6. Bölüm: Kütüphane
×××
Güneş doğuyordu yavaş yavaş. Apartmanlardan ve camımın konumundan dolayı güneşi göremesem de etrafa yaydığı kızıllığı görebiliyordum. Saat daha yediydi. Yarım saattir uyanıktım ve bir daha uyuyamamıştım. Düşünüyordum, düşünmem gereken çok fazla şey vardı.
O gece terasta nasıl oldu da uyuyakaldım, bilmiyordum. Yatağa yattığımda bile hemen uyuyamayan ben, Bedir'in yanında uyuyakalmıştım. Gece iyiden iyiye etrafa çökmüşken beni uyandırmıştı ve babaannemin evine kapıya kadar bırakmıştı. Gerek yok desem de uykulu halimle düşebileceğimi söylemişti. Karşı çıkmamıştım.
O gün ve ertesi gün babaannemde kalmıştım. Babamı sadece dün gece babaanneme gelmeden önce görmüştüm. O da yorgun gözüküyordu. Şantiyede usta çalışıyordu, zor bir işi vardı ama onu yoran şeyin işi olmadığını biliyordum. Eve geldiğinde daha çok yorulduğuna bahse girebilirdim.
Mutfağa geçip çayı koydum. Bugün Bedir ile birlikte kütüphaneye gidecektik. Eğer biraz gıcık bir tipte olan müdür ikna olursa ikimizin de ilk iş günü olacaktı. Bu konuda Bedir'e de güvenemiyordum. Müdür ters bir şey söylese kapıdan çıkıp gidecek bir havası vardı.
Çay kaynayınca demledim. Dün sabah babaannem Bedir'i yemeğe çağırsa da evde bulamamıştı. Akşam da Bedir'i kapıda yakalayıp eline birkaç tas yemek tutuşturmuştu. Bedir'in bu durumdan rahatsız olduğunu hissediyordum. Geçen kahvaltıda da onu kötü yapan şeyin ne olduğunu anlamamıştım ama en son yediği yumurtadan sonra kötü olmuştu. Yumurtayla ilgisi vardı ama alerjisi olmadığını söylemişti. Alerjisi de yoksa neden kötü olmuş olabilirdi ki?
Kısa bir kahvaltı yaptım: biraz çay, bir dilim ekmek ve peynir. Bu sabah hiçbir şey yiyesim olmasa da babaannemin dediği gibi, yolda bayılmak istemezdim.
Ortalığı biraz toplayıp babaannem için de kahvaltı hazırladım. Yarım saate kalkardı o da.
Daireden çıkıp bir alt kata indim. Kendi evime sessizce girip odama yöneldim. Üstümü değiştirip bir kot üzerine kazak giydim. Saçlarımı tarayıp omzumun üstünden saldım. Uzun saçlarım vardı. Bakımı kısa saçlara göre daha zor olsa da dün gece yatmadan duş aldığım için şu an iyi durumdalardı.
Dudaklarım sık sık çatlardı. Bu yüzden nemlendirici krem sürüp son olarak üzerime ince bir kaban aldım. Saate baktım. Sekize on vardı. Kütüphaneye buradan bir otobüsle gidiliyordu. Arabayla normalde beş dakika olan yer otobüsle yirmi dakikayı bulabiliyordu.
Aceleyle kapıyı açtım. Yine erken kalktım diye oyalanıp geç kalmıştım! Hemen ayakkabılarımı giyip doğruldum. Merdivenleri çıkmaya başladım. Umarım Bedir hazırlanmıştır. Onunla haberleşmeye yarayan hiçbir iletişimimiz olmadığı için çıkıp kapısına vurmam gerekecekti.
Babaannemin katına gelince duraksadım. Bedir, kapıdaydı. Elini uzatıp kapıya vurmak istedi ama son anda elini çekip saçlarına daldırdı. Beni hala fark etmemişti. Bu hali komik geldi.
"Bedir?" dedim gülerek. İrkilerek arkasına döndü. Şaşkınlıkla baktı. "Feyza?"
"Ne yapıyorsun kapıda?"
"Kütüphaneye gideceğiz demiştin ama üstüne pek de konuşamayınca sana haber vermem gerekiyor mu diye kararsız kalmıştım. Buradasın sanmıştım."
O gün terasta ağlayarak ona işi anlattığımı hatırlayınca utandım. Resmen karşısında ağlamıştım! Bu çok utanç vericiydi.
Lafa girip beni kurtardı. "Hazırsan gidelim?"
Başımı sallayıp merdivenlerden indim. Arkamdan geldi. Durağa kadar konuşmadık ve otobüs gelince bindik.
Kütüphanenin önüne geldiğimizde Bedir'e döndüm. "Kütüphane müdiresi biraz... gıcık bir tip. Öyle saçma sorular sorabiliyor. Saçma sorularını görmezden gel." dedim ılımlı bir sesle konuşarak. Başını salladı. "Peki, deneyeceğim."
Birlikte Sevtap Hanım'ın odasının katına geldik. Melih buradaydı. Bu çocuk burada mı uyuyordu acaba?
Beni görünce gülümseyip ayağa kalktı. "Hoş geldin Feyza. Sevtap Hanım odasında. Sizi bekliyordu." Masmavi olan gözleri ilk gördüğümdeki kadar korkutmamıştı. Hatta sıcak bile gelmişti.
Teşekkür edip odasının önüne geldik. Kapıyı tıklatıp içeri girdik. Sevtap Hanım başını kaldırıp bize baktı. Bedir'i, bana yaptığı gibi baştan ayağa süzdükten sonra önündeki koltukları işaret etti. Oturduk.
"İsmin nedir?"
"Bedir." Sevtap Hanım sorarak bakınca devam etti. "Devran."
Bedir'in onun önüne doğru uzattığı kağıda kısa bir bakış atıp tekrar Bedir'e döndü. Sorular sormaya başladı. Aldığı cevaplarla başını sallıyordu. Beş dakika sonunda Bedir'e ve bana işe giriş belgelerinden imzalatmıştı. İşe girmiştik resmen!
Odadan çıkacağımız sırada durdurdu bizi. "Feyza'nın sana iş arkadaşlığı mesafesinden bahsettiğini varsayıyorum."
Dudaklarımı hafifçe kemirdim. Ben ona işle ilgili hiçbir şeyi anlatamamıştım ki ağlamaktan!
Bana sorarcasına baktı. Lafa girdim. "Eee, şey... Tabii Sevtap Hanım, ben anlatırım ona."
Ona ne kadar güven verdiysem (!) bana kısaca baktı. "Normalde iki tanıdık çalıştırmam ama ikinizin sadece arkadaş olduğunuz sözüyle buna bir defalığına göz yumdum."
Bedir'in kafası karışmıştı. "Tabii ki Sevtap Hanım!" deyip Bedir'i kolundan tutup kapıyı açtım. "Biz işimize dönelim. Size de kolay gelsin." Kapıyı kapattıktan sonra Bedir'in kolunu bırakıp Melih'in yanına kaçtım. Bedir de peşimden gelince Melih'in yanında bana bakarak sordu. "O son dediği şeyde neyden bahsetti?"
Melih gülerek araya girdi. "Dün Feyza'ya da söylediği arkadaşlık olayından mı bahsediyorsun? Takılmayın ona. Sevtap Hanım son olaydan sonra yoğurdu üfleyerek yiyor sadece."
"Son olay?" dedim sorarcasına.
"Sizden önce bir erkek ve bir kızı işten kovdu. İkisi sevgiliydi."
"Sevgili olmak yasak mı yani?" Bedir'den gelen soruya Melih gülerek cevap verdi. "Hayır, sevgili olmak yasak değil. Birkaç gün önce denetime geldiler ve kameralarda o anda bahsettiğim iki sevgiliyi gördüler. Pek uygun bir halde değillerdi. Ondan sonra kovuldular zaten de Sevtap Hanım'ın da başı biraz ağrıdı." Gülerek gözleri ikimiz arasında gidip geldikten sonra Bedir'in kulağına eğildi ve koluna vurdu hafifçe.
Bedir'in kaşları şaşkınlıkla havalanırken yanımızdan çekip gitti. "Hadi gelin, çok işimiz var!" Ne demişti ki kulağına?
Ofladım. "Saat daha dokuz değil ama!"
Bedir hızla oraya doğru yönelirken sinirle baktım arkasından. Benim tarafımda olması gerekirdi!
Ayaklarımı yere vura vura peşlerinden gittim.
×××
Bu kütüphane uzun süredir tadilattaydı, yeni açılmıştı. Yeni dediysem, bir iki ayı vardı. Bu yüzden düzeni tam oturmamıştı ve sürekli dışardan gelen kitapları ayırıp kaydedip yerleştirmek gerekiyordu. Yani, bunun gerekli olduğunu Melih anlatmıştı.
Kütüphanenin birinci katında hikaye kitapları, romanlar ve şiir kitapları gibi okuma kitapları vardı. Ve oturup kitap okunacak türden küçük masalar vardı.
İkinci katında, birinci kata göre daha az kitap vardı. Burada makale, araştırma kitapları, akademik ve eğlence dergileri vardı. Kalın kalın ciltli kitaplar gözüme açıkçası korkutucu gelmişti.
Aynı zamanda öğrencilerin sabahtan akşama kadar ders çalışabileceği masalar vardı. Yarısında kitaplar varken diğer yarısı ise ful masayla doluydu. Kütüphaneye ait bilgisayarlar da vardı.
Üçüncü kat ise benim en sevdiğim kat olmuştu görür görmez. Katın yarısı teras iken diğer yarısı kapalı çalışma alanıydı. Öğrencilerin grup ödevlerini yapabileceği, diğerlerine göre büyük dikdörtgen masalar vardı. Diğer iki kata göre daha sesli bir ortamdı burası. Teras, öğrencilerin dersten sıkılıp hava almaya çıktı çok güzel bir mekandı. Küçük, büfe tarzı bir yer de vardı ve atıştırmalık yiyecekler satılıyordu.
Böylesine güzel bir kütüphane görmemiştim ben. Yenilenmenin hakkını vermişti.
Melih önce bize kütüphaneyi gezdirdi sonra kütüphanedeki diğer çalışanlarla tanıştırdı. Melih ve biz hariç iki kişi daha çalışıyordu. Tayfun ve Selin. İkisi de güler yüzlü insanlardı.
Biz Bedir ile bizden önce işten ayrılan iki kişinin yerine geldiğimiz için onların yerinde, yani birinci katta okuma kitaplarının olduğu kısımda çalışacaktık.
Tayfun ve Selin ise ikinci kattaydılar. Melih ise, onu tam çözememiştim ama her yerdeydi.
Her katta kitapların ödünç verildiği ve üyeliğin oluşturulduğu bir banko vardı. Birimiz oraya bakacaktık, diğerimiz ise kitapları düzenleyecektik. Ağır bir tarafı yoktu. Bence eğlenceliydi de.
Bunu söylediğimde Melih küçümsercesine gülmüştü. Neden güldüğünü sorduğumda ise cevap vermemişti. O gülüşten sonra biraz tırssam da hâlâ kötü bir yanı olduğunu düşünmüyordum.
Bir kıza elindeki kitabı ödünç verip sisteme kaydettirdikten sonra etrafıma bakındım. Melih geldi yanıma gülerek. "Haydi, paydos. Öğle molası."
Etrafa bakındım. "Bedir nerede?"
Umursamazca baktı. "Ne bileyim ben."
Ona kötü bakışlarımı atıp katta Bedir'i aradım. En son rafların arasında elindeki bir kitaba bakarken buldum. Gülümsedim. Sessizce yanına gelip koluna dokundum. Geldiğimi fark etmediği için irkilerek kitabı kapattı. "Özür dilerim." diye fısıldadım gürültü yapmamak için. "Öğle molası gelmiş. Terasa çıkalım mı?"
Başıyla onayladı. Terasa gelince korkuluklarına yaslandık bir süre. Gülerek ona döndüm. "İlk teras ortaklığımızdan sonra ikincisi de burası olacak gibi hissediyorum."
Seslice güldükten sonra dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "Kesinlikle." Şaşkınlıkla yanağındaki çukura baktım. "Bedir, senin gamzen var!"
Kaşlarını kaldırdı. "Biliyorum."
Gözlerimi kıstım. "İlk defa görüyorum." Omuz silkti.
Elimi karnıma attım. "Acıktım ya. Gel şurada oturup bir tost gömelim." Elimle gösterdiğim masaya ilerledik. "Ben yemeyeceğim. Sen al gel."
Kaşlarımı çattım. "Acıkmadın mı? Saat kaç oldu!"
"Aç değilim."
Başımı iki yana sallayıp büfeden kendime tost yaptırdım ve Bedir'in karşısına oturdum. Ayranımı çalkalarken cebinden çıkardığı paketi şaşkın gözlerle izledim. "Sigara mı içiyorsun?"
Paketi masaya bıraktı. "Arada." dedi. Sonra işaret parmağıyla paketi işaret etti. "Rahatsız olur musun? Olursan içmem."
Ablam da evlenmeden önce içtiği için sigara kokusuna ondan alışkındım. "Rahatsız olmam da..." Onaylamaz gözlerle baktım. "Ciğerlerini çürütüyorsun şu an. Ne anlıyorsunuz şu dumandan, anlamıyorum." Güldü. Yorum yapmadı. O sigarasını içerken ben de tostumu ve ayranımı bitirdim.
Hâlâ bana dün gece neden ağladığımı sormamıştı. Terasa çıktığımda o da evinden çıkmıştı ve annemle babamın bağrışmasını duymuş muydu bilmiyordum. Ama hiçbir şekilde bana soru sormaması iyi hissettirmişti. Ona teşekkür etmem gerekiyor muydu?
"Bedir."
Bakışlarını bana kaldırdı. "Efendim?"
"Teşekkür ederim."
Kaşlarını çattı. "Niye?"
O gece için.
Omuz silktim. "Öyle işte."
Benim tostum, onun da sigarası bitti. Aklıma gelen şeyle elimi cebime atıp telefonumu çıkarttım ve açtıktan sonra ona uzattım. "Numaranı girsene." Sabah kapıyı tıklatıp tıklatmama arasında gelip giderkenki hali geldi gözümün önüne. "Haberleşmek için kapıda ikilem yaşamana gerek kalmaz."
Gözleri telefonum ve yüzüm arasında mekik dokuduktan sonra uzanıp elimden aldı ve numarasını girdikten sonra bana uzattı. Numarayı çaldırdım. "Sen de kaydet."
"Sabahları..." dedikten sonra biraz duraksadı. "Beraber mi çıkacağız evden?"
"Bilmem, aynı yere gidiyoruz. Ayrı ayrı mı gitmek istersin?"
Başını etrafta gezdirdi. "Yoo. Yani... iyi olur beraber gitsek."
Ellerimi masaya dayayarak kalktım ve çöplerimi aldım. "Hadi, gidelim. Melih birazdan aramaya başlamasın bizi."
×××
Bedir ile birlikte eve dönerken aklıma kirayı ödemem gerektiği geldi. Otobüsten inince Bedir'e döndüm. "Bedir, benim kirayı ödemem gerekiyor. Sen git istersen eve."
Benim gibi durdu ve başını eğip yüzüme baktı. "Saat geç olmadı mı? Ev sahibinin evi biraz uzak?" Ev sahibimizin kendi oturduğu ev, bu semtteydi ama yürüyerek yirmi dakikayı alıyordu. Biraz daha erken hatırlasaydım bir iki durak önce inebilirdim aslında. Yarın da ödeyebilirdim ama babamın daha fazla baskı altında hissetmesini istemiyordum. Ev sahibi tekrar arayabilirdi. Kirayı zamanında ödediğinde pamuk gibi olan adam kira zamanında gelmediğinde sevimsiz bir şeye dönüşebiliyordu.
"Evet ama kira günü geçti. Ev sahibi bu konuda biraz sorunlu. Bugün götürmem gerekiyor."
Eliyle yolu gösterdi. "Tamam o zaman, birlikte gidelim." Onu durdurdum hemen. "Yok, gerçekten gelmene gerek yok."
Kolumu tutup kendinle birlikte beni de ilerletti. "Yürüyelim işte. Açık hava iyi gelir."
Ofladım. Birlikte ev sahibinin evine kadar yürüdük. Kapıya gelince zile bastım. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve ev sahibimiz gözüktü. Ilımlı olmaya çalıştım. "Merhaba Tufan amca. Kirayı getirmiştim. Kusura bakma annem getirmeyi unutmuş iş güç koşturmacadan."
İş güç: çanta alışverişi.
Uzanıp elimdeki parayı aldı. "Üç gün gecikti. Birkaç aydır böyle gecikiyor ama kiralar. Bir daha olmasın."
Sinirle dişlerimi birbirine bastırdım. Yanlış bir şey söylememek için kendimi sıkıyordum. "Dedim ya kira gününü unutmuş annem diye. Bir daha olmaz."
Kaşlarını çatıp imayla baktı. "Bir daha olamaz zaten."
"İyi akşamlar." dedim sertçe. Gözü biraz arkamda olan Bedir'e kaydıktan sonra kapısını kapatıp içeri girdi. Sinirle yürümeye başladım. Böyle düşüncesiz insanlardan nefret ediyordum.
Ayaklarımı yere vura vura giderken söyleniyordum. "Aptal adam! Bir daha olamazmış zaten! Hah! Yıllardır bu evdeyiz ilk defa birkaç ay kira aksamış, hemen söylenmeye başlıyor. İnsan bari geçen onca yılın hatırına biraz sineye çeker, çenesini kapatır. Biraz düşünür, bunlar yıllardır kirayı aksatmıyor şimdi biraz sıkıntı çekiyor olmalılar diye! Ama yok abi, insanlık bitmiş. Bakıyorlar nerede açık yakalasam da vursam diye. Nefret ediyorum hepinizden."
Söylenmeye dalmışken birden kolumdan çekildim. Aniden hızım kesilince korkup ufak bir çığlık ağzımdan kaçırdım. Kolumu tutan Bedir'e baktım. "Ne diye aniden çekiyorsun be!"
"Hak etmeyen insanlar için ayaklarını yıpratmaya değmez."
"Ne?" dedim şaşırarak.
"Ayaklarını yere vurarak kendini yoruyorsun. Daha yürümemiz gereken bir yol var."
Gözlerimi yumdum. Sinirim daha geçmemişti. "Sinirleniyorum ama böyle insanlar gördükçe. İnsan biraz halden anlayamaz mı?"
Gözlerimi açtığımda dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördüm. "Komik bir şey mi var?" diye sordum aksi sesimle. Omuzumdan koluma düşen çantamı omzuma geri kaldırdı. "O zaman öyle insanlara karşı nefretini, onların aksine kendine değer vererek göster." Kolumu bırakıp yanımdan geçti. "Hadi. Eve geç kalacaksın."
Elim istemsizce çantamın omzumdaki kulpuna giderken ayaklarım onu takip etti. Yanına ulaştıktan sonra tekrar eve doğru yola çıktık.
Sessizdi yolculuğumuz, mahalle sınırlarına girene kadar. Daha doğrusu Güney'in kahvehaneyi kapattığını görene kadar. Güney, babasının açtığı kahvehaneyi işletiyordu. Saat de 8 olmuştu ve yazın gece boyu açık olsa da kış geldiğinde erken kapatıyorlardı.
"Güney!" dedim aramızda biraz mesafe kalmışken. Kapının kilidiyle uğraşmayı bırakıp kafasını kaldırdı ve beni görünce gülümseyip doğruldu. Bir iki adımda yanına ulaştım. "Ooo, kimler varmış burada." dedi onda duymaya alışık olduğum neşeli sesiyle. Hazal ve benden daha çok hayata bağlı ve gamsız olduğu doğruydu.
"Aynı mahalledeyiz ama birbirimizi görmez olduk." dedim ve gülerek açtığı kolları arasına girip ona sarıldım. Mahalle içinde olduğumuzdan sarılmayı kısa tutup çekildik. "Ne haber, neler yapıyorsun? Şu şirketten kovdurdun mu kendini?"
Koluna vurdum gülerek. "Saçmalama, isteyip de kendimi kovduramadığım bir iş oldu mu benim şimdiye kadar?" Güldü.
"Asıl senden ne haber? Evleniyormuşsun." İmayla söylediğim söze kaşlarını çattı. "Ne evlenmesi kızım?"
"Annen sana kız bulmuş." Oflayarak saçlarını karıştırdı. "Evet birkaç gündür bir şeyler anlatıyor ama dinlemiyorum. Evlenmek falan da yok." Elleri durdu ve bana döndü. "Hazal da duydu mu?"
"Hazal söyledi zaten bana." Sinirle yüzünü ovuşturdu. "Of anne of! Kaç kere söyleyeceğim evlenmek istemediğimi? Daha yirmi dört yaşındayım!"
Gülerek koluna vurdum. "Ben de yirmi iki ama annem de beni rahat bırakmıyor. Hepsi aynı."
"Daha yirmi iki olmadın, sallama."
"Az kaldı ama, yirmi iki sayılırım!"
"Yirmi iki olduğunda yirmi iki sayılırsın."
Saçlarımı karıştırarak gülmesine ofladım. Ay olarak onlardan küçük olduğum için hep benden önce yaşları büyüyordu. Yoksa benden iki yaş büyüktü bu hergele!
İşaret parmağını yüzüme doğru salladı. "Orada burada duymayayım evlendiğini, kötü olur ha. Daha küçücüksün."
İnatla sırıttım. "O zaman Hazal evlenebilir yani?"
"Hayır." dedi aniden. Duraksadı. "Yani... O da küçük daha. Ne evlenmesi?"
Gözleri biraz arkama kaydı. Bedir'i yeni fark etmişti. Hazal aklını bulandırmasa çoktan fark ederdi de.
"Bu arkadaş?" dedi bana sorarcasına. Hemen olaya atıldım. Elimle Bedir'i gösterdim. "Bedir... Birlikte kütüphanede çalışıyoruz. Aynı zamanda bizim üst kata yeni taşındı. Arkadaşım."
Diğer elimle Güney'i işaret ettim. "Güney de arkadaşım. Buralarda oturuyor ve liseyi de beraber okuduk."
Güney "Memnun oldum Bedir." diyerek elini uzattığında Bedir de kısa bir duraksamadan sonra elini tuttu ve "Ben de memnun oldum Güney." dedi.
Aklıma gelen şeyle Güney'e döndüm. "Hazal'a ne hediye alacaksın?" Bir iki hafta sonra öğretmenler günüydü ve biz, Hazal sınıf öğretmenliğini kazandığından beri her sene o gün buluşur bir şeyler yapardık.
Kaşlarını indirip kaldırdı. "Sürpriz." Benim hediye almakta ne kadar zorlandığımı biliyordu pislik. "Ya söyle, ben daha ne alacağımı bilmiyorum."
"Hazal'ı biliyorsun. Bir kitap alsan dünya mutlusu olur."
"Tamam o zaman, kitap alayım."
Omzu silkti. "Olur."
"O zaman o gece bizde toplanıyoruz? Babaannem geçen gün Hazal'ı gördüğü için biraz sustu ama seni hâlâ soruyor. Bu sefer çay ve kekle kurtulamazsın. Anca akşam yemeği paklar."
Yemek deyince gözleri parladı. "Tabii ki kızım. Sultanımın yemeklerine hayır diyebilir miyim?" Bu obur hayvan gibi yiyip kilo alamayanlardandı. Kıskanıyordum bu yönünü.
Güldüm ve son kez sarılıp konuşmak üzere ayrıldık. Bedir ile bizim evin olduğu uzun sokağa girdik. "Hazal kim? Arkadaşınız mı?" dedi hafifçe bana dönerek. Bedir'in Hazal'ı tanımadığını hatırladım.
Başımı salladım onaylarcasına. "Güney, biz liseye başladığımızda bu mahallede taşındı ve bizimle aynı okula geldi. Bizden bir sınıf büyük olduğu için abilik taslıyordu. Buraya gelmeden önce de bir sene de sınıfta kalmış. Bir sebeple arkadaş olduk işte. Hazal da benim çocukluğumdan beri arkadaşım. Önceden daha sık görüşsek de şimdi işten güçten fırsat olmuyor. Güney az önce gördüğün kahvehaneyi işletiyor, dükkanın başında olması lazım. Hazal da üniversite son sınıfta okuyor, onun da derslerden fırsatı olmuyor. Vakit buldukça konuşmaya çalışıyoruz."
Başını salladı. "Anladım, sık görüşemeseniz de güçlü arkadaşlık bağınız var sanırım." Gülümsedim. "Öyledir herhalde."
Daha fazla konuşmadık. Dış kapıya gelince elini cebine atıp anahtarını çıkardı. Ben şimdi çantamda anahtarımı aramaya çalışsam uzun sürerdi. İyi olmuştu.
Benim için açık tuttuğu kapıdan girdim. İlk kata gelince durdum. "İyi akşamlar."
"İki akşamlar."
Merdivenlerden çıkarken arkasından baktım. Gözden kaybolunca ben de eve girdim.
Eve bir karanlık hakimdi. Işıklar açık değildi. Üstümü çıkartıp astım. Çantamı da odama götürdükten sonra ellerimi yüzümü yıkadım. Mutfağa baktığımda ocağın üstünde bir tane tencere vardı sadece.
Oturma odasında kimse yoktu. Annemin odasını tıklatıp hafifçe açtım. Yatakta uzanmış elindeki telefona bakıyordu. "Ben geldim." dedim beni görmesi için. Başını hafifçe kaldırdıktan sonra geri indirdi. "Hoş geldin."
"Burada ne yapıyorsun?"
"Uzanıyorum."
Yine benimle iletişim kanallarını kapattığını hissettiğim için başımı salladım usulca. "Peki, babam gelir bir iki saate. Ben bir çorba yapayım. Dünden kalan pilav vardı birazcık."
Başını salladı bana bakmadan. Geri çıkıp kapıyı kapattım. Mutfakta çorba yaparken aklıma ablamı aramayı unuttuğum geldi. Mutfağın kapısını kapatıp telefonumu çıkardım ve ablamı aradım.
Birkaç saniye sonra ablamın neşeli sesini duydum. "Alo, Feyza?"
Onun neşesi bana da bulaşmıştı ve birkaç dakika önce düşen yüzüm gülmüştü. "Abla, nasılsın?"
"İyiyim canım, sen nasılsın? Ablasının gülü ya! Özlemişim seni."
Güldüm. "Ben de iyiyim de, özlesen arardın abla."
Gülüşünü duydum. "Aramadım mı? Dün gece aradım açmadın."
"Şey ya, erken uyumuştum. Sessizdeydi."
"Neyse, yeni işin nasıl gidiyor? Alıştın mı?"
Başımı salladım. "İlk günüm daha ama sevdim. Uzun süreli olacağa benziyor bu sefer."
Kıkırtısını duydum. "Sen yine bulursun kendini kovduracak şeyler."
"Yani... duygu değişimlerime bağlı tabii." Arkadan Erdem abinin sesini duydum. "Feyza mı o?"
"Evet."
"Pişt, damat. Beni dinle. Babam sana kızgın. Hani kızımı sürekli getirecekti, diyor."
Erdem abinin keyifli sesi duyuldu. "Babama söyle. Ne zaman istiyorsa hemen getireyim kızını."
"Bu hafta sonu etleri kapıp gelin o zaman. Mangal cezası yedin babamdan."
Kahkaha attı. "Mangal diye ceza mı olur? Babam beni sevdiğinden hep böyle cezalar veriyor. Kıyamıyor biricik oğluna."
"Evet Erdem, evet." diyerek onu onaylayan ablama güldüm. "Tamam mı? Hafta sonu bekleniyorsunuz. Gelmezseniz bir daha babamın gözüne gözükme enişte."
"Emredersin baldız. Babamın sözünün üstüne söz söylemem, bilirsin."
Biraz daha eniştemle ve ablamla konuştuktan sonra kapattım. İkisi de çok mutluydu ve onların böyle mutlu olduğunu görmek çok güzeldi. Mutluluğu hak ediyorlardı.
Çorbayı yaptıktan sonra mutfak masasına oturup telefonumu elime aldım. WhatsApp'a girdim ve Bedir'in ismini arattım. Sonuç çıkmamıştı. Acaba beni kaydetmemiş miydi? Sayfayı birkaç kez yenileyip tekrar denedim ama sonuç yine olumsuzdu.
Yarın sorardım, nasılsa tüm gün işte beraberdik.
Kankalık görevim aklıma gelince bildiklerimi aktarmak için Hazal'ın ismini bulup sohbetimize girdim.
Feyza: Pişt, leyla. Sana haberlerim var.
Feyza: İki dakikaya aktif olmazsan söylemem. Tek başıma haber verip konuşmaktan nefret ederim.
Birkaç saniye sonra mesajlarım görüldü olunca gülümsedim. Dedikodunun kokusunu alıyordu bu kız yeminle.
Hazal: Ne oldu! Çabuk söyle!
Hazal: Kimle alakalı?
Hazal: Ayrıca bana leyla deme, yanına gelip saçını başını yolmak istiyorum sonra.
Feyza: Güney'le ilgili.
Hazal: Güney mi????
Hazal: Yoksa hangi kız olduğunu mu öğrendin?!
Feyza: Güney'in kızla alakası yokmuş.
Feyza: Ferda teyzenin beğendiği bir kızmış o, Güney ilgilenmiyor yani.
Hazal: İlgilenmediğine emin misin? Annem güzel bir kız olduğunu söylemişti. İlla ki etkilenmiştir.
Feyza: Senden daha güzel değilse demek ki... :)
Hazal: Benden güzel kız mı var mahallede sanki? Hah!
Feyza: Ben varım ya kızım!
Hazal: Sen başkasın bebeğim.
Hazal: Şimdi Güney kabul etmiyor yani?
Hazal: Ben o zaman bir Güneye yazayım.
Hazal: Dönerim sana. Öpücük öpücük.
Feyza: Öğrendin gerçekleri, yine kıyamadın değil mi çocuğa? Koş yaz. Kapmasınlar.
Hazal çevrimiçi olmasına rağmen son mesajlarım görüldü olmayınca telefonumu kapatıp masaya koydum. Güney'e yazmaktan mesajlarımı görmezdi şimdi kesin.
Hemen yemeklerden birer tabak hazırlayıp babaanneme çıkardım. Dünden kalan çok az yemeği vardı, muhtemelen getirdiklerimin yanında onu da yerdi. Benim getirdiğim tabakları da teşekkür ederek aldı. Onu öptükten sonra eve tekrar inip mutfağa geçtim.
Dış kapının kapanma sesi gelince ayağa kalktım. Babam gelmişti.
Mutfağın kapısını açarak çıktım ve babama sarıldım. Gülümsemesini bana sunmuş ve saçlarımı öpmüştü.
Ben masayı hazırlarken babam üstünü değiştirmişti. İçeri döndüğünde annemi çağırmak için kalkmıştım ama annem yemek yemeyeceğini söylemiş.
Önceki yemeklerimize nazaran sessiz bir şekilde karnımızı doyurmuştuk. Annemin bu hareketleri canımı sıkıyordu. Onun yüzünden hep bir şeyler yarım kalıyor gibi hissediyorum. Ne zaman tam anlamıyla bir aile olacaktık?
×××
Bölüm nasıldı?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro