43. Bölüm: Kolye
İkiye On Kala- Kendimi Sende Buldum
Varsan var yoksan yokum,
Senden geçiyor benim yolum.
İnsandan insana kaçarken
Kendimi sende buldum.
Oylar ve yorumlar çok az :( Son 3 4 bölümdür 19 binde kaldık. 20 bin bile olamadık. Yorum bırakırsanız sevinirim. Böylece yazma aşkım da nükseder.
Keyifli okumalar❤
×××
İnsana her zaman kendi yükü ağır gelir. Hep en zor sınavlardan kendisinin geçtiğini düşünür. Ancak kötülüğün bir sonu yoktu. Her zaman kötü insandan daha kötü durumda olanlar vardı.
Ben de yaşadığım bu travmayı atlatmanın zor olduğunu düşünüyordum. Nitekim kolay da olmayacaktı ancak imkansız değildi. Hatta kendime baktığımda şanslı olduğumu söylersem yanlış bir şey söylemiş olmazdım. Benden daha beter şeyleri yaşayan kadınlar vardı. Yüzü gözü gözükmeyecek şekilde dövülenler, sürekli bu tip muameleye maruz kalanlar, taciz ve tecavüz edilenler, öldürülenler....
Öldürülmenin bile iyisi ve kötüsü vardı artık. Kafandan bir kurşunla öldürüldüysen eğer, her yeri tek tek kesilip torbalara bölünen birine göre iyi durumdaydın. İnsanların ortasında boğazından kesilip "ölmek istemiyorum" çığlıkları attıysan da pencereden itilip ölen birine göre epey şanssızdın.
Ne kadar acı, bir insanın ölmemek için bu kadar çaba göstermesi. Peki bu düzende (?) suçlu kimdi? Mazlumlar mı zalimler mi yoksa göz göre göre bu zulme susanlar mı?
Göz pınarlarımdaki ıslaklığı parmaklarımla temizledim ve başka şeyler düşünmeye çalıştım. Bir hafta geçmişti Arda'nın yakalanmasının ardından. Her ne kadar Bedir beni bu konudan uzak tutmaya çalışsa da iki üç gün içinde mahkemenin de olacağını tahmin ediyordum ama ben hala her an o karşıma çıkacakmış gibi tedirgin hissediyordum ve her an "Acaba o evden kaçamasaydım başıma neler gelirdi?" diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Sadece yaptığı psikolojik baskılar ve boynumu öpüp elimi tutmasıyla bu kadar kötü hissediyorsam...
Aslında daha beterini yaşayan kadınlar için döküyordum gözyaşlarımı. Onların hayatlarını daha güzelleştiremediğimiz için ve bu tarz kötülüklere maruz kaldıkları için kendimi de suçlu hissediyordum.
"Kızım?"
Babamın sesini duyunca hızlıca gözlerimi sildim. Kanepenin çökmesiyle yanıma oturduğunu anladım. Hafifçe ona döndüm. "Efendim baba?"
Gözlerimde gözlerini uzunca tuttu ve ağladığımı anladı ama bunun hakkında bir şey sormadı. Belki de duyacaklarından korktu.
"Ne yapıyorsun burada, tek başına?" dedi elleriyle saçlarımı okşayarak.
Omuz silktim. "Hiç. Oturuyordum. Birazdan ders çalışacağım."
"Bugün pazar. Arkadaşlarınla gezip dolaşmak ister misin?"
"İstemiyorum." dedim. Kötü şeyler düşünmemesi için gülümsedim. "Derslerimi çok aksattım, çalışmam lazım. Sınav yaklaşıyor."
"Bir günden bir şey olmaz. Yarın başlarsın çalışmaya. Git biraz hava al. İstersen ablanla çıkın."
"Ablam kendi evine daha bu sabah gitti." dedim dudak bükerek. Ablam bir haftadır bizde kalıyordu ve birlikte uyuyorduk. Ancak bu sabah zorla evine göndermiştim. Erdem abi de ilk bir gün burada kalsa da ikinci gün evine dönmüştü. Uzun zamandır ayrı oldukları için arayıp rahatsız etmek istemiyordum. Ablam yarın geri geleceğini söylemişti ama ben gelmesini istemiyordum.
Şımarıklık mıydı yaptığım bilmiyordum ama biraz rahat bırakılmak istemiyordum. Üstüme gelindikçe yaralarımın sürekli durmadan kanadığını hissediyordum.
"Olsun, gelir yine seninle gezmeye." Arasam zaten koşa koşa gelirdi ama aramak istemiyordum.
Odadan telefonumun zil sesini duyunca telefonuma bakmak için ayaklandım. Odama girince kapıyı kapatıp birkaç gün önce Bedir'in verdiği telefonu elime aldım. Kırılan telefonumu satıp bunu aldığını söylemişti ama o kırılan telefonun para etmeyeceğini biliyordum. Satsa yüz lira bile etmezdi ve bu elimdeki birkaç binden aşağı değildi. Sürekli yaptığımız iyilikler birbirine dönüyordu. Onun şu anda kullandığı telefonunu da ben ona almıştım.
Telefon ekranında ismini görünce gülümseyerek kapıya kısa bir bakış atıp açtım. "Efendim?" dedim sesimin tonunu kısık tutma çabasındayken. Babamın duymasını istemiyordum.
"Feyza. Nasılsın güzelim?" dedi yumuşak, güzel sesiyle.
"İyiyim, oturuyordum öyle. Sen nasılsın?"
"Ben... Seni özlemem dışında mı soruyorsun?" dedi tatlı tatlı. Güldüm. "Hımm." diye mırıldandım." Beni özledin mi?"
"Bir de soruyor musun?" dedi sitemle. "En son dün sabah gördüm seni, özledim."
Sen böyle bana yanık sesinle "özledim" diyeceksen ben nasıl yükselmeyecektim ki sana?
"Bir gün olmuş ya daha."
"Az mı diyorsun yani? Sen özlemedin mi?"
"Bilmem, seni bir görsem daha iyi anlarım özledim mi özlemedim mi."
Kısık gülüşü kulağıma çalındı. "Öyleyse, buluşsak? Bakarız kim daha çok özlemiş diye."
Bedir'i görmek istiyordum ama buluşmayı babama nasıl söyleyecektim? Daha babama ilişkimizi doğru düzgün anlatamamıştım bile. Yalan söylemem zaten bu saatten sonra söz konusu bile olamazdı, güvenini kırardım.
Yine de Bedir'in bu hevesli halini kırmak istemedim. Çünkü ben de çok özlemiştim.
"Peki. Nereye gideceğiz?"
"Bilmiyorum. Bakarız gezilecek bir yerler. Ne zamana hazır olursun? Ona göre geleceğim."
"Yarım saat içinde hazır olurum." Üstümü değiştirsem yeterdi, az önce duştan çıkmıştım zaten ama yine de ek süre eklemiştim.
"Tamam, tam yarım saat sonra oradayım."
Gülerek telefonları karşılıklı kapattık. Telefonu yatağımın üzerine bırakıp yavaşça ayaklandım. Babama isim vermeden bir arkadaşımla dışarı çıkıyorum desem normalde kim diye sormazdı ama şimdi benim olduğum kadar onun için de hassas bir dönemdeydik. Bu yüzden kiminle çıktığımı bilmek isteyecekti.
Derin bir nefes alıp odamdan çıktım. Babamın yanına oturup ona döndüm. "Ablan mı aradı?"
"Hayır." dedim. Biraz duraksamadan sonra devam ettim. "Bedir aradı."
"Bir gelişme var mıymış?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır, bir şey söylemedi. Birkaç gün sonra mahkeme var, ondan sonra belli olur her şey."
Başını salladı. Yüzündeki gülüşe gölge düştü. İçinden Arda'ya sevgi ve saygılarını iletmediği yüzünden belliydi.
"Baba." dedim ve uzanarak elinin üzerine elimi bıraktım. "Ben ve Bedir..." Devamını getiremeyince sertçe soluk verdim. "Yani, böyle öğrenmeni istemezdim."
"Sen bana gelip anlatana kadar her şeyi unutacağımı söylemiştim. O yüzden neyden bahsediyorsun, bilmiyorum." Bana yaptığı ufak oyuna gülümsedim. "Baba." diye mırıldandım. "Utanıyorum."
"Neyden?"
"Yani, ben ilk defa böyle şeyler hissediyorum ve bunu sana anlatmak... Utanıyorum işte."
Gülümseyerek elimi tuttu. "Neden kıvranıyorsun ki? Bir şey mi söyleyeceksin yoksa?"
"Bedir, 'dışarı çıkalım mı' diye sordu ve ben de kabul ettim." diyerek gözlerine dikkatle baktım. Ne hissettiğini anlamak istiyordum.
"O zaman hazırlansana, ne duruyorsun? Bedir efendi konusunda ifadeni de akşama alırım. Olur mu?"
"Seni seviyorum." Babama kocaman sarılarak odama koştum. Bir haftadır evden çıkmadığım için bir an dışarıya çıkarken hazırlanmayı unutmuş gibi hissettim.
Bu hissi üzerimden hızlıca atıp üzerime bir kot ve kazak geçirdim. Saçlarımı tarayıp düzgün durması için ördüm. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadım ve makyaj yapma gereği duymadım. Üzerime giyeceğim montumu yatağın üstüne atarken çantamın içine gerekli olabilecek şeyleri attım.
Beklediğimden kısa sürede hazırlamıştım. Telefonum titreşimce hızlıca elime aldım.
Bedir: Hasretinden daha fazla bekleyemeyip erken geldim. Ne zaman hazır olursan aşağıda seni bekliyorum. Acele etme.
Yüzümde kocaman bir tebessümle mesajı okuduktan sonra telefonu çantama koydum ve montunu giydim. Çantamı elime alıp odamdan çıktım. Babamı öpüp evden çıktım.
Dış kapıyı açmadan önce soluklandım. İyi olduğuma kanaat getirip kapıyı açtım. Karşı tarafta arabanın içinde telefonuna bakan adam içimi hemen sıcacık yapmıştı bile.
Kapıyı yavaşça kapattım. Sesi duyup başını telefondan kaldırdı ve beni gördü. Gülümsemesi yüzüne yayıldı. Hızlıca arabanın önüne gelip kapıyı açtım ve yan koltuğuna oturdum. Babam da öğrendiğine göre mahallenin ne konuştuğu artık umurumda değildi.
Yanına oturunca ilk defa böyle bir an yaşadığımız için ne diyeceğimi bilemedim ve şansımı "Selam"dan yana kullandım.
"Hoş geldin güzelim."
"Hoş buldum."
Arabayı çalıştırdı ve biz yavaş yavaş sokaktan çıkarken yavaşça bana döndü. "Nereye gitmek istersin?"
Hava soğuktu. Söylendiği gibi Mart, kazma kürek yaktırıyordu. Ardanın da mahkemeden tamamen tutuklandığı haberi gelmeden dışarıda dolaşmaya korkuyordum. Yine de bunları dillendirmedim.
"Bilmem." diye mırıldandım. "Senin yeni evine gitsek olur mu?"
Şaşkınlıkla bana baktı ama hızlıca attı şoku üzerinden.
"Olur. Sen nasıl istersen." dedi başını sallayarak.
"Evini görmeye gelecektim ama bir türlü nasip olmadı. Merak ediyorum. Temizlendi mi?"
Sert bir nefes verdi. "Yine aynı konu, temizlik..."
"Merak ettim." dedim sitem dolu bir sesle.
"Kenan hoca temizlik işini halletti, merak edilecek bir şey yok."
Başımı salladım. Evine gelene kadar bir daha da aramızda konuşma geçmedi. Araba durduktan sonra indik ve apartmana girdik.
Üçüncü kattaki daireye geldiğimizde anahtarla açtı ve içeri girdik. Montlarımızı portmantoya astık. Evi görüntülü aramada gezdirdiği için aşinaydım ama yine de sanki ilk kez görüyormuş gibi inceliyordum. 2+1 ufak ve şirin bir evdi. Evin temizlendiği her halinden de belliydi.
Temizlik delisi biri değildim ama Bedir'in yeni evine yerleşmesine yardımcı olmak için temizliğini yapmayı istemiştim.
"Çok güzel, ufak bir ev. Tam sana göre yani. Böyle elim boş geldim ama hayırlı olsun. Artık bir dahaki gelişime hediye bir şey getiririm."
"Sen zaten başlı başına bir hediyesin bana."
Güzel cümlesi kalbimi titretirken gülümsedim. "Yaa..."
Elini uzattı. Ben de tereddüt etmeden sıkıca kavradım. "Gel." dedi. "Oturalım şöyle."
Salondaki koltuğa yan yana oturduk. "Üşüyor musun? İstersen kombiyi biraz daha açabilirim."
"Yok, gayet iyi." dedim ellerimi hareket ettirerek.
"Peki. Çay koyayım mı? İçer miyiz? Ya da kahve? Ama evde bir şey yok, ben bir koşu markete gidip geleyim. Çerez, bisküvi falan bir şeyler alayım."
Kalkmak üzereyken elini tutup onu durdurdum. "Hiç bir şey istemiyorum. Sadece..." Çekindiğim için daha kısık bir tonda devam ettim. "...göğsünde dinlenmek istiyorum."
Gülümsemesi büyüdü. Elini elimden hafifçe çekip kollarını açtı. "O zaman gel yamacıma."
Gülerek kollarının arasına girdim ve başımı göğsüne yasladım. "İşte, olmak istediğim yer bu."
"Benim de." diye mırıldandı. "Her an böyle kalmak istiyorum seninle."
İçime dolan huzurla daha sıkı sarıldım. Bir süre öylece kaldık. Sessizlik çok iyi gelse de sormak istediğim sorularım vardı. "Mahkeme birkaç gün içinde, değil mi?"
"Hıhı."
"Hangi gün?"
"Çarşamba günü."
"Ben gelecek miyim mahkemeye?"
"Sen ifadeni polislere verdin zaten. Mahkemede delil olarak kullanacak. Bu yüzden Vedat abi mahkemeye gelmek zorunda olmadığını söyledi. O şerefsizle yüz yüze gelmeni istemiyorum ama yine de gelmek istiyorsan dışarda beklersin, bir durum olursa mecburen mahkemeye çağrılırsın."
"Gelmek istiyorum." dedim. Bariz bir şekilde gerildi. "Bize yaşattıklarının cezasını aldığını kendi gözlerimle görmek istiyorum."
"Onu görünce kötü olacağını biliyorum. Bu yüzden gelmeni istemiyorum."
"Eğer hak ettiği cezayı alırsa iyi olacağım."
"İyi olacaksın." Başımın üstüne uzun bir öpücük kondurdu. Yine aramızda alışagelmiş bir sessizlik oluştu. Onunla sessizliği bile sevdiğim bir gerçekti.
"Geçen gün, bana 'Kış Gülü' dedin." dedim aklıma gelen şeyle. Neden öyle dediğini merak ediyordum.
"Hı-hım. Öylesin çünkü."
"Neden öyle dedin? Pek anlamadım."
"İstanbul'da huzuru en çok hissettiğim ev Hüseyin amcanın eviydi." dedikten sonra güldü. "Senden öncesinden bahsediyorum. Artık senin olduğun her yer huzur."
Gülümsedim. Devam etti.
"Hüseyin amcayla tanışmamız tesadüfen olmuştu ve o sıralar ev bakıyordum. Bana kendi evlerinin bir üst katını verdi. Eşi ve bir kızıyla birlikte yaşayan sakin biriydi. Ailesi de öyle. Küçük bir bahçeleri vardı. Hüseyin amca yaz kış bahçeyle ilgilenirdi. Eşi Ayşe teyze de çiçek böcekle ilgilenmeye bayılırdı. İşim olmadığında da çoğu zaman yardıma giderdim. Türlü türlü çiçek olsa da bariz bir çoğunluğu kamelyalar oluşturuyordu. Yaz-kış çiçek açan kamelyaları Ayşe teyze çok severmiş. Bu yüzden Hüseyin amca sürekli ondan ekiyormuş. Bana sürekli çiçeklerle ilgili bilgi verirdi. Bu kamelyalar -5, hatta -15 derecelere kadar soğuğa dayanabiliyorlarmış. Kamelyaların güle en çok benzeyen türüne de 'Kış Gülü' deniyormuş."
Yüzümü hafifçe kendine doğru döndürdü ve yanağımı avuç içine yasladı. "Senin gibi. Üstünden ne kadar kar kış geçerse geçsin her zaman çiçek açmaya devam ediyor. Bu yüzden sen benim için kışı çok seven bir Kış Gülü'sün."
Gözlerine içimdeki tüm duyguları aktarmak istercesine baktım. Beni hafifçe kendinden uzaklaştırdı. Ne yapacak diye kaşlarımı çatmış bakarken yanımdan kalktı ve karşı odaya girdi. Çok geçmeden yanıma oturdu. Kolumdan tutarak beni döndürdü ve arkamı dönmemi sağladı.
"Birine kamelya çiçeği hediye etmek, kaderini o kişinin ellerine bırakmak demekmiş. Bu yüzdenmiş Hüseyin amcanın Ayşe teyze için bahçeye sürekli kamelya ekmesi, sonradan öğrendim." Boynumda soğuk bir zincir hissettim. Nefesimi tuttum.
"Bundan sonra da benim kaderim senin ellerinde."
Zinciri boynuma bıraktığında ucunu tutup kolyeye baktım. Mavi kamelya çiçekli bir kolyeydi bu. Gözlerim fazlaca sevgiden doldu. Yavaşça ona döndüm. "Bedir..."
"Sen artık benim her şeyim oldun Feyza. Sağa dönüyorum sola dönüyorum, yine seni düşünüyorum. 'Nasılsın, iyi olacak mısın?' diye düşünmekten kafayı yedim. İyi ol istiyorum. Seni her anımda yanımda istiyorum. Bundan sonra sensiz bir hayat düşünemiyorum. Düşünmek de istemiyorum."
Yutkundu. "Sen bana aile oldun Feyza. Ben bu aileyi kaybetmek istemiyorum."
Aklımı kurcaladım ama duygu yoğunluğundan dolayı doğru düzgün kuracak bir cümle bulamadım. Ellerimi yanaklarına koyup onu kendime doğru çektim. "Seni seviyorum." diyebildim bir tek.
Dudaklarımız bunu istercesine birbirine kavuştuğunda ben, susuz kalmış bir topraktım. Ellerinden biri yanağımdayken diğeri belime gitti. Beni daha da sıkıca sardı. Ben de ona doğru yanaştım ve huzurun tadını çıkardım.
Tutkudan uzak hasret kokan öpücüğümüz birimizin telefonunun zil sesiyle bölündü. O an kimin telefonunun çaldığını bilecek kadar kafam yerinde değildi.
Dudaklarımız ayrıldı. Sertçe nefes verdi. "Kim bu şimdi?"
"Bilmiyorum." dedim nefes nefese. Galiba çalan telefonun sahibi bendim.
"Boş ver." dedi ve tekrar dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Aklım telefonda olsa da uçup gitti. Öpüşüne karşılık verdim.
Zil sesi bir anlığına kesilse de ardından tekrar çalmaya başladı. Dudağıma bıraktığı kısa öpücüklerini omuzlarından ittirerek kestim. "Yine çalıyor."
Kendini geri iterek kanepeye yaslandı. Ben de ayağa kalkıp çantamı buldum ve telefonumu çıkardım. Kapanmak üzere olan telefonu açtım. "Efendim Hazal?"
"Oh be! Açtın sonunda! Neredesin kızım sen, meraklanırdın."
"Şey..." dedim göz ucuyla Bedir'e bakarak. Kolunu koltuğun kenarına, parmaklarını da çenesine yaslamış bana bakıyordu.
"Ney?"
"Ne oldu? Niye aradın?" dedim. Sonradan biraz hesap sorar gibi olduğunu fark ettim ama geç kalmıştım. Ne yapayım? O bana böyle bakarken benim de elim ayağım birbirine dolaşıyordu!
"Dövseydin bir de Feyza!" dedi sitemkar bir sesle.
Ellerimle alnımı ovdum. "Kusura bakma. Bedir'in evindeyim, biraz tartıştık. Ondan şey yaptım sana da." diye salladım. 'Öpüşüyorduk' demek yerine 'tartışıyorduk' demek daha makul geldi o an.
"Oo, Bedir'in evindeydin demek! Yanlış bir zamanda mı aradım yoksa?"
"Evet." dedim pat diye. Sonra apar topar lafı çevirmeye çalıştım. "Yani, biraz tartıştık dedim ya. Onun üstüne aradın. Ondan yani." Daha fazla saçmalayacağımı anlayınca derin bir nefes verdim. "Neyse, sen ne diyecektin?"
Kahkahası doldu kulağıma. "Anladım anladım."
"Ne anladın Hazal?" dedim kaşlarım çatılı.
"Neyse. Güney'in bugün işi yokmuş. Dışarı çıkalım, dedi. Ben, sana da haber verelim sen de gelirsin belki dedim ama sen de meşgulsün galiba."
Dudaklarımı bükerek Bedir'e baktım. Onu burada bırakıp gidemezdim, ayıp olurdu. Hatta ayıp olmasından ziyade böyle bir andan sonra onu yalnız bırakmak istemiyordum.
"Nereye gitmeyi düşünüyordunuz?"
"Bilmem. Onu düşünmedik ama hep birlikte olacağımız bir yer işte."
Aklıma gelen fikri Hazal'a iletmek istesem de Bedir'e sormadan bir şey söyleyemezdim. "Hazal, ben sana bir iki dakika sonra döneceğim. Olur mu?" dedim ama cevabını beklemeden telefonu kapattım.
Telefonu cebime yerleştirip Bedir'in yanına oturdum. Pür dikkat hareketlerimi takip ediyordu. "Bedir." dedim kedi gibi çıkan sesimle.
Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Söyle güzelim."
"Hazal ve Güney dışarda bir yere gitmek istiyorlarmış. Beni de çağırdılar."
Anlayışla gülümsedi. "Sorun değil. Gitmek istiyorsan seni götürürüm istediğin yere."
"Yok." dedim hızla. "Gitmek istemiyorum."
Sorgu dolu gözlerle baktı. Anlamamıştı demek istediğimi. "Senin için de sorun olmazsa, onları buraya çağırsak? Birlikte vakit geçirsek?"
Cevap vereceği esnada lafını kestim. "Ama sen bilirsin yani. Olmaz, dersen ısrar etmem. Senin evin sonuçta. Ben sadece seni de bırakmak istemediğim için..." Parmağını dudaklarıma yaslayıp beni susturdu. "Ara gelsinler, sormana gerek yok."
"Tamam."
"Böyle şeyleri sorarken de utanma." diye devam etti. Başımı salladım. Dudaklarından ufak bir kılıftı kaçtı. Dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekildi. Tekrar arkasına yaslandı.
Telefonumu cebimden çıkartarak Hazal'ı aradım. Geleceklerini söyledikten sonra konum yolladım. Elimdeki telefonu sıkarken Bedir'e döndüm. "Ben o zaman... çay koyayım."
Koşar adımlarla mutfağa girip tezgaha yaslandım. Bir elim dudaklarımın üstüne kapanırken diğerini kolyemin üstüne kapattım. Onu öptüğümde her seferinde böyle nefesim kesilecek miydi?
×××
Zil çalar çalmaz fırındaki kekin kabarık görüntüsüne son kez bakıp kapıyı açtım. Bedir'in de yardımlarıyla hızlıca bir kek çırpıp fırına atmıştım ve çay da demlemiştim.
Az sonra Hazal ve Güney görüş açıma girdi. Bedir'in varlığını da yanımda hissettim hemen.
"Hoş geldiniz." dedim kapıyı daha çok açarak.
"Hoş bulduk." dediler ikisi de aynı anda. Ayakkabılarını çıkarttılar ve içeri adımladılar. İlk içeri giren Güney'e sarıldım. Güney benden sonra Bedir ile selamlaşırken Hazal yüzündeki sırıtmayla sarıldı.
Güney ve Bedir içeri geçtiğinde Hazal'a döndüm. "Ne sırıtıyorsun öyle?"
"Kız şimdi siz böyle kapıyı birlikte açtınız ya bize. Bir an sanki ikimiz de evliymişiz de size oturmaya geliyormuşuz gibi olmadı mı?"
Hazal'ın söyledikleriyle aslında ikimizin de hislerinin ne kadar benzer olduğunu fark ettim ama inkar ettim. "Ne alakası var? Hem, sessiz olsana. Duyacaklar!" dedim göz ucuyla içeriyi kontrol ederek.
"Duysunlar, ne olacak?" dedi omuz silkerek. "Hem yol evliliğe girince kaçacaklarsa şimdiden kaçsınlar!" deyip kıkırdadı.
"Sen önce okulunu bitir de sonra düşün evliliği. Daha küçüksün!"
Elini salladı. "Aman canım! Okul bu, illaki biter. Hem sen bana değil de kendi derdine yan. Benimki birkaç ay sonra bitiyor. Seninki inşallah yeni başlayacak. En az iki senen var. Okul bitsin diye diretecek misin?"
Kaşlarım çatıldı ve kendimi bir an bu konu üzerinde düşünürken buldum. Ardından hemen silkelenip kendime geldim. "Ben evlilik düşünmüyorum zaten. Sen de olur da Güney'i ikna edebilirsen gelir şahidin olurum." deyiverdim.
Gülerek başını iki yana salladı. "Güney'e 'evlenelim' desem babamdan gizli kaçırıp ertesi gün nikah kayar. Yani zor değil onu ikna etmek."
Gülerek omzundan ittirdim. "Deli. Yürü içeri."
Hazal gülerek içeri geçti. Ben de arkasından yürüyecekken bir anlığına durdum. Yalan söylemiyordum, evlilik şu an için bana çok uzak bir kavramdı. Her şeyin ötesinde Bedir ile ilişkimiz çok yeniydi ve henüz tam anlamıyla birbirimizi tanıdığımızı düşünmüyordum ve birbirini tam anlamıyla tanımadan evlenen birbirinden kopuk olarak yaşayan iki kişinin çocuğuydum. Yanlış zamanda yanlış insanla evlenmek, evlenen kişiler kadar çevresine de zarar veriyordu ve ailemin, en önemlisi çocuğumun benim gibi zarar görmesini istemiyordum.
Bedir ile çok özel bir ilişkimiz vardı ve benim için yanlış kişi değildi. Hissediyordum. Geleceğimde onu görüyordum, onun da beni gördüğü gibi ama daha yirmi iki yaşındaydım. Önümüzde uzun zamanlar vardı ve ben o zamanları da hep Bedir ile geçirmek istiyordum.
"Feyza?"
İrkilerek ne ara yanıma geldiğini anlamadığım Bedir'e döndüm. "Efendim?" Bu irkilmenin, Bedir'in bir anda seslenmesinden mi yoksa bir anlık boşluğumla ikimize ait bir çocuk düşlememeden mi kaynaklandığını bilemiyordum.
"Kapıda kaldın. Gelmiyor musun?"
İçten bir şekilde gülümsedim. "Geliyorum."
Birlikte salona geçtik. Hazal ve Güney'in karşısındaki koltuğa geçip oturduk. "Kolay bulabildiniz mi evi?" dedim konu açmak için.
Güney başını salladı. "Evi bulmak kolaydı da Hazal'ın hazırlanması zor oldu."
"Beş dakika bekledin sadece Güney! Abart hemen!"
Gülerek ikisinin tartışmasını dinlerken kafamdaki düşüncelerden tamamen sıyrılmıştım.
Keyifli başlayan sohbetimiz ortama çayın ve kekin eklenmesiyle öyle de devam etti. Ancak Bedir'in her güldüğünde ona bakmaya çalışmam -aslında daha çok gamzesine- ve onu da bana bakarak görmem ara ara sohbetten soyutlanmama neden oldu.
Güney ile aralarındaki ilişki de ne ara bu kadar kuvvetlenmişti, bilmiyordum. Kendini bizim yanımızda yabancı gibi hissetmediğini hareketlerinden ve özgürce gülmesinden anlıyordum. Bu da beni oldukça mutlu ediyordu.
Birkaç dakika önce de Bedir çalan telefonuyla izin isteyerek yanımızdan kalkmıştı ama hâlâ gelmemişti.
"Ne o kız? Yolunu mu gözlüyorsun sevgilinin?" dedi Hazal gülerek. "Merak etme, kaçmaz bir yere."
Omuz silktim. "Gözlüyorum, ne var? Özlemiş olamaz mıyım?"
Güney, Hazal'ın kolunu dürtüp eliyle beni gösterdi. "Sen de böyle olsan ne olurdu? Bak, kız açık açık söylüyor her şeyi. Sana iki naz yapmak istiyorum, burnumdan getiriyorsun? Özledin mi, diye soruyorum. 'Ay ben senin neyini özleyeyim'den giriyorsun lafa, ne öküz olmadığım kalıyor ne de odun."
Hayretle Hazal'a baktım. Benim malum aile meselelerimden ve başımdaki belalardan dolayı arkadaşlarımla pek ilgilenememiştim ama Hazal'ın yanımda olduğu her an Güneye olan sevgisini dile getirmesinden onun bu konuda çekingen olmadığını biliyordum. Sadece, zaman zaman korkularının baskın geldiğini anlayabiliyordum. Yıllardır âşık olduğu adamla sevgili olmasının bazen bir rüya olmasından korktuğunu dile getirmişti bir keresinde.
Hazal, burun kıvırdı. "Ne yapayım? Azıcık seni şımartsam, tepeme çıkıyorsun."
Güney, "Olsun, sen arada şımart beni yine de." dedi ve kolunu Hazal'ın omzuna atarak ona sarıldı. Hazal da fırsatı kaçırmadı ve ona yanaştı. "Bakarız."
Güney, Hazal'ın yanaklarını ısırmaya çalışırken Hazal'ın itiraz dolu sesleri geliyordu. Gülerek kafamı iki yana salladım. "Bağrışmayın, apartman burası!"
Beni dinlemediler tabii ki. Ben de kalkıp Bedir'e bakmak istedim ama kapıda karşı karşıya geldik.
"Gittin gelmedin, merak ettim. Bir sorun yok, değil mi?"
Başını iki yana salladı. "Sorun yok."
Arkamda didişen ikiliye baktı. Yanlarına doğru adımladık. "Neyi paylaşamıyorsunuz?"
İkisi de durup Bedir'e baktı. "Hiç!" dediler aynı anda.
Eliyle ikisini işaret ettikten sonra hayali dairesinin içerisine beni de aldı. "Basketbol maçı izlemeyi sever misiniz?" dedi.
Güney, "Maç olsun da, her şey izlerim." dedi.
Hazal, "Kaslı ve uzun boylu erkeklerin oynadığı oyundan mı bahsediyorsun? Bayılırım!" dedi.
Ardından "Ne!" diye bağıran Güney'in tepkisiyle karşılaştı. Hazal gülerek Güneyin yanaklarını tuttu. "Şaka yaptım aşkım, sen de bana burnundan getirdiğimi söyledin." dedi tatlı tatlı.
Güney, ters ters bakıp derin bir nefes verdi. "Hasbinallah ya!"
Onları boş verip Bedir'e döndüm. "Ben de içinde sen varsan severim yani." dedim cilveyle omuz silkip.
Bedir, hızlıca gözlerini kaçırdı. "Süper! O zaman toparlanın! Basketbol maçına gidiyoruz."
Güney hevesle atıldı. "Hadi ya! Kimin maçı?"
Gülümsedi. "Benim takımımın maçı."
×××
Feyza'nın kolyesi👇
Bölüm nasıldı?
Söz vermemekle beraber bu cumaya da bir bölüm yetiştirmek istediğimi söyleyip kaçıyorum.
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro