Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MHA-10 ♍Umutlar

♍3 Hafta sonra♋
"Ayşan Yılmazdan"

...

Umut geniş zamanlı bir kelime. İnsanı yaşamaya iten, nefesi pekiştiren, geceyi yarıp içinden sabahı doğuran hayat denilen döngünün ham maddesi.

İçinden tadı kaçırılmış, tuzu çalınmış yutulsa boğaza takılacak büyük bir lokmayı çiğner gibiyim uzun zamandır.

Beni kendime kavuşturmayan iğneli, köşeli düşünceler dolanıyor zihnimde. Kendi eşiğimde diz çökmüş kaçmak mı? Kalmak mı? Dönmek mi? Gibi kendiyle çelişik sorular, kendiyle tutarsız cevaplar biriktiriyorum.

Üstelik herbirini ekiyorum: çoğalıp birbirlerine dolanıyorlar sinsice.

Aklımın iplerini elimden kaçırıp yetmezmiş gibi düğümler atıyorum. Kendime sığınak diye kurup bebek gibi koruduğum yüreğimin duvarları gitgide beni boğuyor. Zaman geçtikçe kalmak da kaçmak da dönmek de bir seçenek olmayacak. Yaşamanın adı bile değişecek.

Zira yaşamak için diri olmak gerekir.

Göz doyuracak kadar olmasa da karın doyuracak kadar umut gerekir. Umut geniş zamanlılığını yitirip geçmiş zamanlı bir hayatın gizli öznesi olup tozlanacak.

Alışamadım... Alışamadığım kayıplar beni uyumsuz, kararsız, olumsuz, umutsuz bir insan yaptı.

Bildiğim yoldan yürüyemediğim için durmayı seçtim. Bildiğim gökyüzünü göremediğim için başımı eğdim. Umutlu cümleler kuramadığım için sustum ve umutsuzluğuma yetecek kelimeler bilmediğimden yazmaktan da vazgeçtim.

Başta bu kadar olumsuzluğu yersiz yapılmış kötü bir şaka zannedip sonunda tüm insanlık bir olup güleceğiz diye telkin ettim kendimi. Eleştirmek için bekledim. Gün saydım, gece saydım geçecek diye. Bekledim.

Bekledim. Beklemek bile bir umutmuş bunu da şimdi farkettim. Aklımın almadığından mı yoksa yüreğimin varmadığından mıdır bilmem uyuştu düşüncelerim.

Babamın "Ayşan?"diyen sesi beni çekip almıştı tüm cevapsız sorulardan. Siyah hareleri bana endişeyle bana bakarken, "Çok yoruldun odana çıkıp dinlen"dedi fakat bunu istemiyordum. Odama çıkıp kendi başıma kalmaktansa kitapları silerek raflara dizmek daha iyiydi.

Annemin kitaplara olan tutkusu babasından geliyordu. Üniversite de bile bu tutkusu edebiyat bölümünü seçmesinden belliydi. Büyükbabam da emekli edebiyat öğretmeni oluşu kitaplara olan sevgisi şiir tutkusu tek evladı olan kızına da bulaşmasına şaşırmamıştım. Büyükbabam sert görüntüsüne rağmen çok naif ve şairane bir ruha sahipmiş. Bizzat tanışmak nasip olmadı. Dedim ya ne kadar kibar ve naif bir kalbi olsa da tek göz bebeğini de paylaşmak konusunda seçimlerine müdahale etme konusunda ısrarcılığı yüzünden annem okul hayatını yarıda bırakıp sevdiği adama sığınmıştı. Büyükbabam babamı hiçbir zaman anneme layık görmedi. Nedeni de çok basitti babam ilkokul terk iş hayatına küçük yaşta atılıp evin en büyük oğlu oluşu kardeşlerine ve babasına yardıma erken yaşta atılmak zorunda kalıyışıydı. Annemle babamın arasında ki en büyük fark yetiştirildikleri ailenin ekonomik boyutuydu. Büyükbabam gözünden bakılınca aslında o da kendince haklıydı. Kim istemez ki gözü gibi baktığı kızının hedeflerinden şaşıp başka bir geleceği elinin tersiyle itmesini. Ama işte aşk her şeyden daha ağır bastığı için annem Ankara'daki hayatını bırakıp babamla İstanbul'a kaçarak ailesinin çizdiği hayatı bir rafa kaldırıp yeni, zorlu ve çetin bir yola adım attığına sorsak şimdi pişman mısın? Vereceği cevap babama bakarken 20 yıldır ışıl ışıl parlayan gözlerinden anlaşılıyordu. Ama tek pişmanlığı kapısında kendisini affetsin diye ağlaya ağlaya babasını kaybettiği için o kadar pişman ki. Evet büyükbabam ne inadından vazgeçebilmişti ne de kapısında ağlayan kızına duyduğu sevgisine dayanabilmişti. O kapıyı açıp kızını aldığında veda etmişti aslında onada hayatada. İnsan acısından ölürmü? Ölürmüş eşini kaybetmiş bir adam tüm hayatını evladına adayıp onunda bir başka adam için terk etmesi büyükbabamı yiyip bitirmiş. Belki de bu pişmanlığı yüzünden Büyükbabamdan kalan kitaplara yıllarca saklayıp dokunamamıştı. Evimizin bir odasını kimseye belli etmese de onun için hazırlayıp özenle kitaplarını kendi yerleşmişti. O rafada hiç dokunamasada onun yerine ben birçoğunu okuyup büyükbabamı kitaplarının arasında bıraktığı notlarda onu tanımaya çalıştım. Anneme onu kitaplarından çıkardığım çıkarımlarımı paylaştığımda bazen gülerek ondan bahsetsede işin sonunda hep ağladığı için bende okumayı bırakmıştım.

Bugünde pazar olduğu için babama Bodrum'dan koliler halindeki eski kitaplarını çıkartıp temizleme görevi vermişti. Kendisine komşularla kurdukları dedikodu meclisine attığında bize de emrine uymak kalmıştı.

Elimdeki toz bezini göstererek "Bunları tek başına silip raflara dizmen uzun sürecek hadi ama yardımımı istemiyor musun?" dedim. Bir an önce bu kitaplarında tozunu alıp şiir bölümüne götürmeliydim.

Babam tebessüm ederek yanıma gelerek önce bezi alıp masanın üzerindeki kitabın üzerine bıraktı.
Sol bileğim hâlâ alçıda olduğu için içi acıyarak baktı. "Seninle biraz konuşalım," dedikten sonra bana itiraz şansı tanımadan sağ bileğimden hafifçe tutarak annenin pencere önündeki karşılıklı koltuklarına doğru peşinden çekti.
Benimle ne konuşmak istiyordu ki?

Karşılıklı koltuklara oturduğumuzda kıkırdadım
"Annem daha yeni aldığı ve oturmaya kıyamadığı koltuklarında örtüsüz oturduğumuzu görseydi düşüp bayılırdı herhalde."

Sadece gözlerimin içine bakarak söylediklerime ufak bir gülümseme ile beni onaylamak için kirpiklerini gözlerine hafifçe örterek tepki vermişti.

Konuşmak istediğini söylemişti ama şimdi beni izliyordu. Susmak benim için sorun değildi onunla sessizliği bile bölüşmek huzur veriyordu. Babamın çok güzel siyah gözleri vardı hemde çok güzel. Ne zaman onun gözlerine baksam ılık bir duygu içime sızardı. Durgun bir karanlıktı gözleri, karanlıktı ama korkutmuyor karanlığı bile sevdiriyordu. Sakin ve sessiz bir mizacı olduğu için olur olmadık şeylere karışıp kavga çıkarmazdı.
Ama her şeyi içine atardı. Bize belli etmez içinde kendi kendine yaşardı.

"Bilmediğim bir şey mi var Ayşan?"
Nihayet konuşmaya başladığında duymayı beklediğim şeyler söylemiyordu. "Benden bir şey mi saklıyorsun ?" Şimdi durduk yere nereden çıkmıştı bu sorular.

"Hayır baba." Ona gülümseye çalıştım. "Her şey yolunda"

Elini uzatınca elimi onun ılık avuçlarına bıraktım. "Çocukken de böyleydi." Dediğinde avuçlarındaki elime bakıyordu."Ellerin hiç ısınmazdı." Baş parmağı ile elimin üstünü okşadı. "Prematüre doğan bir bebek olduğun için altı aylıkken
doğdun Ayşan." Elimi ısıtmak için sıkarken " Daha cigerlerin bile doğru dürüst oluşmamıştı" dedi kısık sesle. "Yedi aylık bile değil Ayşan daha altı aylıkken doğmuşsun. O gün bana doktorların dediklerini hiç unutmam." Başını kaldırıp bana baktı. "Her şeye hazırlıklı olun demişti." Bunu biliyordum, annem beni sadece altı ay taşımıştı.

Derin bir nefes alarak camdan dışarı seyre daldı. " Küvezdeydin ve küçük bedenin bir sürü kabloya bağlıydı. Bir ay seni sadece camın arkasında izledim, yanına girmeme izin yoktu." dedi başını sallayarak.

"Annenin üzüntüsünden sütü kesilmişti. Onun göğsünden beslenemeyecek kadar da küçüktün, ne kadar süt gelir umuduyla sağmaya çalışsa da olmadı. Kız kardeşime yalvardım. Annen ve kız kardeşim aynı aralıkta hamile kaldı için ona yalvardım." Gözünden takılı kalan bir damla yaşı parmağın ucuyla silip devam etti

" Halan bir göğsünü evladını emzirirken bir göğsünü sana saklardı," dedi başını sallayarak " Bakması gereken küçük bir çocuğu varken neredeyse günde beş kez hastaneye uğruyor senin için biberona süt bırakıyordu." Dudaklarımda oluşan tebessüme engel olamadım. Halam beni kendi çocuğu kadar çok severmiş.

"Zor günlerdi ama sen başarmıştın, tehlikeyi atlatmayı başarmıştın," dedi gülümseyerek.
Bana olan derin bakışları her defasında çok iyi hissettiriyordu.
"Yaşam kalım savaşın beş ay sürmüştü, hastane de yatıp kalktığım beş ay," dedi iç çekerek
"Beş ayın sonunda seni yoğum bakım ünitesinden çıkardılar. Annenin kucağına verdiklerinde biberonla beslenmeye alıştığından onun göğsüne sokulup süt aramadın. Zaten annen seni önceden emziremediği ve yoğun bir baskı, stres altındaki ruh haliyle sütü bir daha gelmemişti. Onun kucağındayken hiç ağlamadın," deyip dolu dolu gözlerle bana baktı.
"Ama ben seni ilk kez kucağıma aldığımda ağlamaya başladın. Sanki geride bıraktığın beş ayın sancısını bana anlatmak ister gibi avaz avaz ağlıyordun. Ellerin ve kolların serum iğnelerinin bıraktığı izlerle morarmışken sen o gün bir tek bana ağladın. O gün sen ağladın ben ağladım o gün koydum adını." Gözleri birleşen ellerimizde oyalandı. "Buz gibi ellerin baş parmağımı sardığında göz yaşlarım akarken adı Ayşan olsun dedim. Babasının ışığı, görkemli parlak anlamlarını taşıyan ismi ben kızıma verdim."

Elimi bırakarak öne doğru eğilerek kırık bileğimi okşadı. "Ben o gün kendime bir söz verdim." Elini uzattığında nasırlı avucu yanağıma usulca sürtündü. "Ne olursa olsun seni koruyacağıma söz verdim ve sözümü tutmaya çalıştım." Şimdi ise yalvarırcasına bana bakıyordu.
"Ama son günlerde seni yeterince koruyamıyormuşum gibi hissediyorum. Eskisinden daha fazla içine kapandığını hissediyorum." Yüzümde ki saçları çekerken gözlerime baktı ve "Senin için yapamayacağım hiçbir şey olamaz" dedi yemin eder gibi. Bunları beni avutmak için söylemiyordu çünkü gerçekten benim için her şeyi yapabilirdi.
"Canını sıkan her neyse bununla tek başına savaşma" diye fısıldadı.

" Anlat bana Ayşan."

Bir an bunu yapmak istedim, canımı yakan her şeyi ona anlatmak istedim. Aldığım tehitleri, görüp durduğum kabusları ve ilk aşkımı ona o kadar çok anlatmak istedim ama yapamadım. Onu daha fazla hasta yapmaktan bir işe yaramazdım. Sustuğum her şey boğazımda düğüm olarak konuşmamı engelledi. "Bir şey söylemek zorundayım" dedim ağlamaklı bir sesle. "Söyle meleğim." Öyle kalpten meleğim demişti ki gözümden düşen bir damlaya hakim olamadım.

" Baba, amcam..." derdemez elini elimden çekip susmam için hızlıca elini kaldırdı. Yutkunurken zorlandığını gördüm. İsmini bile telaffuz edersem dayanamamaktan korkar gibiydi.

" Bir dinle nolur"

Oturduğu yerden bir hışımla kalkınca ardından bende ayaklarım üstünde durdum.

Kapıya doğru yöneldiğinde " Ölmek üzere, baba!" diye bağırdım.
Kapı eşiğinden bir adım dahi atamadığı o an sırtında seğiren kasları görebiliyordum. Düşecek gibi bacakları titreten sözlerimden sonra güçlü kalmaya çalışsa da tutunacak bir yer arıyordu.

Amcama verdiğim sözü bugün bozmak zorunda kaldım. Hem babamı bir şeyler sakladığıma olan şüphesini gidermek için hemde kardeşine olan öfkesi ilerde pişmanlığı olamaması içindi.

"Amcam bir yıldır beynindeki tümörle mücadele ediyor. Bunu ne yengem ne de Hakan'ın haberi var." Gözlerimden boşalan yaşlarla ona doğru bir adım attım.

"Evet baba, büyükbabamda beynindeki kötü huylu tümörle vefat etmişti. Babasının kaderi kaderi oldu."
Dudaklarım titrerken " Hastalığın son evresinde belki birkaç ay..."
Dediğimde omuzlarının sarsıldığını ardından boğuk sesini duydum.

Aralarında ki en büyük kırgınlık ülkeyi terk etmesi ile başlamıştı. Ardından Halamın ve ailesini güzel bir hayat için çekmek istemesi ile başlamıştı. Niyeti ne kadar bütün aileyle hayallerinin peşinden götürmek olsada kaderde ölümler kaçınılmaz oldu. İki erkek kardeşte kız kardeşlerini çok severlermiş. Halam ve ailesi amcamın yanına giderken uçak kazasında hayatlarını kaybettiği için, bi anlık öfke amcamı ailesinden etmişti. Bu yüzden kırgın babam ona.

Zaman kimseye ayrıcalık tanımıyordu, inadını kırmak zorundaydı. Bugün yüzüne bakmadığımız insanı yarın göremeyebiliriz ve dilimizde bir keşke ile kalabilirdik.

Ama ben buna izin vermeyeceğim. Amcama abisine veda etme fırsatı yaratacağım. Amcamı bu ülkeye kendisi çağıracaktı. Amcam yıllardır hem vatanından uzak durdu hemde kardeşinden bir nevi suçsuz olmasına rağmen kendi içindeki mahkemede kendini bu şekilde cezalandırmıştı. Kendini sonsuz bir hasrete mahkum ederek. Babam onu bir kez olsun çağırsa gözünü bile kırpmadan atlar gelirdi. Babamın inadı asla kırılmayacaktı ve ben artık kaybedecek bir vaktimizin olmadığını çok iyi biliyordum. Bu yüzden kanıtlarıyla birlikte her şeyi kendisini odasına kapatmış babama sunup onu yalnız bırakmak istemiştim. Onları barıştırmak için bunun bir oyun olduğunu düşünmesini istemediğim için hastane raporlarından tutun bana inanması için amcamı arayıp durumunu yanı başında sorduğumda sessizce konuşmamızı dinletmiştim. Hiçbir tepki vermeden çıkmamı beklediği için ona düşünüp bir karar vermesi için yalnız bırakmak adına kendimi evden dışarı atmıştım.

İstediğin kadar sessiz kal Demir Yılmaz! Senin kızının kime çektiğini unutuyorsun. Bu işin sonucunda ne olursa olsun amcamı bu ülkeye kendin çağıracaksın. Sizi sarılırken görmeden gitmeyecektim.

Bugün hava hafif bulutlu, üzerime kalın bir hırka alıp çantamı koluma takarak kapıyı ardımdan çekip çıktım.

Gözlerimi kapatıp hafif sert esen rüzgarı tenimde hissederken derin bir nefes çekip gülümsedim. Arkamda bıraktım üç hafta doğru dürüst dışarı çıkamadığım için özlemiştim.

Karşı iki katlı evinde kapısı açıldığında gözlerim o tarafa kaydı. Emir siyah ceketinin bir kolunu geçirmiş ardındaki kapıyı kapatıp diğeri giyerken gözleri gözlerimle kesişti. Üç haftadır onu hiç görmemiştim. Son konuşmamızın üstüne ne ağzından tek kelime duydum ne de suratıma bakar oldu.
Ona istediği cevapları vermediğim sürece benden kendini soyutlayışı ve bir yabancıymışım gibi davranması aramızda ki psikolojik savaşın sinyallerine açık bir işaretti.

Her zaman yaptığını yaparak kısa süren göz temasımızı keserek yolun yukarısına doğru yürümeye başladı. Hemen ardından giderken nereye gittiğimi bilmesemde geçtiği yolda yürümek, tamamen bedenimin benden bağnazca hareket etmesinden dolayıydı.

Benden daha uzun adımlar atarak aramız oldukça açıldığında aniden duruşunun sebebini saniyeler sonra görüş açıma giren kıvırcık sarı saçlı bir delikanlı ile anlayabilmiştim.

Biraz daha yaklaşınca nefes nefese kalan çocuğun sesini duyabilmiştim.

"Abi bana niye kızıyon ben mi dedim kavga çıkartın diye."

Neyin kavgasıydıkı Emirin iki eliyle yüzünü sıvazlayarak derin bir of çekmesine sebep olmuştu.

"S*kecem artık hepsinin belasını!"

Gülüşü genişleyen delikanlı en az 1.75 boylarında üzerinde şort ve Fenerbahçe formasıyla bir halı saha maçından çıkmış gibi hali vardı. Yüzüne serpiştirilmiş çilleri gülüşünü öyle itici falan göstermiyordu aksine karşısındakininde gülümsetmeye iten çocuksu bir ifadesi vardı.

Sırtımı duvara yaslamışken başımı sol omzuma yatmışken ellerimi göğsümde bağlayarak çocuğun masum gülüşüne karşılık gülümserken beni fark etmiş olacak ki gülüşü genişlerken yuvarlak elaya çalan gözleri biraz daha kısılmıştı.

"Şey abi galiba Melih abicim karşı tarafı öpmüş olabilir."

Bu lafına kıkırdamamı tutmak için sağlam olan parmaklarımı ağzıma götürdüğümde, delikanlı saçını karıştırırken Emirin ses tonu yükselmeye başlıyordu.

"Öptü derken ?"

Delikanlı başını hafifçe sağa sola sallarken dudaklarındaki şapşal sırıtış Emiri iyice zıvanadan çıkarmış olacak ki

"Ayvaz!" Delikanlının ismini dişlerini sıkarak o kadar vurgulu söyledi ki çocuk âdeta hazırola geçti.

"Emret abi" diyerek o kadar hızlı yamuk duruşunu dik duruşla değiştirdi ki kendimi tutamayıp kahkaha attım.

"Abi belediye dökülen karizmamı da süpürebilir mi ?"

Adının Ayvaz olduğunu öğrendim kıvırcığın son sözüyle gülüşüm genişlerken Emirin bana dönen bakışlarıyla, sırtım duvarla temasını kesti ve ağzımada fermuar çekerek zorla yutkundum.

" Ya sabır!" diyerek Ayvazla beni arkasında bırakarak hızla yürümeye devam etti.

Ne olduğunu tam olarak anlayamasamda Emir gözden kaybolduğunda Ayvaz'ın yanına emin adımlarla yürüdüm.

"Merhaba ben Ayşan Yılmaz"diyerek sağlam olan elimi çekinerek uzatsam da gülümseyerek elimi sıktı.

"Melih ve diğerlerinin çocukluk arkadaşı ve manevi kız kardeş olan Ayşan Yılmaz mı?"

Başımı hafifçe salladığımda elini hızla çekip dizine vurarak.

"Şansımı sikeyim ya!" Hayıflanışına esaslı bir kahkaha patlattım.

"Ay özür dilerim abla küfür etmek istememiştim ağız alışkanlığı" dudağını ısırarak başını öne eğdi

"Önemli değil hadi" diyerek dirseğimle hafifçe koluna vurdum.

Yol ikiye ayrılıyordu ellerini ceblerine koyarak gülüşü, Emirin gittiği yola bakarak

"Benim yolum belli de seninki nereye çıkar be abla?"

"Nereye gitti?"

"Kavgayı ayırmaya"

"Ne kavgası?"

Sağa giden yola yürürken yanı başında ki yerimi alıp yürümeye devam ettim.

"Klasik pazar kavgası" bugün okulları yoktu diğerlerinin de işi.
Sahi bugün hiçbirinden ses çıkmıyordu.

"Maça mı gitmişler?" Başımı hafif kaldırarak gözlerine baktığımda başını sallarken birçok genç yanımızdan hızlı adımlarla ilerliyordu. Çoğu ya kavgayı izlemeye ya da katılmaya gidiyorlardı.

"Aynen."

Bir süre halı sahaya kadar yan yana yürürken olayı kısaca anlatmaya çalışmıştı.

Maç fikri Meriç'in aklından çıkmıştı. Diğer mahalleden Selim ve diğerlerinin olacağını duyan Melih çok kolay gaza gelip ön saflarda yerini almış. Olaya müdahale edebilmek için de Cihan ve Behram da onlara ayak uydurmuş.

"Çok fazla faul ve çekişme sertleşince bu Selim'in kardeşi olacak Yavuz iti, Melih abiye omuz atıp topu çalınca olan oldu işte. Yavuz itine gömdü kafayı"

Kafasını da kendi atmış gibi sallayarak olayı yaşayarak anlatmasına gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Çocuksu ifadesiyle en önemli konular bile komik geliyordu.

"Çocuğun burnu kanayınca abisi Selim yumruğunu geçirdi bizimkine. Sonra toz bulutu gibi sahada herkes birbirine vurmaya başladı."

Selimin adını hatırlıyordum. Baran'ın yakın arkadaşlarıydı. Ne Melih ne diğerleri ne Baran'ı ne de onun etrafında ki insanları yakınlarında tutarlardı. Nefretlerinin birçok sebebi olabilirdi ama bir tanesine bizzat sebep olmuş olabilirdim. Cihan abim Baran'ın ablasına küçüklükten beri aşıktı. Aralarındaki posta güvercini de hep ben olduğum için o mahalleyi de Baran'ın çevresine de gayet hakimdim. Bu aşkın önünde birçok engel vardı ve ben 14 yaşında onları birleştirmek için gücüm ve aklım yettiği kadar gayret göstersem de bazen kaderinde önüne geçemeyeceğimizi kafama vura vura güzel öğretmişlerdi.

Halı sahaya geldiğimizde etrafı tel örgü ile kaplı yeşil sahanın içi adam kaynıyordu. Ayvazla tel örgünün önüne geldiğimizde önümüzde sadece birkaç kişi içerdeki kargaşayı izlediği için kenara çekilip yaklaştığımda Melih abim, adamın birini sırtını tam önümdeki tel örgüye vurarak yüzüne kaldırdığı yumruğu indirince ağzımdan ince bir çığlık kaçtı.

Bal gibi gözleri irice açılmış gözlerimle kesişince gülüşü genişleyerek "Hoş geldin gülüm bekle geliyorum birazdan"

"Dikkat et" dememe kalmadan önünde ki adamın tekmesi bacak arasına inmişti bile.

Adeta kurt gibi gökyüzüne bakarak ulumuştu. İki büklüm haline ağzına inecek olan tekmeye Cihan abimin müdahalesi ile kurtulmuştu.

"Kırarım o bacağını şerefsiz siktir git" yere yatırdığı çocuğun karnına bir tekme atıp ensesinden yakalayarak sahanın dışına fırlattı.

Bu adam sahiden dev gibi. Çocuk havada uçtu resmen.

Ah inanılmaz. Gülerek bağırdım

"Çakır gözlüm küçükken yavru bir dev mi yedin be! Bu ne ihtişam gözlerim kamaşıyor."

"Erkek yaggggg" diyerek bağıran ince sese baktığımda Meriç'i bir çocuğun sırtında gördük. Elleri çocuğun saçlarını yolarken Cihanla Melih küfür savurdu.

Cihan, Meriç'i çocuğun sırtından indirip Melih yanına kibarca itti!

Sahanın içinden birbirine girmiş birçok kişiyi çıkarmışlardı. Ayvazı sahanın içine girdiğinde tek başıma kalmıştım. Kısa bir an sahanın içinde ki bu andan sıyrıldım. Gözlerim karşı tellerden dolanıp gelen adama yavaşça kaydı ve en son 14 yaşımda bir inşaatın tepesinde gördüğüm adamın bir vadinin tepesinden izlediğiniz yeşilliği andıran gözlerinde gezinmeye başladı.

Boşta kalan ellerini pantolonun ceblerine koyarak yaklaşmaya devam ederken olduğum yerde öylece duruyordum. Belirgin yüz hatları beni daha önce görmüş gibi tanıdık bakıyordu lakin kim olduğumu sorguluyordu. Birkaç adım kala karşımda dimdik durmuştu. Öyle yoğun bir duygunun içine çekilmiştim ki tek kelime etmeden onu izliyordum.
Saçlarının parlaklığı ilk kez kendi saçlarımı küçümseme neden oldu.
Kalın kaşlarının altında ki uzun kirpiklerini kırpıyor ve bir zümrütten daha koyu yeşil gözlerini gizliyordu.

"Tam şu anda seni öldürmek istiyorum aslında." dedim ruhsuz bir sesle. Başını sol omzuna yatırıp gülüşü genişlerken gözleri sahada kısılmıştı.

Bu sözümle o da beni tanımıştı.

"Öldür o zaman" dediğinde içimin fokurdadığını hissettim. Bu hızla yokuş aşağı freni bozuk bir bisikletle inmek gibi bir şeydi. Belki daha da korkunç. Kulaklarıma dolan basıncın tarifi bile yoktu.

"Baran Aksay!" Kaşları havaladı, geçmişi yâd eden gözleri sahada ki kargaşaya bile müdahale etme gereği duymazken, Emir ve diğerlerinin nefes kesen olayı bitirme gayretlerine çevirdi.

"Ayşan" dudakları hafif aralık kalmıştı. Kafasında bir şeyleri tartıp dudakları küstahça kıvrıldı.

"Neden müdahale etmediğimi biliyorsun değil mi?"

Titrek bir nefes çektim içime kafamın içinde sesi yankılanıyordu.

...

Topuklarının üzerinde dönerken bana kısa, ölümcül bir bakış fırlattı ve yeniden bütün ilgilisini inşaatın altında toplanan halka çevirdi.

" 14 yaşında bir kız çocuğu için fazla cesur bir hamle değil mi sence?" dediğinde hafif güldüm. Benden dört yaş büyük olmasına rağmen fiziken benim kadar zayıf vücut hatlarına sahipti.

Sıska vücudunu saran beyaz bir gömleğin üstünde siyah yeleği ve altındaki siyah kumaş pantolon vardı. İki parmağı ile takımın ceketini omuzuna atarak taşırken oldukça küstah bakan, esmer tenini aydınlatan zümrüt yeşili gözleri benim aksime hareketlerimi süzüyordu.

Göğüs kafesim aldığım nefeslerle şişerken elimde ona karşı üstünlük sağladığım kelebeği sıkı sıkıya tutuyordum.

"Senin gibi korkak olmaktan iyidir" dediğimde vücudunu çevirdi ve başını hafifçe sol omzuna yatırdı. Gözleri güneş yüzünden kısılıyordu.

"Başkasının kararlarına müdahale etmediğim için mi korkak oluyorum?"

Kolumdaki saate bakarken tetikte beklemek zor olsa da Baran'ın sakinliği içimi inanılmaz derece rahatsız ediyordu.

Haziran ayında olmamıza rağmen bedenimi diken üstünde tutan bir soğukluk çepeçevrelemişti.

"Başkasının değil sevdiğinin, canından bir parçanın kaderini değiştirmek için insan elinden geleni yapar! Ama sen ne anlarsın sevgiden!"

"Birinin kaderini değiştirmeye çalışırken onu daha kötü sonuçlarla başbaşa bırakmak mı sevgi!"

Alt dudağımın kenarını ısırarak başımı hafif yana eğdim ve içime derin bir nefes çektim. Bu nefes dertli bir iç çekişten pek farklı değildi.

Bir yıl önce çok sık gidip geldiğim mahalleye şimdi adımımızı atamaz olduk. O kadar uçurumlar çizilmişti ki aramızda. Onun soğuk suratı, ayağı yere sert basan görüntüsü ve inatçı dik düşüncelerine rağmen oturup konuşabildiğim bir insandı. Hiçbir zaman ablası ile abim gibi gördüğüm Cihanın arasında muhabbete karışmamıştı. Onlara neden sık sık geldiğimi, ablasına mektuplar getirdiğimi hatta birçok bahaneyle evinden çıkarıp buluşmaları için ön ayak olduğumu bile bile sesini dahi çıkarmamıştı. Gerçekten kimsenin hayatında çizdiği yola ne taş koyardı ne sonuçlarına ortak olurdu. Yakınları dahi olsa düşüncesi ve çizgisi hep aynıydı.

Bugün ikimizde İstanbulun sokaklarında değildik. Onun baba tarafının memleketi olan Mardin'de olması kadar doğal bir şey yoktu. Bu şehirde ki yabancı bizdik.

Biz diyorum çünkü bu şehre tek başıma gelmemiştim. Cihanı nasıl ikna ettiğimi bende bilmiyorum. Sevdiği kızın bugün nikahı vardı ve ona elimizden gelebilecek son şeyi teklif ettiğim sıra, amcamın hediyesi olan altın bilekliği ve biriktirdiğim harçlıklarım iki adet uçak bileti ile karşısına çıktığımda düşünmeden kabul etmişti.

Bu evlilik aileleri arasında verilmiş bir sözden başka bir şey değildi. Amcasının oğluna vermişlerdi kızı.
Çok fazlaca kalabalık ve iç içe yaşayan bu ailenin bir diğer özelliği, kadınları sindirip erkek hükmü daha baskın bir yapıları vardı. Bir bakıma bu evliliğe zorlanmıştı. Onu kaçırmak için 14 yaşında bir kız çocuğu ve 20 sine yeni girmiş yakında askere gidecek olan bir genç yollara düşmüştük.

Gerçekten nasıl bir cesaret var bizde bilmiyorum ama saat üçe doğru gelirken soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Düğün alayı daha nikahı kıymadan önce Baran'ı bulup onu kaçırmıştım. Gerçi o da dünden razı gibi beni görür görmez gülerek önüme düşmüş en yakın inşaatın tepesine paşa paşa çıkmıştı.

4. Kattan bizi gören kuzenleri ile de düğün durmuş aşağıda yoğun bir kalabalığa sebep olmuştum. İtfaiye ve polis bile yerlerini almış ikna çabalarına başlamıştı.

Bütün dikkatler üzerimdeyken Cihan abimin bir an önce Sevcanı ikna edip havalimanına doğru yol alması için elimden geldiği kadar direnirken Baranın hiçbir tepki vermemesi bir bakımdan işimi kolaylaştırıyordu.

" Yeter artık çok sıkıldım bu tiyatrodan" elindeki ceketi yere atarak üzerime bir adım attığında korkuyla elimdeki kelebek avuç içini kesti.

"Siktir" sızlanarak bir adım geri adım atarken kanayan elini tuturak yüzünü buruşturdu.

Boğazımda bir yumru varmış gibi yutkunamazken gözümü dahi kırpmadan soğuk kanlılığımı korumak için üstün bir gayret gösteriyordum.

"Bas geri çok ciddiyim!"

Son ana kadar gözlerini gözlerimden ayırmadan dudaklarına sızılar eşliğinde bir gülümseme yerleşti.

Şeytanı bir gülümseme.

"Aklında boyun kadar kısa herhalde."
Bir elim yumruk olmuş sıkarken sakin kalmaya çalıştım.

"Ne sanıyorsun sen burada herkesin dikkatini üstüne çekip onlara zaman kazandırdığını mı sanıyorsun?" Başını geriye atarak kahkaha attığında bir an nefesim kesildi ama çarçabuk toparlandım.

"Kes sesini!" Diye fısıldadım.

" Hadi öyle olsun. Dikkat çekme konusunda başarılı oldun hakkını vermek gerek." Başını geriye atıp arkasında kalan kalabalığa göz attığında gülüşü daha da genişledi.

Ne görmüştü ki keyfi bir anda daha çok yerine gelmişti.

"Bak abin aşağıda korkuyla buraya bakıyor." Dediğinde baştan aşağı buz kestim. Başımı iki yana sallayarak inkâr ederek hafifçe yaklaşarak aşağı baktım.

O an en ön saflarda kıpkırmızı olmuş ela gözlerini gördüm.

Elim titrerken Baranın sesiyle başımı hafifçe ona çevirdim. Şimdi karşı karşıya bakıyorduk ve sol tarafımız koca bir boşluktu.

"Ne sandın Sevcan onu görür görmez kabul edip çekip gidecek miydi? Hadi gitti diyelim nereye kadar kaçacaklar. Yakında askere de gidecek. Bir taraftan asker kaçağı bir taraftan işi namus davasına çevirmiş cahil sülalem!" Kuruyan dudaklarını ıslatarak gerçekleşti artık ciddi bir yüz ifadesi takınarak haykırmaya başladı.

"Hangisinden nereye kadar kaçacaklar. İş sadece Cihan ve Sevcanla da bitmeyecek. Bütün ailesine sıçrayacaklar. Kıyas için Meriç'i bile almaya kalkarlar!"

Son cümlesini bunu yapabilecek zihniyette olduklarını bildiği için yüzünde bir tiksinti ile söylemişti.

"Bunlar iyi senaryolar, abinin bir pusuya düşüp ölmesini de göze alır mıydın?" Diye sorduğunda elim ayağım titremeye başladı. Tuttuğum kelebek bile ayaklarımın önüne düşmüştü.

Boğazıma kadar tırmanan yumruyu itmek için birçok kez yutkundum ama beceremedim. Gözlerim önce yandı, ardından hızla doldular. Önce sol gözümden bir damla yaş aktı, ardından sağ gözümden akan yaş ona eşlik etti.

"Dağ başında mıyız? Adalet yok mu?"

Hafif geriye çekilerek yüzüme baktığında göz yaşlarımı gördü ama yüzüne öyle sert bir duvar çektimişti ki hiçbir hissini görmedim.

"Aşağıya bak, kaç tane kuzenim var birinin aklını çekilmek ne kadar kolay olur biliyor musun? İçerde bakarlar, namusumuz derler, takarlar bir kravat yatar paşa paşa!"

Darmaduman olduğumu hissettim. Sözleri üstüme basmıştı ve bir cam gibi kırılıp dağılmıştım. Hislerim, inançlarım, umutlarım... Her yana dağılmışlardı ve onları nasıl toplayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Sevcan bunları bile bile Cihanın toprağının başında ağlamaktansa şimdi onu kırıp ağlatmayı yeğler."

Yenilğiyle omuzlarım o kadar hızlı çökmüştü ki bütün doğrularım yerle bir olmuştu. Beynimin içinde bir savaş varken Baranla bulunduğum yerden sıyrılmıştım.

Her şey bitmişti. Başaramamıştık oysaki ne umutlarla gelmiştik, en çokta başaracağımıza dair birçok umut aşılamıştım Cihana. Şimdi benim de payımla yerle bir olmuştu. Onu nasıl toplayacaktık. Ben şimdi ne diyeceğim Emire. Bana koca bir hayal kırıklığıymışım gibi bakacaktı. Melih ve Behram da zaten yarım bir hikâyeden çıktıklarını onları daha fazla yaraladığımı söyleceklerdi değil mi? Birbirlerine tutunarak yaşayan dört yetimi bide o kadar uyarılarına rağmen içlerinden birini yollara düşürdüm, ona bir amaç verdim, dalgın, kırgın bir adamı paramparça olacağı bir yola ellerimle sokmuştum.

İstanbul da mahallemizde herkes onun yanındaydı. Onu bu gerçeği kabullendirmek için uğraşmamışlar mıydı? O kadar söz, avuntular benim bir eylemimle boşa gitmişti. Bu suçluluk duygusuyla nasıl yaşacaktım.
Bugünü ve olanları aklından hiçbir zaman silemeyecekti.

"Ayşan!" Diyerek haykıran sese kafamı hızla çevirdim ve onu gördüm. Soluk soluğa çıkmıştı. Aldığı sert nefeslerde göğsü hızla inip kalkarken gözlerimden firar eden yaşlara engel olamıyordum.

Teni solgun, gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü. Kaşlarını o kadar çok çatıyordu ki kaşlarının arasında ince, belli belirsiz bir çizgi boy gösterip duruyordu.

"Gel buraya" diye bağırdı tekrardan.

" Özür dilerim" diye fısıldadım. Hemen yanı başımda ki Barana kaydı bakışlarım. Sırtım boşluktayken derin bir nefes alıp verdiğimde gözlerimin içinde ne gördüğünü bilmiyordum ama gülen dudaklarının yerini korkuya bırakmıştı. Hızla üzerime atıldığında kulaklarımda koca bir basınçla çınlama sesi hakimdi.

...

Kulaklarımdaki çınlama yerini gerçeğiyle değiştirirken kaşlarımı çatarak geriye doğru bir adım atarak ondan ve geçmişten uzaklaşmak istedim. Lakin ayağım birbirine takılınca yere kapaklanacağımı zannederek dudaklarımdan hafif bir çığlık kopmuştu. Korkarak kıstığım gözlerimi açtığımda sağlam elimden tutarak yere eğimli bir şekilde havada asılı kaldığımı gördüm.

En son hamlesiyle tuttuğu elimi kendine doğru çekerek belimden kavradı. Dengem düzelmişti ama onun yamuk gülüşü daha çok genişleyerek artmıştı. Saçlarımı kulağımın arkasına itip yaklaşıp bedenimi buz kestiren sözlerini fısıldayarak geçmişin intikamını alır gibiydi.

"Seni tekrardan sırtını döndüğün boşluktan kurtarmak benim için bir şereftir küçük hanım!" Başım felaket derecede döndü. Midemdeki kasılma üst üste artarken aldığım nefes ciğerlerime batıyordu. Güçlü duruşumu tamamen kaybettim, dizlerim titrerken omuzlarına tutundum.

"Korkma gözüm üstünde olduğu sürece düşmessin" kulağımın dibinde kıkırdadı. Tam boğazına sarılacakken arkamdan duyduğum sesle vücudum taş kesilmiş hareket yetisini kaybetmiş gibiydi.

"Biraz daha o şekilde durursanız o elini müsait bir yerine sokacağım Aksay"

Cihanın sesiydi. Sahada hiç kimse kalmamış o yüksek sesin yerini sakinlik hakim olmuş yeni fark ediyor olmam hiç iyi olmamış olsa da kendimi Baran'ın kollarından kurtarıp yüzümü onlara hızla dönmüştüm.

Herkesi def etmişler sadece biz bize kalmıştık. Baran'ın sağ tarafına geçen siyah gözlü esmer genç Kadir olmalıydı en son gördüğümde 18 yaşında daha toy bir delikanlıydı. Boyu uzamış, vücut yapısı genişlemiş. Dağınık siyah saçları ve içi ısıtan koyu kahve gözleri vücudunda değişmeyen tek şeydi. Beni görünce tebessüm ederek baş selamı vermişti. Aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermiştim.

Ve mavi gözlü dudağının kenarı patlamış olan genç ise Selim olsa gerekti. Sarı saçları ve beyaz teninde o hep öfkeyle parlayan mavi gözleri nerede görsem tanırdım. Elmacık kemiği morarmaya başlamış, kaşı ve dudağı patlamış bir şekilde Baran'ın yanında yerini alırken gözlerinin hedefi Melih abimdeydi. Muhtemelen en çok ikisi birbirini hırpalamıştı. İkisi arasında garip bir çekim ve rekabet her zaman olmuştu.

Karşımızda ise Emirin sağında saçı başı dağılmış Aynı Selim'deki gibi kaşı ve dudağı patlamış şekilde olan Melih abim hemen onu yanı başında küçülüp yok olmak isteyen Meriç ve adının Ayvaz olduğu öğrendiğim çocuk ve bir genç daha vardı. Sol tarafında daha çok kavgayı ayırmaya çalışan Behram ve Cihanın üstü başı dağılmış şekilde karşılıklı birbirimize bakarken

"Güzelim ne bekliyon" diyerek kafasını sallayan Melihin sesiyle olduğum yerde irkilerek ona baktığımda kurumuş dudaklarımı hafifçe ıslattım "Neyi abi ?" Dememle birlikte karşımdaki dört erkeğin öfkeden kaşları çatılırken hemen yanı başımdaki kıkırtıyla kafamı kendine gelmesi için salladım.

"Adi herif kes kıkırdamayı!" Dişlerimin arasında ona fısıldarken başını geriye atarak kahkaha atmaya başladı.

"Gidelim!" Emirin lafı yanı başındakilereydi. Yüzünde ki sertlik tıpkı eskisi gibi gözlerinin siyahına yansıyor, ona bakanları ürkütüyordu.

Ben onu izlerken gözleri bana yanı başımda arsızca gülen Barana kısa bir bakış atıp arkasını döndü.

O sıra onlara doğru bir adım atmıştım ki Meriç'in sesiyle olduğum yerde durdum.

"Ayşan abla?" Aslından benim sormak istediğimi Meriç öyle güzel dile getirmişti ki umutla ondan bir ses bekledim. Sadece gel demesi yeterdi.

Bizimle gel de lütfen...

"Kendi karalarını verecek yaşta!"
Soğuyan hava ciğerimi sömürüyordu, diş etlerim soğuktan çekiliyormuş gibi acıyordu. Göğüs kafesim alıp bıraktığım sık nefesler
durmaksızın inip kalkıyordu. Birkaç kez başımın dönmesiyle dengemi korumam zor olsa da toparlanmam bir saniyeden uzun sürmedi.

"Yürüyün artık bıktım beni şunlarla yüz göz etmenizden!" Meriç'in bileğinden tutarak arkasına bile bakmadan yürüyüp gitmişti. Hemen peşlerinden Meriç'in iki arkadaşı onları takip ederken Cihan abim yanı başımda kalanlara bakmadan o da Emirin arkasından gitmişti.

Geriye sadece Melih ve Behram kalmıştı. Gözlerim ister istemez dolarken avucumun içine batan tırnaklarımla bedenimi ağlamamak için sıkıyordum.

Omzuma hafifçe vurarak önümden geçen Barana kaşlarımı çattığımda
Hemen suçlu küçük bir çocuk gibi dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ama sırıtışını gizleyemedi.
Karşısında nasıl bir manazara görüyorsa onu çok mutlu ediyordu.

Serçe ve baş parmağı açık diğer parmaklarını kapatıp telefon işareti yaparak kulağına götürdü.

"Ara beni, senin kafanı yaranları bulmam için yardımın dokunur belki"

Gözlerimi kısarak ciddi olup olmadığını tartarken kıkırdayarak arkasını tamamen döndü.

"Ara derken mahalleme gel küçük hanım"

Melih arkasından küfür edip üzerine atılacakken Behram onu tutmakla uğraşıyordu

"Settir get lan!"

Melihin sözlerini takmadan vurdumduymaz haliyle kendi yolundan peşindekilerle gözden kaybolmuştu bile.

Gerçekten dolu dolu bir gün geçirmiştik. Güneş binaların arkasında ilerlerken üç saat sonra batacaktı ortalıkta yerini soğuğa bırakmıştı bile. Üzerinde ki çeketi çıkararak titreyen omuzlarıma bırakıp sarılan Melih abime bir elimle karşılık verebilmiştim.

"Canımın ta içi" diyerek kırgınlığımı geçirmek istercesine sıcacıktı sesi. İkimizide geniş koluyla saran Behramın sesiyle sıktığım bedenim gevşeyerek hıçkırıklar içinde ağlamaya başlamıştım.

" Of be prensesim yapma şöyle!" Saçlarımı okşarken başımı Melihin göğsüne gömmüştüm.

Canım vücudumda taşıdığım yaralardan daha çok yanıyordu.

Tek bir bakışı

Tek bir lafı beni yerle bir edecek kadar çok etkiliyordu.

"Bi settir get lan göt arkamdan, bana mı göz diktin!"

"Sana dikecem tabii kime dikecem başka Melihim az kıpraşma" kahkaha atarak kurduğu cümleye Melih haşin sesi ile karşılık vermişti.

"Höst yavşak" diyerek Behramın saçına yapıştı. O da onun saçını çekiştirirken kahkaha atmaya başladım.

İkiside kendi etraflarında dönerek önce sen bırak saçımı diye çocuk gibi atışmaya başlamıştı.

Bunların yanında iki dakka duygusal kalınmıyordu. Burnumu çekerek onları ayırmak için yanlarına gittim.

....

Bölümü beğendiyseniz
👇
⭐ Basmadan geçmeyin.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle 🌹🌼🌼







Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro