15. Bölüm: Rüzgara Kapılmış Gidiyorum
Bölüm şarkısı: Bulutsuzluk Özlemi- Rüzgâr
Bölüm medyası: Bedir ve Feyza temsili
Yorum sınırı geçilse de oy sınırı geçilmemişti ama günün anlam ve önemine binaen bölümü atıyorum. Diğer bölüm cumartesi gelecek.
Satır arası yorumlarda buluşalım. Keyifli okumalar.❤
×××
Bugün yine yorucu bir gündü. Oradan oraya koşturmuştum. Ama kendimi bu kadar yormamın bir nedeni de bugün mahkemenin olmasıydı. Aklımı dağıtmak istiyordum çünkü heyecanlıydım. İlk defa bir mahkeme salonu görecek, dahası ilk defa şahitlik yapacaktım.
Mahkeme bugün öğlen 2 buçuktaydı. Hülya Hanım arayıp Arda Bey'in beni almaya geleceğini söylemişti. Arayan Hülya Hanım olunca fazla itiraz edemeden kabul etmek zorunda kalmıştım.
Mahkemeye gideceğim için öğleden sonrası için Sevtap Hanım'dan izin almıştım. 1'de Arda Bey gelecekti. Saat bire yaklaşıyordu ve biz de molaya girmek üzereydik. Etraf sessiz olunca kalkıp Bedir'i aramaya başladım.
Sonunda onu her zamanki yerinde, hikaye bölümünde bulmuştum. Şiir ve roman bölümlerinde de dolaşıyordu ama niyeyse en çok bu bölümde oluyordu.
Karşısındaki bir kıza iki tane kitap gösteriyordu. Kız karar vermiş olmalı ki Bedir'in sağ elindeki kitaba uzanıp aldı. Daha sonra teşekkür ederek yanından uzaklaştı ve bir masaya oturdu. Bedir beni görmemişti. Elindeki kitapla ilgileniyordu.
Yavaşça yanına yaklaşıp karşısına geçtim ve omzunu kitaplığa yasladım.
Başını kaldırdı ve beni gördü. Kaşındaki yara bandını hafta sonu takmıştı ama şu an yoktu. Yarasının üstü zaten kabuk bağlamıştı. Parmaklarının kızarıklığı ise geçmişti.
"Kısa hikaye okumayı sever misin?" diye sordum elindeki kitaba bakarken. Başını salladı. "Evet, hatta en sevdiğim türdür."
"Neden?" dedim kendi içimde de bunun cevabını ararken. "Neden roman değil, şiir değil de kısa hikaye?"
Eline indi bakışları. Dudakları hafifçe kıvrıldı. "Çünkü hayatı hatırlatıyor. Tek, kısa bir an. Herkes aslında tek bir an için yaşar."
Kaşlarım havalandı istemsizce. "Geçen tüm yıllar arasından sadece tek bir an için yaşamak, geçen diğer yıllara haksızlık değil midir?"
Başını eğdi. Bakışları elindeki kitabı kısa bir an buldu, gülümsemesi büyüdü. Başını iki yana salladı. "Hayır, haksızlık değil."
Gözlerini gözlerime çıkarıp derince baktı. "Çünkü o tek bir an, tüm geçen yıllara anlam katar." Gülümsemesi hafifçe silindi. "Ben de o anı arıyorum."
Aklım karışsa da şimdi bir şeyler daha net oturmuş gibiydi kafamda.
"Mahkeme için birazdan çıkacağım." dedim konuyu değiştirerek. "İlk defa bir mahkeme salonuna gireceğim. Heyecanlıyım. Yanlış bir şey söylemekten korkuyorum." diye itiraf ettim.
"Avukatla zaten bunları konuştun. Heyecanlanmaya gerek yok. Ben sana inanıyorum."
Sanırım, sabahtan beri ihtiyacım olan tek şey buydu: birinin bana inandığını duymak.
"Şimdi ben de kendime inanıyorum." dedim tüm samimiyetimle.
Gamzelerini sakallarının altından bile gördüm. "Sevindim."
"Geçen gün kahveni içmeye gelemedim ama mutlaka başka bir zaman istiyorum."
Hazallara gittiğim gün akşam yemeğine kalmayı düşünmüyordum ama annesi kalmam için çok ısrar edince kıyamamıştım ve gece de geç dönünce Bedir'in elinden bir kahve içememiştim.
"İstediğin zaman." dedi gülümseyerek.
"Mola zamanı geldi. Arda Bey beni almaya gelecekmiş. O gelmeden önce sana bir tost ısmarlayayım."
"Niye seni almaya o geliyor?" Kaşlarını çatarak sormuştu.
Omuz silktim. "Hülya Hanım öyle söyledi. Mahkemeye gelmememden korkuyor olabilirler. Sağlama almaya çalışıyorlar belki de akıllarınca."
Kaşları çatıldı. "O adamdan hoşlanmıyorum."
"Neden?"
"Bilmiyorum, bakışlarında beni rahatsız eden bir şey var."
Gülümseyip onu rahatlatmaya çalıştım, niye yaptığımı bilmeden. "Aslında iyi biri."
"Öyle diyorsan." diye mırıldandı ama inanmadığı belliydi. Söylerken ben bile inanmamıştım.
Mola vakti geldiği için birlikte terasa çıktık. Bedir tost yememekte ısrarcı olunca bir tane tost aldım ama yarısını bölüp zorla ona yedirmiştim. Gerçekten farkında değildi ama bu kadar az yemek yemesi hiç sağlıklı değildi. Hiç olmadık yerde tansiyonu ve bünyesi de zayıf düşebilirdi. Onun için gerçekten endişeleniyordum.
Telefonum titreyince gelen mesajı açtım. Arda Bey, aşağıda olduğunu haber veriyordu. Bu sefer yukarı gelmemesi mutlu etmişti.
"Ben gidiyorum. Arda Bey gelmiş."
"Kendine dikkat et." Bedir'e bakarak gülümsedim ve başımı salladım. Aşağı inip çantamı ve ceketimi aldım.
Kütüphaneden çıktığımda geçen olduğu yerdeydi arabası. Kapıyı açtıktan sonra yanına oturdum. "Merhaba."
"Merhaba Feyza, hoş geldin."
İstemeden üstünü inceledim. Koyu lacivert bir takım giymişti ve kumral saçlarıyla uyum içerisindeydiler. Karşısında biraz gerilsem de oldukça yakışıklı olduğunu itiraf etmeliydim.
"Hoş buldum."
Arabayı hareket ettirmeden önce dönüp bana baktı. "Kemerini takmalısın."
Elim hemen kemere gitti. "Ah, tabii. Pardon."
Araba hareket etti. "Heyecanlı mısın?" diye sordu.
Hafifçe gülümsedim. "Biraz." Heyecanımın çoğunu Bedir almıştı zaten.
"Heyecanlanma, ben yanında olacağım."
Başımı salladım.
"Arabanın kilidinde bir sorun var, kilitlenmiyor. Galeriye usta gelecek o yüzden arabayı oraya bırakmam gerekiyor. Seni de bekletmek istemediğim için önce seni almaya geldim. Beş dakika galeriye uğrasak senin için sorun olur mu?"
Galeri diye önemsiz bir şeymiş gibi bahsettiği yer kendi yeriydi. Galerisi vardı adamın.
"Tabii, benim için sorun olmaz. Mahkemeye geç kalmayalım da, o yeter. Gerçi işiniz varsa ben kendim de gelebilirdim."
"Sorun değil. Seni oraya yetiştireceğim, merak etme."
Sessiz geçen bir yolculuk sonunda galeriye gelmiştik. Otoparka benzer bir yerde durduk. Etraf çok aydınlık değildi. "Geldik mi?" diye sordum.
Kemerini çözdü. Ben de aynısını yaptım. "Geldik."
Arabadan inince ben de indim. Başka araçla devam edecektik yola. Bir yere gitmek için iki otobüs değiştirdiğim olmuştu ama iki tane arabaya binerek ilk kez bir yere gidecektim.
Arabadan indikten sonra Arda Beyin yanına gittim. Gösterdiği demir merdivenleri çıktık. Geldiğimiz kat göz dolduruyordu. Her yerde gıcır gıcır otomobiller vardı. Audi'sinden tut Maserati'ye kadar...
Arda Beyin yönlendirmesiyle o müthiş pahalı arabaların arasından geçerken birinin ona seslenmesiyle durdu, doğal olarak ben de.
Alımlı, güzel bir kadındı. "Arda Bey, yeni araçlar hakkında konuşmak için Refik Bey geldi. Sizi bekliyor."
Arda Bey kaşlarını çattı. "Yarın gelecekti?"
"Sanırım bir sorun oluşmuş, erken gelmiş. Hemen sizi görmek istiyor. Aramıştım sizi ama açmadınız. Mesaj da bırakmışım."
Arda Bey'in eli telefonuna gitti. "Nerede şu an?"
"Sizinle görüşmek için ısrar edince üst kattaki toplantı odasına aldım."
"Tamam, geliyorum."
O topuklular üstünde nasıl bu kadar hızlı yürüdüğüne inanamadığım kadın başını sallayıp arkasını döndü. Arda Bey oflayarak bana döndü. Yüzü gerçekten gerilmişti.
"Cidden geleceğinden haberim yoktu. Özür dilerim, seni bir beş dakika daha bekletebilir miyim? Sadece bugün konuşamayacağımızı söyleyip geleceğim." Mahcup ifadesine kayıtsız kalamadım.
"Benim için sorun yok ama geç kalmayız değil mi mahkemeye?"
"Kalmayacağız. Çok kısa sürecek. Sen şu odada oturup beni bekleyebilirsin, benim odam." Geldiğimiz yönde kapısı kapalı olan bir odayı göstermişti. "Burada da beklerdim aslında." dedim çekinerek.
"Sorun değil." dedikten sonra o yöne ilerledi. Arkasından giderken az önce yanımıza gelen kadına seslendi. "Feyza ile ilgilenir misin? Ben gelene kadar odamda misafir et."
Kadın ayağa kalkarak gülümsedi. "Tabii Arda Bey."
Arda Bey, bana son kez baktıktan sonra merdivenlere ilerleyip üst kata çıktı. Kadın bana döndü. Eliyle kapısını açtığı odayı gösterdi. "Buyurun Feyza Hanım."
'Hanım' hitabını almam için Arda Bey'in yanında olmam yetmişti sanırım. Bundan rahatsızlık duysam da bir şey demedim. Gösterdiği odadan içeri girdim.
Oda, kahve ve beyaz tonlarında dizayn edilmiş oldukça sade ama şık bir odaydı. Tam bir patron odasıydı.
Masanın önündeki iki koltuğa oturdum. İsmini hala bilmediğim kadın yanıma geldi. "Bir şey yemek ya da içmek ister misiniz Feyza Hanım?"
Gülümsedim. "Yok, hayır. Teşekkür ederim."
Başını salladı. Eliyle camın arkasındaki odasını gösterdi. "Orada olacağım. Bir şey isterseniz seslenmeniz yeterli."
Odadan çıkıp gittiğinde kapıyı da kapatmıştı. Gergince yerimde kıpraştım.
Arda Bey iyi bir insan olabilirdi, belki de çok iyi bir insandı ama annemin o sözleri ona karşı gardımı bir saniye bile indirmememe neden oluyordu. Bu benim hayatımdı.
Bir süre odada oturdum. Beş dakikayı geçmişti. Saate baktım. Bir buçuktu. Hala zamanımız vardı.
Odayı ve camdan duvar dolayısıyla dışarıdaki arabaları yeterince incelemiştim. Vardığım sonuç ise burayı rüyamda bile göremeyeceğimdi.
Tam dokuz dakika olmuştu ki kapı açıldı. İrkilerek oraya döndüm. Arda Bey gelmişti. Ayağa kalktım. "İşiniz bitti mi?"
Başını salladı. "Biraz fazla beklettim, kusura bakma. Gidebiliriz artık."
Yanına geldim ve birlikte odadan çıktık. Yine arabaların aralarından geçtikten sonra sırayla dizilmiş olan arabalardan biraz daha uzakta olan bir arabanın kapısı uzaktan kumandayla açıldı. Pardon araba dedim. Lamborghini diyecektim.
Buraya gelirken bindiğimiz araba ne kadar büyük ve yüksekse bu da aksi gibi o kadar alçak ve küçüktü. Bir o kadar da mükemmeldi.
Arabanın kırmızı boyası parlıyor ve ateş ediyordu.
"Binmiyor musun?"
Arda Bey'in sözleriyle kendime geldim ve gülümseyerek başımı salladım. Lamborghini'nin -araba demek hakaret olurdu- kapısını açtım ve içine oturdum. Oturdum diyorum ama bu yatarak oturmak gibi bir şeydi sanırım. Çantamı kucağıma alırken arabanın içini incelemeden edemedim. Arabalardan anlamazdım ama bu güzelliğe de kör olamazdım.
Arda Bey' in uyarısıyla emniyet kemerimi taktım. Otomobil, Arda Bey'in gaza basmasıyla ilerlemişti ve bir süre hızlı gittikten sonra trafiğe girince yavaşlamak zorunda kalmıştı.
İstanbul trafiği bu, altında Lamborghini olsa da mecburen frene bastırıyor.
Yarım saat süren keyifli yolculuktan sonra adliyeye geldik. Yolculuğunun keyifli olmasının nedeninin oturduğum muhteşem rahat koltuk olduğunu söylememe gerek yoktu herhalde.
Adliyeye girdikten sonra mahkeme salonunun önüne geldik. Derince bir nefes aldım. Arda Bey'in bana güvenle bakmasına karşılık gülümsedim ve birlikte avukatın yanına ilerledik.
×××
Adliyenin merdivenlerinden inerken temiz havayı soluyordum.
"Oh be, sonunda kurtulduk şu heriften."
Evet, Hülya Hanım boşanmıştı. Şahitliğim işe yaramıştı. Üstelik evlilikte güven kırıcı hareketler, yani aldatma, olduğu için belli bir miktar tazminat da almıştı. Hülya Hanım'ın derdi para değildi ama Faysal'ın maddi durumu Hülya Hanım'dan daha kötüydü. Bu yüzden ona ve hayatına verebildiği kadar zarar vermek istiyordu. Çünkü öfkeliydi. Ve bence bu isteğinde haklıydı da. Zira birine güvenip insanın onu hayatına dahil etmesi kolay hadise değildi. Karşılığı da böyle olunca ister istemez üzülüyordu insan.
"Evet, sevindim. Artık Hülya Hanım rahat edecektir." dedim yanımda yürüyen Arda Bey'e bakarak.
Başını salladı. Bahçeye geldikten sonra birkaç dakika bekledik. Daha sonra Hülya Hanım da avukatla birlikte geldi. Yanımıza gelmeden avukatla el sıkıştı. Avukat başka yöne ilerlerken Hülya Hanım yanımıza geldi. Şirketten iki kişi daha şahitlik etmişti, onlar bizden önce çıkmıştılar.
Hülya Hanım gülümseyerek bana baktıktan sonra aniden bana sarıldı. "Teşekkürler Feyza."
Şaşkınlığımı üstümden attığımda ben de ona sarıldım. "Ne demek Hülya Hanım. Bir yararım olduysa ne mutlu bana."
Geri çekildi. "Aslında sana bir özür borcum var. O gün şirkette o pisliği öyle gördükten sonra aklım gitti ve hiçbir şey düşünemez oldum. Kendine ve konumuna bakmadan seni kovmuş. Ben de o zamanki üzüntümle bunu düşünemedim."
İki elimi avuçlarının içine aldı. "Tekrar şirkette çalışmaya başlamak ister misin Feyza? Benimle birlikte?"
"Ama..."
"Lütfen, bir düşün. Şu anda şirkette kimseye güvenemez hale geldim. Yanımda güvenebileceğim birine ihtiyacım var."
Arda Bey aramıza girerek ellerini benim ve Hülya Hanımın omuzlarına koydu. "Bunu bir yerde oturarak konuşmaya ne dersiniz?"
"Hülya Hanım." diyerek araya girdim. "Böyle beni mahcup ediyorsunuz ama özür dilerim. Bunu kabul edemem. Ben zaten şu an bir yerde çalışıyorum."
"Bırakamaz mısın o işini?" diye sordu.
Kendimi bana iyilik eden insanlara nankörlük ediyormuşum gibi hissediyordum. Ama şirket işleri bana göre değildi. Üstelik bu tür şirketlerde çalışabilmek için üniversite okuyup kendini geliştiren insanlar vardı ve ben sadece lise mezunu biriydim. Bir kere yetersizdim bu iş için.
"Üzgünüm." dedim üzüntüyle.
"Peki." dedi. Daha fazla ısrar etmedi. Yine o eşsiz gülümsemesiyle tebessüm etti. "Yine de fikrini değiştirirsen beni arayabilirsin."
"Tabii ki ararım." dedim. "Benim işe geri dönmem lazım. Davayı kazandığınız için tekrar tebrik ederim. Kendinize iyi bakın."
"Teşekkür ederim Feyza. Arda seni bıraksın?"
"Teşekkürler gerçekten gerek yok." Arda Bey'e döndüm. "Size de teşekkür ederim. İyi günler." dedikten sonra arkamı dönüp adliyeden çıktım. Bu akşam tekrar mesai vardı. Bedir'e geleceğimi söylememiştim ama tüm işleri de ona yıkamazdım. Sevtap Hanım zaten geleceğimi biliyordu.
Telefonumu açıp kütüphaneye nasıl gideceğimi bulduktan sonra otobüs durağına ilerledim ve otobüsün gelmesini bekledim.
×××
Kütüphaneye geldiğimde mesainin bitmesine yaklaşık bir saat vardı. İçeri girdim. Bankoda Melih vardı. Gülümseyerek üstümdeki ceketi çıkardım.
"Kolay gelsin."
Başını kaldırıp bana baktı. "Sağ ol." Sandalyede tamamen bana dönüp sırıttı. "Nasıldı mahkeme salonu? Avukatlar savcılar falan, havalı mıydı? Nasıl şahitlik yaptın? Havalı havalı konuşabildin mi?" diye sordu heyecanla.
"Heyecandan titredim bile ne havalı olması? Ama avukat ve savcılara gelirsek. Gerçekten çok havalıydılar." dedim ve yanına oturdum. "Mahkeme salonu da filmlerdeki gibiydi. Ortamda tek gereksiz gereksiz konuşan bendim sanırım."
Gözlerini büyük bir abartıyla büyüttü. "Hey, sen bu davanın en önemli ögesi ve bel kemiğiydin. Sana 'gereksiz' dedirtmem."
Gülümseyerek omzuna vurdum. "Bana karşı beni savunduğun için teşekkürler." Serserice yanağımdan makas aldı. "Her zaman."
Etrafa bakındım. "Bedir nerede?"
"Seninki mi? Orada burada takılıyor işte."
Ayağa kalkıp etrafa bakındım. "Bir bulayım onu ben."
Kitaplıklara ilerlerken yeni fark ettiğim şeyle kaşlarım çatıldı. Seninki mi demişti o?
Duymamış gibi yapıp ilerledim ve Bedir'i kitaplıkları düzenlerken buldum. Sessizce yanına gittikten sonra omzuna dokundum. Aniden bileğimi tutunca şaşırdım. Hızla arkasına döndü.
Beni görünce elini çekti. "Sen miydin?"
Kaşlarımı kaldırdım alayla. "Birini mi bekliyordun?"
Ensesini kaşıdı. "Yoo, sen neden geldin?"
"İşim bitti. Bu akşam mesai var ya."
"Gelmezsin diye düşünmüştüm."
"Neden gelmeyeyim?" dedikten sonra elindeki kitabı alıp rafı düzenledikten sonra yerleştirdim.
"Mahkeme nasıl geçti?" diye sordu.
Gülümseyerek omzumla koluna vurdum. Omzumla omzuna vurmak isterdim ama malum yüksekliklerimiz buna izin vermiyordu.
Ukalaca sırıttım. "Benim olduğum tarafın kaybetme ihtimali var mı sence?"
Gülümseyerek başını iki yana salladı. Cevap vermedi. Akşam kütüphane kapatılana kadar, yaklaşık bir saat, çalıştık. Temizliği de bitirdikten sonra binadan tek tek ayrılan Melih, Selin ve Tayfun'u uğurladık. Melih ve Tayfun yarın mesaiye kalacaktı.
Bedir ile baş başa kalınca ona döndüm. "Akşam yemeği yemedik. Ne yapsak ki?"
"Bilmem."
Aklıma gelen şeyle ellerimi şıklattım. "Buldum, çorbacı?"
Gülümsedi. "Olur."
Sevtap Hanım da çıkmak üzereyken akşam yemeği için çıkacağımızı söylemiştik. Daha sonra birkaç sokak arkada bulunan çorbacıya götürdüm Bedir'i.
Zaten çok dolu olmayan mekanda köşede bir masaya oturduk. Ellerimi birbirine kenetleyip Bedir'e döndüm. "Şimdi efsane bir domates çorbası yiyeceğiz. Buraya daha önce Hazal ve Güney ile gelmiştik. Gerçekten efsane."
Daha sonra böbürlenip at kuyruğu yaptığım saçımı arkaya atmaya çalıştım. "Tabii benim çorbam kadar olamazlar ama..."
"Deneyelim bakalım." dedi. Eliyle bir işaret verdiğinde genç bir delikanlı masaya geldi. İki tane domates çorbası istedi. Hemen araya girdim. "Kaşarlı olsun."
En fazla on sekiz yaşında olan delikanlı gülümseyerek başını salladı. "Tamam abla, hemen geliyor."
Dediği gibi bir iki dakika içerisinde çorbalarımız gelmişti. Sıcacıktı ve mis gibi kokuyordu.
"Kaşarlı ilk defa yiyeceğim."
Şaşkınlıkla baktım. "İlk defa mı? Yıllardır çorbacılarda gezip nasıl kaşarlı domates çorbası yememiş olabilirsin ki?"
Kaşığıyla çorbasını karıştırdı. "Duymuştum ama kaşar ve çorbayı yakıştıramadım. Yeniliklere de pek açık olduğum söylenemez zaten." Başını kaldırdı. "Ama zevkine güveniyorum. Bu yüzden deneyeceğim."
Çorbamın soğumasını umursamadan dirseğimi masaya yaslayıp Bedir'e baktım dikkatle. "Dene o zaman."
Bir kaşık alıp ağzına götürdü. İkinci kaşığı da götürdüğünde söylendim. "Güzel miymiş, hadi söylesene!"
Gülerek başını salladı. "Güzelmiş."
Onun da beğenmesiyle rahatlayarak çorbamı içmeye başladım. Bir kaşık daha aldıktan sonra bana dönü. "Bundan daha güzel yaptığını iddia ediyorsan seninkini de denemek isterim."
"Hay hay. İstediğin çorba olsun."
×××
Bugünkü mesaimiz de bitmişti. Geçen seferki gibi bir olay yaşamak istemediğimiz için bu sefer hızlı adımlarla otobüs durağına geldik. Saate baktığımda henüz beş dakika vardı gelmesine.
Hava soğuktu. Saçımdaki tokayı çıkartıp enseme dökülmesine izin verdim. Toplu olduğu için daha çok üşütüyordu. Ellerimi birbirine sürtüp cebime koydum.
Kolumdan çekilmemle afalladım. Bedir, beni kendine döndürmüştü. Ona baktım sorarcasına. Saçlarımı açmamdan üşüdüğümü anlamıştı ve "Üşüyorsun." dedi sadece.
Elini, ona verdiğim gri bereye attıktan sonra çıkarttı. Elleriyle saçlarını kabataslak düzelttikten sonra bereyi saçlarımın üstünden başıma geçirdi. Geçen ona yaptıklarımı yapıyordu.
Bere neredeyse kaşlarımı örtmüştü. Gülerek bereyi saçlarımın bitimine kadar çekti. Yanlardan saçlarımı içeri sokuşturdu ve sarkan saçlarıma güzel parmaklarını geçirip düzeltmeye çalıştı. Bunları yaparken de "Hıhım, evet. Oldu." gibi şeyler mırıldanıyordu.
Bir bere takmak nasıl bu kadar uzun süren ve uğraştırıcı bir şey olabilirdi?
Üzerime eğilmiş bereyle ve saçlarımla adeta oynarken mayışmıştım. Saçlarımla oynanmasından pek haz etmesem de şu an çok güzel hissettirmişti. Nedensizce ben de bereyi çıkardığı için karışmış ve alnına dökülmüş saçlarıyla oynamak istemiştim.
Saçlarımda fazla mesai yapan elleri sonunda işini bitirmiş olacak ki geri çekildi. "Oldu işte. Üşümezsin şimdi."
Ne üşümesi? Yanıyorum şu an.
Hala cebimde olan ellerimle yana dönüp göz temasımızı kestim. "Teşekkürler." diye mırıldandım ama duydu mu bilmiyordum. Belki söylememiş bile olabilirdim. Belki bunların hepsi de bir hayal ürünü olabilirdi ama saçlarımın üstündeki ellerinin sıcaklığının hala hissediyordum.
Otobüsün geldiğini bana seslenmesiyle anladım. Kartımı çıkarıp okuttuktan sonra binmiştim. O da arkamdan geldi. Tek kişilik bir koltuğa oturacakken beni yanına çekmesiyle yan yana oturmuş bulunduk. Gece on bir buçuk olduğu için otobüs nadir gözüken halleriyle sakindi. Otobüs şoförü bu sakinliği fırsat bilip kısık sesle müzik dinliyordu ancak sesi buraya kadar geliyordu.
Cam kenarına oturduğum için ona dönmeden camdan dışarı bakındım. Daha fazla gözlerimi açık tutamayınca başımı yasladım cama. Hiç normal şeyler olmuyordu, hiç.
"Feyza?" Yüzümü görmek için bana doğru uzanmıştı. Ona dönüp gözlerimi açmadım. Dönersem yine bir yakınlık içerisine girmekten korktum. "Efendim?" dedim.
"Uyuyor musun?"
"Hıhı."
Bir şey demesini bekledim ama demedi. Birkaç dakika sonra başımı yavaşça çekip kendi omzuna yaslamıştı. Yanağını başımın üstüne yasladı. "Burada uyu." dedi.
Az önce uyuma numarası yapıyordum ama şimdi gerçekten de gözlerim ağırlaşmıştı ve onun sıcaklığına karşı koyamamıştım.
Bilincim istem dışı kapanmaya hazırlanırken radyonun sesi yükseldi ve o şarkı sözleri uykumdayken de zihnimin duvarlarında çarpıp durdu. Uyandıktan sonra, eve yürürken de... ve yatağıma yattığımda da...
Çözmüşüm zincirleri
Açılmışım denizlere
Köpük köpük
Pupa yelken
Çekilirken sana doğru
Her şey yeni
Her şey güzel
Her şey farklı heyecanlı
Ben hiç böyle olmuş muydum
Hazır mıyım bilemiyorum
Anladığım bir şey var kesin
Korkarım ki
Sen tam bana göresin
Rüzgara kapılmış
Gidiyorum ben
N'olacak bu işin sonu
N'olacağım ben
Gerçekten bir rüzgara kapılmış gidiyor muydum? Öyleyse, sahiden ne olacaktı bu işin sonu?
×××
Bir rüzgardır almış gidiyor bizimkileri.😂
Bölüm nasıldı?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro