkırdadığında, çenesini sıkarak üzerine yürüyen Emirle arkasına bakmadan geriye doğru adımlar atan Behramın dudaklarından dökülen alaycı sesi susmuyordu.
" Abicim burada mı yağlı güreş yapacağız ? Bana uyar kardeşim" diyerek kol kaslarını gösterecek şekilde sıktığında ayağında ki ayakkabıyı çıkaran Emiri görünce gözleri irice açıldı.
" Olur canım kardeşim. Gel canım sıkılıyordu zaten, üzerinden de ne vakittir geçmiyordum !" dediğinde Behram yüzünde ki sırıtışı silmeden ellerini önünde kalkan yapıp yüzünü korumaya alırken, üzerine ağır adımlarla gelen Emirle geriye doğru gitmeye devam ediyordu.
" Oğlum ağzından laf kerpetenle bile alınmıyor canın sıkkın olduğunda... Menopoza giren teyzeler gibi bir daralıyon bir bunalıyon" dediğinde yürümeyi kesen Emirin elinde ki ayakkabı havada dönerek Behramın kafasına çarpıp yere düştüğünde, sesli bir küfür savurdu Behram. Arkasında neye çarptığını bilmeden sırt üstü yere düştü.
" Aghh !" diyerek kopan ince sesle Behram telaşa kapılarak sola doğru yuvarlanıp üzerine düştüğü şeye boylu boyunca uzandığı yerden baktı.
" N'oluyor orada Emir ?
" Dilruba iyi misin ? Gökten meteor gibi kızın başına mı düştün Behram!" diyerek yüksek sesle konuşan Nilay, Emirin yanında durduğunda ikisi de şaşkınlıkla yerdeki kıza ve Behrama bakıyorlardı. Emir ellerini kısacık saçalarına çıkartıp sıvazlarken öldürücü gözlerle Behrama bakarak :
" Kaldırsana lan pestilini çıkardığın kızı yerden ?" diyen Emirin sesiyle, üzerine yapışan şaşkınlık ve şoku geriye atarak tercihini hafif bir sinirden yana kullandı Behram. Kaşları çatılıp yüzü gerilirken kime kızması gerektiğini bilemedi. Daha önce yüzünü hiç görmediği ve burada ne işi olduğunu anlamadığı bu kıza mı ? Yoksa kendisine sırıtarak bakan Emire mi ? Ortamın sıcaklığı az da olsun aklını başına getirmeye yetmişti. Aydınlanan zihniyle gözlerini fal taşı gibi açıp oturduğu yerden kalkmadan dilinin sivriliğinden ilk Nilay nasiplenmişti :
" Apartman boşluğu gibisin kız Nilay. İnsan baktıkça bir şey atası geliyor anasını satayım kes gülmeyi !" dediğinde kızın yüzünden ki gülüş solup yerini saf öfkeye bırakmıştı. Behramın ayağına doğru bir tekme savurup söylene söylene büyük kapıdan dışarı çıktı.
" Ulan yetersiz bakiye! Gülme de kaldır beni" diyerek elini uzattığında, Emir hafifçe gülerek elini uzatarak kaldırdı.
" Tamam lan tamam sızlanma. Kaldır kızı da yerden" diyerek tuvalete doğru yol aldı.
Ayaklarının üzerine kalktığında üzerinde ki tozu silkelerken daha yüzünü bile net göremediği kıza üstün körü bakarak :
" İyi misin bacım ?" derken üzerinde ki tişörtü temizlemekle meşguldü. Aklı hâlâ ne olup bittiğinde idi. Bu davetsiz misafirin ne işi olduğunu ? Nilayın neden burada olduğu ? Ya da asıl konu Melih'in evde kıçını devirip şu an Nurdan hanımın yaptığı yemekleri mideye atıyor olması düşüncesiydi. Evet açken çok asabi olabiliyordu ve bu asabiliği de diline kamçı gibi vurmasından da hiç şikayetçi değildi.
Kızın bu suskunluğu, Behramı daha da sinirlendirmişti. Tamirhane'nin sessizliği ve ortamın sıcaklığını aldırmadan daha yüksek perdeden konuştu :
" Sana söylüyorum bacım, dilini mi yuttun ?"
Adamın ağzından çıkan son kelimesi kızın zihnini açtı bir anda.
" Bacım mı ?" diyerek yüzünü kaplayan karamel saçlarını yüzünden çekemediği için yüzü net görünemiyordu. El ayaları acırken oturduğu yerden avuç içlerine hafifçe üfledi. Genç kızın sorusunun altındaki manayı ilk etapta anlayamayan Behram, şaşkın gözlerle kıza baktı. Toparlanması çok uzun sürmedi :
" He bacım n'olmuş ? Adını bilseydim öyle seslenirdim. Hem ne işin var burada ?"
Kız duyduğu gür sesle, bir anda çenesi hafif yukarı kaldırdığında yüzünden düşen saç telleriyle adamla göz göze geldi. Tamirhane'nin güçlü aydınlatma sistemi adamı net bir şekilde aydınlatıyordu. Bir süre hiçbir şey demeden adamı süzdü. Titreyen göz bebekleri ufak bir bağırışta ağlayacak gibi adama bakarken dudaklarının titrediğinin farkında bile değildi.
Arabasının önüne atladığı adamdan daha yapılıydı, onun kadar sert yüz hatları olmadığı için görünüşü çokta korkutucu gelmese de konuşma tarzlarından bir akrabalık bağı olduğunu düşünmeden edemedi.
" Ben " diyerek karşısında ki adamın yeşil gözleriyle buluştu göz bebekleri. Yutkunarak gözüne batan iğnelere rağmen göz yaşı dökmeden burnunu hafifçe çekip başını öne eğdi.
" Ben şey Dilruba !" Kızın nafileşen ve her an kırılacak bir dal gibi çıkan ses tonu, Behramın içinde bir yerlere dokundu.
" Eeeee orada oturup hasta olma yolunda adım adım ilerleyecek misin ?" diyerek hafifçe gülümsedi. Yine merhameti elden bırakmamıştı. Kıza elini uzatıp uzatmamak arasında bir an kararsız kalsa da kızın kendisine doğru uzanan elini görünce bu daveti geri çeviremedi. Minicik elleri iri avuçlarının içine aldığında sanki bir insanın elini değilde küçük bir kuşu avuçlarında tutuyor gibi hissetti.
Kız oturduğu yerden kalmak için biraz daha Behramın elini asıldığında, Behram o yumuşak ellerin kendi nasırlı elleri içindeyken, kızın ne hissettiğini düşündü. Hızlıca çekip bu narin bedeni ayağa kaldırdı, kızın netleşen görüntüsü ile burun buruna geldi. İlk dikkatini çeken detay, kızın hafif çekik göz yuvalarının içinde parlayan kahverengi göz bebekleriydi. Üzerinde bulunan beyaz ince elbiseyi kirleten kan lekeleri ve dağılmış karamel saçlarından yanağına geçmiş parmak izini çıkardı bakışlarını Behram. Kısık bir küfür savurduğunda kıza arkasını dönüp ellerini saçlarına geçirip derin bir nefes aldı. Şimdi oturmuştu kafasındaki eksik parçalar. Emirin gergin tavırları, Nilayın varlığının sebebini. Bakışları ortamın sessizliğinde dolaşırken içeri giren Cihanla suskunluğu bozulmuştu.
Kıza gülümseyerek karşısına geçip " Nasıl oldu küçük kedi ?" diyerek içten bir şekilde konuşması Behramı şaşkına çevirirken, kızın kahverengi gözlerinde de aynı şaşkınlık vardı. Ancak içinden ılık ılık akan o yabancı hisse engel olamadı. Güven miydi bu içini saran, yoksa samimiyet mi ? İdrak edemedi o an.
" İ_iyiyim "diyerek kekeleyen kızın bu ürkek haline içten bir kahkaha atan Cihan arkasında kalan Behramı işaret ederek
" İyi olmana sevindim. Behramla tanıştınız galiba ?" diyerek yüksek sesle konuştuğunda gördüğü buz kesmiş surat ifadesiyle tek kaşını havaya kaldırarak baktığında cevabını almıştı Cihan.
Kızın nazikçe kolundan tutup ileride ki masanın karşısında ki sandalyenin birine oturmasını sağlayıp sonra da karşısına oturdu. Masanın üzerindeki keklerden bir tane alıp ağzına atarak bir tanesini de kızın eline zorla tutuşturup oturduğu yerden elini havada sallayıp
"Kardeşim iki çay kapsana bunlar kuru kuru gitmiyor da " dedi Cihan, gözlerini kısıp ayakta dikilen Behrama baktığında alacağı cevabı az çok tahmin ettiği için yüzünü buruşturması an meselesiydi.
" Hizmetçin mi var lan şekilsiz, kaldır kıçını kendin koy çayını. Hasbin Allah kendi mekanın adam bana kitliyor işini. Misafir olan benim ben!" diyerek alıngan tavırla sandalyenin birini de o kapıp oturdu. Elini göğsünde bağlayıp dudağını yalayarak :
" Şu kekten bana da uzatsana lan" diyerek sağ elini uzattığında Cihanın yüzünde ki pis gülümsemesi ile elini çekip yüzüne kapattı. Parmakları arasından baktığında yanılmadığını görmüştü. Orta parmağını göstererek bütün tabağı kucağına alıp ağzına tıkmadan önce lafını da sokmayı da ihmal etmemişti Cihan.
" Ev sahibi benim değil mi ? " diyerek dudakları ürkütücü bir şekilde kıvrıldığında peşin sırada ekledi " B*k ye" diyerek ağzına hızlı hızlı tıkmıştı.
" Siktir göt !" diyerek oturduğu yerden kalkan Behram kek tabağına hücum ederken kahkahalarla geçen harbedeyi genç kız gülerek izliyordu. Bu denli sıcak bir ortamla bu vakte kadar hiç karşılaşmamıştı. Bir an kıskanmıştı onların hayatını. Gülümseyerek Cihanın, Behramın ağzına tıktığı keklerle ikisinin de şişen yanaklarıyla çok komik görünen görüntülerine kahkahalarını tutamayarak karşılık verdi. Karnını tutarken bulundukları yere Nilay ve Emirinde gelmesiyle ortamda ki şen kahkahalar uçmuş yerini kasvete bırakmıştı.
Konuya ilk Nilay girdi, diğer üç adam sessiz kalıp dinlemekle yetindi bir süre.
" Hamdullah ile konuştum. Deli gibi kızı mekana getirmemi istiyor " diyerek sıkkın bir ifadeyle yanı başında ki kıza çevirdi bakışlarını, çaresizce ellerini bedenine dolayıp başını öne eğerek yüzünü örten saçlarıyla sessizliğe gömülen kızı gördüğünde içi bir hoş oldu.
" Sıkıyorsa gelsin alsın piç . Kıza el kaldırmak ne demekmiş göstereyim !" diyerek ela gözlerinden ateşler fışkıran Cihana kitlendi bu seferde Nilay. Başını iki yana sallayarak içli bir nefes koydu ortama.
" Sorun Hamdullah değil Cihan. O olsaydı ben bir şekilde çözerdim. İş ondan çıkmış. Kafasında şişe parçaladığı adam da sorun. Adam tam bir sayko. Kafasına silah dayamış o kızı buraya getireceksin diye. Şu an adamları buraya geliyor olmalı " demesiyle bütün gözler Nilayı bulmuştu. Cihan elini masaya vurarak yüksek sesle bağırarak konuştu.
" Gelsin lan, dünyanın kendi etraflarında dönmedilerini gerekirse çiviyle akıllarına kazıya kazıya öğretmeyen şerefsiz!" diyerek bağıra çağıra volta atmaya başladı.
Cihanın küfürleri ortamda yaygara çıkarırken, Emir ve Behram başlarını elleri arasına gömüp gözleri kapatarak düşünüyorlardı. Bu esnada Emir, sıradan bir tonda Nilaya da sorularını yöneltiyordu. Nilay da hepsine tek tek soğuk kanlılıkla cevap veriyordu.
" Sen tanıyor musun bu adamı ?" dediği an Cihan araya girdi " Adam diye bahsetme kardeşim ! Bütün insanlığı hakaret sayarım " diyip çekildi aralarından.
" Son birkaç aydır sık sık geliyor gazinoya, geç saatlere kadar kafa dağıtır. Bazende ona diklenenlerin kafasını dağıtırdı. Her çarşamba peşinde ki köpekleriyle onlara ayrılan en güzel masada takılırlar. Gecenin geç saatlerine kadar yerler, içerler, kafaları güzel olana kadar uyuşturucu çeker. Sonra da odaların birinde gözüne kestirdiği kızlardan biriyle geceyi bitirir. Hem Hamdullah o gün yüklü miktarda bir kâr elde eder hemde elinin altında ki kızdan.
Tek zararlı çıkan o gün seçtiği hatun oluyor. İçlerinden biri dostumdu. Sabahın köründe kız odadan çıktığında ölmekten beter halde alırdık. Bütün kızlar her çarşamba korkudan saykonun dikkatini çekmemek için köşe bucak uzak dururlar. Bazende koluna takıp getirdiği mankenlerle bitirir geceyi. Gece biter ama o kadından bir daha haber alınmaz."
diyen kızın kısa süreliğine suskunluğu ile kimseden çıt çıkmamıştı.
Hepsinin gözlerinin gölgesi, minyon tipli Dilrubanın üzerine düştüğünde üç erkeğinde boğazında bir düğüm oluştu ve yutkunamadı.
' Cesaret edip kaçmasaydı ölecekti bu kadar masum ve saf bir beden !' diyerek yosun yeşili gözlerinin içinde canlanan ölüm sahneleri genç adamın midesine kıramp girmesini sağlamıştı.
Üzerinde hissettiği yoğun bakışa başına kaldıran kız, titreyen dudaklarına hükmetmek için alt dudağını dişlerinin arasına aldı.
Kahve göz bebeklerine değen yosun yeşili gözlerin varlığını hissettiğinde içini kaplayan ürperti onu korkutmamış, daha çok o gözlere bakma isteği yaratmıştı.
Başını sol omzuna yatırdığında avuçlarının içine batan tırnaklarına kanın dolduğunu hissetse de ellerini ayırma gibi bir girişimde bulunmamıştı kız. Behramın dudaklarını ses çıkartmadan sadece oynattığını farkettiğinde çekik kahve gözleri, adamın dudaklarına odaklanmıştı bu sefer de 'ne söylemeye çalışıyor?' diyerek düşünürken sert bakışları avuçlarına baktığını gördüğünde adamın dudaklarından çıkan sessiz kelimeleri çözmüştü.
' Kanatma ellerini' demişti adam ona. Ne olduğunu anlamadan emrine itaat eden elleri açılmıştı.
Emirin sesiyle Behram dikkatini kızdan çekip onlara kulak kesilmişti.
" Sonlarını bildikleri halde niye bu Piçin masasına meze oluyorlar ?" diyerek sorduğunda omuz silkerek konuşan Nilay da idi bütün bakışlar.
" Ne tipine ne parasına ne de gücü için yanında kadınlar. Sayko bir kızı isterse zorla yanına getirirler. O vakitten sonra hayır deme şansı bırakmıyor. Gerçek adı Azat Karabatak. Abisinin gücüne yaşayan bir manyak. Uyuşturucu, tiner, sigara, içki her gün bunlarla yaşan bir tip. Uzaktan bile baksan hiçbir kadının arzu edeceği bir adam değil. Kinci biri olduğunu duymuştum. Bir keresinde mekanda yanında ki kadının yan masalarında ki bir erkeği beğeni ile süzdüğünü gördüğü için kızın sırtında sandalye kırdığına şahit olmuştum. Hiç kimse korkusundan oturdukları masalarından bile kalkamamış. Anlayacağız kızı öldürmek için istiyor. Tabi öncesinde ne yapar kestiremiyorum" diyerek sözünü bitirdiğinde, yanı başında ki kızın gözlerinden süzülen yaşlar üç adamı da çileden çıkarmış.
" Neyi bekliyoruz o zaman lan. Gidelim karakola. Sende şikayetçi oluyorsun seni bu hale koyan herkesten" diyerek oturduğu yerden kalkan Behram kızın kolundan tutarak ayağa kaldırdığında konuşmaya devam ediyordu.
" Hadisenize abicim ! " diyerek onları harekete geçirmeye çalışırken Tamirhane'nin büyük kapısından içeri bir grup insanla herkes ayağa kalkmıştı. Behramın arkasına geçen kız, sımsıkı tişörtünden tutarken ufak bedeni Behramın iri bedeni arkasında gözükmüyordu bile.
Cihan ve Emir öne doğru birkaç adım atıp içeriye dolaşan bu kalabalığı ilk etapta anlayamasalarda, güneş gözlüğü altında yatan bir çift gözün Emirin birkaç adım karşısında durmasıyla parçalar oturmuştu.
" Güzel mekanmış ?" diyerek konuşan ince sıska adam peşin sırada ekledi.
" Senin mi ?" dedi gözlüğünü çıkartıp tişörtün yakasına asarak.
Emir adamı baştan aşağı tartıp arkasında ki yirmiye yakın adama bir göz atıp başını sallayarak onayladı. Hemen ardından düz ve umursamaz bir tonda
" Kapalıyız !" diyerek adama yol vermek istese de karşısında ki bu kadar çabuk gitmeyecek kadar yavşak olduğunu ; yılan gibi bakan gözlerinden anlamıştı.
Utanmadan sıkılmadan mekanın içinde ki sandalyenin birini alıp ata biner gibi ters oturup, kollarını yaramaz bir çocuk edasıyla aşağı doğru sarkıtarak yayvan hareketlerine devam ediyordu Sayko.
" Bak kardeş çok konuşan bir insan olmadım asla. Senin bu küçücük mekanın zerre umrumda değil. Benim umrumda olan tek şey az önce
'Kapalıyız' dediğin mekanın içinde bana ait olan bir şeyi de kapattığınız. İstediğimi verin uslu uslu gidelim. Ne sizin ne de benim keyfim kaçmasın." Diyerek yüksek sesle konuşup sinsi bir şekilde sırıttığında sararmış dişleri ön plana çıkmıştı.
Emir ellerini pantolonun cebine atarak, kısık ve sert bakışlarıyla baştan aşağı adamı aşağılayıcı bir şekilde süzmeye başladı.
Uzun saçlarının tamamın geriye doğru tarandığını ve bu yüzden ortaya çıkan geniş alnının görüntüsünü kesen birkaç haftalık siyah sakalları olmuştu. Sararmış dişleri ve küçük kısık gözlerinin etrafında ki siyah halkalar olabildiğince yaşını büyük gösterse de ömrünü de kısaltacak düşüncesi aklında kol gezerken, hafifçe kıvrılan dudağıyla
" Ne zaman ve hangi hastaneye yatacaksın ?" dediğinde ortamda birkaç saniyelik sessizliğin ardından şaşıran yüz ifadesini geri plana atan Azat, keyifle gülerek karşılık verdi.
" Seni mezara soktum zaman hastaneye değil ama helvanı yemeye evine giderim Emir Bey!" Kısık bakışları meydan okurcasına Emirin koyu kahve gözlerinin içine dikti. Omuz silkerek bir adım öne atılan Emir ile Azat'ın arkasında bir hareketlenme olsada ne yapacağını merak eden adam elini hafifçe kaldırarak hareketlenmeyi durdurdu.
Emir bir ayağını sandalyenin ayağına uzatıp belini eğerek Azat'ın yüzüne yaklaşmış olsada hala ona üstten bakacak kadar mesafe bırakmıştı.
Soğuk ses tonu tamirhane'nin içinde yazı silip kışı getirmişti sanki.
" Diyorum ki kanı bozuk ; aldığın onca narkotikle ciğerlerinin iflas etmesine kaç ay ya da gün kaldı?" Tıslayarak kurduğu cümle adamın öfkesini tetikleyip tahrik ediyordu.
Emir gözlerini kısa bir anlığına kapatıp derin bir nefes içine çektiğinde sırıtarak gözlerini açtı.
"Karaciğer nakli yapmana çok az kalmış be küçük adam! Böbreklerde çok dayanmaz benden demesi." Diyerek dilini damağına vurup peşin sıra ekledi.
" Şimdiden aramaya başla organları. Aksi taktirde elimi bile sürmeme gerek kalmadan Azrail ile burun buruna geleceksin!" dediğinde içerdeki sessizlik öfkeyle sandalyeyi devirerek kalkan Azatla son bulmuştu.
Emirin bir adım gerisinde kalan Cihan ve Nilay'ın yüzünde geniş bir gülümseme peydah olurken keyifle Emire bakıyorlardı. Nilay gözlerinde ki hayranlığı saklayamazken bu adama neden aşık olduğunu bir kez daha anlamıştı. Asıl güç sol yanında yatan cesarete ve korkusuzluğuna hayrandı Emirin.
" Fazla havadan uçuyorsun kara oğlan! Kanatlarını kestiğimde yere öyle bir çakılırsın ki alacak son nefesin dahi kalmaz" derken belinden çıkardığı silahla çenesini kaşırken, başını sallayarak adamlarına etrafı dağıtmalarını işaret etmişti.
Sağa sola dağılan adamlar arabaların camını kırmaya, bir kısmı da güvenlik kameralarına saldırmıştı.
" Hop kimin çıkardığı belli olmayan göt tohumları. Kimin malına hangi cürretle zarar verirsiniz !" diyerek ilerideki adamın suratına yumruğunu geçiren Cihan adamı tek vuruşu ile yere sermişti.
Eline geçen demir parçaları ile bir diğerinin kafasını parçalanmıştı. Arkasından boynuna sarılan elden geri geri gidip duvara adamı çarptırdığında boynunda ki elden kurtulup büyük bir kan arzusu ile ardı ardına yumruklarını iri adamın suratına geçirmişti. Ayaklarına yığılan adamla arkasını dönüp aldığı derin nefesle göğsü hızla inip kalkıyordu. Cihanla baş edemiyeceklerini anlayan adamlar dövüşmeyi bırakıp yan yana dizilmiş beş kişi silahlarını doğrultmuştu.
" Tek adım atarsa delik deşik eden dev adamı !" Sararmış dişlerini rahatlıkla göstererek emir veren Azat'a nevri dönmüş bir şekilde bakan Cihan :
" Dinime imanıma o kurşunları götüne monte etmezsem namussuzum lan !" diyerek yüksek sesle bağırdığında öne doğru atılacağı sıra
" Kıpırdarsan yeminim olsun Cihan diye bir kardeşim hiç olmamış sayarım !" diyerek yüksek sesle bağıran Emirin gür sesi deprem gibi yankı yapmıştı.
Cihanın öfkeyle bakan ela gözleri dehşete düşmüş bir şekilde önce Emirin üzerinde gezindi. Sonra da Behramın sesiyle o tarafa doğru çevirmişti .
" Bende Cihan! Silerim hiç var olmamışsın gibi" diyerek diklenen bakışlarını kırılmış ela gözlere dikti. İki genç adamda biliyordu çok büyük laf etmişlerdi ancak deliye dönmüş Cihan bir adım atsa tereddütsüz üzerine bir kovan kurşunu boca edeceklerini biliyorlardı.
Gerekirse kırılsın varsın kardeşim ölüme koşarak gitmesin, demişti iki genç adamda içlerinden.
Azat'ın gevşek sırıtışı üç adamın üzerinde gezerken onların birbirine bağlılığı midesini bulandırmıştı ki, radarına giren esmer güzeli ile gözü bayram etmişti.
" Hmmm yanında ki esmeri hatırladım. Bir dahaki gelişimde mekanda ol güzelim !" diyerek göz kırptı. Nilay yüzünü buruşturarak başını çevirdi. Emir, kızın bileğinden tutup arkasına çektiğinde Azat'ın gözü ile taciz ettiği Nilayın bedeni şimdi hiç gözükmüyordu.
" Peki koca oğlan senin olan hatun sende kalsın. Başka bir zaman benim olur nasılsa. Bana şimdi sakladığınız orospuyu versen yeter !" demesiyle çenesi segiren Behram, geriden çıkan öfkeli sesiyle ürkütücü bir hâle bürünmüştü.
" Dingile bak, aynaya baktın mı lan sen hiç ? Millete laf atıyon" diyen Behrama başını sola eğerek baktı Azat. Kaşlarını çatarak bu sohbetin gereğinden fazla uzamış ve kabak tadı verdiğini düşünerek, elinde ki silahın namlusunu üç adamın üzerinde gezdirirken tekerleme söyleyerek Behramın üzerinde durdurdu.
" Seni seçtim yakışıklı ve cesur çocuk! Eee madem kahramancılık oynamaya karar verdiniz o zaman banada kötü adamın yapması gereken rol düşer. " Diyerek ayağının önüne bir el sıktığında Behram yerinden bile sıçramasada. Ancak arkasında ki kız çığlık atarak sıçramıştı.
" Piç kurusu" diyerek inleyen Cihana kısa bir bakış atan Azat keyifle gülerken namulun ucuyla şakaklarını kaşırken Emirin tepkisiz yüzüne baktı. Nasıl biri lan bu put gibi ne yüzünde ufak bir korku ve endişe ne de silahtan çıkan kurşunun adamlarına girmesinden korkmuyor! diyerek içindekiler yüzüne yansımış gibi gülüşü solmuş, keyfi kaçmıştı.
" Alın kızı zorluk çıkana sıkın gitsin!" diyerek arkasını dönüp büyük kapıdan bir adım atmıştı ki içeride ki yükselen harbede sesleri değildi olduğu yerde durmasını sağlayan. Tam üzerine düşen kırmızı lazer ışığı ile önce yutkunup sonra da gözleri karanlıkta gezdirdi. Hiçbir şey görmese de çalan telefonunu ile ekrana bile bakmadan açmıştı. Karşı taraftan gelen sesle üzerine düşen kırmızı ışığın bir oyun değil bir keskin nişancı tüfeğinin namlusu ucunda olduğunu biliyordu. Karşı tarafı uzun bir süre dinledi.
" Kimsin ? ...Tamam tamam kim olduğun beni ilgilendirmez... Haklısın... Peki bir adım dahi atmayacağım ... Bu iş sizi neden ilgilendiriyor... Ölmüşler ölmemişler sizi ne alâkadar ediyor... tamam sorgulamak yok dediğin gibi... Peki bırakacağım !" Beti benzi atmış bir şekilde sonlanan çağrı ile arkasını dönüp yere diz çöktürülmüş üç adamın başına dayanmış silahların ateşlenmesini tek cümlesi ile durdurmuştu.
" Durun ! Bırakın gidiyoruz " demesiyle bütün adamları silahlarını indirip geri çekilmişlerdi.
" Kızı da mı efendim ?" diyerek soran adamına kısa bir bakış atıp başını sallayarak onayladı.
Sırıtarak ayaklarının üzerine kalkan üç adama, bütün nefretini sunarak baktı. Önce çenesi kasıldı sonra sol gözü segirdi. Öfkesini ve yenilmişlik hissini geri plana atıp tercihini hafif alaycı tondan yana kullandı.
" Sessiz bir fırtına kopacak meydanda. Açmış güllerin yaprakları solup ve çiçekleri uçacak etrafta. Kanat çırpınan kuşların kanatları kırılacak ve fırtınaya sunulacak. Ağaçlar kuruyup yaprak döktüğü zaman Aslan kafesini kıracak. Aslan özgürlüğünü kazandığı vakit fırtına kopacak. Fırtına yakacak. Fırtına önüne kattığı her şeyi savuracak. Fırtına öldürecek...!" diyen Azat telefonda ne denmesini istendiyse söylediğinde şimdi keyif almaya başladığını hissettmişti.
İki parmağını birleştirip şakağına koyarak, göz kırparak büyük kapıdan çıkarken kahkahası yavaş yavaş uzaklaşıp kaybolmuştu.
" Ne dedi lan bu lavuk az önce ?" diyerek kızgınlık ve şaşkınlık içerisinde konuştu Cihan.
" Fırtına geliyor dedi meteoroloji uzmanı yavşak" diyerek ses çıkardı Behram.
Emir düşünceli gözlerle Nilaya baktığında kızın dudağını büzüp, omuz silktiğini görünce onunda hiçbir şey anlamadığını düşünmüştü.
Ellerini birbirine vurup " Nilay sen kızı al bugün sende kalsın" dediğinde başını sallayarak onayladı Nilay.
" Behram, sende git bu gece orada kal. Kızları yalnız bırakmayalım!"
Behram başını sallayıp elini saçına atarak hafifçe sırıtıp "Desene gece feneri bu gece bana yanacak" diyerek dalga geçerek Nilaya takılarak gitmişlerdi.
" Zararımız ne durumda?" diyen Cihan etrafına bakarak iki aracın ön camları kırıktı. Güvenlik kameraları pert olmuştu. Herhangi bir şikayette bulunsalar bile vakit harcamaktan başka bir işe yaramayacağını iki genç adamda biliyordu.
" Yarın camları ben hallederim. Etrafı toparlayıp gidelim kardeşim!" diyen Emirle birlikte üstünkörü etrafı toparlayıp büyük kapıyı kilitleyerek uzaklaşmaya başlamışlardı.
Telefonu çalan Cihan üzerinden atamadığı gerginlikle cevaplamıştı.
" Geliyoruz olum patlama" diyerek Melihe çıkıştı, karşı taraftan gelen endişeli ve boğuk çıkan sesle olduğu yere çakılı kalmasına sebep oldu. Emir de çatılan kaşları ile olduğu yerde durdu.
" Geliyoruz !"
Tek bir kelime bütün duygularını ortaya seriyordu Cihanın ; heyecan, mutluluk, acı ve hüzün. Dört mevsimi aynı anda yaşamış gibiydi. Önce yandı, sonra bahar açtı içinde hemen arkasından soğuk rüzgarlar esti ve kara bir kış kapladı bütün benliğini.
" Nereye ? " diyerek düz bir sesle soran Emire çevirdi gözlerini.
" Ufaklık gelmiş !" dediği an bir şimşek çakmıştı sanki ayaklarının altına iki adamında.
" Hastanedeymiş"
Cihanın ağzından dökülen kelimeler nefesini daraştırmıştı. İkisi de ana yola kadar koşup bir taksi çevirerek hastaneye gitmişlerdi.
....
:) Bölümün Sonu
Eğer beğendiyseniz
👇
⭐ Basmadan 👉 ve 💭 geçmeyin 🙏
anonimsahis0 ^^ bu bölüm de sana gelsin
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro