×25×
Medya temsilidir.
Yorumlarınızı bekliyorum.
×××
Gözüm sürekli saate gidip gelirken önümdeki kağıtlara odaklanmam zorlaşıyordu. Kafenin gelir giderlerinden oluşan tabloları incelemek daha önce hiç bu kadar zor olmamıştı.
Saat hâlâ 4 buçuktu. Ekin'e altıda gelmesini söylemiştim. Geleceğini biliyordum.
Oflayarak masamdan kalktım. Amcamın odasına kapıyı tıklayarak girdim. Beni görünce gülümsedi. "Hoş geldin Seçkin."
"Hoş buldum, amca. Nazlı'yı kreşten almaya gideceğim de, arabanı alabilir miyim? Hemen getireceğim." dedim.
Kaşlarını çattı. "Sana hemen bir araba ayarlayacağım. İtiraz istemiyorum. Ayrıca sormana gerek yok, yakala." dedi ve masanın üzerindeki anahtarı bana doğru fırlattı. Havada yakaladığım anahtarla gülümsedim. "Teşekkürler."
"Dün Ekin geldi, kafede bir şeyler oldu ama ne olduğunu sormayacağım?" dedi ama ses tonu daha çok "sorayım mı?" der gibiydi. Ne sen sor, ne ben anlatayım amca.
"Sorma sorma. Kaçtım ben." diyerek odadan çıktım.
Kafeden dışarı adım attığımda karşıdan gelen Ekin'i gördüm. Ellerindeki çantayı sıkıca sıkmış, buraya doğru yürüyordu. Beni görünce hafifçe gülümsedi.
"Ekin."
"Saat altıda gel, dedin ama ben biraz sabredemedim." dedi omuz silkerek. Ben de sabırsızdım, aynı onun gibi.
"Sorun değil." dedim. Elimi kapıya doğru uzattım. "Sen içerde otur. Ben biraz sonra geleceğim."
"Tamam." dedi başını sallayarak. Gözlerini benden kaçırıp içeri doğru adımladı. Arkasından bakarken kafam karmakarışıktı. Nasıl davranmam gerektiğini artık bilmiyordum. Bu yüzden akışına bıraktım.
Arabaya atlayıp Nazlı'nın kreşine doğru sürdüm. Kreşin dağılmasına yarım saat daha vardı.
Bugün, Ekin ve Nazlı'yı yüzleştirecektim. Bu yüzden heyecanlıydım.
Kreşe gelir gelmez içeri girdim. Öğretmenleri bir velinin geldiğini duyunca sınıftan çıktı. "Merhaba. Buyurun?" dedi sorar gözlerle bana bakarak.
"Merhaba hocam." dedim başımı kısaca eğerek. "Bugün bir yere gideceğiz de, Nazlı'yı biraz erken almam sorun olur mu sizin için?"
"Aktivitemiz bitmişti zaten, oyun oynuyorduk. Sorun olmaz. Ben Nazlı'ya haber vereyim." diyerek içeri girdi. Sevinçle gülümsedim.
Birkaç dakika sonra koluna taktığı pembe çantasıyla paytak adımlarıyla koşan Nazlı çıktı sınıftan. Beni görünce kollarını açıp bağırdı. "Abim!"
Yanıma gelir gelmez üstüme atlamak istediğini anlayıp onu kucağıma aldım. "Küçüğüm!" dedim yanaklarını öperek.
Kollarını boynuma sarıp başını boynuma koydu. "İyi ki geldin, çok yorulmuştum ben de."
"Yoruldun mu? Allah Allah! Ne yaptın da yoruldun kız?" dedim oyunbaz tonda. Aynı zamanda kreşin dışına adımladım. Nazlı tatlı tatlı neler yaptığını anlatmaya başlarken onu kucağımdan indirdim ve kendi ayakkabılarımı giydikten sonra onun ayakkabılarını giydirdim.
"Bugün boyama ve yapıştırma yaptık. Ardından oyun oynadık. Sürekli oyun oynadık ya! Ben prensesçilik oynamak istiyorum ama herkes saklambaç oynamak istiyor! O yüzden yoruldum!" dedi kendince büyük dertlerini bana yakınarak.
Ayakkabılarını giydirdikten sonra oturduğu yerden kalktı ve elimdeki çantasına uzanacakken çantayı koluma astım. "Prensesimiz oyun oynamaktan çok yorulmuş, daha fazla yormayalım onu." dedim ve kucağıma aldım tekrar. Yine başını bana yasladı.
Sarı saçlarını okşarken arabaya gelmiştik bile. Arka kapıyı açtım ve oturtturduktan sonra emniyet kemerini taktım. Önünde eğildim. "Nazlı. Geçen burada karşılaştığımız ablayı hatırlıyorsun değil mi?"
Gözleri parladı. "Senin arkadaşın olan ablayı mı? Ekin'i."
Başımı salladım. "Evet, o ablayı. O abla seni çok özlemiş ve ben de şimdi seni ona götürüyorum. Onunla biraz vakit geçirmek ister misin?"
Heyecanla ellerini havaya kaldırdı. "Evet!" Daha sonra ellerini yavaşça indirdi. "Önceden beni çok seviyormuş, öyle dedin. Hâlâ sever mi?"
Gülümseyerek yanaklarını öptüm. "Sever, çok sever."
Kapıyı kapattıktan sonra ön tarafa binip arabayı çalıştırdım. Derin bir nefes alıp kafeye doğru sürdüm. Gerginliğim yüzünden direksiyonun üzerinde parmaklarımla vurup duruyordum.
Ekin çok sevinecekti. Nazlı'yı çok sevdiğini biliyordum ve artık bizim aramızdaki ilişkinin, ikisinin ilişkisine zarar vermemesini istemiyordum.
Kafeye gelir gelmez Nazlı'yı arabadan indirdim. Bir elimle çantasını tutarken diğer elimle elini sıkıca kavramıştım. Ondan destek almaya çalışmam hayli komikti.
Ben hala bir adım atmayınca Nazlı beni çekiştirmeye başladı. "Hadi abi! Ekin beni bekliyor!"
"Tamam, gidiyoruz." desem de beni çekiştirmeye devam etti. Öylece kafeye girdik. "Nerede? Nerede?"
"Bak, şurada." dedim ve oturduğu masayı işaret ettim. Bir elini çenesine yaslayıp camdan denizi izlerken diğer eli de masanın üstünde ritim tutuyordu. Ara ara üflediği nefesinden beni heyecanla beklediği belliydi.
Nazlı, elimi bırakıp oraya doğru koştu. "Ekin abla!"
Ekin şaşkınlıkla başını bize doğru çevirince ona doğru koşan Nazlı'yı gördü. Ayağa kalktı. "Nazlı?"
Nazlı, Ekin'in bacaklarına sarılıp gülümsedi. "Ben geldim!"
Ekin şaşkınlıkla mırıldandı. "Nazlı..." Yere eğilip Nazlı'yla aynı boya geldi. "Sen, benim ismimi biliyor musun?"
Nazlı bilmiş bir ifadeyle gülümsedi. "Tabii ki! Hem sen beni önceden çok seviyormuşsun ya, abim öyle dedi. Ben de seni çok seviyorum." dedi.
Ekin gözleri dolmuş bir şekilde Nazlı'ya sarıldı. Nazlı da ona sarılsa da Ekin'in onu bu kadar bağrına basarmış gibi sarılmasına anlam verememiş gibiydi. Ekin zorlukla Nazlı'dan ayrıldı.
"Evet, hanımlar." dedim, Ekin'in bana bakmasını sağlayarak. "Masaya oturup pasta yemeye ne dersiniz? Herkes bize bakıyor da."
Ekin, kafeye bir bakış attı ve insanların bakışlarından utanarak başını salladı. Kalktığı masaya geri oturdu. Nazlı'yı da kucaklayıp yanına oturtturdum. Karşılarına oturup kafede göz gezdirdim. "Zülal."
Zülal de az önce buraya bakanlardan biri olduğu için beni görüp hemen yanımıza geldi.
"Bize iki çikolatalı pasta ve iki tane portakal suyu getirebilir misin? Bana da bir çay."
"Tamam, hemen geliyor."
Zülal gittikten sonra, bakışlarımı birbirleriyle konuşan ikiliye çevirdim.
"Bizim bir sürü resmimiz var, görmek ister misin?" dedi Ekin heyecanla. Nazlı'nın onu tamamen hatırlamasını ve sevmesini istiyordu.
Nazlı'nın da onu merakla onaylamasından sonra Ekin çantasından telefonunu çıkarttı. Yeni bir telefondu ama dediğine bakılırsa telefonunu değiştirir değiştirmez eski fotoğrafları aktarmıştı.
"Bak, burada sana çorba yedirmeye çalışıyorum. İkimizin üstü de batmış." dedi gülerek. "Abin bizi çekmişti." Fotoğrafı görmesem de hatırlıyordum. Ben çekmiştim sonuçta.
"Bu ben miyim?" dedi Nazlı, eliyle ağzını kapatarak. "Çok komik, her yerim çorba olmuş."
"Bu da senin birinci yaş doğum gününden. Kucağındaki de sana aldığım hediye."
"Abim de bu sefer var. Aaa, ben bu pembe bebeği biliyorum. Hala oynuyorum."
"Hala oynuyor musun?" dedi Ekin şaşkınlıkla. Gözleri tekrar dolmuştu.
"Evet, hatta geçen gün okula götürdüm. Arkadaşlarımla oynadık."
Nazlı'nın bu hayatta belki de en değer verdiği şey oyuncaklarıydı ve onları asla kırmaz ya da bozmazdı. O hediyeyi de Ekin ile birlikte seçmiştik zaten. Bir yaşında olan bir çocuğa ne alacağımızı bilememiştik ve Ekin bu bebeği çok beğenmişti. Büyüyünce nasılsa oynar, mantığı ile almıştık. Bir iki senedir de Nazlı'nın en sevdiği oyuncağıydı. Her seferinde o bebeği evin bir taraflarında görmek canımı yaksa da Nazlı'ya bir şey diyemiyordum.
Nazlı, "Başka var mı?" dedi ve elini telefona dokundurarak fotoğrafı değiştirdi. Birkaç fotoğraf hakkında da gülüşüp konuştular.
"Aaa, burada tek abim var." dedi Nazlı şaşkınlıkla. Daha da dikkat kesildim.
Ekin, gözlerini açarak bana baktı. Ardından hemen bakışlarını çekti ve telefonunun ekranını kapatıp masaya koydu. "Şey..." Yardım ister gibi etrafa baktı ve bulmuş gibi gülümsedi. "Bak, pastalarımız geliyor."
"Olley! Pasta!" dedi Nazlı, sevinçle el çırparak. Siparişler gelir gelmez ikisi de pastalarına gömüldüler. İkisinin de tam bir pasta canavarı olduğu doğruydu.
Önüme konan çaya dokunmadan kollarım göğsümde birleşmişken geldiğimden beri konuşmadan ikisini dinliyordum. İkisinin konuşup gülüşmesi bana inanılmaz bir haz veriyordu. İkisi de benim için çok değerliydi.
Ekin, Nazlı'yla olan fotoğraflarını telefonunda saklıyordu.
Benimle olan fotoğraflarını saklıyordu.
Ve Nazlı'nın bir anda kurduğu cümleden anlaşıldığı üzere sadece benim fotoğraflarımı da saklıyordu.
Ben, onunla olan tüm fotoğraflarımı silmiştim. Bir flaşa yedekleyip o flaşı bulamayacağım kadar derinlere sakladıktan sonra.
Ben anca Ekin hayatımda yokmuş gibi yapabilirdim. Dışarıdan bakıldığında kimse bende ondan bir iz bulamazdı belki ama Ekin, kalbimin derinliklerine dokunduğunda kendisine kolayca ulaşabilirdi.
Ben anca Ekin'i hayatımdan silmiş gibi yapabilirdim ama gerçekten onun hatıralarını yok edecek kadar yürekli değildim.
×××
Bölüm nasıldı?
Öncelikle verdiğim birkaç haftalık ara için özür diliyorum ama yazmaya vaktim yoktu gerçekten. Ancak yazabildiğim müddetçe bölümler gelmeye devam edecek, hiçbir şey yarım kalmayacak.
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro