MHA-1 ♍ Yanlış sokak
🔷 Düzenlendi 🔹
AYŞAN YILMAZDAN 📌
Ruhuma saplanan geçmişin paslı pençesinde asılı kalan ruhumun ipi, anılarımdı. Kurtulmak istediğim hatıralar, boynuma dolanmış beni boğuyordu. Beni var eden geçmişim beni yavaş yavaş öldürüyordu. Derin bir nefes aldım, verdiğim kararların sonuçlarıyla karşılaşmaya hazır değildim. Bu yüzden ileriye doğru attığım her adımım, sanki geriye doğru gidiyordu. Bir an için durup derin bir nefes aldım. Bugün Türkiye'ye geri dönecektim. Yaklaşık yedil yıl önce gelmiştim Avustralya'ya. O zamlar toydum, saftım, canı yanmış bir kız çocuğuydum. Kurmuş olduğum dostlukların bir bir elimde parçalanmasına dayanamamış, bu yüzden kaçarcasına gitmiştim. Her şeyi bırakıp Sidney'e yerleşmiş, aldığım bursla eğitimime devam etmiştim. Şimdi ise geri dönme vakti gelmişti. Kaçarak geldiğim bu ülkede, daha güçlü ve kendimden emin bir şekilde ayrılmalıydım. Ancak bir kalp sızısı ile kaçtığım bu ülkeye, korku tohumları ekilmiş filizli bir yürekle dönecektim.
Omuzlarım dik son kontrollerimi yapmak üzere yatak odasındaki boy aynasının önüne geçtim.
Ensemden gelişi güzel topladığım at kuyruğu saçımı sağ tarafıma atarak aynadaki yansımama baktım. Kumral saçlarım yüzüm gibi solmuştu. Beyaz tenimin ölü toprağı soğukluğunu gizlemek adına hafif bir makyajla kamufle etmiştim. Zaten oldum olası abartı makyajdan hoşlanmamışımdır. Bir kadının en değerli hazinesinin sadeliği olduğunu savunurum. Benim için en güzel güzellik doğruyu savunan insandı. Açık kahverengi gözlerimi kapatan göz altı şişkinliklerimi kapatıcı ile tekrardan üzerinden geçtim. Soluk bakışlarımın altında yatan kızarıklık fazla dikkat çekmemesi adına hafif bir kalem ve rimel ile günü kurtarabilirdim. Kurumuş ve çatlamış dudaklarıma nemlendirici sürüp hafif bir parlatıcı ile renklendirmek anı kurtarma kıstaslarımın arasında yer alıyordu.
Açık gri kot ceketimin içinde beyaz askılım ve bol pamuklu kumaştan yapılmış kiremit renginde ki pantolon ile hazırdım. Bugün Türkiye'ye dönmeden önce biriyle önemli bir görüşmem vardı. Ve bu kıyafetler dışa yansıttığı sert, güçlü, tuttuğunu koparan bir kadın imajını tamamlıyordu. Çantamı boynumdan çapraz geçirerek komodinin üzerinden, güneş gözlüğümüde alarak yatak odasının kapısını ardımdan kapatarak oradan ayrıldım.
Çantamın kulpunu sıktım, artık yaşananlarla başa çıkabilirdim. Omuzlarımı dikleştirip kendimden emin adımlarla ilerlemeye devam ettim.
Salonun geniş kapısının önünde durdum içli bir nefes alıp karşımda ki manzara gözlerimi kanatmaya yetipte artıyordu. Valizin kulpunu bırakıp öne doğru birkaç adım attığımda kırık cam parçaları spor ayakkabılarımın altında ufalanmıştı. Arka bahçeye açılan yerden tamamı camekanla kaplı yerden, şimdi eser kalmamış un ufak parkelerin üzerine parçalanmıştı.
Ayaklarımın üzerine çökerek elime bir taş parçasını aldım. Dudaklarımda ince bir çizgi hâlinde oluşan gülümseme ile ayağa kalktım.
Dün gece yarısı uğradığım taşlı saldırı sırasında salonda ki koltukların birinin üzerinden oturarak kitap okuyordum. Önce okuduğum kitabı sonra da içtiğim kahveyi zehir ettiler. Canımı, o irili ufaklı taşlardan nasıl kurtardığımı bile anlayamamıştım. Bütün gece polise ifade vermekle geçirdiğim için uykusuzluk ve açlığın etkisiyle bayılıp düşmemek adın ; adımlarım hedefi mutfak kapısına doğru olmuştu. Bu ülkede ki son kahvemi yapıp son tostumu yiyerek evden ayrılmıştım.
Bahçe kapısında beni bekleyen bahçıvana anahtarları bırakarak önceden çağırmış olduğum taksinin bagajına, valizimi koymama yardımcı olan Louise tebessüm ederek teşekkür ettim. Başımı omzumdan geriye çevirdiğimde ; beş yıldır barındığım eve son kez bakarak takside ki yerimi almıştım.
Derin bir nefes alarak çantamdan telefonumu çıkarırken, taksiciye havaalanından önce gideceğim yerin adresini vererek sırtımı geriye yasladım. Telefon rehberinden son arama yaptığım kişinin üzerine basarak telefonu kulağıma götürüp bekledim bir süre. Birkaç çalıştan sonra çağrıma cevap veren amcamın, yorgun sesini duyduğumda sol elimi refleks olarak ağrıyan boynuma götürdüm.
" Çok fazla çalışmak sağlığa zararlıymış Fırat Bey" Karşı tarafın rahatlayan sesine karışmış kıkırtı sesi ile yüzümde ki gerginlik, kısa süreliğine yerini rahatlamaya bırakmıştı.
" Hmm bunu diyen hanfendi de benim gibi çok çalışmayı seviyor olmasaydı sözlerini dikkate alabilirdim."
Gözlerimi kapatarak başımı geriye yasladığımda amcamın, sert yüz hatları ile şimdi ki yumuşacık çıkan sesini bir araya getirince, dudaklarımdan kıkırtılar döküldü.
"Yine de biraz az sinirlenmeye çalışabilirsin. Etrafındakilere kök söktüreyim derken tansiyonun alıp başını gidiyor !" dedim hafif alaycı bir tavırla. Derin bir nefes alıp verdiğini duyduğumda hayıflanmaya başlayacak demekti.
" Hakan da senin gibi çalışkan ve başarılı olsaydı belki bu kadar sinirli bir yapıya sahip olmazdım güzel kızım..."
Buruk bir tebessümle onu dinlerken ağrıyan boynumu ovuyordum. Amcama hak vermiyor değildim ; küçük yaştan itibaren tek hayali çok başarılı bir iş adamı olmaktı. Bu hayali çok zor olmuş olsada hırs ve azmiyle başarmıştı. İnşaat ve reklamcılık üzerine birçok ülkede ayrı ayrı şirket kurmuştu. Hepsini de Amerika'da ki en büyük şirketinden yönetiyordu. Ancak hayıflanladığı şey birgün vaktinin dolacağını ve bu dünyadan göçüp gideceğini biliyordu. Onca yıl verdiği emeğin heba olup gitmesinden korkuyordu. Allah ona bir tane çok güzel bir evlat nasip etmişti. Yirmi üç yaşında ki oğlu Hakan maalesef ki babasının hayallerini karşılayabilecek bir iş adamı olamayacağını göstermişti. Onu suçlayamazdıkki her insanın hayali ve mesleği babası ile aynı olacak diye bir kaide yoktu...
" Seni anlıyorum ihtiyar, veliahtın bir Ressam olma yolunda ilerlerken seni hayal kırıklığına uğrattığını sanıyorsun. Ki bunda da haklısın bugünlere gelebilmek için neler çektiğini hayal edebiliyorum güzel insan. Ancak insan kendi hayalleri üzerinde ilerlemeli. Ki ileride içinde ufacık bile bir ukte kalmasın, pişmanlık duymasın. Buna saygı duymalıyız. Bırak bu hayatta ki kendi yolunu kendi çizsin."
Homurdanmasını duyduğumda kahkaha attığım için utanarak bir elimi ağzıma götürdüm.
" Gül yavrum utanma..."
Sırıtarak sanki beni görüyormuş gibi omuz silkip devam ettim.
" İhtiyarladıkça huysuz bir adam mı oluyorsun sen ?"
Şu an ne kadar uzak olsak da mimiklerini ve tepkilerini çok kolay tahmin de bulunacak kadar çok iyi tanıyordum onu.
Yüzünü buruşturarak elini havada sallayıp
'Peh kuzu büyümüşte kurta yaşlı diyor '
diyeceğini önceden bildiğim gibi tahminim, doğru çıkması ile sırıtışım genişledi.
" Amcayla dalga geçmeyi bırakta, ben seni veliahtım olarak bütün basına ilan edecekken bu gitme istediği nereden geldi ?"
Bu konuyu bir haftadır tartışmamıza rağmen aynı konuya dönüp dolaşıp geri gelmemize şaşkınlık yaratmıyordu artık bana. Fırat amcam gerçekten başarılı olduğu kadar da inatçı bir yapıya sahipti. Şansını sonuna kadar denemeyi tercih etmesi ; savaşmadan yenilgiyi kabul etmemesinden geliyordu. Onun ne kadar, bu tür prensiplerini seviyor olsam da verdiğim kararlardan kolay kolay dönmezdim.
" Bu konuyu defalarca konuştuk amca! Biliyorsun ki Hakan'ın hakkı olan hiçbir şeyde gözüm yok benim. Bu şehre geldiğim günden beri bana o kadar çok destek oldun ki hakkını ödeyemem. Allah razı olsun çok güzel bir evinin kapısını bana açtın, hiçbir eksiğimi bana bildirmeden hemencecik hallettin. Burada ki şirketinde bana da yer verdin, sayende yönetici yardımcılığına kadar yükseldim... Bütün bu yolu senin sayende kat ettim... Hakkını helal et fakat ben omuzlarıma bu kadar büyük bir yük alamayacak kadar toyum. Lütfen artık daha fazla ısrar etme."
Derin bir nefes alarak sözlerimi bitirdiğimde beni sessizce dinleyen amcamı kırmamış olmayı ümit ettim. Burun kemerimi sıkarak yorgunluktan kapanan göz kapaklarımı tekrardan kapattım.
" Peki peki daha fazla ısrar etmeyeceğim cadı! Ancak şunu da aklından çıkarma bu kadar yolu kendine borçlusun. Bazen sana baktığımda kendi gençliğimi görüyorum. Çok hırslı ve en mükemmeli olsun diye uğraşını görmedim duymadım sanma. Senin benden tek farkın işte ki hırsın, dışarıda ki hayatında yok. Bu vicdanlı ve merhametli kısmını da baban olacak huysuza çekmiş olsa gerek..."
İçindekileri teker teker döktüğünde tebessüm ederek onu dinledim. Haklıydı geri dönüşümün bir diğer nedeni ise babamın bana olan özlemini artık dile getirip, dön artık demesiyle gerçekleşmişti.
" Huysuz babamdan kalır yanın yok. Bir türlü abinle barışmaya niyetin yok be amca. Ölümlü dünya hayat geçip giderken küslüklere hayatımızda yer vermek normal mi ?"
İkimizin de ağzı iyi laf yaptığından köşeye sıkıştığını anladığı an konuyu değiştirmeyi tercih ederdi hep.
" Bunları sonra konuşuruz güzelim. Hadi bakalım hayırlı yolculuklar. İniş yaptığında hemen beni ara tamam mı ?"
Takside durduğunda bu konuyu daha fazla uzatamayacağım için kısa kestim.
" Teşekkürler amca her şey için. Sende Allah'a emanet ol. Yengeme ve Hakana iyi dileklerimi iletirsin sağlıcakla kal" diyerek yarım saatlik konuşmayı sonlandırdım.
" On beş dakika bekleyin lütfen. Buradan sonra havaalanına geçeceğiz " diyerek taksiden indiğimde titrek bir nefes alarak ilerlemeye başladım.
Ellerim buz kesmişti.
Bacaklarım titremeye başladığında yutkunarak cezaevine girmiş bulunmuştum.
Yürüyorum. Nereye yürüdüğümün pek önemi yok, doğru yolda değilim ve hiçbir yol ona çıkmamalıydı .
Görevlilere çantamı bıraktıktan sonra üzerimi kontrol etmelerine müsade ettikten sonra cihazdan temiz bir şekilde geçtim. Gardiyanın peşinden kapalı görüşlerin yapıldığı yere geldiğimde gösterdiği yere oturarak, kırılmaz ve ses geçirmez camın arkasından onu beklemeye başladım.
Sıkıntılı bir nefes içime çekerken, bakışlarım gardiyanla birlikte gelen mahkumun donuk mavilerine kaydı.
O gözlerde bir aslanın kafesine tıkıldığı için büyük bir öfke yatıyordu. Hafif belli belirsiz kıvrılan dudaklarında içinde yanan ateşin beni yakacak payının, kapısını aralıyordu. Dik omuzları ile karşıma oturduğunda, vücuduna yapışan sporcu atletinin boyun kısmından kollarına kadar kaplı insanın tüylerini diken diken eden bir hale getiren dövmeleri ; ben tam bir psikopatım dercesine özgünvenle taşıyordu onları.
Karşıma oturduğunda vücudundan yayılan rahatlığın benim tarafımda karşılığı öfke ve nefretti.
O çoktan konuşmak için yanı başında asılı olan telefona uzandığını gördüğümde benden de bir hareket bekliyordu. Ancak ellerimi kucağımdan kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Kaşlarını sorarcasına kaldırdığında gözleriyle ; sesinin bana duyurması için tek araç olan şeye uzanmamı istiyordu.
Derin bir nefes alarak buz kesmiş elimi telefona uzanarak sol kulağıma götürdüm. Keyifle dilini dudaklarının üzerinde gezdirirken diğer kolunu da masaya koydu.
" Ne kadar da geç kaldın inatçı güzellik !"
Sesinden ki ima ile dişlerimi sıktım. Diğer elimi de onun gibi masaya koydum. Yaptığı şerefsizliklerin sonucunda buraya, ayaklarına kadar gelmiştim.
" Olsun... Geç olsun da güç olmasın bebeğim !" dilini damağına vurarak oturduğu yerden öne doğru kaykıldığında donuk mavi gözlerinde esir kaldım.
Defalarca öldüğümü gördüm o gözlerde.
Kıvrılan solgun dudaklarında mezarımı gördüm.
Her mimiğinde ölmeden birçok ölüm senaryosu geçiyordu.
" Sen bir zehirsin. Alt yazın yok, kanına karıştığın insanın gözlerini kör edersin. Kocaman bir coğrafyasın, bir yanın güney bir yanın kuzey..." aldığım sık nefesler yüzünden duraksayarak kurumuş dudaklarımın üzerinde gezdirdim dilimi.
Gözleri belirsizlikle bakarken " En kör yanında bitmek bilmeyen bir Ortadoğu felaketi. Sana karşı gelmek isteyen bin bir parçaya bölünür ve yok olur yalnızlığında. Öyle değil mi Clark ?"
Sözlerim onu başta afallatmış olsada dik duruşu ve çarpık gülüşünden bir eksilme olmamıştı. Dudaklarını birbirine bastırarak " Doğru tespit sürtük !" dediğinde omuz silkerek güldüm.
" Peki, her zerresini karanlığa satmış bir
bin bir parçaya bölünmüyor mu bu kafeste ? "
Küstahça gülümserken, bakışlarım baştan aşağı onu süzüyordu. Öfke dalgalar halinde vücudunu kaplarken devam ettim.
" Senin için bu koskoca altı ay çok zorlu geçmiş olmalı. Canını yaktıklarına, gün doğmuş olmalı ; kedicik kodesteyken biraz kırbaçla eğitelim demişler galiba!"
Nereden aldığımı bilmediğim cürretle sivri dilimi konuşturmaktan geri kalmıyordum.
" Bir felaketin tam dibindesin kaltak!" dediğinde gözlerin de katil bedenimi titretsede sakin kalmaya çalışıyordum.
" Biliyorum !" diye tısladım.
Sırf buraya onunla konuşmam için yapmadığını bırakmamıştı.
Önce otoparkta bıçaklı saldırıya uğradım ; amacı öldürmek değildi iletilmek istenen mesajın kötü yanlarından biriydi. İki hafta sonra iş için gittiğim şantiyede satılık kadınlar tarafından sopalı saldırıda ' Onun yanına git !' mesajını da ilertmişlerdi. Tenimde ki ezik ve morluklara rağmen gelmemiştim buraya. Ta ki birkaç gün önce arabamın bozulmuş frenleri ile bir duvara çarparak durmak, bütün sinirlerimi altüst etmişti. Gelmeye karar vermeme rağmen dün gece ki evime yapılan taşlı saldırı yaraya tuz basmak gibi olmuştu.
" Ölüp ölüp dirilmeye hazır mısın bebeğim !"
Son dakikaları yaşıyorduk artık. Karşımda ki varlığa yüzümü buruşturarak karşılık verdiğimde kahkaha attı.
" Hastasın sen hasta ! Hiç iyileşme ihtimali olamayan hastalıklı bir ruha sahipsin! Boynuna dolanmış zehirli günahlarınla burada yaşamaya mecbursun. Ve bunu sağladığım için asla pişman olmayacağım! "
İnsanı ürperten bakışları ciddileştiğinde, kırılmaz cama doğru eğildi. Aramızda o cam olmasa üzerime atlayıp ellerini boğazıma dolayıp, nefesim kesilene kadar boğabileceğine yemin edebilirdim.
" Hastayım ben. Çok hastayım hem de. Herkesi ellerimle gömdüm toprağa, kimi zamanda diri diri yaktım. Avım sensin bebeğim. Avcın da benim. Şimdi kaç benden. Silahsızım savunmasızım... Kaç benden çok uzaklara... Yakaladığım an..." Oturduğu yerden kalkıp boşta kalan elini hızla kapatarak devam etti.
" Cehennem iki ayağının arasında olacak. Bastığın yerde ot bitmeyecek, sana ağır gelen aklını başından alacağım. Gırtlağına sarıldığımda, parmaklarım kaburgalarının arasında, en sağlam kemiklerini kırmak için dolaşacak. Seni sıkıştığın şu insanlıktan çıkaracağım o vakit. Kül olup yeniden dirilinceye kadar yanacaksın. Yemin ederim ölmek için ayaklarıma kapanacaksın! "
Elimdeki, onun sesini duymamı sağlayan telefon düştüğünde ; kanım iliklerimin arasında dondu sanki.
Yüzündeki o muazzam zafer sevincine gözümden düşen yaşlarla oturduğum yerden kalktım. Arkamı dönmeden oradan kaçarcasına uzaklaşmak istedim. Ancak gövdemi zor taşıyan bacaklarım titrerken koşmak imkansız gibi geliyordu. Ne büyük bir imtihan. Sırtımda büyük bir yük var, omuzlarım da bir cehennem, çiçeği burnunda bir kıyamet örtüsü. Ayak bileklerimden, tırnak diplerime kadar yanıyorum ve ben deliriyorum. Günüm, gecem, dakikalarım, saniyelerim ve aklımın idrak edemediği noktada buluşan korkularım...
Bütün bu korkuları bu cezaevine hapsederek ayrılmıştım. Taksiye bindiğimde direk havaalanına sürmesini rica ettim. Taksi durduğunda fazlasıyla ücreti ödeyerek indim. Derin bir nefes alarak kendimden emin adımlarla İstanbul'a gidecek olan uçağa doğru yürüdüm.
Attığım her adımla beraber, içimdeki sıkıntı anbean büyüyordu. Uçağın kapısından içeri girdiğim sırada telefonum çalmaya başladı. Elimle tuttuğum telefonun ekranına baktığımda babamın aradığını gördüm. Yüzümde oluşan gülümseme ile sesimi toplayıp çağrıyı cevapladım.
" Babacım. "
" Uçağa bindin mi can parçam." Babamın sesini duyduğum an, içimdeki sıkıntı yok oldu, onu çok özlemiştim. Zaten İstanbul'a da sırf onun için dönüyordum. Beni çok fazla özlediğini, artık geri dönmem isteğini söylemişti. Okulum ve stajım da bittiği için artık bahane uydurmayı bırakmıştım. Biraz daha Fırat amcamla yakın olursam kıskançlıktan beni evlatlıktan bile reddebilirdi artık...
" Şimdi bindim baba, birazdan uçak kalkar. "
Babam özlem dolu sesinde hafif bir üzüntü de vardı
" Birazdan yola çıkacağım ama kısa sürecek bir hafta sonra yan yana olacağız " deyince gülümsedim. Kamyon şoförülüğü yaptığı için bu şekilde konuşuyordu. Telefonu kulağım ve omuzum arasındaki boşluğa sıkıştırıp yürümeye başladım.
Hostesin gösterdiği koltuğa doğru yürürken
" Olsun yine de çok az kaldı" diye şakıdım.
" Bu arada geleceğini hiç kimseye söylemedim. İstersen seninkilere söyleyeyim de havaalanından alsınlar seni ." Babamın sesini duyunca oturacağım koltuğun önünde durdu adımlarım.
" Hayır hayır baba. Hiç kimseyi işinden alıkoymak istemem" dediğim sırada hostesin uyaran bakışlarına kaydı gözlerim " Benim şimdi kapatmam gerekiyor" dedikten sonra babamla vedalaşıp telefonu kapattım.
Yüzümde ki buruk gülümsemeyle oturacağım koltuğun üst bölmesini açıp, el valizimi yerleştirmek için uzandım. Fakat valiz nedense bölmeye bir türlü yerleşmiyordu. Valizi yerleştirebilmek için bir adım atınca aynı koltukta oturacağım adamın başı, bir an için göbeğime sürtündü. Bu temas karşısında biraz geri çekildim.
Adama rahatsızlık vermemek için hızlı hareketlerle valizi itelemeye devam ettim. Farkında olmadan öne doğru hareketlenince adamın saçları tekrar göbeğime sürtündü. Sıkkın bir nefes alırken burnuma tanıdık bir koku süzüldü. Bu koku afallamama neden olurken itelediğim valiz, aniden bölmeye yerleşti. Dengemi kaybettim ve ayağım burkuldu. Tam yana doğru düşeceğim sıra da belime, bir çift güçlü kol sıkıca dolandı.
Ürkek bakışlarım, beni düşmekten kurtaran adama kaydığı an içimde garip bir rüzgar esti.
Kocaman açılan gözlerim, beni tutan adamın tanıdık gelen yüz hatlarını arşınlıyordu.
" Te ... teşekkür ederim " diye kekeledim.
İfadesiz yüzüyle beni incelerken sessizliğini korumaya devam etti. Başımı geriye atmış, dikkatle ona bakıyordum. Burnuma dolan kokusu bana o katili hatırlatıyordu. Bu yüzden nefes dahi alamıyordum. Nereden tanıdık gelmişti ki bu silüet bana ? Aklım içinde bulunduğum durumu kavramayı reddederken adam " İyi misiniz ?" diye sordu. Konuşamayacağımı düşündüğüm için başımı aşağı yukarı salladım.
İyi olduğuma kanaat getirince belimdeki kolları yavaşça doğrulmamı sağladı. Gözlerine bakarken kendime engel olamadım. " Daha önce hiç karşılaştık mı ?" diye sordum. Sorumu duyunca yüzüme boş gözlerle bana baktı. Kollarını belimden çekerken başını olumsuz anlamda iki yanına doğru sallayıp geriye doğru ufak bir adım attı. Ellerini kot pantolonunun cebine yerleştirirken
" Sanmıyorum tanışmış olsaydık unutmam imkansız olurdu" Sözlerini duyunca mahçup bir şekilde tebessüm ettim.
" Tanıdık geldi simanız bir an kusura bakmayın " diye fısıldadım.
Aramızda geçen sessiz bakışlar yanımıza gelen hostesin, yerlerimize geçmemiz için uyardığında son bulmuştu. Adam yana çekilince oturmam için bana yer açtı. Ben oturduktan sonra o da yanımdaki koltuğa oturdu. Yan yana oturuyorduk. Ve istemeden de olsa allak bullak olmuş zihnimin içinde yolculuğa çıkma isteği yaratıyordu.
Uçağın kapıları kapanırken pilotun sesi duyulmaya başladı. Uyarı üzerine kemerlerimizi bağlamaya başladık. Aklım yanımdaki adamda ve anın imkansızlığında olduğu için dikkatimi yaptığım işe bile veremiyordum. Kemerimi zor da olsa bağladıktan sonra ona döndüm. Bakışlarımı fark edince gözleri bana kaydı.
" Ayşan " dedikten sonra elimi uzattım. Belki adını öğrenirsem kime benzettiğimi daha rahat bulabilirdim. " Adım yani " diyerek ekledim peşin sıra.
Kısa bir süre elime baktıktan sonra o da elini uzattı. Sıcak eli soğuk elime değdiği an, bedenimde kötü bir ürperti hissettim.
Tıpkı üç yıl önce ki gece gibi...
Bu ayrıntı afallamama neden olurken o değişmeyen yüz ifadesiyle
"Rowen " dediğinde gözlerimi bir an kapattım.
" Tanıştığımıza memnun oldum " dedi, sesi tanıdık gelmişti. Boğuk ve kısık.
Gözlerimi açtığımda elimi, sıcak avucundan çektim " Ben de " dedim.
Ardından uçak pistten hareket etmeye başladı. Bu adam sayesinde unuttuğum korkum gün yüzüne çıktı. Bana o pislik katili hatırlatıyordu.
" Afedersiniz ama beni kime benzettiniz ? " dediğinde gözlerimi ona çevirdim.
" Sadece merak ettim" diyerek de ekledi.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kollarımı koltuk kollarının üzerine koyup yutkunarak başladım.
" Bir adamın arkadaşına" dedim düşünerek o günleri belli belirsiz hatırladığım içindi bu kararsızlığım.
" Şey, bir adam aracıyla birlikte uçurumdan aşağı düşmüştü. O gece başka bir uçta gezintiye çıkmıştım. Körlemesine yamaç dalışı yapmak zorunda kaldığımdan suyun içine düştüğümde, fazla basınç yüzünden pek bir şey hatırlayamıyorum..."
Sözlerimi duyunca şaşkınla " Hiç tanımadığınız biri için körlemesine nasıl yamaçtan kendinizi attınız ?" diye soludu.
Önemsiz bir şeymiş gibi omuz silktim. Yamaç dalışı çok yaptığım bir deneyimdi. Bunu sadece körlemesine gece vakti yapmamıştım. Bir insan hayatı benim için çok değerli. Eğer kurtarma şansım varsa bu kim olursa olsun gözümü bile kırpmadan yapardım, yaptım da...
" İnsan hayatı benim için kıymetli. Eğer kurtarma imkanım varsa bunu her ne pahasına olursa olsun yapmaktan çekinmem" diyerek karşılık verdim.
Kaşlarını kaldırdığında " Peki kurtarabildiniz mi ?" dediğinde başımı sallayarak " Evet " dedim.
Dudakları varla yok arasında kıvrılırken, sağ kaşını havaya kaldırdı.
" Peki ya sonra ?" dediğinde boğazımı temizleyerek kısa tutmaya çalıştım bu manasız konuyu.
" Olayın adrenalin ile çokta bir şey hatırlamıyorum aslında. Adamı hastaneye kaldırıldıklarında beyninde ödem olduğunu ve kurtulma şansının zor olduğunu öğrendim. Sonra da kan verdim ve polise ifade vererek oradan ayrılacakken yaralı bir adamın o adam için ağlamaları duydum. Bir an seni o adam sandım o kadar..."
Dudağının sağ tarafı havalandı " Peki o adamın yaşayıp yaşamadığını öğrendin mi sonrasında " dediğinde bellirsizlik kapladı suratımı. Bu konuşma tuhaf bir yere gidiyordu.
" Hayır. Ziyarete gittiğimde başka bir hastaneye sevk edildiğini öğrendim " dedikten sonra gözlerinin içine baktığımda bal renginde ki gözlerde bir şaşkınlık yakaladım. Sorarcasına baktığımda kendini toplayıp boğazını temizleyerek
" Kusura bakma şaşırdım sadece. Bencil insanlar gün geçtikçe artarken bu kadar iyi birini görmek şaşırttı beni. "
Sadece omuz silkerek " Boş verelim ... Boşu boşuna rahatsızlık verdim size de " diyerek kestirip attım bu konuyu.
Sözlerimi duyunca gözleri bir süre ifadesizce baktıktan sonra " Önemli değil " diyerek önüne döndü. Son sözlerdi bunlar. İkimizde daha fazla konuşmadık. Gözlerini kapatarak iniş vaktine kadar uyumaya çalıştım.
Uçak inişe geçtiğinde içimi kaplayan heyecan benliğimi ele geçirmişti bile. Herkesi çok özlemiştim. Arkadaşlarımı, mahallemdeki insanları, annemi, babamı.
Ah babam... Kimi zaman içimde ki yaralara merhem olan babam. Beni her zaman koşulsuz sevmişti. Hafifçe gülümsedim, yüreği güzeldi babamın. Sevdiğim kişi tarafından sevilmemek ne kadar yaramsa babam o kadar şifamdı benim. Beni tek seven adamdı babam.
O an uçağın tekerlekleri yere değerken düşüncelerimi bir kenara iteledim. İniş nihayet gerçekleştiği için derin bir nefes aldım.
Uçağın kapıları açılırken kemerlerimi açıp inmek için ayaklandım. El valizimi almak için üst bölmeye uzandım. Valizi elime aldıktan sonra uçağın kapısına doğru onunla birlikte ilerlemeye başladık. Merdivenleri indikten sonra hemen bir taksi çağırıp havaalanından ayrıldım.
Eski mahallemin girişinde taksiciyi durdurup ücreti ödeyerek taksiden indim. Benliğimi kaplayan heyecan ile valizimi bagajdan çıkaran şoföre teşekkür ettim.
" Hayırlı akşamlar evladım."
Gülümseyerek batan güneşe baktıktan sonra
" Size de efendim " diyerek karşılık verdiğimde başını sallayıp taksisine binerek gitmişti.
Yirmi beş yaşında biri olarak kendimi eski mahallemin ortasında bulmak duygularımın kabarmasına sebep vermişti. Elimdeki bavul ile İstanbulun o bir çok mazi taşıyan mavi mahallesine göz gezdirdim. Koşuşturduğumuz sokakları aradı gözlerim, acılarımız içinde yalnız oturduğumuz bankları görmek istiyordum. Uzun uzun kalıp beklediğimiz kaldırım köşelerine, hepsine teker teker bakma isteği kabardı içimde.
Derin bir nefes alırken hafifçe esen rüzgarda ensemde toplu saçalarımı serbest bıraktım. Önüme dağılan saçlarım özgürlüğün tadını alırken, rüzgarla şevkle kıvrılarak tatmaya devam ediyordu. Elimdeki valizle kaldırımın üzerinde hareket etmeye başladım.
Çok uzun bir vakit geçmişti. Unuttuğumu fark ettim koşup ezbere bildiğim yolları. Ayaklarım benden bağımsız yolunu bulma çabasında kararan havayla beraber yürümeye devam etti. Dudaklarım belli belirsiz kıvrılırken önüme düşen birkaç tutamı kulağımın arkasına iterek çantamdan çıkardığım telefonumdan Fırat amcama kısa bir mesaj çekip, geldiğimi merak etmemesini yazıp gönderdim.
Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ederken aklımın diğer köşesinde yer edinen güzel insanlar bir saniyeliğine de olsa yüreğime dokunup çekildiler.
Akın ve Savaş hâlâ burada mıydı ? Yoksa evlenmişler miydi ? Çocukluğumu ve ilk ve ortaokulda devrim yarattığımız dostlarımdı. Bir zamanlar bütün mahallenin dillerinden düşmemişlerdi. Hiperaktif olmaları ailelerini büyük sıkıntıya sokarken dedeleri sayesinde müziğe yöneldiklerinde herkes birazcıkda olsa rahat nefes almışlardı. Buralardan onlara veda etmeden gittiğim için beş yıl boyunca bana küsmüşler ve hiç arayıp sormamışlardı...
Cihan abi ; o unutulmazlarım arasında yerini koruyordu. Mahallenin en yakışıklısı, en ağır başlısı en dobrası. Merhamet desen onda, anlayış desen yine onda. O diğerlerinden hep farklı bir yanı vardı. Kimsenin tanımadığı, bilmediği yaralı bir yüreği vardı onun. Bir kez sever ve sevda defterini sonsuza dek kapatan bir adamdı o...
Behram abi canlandı gözlerimde. Sahi o nasıldı ?
Kocaman yeşil gözlü adam. En küçükleri o olsada en kalıplısı oydu. Emirin ikinci yanı, en sevdiği, en güvendiği. Ona ihanet etmektense ölmeyi tercih eden delikanlı bir adamdı.
Dalgın bir şekilde yokuş aşağı yürümeye devam ederken hava kararmıştı. Sokak lambaları aydınlanmıştı.
Dudaklarım özlemle kıvrılırken aklıma gelen kişiyle kıkırtılar döküldü dudaklarımdan.
Uzun kirpikli, kavgaya her an hazır, deli fişek Melih abi, sahi o değiş miydi ? Sanmam... Sert bakışlı, delikanlı adam ama Cihan abiden sonra en muhteşem adamdı benim için.
Güneşin yerini karanlığa bıraktığı bir akşam vakti sokak lambalarını arkamda bırakarak yürüdüğüm sokakta, hafif hafif eser rüzgar kolumu okşayıp geçerken alt dudağımı dişlerimin arasına almıştım. Önümde ikiye ayrılan yoldan sarı bina tanıdık geldiğini düşünerek o sokağa saptım. Uzun bir süre yürüdükten sonra ilerimden gelen bir ses ürkmeme sebep olmuştu.
" Buralara çok yabancısın galiba ? Değiştir yolunu derim. "
Duyduğum ses girdiğim sokağın sonundan geliyordu. Kısılan bakışlarımla sesin geldiği yönü takip ettiğimde karşılaştığım şey ; kirli duvara sırtın yaslamış, ellerini göğsünde bağlayan asi bir genç olduğunu tahmin ettim. Başındaki kapşonla beraberinde başını öne egdiği için yüzünü net seçemiyordum. Aniden patlayan sokak lambasıyla olduğum yerden sıçradım. Etrafıma tekrardan baktığımda, varlığına dair kalıntıları karanlığa bulaşan sokakta kaybolmuştu.
" Hey ! Orada mısın ?" dedim yüksek çıkan sesimle.
İçimi kaplayan huzursuzlukla çantamdan telefonumu çıkarıp artık birilerini aramam gerektiğini anlamıştım.
" Üzgünüz!" dediğini duyduğumda çok geç kalmıştım. Başımda hissettiğim yoğun ağrı ile önce ağzımdan acı bir çığlık koptu sonra da elimde ki telefon yere düşmüştü. Ensemde hissettiğim sıcak, akışkan sıvıya sağ elimi uzatarak dizlerimin üzerine düştüm. Ufak ufak bilincimi kaybederken soğuk zemine yığılmıştı bedenim.
" Elinin ayarını sikeyim Ayhan !"
" Ölmez değil mi ?"
" Ne bileyim ben !"
Bilincim kapanırken seslerde bulanıklaşıyordu. Bir çığlık duydum.
" Koş lan biri var orada!"
Sonra bütün her şey kara bir delik gibi içine çekti benliğimi. Bu kaçıncı en tepeden yere çakılışımdı ? Sayamıyacağım kadar çok
...
:) Bölümün Sonu
Eğer beğendiyseniz
👇
⭐oy ve 💭 yorum yapmadan geçmeyin lütfen ...
YENİDEN YAZILMIŞTIR ☑️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro