5. Bölüm: Gözyaşı
Cumartesinin ilk saniyelerinde bölüm. :) Satır arası yorumlarımızı eksik etmeyin. İyi okumalar.❤
×××
"Hazal! Ama sorularımı duymazdan geliyorsun!"
Hazal, ağzındaki kocaman börekle dilinin döndüğünce konuşmaya çalıştı. "Tamam kızım, cevaplayacağım."
Koluna vurdum. "Sus, ağzın doluyken konuşma! Obur!"
"Sensin o!"
"Konuşma dedim. Yediğin şeyleri görüyorum! Resmen yarım tepsi börek bitti!"
Hazal gelince mutfak masasında ona börek, çay ve peynir üçlüsünden oluşan küçük çaplı bir kahvaltı hazırlamıştım. Babaannem ise oturma odasında televizyona bakınıyordu. Hazal bir saat geç geldiği için saat ona geliyordu.
Ona sinirli bakmamı önemsemeden son dilimini de yedikten sonra çayını kafaya dikti. Elini göbeğine atıp okşadı. Sonunda boş kalan ağzıyla gülümsedi. "Mediha Sultan'ın ellerine sağlık, bayılıyorum şuna ya." Bana döndü. "Neyse, tamam, şimdi sorduklarını başa al. Hiçbir şey anlamadım çünkü. Bilirsin aç ayı oynamaz, duymaz, konuşmaz."
Oylayarak masaya dirseğimi yaslayıp yanağımı avuç içime yasladım. "Benim iş bulmam lazım. Geçen konuştuğumuzdaki çalıştığım şirketten kovuldum."
Alışamadığım ama istifa da edemediğim iş yerlerinden kendimi kovdurmak adetim olduğu için nasıl kovulduğumu sormadı. Elini salladı havada. "Boşver, zaten orda çalışmak istemiyordun."
"Evet ama yeni bir iş bulmam gerek. Üstelik..."
"Üstelik?"
"Üstelik iki kişilik."
Gözlerini kısıp havaya dikti. Düşünüyordu. "Telefonu kapatırken de böyle bir şeyler söylemiştin. Ciddi miydin? Ben saçmalıyorsundur diye dikkate almadım."
"Saçmalamıyorum, doğru duydun."
"Neden ki? İkinci kim?"
Ellerimle tavanı işaret ettim. "Üst katta oturan kiracı. "
Kaşlarını kaldırdı. "Kızım, elalemin derdi seni mi gerdi? Sana ne üst kat kiracısından, işinden? Kendine buldun da ona bulması mı kaldı?"
"Dün iş görüşmesine gidecekti. Benim yüzümden işi alamadı."
Kaşlarını kaldırdı. "Senin yüzünden mi? Ne alaka?"
Ellerimle oynamaya başladım. "İş görüşmesi için evden çıktığında kapıda karşılaştık. Onunla konuşmaya çalıştım falan. Onu biraz oyaladım. Hatta sinirlenip "işi alamazsam bana iş bakarsın" falan da dedi. Ben oyalamasaydım belki geç kalmazdı. Bu sabah da işi alamadığını öğrendim. Senin yüzünden değil ben zaten geç kalmıştım, dedi ama yine de mahcup hissediyorum ona karşı."
Masaya vurdu sertçe. İrkilip ona baktım. "Ne vuruyorsun be?"
"Güzelim, Feyza'm! İyi misin sen? Senin yüzünden değil, demiş zaten ya. Zamanında çıksaydı evinden geç kalmazdı. Senin suçun ne?"
Kollarımı masada birleştirip öne eğildim. "Tamam benim pek suçum yok ama yine de biraz suçlu hissediyorum. Ya zaten kendime iş bakıyorum, bir kişilik daha iş baksam ne olur ki?"
Gözlerini açarak beni süzdü. "Sen iyice balataları sıyırmışsın. Böyle şeyleri umursamazsın ki sen, hatta tanımadığın insanlarla konuşmaya bile yeltenmezsin. Kim bu kiracı bakalım? Hem... sabahın köründe işi alamadığını nerden öğrendin?"
"İsmi Bedir... sanırım tek başına yaşıyor. Yanında başka kimseyi görmedim. Sabah burada kahvaltıdaydı."
"Yuh!" dedi âdeta bağırarak. Uzanıp koluna vurdum. "Bağırmasana, babaannemi getirteceksin buraya kadar."
"Ne demek kahvaltıdaydı?"
"Babaannem çağırmış kahvaltıya. Ben geldiğimde buradaydı."
"Babaannen neden çağırsın ki?"
Üzüntüyle baktım. "Bedir, nasıl desem... biraz zayıf bir çocuk. Boyu uzun ve boyuna göre biraz zayıf gözüküyor işte. Babaannem de onu görmüş ve kahvaltıda ne var ne yok ağzına tıkıştırdı. Biliyorsun, zayıf insanlara karşı hassasiyeti var."
"Biliyorum." diye mırıldandı. "Kaç yaşında bu Bedir?"
Omuz silktim. "Bilmiyorum. Ama benden bir iki yaş büyüktür herhalde."
Gülümseyip kaşlarını imayla kaldırdı. "Yakışıklı mıydı?"
Bakışlarımı etrafta gezdirdim. "Bilmem, o gözle bakmadım. Bana ne!"
Gülümsemesi büyüdü. "Âdetin olmamasına rağmen konuşmaya çalışmışsın falan... Acaba?"
"Sakın!" diyerek sözünü kestim sertçe. "Devamını getirme Hazal, kalbini kırarım."
Yüzü düştü. "Hâlâ mı Feyza? Neden bunu kendine yapıyorsun?" Ona sinirle bakmamı önemsemeden devam etti. "Birini beğendiğini ya da ilgini çektiğini söylemeye hâlâ korkuyorsun. Bunda bir şey yok. Sana kimse âşık ol, sevgili ol demiyor ki. Ama sen bunun düşüncesine bile katlanamıyorsun."
Ayağa kalkıp masayı toplamaya başladım. "Yardım edecek misin etmeyecek misin Hazal?" Sesim epey mesafeliydi. Yanıma gelip ellerimde tabak olmasına takılmadan bana sarıldı. "Özür dilerim."
"Özür dilemene gerek yok. Bu konuda beni sorgulama, yeter."
Yanaklarımı öptü. "Tamam, senin ve meşhur kiracı için tüm bağlantılarımı seferber edeceğim!"
Tabakları masaya koyduktan sonra kıkırdayıp bana daha sıkı sarılmasına karşılık verdim. Her ne kadar her gün görüşmesek de, sık sık birbirimizden haberimiz olmasa da bir araya gelince uzak olduğumuz zamanların bir önemi kalmıyordu, sanki dün görüşmüş gibi aynı samimiyetteydik.
×××
"Hazal ya, ne işimiz var burada?"
Kolumu cimcikledi. "Sessiz ol, kovduracaksın bizi."
Bu sefer sesimi daha da alçalttım. "Hani iş bakacaktık?"
"Bakacağız, önce ödevim için bir kaynağa bakmam gerekiyor. Kızım bu ödevler insanı öldürüyor, yaşam enerjisini sömürüyor. Vallahi! Sonra bize gider, bakarız iş."
Hazal, bizi Şehir Kütüphanesi'ne getirmişti ve kocaman rafların arasında kitap arıyordu. Ne aradığını bilse görevliden yardım isteyebilirdik ama ne aradığını da bilmiyordu ki!
"Güney'le konuşuyor musunuz? Ben en son bir önce falan iş çıkışımda görmüştüm." Güney, bizim diğer arkadaşımızdı. Liseye başladığımızda mahalleye taşınmışlardı ve bizden iki yaş büyüktü. Yine içinde bulunduğum bir kavga sırasında, kız kavgasının içine büyük bir cesaretle atlayıp beni ve Hazal'ı kavga içinden çekip çıkarmıştı. Bu sebeple tanışmıştık ve o gün bu gündür hala arkadaşlığımız ilk günkü gibiydi. Aslında arkadaşlığımızı bozan şeyler vardı. Mesela bu iki şapşalın birbirinden hoşlanması gibi. İkisi de bunu inkar ediyordu ama.
Hazal'ın kitapların üstünde gezen eli birkaç saniye durdu. Sonra silkelendi. "Şu sıralar pek yazmıyor." dedi umursamazca. "Meşguldür belki."
Fazla ses yapmamak için hafifçe güldüm. "Kızım Güney'in sana karşı ne zaman meşgul olduğunu gördün? Yine ne diye kızdın?" Yüzündeki hatırı sayılır düşme basit bir kızgınlık değildi ama. Elini kitaplardan çekip bana dönü. "Annemden duydum, Ferda teyze bir kızla görüştürmek istiyormuş Güney'i. Bizim mahalleden."
Gülerek omzuna vurdum. "Seninle mi?" Kızgınca baktı bana. "Kes artık şunu." Tırnaklarını kemirdi. "Kim acaba? Güzel mi kız?"
Güldüm. "Vallahi güzel kızsın. Güney şanslı." Bana kötü bakışlar atsa da dudağındaki hafif kıvrılma hoşuna gittiğini söylüyordu. Silkelendi kendi kendine. "Aman neyse, kimse kim. Hem Güney bize söylemeden bir şey yapmaz ki. Yapar mı?"
"Bilmem, çok beğenirse neden bize sorsun ki?" Ofladı ve kitaplara bakmaya geri döndü. En kısa zamanda grup toplantısı yapmayı aklıma not ettim.
Hazal kendi çapında kitabını ararken onun peşinde ördek gibi dolanmayı bırakıp raflara bakmaya başladım.
Kitap okumazdım, aslında lise bitene kadar tüm hocalar "kitap okuyun" diye konuştuğu için inat yapardım. Lise bittikten sonra da boş zamanlarımda birkaç kez roman okumaya çalışmıştım ama sıkılmıştım. Karmaşık, uzun cümleler bana göre değildi. Ya da lisedeki ön yargımı hâlâ kıramadığım içindi, bilmiyordum. Sonra Hazal'ın devasa kitaplığında bulduğum birkaç tane kısa hikaye kitabını okumuştum. Birkaç sayfalık küçük küçük hikayelerden oluşan kitapları romanlardan daha çok sevmiştim.
"Şu kısa hikayelerden var mıdır burada?" diye sordum Hazal'a fısıldayarak. Önündeki raflara bakmayı sürdürürken beni cevapladı. "Vardır tabii."
"Ben onlara bakmaya gidiyorum, işin bitince ararsın."
Dudakları raflardaki kitapları okurken başını salladı. Başka bir yöne gidip rafların arasından çıktım. Karşıda kitapları düzenleyen bir görevli görünce yanına gittim. "Merhaba."
Başını kaldırdı. "Buyurun?"
"Ben kısa hikaye kitapları arıyorum da."
Gülümsedi. "Hikaye kitapları bir alt katta." Başımı sallayıp teşekkür ettim ve bir alt kata idim. Kitapların arasına karışırken yönlendirmelerden dolayı kısa sürede bulabilmiştim. Kitapları incelerken iki tanesinin Hazal'ın kitaplığından alıp okuduğum kitaplardan olduğunu gördüm. Okumadıklarımdan bir tanesini alıp rafların arasından çıktım. İş bulana kadar kafamı dağıtabilirdi bu kitap.
Kitabı almak için yazdıracağım yere geldiğimde kimse yoktu. Bu katta pek görevli de görmemiştim. Görevli birini ararken bir koridora girmiştim. Bağırış sesleri geliyordu. Bir kadının sesiydi. İçimdeki meraklı tarafı bastıramadım ve birkaç adımla ilerledim. Kütüphanelerde böyle yerler oluyor muydu ya?
Bir kapının önüne gelmiştim. Üstünde "Müdür- Sevtap Serter" yazıyordu. Kadının sesi şimdi daha netti. "Aklım almıyor ya, nasıl böyle bir şeyi yapabilirler?"
Kadının sesine oranla çok daha kısık bir sesi olan bir erkek konuştu. "Kovuldular zaten müdürüm, sinirlenmenize gerek yok. Gençler yapmışlar bir hata."
"Hata mı? Buna hata mı diyorsun!?"
"Haklısınız, ben o zaman dün gelen iki genci arayıp yarın için çağırayım?"
"Olmaz! Biliyorsun!"
"Ama müdürüm..."
"Olmaz dedim. Geçenki siteye ilanı ver. Bu hafta içinde yeni birilerini bulmaya çalışalım."
Kaşlarımı kaldırdım gülerek. Şu an bir iş görüşmesinin ortasına atabilir miydim kendimi?
Atardım.
Tüm cesaretimi toplayıp içimden birkaç dua okuyup müdürün odasının kapısını tıklattım.
Sakın kapıyı dinlediğini belli etme Feyza! Hiçbir şey duymamış gibi davran!
Otoriter tonda gelen "gir!" sesinden sonra geri kaçmayı düşünsem de vazgeçmemek için aniden öne atılıp kapıyı açtım. Beyaz ağırlıklı olan ve bana adeta hastaneyi andıran odaya girip kapıyı kapattım. Gülümsemeye çalıştım. Beyaz masada oturan otuzlu yaşlarının sonunda sayılabilecek bir kadın oturuyordu. Kumral saçlarını ensesinden sıkıca bağlamıştı. Üstündeki beyaz gömlek ve siyah ceketi işini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu.
Masanın yanında ayakta dikilen genç bir erkek vardı. Sarışın kıvırcık saçları onu tatlı gösterse de üzerime diktiği masmavi gözleri biraz ürkütmüştü.
"Merhaba." dedim sesimi bulabildiğimde. İllegal bir iş yapıyormuş gibi hissediyordum.
"Buyurun?" dedi mavi gözlü çocuk.
Gülümsedim. "Ben, iş görüşmesi için gelmiştim."
Kadın gözlerini kısarak üzerimi inceledi. Bir kot bir tişört ve üstümdeki mor hırkayı iş görüşmesiyle bağdaştırmaya çalışıyordu. İnan ben de buna çalışıyorum!
Yüzüme baktı. Devam etmemi mi istiyordu? İş görüşmesi işte, daha ne anlatayım? "İş görüşmesi derken, yani... İşe ihtiyacım vardı ve..." Duraksadım. Şu an işe girme imkanım varsa da yok olduğunu hissediyordum. "Sizin bir çalışana ihtiyacınız var mı?"
Heyecanla "Evet!" diyerek atılan mavi gözlü çocuğu, Sevtap Hanım bir bakışıyla susturdu. Bana döndü. "İsmin nedir?"
"Feyza Çelik."
"Okuyor musun?"
"Hayır, lise mezunuyum. Üniversiteyi bazı sebeplerden dolayı okuyamadım."
Sevtap Hanım'ın önündeki boş koltuğu göstermesi ile hemen oturdum. Bana CV'mi sordu. Hazal ile iş arayacağımı düşündüğüm için çantama koyduğum dosyayı ona uzattım. Yüzünden bir şey anlamak mümkün değildi. Duvar gibiydi resmen.
Çalışma saatlerimi sorduğunda gündüz olabileceğini söyledim. Biraz daha düşündükten sonra dosyayı bana uzattı. Yanındaki çocuğa döndü. "İlanı bir erkek çalışan olarak değiştir Melih." dedi.
Heyecanla atıldım. "Alındım mı işe?"
"Evet, sabah 9, akşam 6 çalışma saatlerin. Dokuzdan önce burada olman gerekiyor. Bazı haftalar mesai olabilir, zorunluluk yok. İsteyen kalıyor. Ama kimsenin istemediği durumda sırası kimdeyse zorunlu mesai yazılabilir. Nadir karşılaştığımız bir durum bu ama. Melih şimdi sana yapacaklarını anlatır. Soracağın başka bir şey var mı Feyza?"
Hafifçe boğazımı temizledim. Şimdi işin kolay kısmıydı, zoru atlattık öyle değil mi?
"Aslında, bir sorum var. Erkek çalışan ilanı dediniz. Yine bu kütüphane için mi o ilan?"
"Evet."
"Aslında benim bir arkadaşım var. Kabul ederseniz o da görüşmeye gelir."
"Erkek mi?"
"Evet."
Sevtap Hanım kaşlarını çattı. "Neyin oluyor?"
Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. "Dediğim gibi arkadaşım. Üst katımızda oturuyor."
"Samimiyetiniz nedir?"
"Anlamadım?" Kaşlarım istemsizce çatışmıştı. Neyden bahsediyordu?
"Samimiyetinizi soruyorum. Gerçekten arkadaş mı yoksa ilerisi de var mı?"
"Arkadaş, dümdüz. Bilinen, akla ilk gelen anlamda arkadaş." Es verdim. "Neden bunu soruyorsunuz, anlayamadım."
Arkasına yaslandı. "Çünkü o akla ilk gelen anlamda arkadaşlığı olmayan kişiler birlikte çalıştığında istemediğimiz şeyler oluşabiliyor."
Anlamamıştım ama hafiften sinirlendiğimi hissediyordum. "Düz, arkadaş." dedim. Başını salladı. "Peki, yarın pazar. Kütüphane bu yüzden kapalı. Pazartesi sabah sekiz buçukta o arkadaşınla birlikte burada ol. Senin mesain 9'da başlayacak, eğer onunla da anlaşırsak o da aynı anda seninle birlikte başlar."
Gülümsemeye zorladım kendimi. "Teşekkürler Sevtap Hanım."
Sevtap Hanım çıktıktan sonra ellerimle şakaklarımı ovdum. Neyse ki çalışırken bu kadınla uğraşmam gerekmeyecekti.
"Başın mı ağrıdı?"
Bakışlarımı Melih'e kaldırdım. "Anlamadım?"
Gülümsedi. "Sevtap Hanım, otoriterdir ve bazen baş ağrıtabilir ama özünde iyi insandır. Alışırsın."
Gülümsemeye çalıştım. "Mutlaka öyledir."
Elimdeki kitabı işaret etti. "Bilge Karasu. Sever misin?"
Kitabı ona doğru tuttuğumu yeni fark ettim. "Ha şey..." dedim kitaba bakarken. "Pek tanımıyorum kendisini. İlk defa okuyacağım bir eserini."
Gülümsedi. "Okuyunca kesin seversin o zaman. Kitapları seviyor olmalısın kütüphanede çalışmak istediğine göre?"
Omuz silktim. "Pek sayılmaz, sadece işe ihtiyacım var."
Başını salladı anladığını belirtircesine. "Kitap, kütüphaneden mi? Arkada barkodu var."
"Şey, evet ya. Kitabı ödünç alacaktım ama görevli kimseyi bulamadım. Elimde kalmış."
Gülümsemesi büyüdü ve kapıya doğru ilerleyip açtı. "Görevlisi benim ancak Sevtap Hanım'ın yanında gereğinden fazla kaldım. Gel, kaydını yapalım. Kütüphane üyeliğin var mı?"
Kaşlarımı kaldırıp güldüm. "Yok sanırım."
"Üyelik de oluşturmak lazım önce."
Birlikte odadan çıktığımızda önce üyelik oluşturup kitabı ödünç aldım. Sonra bana işimi anlattı. Ciddiyetle dinledim.
Her şey iyi güzeldi de, ben Bedir'e, ona iş bulduğumu nasıl söyleyecektim?
×××
Tekrar camın önüne gelip camdan baktım. Hiçbir ses seda yoktu. Hazal ile eve geldiğimizden beri Bedir'in eve gelmesini bekliyordum. Evde olmadığını bana düşündüren babaannemin Bedir'in sabah çıktığından beri eve gelmediğini söylemesi olmuştu. Babaannemin kulakları ağır olduğu için inanıp inanmamakta da kararsızdım ama gidip de kapısına evde olup olmadığına bakacak halim yoktu!
Annemin seslenmesiyle mutfağa gittim. Sofra hazırdı. Babam da gelince birlikte sofraya oturduk. Her zamanki gibi sadece ben babamla sohbet ediyordum.
Babam bile gelmişti eve ama o hâlâ yoktu.
"İrem hiç arıyor mu seni? Birkaç gündür konuşmadık. Özledim, gelsinler." Güldü, homurdanarak. "O damat aldı kızımı götürdü. Bir de sürekli getireceğim kızını demişti!"
Güldüm. Ablam ve eniştemden bahsediyordu. "İki gün önce konuşmuştuk ablamla, iyiydi. Geleceğiz falan dedi de tarih vermedi."
"Haftaya pazar çalışmayacağım. Ara İrem'i, söylesin o damada, yemeğe geliyorlar. İtiraz istemiyorum."
"Tamam, yemekten sonra hemen arayacağım!"
Annemin söylendi yine. "Kendisi gelsin, o çocuğu getirmesin. O çocuğa tek lokma yedirmem ben."
Babam anneme kızgınca bakarken hemen araya girdim. "Ben yaparım anne, sen yapmasan da olur."
"O çocuk dediğin kızımızın kocası, bizim de damadımız!"
"Benim hiçbir şeyim değil. Evlenmeden önce ona da söyledim, evlenirse tavrımın nasıl olacağını biliyordu."
Babamın çalan telefonuyla ikisi de sustu. Telefonu açtı. "Alo, buyur abi?"
Ne olduğunu anlamasam da babamın sinirle yüzü kasılmıştı. Sinirden boynundaki damarları belirginleşirken gözlerini yumdu ve boştaki eliyle alnını ovdu. Ne oluyordu?
"Tamam abi, yarın getiririm." dedikten sonra telefonu kapattı. "Baba, iyi misin?" diye sordum. Babam telefonu sertçe masaya koyduktan sonra usulca yemeğini yiyen anneme döndü. "Tülin!" diye sertçe konuşmasıyla annem yemeğinden başını kaldırıp oldukça sakin bir sesle "Efendim?" dedi. Az önceki mevzu için trip atma sırası değildi bence. Çünkü babam çok sinirliydi.
"Sana bu sabah kira için verdiğim parayı neden ev sahibine götürmedin?"
Annem biraz düşündükten sonra güldü. "Şey ya, sana söylemiştim hani. Bir çanta vardı, marka..."
Annem sözünü bitiremeden babam masaya güçlü bir şekilde vurup "Tülin!" diye bağırdı. Aniden korkuyla titredim. Babam bağırmaya devam etti. "Ne çantasından bahsediyorsun sen Tülin! Ben o parayı sana kirayı öde diye verdim! Bir iki aydır dardayız diyorum sana, senin yaptığına bak! Ne bu sorumsuzluk!"
Babamı hiç olmadığı kadar sinirli görüyordum. Annemin tepki vermemesi beni bile öfkelendirdiyse babamı düşünemiyordum.
Annem sakince gülümsedi. "Senin darda olman benim sorunum mu? Sana söyledim, beni ilgilendirmez."
Babam öfkeyle başını ovalarken sinirle bir bardağı duvara fırlattı ve mutfaktan çıktı. Babamın arkasından ayağa kalktım ve anneme baktım. "Yazıklar olsun sana."
Babamın yanına gittim. Oturma odasında bir sağa bir sola volta atıyordu. Elinden tutup onu durdurdum. Beni görünce yüzü biraz yumuşadı. Gülümsedim şefkatle. "Geçen çıktığım iş yeri çalıştığım kadarını hesabıma yatırmış. Merak etme sabah parayı çeker çekmez ev sahibine götürürüm. Dert etme."
Ellerimi öpüp bana sarıldı. "Nasıl dert etmeyeyim kızım?"
Beline sıkıca sarıldım. "Bundan sonra kirayı ben hallederim." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Hatta bugün bir iş buldum. Şehir Kütüphanesi'nde çalışacağım. Sigortası var, maaşı da fena değil. Bizi epey rahatlatır." Güldüm komik bir şeymiş gibi. "Bu sefer söz veriyorum bilerek kovdurmayacağım kendimi. Onlar kovarsa bilemem ama."
Gülümseyip alnıma bastırdı dudaklarını. Huzurla gözlerimi kapattım. "Özür dilerim kızım. Ne çocukluğunu yaşayabildin ne de gençliğini. Hak etmediğin şeyleri yaşıyorsun."
Kaşlarımı çattım. "O ne biçim söz öyle? Şu mahallede benden daha mutlu ve çılgın çocuk gördün mü sen? Ablamla birlikte az mı mahalleyi birbirine kattık? Şimdi ablam da çok mutlu ben de. Çünkü sen varsın."
Tekrar öpüp sarıldı. "Ben dışarı çıkıyorum. Biraz hava almam lazım. Kendine dikkat et."
Babam ceketini alıp evden çıkarken mutfağa gittim. Annem sofrayı olduğu gibi bırakıp odasına geçmişti. Ayağıma batmaması için terlik giyip babamın kırdığı bardağın kırıklarını topladım. Daha sonra birkaç yudum alınmış tabaklara baktım. Onları da toplayıp bulaşıkları yıkadım. Gözümden düşen birkaç damla yaşı silip lavaboda ellerimi yıkadım. Dağınık toplanmış saçlarımı saldım ve belime doğru dökülmelerine izin verdim. Elimle biraz düzeltip üstüme kalın bir hırka giydim ve terasa çıktım.
Terasın kapısını açtığımda arkamdaki kapı da açılmıştı. Oraya dönmeden terasa girip koltuğa oturdum. Ayakkabılarımı çıkarıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Başımı dizlerime yasladım.
Bir iki dakika sonra yan tarafımda bir hareketlilik oldu ve ağırlık hissettim. Bedir'in geldiğini biliyordum. Onunla konuşmam gereken şeyler olsa da az önceki olayların şokunu üstümden atamamıştım. Bir süre sonra temkinli sesini duydum. "İyi misin?"
Cevap vermedim. Devam etti. "Neden başını kaldırmıyorsun?"
"İstemiyorum." dedim hala aynı pozisyondayken. Beni duymuş muydu, bilmiyordum.
"Neden istemiyorsun?"
"İstemiyorum işte ya! Sana ne!" diye bağırdım ve başımı hızla kaldırdım.
Yaptığıyla söylediği nedense farklı?!
İlk önce başımı kaldırmama gülse de yüzüme bakınca durdu. Aniden yüzümün önüne gelen yüzüyle afalladım ve kendimi geri çektim. "Ne yapıyorsun be!"
"Ağlıyor musun sen? Ya da ağladın mı?"
O ağlamamı tekrar hatırlatınca gözlerim yine dolmuştu. İstemsizce yanaklarım ıslanınca ellerimle sildim. "Hiç soru sormasan olur mu? Yorgun hissediyorum."
Buğulanan gözlerimle sadece ne kadar şaşırdığını görüyordum. Yanaklarımdan yaşlar akarken birden konuyu değiştirdim. "İş buldun mu?"
"Ne? Yani... hayır."
Yaşlarım çoğalırken çatallan sesimle ağlamaklı konuştum. "Ben sana iş buldum." İç çektim. "Kütüphanede çalışacaksın, yani çalışacağız."
Kaşları çatıldı. Duygu değişimlerimi takip edemiyordu. "Anlamadım, bana iş mi buldun?" Kafası karışmıştı.
"Evet." dedim başımı sallarken. "Pazartesi günü görüşmeye gideceksin." Hıçkırığımı elimle susturmaya çalıştım. "Geleceksin, değil mi?"
Afalladı. Gözlerini kırpıştırıp bana baktı. "Gelmeyecek misin? Beğenmedin mi işi?" dedim ağlamam sürerken. Durduramıyordum ağlamamı. Aynı zamanda onunla da konuşmam gerekiyordu ve ikisini birleştirince böyle saçma bir diyalog çıkmıştı.
"Tamam." dedi ellerini kaldırıp. "Beğendim, tamam geleceğim." Duraksadı. "Tamam ağlama, geleceğim."
Yanaklarımı kavrayıp ağlamamı durdurmaya çalıştım. "Ağlamamak istiyorum ama olmuyor. Duramıyorum. Durmadan ağlayasım geliyor. Ama istemiyorum." Duramadığım için daha da çok ağlarken iki elimle yüzümü kapatmıştım.
Ensemde bir el hissettim ve yumuşak bir yere yaslandım. İki dizim kanepedeyken başım göğsündeydi. "Ağlama, geleceğim dedim ama."
"Gerçekten istiyor musun, yoksa ağlıyorum diye mi?" Ben onunla konuşuyordum ama onun anladığını sanmıyordum.
Saçlarımda elini hissedince iç çektim. "Hayır, gerçekten istiyorum. Hem... benim hayalim hep kütüphanede çalışmaktı."
Ağlamam arasında kıkırdarken elleri saçlarımı biraz daha kavradı. Saçlarımı okşarken ağlamamam gerektiğini söylüyordu. Ve ben o gün ilk defa ailem ve arkadaşlarım dışında birinin yanında böylesine içten ve utanmadan ağladım. Sonra da, sanırım uyuyakaldım.
×××
Yanlışlarım varsa affola.
Bölüm nasıldı?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro