Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

18

Mevlût oyunu birkaç hafta devam ettikten sonra, birdenbire hava değişti. Çocuklar, bu defa tiyatroya merak sardırmışlardı.

Cuma geceleri bir alay halinde Direklerarası'nda Kel Hasan'ın tiyatrosuna gidiyor, sonra orada ne görüldü ise, bir hafta konakta tekrar ediliyordu.

Yukarı kattaki harem sofası tiyatro salonu haline gelmişti. Her sabah konakta ne kadar yatak çarşafı, eski pencere perdesi, keçe, kilim varsa toplanıyor, perdeler kuruluyor, komşudan seyirci çocuklar, aşağıdan büyükler davet ediliyor, düdükler, dümbelekler, zilli maşalarla tiyatro oynanıyordu.

Bu gürültülü olmakla beraber, nispeten kazasız bir eğlence olduğu için, hanımefendi, kumpanyayı dağıtmaya teşebbüs etmiyordu.

Lala, gizli ticarethanesindeki sofuluk eşyaları şubesini kapamış, taş basması ilahî ve mevlût kitaplarını, hacı misklerini, cam teşbihleri ortadan kaldırmıştı. Şimdi, ikide birde Mahmutpaşa'ya inerek tiyatro levazımı düzüyor, minimini çıngıraklar, teneke kılıçlar, tahta tüfekler, şakşaklar, karnaval yüzükleri alıyordu. Mamafih, bu tiyatronun asıl yük ve mesuliyeti şimdilik Gülsüm'ün üstünde idi. Dekor eşyasını aşağıdan o tedarik edip getiriyor, perdeleri o kuruyor, rejisör, dekorcu, aksesuar memuru işlerini hep o görüyordu. Bu, kolay bir iş değildi.

Konakta, kimse kendi eşyasını vermeye razı olmadığı için, yatak çarşaflarını, masa örtülerini, iskemleleri, çanak çömleği sahiplerine göstermeden aşırmak lâzımdı. Sonra, bu eşyaya bir zarar gelecek olursa Gülsüm'ün yakasına yapışılıyordu.

Büyük hanımda yangın korkusu bir delilik halinde olduğu için, ikide birde ansızın sahneyi basar:

— Gülsüm, kimseye kibrit filân yaktırayım deme... Bu uçurtma kâğıtları, bu perdeler bir kere tutuşursa hepimiz cayır cayır yanarız... Bak, o zaman dünyada kendini yok bil, diye söylenirdi. Gülsüm, bazen tehditlere, azarlara kızarak bu işten vazgeçmek isterdi. Fakat, çocuklar ağlaşa bağıra onu şikâyete giderler ve rejisörlükte devam etmesi için, aşağıdan şiddetli emirler çıkardı. Mamafih, o kumpanyanın sade idare memuru değil, aynı zamanda da baş aktörü idi. Bazen mürekkeple, kahve telvesiyle yüzüne bıyıklar, kaşlarının üstüne kaşlar çekilir, bazen saçları kabartılır, çamaşır yıkayacak gibi, kolları sıvanarak dekolte bir kanto kızı şekline sokulurdu.

Bir cuma günü, harem sofasında fevkalâde bir gala müsameresi tertip edilmişti. Oyuna konak halkından başka, mahalleden de birçok kimseler davetliydi.

Kumpanya, yalnız hanımefendinin gelmesine muhalifti, ki bunda da tamamıyla haklıydı. Çünkü Nadide Hanım, oyun esnasında, ikide birde sahneye girmeye, oyunculara karışmaya kalkar, işin ciddiyetini bozardı.

Meselâ, sahnede kendi bardağını görecek olsa:

— Gülsüm... Ona da mı yetiştin? Eğer o bardak kırılırsa sen de kafam kırılmış bil... Ve «Bakayım ona!» diye sahneye yürüyüverirdi.

Aktörler, bir cinayet oyunu oynamaya kalksalar:

— Çocuklar, şaka derken sahiden biriniz bir yerinizi yaralayacaksınız... Hem nedir öyle adam öldürmeye heves ediyorsunuz? Öyle yapacağınıza güzel güzel türkü söyleyin.

Diye mesele çıkarırdı.

Fakat, çocukların hanım ninelerini istememelerindeki asıl sebep bu değildi. Gülsüm, Nadide Hanımın karşısında oyuna çıkmaya utanıyordu.

Aksi gibi, büyükanne de, nedense bu gala müsameresinde behemehal bulunmak istemiş, Karamusallı sütnine ile beraber en arka sıraya oturmuştu.

O gün, orkestra hayli zengindi. Konağın karşısındaki belediye ebesinin güzel ut çalan bir gelinlik kızı vardı. Çocuklar, «Zehra Abla» dedikleri bu kıza yalvarıp yakarmışlar, onu, o günkü oyunda ut çalmaya razı etmişlerdi.

Sofa dolduğu halde, perde bir türlü açılmıyor, çocuklar içeride birbirlerini yiyorlardı. Nihayet, biri dışarı çıktı:

— Haminne, sen varsın diye Gülsüm oyuna çıkmıyor... Sen aşağı git, diye bağırdı.

Gülsüm'ün emriyle aşağı kovulmak! Bu, nedense hanımefendinin kibrine dokundu. Hiddetli bir sesle :

— Haydi, ben öyle terbiyesizlik istemem... Şimdi, Gülsüm'ün yanma gelirsem görür gününü, dedi.

— Kuzum,  Allah aşkına bu ne iş? Dağdaki gelmiş, bağdakini kovuyor, diye masum, yeşil gözlerini açıyordu.

Hele neyse biraz sonra perde kalktı. Gülsüm'ü İbiş kıyafetine sokmuşlardı. Arkasında lalanın tersine çevrilmiş bir eski yeleği, başında yine onun kulaklarına kadar geçmiş bir yağlı fesi vardı. Kaşlarını siyaha, burnunu kırmızıya boyamışlar, mor mürekkepten bir de bıyık çekmişlerdi. Kız, biraz evvelki münakaşa esnasında ağlamış olduğu için, boyalar birbirine karışmıştı.

Karamusallı sütnine en arkada :

— Ay anam... Şafi köpeğine dönmüş! diye söylendiği işitildi.

Bütün gözlerin kendine dikildiğini gören Gülsüm, sahnenin ortasında bir kat daha odun kesilmişti. Lâkırdı söyleyeyim diyor, olmuyor, gülümseyeyim diyor, olmuyor, olduğu yerde put gibi duruyordu. Nihayet, seyircilere büsbütün arkasını döndü.

İçerden öteki sanatkârların :

—Ulan eşek, öyle durmasana... Gülecek bir şey söylesene! diye onu azarladıkları duyuluyordu.

Baktılar ki, Gülsüm'den hayır yok, öteki çocuklar kimi lalanın pöstekisinden kesilmiş bir sakallı baba, kimi annesinin kolları kıvrılmış bir eski blûzu ile genç kız kıyafetinde sahneye döküldüler. Oyun biraz kızışır gibi oldu. Fakat, Gülsüm, hâlâ bir şey bulup söyleyemiyor, çocukların içerden, dışardan:

— Ulan, bir tuhaflık yapsana, diye sıkıştırdıkları işitiliyordu.

Güldürecek şeyin küfürden ve pislikten başka bir şey olacağını tasavvur edemeyen Gülsüm, nihayet canlandı :

Öteki aktörler —İbiş saat kaç? derlerse, Gülsüm nükteli bir cevap vermiş olmak için :

— Gözün kör mü? Saat bir tane, diyor.

Kapı çalındığını söyleyecek olurlarsa, kız bir müddet düşündükten sonra:

— Koca kapı çalınır mı alıklar, aptallar, hayvanlar, diye mukabele ediyordu.

Bu ahretlik parçasının oyunda da olsa, evin çocuklarına böyle çirkin, terbiyesiz sözler söylemesi caiz değildi. Hanımefendi, bir defasında oturduğu yerden:

— Çüş tabanı yarık ayı... Bakınız şu mahlûkun hiç insanlıktan nasibi var mı? diye titizlenivermişti. Mesele belki de büyüyecek, oyuna dışardan şiddetli bir müdahale olacaktı. Fakat, bu esnada Karamusallı sütninenin bir nüktesi ortalığı neşeye gark etti. Sütnine, yavaş, fakat bütün seyircilerin işitebileceği bir sesle :

— Direkler arasındaki oyuna «Kel Hasan» ın kumpanyası derler ya... Buna da «Kör Gülsüm'ün kumpanyası» demeli, dedi. Büyük hanım oturduğu yerde dizlerini döverek, gözünden yaşlar gelerek: «İlahî kadın! Kör olma inşallah!» diye gülmeye başladı:

Nükte, ağızdan ağıza yayılıyor, sofada bir kahkaha, bir kıyamettir gidiyordu.

Aktörler, bu gülmeyi kendilerine sanarak, daha ziyade iştahlanmışlardı.

Biraz sonra, Gülsüm'ün yine bir münasebetsizliği oldu; İbiş'e :

— Sofra hazır mı? Yemek ne var? diye sormuştu.

Kız, uzun uzadıya düşündükten sonra, aklınca fevkalâde bir tuhaflık icat etti:

— Âlâ sinek çorbası, sıçan dolması pişirdim, dedi.

Öteki terbiyesiz sözler neyse de, fakat buna hakikaten tahammül edilemezdi. Sofada bir isyan vaveylâsıdır koptu; sinirli küçük hanımlar, öğürmeye başladılar. Seniye Hanım:

— Aman midem döndü; şimdi kusacağım, diye kaçtı ve ikinci perdeye kadar gelmedi.

İkinci perde kanto idi. Birinci perdede Kel Hasan rolüne çıkan Gülsüm, bu defa Peruz Hanım olmuştu.

Kıza, san soluk bezinden dekolte bir kanto elbisesi giydirmişler, ayaklarına Seniye Hanımın atılmış bir lâme pabucunu takmışlardı.

İlk perdedeki bıyıklardan kalma mürekkep lekeleri Gülsüm'ün yüzünden çıkmamıştı. Bunun üstüne düzgünler, allıklar sürmüşler, yanaklarına, çenesine, alnına, burnuna ladenden mercimek büyüklüğünde benler kondurmuşlardı. Artık olan olmuş, Gülsüm, işi büsbütün rezalete dökmüştü.

Defler, dümbelekler, zilli maşalar arasında komşu kızın udu çalıyor, Gülsüm:

Armut dalda, kız şanoda sallanır.

Ben sana yandım yâr, yâr!

Ben seni sevdim yâr, yâr!

diye, işaretler yaparak, kanto söylüyordu.

Çocuklar bu defa da içerden:

— Ulan, göbek atsana, gerdanını titretsene, diye bağırıyorlar.

İki partilik bir alafranga şan yapılıyormuş gibi, ud başka havadan çalıyor, Gülsüm, başka havadan okuyor, dışarda yine kıyamet kopuyordu.

Karamusallı sütnine de, iyiden iyiye maskaralığı ele almıştı. En arkada ellerini birbirine çarparak tempo tutuyor :

— Yaşa kızım... ölme de sürün... canlar yakıcı şehlâ gözlerini bir süzüver bakayım, diye etrafı kırıp geçiriyordu.

Mamafih, büyük hanım, artık gülemiyor, nefretten elleri, ayakları buz gibi kesilerek, fena fena sırıtıyordu.

Küçük hanımlar, ellerini yüzlerine kapatıyorlar :

— Aman, ne sinir ya rabbim... ne soğukluk... tiksindim şu kızdan, artık yüzüne bakamayacağım, diyorlardı. Mamafih, emanetullah o gün kardeşleriyle güzel güzel eğlenmiş, konağa hoş bir gün geçirtmişti.

***

Ancak, insan, sırası geldikçe eğlenmeli, ama bütün aklını da eğlenceye vermemeli!

O günden sonra Gülsüm ne vakit bir yolsuzluk, bir beceriksizlik etse, Büyük hanım, bu tiyatro eğlencesini onun başına kakmaya başladı:

— Oyuna gelince, aklın erer, lâkin eline bir süpürge al da şu odayı süpür dedik mi, otu ota, suyu suya katarsın ha! Yahut:

Kırıta kırıta, şıkır şıkır oynamasını bilirsin... Lâkin bir bardak yıkadın mı kırarsın ha! diye kinli bir sırıtma ile Gülsüm'ün kulağına yapışıyor:

— Armut dalda sallanır ha, al sana ...ben seni sevdim yâr yâr, al sana... ben sana yandım, yandım yâr yâr, al sana! diye kıza tempo ile dayak atıyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro