20. Bölüm: Kırılan Bir Kalp
Bölüm şarkısı: Kahraman Deniz- Ben Yola Gelmem
Bol bol yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar❤
×××
"Feyza! Kalk şu telefona bak!"
Ablamın omzumu ittirerek uykulu tondan söylediği sözleri aldırış etmeden uyumaya devam ettim. Ancak ablam pes etmeden omzumu deşmeye niyetliydi.
Söylenerek gözüm kapalı şekilde telefonumu aramaya koyuldum. Sonunda bulduğum bir telefonu açarak kulağıma koydum. "Beni bu saatte uyandırmaya kalkışan cesaretli kişi kim, merak ediyorum."
"Kalk hemen Feyza!"
"Yürek mi yedin Hazal!" diye çığırdım.
"Ne yüreği ya, beni dinle. Çok fena şeyler oldu!" diye aynı tondan bana çığıran Hazal'a en derinden sevgilerimi gönderip yatakta hafifçe doğruldum ve telefonun ekranına baktım.
Sinirden açılan gözlerimle Hazal'a döndüm. "Beni sabahın yedi buçuğunda uyandırman için çok büyük bir olay olmuş olması lazım. Eğer öyle bir şey olmadıysa öldün s-"
"Dün Güney beni öptü! Dudağımdan hem de!" diye fısıldayarak bağırınca artık benden uyku namına bir şey kalmamıştı. Üzerimdeki yorganı hızlıca kenarı atıp ayaklarımı yere sarkıtarak doğruldum.
"Ne!"
"Öptü diyorum sana. Beni beni!"
"Nasıl, ne oldu da, neden? Hemen, çabuk anlat." diye hızlıca arka arkaya kelimelerimi sıraladım. Yıllardır beklediğim bu olay şu an uykumdan bile önemliydi.
"Of Feyza. Bilmiyorum. Çok ani oldu."
"Öyle, dümdüz mü öptü? Bir şey demedi mi? Sen ne yaptın?"
"Dün geceden beri çığlık atmamak kendimi çok zor duyuyorum. Babam duyacak." dedikten sonra derin bir nefes aldı. "Ölecektim kızım heyecandan."
"Anlat, nasıl oldu?"
"Dün İrem ablalardan çıktıktan sonra Filiz teyze anneni de eve bırakacakmış zaten. Arabayla gelmiş. Bizi de götürmeyi teklif etti. Güney başka işimiz var deyip kabul etmedi. İşi beni öpmekmiş." dedikten sonra kıkırdadı. "Önceden söyleseydi keşke, teklifi kabul etmedi diye hayıflanmazdım."
"Kızım, aralara dipnotlar sıkıştırma."
"Tamam be. Neyse işte biz bir şekilde vapura bindik. Vapura binene kadar her şey normaldi. Vapura binince oturduk. Konuşuyoruz. Okuldan stajdan falan bahsediyordum ona. Geçen beni ödevi için sürekli arayan manyağı sordu. Ben de 'o geçti artık başka hayranlarım var' diye dalga geçtim gülerek. Bu, işi ciddiye aldı. Sordu sürekli falan. Ben de işi abartıp abartıp anlattım baya. O da sinirlendi. Bir anda pat diye dibimde bitti ve pat diye öptü. Ne olduğunu anlayamadım en başta."
"Eeee, sen de öptün mü?"
"Of hayır Feyza!" dedi ağlamaklı sesiyle. "Hiçbir şey yapamadım şoktan. Öylece kaldım. Sonra geri çekildi. O bir şey söylemedi ben de söylemedim. Sonra vapurdan inip eve kadar geldik. Beni eve bırakıp gitti. Sonra da ne bir mesaj ne bir arama!" diye isyan etti.
"Eee, ne oldu şimdi? Yani ne olacak?"
"Bilmiyorum, galiba kanka kanka devam edeceğiz yine." dedikten sonra sesini yükseltti. "O an nasıl bir şey yapmadım ya! Ya ben de öpseydim ya da bir şey söylemeyince en azından suratına patlatsaydım bir tane!"
"Yok ya, önce öp sonra kanka kanka devam et! Olmaz, izin vermem. Hemen bir şey yapmalıyız."
"Ne yapacağız Feyza ya. Ben Güney ile yüz yüze gelemem."
"Kızım sen değil, o kaçacak. İlk öpen o!"
"Ama ne yapayım? Utanırım. Ben bu anı yıllardır bekliyorum ama böyle hayal etmemiştim."
"Halledeceğiz. Ben bugün akşama doğru eve dönerim. Yarın halledeceğiz." dedim kendi kendime de gaz vererek. Ama ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Sadece Hazal'ın düşen modunu yükseltmeye çalışıyordum.
"Halledecek miyiz gerçekten Feyza?" dedi umutsuz bir sesle. "Bence uğraşmayalım ya. Güney'in zaten beni sevdiği yok. Öptüğüne de pişman oldu kesin. Yoksa ağzını açıp bir şey derdi."
"Güney'in senden hoşlanmadığını düşünsem sana destek olmaz, doğrusunu söylerdim. Biliyorsun değil mi? O şimdi bunu birden yaptığı için ya da senin gibi senin onu sevmediğini düşündüğü için kendine kızıyordur."
"Öyle mi diyorsun?"
"Evet aşkım, öyle."
Hazal'ı ikna etmek biraz uzun sürse de sonunda başardığımda telefonu kapattım. Şimdi bu işi nasıl yapacağımı düşünmem lazımdı ama bu saatte uyandırıldığım için önce uykumu almam lazımdı.
O yüzden ablamın yanına geri yatıp üstündeki yorganı kendime çekmeye çalıştım. Bu ablamı uyandırdı ve küçük bir yorgan kavgası sonucu ikimiz de yorganın içine girebildiğimizde gülümsedim. Ablamla yorgan kavgası yapmayı bile bu kadar özleyeceğim aklıma gelmezdi. Bu yüzden sahip olduklarımızın değerini bilmek lazım diyerek ablamın kollarını zorla açıp arasına girdim ve ona sarıldım. Önce homurdansa da daha sonra o da bana sarılarak kendine çekti. Saçlarımı öpüp kendini yastığa geri koyduğunda içime dolan huzurla kendimi uykuya teslim ettim.
×××
"Ben geldim!" dedim kapıyı kapatarak içeri girdiğimde. Mutfaktan sesler geliyordu.
İki gündür babaannemi görmüyordum. Dün gece ablamdan eve geç dönmüştüm ve döndüğümde babaannem uyuyordu. Bu yüzden eve inip hemen uyumuştum. Ablamla iki gün geçirince içimdeki tüm kötülükler gitmişti ve çocukluğuma dönmüş gibiydim.
"Hoş geldin kızım."
Gülerek mutfakta yumurtaları kaynatan babaannemin yanına gittim ve yanağını öptüm. "Neden bu kadar erken kalktın babaannem? Ben işe gitmeden önce sana bakayım dedim sadece."
"Geleceğini biliyordum, kahvaltı yapmadan işe gitme dedim."
"Ne zahmet ettin babaannem ya? Ben yoldan alırdım bir şeyler."
"Hadi hadi çok konuşma. Şu tepsiyi götür içeri." Babaannemin, elime tutuşturduğu tepside üç bardak ve çatal görünce içime yerleşen heyecanla sordum. "Neden üç bardak?"
Trip atıyormuş gibi başını çevirdi. "Dün sen olmayınca Bedir oğlum bana arkadaşlık yaptı. Bu sabah kahvaltıya çağırdım."
Çalan kapıyla gülerek mutfağın dışına çıktım. "Ben bakarım kapıya."
Elimdeki tepsiyi masanın üstüne koyup kapıya gittim. Hızlıca kapıyı açtım. Karşımda iki gündür görmediğim yüzü görünce gülümsedim. Geri çekilip geçmesi için yol verdim. "Hoş geldin Bedir."
"Hoş buldum."
Kapıyı kapatıp arkasından gittim. "Söyleyecek misin?"
Arkasını döndü. "Neyi?"
"Bana ne getirdiğini?"
"Akşam söylerim."
Kaşlarımı çattım. "Ama ben gelince söyleyecektin. Mızıkçılık yapıyorsun."
Elini ensesine atarak ovdu. Görmeyeli sakalları biraz uzamıştı. "Beklentiyi yükseltmiş gibi hissediyorum. Öyle ahım şahım bir şey değil aslında."
Omuz silktim. "Büyük ya da küçük olması önemli değil. Benim için getirmişsin. Bilmek istiyorum." dedikten sonra düşündüklerimi söyledim. "Şeftali mi getirdin yoksa?"
"Şeftali mevsimi değil, ayrıca eski tadı kalmadı şeftalinin."
"Ne o zaman?" dedim yüzümü düşürerek.
"Kemalpaşa tatlısı."
Gözlerim hızla açıldı. "Tatlı mı? Çok severim."
"Hiç yedin mi?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır yemedim. Ama sabırsızlanıyorum yemek için. Ne zaman yiyeceğiz?" dedim tam bir aç gibi davranarak.
Güldü. "Üstüne şerbet atıp hazırlamamız gerekiyor ama. İşten dönünce yeriz olur mu?"
Başımı salladım. "Peki, bana uyar."
Kahvaltı masasına oturduk. "Abinle özlem giderebildin mi?"
Gözü bir noktaya daldıktan sonra gözlerini kırpıştırarak bana döndü. Gülümsemeye çalıştı. Başını salladı. "Evet, özlemişim."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bedir'in düşen yüzünü anlamlandırmaya çalışsam da çabam boşunaydı. O anlatmadan onun hakkında bir şey öğrenmem mümkün değildi.
×××
"Hazal, anladın mı planı?"
Birkaç saniye sustuktan sonra oflayarak söze girdi. "Bu ne şimdi Feyza? Buna plan mı diyorsun sen?"
"Evet, beğenemedin mi?"
"Kızım biz zaten istediğimizde parkta toplanıyoruz. Bunun neresi plan? Parkta birlikte toplandığımızda bir şey değişmeyecek."
"Of kızım ne yapayım ya? Düşündüm bir plan ama bulamadım. Zaten bence sizin sorununuz birbirinizle konuşmamanız. Siz bir karşı karşıya gelin, her şey çorap söküğü gibi gelecek."
Ofladı. "Eğer her şey daha kötü olursa benden dayak yersin Feyza."
"Şu an birbirinizle konuşmamanızdan daha kötü ne olabilir? Hadi sen dediğim saatte parkta ol. Ben Güney'e haber veririm."
Telefonu kapattıktan sonra Güney'i arayıp parkta toplanacağımızı söyledim. Biraz mırın kırın etse de kabul etmişti. Telefonu kapattıktan sonra yanma gelen Bedir ile birlikte kütüphaneden çıktık. Durağa ilerlerken Bedir'e döndüm. "Bu akşam yine parka gideceğiz. İşin yoksa sen de gelsene."
"İşim yok. Ama..."
Elimi kaldırdım susması için. "İşin yoksa geliyorsun."
"Ne yapacağız parkta?"
"Yeni bir çift oluşturma operasyonumuz var. Çok uzun sürmez. Sonra eve gelir tatlımızı yeriz?" diye sordum tatlı olmasını umduğum bir gülümsemeyle.
Gülerek başını yere indirdi. "Olur. Bu çift Hazal ve Güney mi?"
Elimi şıklattım. "Aynen!"
Otobüs geldiğinde bindik. Bu saatte boş yer bulmak hayal gibi bir şey olduğu için en arkaya gidip dikildik. Bedir'in boyunun maşallahı olduğu için o yukarıdaki demire uzanıp tutunuyordu. Ben de tutunabiliyordum ama zorlanıyordum.
Oflayarak kolumu aşağı indirdim. Hızlı hareketim karşısında kolum yanımda ayakta dikilen gence çarptı ve bana dönmesini sağladı. "Özür dilerim." dedim mahcup bir ifadeyle.
Gülümsedi. "Sorun değil."
Başımı Bedir'e çevirince bana baktığını gördüm. "Kolum yoruldu." dedim sessizce. Başı bir an arkama kayar gibi oldu. Tutunacak bir yerim de yoktu. Boştaki eli bileğimi buldu ve zaten yanında olan beni biraz daha kendine çekti. "Bana tutunabilirsin."
Elimi, önü açık ceketinin üstüne getirdiğinde ceketine tutundum. Başımı görmemesi için başka bir yöne çevirirken gülümsememe engel olamadım. Böyle tatlı hareketler karşısında yanaklarını sıkmak istiyordum.
Fırsattan istifade her frende diğer elimi de koluna koyup tutunmamı bilerek yaptığımı anlamamıştır umarım. Çünkü ben de otobüs her fren yaptığında düşmemem için tedbir olarak belimin yanına giden elini görmüştüm.
Mahalleye geldiğimizde otobüsten inmiştik. Eve doğru yürüdük. Aralık ayının sonuna yaklaşıyorduk. Kış gelmesi sebebiyle hava artık daha erken kararıyordu ama hala bahar havası vardı.
"Hala kar yağmadı." dedim mutsuzca.
"Evet, kışın geldiğini anlayamadık."
"Umarım yılbaşına kadar yağar, kar topu oynamak istiyorum." dedim içimde kar yağdığını düşündüğüm bir heyecanla.
"Kışı seviyorsun."
"Evet, tamamen kış insanıyım. Sen?"
"Ben kışı sevmem çünkü sürekli hasta olurum. Bağışıklığım biraz düşük sanırım. Çok sıcak havaları da sevmem. Tam bu havaları seviyorum. Sonbahar havası."
"Bağışıklığını güçlendirmek için bir şeyler yapmazsan güçlenmez." dedim bir doktor edasıyla. "Öyle onu yemem bunu sevmem dersen daha çok hasta olursun." diye devam ettim. Bunları uzmanından öğrenmiştim. Yani babaannemden.
Kısıkça güldü. Onun yemeği hakkında her söylendiğimde gülüp geçiyordu. Bana da gülüşüne bakmak kalıyordu.
Evin sokağına geldiğimizde alenen bana dönen bakışlar yakaladım. Belki de bize, bilmiyorum. Milletin ağzı gerçekten torba değildi.
Umursamadan Bedir'e dönüp gülümsedim ve bana sorduğu sorulara cevap verdim. Yeni verdiğim kararla ,bu kararı akşamları kütüphanede Bedir ile uzun süren mesailerimizde bana kitaplar hakkında anlattıkları sonucunda vermiştim, roman okumaya da başlamıştım ve nasıl gittiğini soruyordu.
×××
"Hazal, hazır mısın? Aşağıdayız." dedim. Cevap vermeden evinin kapısı açılmıştı bile. "Geldim." dedikten sonra telefonu ve kapıyı kapattı.
"Of çok heyecanlıyım Feyza. Ben gelmesem?"
Ofladım. "Sen gelmezsen buluşmamızın ne anlamı kalacak? Hadi yürü."
Bir elini hafifçe kaldırıp Bedir'i selamladı. "Merhaba Bedir."
Daha sonra Bedir ile ikimizin arasına girdi ve ikimizin de koluna girip bizi sürükledi. "Hadi artık gidelim, ne olacaksa olsun. Bu saatten sonra ya 'dünya ahiret bacımsın'a bağlayacağız ya da... Ya da bilmiyorum işte."
Bedir'e onu alttan alması gerektiğini söyleyen bir bakış attım. Gülümseyip başını salladı. Anlayışlı insan.
Parkın önüne geldiğimizde Hazal bana döndü. "Ben bakamıyorum. Gelmiş mi?"
Parkın içinde gözlerimi gezdirdim ve aradığımızı hemen buldum. "Gelmiş. Masada başı önde oturuyor. Senin geleceğini söyledim diye gergin bence."
Başını kaldırdı ve o da Güney'i gördü. Yüzünü buruşturdu. "Kesin özür dileyecek. Pişman gibi oturuyor. Allah'ım! Bu erkekler neden böyle salak ya?"
Şaşkınlıkla ona bakan Bedir'e döndü. Hala Hazal ortamızdaydı ve kol kolaydık. "Üstüne alınmak istersen sen de alınabilirsin Bedir. Kabul et, hemcinslerin biraz aptal."
"Sorun değil." diye mırıldandı ancak yüzüne direkt böyle bir şey söylenmesini beklemediği aşikardı.
"Hazal. Konuşma hadi yürü." dedim onu ittirerek.
Güney'in yanına geldiğimizde başını kaldırdı ve bizi gördü. Bakışları Hazal'da takıldı. "Hoş geldiniz." dedi.
Hazal onu umursamadan Güney'in karşı çaprazına oturdu. Normalde yanına otururdu ancak şu an trip modundaydı.
Ben Hazal'ın yanına oturduğumda Bedir de mecburen Güney'in yanına, Hazal'ın karşısına oturdu. Otururken bir elini Güney'in omzuna koydu. "Hoş bulduk. Nasılsın?"
"İyidir, senden?"
"İyi."
Bedir'in açtığı muhabbet kısa sürdü ve bitti. Ardından ortamdaki gerginlikten dolayı bir sessizlik oldu. Hazal asla başını masaya çevirmiyor ve bizden tarafa bakmıyordu. Güney de aynı şekildeydi ancak onun gözleri arada ölçer gibi Hazal'a kayıyordu.
"Ee, daha daha nasılsınız? Güney, Hazal?" diye ortaya soru attım ancak ikisi de asla duyulmayan mırıltılar halinde cevap verip kafa salladılar.
Ofladım. Ne zormuş çöpçatan olmak ya?
"Ee ne yapsak? Bedir, salıncakta mı sallasanız bizi?" dedim yine de ısrarla devam ederken.
Bedir "Olur." dese de Hazal tüm suratsızlığıyla "İstemiyorum." deyince Güney de konuşmadı.
Alttan Hazal'ın bacağını cimcikledim. İrkilerek bana döndü. "Ne yapıyorsun sen?" dedim konuşmadan ağzımı oynatarak. Omuz silkip başını çevirdi.
"Bedir, biz ikimiz biraz dolaşsak mı ya şu okulun sahasında falan?" Park ile okul yan yanaydılar ve okulun futbolla birleşik olan basketbol sahasına kolayca giriş yapabiliyorduk buradan. Sadece küçük bir duvarı atlamamız gerekiyordu.
Bedir ile birlikte ayağa kalktığımızda Hazal da kalktı. "Ben de geleyim. Yürüyüş yapmış olurum."
Gözlerimi açarak Hazal'a baksam da oralı olmadı. Bana hiç yardımcı olmuyordu şu an.
"O zaman sen de gel Güney."
Güney'in kolundan tutup kaldırdım. Hazal da Bedir'in yanına geçip önden ilerledi. Bedir'i de onunla birlikte hızlı yürümeye zorluyordu.
Güney'in koluna girip hızlandırdım. "Biliyorsun değil mi?" diye sordu.
Başımı Güney'e döndürüp kafa salladım. "Biliyorum ve aranız düzelsin diye bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama bana hiç yardımcı olmuyorsunuz."
"Kızdı mı bana?" dedi. Sesi suç işlemiş bir çocuk kadar masumdu.
"Neden gidip ona sormuyorsun?" dedim.
Bu sırada sahanın duvarına gelmiştik. Alçak derken benim omzumun biraz aşağısına kadar geliyordu. Ancak ellerimi duvarın üstüne dayadıktan sonra kolayca çıkabiliyordum.
Bedir duvardan atladıktan sonra arkasını döndü. Güney ile biz de gelmiştik. Güney'i Hazal'a doğru ittirdim. "Güney, Hazal'a yardım etsene."
Hazal normalde buna izin vermez kendi geçerdi inadından ama yükseklik korkusu vardı. En ufak yükseklikten bile atlamaya korkardı. O yüzden bu duvarı şimdiye kadar hep Güney'in yardımıyla geçmişti.
Omuz silkti. "Bedir, yardım eder misin?"
Bedir, bana baktı onay istercesine. Kaşlarımı havaya kaldırıp başımı iki yana salladım.
Bedir ikilemde kalırken Güney çoktan Hazal'ın arkasına gelip belini tuttu. "Ben sana destek vereceğim. Bas şuna." dedi burada her zaman olan tuğlaları göstererek. Hazal Güney'e baktı. Birkaç saniye bakıştılar. Sonra Hazal'ın omuzları yenilgiyle düştü ve Güney'in ona uzattığı eli tuttu.
Gülümseyerek duvarın üstüne çıktım ve oturdum. Aşağı atlayacağım sırada Bedir geldi. "Yardım edeyim mi?"
Omuz silktim. "Deve gibi boyun olabilir ama buradan atlayabilirim."
Duvardan atladıktan sonra gülümseyip Bedir'in yanına gittim. Omzuna pat patladım iki üç kere. "Yine de teşekkürler."
Gülümseyip başını iki yana salladı. Arkama dönüp bizim çifte baktım. Güney geçmişti ve Hazal'ı her zamanki gibi atlaması ve tutacağına dair ikna etmeye çalışıyordu.
Bedir'in bileğinden tutuşturup onu sahanın içine doğru çektim. "Onlar biraz didişsinler."
Sahanın ortasına geldikten sonra bileğini bırakıp ellerimi iki yana açtım. "Şu sahada az dizimi kolumu yarmadım. Ne günlerdi."
"Bu okul senin okulun muydu?" diye sordu yan taraftaki iki katlı binayı göstererek. Başımı salladım. "İlkokulu burada okudum. Okula dair sevdiğim tek yer bu sahaydı. Sürekli birilerinin futboluna ya da basketboluna dahil olurdum. Hazal pek sevmezdi ama arada benimle basketbola o da katılırdı. Futbol topu ayaklarını acıttığını için sevmezdi. Gerçekten futbol topları çok ağırdı ama."
Bir elimin kolunu dirseğine kadar açıp ona yaklaştım. Dirseğimin hemen altında yaklaşık üç dört santimlik beyaz bir çizgi vardı. "Bak." dedim ona göstererek. "Futbol oynadığım bir sırada oldu. Erkeklerin arasına dalınca beni kaleci yaptılar. Ama ben de nasıl hırslıyım. Ben olunca o kaleden gol geçemezdi. Karşı takımdan da sürekli kavga ettiğim bir çocuk vardı. Oyuna girmemi istemezdi."
Gözleri gösterdiğim yere değdikten sonra bana döndü. "Neden?"
Omuz silktim. "Futbol erkek oyunuymuş. Ne işim varmış benim oyunda? Neyse işte, ben kaledeyken karşıma geldi topla. Zaten çocuğa gıcığım, o topu kaleden asla geçirmezdim. Ha kale derken, fileli demirli falan bir şey bekleme. Bir tarafta üst üste dizilmiş tuğlalar, diğer tarafta çöp kovası."
Güldü. "Biz de öyle yapardık mahallede falan oynarken."
Yorulunca yere oturdum. Tepemde dikilen Bedir'e baktım. "Sen de otursana."
O da yanıma oturunca devam ettim anlatmaya. "İşte o gıcık geldi karşıma ve hızlı bir şekilde topa vurdu. Ben de topu tutacağım diye kendimi bir kaleci edasıyla yana savurdum. Topu çıkarmıştım ve mutluydum ama yattığım yerde bir soda şişesinin kırılmış camları varmış. Dirseğimin altına girdi bir parça. En başta anlamadım ne olduğunu ama sonra arkadaşlarım fark etti. Apar topar hastaneye gittim. Camı çıkartıp dikiş attılar. Çok kötüydü. Ondan sonra bir daha beni kaleci yapmadılar. Kalecilikten defansa geçiş hikayem de böyle." dedim kıkırdayarak. "Bana koluma dikiş atılmasına patladı ama kalecilikten kurtuldum sonuçta. Değdi bence."
Hala açıkta olan koluma soğuk elleriyle dokununca irkildim. Elleri kolumu sararken baş parmağıyla yaradan geriye kalan beyazlığın altını hafifçe okşadı. "Çok acıdı mı?"
Yutkundum. "Acıdı ama geçti. Çocukken acılarım şimdikinin aksine daha hızlı iyileşiyordu. Bir çikolata bir şekere iyileşirdim hemen."
Baş parmağıyla hafifçe yaranın üstünden geçtikten sonra elini geri çekti. Hırkamın ucundan tutup aşağı indirdi ve kolumu kapattı. "Üşüme."
"Soğuk değil ki." dedim bir elim istemsizce az önce elinin gezindiği yere hırkamın üstünden dokunurken.
Başımı çevirip sonunda yanımıza gelen çifte baktım. Hala konuşmama kararları devam ediyor gibiydi.
Sahanın sonunda yerde duran basketbol topunu görünce heyecanla ayağa kalktım. "Top varmış burada. Patlak değilse basketbol oynayalım." dedim ve koşarak topa gittim. Elime alınca sağlam bir top olduğunu anladım ve heyecanım katlandı. Uzun zaman olmuştu dışarda top oynamayalı.
Geri gidip topu iki kere sektirdim ve bir basketbolcu edasıyla Güney'e attım. Beklemediği topu refleksleri sayesinde tutabilmişti.
"Hadi maç yapalım." dedim ve Bedir ve kendimi gösterdim. "Biz Bedir ile siz Hazal'la. Tek pota."
Hazal saçlarını hafifçe arkasına attı. "Ben seninle olurum Feyza."
"Olmaz bizim ikimizin de boyu kısa. Bedir ve Güney bizi kurtarır."
"O zaman ben Bedir ile takım olurum.." diye diretse de Güney yanına yaklaşıp diğer kolunun altına Hazal'ı aldı. "Ama ben senle takım olmadan oynayamam." dedi dudaklarını yalancı bir hüzünle büzerken.
Hazal sinirle dirseğini Güney'in karnına geçirdi. "İki gündür arayıp sormuyorsun, bensiz de yapabileceğini düşünmüştüm."
İkisinin didişmeye başlamasıyla gülümsedim. Susmalarından iyiydi.
Kolumdan tutulup geriye çekilince kaşlarımı çatarak Bedir'e baktım. Beni onlardan biraz uzağa çekti.
"Ne oldu?"
"Ben... oynayamam."
"Neden?"
"Sevmiyorum." dedi gözlerini kaçırarak.
Kaşlarımı çattım. "Sen de hiçbir şeyi sevmiyorsun ama." Ellerimi çenemin altında birleştirip masumca baktım. "Didişmeye başladılar, bu iyiye işaret. Biraz daha böyle konuşmaya devam ederlerse bir şeyler olacak. Hissediyorum. Yarım saat dayansan?"
Kaşlarını çattı. "Yapamam."
Oflayarak ellerimi indirdim. "Amma nazlı çıktın ya." Bir elimle elini tuttuktan sonra onu ilerletmeye çalıştım. "Şurada biraz top oynayacağız alt tarafı sen de..."
Aniden durup diğer kolumu tuttu ve beni kendine döndürdü. "Feyza!" dedi sert çıkan sesiyle. "İstemiyorum dedim. Çocuk gibi ısrar etme."
Onunla tanıştığımdan beri bana bu ses tonuyla konuşmamıştı hiç. İlk defa ondan bu kadar sert bir tepki görmüştüm. Sanırım bu biraz zoruma gitti. Gözlerine baktım. Kenarları kızarmıştı.
"Ama..." dedim kısık çıkan sesimle.
Kolumu bıraktıktan sonra elini de elimden çekti hızlıca. "Zorlama." dedi az öncekine nazaran daha yumuşak çıkan sesiyle. Ama hala sert bir tondan konuşması gözlerimi doldurdu.
"Peki." dedikten sonra bir adım geri çekildim. Gözleri yüzümü kısaca turladıktan sonra yutkundu ve arkasını döndü. Elleri hırkasının ceplerine gitti ve adımları hızlandı. Duvarın üstünden atladıktan sonra gözden kayboldu.
Önüm bulanıklaşınca kendime kızdım ve gözlerimi canımı acıtacak kadar hızlı bir şekilde sildim.
"Feyza?"
Yanıma gelen Hazal'a dönüp gülümsedim. "Edendim?"
Bedir'in gittiği yöne doğru baktı. "Ne oldu? Bedir neden gitti?"
Yüzümü sıvazladım hafifçe. "Bir işi varmış, gitmesi gerekiyormuş." Ellerimi çektikten sonra Hazal'ın koluna girdim ve onu potanın altında duran Güney'e doğru ilerlettim.
"Neyse, tam takım olmamıza gerek yok. Hatta takım olmamıza gerek bile yok. Üçümüz tek tek yarışabiliriz."
Güney'in yanına geldikten sonra elinden basketbol topunu aldım. "Şimdiye kadar bir dördüncümüz mü vardı sanki?" dedim ve abartılı bir şekilde güldüm. "Yine herkes teker teker yarışsın. Eskisi gibi, en çok basket atan kazanır." Elimdeki topu Hazal'a atıp gülümseyerek potayı gösterdim. "Önden başla bakalım."
İkisi de bu aşırı mutluluğuma gözlerini kıssalar da Hazal'ın elinden topu kaparak koşmaya başladığımda bana ayak uydurup elimden topu kapmaya çalıştılar. Topu elimden kaptırdığımda ikisinin önümden koşuşunu izledikten sonra Bedir'in gittiği yola gözlerim kaydı.
Şimdiye kadar bu mahallede onca insandan laf işitmiş, sayamadığım kadar kavgaya girmiştim. Çok daha ağır sözler işitmiştim ama ailemden olmayan birisinin bir sözü ilk defa içime oturmuştu. Aslında içime oturan söyledikleri değil, ses tonuydu.
Ben, ailem hariç kimsenin beni bir sözüyle kırmasına izin verebilecek biri değildim. Neyi yanlış yapmıştım da kendi kendime koyduğum bu kural bu kadar kolay yıkılmıştı?
×××
Bedir'ciğime ne oldu böyle? :(
Bölüm nasıldı?
Yıldızı parlatmayı unutmayın! 💛
Seviliyorsunuz! 💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro