Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

45. Bölüm: Sürprizler

Bölüm şarkısı: İkiye On Kala- Koptu İpim Düşüyorum

Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın. Keyifli okumalar!

×××

Bir kere kötülük gördü mü bir insan, her zaman kötülükle karşılaşacağını, bir daha bu bataklıktan çıkamayacağını zannediyordu ama öyle değildi. Her fırtınalı havadan sonra güneş açması gibi üst üste biriken kötülüklerden sonra kara bulutlar ger çekiliyor, yerini güneşe ve rengarenk gökkuşağına bırakıyordu.

Arda'nın tutuklanma haberini aldıktan sonra ilk defa kabuslarım ve kötü düşüncelerimin yerini güzel şeyler almıştı. Tutuklanması elbette sadece beni kaçırması ve tacizi ile ilgili değildi. Öyle olsaydı çoktan elini kolunu sallayarak geziyor olurdu.

Bedir'i bıçaklamasında, adam yaralamadan değil de cinayete teşebbüsten yargılanmıştı. Çünkü Bedir'i öldürmek istediğini ifadesinde çok net bir şekilde belirtmişti. Adam kaçırma ve taciz suçları da çok barizdi. Üstelik bunların yanında vergi kaçakçılığı. naylon fatura ve çalıntı araba satma suçları da bulunuyormuş. Vedat abi ortaya çıkarmış hepsini. Mahkemeden önce ben çok gerginken yanıma gelip "Sakin ol, on yıldan erkene bıraktırmayacağım onu." diyerek benimle bu kadar net konuşmasından da anlamalıydım fazladan şeyler bildiğini.

Öyle de oldu. On beş yılı aşkın hapis cezasına çarptırıldı. Böyle insanların on beş yıl hapis yatmayla uslanmayacağını elbette biliyordum ama en azından on beş yıl boyunca insanlara zarar veremeyeceğini bilmek rahat bir nefes almamı sağlıyordu.

O pisliğin hapsi boylamasının ardından tüm aile bir nefes almıştık. Mahkeme gününün ardından babam Vedat abiyi hemen bırakmamıştı. Bizim için davamızı üstlenip ekstra çalışmıştı, üstelik her seferinde yaptığım para tekliflerini de reddetmişti. Bu yüzden onu o gece yemeğe davet ettik.

Vedat abiyle birlikte Bedir'in gelmesine de bir geceliğine göz yummuştu babam. Güzelce sofra kurup neşeyle karnımızı doyurduğumuz huzurlu bir gece olmuştu. Babamla da aramızda Bedir meselesini üstten bir şekilde konuşup halletmiştik. Tam manasıyla Bedir ile sevgili olmamı desteklediğini söylemese de bir şekilde köstek olmayacağını da anlamıştım. Aslında desteğini bana sadece "Sana güveniyorum." demesinden bile anlamıştım. Babam, bana güveniyordu. Gerisi boştu.

Mutlu yemeğimizden sonra her şey güzel gitmeye başlamıştı. Babamın da isteğiyle birlikte babaannemle oturabileceğimiz ufak bir ev bulmuştuk. Daha doğrusu Güney bulmuştu. Bulduğu ev de kendi evlerinin bir alt katıydı. Şüphesiz bu eve taşınmamıza en çok sevinen kişi Hazal'dı.

Babaannemin katını tümüyle o eve taşıdıktan sonra bizim evimizi de annemin yeni tuttuğu dairesine taşımıştık. Ev temizlikleri ve yerleşmemiz bir haftamızı almıştı. Tek başıma zaten bir haftada bitiremezdim ama taşıma işini erkekler hallederken biz kızlar da el birliğiyle temizliği bitirmiştik.

Mahkemeden sonra en olaylı zamanlarımız taşınma sürecimizdi. Ondan sonra hayatımız güzel bir sıradanlıkla devam etti.

Ben her gün ders çalışıp sınava hazırlanmaya devam ettim, Bedir de kendini takıma verdi ve başarılı bir antrenör olma yolunda azimle ilerledi. Kenan hoca da gerçekten şakayla karışık söylediği sözlerin arkasında durarak bir baş antrenör getirmek yerine Bedir'e yardımcı antrenör buldu.

İlk zamanlar kendinden iki üç yaş büyük birinin üstünde çalışmak Bedir'i gerse de şu anda aralarında yaş ve mevkii mevzusu olmaksızın takımı birlikte çalıştırıyorlardı. Birbirlerine alışmış ve iyi arkadaş olmuşlardı Yunus ile.

Monoton hayatım sınav günümün yaklaşmasıyla yerini gerginliğe ve heyecana bıraksa da tüm stresim sınava girene kadardı. Sınavın başladığına dair işaret geldikten sonra tüm heyecanımı ve stresimi unutup sınava dalmıştım. Tabii kaç dakika kaldığına bakmak için başımı kağıttan kaldırdığım anlar dışında...

Sınav düşlediğim kadar basit olmasa da kabuslarıma girdiği kadar da zorlamamıştı beni. Orta seviye denebilecek bir sınav maceram sonunda kapıdan çıkar çıkmaz beni bekleyen sevgilimi görmek ise sıcak havanın altında saatlerce koştuktan sonra buz gibi bir suya kavuşmak gibiydi. Rahatlatıcı ve güzel.

Sınavı atlattıktan sonra tüm stresimin bittiğini düşünürken sınav sonrasının sınav öncesinden daha stresli olması sorunuyla karşılaşmak zorunda kalmıştım. Her an ya puanım tutmazsa, ya kazanamazsam, ya sınav anında işaretlemeyi unuttuysam gibi sonu gelmez soru işaretlerinin arasında boğuluyordum.

Şimdi olduğu gibi.

"Bir tane soru vardı, ona birkaç kez geri döndükten sonra cevabını bulabildim. İşaretledim mi acaba optiğe ya? Of, kesin unuttum!" dedim elimi alnıma vurarak.

İlk sitem Güney'den geldi. "Geçti bitti, kendini yiyip bitirmene gerek yok."

"İşaretlemişsindir ama işaretlemediysen de cevabının yanlış olmasını dile. Daha katlanılabilir olur." dedi Hazal, dalga geçercesine.

"Dalga geçmeyin." dedi Bedir, sahte bir kızgınlıkla. Kolunu omzuma atarak beni göğsüne çekti. Saçımı öptü. "Sana güveniyorum. En güzel bir şekilde sınavını bitirdin ve istediğin bölümü kazanacaksın. Şimdi kendini yiyip bitirme. Kimseye faydası yok."

Başımı göğsüne yaslayarak iç çektim. Bedir ile tanışalı on ay, sevdiğimizi itiraf edeli ise altı ay olmuştu. Bu süre zarfında onu sevdiğime ve hayatıma dahil ettiğime bir an bile pişman olmamıştım. Şimdi de yine 'iyi ki' dediğim anlardan birindeydik.

"Ama stres oluyorum. Ne yapabilirim?" dedim omuz silkerek.

"Olma olma. Bak ne güzel sen de üniversiteli olacaksın. Senin de mezuniyetine geleceğiz." dedi Güney gülerek. Hazal dün katıldığımız mezuniyet töreniyle resmi olarak mezun olmuştu okulundan. Bugün de onun mezuniyetini kutlamak için bir kafeye gelmiştik dördümüz.

"Aşkım, hem bölümün o kadar yüksek bir puan istemiyor ki. Sen âlâsını yapmışsındır, güven bana. Sınavdan önceki denemelerinden belliydi güzel bir şey yapacağın."

"Dereceyle bölüme giren biri olarak böyle konuşman normal ama puanı küçümseme. Ya o kadar bile yapamadıysam?"

"Tabii ki küçümsemiyorum puanı. Ben seni biliyorum. Ne kadar çalıştığını gördüm. Başaracaksın." dedi elimi tutarak. Elini sıkarak gülümsedim.

"Neyse." dedim omuz silkerek. "Olan oldu. Şimdi bunu konuşup sıkmayalım ortamı." Gülümseyerek Hazal'a baktım. "Yarın balo var. Elbiseni gösterdin mi Güney'e?"

Hazal kaşlarını kaldırarak o konuya girmememi söylemişti ama geç kaldı. "Hâlâ göremedim." dedi Güney, imayla. "Nasıl bir elbiseyse artık."

"Elbise işte, normal." dedi Hazal hemen, önemsiz bir şeymiş gibi. Evet elbiseydi ama elbise de elbiseydi maşallah. Güney kesinlikle bir kriz çıkaracaktı, o kesin. Normalde birlikte gideceklerdi ama bu gidişle ikisi de gitmeyebilirdi.

"Sen takım elbiseni ayarladın mı?" dedim Güney'e. Kahvesinden bir yudum alıp başını salladı. "Vardı zaten bir tane, onu giyeceğim."

"Fotoğraf çekinin bol bol, bana atın." dedim uyararak.

"O iş bende." dedi Hazal, göz kırparak.

Biraz daha kafede oturduktan sonra evlere dağıldık. Eve girip üstümü değiştirir değiştirmez kapı çaldı. Babaannemin kalkmaması için "ben bakarım" diye seslendim ve kapıyı açtım. Karşımda Güney'i görünce şaşırmadım desem yalan olurdu. Az önce ayrılmıştık ama evlerimiz altlı üstlü olunca çat kapı gelebiliyordu.

"Hayırdır, ne çabuk özledin? Daha yeni ayrıldık." dedim gülerek.

Sıkıntıyla nefes verdi. "Konuşmamız lazım."

"Gel." dedim kapıyı açarak. Bu haline anlam verememiştim. Babaannem Güney'i görünce odada onu soru yağmuruna tutsa da ondan hızlıca kaçıp mutfağa attık kendimizi. Mutfağın kapısını kapatıp masada karşısına oturdum.

"Komşu komşunun külüne muhtaçtır, derler. Bakalım şimdi benden ne isteyeceksin?"

"Akıl." dedi sitemle.

"Bende de yok, başka kapıya."

"Sende de yoksa biz ölmüşüz." dedi gülerek.

"Söyle bakalım, ne için kıvranıyorsun bu kadar?"

"Hazal'a evlenme teklifi etmem lazım." dedi bir çırpıda. Şaşkınlıkla ağzım açık kaldı.

"Bir şey söylesene!"

"Ne?" dedim şoktan çıkarak.

"Evlenme teklifi edeceğim dedim, ne ne?"

"Delirdin mi?"

"Delirmesem sence böyle bir şeyle gelir miyim karşına? Aşkından delirdim de mecburen sana geldim işte." dedi eliyle yüzünü sıvazlayarak.

"Bir anda nereden çıktı böyle bir şey?" dedim, sakin olup anlatmasını bekleyerek.

"Bir anda mı? Bir anda olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi garip bir şaşkınlıkla.

"Evet." dedim dürüstçe. "Daha şurada sevgili olalı kaç ay oldu ki?"

"Sekiz ay olacak neredeyse."

"Yani..." dedim anlamasını bekleyerek.

"Yani, çok işte. Sekiz aydır sevgiliyiz."

"Hazal'ın evliliğe hazır olduğunu düşünüyor musun?" diye sordum. Sorarken de aslında içimde bir korkuyla sormamıştım. Hazal'ın nedense evlilik meselesine çok uzak olmadığını düşünüyordum ama yine de Güney'den böyle bir şey duymak şaşırtmıştı.

"Bilmem." dedi omuzlarını düşürerek. "Hazır mıdır sence?"

"Bilmiyorum."

"Ne zaman evlilik ile alakalı bir espri döndürsem ya da konusunu açsam gülüyor. Hatta bazen bana eşlik bile ediyor. Şimdiye kadar hiç kötü bir tepkiyle karşılamadı."

"Bu iyi, o zaman evliliğe uzak değildir."

"Bir ara bir dersinden kalmak üzereydi. Dersten de çok korkuyordu. Ben de 'boş ver okulu' gibisinden falan şeyler söyledim. Bana 'mezun olmadan benimle evlenmeyi rüyanda görürsün' dedi. Şimdiye kadar mezuniyetini bekledim zaten. E dün de mezun oldu."

"Baya beklemişsin gerçekten." dedim gülerek. "Dün mezun oldu, bugün evlenelim diyorsun kıza."

"Mezun oldu sonuçta." dedi omuz silkerek.

"Peki sen, evlilik gibi büyük bir sorumluluğu alabilecek misin?" dedim. Masada doğrulup kollarını dayadı. "Bak, ben kararlıyım Feyza. Hazal'ı yıllardır tanıyorum ve ona olan aşkım konusunda ufacık bir şüphem bile yok. Olsaydı zaten daha en başında ona umut vermez, açılmazdım. Ben kendimden de Hazal'dan da eminim. Evet, evliliğin sevgili olmak gibi basit bir şey ya da alaya gelmez bir şey olduğunun farkındayım ama yanımda Hazal olduğu sürece bana hiçbir şey zor gelmez. Hazal'ın da gözünde tek sorun ettiği şey, yani okulu bitti. Yaşlarımız da küçük değil. Önümüzde evliliğimize engel bir şey göremiyorum."

"Emin misin?" dedim sorgulu gözlerle. Çünkü önlerinde kocaman bir engel vardı.

"Ne demek istiyorsun?" dedi, kaşlarını çatarak.

"Babası." dedim tek kelimeyle. O da gözlerini yumup arkasına yaslandı. "Babası..." dedi oflayarak. "Babası başlı başına dağ gibi bir engel zaten, haklısın." Yardım isteyen gözlerle bana baktı. "Ne yapacağım?"

"Hazal seni seviyor. Evlilik teklifini kabul etmeyeceğini düşünmüyorum ama babası biraz sorun olabilir. Hazal babasını üzmekten çekinir. Bu yüzden biz babası konusunda Hazal'a danışmadan bir şey yapamayız."

"Ne yani, evlilik teklifi edemeyecek miyim ben?" dedi dehşete düşmüş bir ifadeyle.

"Edersin, niye edemeyesin?" diye gaza getirdim. "Sen teklifini et, Hazal kabul ederse de gider birlikte babasının karşısına geçer anlatırsınız."

"Olur mu öyle?"

"Bilmem, olur herhalde." dedim omuz silkerek.

"Tamam. Bunu da hallettiğimize göre tek bir şey kaldı. Tek ama büyük bir şey."

"Ne?"

"Evlenme teklifini nasıl edeceğim?"

×××

"Off Bedir, yapabilecek miyiz ki bunu?" dedim karamsar bir ifadeyle ona bakarak. Yine boyumdan büyük işlere kalkışmıştım çok şükür.

"Yaparız ya." dedi benden daha kararlı bir ifadeyle ama yine de yüzünde şüphe kırıntıları vardı.

"Şimdi Hazal ve Güney sahile adım atınca mı havai fişekleri yakacağız, Güney evlilik teklifi ettikten sonra mı yoksa Hazal 'evet' dedikten sonra mı?" diye mantıklı bir soru sordu. Evet, düşünmediğim yerden gelmişti.

"Şimdi, baştan alalım koreografiyi." dedim ellerimi kaldırarak. Arkadan müzik sesleri gelen mekanı elimle işaret ettim.

"Hazal ve Güney bu binanın içinde mezuniyet balosundalar şu an. Biz de hemen on metre ilerisindeki sahilde onlara güzel bir ortam hazırladık. Kırmızı uçan balonlar, yastıklar falan. Yalnız harika oldu ama, neyse. Güney, Hazal'ı bir bahaneyle balo salonundan çıkartacak ve çıkmadan önce bana mesaj atacak. Biz de hemen şu taşlıkların arkasına, havai fişeklerin yanına saklanacağız. Güney, Hazal'ı hazırladığımız alana getirecek ve malum cümleleri kuracak."

Bir elimi alnıma kapattım. "Kesin ezberlediği cümleleri unutacak ve saçmalayacak."

Bedir de beni başıyla onayladı. "Muhtemelen öyle olacak."

"Yüzüğü çıkartmayı unutmasa bari."

"İnşallah unutmaz."

"Neyse, olumsuz şeyler düşünmeyelim." diyerek kendimi motive ettim. "Güney konuşmaya başlar, sorusunu sorar. O soruyu sorarken biz hazırlamaya başlarız. Hazal 'evet'i yapıştırınca da yakarız. Mutlu son." dedim ellerimi gökyüzüne doğru açarak. Bugünü bir an önce bitirmek istiyordum. Plan yapmak bana göre değildi. Her an elime yüzüme bulaştıracağım diye korkuyordum. Heyecandan ölecektim.

Bedir ellerimi sıkı sıkı tuttu. "Ellerin buz gibi olmuş."

"Heyecandan." dedim gülerek. "Böyle organizasyonlar ayrı, Güney'in her şeyi batıracağını düşünmek ayrı heyecanlandırıyor. Bir de kendim batırırım diye korkmuyor da değilim."

Ellerimi çekerek beni döndürdü ve arkamdan belime sarıldı. Başını başıma yasladı. "Kötü düşünme. Şu güzel manzaraya odaklan." dedi huzurlu sesiyle.

Gülerek başımı salladım. Belimdeki kollarının üstüne ellerimi sardım. "Evet, çok güzel. Deniz de mis gibi kokuyor."

Başını boynuma gömdü. "Senin kadar olamaz ama."

Kıkırdayıp başımı eğdim. "Gıdıklanıyorum Bedir."

"Hımm." diye mırıldandı. Kıkırtısı kulaklarıma ulaşırken ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum. Gamzesini göremeden böyle düşünüyordum üstelik, bir de görseydim...

Omzuma birkaç öpücüğü ardı ardına sıraladı. "Özlemişim sana sarılmayı."

"Daha bugün sarıldık ya." dedim gülerek. Bedir, Hazal'ın mezuniyetine deplasman maçında olduğundan dolayı son anda yetişebilmişti. Ara ara araya giren bu ayrılıklardan hoşlanmıyordu.

"Olsun, özledim." diye diretti.

Kollarının arasında dönüp yüzüne baktım. Ellerimi yanaklarına koyup gamzesinin üstünü öptüm. Şu an göremesem de yerini ezbere biliyordum. Onun hakkında bir şeyleri ezbere bilmek çok güzeldi.

İç çekti. "Çok güzelsin."

Sakallarını sevdim. "Sen daha güzelsin."

"Ben mi daha güzelim?"

"Hıhım. Erkek güzeli." deyip kıkırdadım. "Bana bak sen." dedi kaşlarını çatmaya çalışarak. Pek başarılı olamamıştı doğrusu.

"Baktım."

Üstüme uzanarak yanağımı öptü. "Sen hep bak."

Dalgaların arasında ve gökyüzünün altında yaşadığımız kısa soluklu romantizmimizi bozan şey, caddenin karşısından sahile doğru arka arkaya gelen ikiliyi görmem oldu. "Güney ve Hazal geliyor! Hani haber verecekti bu?" Bedir'den ayrılıp telefonumu çıkarttım. Hiçbir mesaj yoktu.

"Biz senin teklifinle uğraşalım ama sen bir haber bile verme!" diye söylendim.

"Çok erken çıkmadılar mı? Balonun bitimine daha bir saat var." dedi Bedir.

"Evet öyle ama Güney bunalmıştır muhtemelen." diye bir fikir sundum. "Ama bunlar neden ayrı ayrı yürüyor? Hazal nereye gelmesi gerektiğini nereden biliyor?"

Hazal ve arkasından Güney, sahile girdiler. Hazal, kumlara batan ayakkabılarını sinirle çıkartıp fırlattı yere. "Aptal!" diye bağırdı. Güney, Hazal'ı kolundan tutup kendine döndürdü. "Dursana Hazal! Benim bir suçum yok!"

"Ne oluyor ya!" dedim Bedir'e doğru. Biz, ikisinden de uzak bir yerdeydik ama onları görebiliyorduk. Onlar ise tartışmaya o kadar dalmışlardı ki bizi fark etmelerinin imkanı yoktu.

"Suçun yok, öyle mi? Tüm arkadaşlarımın ve hocalarımın yanında çocuğa kafa attın!" dedi Hazal, sinirle. Kırmızı ve dekolteli elbisesiyle harika gözüktüğünü söylemeden geçemezdim. Canım arkadaşım.

"O da eline ve gözüne sahip çıksaydı! Hem bu lavuk seni sürekli ödev ayağına evine çağıran puşt değil miydi?" dedi Güney, muhtemelen alev saçan gözleriyle.

"O başka biri." diye konuştu Hazal, daha sakin bir sesle.

"He yani puştlar bir iken iki oldu! Ne harika!" diye bağırdı Güney ve ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Ulan, delireceğim ya! Elin puştu gözleriyle benim sevgilimi yiyip bitirecek, yanında ben olmama rağmen dansa kaldırmaya çalışacak!"

Sinirle etrafında bir tur dönüp Hazal'a doğru işaret parmağını kaldırdı. "O dansa kaldırma girişiminde geçirmeliydim kafayı! Sakin ol oğlum, her şeyi mahvetme dedim kendi kendime ama şansını zorladı. O kim ki konuşurken senin saçlarına dokunabiliyor? O kim ki yanında geçerken senin beline dokunabiliyor?"

"Ne yani? Ben mi ona cesaret verdim? Ne demek istiyorsun, açık konuş!" dedi Hazal.

"Ben onu mu diyorum, çarpıtma laflarımı. Beline dokunduğunda senin tepki göstermenden güç alıp geçirdim o kafayı zaten. Keşke araya girenler olmasaydı da birkaç tane daha vursaydım!"

"Ben de en az senin kadar rahatsız oldum. Kendisine de tepkimi belli ettim zaten ama senin olayı kavgayla gürültüyle çözmeye çalışman yanlıştı Güney." dedi Hazal, sakin olmaya çalışarak.

"Nasıl çözecekmişim peki? Karşıma alıp 'lütfen sevgilime dokunmazsan sevineceğim' mi diyeyim? Sence bu kadar anlayışlı birisi olsa öyle puştluk yapar mı?"

"Güney! Kafa atmana da gerek yoktu, biliyorsun. Tüm gece mahvoldu bizim yüzümüzden!"

"Evet, tüm gece mahvoldu ama benim yüzümden değil! O pezevenk yüzünden! Sevdiğim kadına heyecanla bir evlilik teklifi edecektim! Geldi, içine etti!" Hazırladığım yere bakıp sinirle yastıklardan birine ayağıyla vurdu. "Mutluluk haram lan zaten bize."

Hazal, kavganın siniriyle ortamı fark edememişti ama şimdi Güney'in sözlerini idrak eder etmez etrafa şaşkınlıkla bakmaya başladı. "Ne?" dedi şaşkınlıkla.

"Ne ne? Ne görüyorsan o!"

"Sen... Sen mi hazırladın bunları?"

Güney, bakışlarını başka tarafa çevirdi. Sürprizi ağzından kaçırdığı için kendine sövdüğü belliydi.

"Güney... Ben, yanlış mı duydum? Evlilik teklifi mi dedin sen?" dedi Hazal, gözlerini açarak. İnanamıyordu.

"Evet." dedi kısık sesle. "Öyleydi!"

"Öyleydi? Yani artık değil mi?"

"Değil. Baksana, mahvoldu!" diye bağırdı tekrar Güney. Öküz, dediğim zaman kızıyor ama şu an krizi fırsata çevirmek yerine gemileri yakmayı tercih ediyordu.

"Değil denir mi? Öküz." dedim sessizce.

"Ne yapsın çocuk, her şey mahvoldu." diyerek kankasına arka çıktı Bedir de.

"Sus, savunma bana Güney'i."

"Ne demek değil Güney? Vaz mı geçtin tekliften?" dedi Hazal, kırık bir sesle. Arkadaşımı tanıyorsam şu an Güney'in onunla evlenmekten vazgeçtiğini düşünüyordu ama Güney, planı böyle plansızca ortaya çıktığı için teklifin doğru zaman olmadığını düşünüyordu.

"Vazgeçtim, evet. Baksana, sen sinirlisin. Ben zaten kafayı bir saat önceden yedim. Şimdi sana bunların üstüne 'Benimle evlenir misin?' mi diyeyim?" diye yükseldi tekrar Güney.

"Teklif için gerçekten kendinden emin olsan ne olursa olsun ederdin Güney." dedi Hazal ve arkasını döndü. Güney hızla kolundan tutup durdurdu.

"Lan! Ben kız için deliriyorum, o gelmiş bana ne diyor! Ben yıllardır kendimden de sevgimden de eminim. Her şeyden çok istiyorum seninle evlenmek! Seninle bir evim olsun, aile olalım istiyorum. Her şeyden çok istiyorum. Sakın benim sevgimi bir daha sorgulama!"

Güney, öfkeyle ağzından çıkanları kulağı bile duymazken bizim birlikte hazırladığımız konuşma metninden bile daha samimi ve daha güzel konuştuğunun farkında mıydı acaba? Mesela Hazal'ın ona olan hayran bakışlarından anlamalıydı.

"Evet." dedi Hazal, heyecanla.

"Allah, evet dedi!" dedim kocaman gülerek.

"Vallahi dedi." dedi, Bedir de gülerek.

"Ne?" dedi Güney, şaşkınlıkla.

"Ne ne? Evet diyorum. Seninle evlenirim. Teklifini kabul ediyorum."

"Yemin et."

"Yemin ederim."

"Allah!" diye bağırdı Güney ve Hazal'a sarılarak döndürmeye başladı.

Hızlıca havai fişeklere doğru yürüdüm. "İkisi de fikrini değiştirmeden yakalım şunları. Yoksa ziyan olacaklar." dedim gülerek. Bedir havai fişekleri yaktı ve hızlıca oradan uzaklaştık.

Havai fişekler gökyüzünde yer edinirken arkadaşlarımın öpüştüğünü görünce ellerimle gözlerimi kapattım. "Bunu görmek istediğimi sanmıyorum." Bedir'in elini tutup çektim. "Hadi gidelim biz artık."

"Etrafı toplamayacak mıyız?"

Omuz silktim. "Biz kurduk, onlar toplasın." Bu cümle tamamen hayat felsefemdi.

Bedir ile el ele tutuşarak arabaya bindik ve oradan uzaklaştık. "Yalnız bir an her şey bitti, teklif gelmeyecek diye korktum." dedim, tüm samimiyetimle.

Bedir, araba kullanırken başını salladı. Gözlerini yoldan ayırmadan konuştu. "Ben de öyle olacak sandım. Neyse ki son anda toparladılar."

"Şükür, yoksa Güney'in ağır depresyonuyla uğraşmak zorunda kalacaktık."

Bedir ofladı. "Çok pis bir depresyonu var gerçekten. Çekmek zorunda olmadığımız için şanslıyız. Hadi bunu kutlayalım." Hızlıca bana baktı, ardından önüne döndü tekrar.

"Bu akşam geç geleceğim demiştin babana, saat daha erken. Gitmek istediğin bir yer var mı?"

"Aslında... canım dondurma çekti."

"O zaman, dondurma yiyoruz." dedi ve direksiyonu son zamanlarda keşfettiğimiz dondurmacıya doğru kırdı.

Ben seçimimi karton tabağımı rengarenk doldurmaktan yana kullanırken Bedir, sadece kakao ve vanilya tercih etmişti. Tabağımdan büyükçe bir kaşık alıp ağzıma attım. Dondurma gibi çok az şey vardı şu dünyada.

"Çok güzel." diye mırıldandım.

"Evet, bayağı güzel." Bedir'in bana baktığını görünce çapkınca göz kırptım. Bedir ile altı ayı devirmenin en güzel yanı bu tür iltifatlara hem alışmak hem de her defasında heyecanlanmaktı.

"Evet, herkes öyle söyler." dedim gülerek.

Kaşlarını çattı. "Kimmiş öyle söyleyen?"

"Dondurmanın harika bir şey olduğunu kabul etmeyen çok az insan bulunur." dedim omuz silkerek. Gülerek sandalyesinde geriye yaslandı. Başını iki yana salladı.

Keyifle dondurmamızı yiyip oturduğumuz yerden kalktık. Ellerimiz, artık alışageldiği bir şekilde birbirlerine tutundu.

Güneylerden uzak bir sahilde el ele yürüdük. En sonunda yorulunca taşların üstüne oturduk. Başımı ait olduğu yere, göğsüne yasladım. Ellerini adeti olduğu gibi saçlarımın arasına daldırdı.

"Saçlarım bayağı uzadı. Artık yıkayıp taramak zulüm gibi geliyor. Kestireceğim biraz."

"Hayır." dedi huysuzca. "Kestirme. Böyle çok güzel."

"Yaz geldi, bunalıyorum."

"Olsun. Ben tararım saçlarını."

Güldüm. Her sabah yanıma gelemezdi. "Ablamla görüştüğümüzde ona ördürüyorum saçlarımı. Öyle daha rahat oluyor ama bu iki haftadır da görüşemedik."

"Ben de örgü öğrenirim." dedi ciddi bir şekilde.

"Normal örgü değil, balıksırtından bahsediyorum." dedim, hayallerini suya düşürmemek için.

"Onu da öğrenirim."

Gülerek başımı göğsünden kaldırdım. "Ciddi misin?"

Başını kendinden emin bir şekilde salladı. "Tabii ki ciddiyim. Ne zaman şaka yaptığımı gördün?"

Başımı iki yana salladım. "Cidden..."

"Ne? Öğrenemem mi?"

"Seni seviyorum." dedim ve onu şaşırtarak iki elimi yanaklarına yaslayıp dudaklarımı dudaklarının üstüne örttüm. Bir iki saniye sonra geri çekildim. Gözleri hâlâ kapalıydı. "Şöyle..." Yutkundu. "... yapma."

"Neden?"

Gözlerini açtı. Karanlığın altında parlayan ela gözlerine baktım. "Hayatımda hiç alkol almadım ama sen böyle öpünce sarhoş olmanın nasıl bir şey olduğunu anlıyorum."

Gözlerine hiç bitmeyecek bir sevgiyle baktım. "Hatta..." dedi, elini yanağıma yasladı. "Alkolik bir adam gibi içtikçe daha çok içmek istiyorum."

Beni kendine yanaştırdı. Dudaklarını yavaşça dudaklarıma bastırdı. Küçük bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi. Titrek bir nefes aldım.

Göğsüne yaslanarak beline sarıldım. O da kollarını belime sardı. Uzun bir süre deniz kenarında huzura bulanmış bir şekilde otururken rahatımız Güney'in aramalarla bizi taciz etmesiyle bozuldu. Mecburen kalkıp yanlarına gittik.

×××

"Al kuzum, peynir de ye. Yumurtanı yedin mi? Hiçbir şey yememişsin. Al şu ekmeği, bitirdiğini göreceğim."

Babaannemin her sabahki rutin nutkunu dinlerken mecburen hepsine kafa sallamak zorunda kaldım. Yiyorsa kabul etme.

"Tamam babaanne."

Babaannem, her zaman güzel yiyor olmama rağmen beni daha fazla yedirme derdindeydi. Hiç yemek yemeyen biri olsaydım muhtemelen delirirdi ama bu gidişle iyice kilo almaya başlayacaktım.

"Zeytin aldın mı?"

"Aldım." dedim, harfleri uzata uzata.

Bol çekişmeli kahvaltı sonrası masayı topladık. Babaannem kahvaltıdan kalkar kalkmaz soluğu Perihan teyzede almıştı. Ben bile zor gözümü açarken babaannemin sabah sabah bu enerjiyi nereden aldığını sorgulamadım desem yalan olur. Eski toprak, diyorlardı galiba.

Sınavdan önceki zamanlarımı epeyce meşgul eden ders çalışmalarım sınavdan çıktıktan sonra yerini koca bir boşluğa bırakmıştı. Bu yüzden yapacak pek bir şeyim yoktu. Zaten babaannemin erken kahvaltı etme ısrarı yüzünden saat daha on bile değildi. Bu yüzden kendimi yatağımın içine atıp telefonumu aldım.

Bedir'in sesini duymak istiyordum ama uyandırmaktan çekiniyordum. Bugün takımla birlikte erkenden antrenmanlara başlayacaktı. Bu yüzden aramaktan vazgeçip yatağa geri yattım. Daha geç bir saatte ararsam daha iyi olabilirdi.

Bir iki dakika sessizlik bana çok görülmüş olmalı ki kapı alacaklı gibi çalınmaya başladı. Oflaya puflaya ayağa kalkıp kapıya yürümeye başladım. "Güney, eğer sensen o kapıyı kafanda kıracağım!" diye söylendim.

Kapıyı açar açmaz ablamı görünce bir şok dalgasına kapıldım. "Abla?"

Beni içeri itleyip kapıyı kapattı. Kucağında tuttuğu siyah poşete sımsıkı sarılmıştı. Yüzü gergindi. "Abla ne oluyor?"

Elindeki poşeti açmaya çalıştım. Elimi itledi. "Bu ne elindeki? Torbacılığa falan mı başladın? Hayırdır?"

Ayakkabılarını birbirine sürterek çıkardığında ayakkabılarla içeri girdiğini yeni fark ettim. "Abla! Daha yeni yıkandı halılar!" dedim dehşete düşmüş gibi.

"Babaannem ya da babam evde mi?"

"Hayır, çıktılar da ne oldu sana? Bu saatte okulda olman gerekmez mi?"

Ablam yine bana cevap vermeden kucağındaki poşete sarılarak salona geçti. "Hasbinallah!"

Salonda ileri geri hareket ederken başımı döndürmeye kararlıydı. "Abla!" dedim yüksek sesle. "Bir dur Allah aşkına! Korkutuyorsun beni. Yüzün beyazlamış, titriyorsun. Ayrıca bu saatte burada olman için sabahın köründe evden çıkmış olman lazım. Nasıl geldin?"

"Bir şey oldu." dedi titrek sesiyle.

Kalbim, korkuyla çarpmaya başladı. Bir şey olduğu belliydi zaten. Kolundan tutup koltuğa oturtturdum. "Ne oldu? Sakince anlatır mısın?"

Telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktıktan sonra ateşe değmiş gibi telefonu koltuğa attı. "Açamam."

"Kim?"

Telefonu elime alıp baktım. "Erdem abi arıyor. Haber vermeden mi çıktın? Neden açmıyorsun?"

"Sen konuş. Ben konuşursam anlar."

Ne olduğunu anlamasam da oflayarak telefonu açtım. "Alo Erdem abi?"

"Feyza." dedi bir nefes vererek. "Bu kaçıncı arayışım. İrem neden açmıyor telefonu?"

"Ablam... kahvaltı hazırlıyorduk mutfakta da telefon içerde kalmış. Duymamışız."

"Ne olduğunu anlamıyorum gerçekten. Dünden beri bir garip. Bugün Feyza'ya gideceğim dedi ama sabahın köründe gideceğini tahmin etmedim. Arabayı da alıp gitmiş. Telefona versene bir, sesini duyayım." Erdem abinin sesinden ne kadar endişelendiği anlaşılıyordu

Ablam, konuşmalarımızı duydu ve kafasını iki yana salladı. "Olmaz." dedi ağzını oynatarak.

"Şey... ekmek bitmiş evde de, ablam şimdi markete gitti. Gelince söylerim, arar seni."

Derin bir nefes verdi. "Emin misin? Hiç içime sinmiyor. Sen neden gitmedin markete?"

"Üstü hazırken hemen gidip gelirim, dedi. Ondan. Neyse, çay kaynıyor. Ona bakmam lazım. Görüşürüz."

"Tamam, bekliyorum bak. Mutlaka arasın beni."

"Tamam tamam." deyip telefonu kapattım. "Abla, ne yapıyorsun Allah aşkına. Erdem abiyi de merakta bırakmışsın. Neden kaçar gibi çıktın evden? Bir şey söyle."

"Ben neredeyse bir haftadır çok halsizim, midem falan bulanıyor."

"Yediğin bir şeyler mi dokundu acaba? Doktora gittin mi?"

"Hayır, gitmedim. Korktum."

"Neden korktun?" dedim kaşlarımı çatarak. Ablam doktorlardan korkmazdı ki.

"Adetim iki hafta gecikti." dedi. Gözleri dolmuştu.

"Olabilir, bu aralar okulu falan çok stres yaptın. Stresten böyle şeyler olabilir."

"Anlamıyor musun?" dedi ve elindeki poşeti sonunda yanına bırakıp içini açtı. "Al, bak."

Poşetin içine baktığımda beyaz, ince ve uzun şeyleri görünce kafama dank etti. "Ne?" dedim şaşkınlıkla.

"Gördün işte."

Poşetin içinde beş tane hamilelik testi vardı. Kafamda dönüp duran kötü düşünceler yerini heyecana bırakırken gülümsedim. "Ciddi misin sen? Yaptın mı testleri?" dedim elime birkaç tane alarak.

"Yapmadım, tek başıma yapamadım. Dün gece gelecektim ama Erdem gece gece araba kullanmama izin vermeyince sabah erkenden çıktım evden."

Poşeti elime alıp ayağa kalktım. Ablamı da kaldırdım. "Hadi, kalk. Hemen yap şu testleri. Çıkar şu üstündeki hırkayı. Hadi!".

Ablam, zorlamalarımla ayağa kalktı. "Yapayım mı? Hemen şimdi mi?"

"Tabii ki!" dedim heyecanla. "Ne bekliyoruz? Hemen, şimdi!"

"Feyza, yapamam."

Eline poşeti tutuşturup sırtından itleyerek tuvalete götürdüm. "Yaparsın yaparsın, hadi çok basit."

Ablamı tuvalete soktuktan on dakika sonra önümüzdeki beş tane uzun çubuğa bakıyorduk. Ablam, arkasını dönüp eliyle yüzünü sıvazladı. "Feyza, ya hamileysem?"

"Ay, teyze olacağım! Ne güzel!" diyerek sevindim. Ama ablamın yüzüne bakınca mutluluk ya da heyecan emareleri görememek kaşlarımı çatmamı sağladı. "Abla?"

"Olmuş mudur?" dedi, çubuklara bakmadan.

"Abla, sen mutlu değil misin?"

"Bu... buna çok hazırlıksız yakalandım. Bir süre çocuk düşünmüyorduk. Erdem'e ne diyeceğim ben?" dedi, gözlü yaşlı bir şekilde.

"Erdem abi çocuk istemediğini mi söyledi?" dedim şaşkınlıkla. Buna hiç ihtimal vermiyordum.

"Hayır, öyle bir şey söylemedi." dedi, gözlerini silerken. "Sadece bir süre ertelemiştik bu konuyu. Fazla üstünde durmadık. Evlilik, ev kurma derken bir sürü masraf, borç vardı zaten. Üstüne bir de şimdiki okullarımızda yeni başladık göreve ama çocuk isteyip istemediğimize birlikte karar vermeliydik."

"Ablacığım." dedim ellerini tutarken. "Buna sen karar vermedin ki. Tabii eğer hamileysen, bu senin için de sürpriz olmayacak mı? Erdem abinin bu karara ne kadar çok sevineceğini ikimiz de biliyoruz. Bir süre ertelemenize rağmen bir çocuk konusu geçtiğinde sana imasını yapmıyor mu hep?"

Ablam, biraz düşündü. Ardından başını salladı. "Evet, yapıyor."

"O zaman bence sen Erdem abiden değil de kendinden korkuyorsun."

"Ben nasıl anne olacağım Feyza?" dedi, gözlerinden yaşlar akarken. "Hayatımda bir anne figürü mü vardı benim? Nasıl anne olunur bilmiyorum ki ben!" Hıçkırarak ağlamaya başladığında omuzlarından tutarak sarıldım. Ne hissettiğini çok iyi anlıyordum, çünkü biz kardeştik.

"Ağlama." dedim, benim de gözlerim dolarken. "Annelik, görerek öğrenilecek bir şey değil ki. Yani, yaşayarak öğrenmen lazımdır herhalde. Hem, sen bana az mı annelik yaptın? Bana hem anne hem abla oldun. Evi çekip çevirdin çoğu zaman. Kolay mıydı yaptığın?"

"Aynı şey mi ki?" dedi, çatlak sesiyle. Geri çekilip yaşlı gözlerini sildim. "Aynı şey midir bilmiyorum, ama bunun da üstesinden gelebileceğini biliyorum. Üstelik bu sefer yalnız değilsin. Erdem abi var."

"Erdem var." dedi başını sallayarak. "Yapabilirim değil mi?"

"Bunu düşünmek için önce sonucu öğrenmemiz lazım. Ben çatladım meraktan." dedim gözlerimi silerek.

"Tamam, sen bak." dedi ablam.

Hiç itiraz etmeden testlerden birini elime aldım. Ablam, elleriyle yüzünü kapatmıştı. "Ne oldu? Ne çıktı?" dedi boğuk sesiyle.

Bakışlarımı teste çevirdim ve bakar bakmaz gözlerimden yaş akmaya başladı. "Hamilesin." dedim, tek nefeste. "Çift çizgi."

Ablam, ellerini yüzünden çekti. "Ne?"

Testi ona doğru döndürdüm. "Teyze oluyorum."

Ablam, eliyle ağzını kapattı. Bir adımda dibime girip testi eline aldı. Ardından diğer testlere de tek tek baktı. "Hamileyim." diye fısıldadı. "Feyza, hamileyim ben."

Kocaman sarıldım ablama. "Şükürler olsun."

Geri çekildiğimde ellerini karnının aşağısına koydu. "Anne mi oluyorum ben şimdi?"

"Galiba." dedim yaşlardan gözümün önünü göremezken. Gözlerimi kırpıp önümü netleştirdim. Ablamın elinin üstüne elimi yaslayıp gülümsedim. "Ailemize hoş geldin teyzeciğim."

×××

Uzun bir zaman atlaması oldu ama kitabın gidişatı ve yazmak istediklerim açısından öyle gerekliydi.

Bölüm nasıldı?

Bu bölüm epeyce sürpriz vardı. Hangisi en çok hoşunuza gitti?

Sürprizler bir sonraki bölüm de devam edecek.

Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛

Seviliyorsunuz!💜

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro