Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

19

Gülsüm, konağa geleli aşağı yukarı bir buçuk sene oluyordu. İsmail, artık tamamiyle unutulmuştu. Gülsüm, arasıra onu hatırladığı zaman yüreğinde eski acıyı duyamıyordu. Hele yüzünün hayali o kadar silikleşmişti ki, bugün bir yerde rastlasa birdenbire tanıyacağı şüpheliydi.

Karamusallı sütninenin söyledikleri, peygamber sözü gibi çıkmıştı. Ancak şu var ki, Gülsüm'ün İsmail'i unutması kâfi değildi; aynı zamanda ondan münhal kalan muhabbeti Bülent'e vermesi, bebeği hakikî bir abla gibi sevmesi lâzımdı. Aksi halde çocuğu gönül rahatlığıyla ona teslim etmek mümkün olamazdı.

Hanımefendi, kızı çocuğa ısındırmak için elinden geleni yapmış, fakat bir türlü netice elde edememişti, Bülent, hayli büyümüştü. Artık yanına yaklaşanların ağzını, burnunu karıştırmaya, etrafına tek dişli ağzı ile gülücükler saçmaya başlayan sevgili çocuk, Gülsüm'ü de iltifatlarından mahrum etmiyordu. Fakat, hain kız, bu meleğe karşı bir taş gibi hissiz kalıyor, o tatlı gülücüklere durgun, kara bir bakışla mukabele ediyordu.

Mamafih, bu kızın sade şefkatten değil, insanlığın hiçbir iyi duygusundan nasibi olmadığına artık şüphe kalmıyordu. Hanımefendinin bu son tecrübesi de boşa çıkmıştı. Gülsüm, adam olmayacaktı. Mayası bozuk insana terbiye kâr eder mi? Bu dünyanın kötüleriyle peygamberler bile başa çıkmaktan âciz kalmıştı. Melek gibi bir kadın ne yapsın?

Onu sokağa atmaya Hanımefendinin vicdanı tabiî razı olmayacak, ötekiler gibi kendiliğinden defoluncaya kadar nâçar, çekecekti.

Evet, Gülsüm'de adam olacak bir insan gözü yoktu. Konakta herkes iyi kötü bir işe yarıyordu. Ona gelince var mı hayta, gidip gezip sürtme, çalıp çarpma, hizmetçilerle dolaşma, türlü dedikodularla evi birbirine katma... Âlâ... Fakat, ezkaza iki paralık bir iş istediniz mi, surat bir karış...

Onun konakta belli başlı hiçbir vazifesi yoktu.

Gündüzleri bütün işi oyundan, eğlenceden ibaret gibiydi. Çocuklar at, araba oyunu oynadığı zaman, o, daima at olur, arabaları çeker, yemiş istedikleri zaman ağaçlara çıkar, entarisinin her eteğini bir dala takıp yırtar. Kumaş parasını kendi vermedikten, dikişini kendi dikmedikten sonra, yırtmazsa kabahat:

Çocuklara havuz kazıyorum diye, kürek saplarını kırar, baltaların ağzını taşa çarpıp körletir; havuzu doldurmak için kova kova su çekerken tulumbayı bozar.

O arada çamaşır astırmaya, bakkala göndermeye, yahut yukarıda başka bir işe çağırırlar. Çocuklar, hep bir ağızdan, «Gülsüm bizi oynatıyor, göndermeyiz,» diye bağrışmaya kalkarlar. O: «Yapmayın, bana dayak yedireceksiniz. Beni öğretiyor sanıyor» diye sızıldanır. Sanki bacak kadar boyu ile, köylü aklı ile adam aldatacak.

Onun el altından çocukları kışkırttığını Hanımefendi bilmiyor mu? Hem bu, onun eski ahlâkıdır. Canı bir yemiş yemek, yahut bir eğlenceye, bir oyuna gitmek istedi mi, el altından çocuklara öğretir. Hâsılı konakta ne pislik çıkarsa onun başı altından çıkar. Nasıl ki uğursuz ayağını bastığı günden beri, konaktan aksilik ve felâket eksik olmamıştır.

Evet, Gülsüm'ün bu konakta belli başlı bir işi yoktur. Yalnız günde kırk elli defa ikinci, üçüncü kattan inerek kapıyı açar; yirmi otuz defa da bakkala, aktara gider.

Büyük hanım, ona gideceği yere, doğru gidip gelmesini bir türlü öğretememişti. Bakkal iki dakikalık bir yerdi. Zaman olur ki, o on beş dakikada geri dönmez. Büyük hanıma ayak üstünde kırk yalan: «Vallahi hanım efendiciğim; bakkal kalabalıktı, bekle, işim var» dedi. Yahut; «Mal gelmişti ve, tenekeleri açıyordu da...» halbuki, ya alık alık etrafı seyretti, ya boydan boya çarşıyı gezdi, yahut da kim bilir bakkal oğlanlarıyla fingirdedi. Bu dışarlık çocukları bir acayipti. Şehir çocukları, ev çocukları on dört on beş yaşına kadar dünyadan habersiz yaşadıkları halde, onlar yedi, sekiz yaşında âdeta kadınlıklarını, erkekliklerini duyar.

Evet, bir ayak üstünde kırk yalanın belini büktüğü halde para hesabına bir türlü akıl erdiremez; bakkala, aktara bozdurulan paranın gerisi daima yirmi para, kırk para eksik gelir. Satın aldığı şeyler de tabiî öyle amma, artık, ellerinde terazi, her aldırılan şeyi tartacak, sayacak değiller ya...

Gülsüm'ün belli başlı bir vazifesi yoktur. Onun için şöyle yarım yamalak, öteki hizmetçilere yardımdan ibaret gibidir. Aşçıya zerzevat ve pirinç ayıklar, onun elinde fazla iş olduğu vakit bulaşığa yardım eder. Orta hizmetçisi ona öte beri gördürtür, su taşıtır, süprüntü döktürür.

Sütnine, Bülent'le meşgul bulunduğu için, o da tabiî sütnine hizmetine bakıverir. Her gün çamaşırcı gelmesine imkân olmadığı için, çocuğun bezlerini yıkar. Yine umumî çamaşır günleri haricinde mendil, çorap kabilinden bazı küçük şeyleri çalkayıverir.

Konağın eski bir ananesi olmak üzere, çocuklardan her birinin bir oturağı vardır. Onların büyük adam nalınları ile ayakyolu mermerleri üzerinde dolaşmaları tehlikeli olduğu için, on ikişer yaşlarına gelinceye kadar, bu oturaklar kullanılır. Oturakların muhafazasın dan ve temizliğinden Gülsüm mesuldür.

Küçük hanımlar, çok titiz ve temiz ev kadınlarıdır. Odalarını kendi elleriyle temizlemeye ve süslemeye meraklıdırlar. Gülsüm, her sabah onlara da bir parça yardım eder.

Yardım da ne? Karyolaları çekmek, yatakları altüst etmek, yorganları pencereye asmak, keçeleri, küçük halıları bahçeye indirip silkmek, sobayı temizlemek, yaş odunları alev alıncaya kadar üfleyivermek... Bu işleri yaparken aklı, fikri başka yerde olduğu için, seksen türlü kaza yapar. Bir gün karyola somyasını masaya çarparak sigara tablasını, bir gün örümcek alırken tavan süpürgesinin ucu ile meşhur paşanın resmini düşürüp kırmıştır.

Termoslar kesildiği zaman yukarı kattaki musluklara su çıkarmak da onun vazifesidir. Gayet hoyrat olduğu için, tenekeleri merdiven basamaklarına çarparak diplerini deler, sonra da pis tabanları ile dökülmüş sulara basarak ortalığı çamurlar.

Konağa çok misafir geldiği için, orta hizmetçisi hepsine yetişemez, bir kısmına da Gülsüm, kahve pişirir ve taşır. Ancak, onun bulaşık suyuna benzeyen kahvelerini içenlere Allah imdat eylesin. Ateş bulunmadığı zaman, kâğıt yakarak cezveleri kaynatır. Bu esnada varak varak uçan kâğıt külleri yüzüne, fincanlara, tepsi örtülerine bakkal önlüğüne benzeyen yağlı entarisine yapışırlar ve tepsiyi öyle bir halde misafir odasına getirir ki, Direkler arası oyunlarında kahve getiren aptal uşak, yanında halt etsin. Büyük hanım, yabancıların yanında yerin dibine girer, kaşını, gözünü oynatarak: «Kız, o ne kıyafet? Daha demin üstün başın tertemizdi» der. Gülsüm'de cevap hazırdır: «Demin kileri temizlettiler.» Ah, bu kızın yalanı... Kiler daha yarım saat evvel temizlenmiştir. Onun entarisi ise, üç günden beri o haldedir. Gerçi bundan Hanımefendi «Daha demin tertemizdi.» demesinin de yalan olduğu meydana çıkar amma, yabancıların yanında rezil olmamak için, öyle söyleyivermek lâzım gelmiştir.

Gülsüm, akşamdan akşama, sözüm ona lâmbaları doldurur, lâmba şişelerini temizler, fakat besbelli şişeleri kuru bezle silmeye üşenip su ile yıkadığı için, ikide birde şişe çatlar. Lâmbaları doldururken döküp saçtığı gazları da ancak Allah bilir.

Akşamları gelince, sofra kalktıktan sonra çocuklarla bir nöbet daha oyun oynanır. Onlar, ekseriya masal isterler. Doğru dürüst iki lâkırdıyı bir araya getiremeyen Gülsüm'ün, o tatsız masallarını insan, para ile dinleyemez. Dinleyemez amma, ne dersin?... Çocuk bu... Fakat, o, çocukları üzmek için nazlanır, yahut da inadına hep onların bildiği masalları söyler. Bunun sebebi meydandadır. Tek, büyüklerden biri masal söylemeye mecbur olsun; o da karşısına yayılıp şaşı gözlerini belirterek afal afal dinlesin... «Sen masaldaki âşık, maşuku düşüneceğine yırtık çorabını dikmeyi düşünsen daha iyi etmez misin? Bak Bülent'in süt saati geldi, emzik hâlâ pisliğiyle duruyor.»

Bülent, geceleri geç uyur. Onu yorgan içinde sallayarak uyutmaya alıştırmışlardır.

İyice dalmadan evvel, salıncağa yahut yatağa aldılar mı gece yarısı evin içi ayağa kalkıyor. Her gece evvelâ yarım saat, bir saat onun yorganını, sonra salıncağını sallamak da Gülsüm'e aittir. Bir işe yaramıyor, bari buna yarasın!

Gülsüm'e bazen yattıktan sonra da işler çıkar amma, bu, öyle her gece değil, ara sıradır. Ev hali bu... Gece yansından sonra bazen hanımlardan birinin sancısı tutar, yahut çocuklardan biri ansızın hastalanır.

Bazen işini bitirdikten sonra tekrar yatmaya gönderirler. Fakat, bazen öyle geceler de olur ki, hastalık sabaha kadar sürer. Hasta, sakinleşip dalarken ortalık ağarmaya, horoz sesi gibi taze seslerle çocuklar, öksüre öksüre ihtiyarlar uyanmaya başlar. Tekrar uyumak için artık çok geçtir. Neredeyse sokaktan salepçiler geçecektir.

Gülsüm, gittikçe soluklaşan gece kandilini üfler ve yine bir işe yaramadan avarelikle, serserilikle geçecek bir yeni güne başlar.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro