Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

14. Bölüm: Sevginin Binbir Farklı Emaresi

Akşamı bekleyemedim ve bölümü attım. İyi yaptım ? 😂

55 oy ve 100 yorum sınırı geçilirse bölüm daha erken gelir, geçilmezse her zamanki gibi cumartesi 00.00'da.

Yorumlarda buluşalım. Keyifli okumalar!

×××

Duyduğum sesler artınca korkuyla Bedir'e baktım.

"Bedir, birileri kavga ediyor."

Gitmemiz gereken yolun tersi yönünden geliyordu. Daha çok bir erkek sesi duyuluyordu, bağırıyordu. Bir erkek kavgası olabilirdi.

Başını salladı. "Galiba."

Kolunu tutup gitmemiz gereken yöne çektim onu. "Hadi, biz gidelim."

Başını sallayıp elini sırtıma koyup ittirdi. Biz ilerlerken duyduğumuz ikinci sesle ikimiz de durakladık. Bu sefer bir kız sesiydi. "Yardım edin!" diyordu. İkinci kelimesi o kadar kısık çıkmıştı ki duyup duymadığımdan şüphe ettim.

"Bedir." dedim endişeyle. Kolundaki elimi çekti. Bırakmaması için elini sıkıca tuttum. "Sen burada bekle. Hatta caddeye çık. Ben bakıp geleceğim."

"Olmaz." diye atıldım. "Ben de geleceğim."

Başını hızla iki yana salladı. Sesi sertti. "Olmaz Feyza. Bu bir erkek kavgası da olabilir. Yanılmış olabiliriz. Sen burada dur. Bir şey duyarsan polis çağırırsın."

Elini sıktım. "Ben de geliyorum Bedir. Hadi."

Ben önden giderken ofladı. Şu an elini tutuyor olmamın çığlığını başka zaman atacaktım. Ellerimizi ayırmasına az daha yüzümü asacaktım.

Önüme geçtiğinde hemen ceketinin ucuna tutundum. Hem korkuyordum hem de yanından ayrılmak istemiyordum.

Karanlıktan dolayı belirgin olmayan iki silüetin sesleri yaklaştıkça netleşiyordu.

"Bırak beni, hayvan!" diye bağırıyordu duvara zorla yaslanan kız. Karşısındaki erkek sinirle elini duvara vurdu.

"Ayrılamazsın diyorum. Anlamıyor musun?!"

"Biz seninle hiç sevgili olmadık diyorum, psikopat! Ne ayrılması! Bırak beni!"

Erkeğin kızı ittirip sırtını duvara vurmasıyla kızın ağzından inleme koptu. İkisi de genç görünümlüydü. Bedir'in ceketini iyice sıktım. "Bedir. Bir şey yapalım."

Ceketimdeki elimi çekti. "Burada kal. Polisi ara."

Bedir oraya giderse kesinlikle kavga çıkardı ve az önce gördüğüm genç olmasına rağmen kalıplı ve uzun boylu erkeğin karşısında cılız bedeniyle şansı neredeyse hiç yoktu. Onun gitmesine izin veremezdim.

"Yalnız gidemezsin Bedir. Çocuğu görmedin mi, dağ gibi! Sana bir şey yaparsa?" Onu tutup hızlıca polisi aradım ve yerimizi tam bilemesem de karşımda gördüğüm marketle tarif ettim.

Telefonu cebime koydum. "Polisi bekleyelim. Lütfen."

Oflayarak ayaklarıyla yerde ritim tutuyordu. Gözleri kızın üstündeydi. Ben de çok tedirgindim. Kızın üstünden o hayvanı almak istiyordum ama korkuyordum. Hiç acıması yoktu çünkü çocuğun.

Kızın ağzından tekrar bir inleme çıktığında Bedir ceketindeki elimi sıkı tuttuğumu bildiği için ittirdi. Saçını çekiyordu kızın. "Bekleyemiyorum."

Bedir oraya doğru koşarken ben de arkasından koştum.

Ben daha Bedir'e ulaşamadan Bedir, kızın saçlarında olan çocuğun elini çektikten sonra şaşkınlığından yararlanıp suratına bir yumruk indirdi. O yere yığılırken kızı kolundan tutup çektim. "İyi misin? Polisi aradık, geliyorlar."

Titriyordu. Başını salladı. "İyiyim." Kıza sarılırken Bedir'e baktım. Çocuk yere düşmüştü ve ne olduğunu anlayamıyordu. Sinirle elinin tersiyle burnunu sildikten sonra kalkmaya çalıştı. "Kimsin lan sen!"

Bedir ayağını göğsüne koyarak kalkmasına izin vermedi. "Asıl sen kimsin lan, kıza öyle dokunabiliyorsun!?" Bedir, onu daha önce hiç görmediğim kadar öfkeliydi.

"Sana ne lan, o benim sevgilim!"

Kız kollarımın arasında başını sallıyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. "Değilim. Hiç olmadım. O bir psikopat."

Kızın saçlarını okşadım. Benden daha kısa ve minyondu. Çok kısa bir süre yüzünü görebilsem de güzeldi. "Tamam, sakin ol."

Bedir sinirle yakasını kavradığı çocuğa bir yumruk daha atmıştı. Çocuk, Bedir'in ayağını kavrayınca Bedir geri düştü ve sırtını yere çarptı. Ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. "Bedir!"

Bedir, yüzüne yediği yumrukla sarsılırken daha fazla dayanamazdım. Kızın üstünden ellerimi çektim. "Burada otur sen."

Ellerimi tuttu. Korkuyordu. "Gitme."

"Buradayım." dedikten sonra ellerimi çektim. Çantamı çoktan yere fırlamıştım. Elime aldım onu hızla. İlk defa içinde saçma sapan her şeyin olması işime gelmişti. Hatta sabah içine maşamı da koymadığım için üzülmüştüm bile.

Çantamı sıkıca kavrayıp Bedir'in yüzüne ikinci yumruğunu vuran çocuğun kafasına geçirecektim ama Bedir çocuğun elini tutup kıvırdıktan sonra karnına dirseğini geçirip çocuğu üstünden attı. Yüzünü görebildiğim kadarıyla kaşından bir miktar kan süzülüyordu.

"Bedir, kaşın kanıyor." dedim acı içinde. Bedir tekrar çocuğun üstüne çullanacaktı ki duyduğum fren sesiyle kolundan tuttum. "Polisler geldi."

Sinirle yerde yatan kişiye bakarken polisler arabalarından inmişlerdi. Yanımıza gelip Bedir'e ve bize teker teker bakan memura olan olayı kısaca anlattım. Yerde yatan herife kelepçe takarak kaldırırlarken köşede korkudan titreyen kızın şikâyetçi olması ve bizim de ifade vermemiz için karakola gitmemiz gerektiğini söylediler.

Birlikte polis arabasına bindirildik. Psikopat herif başka bir arabaya bindirilmişti. Polis arabasının arka koltuğunda Bedir ve isminin Derya olduğunu öğrendiğim kızın arasında oturduğum için rahatça Bedir'e döndüm. "Kaşın kanıyor. Karakoldan hastaneye gitmeliyiz."

Yüzünü buruşturdu. Acısı yeni aklına gelmiş gibiydi. "Bir şey olmaz." dedi. Elini kaşına götürecekken tuttum. "Elleme, ellerin de pis senin şimdi. Mikrop kapacak. Peçete de yok yanımda."

"Özür dilerim. Benim yüzümden bu hale geldin." Bedir'e peçete uzatan Derya'nın elinden aldım peçeteyi. "Teşekkür ederim."

"Senin bir suçun yok. Özür dileme." dedi Bedir.

Peçeteyi bana yakın olan kaşından süzülen kanın üzerine bastırdım hafifçe. "Acıyor mu?"

"Hayır."

"Acırsa söyle." dedim ve peçeteyle süzülen kanı temizledikten sonra katlayıp yaranın üstüne hafifçe bastırdım. Yüzü buruşunca hemen elimi çektim.

Elimdeki peçeteyi alıp sertçe kaşının üstüne iki kez bastırdıktan sonra çekti ve elinde top haline getirdi peçeteyi. Ona kızgınlıkla baktım. "Abartma, geçti. Bir şey yok. Sen annene ya da babana haber ver. Uzun sürebilir işimiz. Merak etmesinler."

Hızla başımı salladım. Nasıl unutmuştum bunu? Çantamdan telefonumu çıkardım ama kapalıydı. Şarjım bitmiş olmalıydı. "Of, kapanmış telefonum."

"Al." Bedir'in bana uzattığı telefonu elinden alıp açtım. Şifresi yoktu. Hemen babamın numarasını çevirip aradım. Telefon açıldı. "Alo?"

"Alo, baba. Ben Feyza."

"Kızım! Arıyorum seni telefonun kapalı. Saat kaç oldu hala gelmedin! Merak ettim. İyi misin?"

"İyiyim baba. Merak etme. Şarjım bitmiş."

"Neredesin, geliyor musun?"

"Baba, biz iş çıkışı otobüsü kaçırınca yürüyerek gelmeye çalıştık Bedir ile. Bir kavga görünce polis çağırdık. Şimdi de görgü tanığı olduğumuz için karakola ifade vermeye gitmemiz gerekiyormuş. Ben biraz geç geleceğim eve. Merak etme diye aradım."

"Ne! Ne kavgası! İyi misiniz sen! Hangi karakol?"

"Gelmene gerek yok baba."

Derin bir nefes aldığını duydum. "Bedir yanında mı?"

"Evet?"

"Ona ver telefonu."

"Neden?"

"Ver dedim Feyza."

Oflayarak telefonu kulağımdan çekip Bedir'e uzattım. "Babam seninle konuşmak istiyor."

Şaşkınlıkla bana baktıktan sonra telefonu aldı. Kulağına dayadı. "Efendim abi?" Ona yaklaşıp telefonu dinlemeye çalıştığımda kaşlarını çatıp telefonu diğer kulağına aldı. Oflayıp arkama yaslandım.

Göz ucuyla bana baktı. "Evet abi. Hayır, doğru söylüyor. Hayır, o iyi. Tamam abi. Tamam." Telefonu kulağından çekip polislere hangi karakola gittiğimizi sordu. Babama yerini söyleyip telefonu kapattı.

Babamın bana olan güveni göz yaşartıyordu. Resmen doğru söyleyip söylemediğini Bedir ile tespit ediyordu.

"Ne diyormuş?"

"Hiç. Kavgayı çıkaranın sen olup olmadığını soruyor."

Gözlerimi kısarak ona baktım. Bir şey demeden Derya'ya döndüm. "Sen de istersen ailene haber ver. Merak ederler. Bu arada sen reşit misin? Ailene ihtiyacın olabilir."

"Yirmi yaşındayım."

"Kusura bakma daha küçük gösteriyorsun, ondan sordum."

"Önemli değil. Aileme haber vermeye korkuyorum ama. Ya kızarlarsa?"

"Her şeyi bilmezlerse asıl kızarlar bence. Haber vermelisin."

Derya başını sallayıp telefonunu çıkardı.

Karakola vardığımızda Bedir ile birlikte bir memura ifade verdik. Aynı şekilde Derya da hem şikayetçi olup hem de ifade vermişti.

O şerefsiz -ismi Zafer imiş- ile Derya üniversiteden tanışıyorlarmış. Ortak arkadaş grupları varmış. Zafer, Derya'dan hoşlanınca ona açılmış ama Derya reddetmiş. Reddetmesi üzerine Zafer daha çok üstüne gitmiş. Bir sürü çiçekler, hediyeler göndermiş. Bu ısrarı karşısında Derya ona bir şans vermek istemiş. Birkaç gün birbirlerini tanımak için takılmışlar ama Derya yine bir şey hissetmediğini söyleyip aralarındaki arkadaşlığı da bitirmek isteyince Zafer delirmiş ve kıza gördüğü yerlerde psikolojik ve ufak tefek fiziksel şiddet uygulamaya başlamış. Kolunu tutmak, zorla arabasına bindirmek gibi. Tehdit içerikli mesajlar da almış ama korktuğu için ailesine söyleyememiş ve polise de gidememiş. Bu gece de arkadaşında kalmaya gitmiş ama arkadaşıyla da Zafer yüzünden kavga edince gecenin o saatinde evine gitmek istemiş. Yolda da onu takip eden Zafer ile karşılaşmış. Sonrası malum... Bizim olayı görüp dahil olmamız ve daha sonra karakola getirilmemiz.

Derya, ifadesini verdikten sonra yanımıza geldi ve beklemediğim anda bana sarıldı. "Teşekkürler Feyza abla. Siz olmasaydınız ya o bana orada bir şey yapardı ya da ben yine ailemden gizli saklı bu durumu çözmeye çalışırdım."

Gülümseyerek ona karşılık verdim. "Biz yapmamız gerekeni yaptık Derya. Sen de öyle. Birazdan ailen gelir seni almaya."

Başını sallayarak kollarımdan çıktıktan sonra Bedir'in yanına gidip ellerini beline sardı. Bedir bunu beklemediği için afallamıştı. "Sana da çok teşekkürler Bedir abi. Benim yüzümden kavga ettin. Zarar gördün. Özür..."

Bedir ellerini hafifçe Derya'nın omuzlarına koydu ve sıvazladı. "Şşt, özür dilemek yok demiştik. Ama bir daha böyle bir şey başına gelirse ilk ailene haber veriyorsun. Tamam mı?"

Derya geri çekildikten sonra başını salladı. "Söz. Ama şimdi o... Hapse girecek mi? Yoksa yine dışarı çıkabilir mi?"

Omuz silktim. "Bilmiyoruz. Kanıt olarak sana attığı mesajlar var. Savcılığa sevk edilecekmiş. Onun kararı orada verilecek. Umarım hak ettiği cezayı alır."

"Umarım."

İçeri giren bir kadın ve bir adamla Derya oraya koştu. Annesi ve babasıydı muhtemelen. Derya'ya sarıldılar ve ona sorular sordular.

Bir teşekkür seansına daha girmek istemediğimiz için onlara görünmeden oradan uzaklaştık. Biz teşekkür edilecek bir şey yapmamıştık çünkü. İnsan olan zaten bunu yapardı.

Karakolun kapısından çıkarken babamla denk geldik. Bize telaşla sorular sordu. Sakince olan biteni anlattıktan sonra evimize yakın bir karakola geldiğimizden on beş dakika kadar eve kadar yürüdük. Eve giderken babamın Bedir'e gururlu bakışlar attığını yakalayabilmiştim.

Eve girerken Bedir'e "iyi geceler" deyip içeri girsem de içim hiç rahat değildi. Kaşında hala çok büyük olmasa da bir yara vardı. Ve bir hastaneye gitmek de istemiyordu.

Elime telefonumu alıp internete girdim ve küçük bir araştırma yaptım. Teknolojiyi kırk yılda bir de olsa faydalı şeyler için kullandığım için kendimi tebrik ettim öncelikle.

Hızlıca mesajlar bölümüne girip Bedir'e mesaj attım.

Uyudun mu?

Birkaç saniye sonra mesaj geldi.

Bedir: Hayır, bir şey mi oldu?

Hayır, kapıyı aç. Geliyorum.

Böyle çok mu üstü kapalı oldu? Aman boş ver!

İnternette yazdığı gibi bir pamuk ve yara bandı aldım. Daha sonra aklıma gelen şeyle bir krem daha alıp parmak uçlarımda sessizce evden çıktım. Anahtar almayı da unutmadım.

Cebimde titreyen telefonuma aldırmadan merdivenleri çıktım. Bedir'in kapısının önüne geldiğimde hala kapıyı açmadığını görüp ofladım.

Kapıya sessiz olmasına özen göstererek iki kere tıklattım. Ardından hemen açıldı. Bedir çoktan eşofmanlarını giymiş, muhtemelen uyumaya hazırlanıyordu.

"Feyza, ne oldu?"

"Yaran böyle kalırsa mikrop kapar."

"Yine mi? Bir şey yok dedim."

Onun dediklerini umursamadan elimdekileri ona uzattım. "Al bunları. Evinde böyle şeyler yoktur diye getirdim."

Daha sonra sağ eline baktım. Üstü kızarmıştı. Uzanıp elini bir elimle tuttum ve parmak boğumlarının üstüne baktım. "Parmakların da kanamış biraz. Burayı da temizlemen lazım. Daha sonra şu kremden de sür."

Elimi çektim.

Sessiz konuşmaya çalışıyordum birinin duyma ihtimaline karşılık. Bedir de sürekli merdivenlere bakmaktan bunu fark etmişti.

Beni içeri çağırıp çağırmama konusunda tereddütlü olduğunu fark ettim.

Durum analizi zamanı. Saat gecenin birini geçiyor. Ve bir erkeğin evinin kapısının önündeyim. Lakin bu kişi Bedir olunca onu sadece bir "erkek" olarak sıfatlandırmak yanlış olabilirdi. Ellerimde pansuman için gerekli şeyler var ve Bedir gayet de kendine pansuman yapabilecek durumda. Hemen elimdekileri bırakıp gidebilirim. Nasıl yapacağını bilmiyorsa da sesimin daha fazla aşağıdan duyulmaması için mesaj yazabilirim.

Evine girmem için hiçbir sebep yok. Tek bir şey dışında: merak. Nasıl bir evi olduğunu merak ediyorum.

Ama kendime gelip silkelendim ve gülümsedim. "Hadi, saat geç oldu. Al şunları. Sabah erken kalkmamız gerekecek."

Ellerimdekileri aldı. "Ne yapacağım ki bunlarla?"

"Evde tentürdiyot falan yoktu maalesef. Hem zaten direkt yaraya uygulanması zararlıymış, yara çevresine uygulanması gerekiyormuş. O yüzden pamuğu biraz ıslat ve üzerini öyle temizle. Sonra da yara bandıyla kapat. Yara küçük de olsa açıkta kalmamalıymış. Daha sonra eline de aynısını yap ve krem sür. Bakma bana öyle. Hemşire falan değilim. Google'nin yalancısıyım ben de."

Dudaklarında ufak bir gülümseme oluştu. Ufaktı ama ne kadar içten olduğu gamzelerinden belli oluyordu. Bir eliyle ensesindeki saçları karıştırdı. Diğer eli getirdiklerimi tutuyordu.

"Teşekkür ederim. Düşündüğün için."

"Rica ederim. Allah rahatlık versin. İyi geceler."

"Sana da."

Ona küçük bir el sallayıp merdivenleri indim. Sessizce kapıyı açıp odama girdim. Yatağa kendimi attığımda kendi kendime gülümsedim. Hızlıca üzerimi değiştirip tekrar yatağa girip gözlerimi kapattım. Ne gündü ama... Neyse ki hafta sonuna girmiştik de sabah erken kalkma derdim yoktu.

×××

"Oha! Eee, sonra?"

"Sonra işte, yara bandı falan çıkarttım. Çünkü yarasına hiçbir şekilde dokunmayacağını biliyordum. Sonra temizlemiştir herhalde yarasını. Bir daha konuşmadık."

"Ne yani, sen gidip pansuman yapmadın mı?"

"Hayır, neden yapayım? Eli kolu kopmadı, kaşı kanadı."

Hazal bana göz devirdikten sonra sinsi gülümsemesinden attı. Koltukta yanıma kaydı. "Koltukta böyle baş başa oturacaktınız. Sonra sen pansuman bahanesiyle yaklaşacaktın. Pansuman yaparken canı acıyacaktı, yarasına üfleyecektin. Sonra bir bakmışsınız çok yakınlaşmışsınız. Sen de "e madem buraya kadar geldim" deyip yapışacaktın dudak-"

"Hazal!" diye bağırdım ani bir şekilde. İçten içe telkinler verdim kendime. Hayır, öyle şeyler düşünme. Yakınlaşmak falan yok. Hayal etme!

"Ne?" dedi ters ters bakıp. "Kızım bu işin raconu böyle. O pansuman yapılıyorsa o dudaklara-"

"Hazal! İyice azıttın sen!" dedim ters ters bakıp. Aklıma gelen şeyle gülümsedim.

"Yoksa, Güney okulda kavga ettiğinde o yüzden mi tüm pansumanlarını sen yapıyordun? O dudaklara ya-"

"Ne alakası var!" diyerek lafımı böldü ve ayaklandı. Eliyle yüzüne rüzgar yaptı. Hayal etmişti galiba. "Saçma sapan şeyler söyleme. Güney ve ben ne alaka yani? Öyle bir şey de olmadı." Gözlerini kısıp bana döndü. "Lafı dolandırmaya çalıştığını anlamadım sanma. Böyle konudan sapamazsın."

"Konu neydi ki?" dedim salağa yatarak. Zaten her zaman yaptığım şey.

"Sen ve Bedir."

"Öyle bir konu yok."

Ofladı. "Tamam, öyle olsun. Nasılsa yarın öbür gün kapıma ağlayarak dayanırsın "Bedir'e aşık oldum ben" diye."

"Hıhı, sen öyle san."

Tekrar ayağa kalktı. "Kahve yapayım mı, içeriz?"

Aklıma en son Bedir ile birlikte kahve yapışımız geldi. En son o zaman içmiştim zaten kahve. Aynı anda cezveye uzandığımızda ellerimiz çarpışmıştı. Sonra da bana söyledikleri? Beni demek ki hafızasından kolay silinebilecek biri gibi görmüyordu. Sahi, benim için neden önemliydi ki onun tarafından hatırlanmak?

"Hey, kızım bir kahve içelim mi diye sordum. Daldın gittin. Ne düşünüyorsun?"

"Ne düşüneceğim be. Git yap işte, ne soruyorsun?" dedim çıkışarak.

Hazalların evinde mutfakta olduğumuzdan Hazal cezveyi tezgaha bırakıp tekrar karşıma oturdu. "Senin yüzün de kızardı bak. Ne oldu? Ayıplı şeyler mi geldi aklına?"

"Asabımı bozma Hazal."

"Anlat sen de o zaman."

Normalde Bedir ile konuştuklarımızı falan anlatmazdım. Sadece geçen, karakolda olduğumuzu söylediğimden ne olduğunu anlatmıştım. Ama şimdi nedensizce ağzım çözüldü.

"Bedir bir gece beni aradı." dedim bir nefes alarak. Oturduğu yerden dizini masaya yaslayıp sırıttı. "Ooo, gece bir de. Ayıplı şeyler sanırım. Neyse, anlat sen."

Kaşlarımı çattım. "Böyle konuşacaksan anlatmayacağım."

Parmaklarıyla ağzına fermuar çekti.

"Aradı işte kahve yapmayı bilmiyormuş. Yardım istedi." diyerek anlatmaya başladım ve o gece olanları yüzeysel bir şekilde anlattım. Cezveyi birlikte tuttuğumuzu bile es geçmiştim çünkü yine manalı manalı bakmaya başlayacaktı.

Bedir'in en son söylediğini anlattığımda gözleri açıldı. "Oha Feyza! Oha! Bence sen git şimdi nikahı bas."

"Ne nikahı, abartma her şeyi. Sen kahve deyince aklıma o geldi. Sadece sordun diye anlatıyorum. Yoksa bir şey olduğundan değil."

"Kızım bu "sen her zaman benim aklımda olacaksın" gibi bir şey değil mi? Ben mi yanlış anladım?"

Masadaki örtüyle oynamaya başladım. "Evet öyle belki ama bence senin ima ettiğin anlamda değil. Sonuçta ben ilkokulda ya da anaokulunda tanıştığım arkadaşlarımı bile unutmam. Bu mahalleye kim geldi kim gitti hepsini hatırlarım. Ki Bedir'in hayatı da çok kalabalık değil. Yaklaşık bir aydır da beraber işe gidip geliyoruz. Yıllar geçse de illa ki hatırlar. Özel bir anlamı yok bence." dedim normalin altında çıkan sesimle. Sahiden düşündüğüm gibi miydi? Gerçekten öyleyse bu duruma üzülmem de normaldi, öyle değil mi?

"Olabilir. Haklısın." dedi başıyla onaylayarak. "Zaten biz hep daha ince düşündüğümüz için olayları irdeliyoruz ve kendimize paylar çıkartıyoruz. Erkekler öyle mi ama? Ne söylemek istiyorlarsa direkt onu söylüyorlar ve lafın nereye gideceğini pek de umursamıyorlar." Bunları söylerken biraz üzülmüş gibiydi.

Ben bir şey söylemeden kalkıp ikimize de kahve yaptı ve fincanı önüme bıraktıktan sonra eski yerine oturdu.

Kahveden bir yudum aldıktan sonra Hazal'a döndüm. "Bir şey olmuş sana. Yine Güney değil mi?"

Başını salladı. "Sayılır, annesi bu sefer."

"Ne dedi?"

"Boş ver. Her zamanki Ferda teyze işte."

"Ne dedi de üzüldün?"

"Üzülmedim de." derin bir nefes aldı. "Annesiyle geçen yolda karşılaştık. Eve gidiyordum. Elimde kitapları falan görünce laf attı işte her zamanki gibi. Geçen günde hazırlığına Esma yardım etmiş."

"Esma? Şu geçen Güney ile konuşturmaya çalıştığı kız mı?"

Başını salladı. "Evet o. Bir saat Esma'yı övüp durdu. O günden sonra da bir gece akşam yemeğine çağırmış. Birlikte yemek yemişler. Güney ile çok güzel sohbetler etmişler. Kaynaşmışlar baya. Güney de istemiyorum ayağına yattı ama kızı beğendi sanırım. Haklı da yani, güzel kız."

"Bunların gerçek olduğuna emin misin? Güney ile konuşmuşlar mı gerçekten?"

Omuz silkti. "Doğrudur, neden yalan söylesin ki?"

"Senin öyle sanmanı istediği için."

"Neden bunu yapsın ki?"

"Güney'den vaz geçmen için?"

"Güney benim arkadaşım. Bu yüzden neden ondan vaz geçeyim?"

Ofladım. "Birbirinize aşık olduğunuzu anlamayan tek geri zekalı ikiniz olduğunuz için olabilir mi?"

"Feyza, yapma."

Yerimden kalkıp yanına oturdum. Ellerini tuttum. "Neden inkar ettiğini anlamıyorum. Hadi Güney aklı kıt, senin onu sevdiğinin farkında değil. Ama sen Güney'in ilgisinin ayan beyan farkındasın. Neden geri çekiyorsun ki kendini?"

Oflayarak etrafa bakındı. Gözleri dolduğu için kaçırıyordu. "Ferda teyzenin benden nasıl nefret ettiğini görmüyor musun? Seni çok seviyor. İki üç sene önce seninle Güney'in arasını yapmaya bile kalkıştı. İkinizin de tepkisini görünce vaz geçti. Ama beni sevmiyor. Güney'in de annesine ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun."

Evet, Ferda teyze gerçekten de bir ara bizim aramızı yapmaya çalışmıştı. Sürekli bizi yemek bahanesiyle eve çağırıyordu ve Güney ile yan yana oturtmaya çalışıyordu. Ben ne olduğunu anlayamasam da bu durumu ilk fark eden Hazal olmuştu. Sonra da Güney ve ben bu duruma karşı tavrımızı koymuştuk ortaya.

"Biliyorum ama Güney hayatındaki kadını seçmesi işini de annesine bırakacak değil ya."

"Bırakmış işte. Esma ile yemek yiyip çay bile içmişler."

"Güney'e sordun mu?"

"Hayır."

Yerimde toparlanıp tamamen Hazal'a döndüm ve göz yaşlarını sildim elimle. "Gerçek düşüncelerimi söyleyeyim mi sana? Ama sonradan aşık olduğunu bana itiraf edeceksin?"

Başını salladı. "Neymiş düşüncelerin?" İtiraf kısmını duymamış gibi yaptı.

"Hatırlamıyor musun, lisedeyken Ferda teyze sürekli bizi evine çağırırdı. Bizi çok severdi."

"Seni zaten seviyor."

"Seni de çok seviyordu Hazal. Ama sonra sen üniversite kazanınca değişti işler. Senin üniversitede değişeceğini sandı ve bu yüzden Güney'den de uzak tutmaya çalıştı seni. Beni biliyorsun, kazanamadım üniversiteyi. Onun gözünde hala lisedeki Feyza'ydım. Bu yüzden beni hala seviyor. Seni de çok seviyor ben inanıyorum ama sadece senin de hala eski Hazal olduğunu kabul etmesi gerek."

"Ben değiştim mi üniversiteye gidince?" Masum sorusu karşısında gülümseyip ona sarıldım. "Hayır tabii ki. Sen hala aynı Hazal'sın. Bir okul bir insanı nasıl değiştirebilir ki?"

Geri çekildikten sonra yüzünde her seferinde yenisi eklenen yaşlarını temizledim. "Ferda teyzenin ne kadar iyi bir insan olduğunu ikimiz de biliyoruz ama fena halini de yok sayamayız. Bence seni Güney'den uzaklaştırmaya çalışıyor. Çünkü şimdiye kadar Güney'i senden uzak tutamadı diye bu sefer sana oynuyor. Esma da iyi kız ama şu an Ferda teyzenin planlarına kurban gidiyor. Git bakalım ara Güney efendiyi, ağzını ara. Gelmiş mi Esma yemeğe?"

Ayağa kalkıp telefonunu aldı. "Anlar mı direkt sorarsam?"

Elimi salladım havada. "Aman, ne anlasın o kalın kafalı? Bir şeycik anlamaz. Ara sen."

Başını sallayıp mutfaktan çıktı. Kahvemi önüme aldım ve yudumlarken nasıl olduysa Bedir düştü aklıma. Telefonumu açıp mesaj attım. Bedir sayesinde internetimden yemiyordum. Zaten her ay çöpe giden sms haklarım vardı, değerleniyordu böylelikle.

Yarana dediklerimi uyguladın mı? İyileşti mi?

Bedir: Evet, uyguladım. Teşekkürler, çok iyi geldi.

Bedir: Evde misin?

Hayır, Hazallardayım. Bir şey mi oldu?

Bedir: Bir şey olmadı. Evdeysen birlikte kahve içelim mi diyecektim.

Bedir: Bu sefer kahveyi ben yapacaktım.

Kahve yapmayı öğrenebildiğine emin misin?

Bedir: Emin sayılırım.

Emin sayılmak?

Bedir: Biraz deneme yaparsam kesin emin olacağım.

Bedir: Gelmeyecek misin bu akşam eve?

Akşam yemeğine eve geleceğim.

Akşamdan sonra yaparsın kahveyi?

Bedir: Tamam, olur.

Bedir: Seni bekliyorum.

Peki, merak ediyorum kahveni.

Mutfağa Hazal'ın girmesiyle sırıtmamı kesip telefonumu bıraktım. Yüzünde güller açıyordu. "Ne oldu?" dedim gülerek. Gözleri kızarık olsa da gülmesi bana da bulaşmıştı.

"Babasından Esma'nın geleceğini öğrenince o gece arkadaşlarıyla dışarı çıkmış. Yemeği de dışarıda yemişler. Eve geç gelmiş. Hiç görmemişler birbirlerini." dedi.

"Feridun amcanın gelini yıllardır belli zaten." dedim gülerek.

"Kimmiş?" diye sordu imayla.

"Sen tabii ki."

Gözlerini kaçırdı. Feridun amcanın Hazal'ı her gördüğünde Güney ile ilgili ima yapması boşuna değildi elbet.

"Ee hadi, itiraf alayım."

"Ne itirafı?" diye sordu ama bakışlarımla sustu. Omuzları düştü ve elleriyle oynadı. Daha sonra başını kaldırıp baktı. Yanakları al al olmuştu.

Derin bir nefes verdi. "Feyza, ben Güney'i çok seviyorum." dedi. Göz yaşları yine akmaya başlayınca sıkıca ona sarıldım. Hıçkırarak ağlıyordu. Benim de sanırım gözlerim dolmuştu.

Sevmek bu kadar can yakıcı mıydı? Ablamın, Erdem abiye her baktığında gözlerinde gördüğüm parıltı ile Hazal'ın ağlamaktan kızaran gözlerindeki acı, nasıl aynı duygunun yansıması olabilirdi ki?

Bu duygunun daha kaç farklı emaresi vardı?

×××

Bölüm nasıldı?

Hikaye gidişatı nasıl?

Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛

Seviliyorsunuz!💜

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro