2. Bölüm: Ortak
×××
Her şeyi aşabildim şimdiye kadar. Çocukken "sen kızsın" deyip mahalledeki çocuklarla top oynamama kızan komşuları, ilkokulda ödevlerimi yapmadığım için sürekli ailemi arayacağını söyleyen öğretmenimi, her defasında komşunun çocuklarına kıyasla düşük aldığım notlarımda arkadaş tepkisini, okul formamı hiç giymeyip ya da başka kıyafetlerle kombinlediğimde ve okulda kavga ettiğimde gelen disiplin cezalarını, onlar gibi makyaj yapmadığım için çocuk olduğumu söyleyen arkadaş aşağılamalarını, erkeklerle rahat konuşabildiğim lafımı esirgemediğim için gelen çirkin imaları ve daha nicesini... Hepsini aştım. Kimse beni üzemez ya da aşağılayamazdı. Kimseye kendimi ezdirmedim.
Annem hariç...
Annem benim tabumdu, asla yıkamadığım ve gün geçtikçe büyüyen, her defasında beni ezen ve bundan gurur duyan.
Anneme işten kovulduğumu -üstelik bunu bilerek yaptığımı- nasıl söylerdim? Benim için zengin semtlerinde -zengin erkeklere yakın olabileceğim yerlerde- iş arayıp duruyordu. Tek derdi onun yapamadığını yapıp zengin yere kapak atmam ve kendimi de onu da kurtarmamdı.
Bu yüzden liseyi zar zor bitirdikten sonra üniversite kazanamamama da bir şey demedi hatta sevindi bile. Zaten onun lügatında okumak yoktu.
Okuyup da adam mı olacaksın? Zengin birini bul, hayatın kurtulsun.
Şimdi onu zengin damat hayallerine yaklaştıracak yerden kovulduğumu duymak ona iyi gelmeyecekti, dolayısıyla bana da.
Sokağın başına geldiğimde adımlarım yavaşladı. Telefonumu çıkardım. Ekrana baktım. Annemi arayıp nerde olduğunu sorup teyit etmek istedim ama o zaman bir şey olduğunu anlardı.
Ağır ağır attığım adımlar eve gelmemi iki dakika geciktirebilmişti en fazla. Asık suratımla kapıyı açtım ve içeri girdim. Kapının yanından lambaya basıp merdivenleri aydınlattım.
Şu an babaannemin yanına gidip bundan kurtulabilirdim ama annem er ya da geç öğrenecekti zaten. Uzatmanın anlamı yoktu. Bir an önce söyleyip bitirmem lazımdı.
Kafamı kaldırıp baktığımda yaklaşık on beş tane merdiveni çıkmak zor gelmişti. Merdivenin ikinci basamağına oturup ayaklarımı uzattım. Otobüs durağından buraya yürürken yorulmuştum.
Başımın ağrıdığını hissedince tokamı çıkartıp saç diplerimi ovaladım. Ölesiye sıktığımı şimdi hissediyordum. Anneme olan kızgınlığımı yine kendimden çıkartmıştım anlaşılan.
Uzun süredir merdivenlerin başında oturduğum için kapanan lamba birden açılınca kafamı kaldırdım ve gördüğüm gölgelikle ağzımdan bir çığlık kaçtı. Elimi merdivene dayayıp geri gitmeye çalıştığımda belimi vurmuştum.
Acıyla inleyerek gözlerimi kapattım. Acının dinmesini beklerken gözlerimi araladım. Doğru görüp görmediğimi anlamak için birkaç kez daha kırptım gözlerimi.
Siyah pantolon ve beyaz tişörtü olan, dışarıdaki soğuğa rağmen üstünde ceket namına hiçbir şeyi olmayan biriydi. Genç bir çocuk.
Anlatım bozukluğu.
Lisede, sınavda aklıma gelmeyen şeylerin şimdi aklıma gelmesi saçma olduğu için silkelendim ve hâlâ bana düz ifadeyle bakan çocuğa döndüm.
"Sen kimsin? Nasıl girdin içeri?" Belim tekrar sızlayınca elimi belime attım. Gözlerim acıyla kapandı tekrar. "Ve neden sessiz sessiz girip lambayı açıyorsun? Belim çıktı!"
Hâlâ konuşmadığı için sinirle gözlerimi açtım. "Konuşsana be!"
"Özür dilerim."
Bir mırıltı gibi hızlıca söylediği sözlerle kaşlarım havalandı. En azından suçunu biliyordu.
"Nasıl girdin içeri?"
Elinde yeni fark ettiğim anahtarı kaldırdı havaya.
"Anahtarın sende ne işi var?"
Ofladı. "Burada oturuyorum."
Sonradan aklıma dank eden şeyle avcumu alnıma çarptım. "Sen şu yeni kiracısın. Kafa mı kaldı bende ki? Anne korkusu aklımı başımdan aldı."
Tekrar ona döndüm. "İki aydır neredesin sen?"
Gözleri kısıldı. Renkli olduğunu anlayabildiğim ama ne renk olduğunu çıkaramadığım gözleriyle üzerimi süzdü. Ben de ona baktım fırsattan istifade. O bakar da ben bakamam mı?
Oldukça koyu renkte gür saçları vardı. Teni beyazdı ve yanakları içeri göçüktü, kemikli ve sert görünümlü bir yüzü vardı. Üstündeki bol beyaz tişört vücudunu gizlese de çok zayıf olduğu anlaşılıyordu.
"Saçların yere değiyor."
Gözleriyle işaret ettiği yeri fark edince sinirle yüzüm kasıldı. Yüzünü görebilmek için geriye attığım başım sayesinde tüm saçlarım merdivenlerdeydi. Aman ne hoş!
"Saçlarım." diye mırıldanıp ellerimle topladım ve bir daha yere değmemesi için üstümdeki ceketin içine sıkıştırdım.
Bir ayağına yükünü verdi. İşaret parmağıyla beni işaret etti. "Kalkacak mısın oradan?"
Hâlâ merdivenlere sere serpe oturduğum fark edince çaktırmamaya çalışıp çok sakinmişim gibi (!) kalktım.
Merdivenlere yönelince denize düşen yılana sarılır diye düşünüp arkasından seslendim. "Şşt, bir dursana!"
Heyecandan fazlaca sesli bağırmış olabilirdim. Birazcık!
Omzunun üstünden bana döndü. "Bir şey sorabilir miyim?"
Tüm vücuduyla bana döndüğünde "konuş artık!" dercesine bakıyordu. Bir elimle önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına attım.
"Birine işten kovulduğunu nasıl söylersin?"
Deli misin? dercesine attığı bakışlar sonucu omuz silkti. "Kovuldum, derim."
"Hadi ya! Aman! Sormadım say!"
Birbirini tutmayan davranışlarıma anlam veremeyip iki eli cebinde merdivenleri çıkmaya başladı. "Ne dedim şimdi?" dediğini duyabilmiştim.
Oflayarak arkasından merdivenleri ayaklarımı yere vura vura çıktım. Sinirlendiğimde merdiven çıkma tarzım böyleydi. Sonrasında tüm gece geçmeyen ayak ağrısı da cabası.
Daire kapısının önüne geldiğimde o da ikinci kata giden merdivenlerdeydi. Arkasına dönüp kısa bir bakış attı. Ağzından bir şeyler homurdanarak merdivenleri çıktı. İstediğini söyleyebilirdi. Umursamadan eve girdim. Çantamı ve anahtarımı yandaki dolabın üstüne bırakıp sessizce evde dolaştım ama ev sessizdi. Kimse yoktu.
Kaşlarımı çatıp telefonumu açtım. Ekranda gördüğüm yazıyla kocaman güldüm. Perşembe. Eşittir kısır günü.
Kendi kendime kahkaha atarak odama girdim ve kendimi yatağa attım. Yastığıma sarılırken sabahki uykumu devam ettirmek için bana sunulan bu fırsatı geri tepmedim ve uykuya daldım.
×××
"Feyza! Feyza! Kalk!"
Omzumdan dürtüklendiğimde irkildim. Uykulu gözlerim yavaş yavaş açıldı. Saçlarımı gözümün önünden çektim. Hâlâ merdivenin tozunu taşıyorlardı!
Gözlerim beni uykumun en keyifli yerinde uyandıran anneme çevrildi. Aslında uykumun her yeri keyifliydi.
"Ne var?" dedim kaba olmasını umursamadan. Yatakta doğrulmuştum.
Eliyle odadaki saati gösterdi. "Erken gelmişsin, patronun erken mi bıraktı?"
Saate bakarken aklıma patronumun en son odadan çıkarkenki yüz ifadesi gelince kıkırdadım. Zerre üzülmemiştim.
Kıkırdamam kahkahaya dönerken annemin bakışlarını önemsemiyordum.
"Kız ne gülüyorsun kıkır kıkır? Delirdin mi? Hayda, gitti kız."
Kendimi durdurabildiğimde yataktan kalktım. Duş için kıyafet hazırlarken aklıma birkaç saat önceki kiracıyla olan konuşmamız geldi.
Elime kıyafetlerimi alıp odanın çıkışına doğru giderken zorlukla dudaklarımı araladım. "Kovuldum."
"Ne!"
Annemin çığlığını önemsemeden odadan çıktım ve banyoya girip kapıyı kilitledim. Kapıya yaslanırken yere çökmüştüm. "Sen delirdin mi? Feyza! Çık dışarı! Nasıl kovulursun! Orada güzel bir hayatın olacaktı! Feyza! Neden bunu yapıyorsun! Benim gibi mi olmak istiyorsun!"
Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken yüzümü kollarıma gömdüm. Evet anne, senin gibi olmak istemiyorum. Hatta, çok korkuyorum senin gibi olacağım diye.
×××
Duştan çıktıktan sonra annemin sitemlerini dinlememek için kendimi odama kilitlemiştim. Yine de kapıya vurarak bir şeyler söylese de kulaklığımı takıp telefonumdan kafamı dağıtacak şarkılar açmıştım. Annemin sesi kesildiğinde kulaklığımı çıkartıp uykuya dalmaya çalışsam da nafileydi.
Şimdi ise yatağımda uzanır bir biçimde tavanı izliyordum. Birkaç dakika sonra babamın sesinin duyunca istemsizce gülümsemiştim. Benim her daim ne yaparsam yapayım arkamda duran destekçimdi ve onu çok seviyordum. Aynı şekilde sevildiğimi de hissetmek çok güzeldi. Zaten bu hissi sadece babam ve babaannemden alıyordum. Bir de annemin tüm zorlamalarına karşı onun istediği adamlarla görüşmeyip sevdiğiyle evlenen ablam vardı. Ablam her zaman benim en yakın arkadaşım olmuştu. Çoğu zaman bana annelik yapmıştı. Sahip çıkmıştı. Ben de onun gibi anneme yenilmeyecektim.
Odamın kilidini açıp portmantoya ceketini asan babamı gördüm. Babam eve geldiğine göre saat sekizi geçiyor olmalıydı. Beni görünce gülümsedi. Kollarını açtı. "Kızım, hoş geldin yok mu babaya?"
Gülümseyerek kollarının arasına girdim. "Hoş geldin babam!" Tombul yanaklarına sulu sulu öpücüklerimden kondurdum. Annem önümüzden geçerken "Yemek hazır." diye söylenmişti. Babam kaşlarını çatıp bana döndü. "Ne oldu yine annene böyle?"
Omuz silktim. Birlikte mutfağa gittik ve annemin hazırladığı sofraya oturduk. Annemin sürekli somurtması ve benim de ona karşılık vermem yüzünden bir süre sofrada çıt çıkmasa da babam sessizliği bozdu. "Hayırdır, suskunuz? Atıştınız mı yoksa?"
"Kızına sor kabahatini!"
Babam sorarak bana baktığında kaşığımı tabağımın içine bıraktım. "Benim kabahatim yok."
"Kovulmuşsun, daha ne olsun?"
Babam anneme bakmadan bana döndü. Ofladım. "Adam gözümün içine baka baka karısını aldatıyordu. Daha fazla dayanamadım. Benim kabahatim yok. Aldatmasaymış karısını. Ben ortaya çıkardım sadece."
"Onlar iki gün sonra barışır. Olan sana oldu tabii ki. Kovulduğunla kalırsın ancak."
Babam gülümseyerek baktı. Elimi tutup öptü. "Sen doğrusunu yapmışsın kızım." Gülümsedim. Ben de onun elini tutup öptüm. Babam her zaman beni dinler, öyle yargıya varırdı.
"Doğru bildiklerinden vazgeçme. Hem çalışmak zorunda değilsin dedim ya sana. Ben neciyim? Ben çalışırım. Kendini suçlu hissetme."
Annem yine homurdansa da ona kulak asmadık. Babamla muhabbet ede ede yemeğimizi yedikten sonra sofrayı toplamak için anneme yardım ettim. Yine kendi bildiği doğrular hakkında konuşmaktan vazgeçmemişti. Doğru bildiği şeyler eşittir para.
Sofrayı topladıktan sonra biraz salonda babamla oturdum ve televizyon izledik. Komedi filmine kahkahalarla gülmüştük. Annemin o sırada nerde olduğunu bilmiyordum. Çoğu zaman bilmezdim zaten. Kendini daima bizden soyutlardı.
Babam yorgun olduğunu söyleyip saçlarımı öptükten sonra odasına gitmişti. Ben de filmi bitirdikten sonra televizyonu kapatıp odama gittim. Dolabımı açıp gri bir eşofman altı geçirdikten sonra üstüme de kalın bir kazak giydim. Evden çıkıp babaannemin yanına geldim. Ona da bir saat kadar eşlik ettim. İşten kovulduğumu ona da söylemiştim ve aldığım cevap beni gülümsetmişti. "Aman boşver. İyi yapmışsın. Soyu kurusun öyle adamların. Ha bak buradaki dizideki adam da öyle. Boyu devrilesice."
Sadece annemin beni anlamayışı üzse de toparlanmaya çalıştım. Beni ne zaman anlamıştı ki, şimdi anlamasını bekliyordum?
Babaannemin de uykusu gelince onu odasına yolladım. Etrafı biraz toparlayıp evden çıktım.
Biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden hiç düşünmeden terasa çıktım.
Evimizde balkon olmadığı için hava almaya sık sık terasa çıkardım. Terasımız üçüncü kattaydı bu yüzden oradaki kiracının evi bizimkinden daha küçüktü. Merdivenlerin solunda ufak stüdyo daire tipinde, bir oda bir salonluk bir evdi. Merdivenlerin bitiminden sağa döndüğümüzde ise küçük teras karşılardı bizi.
Küçük terasımızda ablamla birlikte çıkardığımız üç kişilik koltuk ve küçük bir sehpadan oluşan bir köşe vardı ve hep orda otururdum. Ablam evlendikten sonra da orası benim kaçış noktam olmuştu. Sadece son zamanlarda çalıştığım için pek gelememiştim buraya.
Terasın kapısından girince ilk olarak dikkatimi yıldızlar çekti. Kasım ayında olmamıza rağmen hava gündüze kıyasla bu gece güzeldi. Parıl parıl parlayan ay ve yıldızlar mükemmeldi.
Manzaraya karşı gülümsedim ve koltuğa doğru adımladım. Ama aniden koltukta gördüğüm bedenle duraksamak zorunda kaldım. İki ayın ardından tanıştığım yeni kiracıydı bu. Koltukta başını geri yaslamıştı ve muhtemelen gözleri kapalıydı. Elleri siyah eşofman üstünün cebindeydi ve ayaklarının bileklerini birleştirip küçük sehpanın üzerinde koymuştu. Benim yerimdi burası!
Ayaklarımı yere vura vura karşısına geçtim.
"Pişt, kiracı! Burası benim yerim."
Mahalle kavgasına girer bir edayla konuşan beni duydu ama istifini bozmadan beni yanıtladı. "Olabilir."
"Kalk o zaman!"
"Ev sahibi burasının senin olduğunu söylemedi."
"Ama benim!"
"Kiraya terası da dahil ettiğini söyledi. O yüzden burası artık benim."
Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. "Öyle bir şey olamaz!"
Gözlerini sakince açtı ve sabah çıkaramadığım şeyden emin oldum. Elaydı gözleri.
"Sen bu terasa kira ödüyor musun?"
Aniden afalladım ama bozuntuya vermeden omuzlarımı silktim. "Hayır."
Gözlerini tekrar kapatıp koltuğa iyice yayıldı. "O zaman burası senin değil."
Bir ayağımı sertçe yere vurdum. "Oturduğun koltuk ve pis ayakkabılarını koyduğun sehpa benim ama!"
"O zaman koltuğunu al."
Sinirle arkamı dönüp terasın korkuluklarına yürüdüm ve ellerimi yaslayıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Onun da duyabileceği bir seste söylendim. "Çocuğa bak ya! Benim yerimi işgal ediyor! Neymiş, kira ödüyormuş!"
"Evet." diyen sakin sesini duydum. Hep aynı tonda tok bir sesle nasıl konuşabiliyordu? "İki yüz liralık kira indirimi teklifimi kabul etmeyip terası dahil etti. Eğer sen de her ay yüz lira vereceksen ortak kullanabiliriz."
"Sana para falan vermem ben!"
"Bana değil ev sahibine vereceksin zaten."
"İstemiyorum."
"Keyfin bilir, o zaman terasta olmama karışamazsın."
"Bu koltuğu da ben çıkardım ve terasın temizliğini de ben yapıyorum. Sen de bana karışmayacaksın o zaman." dedim sinirle yüzüne bakarken. Ela gözlerini açmış sinirli halime tepki vermiyordu.
"Temizliğe karışmam?" dedi sorarcasına.
"Tamam." dedim hemen. Terasımı kaybetmek istemiyordum.
"Kabul." dedi bir çırpıda. Oflayarak etrafa bakındım. Onun oturduğu kanepeden başka kanepe yoktu. Ayaklarımı yere sürüye sürüye gittim yanına oturdum.
"Ayaklarını düz tutup yürüyemiyor musun sen?" Düz sesinde ilk defa bir alay sezmiştim. Ona döndüm hızla.
"Anlamadım?"
"Ayaklarını ya yere vurduruyorsun ya da sürtüyorsun. Düz bir şekilde yürümeyi biliyor musun?"
Gözlerimi kısıp alaycı gözlerine bir süre baktıktan sonra gökyüzü manzarasına döndüm. Sehpada onun ayaklarının yanına ayaklarımı üst üste koydum. Koltukta biraz aşağı kayıp aynı onun gibi başımı geriye yasladım. "Seni ilgilendirmez."
"Tabii ki ilgilendirmez ama çevredekiler rahatsız olur diye dedim."
Hafifçe güldüm. "Tek çevre sensin şu an. Rahatsız mı oldun?"
"Evet."
Güldüm tekrar. "Umrumda değil. Terasıma ortak olduğun için hareketlerimi değiştirecek değilim. İstemiyorsan çıkmazsın."
Nefesini seslice verip güldü. "Böyle beni terastan soğutabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Ben burayı çok sevdim."
Tekrar ona döndürdüm başımı. "İki aydır neden seni hiç görmedim?"
Sabahki gibi yine sorumu duymazdan geldi. "Buraya kafa dinlemek için mi geliyorsun kafa ütülemek için mi?"
Ona ters bir bakış attım. "Ben konuşmayı sevmem ve kafa ütülemem. Rahatsız olduysan..."
"Gitmeyeceğim."
Birkaç dakika ikimiz de konuşmadık ve gökyüzünü izledik. Bu defa sessizliği o bozdu. "Kovulduğunu söyleyebildin mi?"
"Söyledim."
"Ne dedin?"
"Kovuldum, dedim."
Kısık sesle güldü. Yüzüm ona döndü istemsizce. Gözleri kısılmıştı ve kemikli yanağı gerilmişti. "Laf dinliyorsun."
"Ben laf dinlemem."
"Beni dinlemişsin."
"Seni dinlemedim, zaten sana sormadan önce ben de öyle direkt söylemeyi planlamıştım." Hayır, uzun süre kaçıp saklamayı planlamıştım.
"Öyle mi?"
"Öyle."
"Öyle, diyorsan öyledir."
"Öyle."
"Tamam, bir şey demedim."
Az evvelki sessizlik tekrar geri gelmişti ve uzun süre bozulmadı. Ona sormak istediklerim vardı ama sessizliği bozmamak adına sormadım. Sadece terası aydınlatan müthiş güzellikteki ayı seyrettim. Arada sırada da gözlerimi kapatıp soluklandım. Aşağı inip annemle karşılaşmamak için bir süre burada oturdum.
Şu an iki aydır aynı evde kaldığımız ama şahsını yeni görebildiğim ve hâlâ adını bilmediğim bir çocukla burada oturmak ve dahası terasıma ortak olması doğru muydu, bilmiyordum. Sadece şundan emindim ki: benim hayatımda annemden daha büyük yanlış olamazdı.
×××
Evet! Bölüm nasıldı? Beğendiniz mi?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro