9. Bölüm: "Çok güzel uyuyordun."
Satır arası yorumlarınızı seviyor ve bekliyorum. İyi okumalar!❤
×××
Elimi çabuk tutmaya çalışarak üstüme kazağımı geçirirken elektriklenen saçlarımla ofladım. Önce saçımı toplama aptallığıma kısa bir küfür edip saçlarımı tekrar açtım ve bu sefer topuz topladım. Üzerime hırkamı aldım ve çantamı da alıp odamdan çıktım. Evden çıkıp ayakkabılarımı giyerken üst kattan kapı kapanma sesi geldi.
Dün nasıl oldu bilmiyorum ama gün doğana kadar terasta ikimiz de uyuya kalmıştık. Battaniyenin sıcaklığı iyi gelmiş olmalıydı. Bedir'in beni dürtmesiyle uyanmıştım ve hemen babaannemin evine kaçmıştım. Bir iki saat yatıp uyumaya çalışsam da bu pek mümkün olmamıştı. Daha sonra kendi evime geçip üstümü giyinmeye başladığımda saatin bu kadar geç olduğundan haberim yoktu. Kahvaltı bile edememiştim.
Kafamı kaldırdığımda merdivenlerin başında olduğunu gördüm. "Günaydın." dedi. Aynı şekilde karşılık verdim. Birlikte evden çıktık. Otobüs durağına kadar aramızda başka bir konuşma geçmedi. Durağın önüne geldiğimizde hafifçe bana döndü ve ilerideki fırını gösterdi. "Simit alacağım, sen de ister misin?"
Kahvaltı etmediğimden dolayı açtım. "Olur, kahvaltı etmedim ben de. Bugünlük senin usulünde yapalım bakalım kahvaltıyı."
Gülümsedi. Birlikte fırına girdik. İki tane simit istedi Bedir. Orta yaşlı amcadan simitleri aldıktan sonra çıktık. Simitlerimizi yerken otobüsü bekliyorduk. Yirmi dakikayı geçtiğinden dolayı otobüsü kaçırdığımızı anladım. Sonradan gelen otobüse binip kütüphanenin yolunu tuttuk. Sevtap Hanım henüz gelmediği için olası bir fırçadan kurtulmuş olmuştuk.
Öğle molasına kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Melih'in yanıma gelip öğle molasına girdiğimizi söylemesiyle Melih'le birlikte terasa çıktık. Tayfun ve Selin'i bir masada oturuyor görünce Melih ve ben de yanlarına geldik. İkisi de burada çalışıyordu. "Merhaba, oturabilir miyiz?" diye sordum nezaketen.
Selin gülümseyerek başını salladı. "Tabii, gelin."
Selin'in yanına oturdum. Melih de yanıma oturdu. Etrafa bakıp Bedir'i aradım. Bugün kütüphaneye geldiğimizden beri bir kere görmüştüm. Burada olduğunu zannetmiştim ama yoktu.
Melih, benden daha eski olduğu için burada kolayca muhabbet açmış Tayfun'la konuşuyordu.
"İşe alışabildin mi?" Selin'in sorusuyla ona döndüm. Başımı salladım gülerek. "Evet ya alıştım. Bir zorluğu da yok. Hatta çok sevdim."
"Evet öyle, bence de çok keyifli. Sadece benim evime biraz uzak olduğu için geliş gidişlerim sıkıntı oluyor. Aslında sorun sabah erken kalkmak."
"Uykuyu seviyorsun anlaşılan?"
Keyifle gözlerini kapatıp başını salladı. "Kesinlikle! Hatta kütüphane sessiz olduğu için sürekli uyuyasım geliyor. Tayfun sürekli uyandırıyor."
Tayfun kendisinden bahsedildiğini anlayınca buraya dönmüş ve kaşlarını çatmıştı. "Kızım işin ortasında uyuyorsun sürekli." Yüzündeki hafif gülümsemeyle bana döndü. "Böyle enerjik durduğuna bakma, ellerinde kitap taşırken bile uyuma potansiyeli var bu kızda."
Güldüm. Selin kumral saçları ve bal rengi gözleri olan çok güzel bir kızdı. İlk kez bu kadar uzun sohbet etme fırsatımız olmuştu ve enerjisini de sevmiştim.
"Siz burada mı tanıştınız?" diye sordum Selin'e doğru. Başını salladı. "Evet, burada tanıştık. Pek anlaşamayız ama mecbur katlanıyoruz." dedi gülerek. Tayfun gözlerini kıstı. "Asıl ben sana katlanıyorum."
Bu tür atışmalara Hazal ve Güney'den alışık olduğum için yadırgamadım. Ama onlarınki biraz daha farklıydı. Çünkü ikisinin de sevgilisi varmış.
Etrafa tekrar bakındım. Bedir hala yoktu. Sigara içmeyecek miydi bugün?
"Sahi, Bedir nerede?"
"Bilmiyorum ki, normalde öğle molasında terasa çıkardı o da hep ama." Sandalyemi geriye itip kalktım. "Ben bir bakayım, kendini bir kitaba kaptırmıştır kesin."
Terastan çıkıp merdivenleri inerken telefonumu çıkartıp aradım ama açmadı. "Neredesin?" diye mesaj da attım ama ona da dönmedi. Kata geldim, bankoda yoktu. Kitapların arasında gezindim ama bulamamıştım. Sonra aklıma gelen şeyle Sevtap Hanım'ın odasının yanındaki odaya yöneldim. O oda burada çalışanlar için hazırlanmış bir odaydı. Odada iki tane koltuk ve bir tane de eşyalarımızı koyabileceğimiz büyük sayılabilecek bir dolap vardı. Öğle molalarında falan dinlenmek isteyenler içindi ama biz genelde artık mekanımız olan teraslarda takıldığımız için burasını kullanmazdık.
Odanın kapısını aralayıp içeriye baktım. Gördüğüm görüntüyle istemsizce gülümsemiştim. Sessizce odaya girip kapıyı kapattım. Bedir, ikili koltuklardan birine uzanmıştı. Çok kalıplı biri olmadığı için -hatta normalden zayıftı- koltuğa sığabilmişti ama boyu yüzünden üst üste attığı ayakları koltuğun kolçağından sarkıyordu. Elleri göğsünün üzerinde toplanmıştı, uzamaya başlayan gür ve düz saçları alnına dökülmüştü. Hatta kirpiklerine karışmıştı. Kirpikleri uzun ve sıktı.
Kendimi kaptırdığımı anlayınca silkelendim ve kendime geldim. Alt tarafı güzel bir yüzü vardı. Uzun uzun betimlemelere gerek yoktu. Hem ben betimlemelerden nefret ederdim. 10. sınıfta, Edebiyat sınavında da betimleme yapmaktan nefret ettiğim için boş bıraktığım üç beş soru yüzünden dersten kalıyordum. Hatta baraj ders olduğu için sınıfta kalıyordum ama çok sevdiğim hocam sözlülerle geçirmişti. Aklıma gelmişken, sahi o adama ne olmuştu? İnşallah büyük bir yazar olmuştur zira olmadıysa sınav sorularını bile bir şair edasıyla soran hocaya yazık olurdu.
Kendime gelmem biraz uzun sürse de Bedir'in karşısındaki koltuğa kendimi attım. Neden uyuyordu ki? Gece terasta uyumuş olmalıydı. Uykusu hala mı vardı? Uyandırmalı mıydım?
Uyandırmak için molanın bitmesini bekleyebilirdim. Molada buraya uyumaya geldiğine göre uykusu var demektir. Bundan ben de faydalanabilirdim sanırım. Koltukta yaslanıp rahat bir konuma geçtim ve ben de gözlerimi kapattım.
Bir süre sonra gözlerimi araladığımda kısa süre olsa da uyuduğumu anladım. Telefonumu çıkarıp saatime baktım. Molanın bitmesinin üzerinden yarım saat geçmiş! Hızlıca ayaklanıp Bedir'e baktım ama yoktu! Nasıl olur da beni uyandırmaz?!
Odadan çıkıp bankoya geldim. Bedir, buradaydı. Elindeki kitabı okuttuktan sonra sisteme girip yanında dikilen kıza uzattı, kız da teşekkür edip elinden aldı. Kız oradan uzaklaşırken hızlıca yanındaki sandalyeye oturdum. "Neden beni uyandırmadın?"
Önündeki bilgisayara bakarken cevapladı. "Çok güzel uyuyordun." Ben şaşkınlıkla ona bakarken onun da klavyenin üstündeki eli durmuştu. Hafifçe bana döndü. "Yani, güzel uyuyordun."
Daha da bana dönüp yüzüme baktı. "Yani, dalmıştın. Derin uyuyor gibiydin. Sevtap Hanım da olmayınca biraz daha uyu dedim."
"Hıhım." diye mırıldandım. Bir an öyle söyleyince heyecanlanır gibi olsam da kısa sürmüştü, çok kısa.
"Gece rahat uyuyamamışsındır terasta diye, iyice dinlen diye."
"Anladım."
"Bugün arkadaşların gelecek ya, uykunu almış ol diye yani."
"Tamam, sıkıntı yok."
"Zaten çok kalabalık yoktu. Ben idare ettim."
"Tamam Bedir." Ayağa kalktım. İlerideki kitaplıkları işaret ettim. "Şurada düzenlenecek kitaplar vardı, bir bakayım."
Hızlıca oraya yönelip gözden kayboldum. "Güzel uyuduğum için uyandırmadığı" lafını kıvırması mı canımı sıkmıştı? Ne münasebet! Hem akşam arkadaşlarımın geleceğini bildiği için uykumu almadığımı düşünmeyip uyumam için bırakması daha güzel değil miydi?
Ne saçmalıyorum ben! İki düşünce de saçmaydı. Nasıl uyandıracağını bilemediği için uyandırmayıp kendi kendime uyanmamı beklemiştir. Aynen.
×××
Akşam olmuştu ve kütüphanenin kapanış saati gelmişti. Bu akşam Hazal ve Güney gelecekti. Babaannem yemekleri sabahtan koymuştur kesin.
Masanın üstünü toplarken babaannemi aradım ve omzumla kulağım arasına yerleştirdim. İnşallah telefonu duyardı. Telefon kapanmaya yakın babaannemin sesini duyunca gülümsedim.
"Alo, babaanne?" dedim gülerek. Sesini duymak bile beni mutlu ediyordu.
"Feyza, sen misin güzel kızım?"
Güldüm, okuma yazması vardı ama telefonu her açtığında bunu sorardı. "Evet babaanne, benim. Ne yaptın, yemekleri hazırladın mı?"
"Evet evet, Güney oğlum sever diye et kaynattım. Sen geliyor musun?" Şu, sonu gelmeyen kurbandan kalan etler...
"Bir yarım saate çıkarım ben de. Pasta alacaktım ama Hazal istemedi. Ben de akşamdan sonra otururken süt helvası yaparım dedim. Evde malzeme var mı? Gelirken alayım."
"Var var her şey, sen gel yeter."
"Tamam sultanım, öpüyorum seni. Görüşürüz."
"Görüşürüz, dikkat et kendine güzel kızım. Otobüs falan kalabalıktır şimdi, aman dikkat et kuzum. E mi?"
Gülümsedim kocaman. "Tamam sultanım, senin için çok dikkat edeceğim kendime. Merak etme sen."
"Bedir oğlumla beraber geliyorsunuz zaten diye içim daha rahat. Aklıma gelmişken Bedir oğluma da selam söyle."
"Tamam babaanneciğim, söylerim. Kapatıyorum şimdi."
Babaannemin son kez "kendinize dikkat edin" uyarılarından sonra telefonu kapattık. Gülümseyerek telefonu cebime koydum. Hayatınızda sizi düşünen birilerin varlığı çok güzel ve özeldi gerçekten.
Masayı toparladıktan sonra sandalyeleri masaların üzerine kaldıran Bedir'e yardıma gittim. Onun gibi sandalyeleri kaldırmaya başlarken babaannemin selamı geldi aklıma. "Babaannem selam söyledi sana. Dikkatli gelin dedi."
Babaannemin lafı geçince gülümsedi. "Aleyküm selam." Tereddütlü bakışlarını görünce ona döndüm. "Bir şey mi diyeceksin?"
Elimdeki sandalyeyi gösterdi. "İstersen bırak sen git, misafirlerin gelecek geç kalma. Zaten bir etraf silinecek. Ben hallederim."
Omuz silktim. "Babaannem hazırlamış her şeyi zaten. Benlik bir iş yok. Birlikte çıkarız."
Hızlıca etrafı da sildikten sonra işimiz bitmişti. Melih'e çıktığımızı haber verip kendimizi dışarı attık. Derince havayı kokladım. Temiz hava gibisi yoktu.
Mahallede otobüsten indiğimizde eve doğru yürümeye başladık. Önüne geldiğimiz marketle duraksadım. Gece için birkaç abur cubur alsam iyi olurdu. Hatta Hazal'ı gece kalmaya ikna edersem kızlar gecesi bile yapabilirdik.
"Bedir, benim birkaç bir şey almam lazım marketten. Sen gidebilirsin istersen, beni bekleme."
Duraksadı, bana döndü. Ağzı hafifçe aralandı. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "Peki, ben gidiyorum o zaman?" Başımı salladım. O arkasını dönüp giderken ben de markete girdim. Birkaç cips, çikolata gibi şeylerden aldıktan sonra en sevdiğim içecek olan çikolatalı sütlere yöneldim. Bayılıyorduk Hazal ile ikimiz. Güney sevmese de bize eşlik ediyordu.
Elime aldığım dört tane çikolatalı sütle kasaya yönelirken aniden duraksadım. E biz üç kişiydik. Dördüncüsünü kime almıştım o zaman? Ne, Bedir'e mi? Gelecek miydi ki o da? Onu da çağıran bir cümle kullanmamıştım ona karşı ama hediyeyi birlikte seçmiştik. Onun da gelmesi gerekmez miydi? Arkadaşlarımla tanışmıştı, gelse yabancılık çekmezdi. Gelmeli miydi? Hazal ve Güney ister miydi?
Oflayarak kasaya yürüdüm. "Aman be! Gelirse gelir gelmezse gelmez! Ne diye bu kadar düşünüyorum ki?"
Ama ben çağırmazsam da damdan düşer gibi gelmezdi ki.
Her konuda çok fazla düşünen ve çok fazla irdeleyen bir insan olmuştum hayatım boyunca. Kendi kendime düşünüp kafa yemelerim de bu yüzdendi kesinlikle.
Kasada parayı ödeyip poşeti aldım ve hızlıca eve doğru yürüdüm. Kapının önüne geldiğimde duraksadım. İki haftadır işten her döndüğümüzde Bedir elini cebine atar ve kapıyı o açardı. Ama şimdi iş başa düşmüştü.
Oflayarak poşeti bacaklarımın arasında sıkıştırıp çantamda anahtar aramaya giriştim. Çantam gün içinde iki şey için lazım oluyordu: cüzdanım ve telefonum. Öyleyse bu içindeki saçma takılar, tokalar, taraklar, kağıt ve kalemler(?) de neydi böyle!
Çantamla kısa süren bir boğuşma sonrası anahtarımı çıkardığımda gülümsedim. Bugün bu çantamın içini düzenlemek şart olmuştu. Kesin düzenleyecektim. Kesin(!)
×××
Çalan zille birlikte yerimden kalkıp kocaman gülümsedim ve otomatiğe bastım. Kimin geldiğini bilsem de merdivenlerden bağırdım. "Kim o?" Bu, camdan bakmadan kapı açma huyum babaannemi bir gün kalpten götürecekti. Ama ben de üşeniyordum işte. Git camdan bak, sonra kapıya yürü kapıyı aç falan, ohooo!
"Kimi bekliyorsun başka, kız!" diye bir sesleniş duyunca gülümsedim. "Çabuk olun hadi, ev soğudu!"
Hazal ve Güney'i içeri aldım ve ev sahibi sorumluluklarından biri olan hırka toplama görevimi yerine getirdim. Daha sonra salona geçtik. Güney, babaannemin yanaklarına sulu sulu öpücüklerinden konduruyordu. Hazal, Güney'i ittirdikten sonra o da babaanneme sıkıca sarıldı.
Güney babaannemle klasik muhabbetlerine girişirken ben de ocağın üstünden çektiğim yemekleri masaya götürdüm. Ben işten gelince çorba yapmıştım bir tek, diğerlerini babaannem halletmişti.
"Yemekler hazır."
Güney gözleri parlayarak masaya doğru geldi. "Nasıl açım anlatamam." Yanıma gelip yanağımdan makas aldı. "Sırf senin ve babaannemin yemeklerinden daha çok yiyebileyim diye gün boyu bir şey yemedim. Kendimi size sakladım. Kıymet bilin."
"Bu sefer daha çok babaannemin emeği var yemeklerde."
Hazal gülerek yanına oturan Güney'in omzuna vurdu. "Hadi oradan. Emin misin gün boyu yemek yemediğine? Sanki seni tanımıyoruz."
Güney, kaşlarını çatarak Hazal'ın kulağına eğildi ve güya fısıldadı. "Kızım bozmasana, lafın gelişiydi o."
Gülerek masaya yerleştiler. Herkese çorbasından koyduktan sonra ben de yerime geçtim. Babaannem başa oturmuştu. Sağında Güney, onun yanında Hazal vardı. Ben de Güneyin karşısına oturmuştum.
"Bedir oğluma yemek götürdün mü Feyza?"
Babaannem her gün Bedir'e yemek götürmekten vazgeçmiyordu. "Yemek yiyelim, götürürüm."
"E çağıralım o zaman onu da, o da gelsin yesin bizimle birlikte." Güney'i dinledikten sonra Hazal'a döndüm. Başını salladı. "Bence de gelsin."
O sırada zil çaldı. "Ben bakarım." diyerek ayaklandım ama buna gerek yoktu. Zaten her türlü ben bakacaktım.
Kapıyı açtım. Gülümsedim. Bedir, elinde birkaç tabakla karşımdaydı. Bir eliyle tabakları tutarken diğer eli ensesindeydi. Ben olsam o tabaklar çoktan yeri boylamıştı.
Tabakları bana doğru uzattı. "Merhaba Feyza. Ben bu tabakları getirdim. Daha önce yemek getirdiğinden kalanlar. Tekrar Mediha teyzenin ellerine sağlık." Uzanıp tabakları aldım. Gülümseyerek konuşacaktım ama o hızla arkasını döndü. Hızla seslendim. "Bedir!"
Durup arkasını döndü. "Nereye gidiyorsun?" dedim.
"Çorbacıya." dedi. Gülümseyerek bir adım geri gittim ve kapıyı onun için araladım. "Hazal ve Güney burada. Yemeğe yeni başladık biz de. Sen de gelsene."
"Yok, rahatsız etmeyeyim sizi ben. Teşekkür ederim teklifin için." Oflayarak kapıdaki elimi çektim.
Tabakları yan tarafımdaki portmantoya bırakıp bir elimi kapı pervazına yasladım. Ayağımı kapı dışına atıp Bedir'in bileğinden tuttuğum gibi bir adım öne çektim. "Hadi ama yemekler soğudu. Gel işte."
Bedir önce bileğindeki elime sonra da bana baktı. Bileğini bırakıp geri çekildim. "Yani, gelmek istiyorsan tabii. Zorlayamam."
Gülümseyerek ayakkabılarını birbirine sürterek çıkardı. "Peki."
Kapıdan çekilip içeri girmesi için yer açtım. Bedir ellerini yıkarken de tabakları mutfağa bırakıp onun için çorba döktüm. Gelince birlikte masaya oturduk.
Sanki her gün bu şekilde yemek yiyormuşçasına keyifliydi sofra. Güney ağzına attığı her lokmada bana ve babaanneme övgüler yağdırıyordu. Babaannem her seferinde gülüp yanındaki Güney'in yanaklarını çekiştiriyordu. Hazal her zamanki gibi Güney'e sataşıyordu. Bedir pek konuşmasa da yüzünden gülümsemesini hiç silmemişti.
Yemeğin sonuna geldiğimizde Güney elini karnına atarak arkasına yaslandı. "Elhamdülillah, çok yedim. Kesenize bereket."
"Doydun mu bari?"
Güney gülerek Hazal'ın omzuna yaslandı. "Hım, doydum ama sana kadar yer var. İstersen seni de yerim."
Hazal omzuyla indirdi Güney'i. "Yaslanma, düşeceğim şimdi hayvan."
"Ellerine sağlık." Onlar didişirken yanımdan gelen sesle irkilip oraya döndüm. Gülümsedim. "Afiyet olsun. Ama sen çok az yedin. Bir tabak çorba ve bir kaşık pilav sadece."
Omuz silkip güldü. "Doydum ama."
Tabakları üst üste toplarken söylendim. "Nasıl mideniz var sizin de anlamıyorum ki." Elimle Güneyi gösterdim. "Birinizi doyuramayız," Daha sonra Bedir'e döndüm. "diğerinizin ağzına zor yemek sokarız."
Topladığım tabakları mutfağa götürürken Hazal da bardakları topluyordu. Gelen seslere bakarak Güney'in bardak toplamaya yardım etme girişimi sonrası artık ne yaptıysa Hazal onu sinirle oturttuğunu anladım. Hep bu taktiği yapardı pislik. İş yapmak istemediğinde o işi baştan savma yapıp bizi sinirlendirirdi. Biz de işini elinden alınca hedefine ulaşırdı.
Ben Hazal'ı beklerken elinde bardak tepsisiyle mutfağa giren Bedir'i görünce şaşırdım. Hızla ona doğru atıldım. "Sen otursaydın, ne zahmet ettin. Toplardık biz, misafirsin sen." Tepsinin kenarlarından o, altından ben tutmuştum.
Güldü. "Elime yapışmazdı."
Tepsiyi alıp tezgaha koyarken teşekkür ettim. Bedir içeri giderken Hazal da masada kalan şeyleri getirmişti. Ben hızlıca bulaşıkları hızlıca sudan geçirirken Hazal da makineye dizdi. Böylelikle çabucak ortalığı toplamış olduk.
Odaya döndüğümüzde Bedir ve Güney yan yana oturmuş sohbet ediyorlardı. Babaannemi göremeyince onlara doğru sordum. "Babaannem nerede?"
"Odasına gitti, uyuyacakmış."
Başımı sallayıp Hazal ile birlikte karşı kanepelerine oturduk. "Ee beyler, nasıl gidiyor?" diye ortaya soru attı Hazal.
Güney gülerek omuz silkti. "Her zamanki gibi. Ev, kahve arası mekik dokuyorum."
"Senin nasıl gidiyor Bedir? Feyza ile iş arkadaşı olmak nasıl bir şey?"
Bedir gülerek bana baktı. "Güzel. Yani... iyi anlaşıyoruz. Bir sıkıntı olmuyor."
Gülerek bulaşık yıkarken topladığım saçlarımı omuzlarımın üstüne saldım. "İş yerinde vukuatımın olup olmadığını mı öğrenmeye çalışıyorsun Hazal?"
Kıkırdadı. "Hala kovulmadığına göre yok demek ki."
Ona ters bir bakış atıp geriye yaslandım. "İşi sevdim. Şimdilik kovulmaya niyetim yok."
"Lan! Maç vardı bugün, nasıl unuttum!" Güney'in kısa çaplı haykırışıyla Hazal hızla uzanıp sehpanın üstünden televizyon kumandasını aldı ve arkasına sakladı. "Hayır Güney! Maç yok bugün!"
Güney gözlerini kıstı. "Ama Hazal!"
Omuz silkti. "Ya kırk yılın başı bir araya gelmişiz. Maç mı izleyeceksin?"
Başını sallayarak Hazal'ı onayladım. "Aynen."
"Ama bu milli maç!" diye isyanını sürdüren Güney ile Hazal ve ben bir anlık duraksadık. Normal lig maçlarını sevmezdik ama milli maçların da çoğunu kaçırmazdık.
Hazal ile kararsızca bakışınca yenik düşmüş bir şekilde başımı salladım. "Of, tamam o zaman." diyerek kumandayı Güney'e uzattı. Güney kanalları aramaya başlayınca ayağa kalktım. "Ben bir çay koyayım o zaman."
Güney elini hızlıca kaldırıp durdurdu beni. "Şşşt, dur orada bakayım. Burada ben varken kimseye çay demlemek düşmez. Hem sen benim gibi de demleyemezsin zaten."
Bu tavırlarına karşılı burun kıvırdım. Kahvehaneci tribi miydi bu?
"Sanki üşendiğinden bana demlettiğin çaylar olmadı! Bal gibi de keyifle içtin. Şimdi artistlik yap! Neyse ben koyayım suyu."
Mutfağa gidip suyu koydum ve döndüm. Geldiğimde maç çoktan başlamıştı. Güney, Bedir'in hiç maç izlemediğini bildiği için bir abi edasıyla konuşuyor, maçı ve takımın durumunu anlatıyordu.
Bir süre sonra Türkiye hızlı bir hücuma çıktığında Güney de susup tamamen televizyona döndü. Hafifçe gülümseyerek ona seslendim. "Güney, hadi çay kaynamıştır. Git demle."
"Dur, şimdi olmaz."
"Ama çay kaynıyor."
Oyuncularımızdan biri yere düştükten sonra hakem serbest vuruş kararı vermişti ve kaleye epey yakın bir noktadan kullanılacaktı. "Güney!" dedim tekrar inatla.
"Of tamam! Kazandın, demlemiyorum çay falan." diye konuştu televizyona bakarak hızlıca. Bir şey kaçırmaktan korkuyordu. Gülümseyerek ayağa kalktım ve mutfağa yöneldim. Çayı demlerken Hazal da geldi. Sitemli sesi usulca kulaklarımı doldurdu. "Of, bu çocuk neden laftan anlamıyor?" Elindeki telefona bakıyordu.
Kaşlarımı çattım. "Kim o?"
Ofladı. "Faruk. Sınıftan bir çocuk. Dönem ödevi için yardım istedi, yardım ederim dediğime pişman oldum. Bu, beni dışarda buluşmaya üçüncü davet edişi. Üniversitenin kütüphanesinde yaparız diyorum, değişik değişik kafeler öneriyor. Bir ara ev konusunu açar gibi oldu da şükür ki verdiğim tepkiden korkup sustu."
"Niye, kendi yapamıyor mu ödevini?"
"Konusu, benim geçen sene çalıştığım konuydu. Nasıl hafızası varsa, unutmamış valla. Kendi de yapar da, işte... Sorunca boş bulunup yardım ederim dedim aptal gibi."
"Bu iyi niyetin bela olacak sana bir gün Hazal."
Kafasını salladı bezmişçe. "Biliyorum. Yarın gidip söyleyeceğim okulda yardım edemeyeceğimi. Kendi uğraşsın yapsın be, el alemin derdi neden beni geriyorsa."
Güldüm. "Sonunda anladın."
Hazal salona geçerken Hazal'ın hediyesini alıp ben de arkasından girdim. Gülümseyerek hediye paketini ona uzattım. "Al bakalım, geleceğin öğretmeni."
Hazal gözlerini kısarak tehditkarca baktı. "Hani hediye almak yoktu?"
Omuz silktim. "Ben öyle bir söz vermedim." Güney de dikkatini tamamen buraya vermişti. "Ben de." dedi ve koltuğun yanından çıkardığı paketi ona uzattı. Hazal sitemli olsa da gülümseyerek aldı. "Sizinle ne yapacağım ben ya?"
İlk önce benim hediyemi açtı. "Ya çok güzel! Bu tür kitaplara eskisinden daha çok ilgiliyim. Gerçekten öğretmede en önemli şey çocuk psikolojisini anlayabilmek." Uzanıp bana sarıldı diyemeyeceğim resmen üstüme atladı. "Çok teşekkürler. Duygulandırdın ama ağlamayacağım. Güney sonra dalga geçiyor."
Geri çekilince gülümseyerek Bedir'e baktım. Bizi izliyordu. "Bedir ile birlikte seçtik hediyeni. Hatta Bedir seçti diyebilirim." Hazal bana imalı bir bakış atıp Bedir'e döndü. "Bu duygusuzun tek başına seçemeyeceğini anlamalıydım. Teşekkür ederim Bedir."
Bedir de gülümseyerek teşekkürünü aldı. Sonra Güney'in hediyesini açtı. Pislik yine Hazal'ı can evinden vurmuştu. Bir öğretmen hastalığı olan pilot kalem hastalığı vardı Hazal'da da. Pilot ve renkli kalemlerden oluşan bir kalem seti almıştı. Kalemlerin renkleri o kadar güzeldi ki Hazal hediyeyi görünce kocaman güldü ve Güney'e sarıldı. "Teşekkürler. Çok güzeller. Bunlarla öğrencilerimin defterlerine yıldızlar gülücükler çizeceğim." Güney de onun kulağına bir şeyler söyledikten sonra ayrıldılar.
Biz Hazal'ın kalemlerini incelerken Hazal'ın telefonu çaldı. Oflayarak ekranı bana tuttu. Faruk arıyordu. Ayağa kalktı. "Yetti ama, şunun bir ağzının payını verip geliyorum." dedi ve odadan çıktı.
Başımı çevirdiğimde Bedir'le göz göze geldik. Bakışlarını hemen kaçırıp televizyona çevirdi.
"Hazal nereye gitti?"
Güney'in sorusuyla ona baktım. Kaçamak bir cevap verip Hazal'ı Güney'den kurtarabilirdim ancak doğruyu söyleyip Faruk'tan kurtarabilirdim. Niyeyse ikincisi kulağa daha hoş geliyordu.
Önemsiz bir şeymiş gibi elimi havada salladım. "Önemli bir şey değil. Sınıfından bir çocuk, sürekli Hazal'ı arayıp mesaj atıp rahatsız ediyormuş da. Yine aradı."
"Ne!" Güney'in aniden ayaklanmasıyla sırıttım. Küfür ede ede odadan çıktı. Birkaç saniye sonra sesleri geldi. "Ver sen şu telefonu, ne demek rahatsız ediyor Hazal?! Ben onun var ya..." diye devamı sansürlü ilerleyen konuşması tam Güney'likti. Birkaç saniye sonra telefonu Hazal'dan almış olmalı ki karşıdaki kişiye hitaben konuşmaları sürdü.
Gülerek başımı salladım. "Aptallar. Madem aşıksınız niye birbirinize çektiriyorsunuz?"
"Ne?" Bedir'in sesli tepkisiyle ona baktım. Şaşırmış gözüküyordu.
"İkisi birbirine mi aşık?" diye sordu kapıyı göstererek. Kaşlarımı kaldırdım şaşkınlıkla. "Fark etmedin mi hiç gerçekten, ikisinin de birbirinin üstüne ne kadar düştüğünü?"
Şaşkınlıkla aralanan dudaklarından bir nefes verdi. "Yani... sen arkadaşız demiştin. Ben de arkadaş olmanıza bağlamıştım."
Alaycıl bir şekilde gülümsedim. "Evet, arkadaşız. Onlar da arkadaş. Ama bu birbirlerine başka duygular besleyemeyecekleri anlamına gelmez. Arkadaşlar birbirlerini bu derecede kıskanmaz hem. İkisi de bu konuda normal değil."
"O zaman neden birbirlerine söylemiyorlar?"
Omuz silktim. "Ben de bilmiyorum. Sanırım ilişkiyi yönetemezlerse arkadaşlıklarını da kaybetmekten korkuyorlar."
"Ben pek ilişkilerden anlamam ama yine de bu kadar seviyorlarsa ilişkilerini neden yönetemesinler ki?"
Dahası da vardı. Aileleri. Hazal'ın babası Güney'i sevmiyordu. Güney'in annesi ise Hazal'ı. Arkadaşlıklarına bile karşı çıkıyorlardı.
"Bilmiyorum." dedim. "Ben de bu işlerden pek anlamam zaten." Başını "anladım" dercesine salladı ve televizyona çevirdi. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı.
Onun gülümsemesi bana da bulaşmıştı. İlişkilerden anlamam mı demişti o?
Hafifçe silkelendim. Olabilirdi. Herkesin anlamasına gerek yoktu. Buna gülmemiştim zaten. Maça gülmüştüm. Rakip takım çok saçma bir şekilde gol yemişti. Evet evet, rakip takım...
×××
Karakterlerden duygu size geçiyor mu, hissedebiliyor musunuz?
Saygı sevgi boyutunda her türlü eleştiriye ve fikir beyanına açığım.❤
Bölüm nasıldı?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro