Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 9: Köyde Bir Akşam

M. de Gue­rin'in Di­don'a, dil­ber bir tas­lak.

STROM­BECK

Er­te­si sa­bah Ma­da­me de Re­nal ile kar­şı­laş­tı­ğı za­man Ju­li­en'in ba­kış­la­rın­da bir aca­ip­lik var­dı; ona, çar­pış­mak ge­re­ke­cek bir düş­man kol­lar gi­bi ba­kı­yor­du. Bir gün ön­ce­kin­den epey­ce baş­ka olan bu ba­kış­lar Ma­da­me de Re­nal'i şaş­kı­na çe­vir­di. Ona bu den­li iyi­lik gös­ter­sin de son­ra o böy­le dar­gın gi­bi dur­sun... Ka­dın­ca­ğız göz­le­ri­ni onun göz­le­rin­den bir tür­lü ala­mı­yor­du.

Ma­da­me Der­vil­le'in ev­de ol­ma­sı sa­ye­sin­de Ju­li­en bo­yu­na ko­nuş­mak zo­run­da kal­ma­yıp zih­nin­de­ki ile uğ­ra­şa­bi­le­cek im­kâ­nı bul­du. O gün bi­ri­cik işi, Tan­rı'dan gel­me bir esin ile ya­zıl­mış gi­bi bak­tı­ğı ve de­mir ru­hu­nu çe­lik­leş­ti­ren ki­ta­bı oku­yup yü­re­ği­ni pek­leş­tir­mek ol­du.

Ço­cuk­la­rın ders sa­at­le­ri­ni epey­ce kı­salt­tı; son­ra Ma­da­me de Re­nal'in ya­nı­na gel­me­si onu, yi­ne nef­si­ni yük­selt­mek yol­la­rı­nı ara­ma­ğa sü­rük­le­di. O ak­şam ka­dı­nın eli­ni onun avu­cun­da bı­rak­ma­sı lazım­dı; Ju­li­en bu­na ka­rar ver­miş­ti.

Gü­ne­şin ba­tı­şı­na doğ­ru işin ne­ye va­ra­ca­ğı­nı gös­te­re­cek an yak­laş­tık­ça Ju­li­en'in kal­bi tu­haf tu­haf çarp­ma­ğa baş­la­dı. Or­ta­lık ka­rar­dı. Ju­li­en, ge­ce­nin zi­fi­rî ka­ran­lık ola­ca­ğı­nı gö­rüp göğ­sü­nün üs­tün­den ko­ca bir yük kalk­mış­ça­sı­na bir fe­rah­lık duy­du. Ga­yet sı­cak bir rüz­gâ­rın sü­rük­le­di­ği iri iri bu­lut­lar­la kap­lı olan gök, san­ki bir fır­tı­na ko­pa­ca­ğı ha­be­ri­ni ve­ri­yor­du. Ma­da­me de Re­nal ile Ma­da­me Der­vil­le geç vak­te ka­dar gez­di­ler. On­la­rın o ak­şam her yap­tık­la­rı, Ju­li­en'e bir tu­haf gel­di. O iki ka­dın, ba­zı pek in­ce his­li kim­se­ler­de sev­mek zev­ki­ni ço­ğal­tan bu ha­va­dan haz du­yu­yor­lar­dı.

So­nun­da ıh­la­mur ağa­cı­nın al­tı­na otur­du­lar; Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'in ya­nın­day­dı, bir ya­nın­da da Ma­da­me Der­vil­le otu­ru­yor­du. Baş­ka­la­rı gi­bi nef­si­ne de hiç gü­ve­ni ol­ma­yan Ju­li­en'in, o an­da ru­hu­nun ne hal­de ol­du­ğu­nu gör­me­me­si­ne im­kân yok­tu. İçin­den: "Ben ba­şı­ma ge­le­cek ilk dü­el­lo­da da böy­le tit­re­ye­cek, ken­di­mi bu ka­dar za­val­lı mı bu­la­ca­ğım?" de­di.

Kal­bi öy­le öl­dü­rü­cü bir he­ye­can için­de idi ki o an­da bü­tün teh­li­ke­ler ona bu hal­den bin kat ha­yır­lı gi­bi gö­zü­kü­yor­du. Kaç de­fa için­den Ma­da­me de Re­nal'in, ev­den bi­ri­si çı­kıp da bah­çe­den gi­di­ver­me­si için du­a et­ti. Ju­li­en'in o an­da ken­di ken­di­si ile mü­ca­de­le­si o öy­le şid­det­li idi ki se­si­nin ta­ma­mıy­la baş­ka­laş­ma­ma­sı­na im­kân yok­tu. Ara­dan çok geç­me­di, Ma­da­me de Re­nal'in se­si de tit­rek­leş­ti ama Ju­li­en bu­nun far­kı­na var­ma­dı. Kal­bin­de gö­re­vin çe­kin­gen­li­ğe kar­şı aç­tı­ğı kor­kunç sa­vaş öy­le­si­ne elem­li idi ki, Ju­li­en'in ken­din­den baş­ka hiç­bir şe­ye dik­kat et­me­si­ne im­kân kal­ma­mış­tı. Köş­kün ku­le­sin­de sa­at ona çey­rek ka­la­yı çal­mış fakat Ju­li­en, da­ha hiç­bir şe­ye ce­sa­ret ede­me­miş­ti. Yü­rek­siz­li­ği­ne son de­re­ce kız­dı: "Ya sa­at tam onu ça­lar­ken ben, de­di, bu gün, bü­tün gün dü­şün­dük­le­ri­mi ya­pa­ca­ğım, ya­hut da oda­ma çı­kıp bey­ni­me bir kur­şun sı­ka­ca­ğım!"

Bu son bek­le­me ve he­ye­can anın­da Ju­li­en, kalp çar­pın­tı­sı­nın faz­la­lı­ğıy­la ira­de­si­ne hük­me­de­mez bir ha­le ge­li­yor­du. Ba­şı­nın üze­rin­de­ki sa­at onu çal­ma­ya baş­la­dı. Bu ka­der çi­zi­ci saa­tin her vu­ru­şu Ju­li­en'in göğ­sün­de güm­bür­dü­yor ve san­ki vü­cu­du bir ha­re­ket için itiş­ti­ri­yor­du.

So­nun­da saa­tin onu son vur­ma­sı­nın se­si he­nüz ha­va­da da­ğı­lıp bit­me­den Ju­li­en eli­ni uzat­tı ve Ma­da­me de Re­nal'in eli­ni tut­tu. Ka­dın he­men çek­ti ise de Ju­li­en, ne yap­tı­ğı­nın pek de far­kı­na var­mak­sı­zın ye­ni­den ya­ka­la­dı. Ken­di­si de pek he­ye­can­lıy­dı ama tut­tu­ğu elin buz gi­bi so­ğuk ol­ma­sı dik­ka­ti­ni çek­ti, onu kuv­vet­le fakat hük­mü­ne bağ­lı ol­ma­yan bir ha­re­ke­tin ver­di­ği kuv­vet­le sı­kı­yor­du. Ka­dın, çek­mek için son bir gay­ret gös­ter­di ise de en so­nun­da bu el, Ju­li­en'in avu­cu içi­ne bı­ra­kıl­dı.

Ma­da­me de Re­nal'i sev­di­ğin­den de­ğil, kor­kunç bir iş­ken­ce­den ar­tık kur­tul­du­ğu için Ju­li­en kal­bin­de son­suz bir bah­ti­yar­lık duy­du. Ma­da­me Der­vil­le'e bir şey sez­dir­me­mek için ko­nuş­mak ge­rek­ti­ği­ni dü­şün­dü. Ar­tık tit­re­mi­yor, gür­lü­yor­du. Ma­da­me de Re­nal'in se­sin­de ise öy­le bir he­ye­can his­se­di­li­yor­du ki Ma­da­me Der­vil­le onu has­ta san­dı ve eve gir­mek lazım gel­di­ği­ni öne sür­dü. Ju­li­en, du­ru­mu­nun teh­li­ke­li ol­du­ğu­nu an­la­dı: "Ma­da­me de Re­nal içe­ri gi­rer­se ben yi­ne bu sa­bah­ki ıs­tı­rap­lı hâ­li­me dü­şe­rim. Eli, elim­de o ka­dar az kal­dı ki bu­nun­la ben bir şey el­de et­miş sa­yı­la­mam."

Ma­da­me Der­vil­le tek­li­fi­ni tek­rar­la­yın­ca Ju­li­en, avu­cu içi­ne bı­ra­kıl­mış olan eli kuv­vet­le sık­tı.

Kalk­ma­ya ha­zır­lan­mış olan Ma­da­me de Re­nal yi­ne otur­du ve me­cal­siz bir ses­le:

– Doğ­ru­su, bi­raz has­ta gi­bi­yim ama, de­di, böy­le açık ha­va­da otur­mak iyi ge­li­yor.

Bu söz­ler, Ju­li­en'in o sı­ra­da son ker­te­si­ne var­mış olan mut­lu­lu­ğu­nu per­çin­le­di: Ko­nuş­tu, sah­te ta­vır­lar ta­kın­ma­ğı unut­tu. Söz­le­ri­ni din­le­yen o iki ka­dı­na, er­kek­le­rin en se­vim­li­si gi­bi gö­zük­tü. Bu­nun­la be­ra­ber, bir­den­bi­re or­ta­ya çı­kı­ve­ren bu be­lâ­ga­tin­de yi­ne bir ce­sa­ret ek­sik­li­ği var­dı. Ma­da­me Der­vil­le'in, fır­tı­na ha­be­ri­ni ge­ti­re­rek es­me­ğe baş­la­yan rüz­gâr­dan yo­ru­lup tek ba­şı­na içe­ri­ye git­me­sin­den, ucun­da ölüm var­mış gi­bi, kor­ku­yor­du. Şa­yet öy­le bir şey olur­sa Ma­da­me de Re­nal ile baş ba­şa ka­la­cak­tı. Ha­re­ke­te geç­mek için ge­re­ken cüreti ade­ta te­sa­dü­fen gös­ter­miş­ti; fa­kat Ma­da­me de Re­nal'e en ba­sit bir tek ke­li­me bi­le söy­le­me­ğe gü­cü yet­me­ye­ce­ği­ni his­se­di­yor­du. Ger­çi Ma­da­me de Re­nal'in ede­ce­ği si­tem­le­rin pek su­dan ola­ca­ğı­nı bi­li­yor­du; an­cak bun­lar da ken­di­si­ni mağ­lûp et­me­ğe, el­de et­ti­ği üs­tün­lü­ğü bir hi­çe in­dir­me­ğe ye­te­cek­ti.

Lâ­kin o o ak­şam ta­li­hi yar­dım­cı ol­du. Çok za­man onu bir ço­cuk gi­bi be­ce­rik­siz ve soh­be­ti­ni az eğ­len­ce­li bu­lan Ma­da­me Der­vil­le, ak­şam­ki do­ku­nak­lı ve tum­tu­rak­lı söz­le­rin­den na­sıl­sa hoş­lan­dı. Eli Ju­li­en'in elin­de olan Ma­da­me de Re­nal'e ge­lin­ce o hiç­bir şey dü­şün­mü­yor; ken­di­ni ha­ya­tın akı­şı­na bı­rak­mış bu­lu­nu­yor­du. Epey­dir ağız­dan ağı­za do­la­şan söy­len­ti­le­re ba­kı­lır­sa Per­va­sız Char­les'ın ken­di eliy­le dik­ti­ği o bü­yük ıh­la­mu­run al­tın­da ge­çi­ri­len sa­at­ler, Ma­da­me de Re­nal için bir bah­ti­yar­lık ça­ğı ol­du. Rüz­gâ­rın sık dal­lar ara­sın­da inil­de­me­si­ni, en aşa­ğı­da­ki yap­rak­la­ra tek tük düş­me­ğe baş­la­yan yağ­mur dam­la­la­rı­nın gü­rül­tü­sü­nü zevk­le din­li­yor­du. O an­da Ju­li­en'in içi­ne fe­rah­lık ve­ren bir şey ol­du ama Ju­li­en bu­nun pek far­kı­na var­ma­dı: Ma­da­me de Re­nal, rüz­gâ­rın ayak­la­rı ucu­na de­vir­di­ği bir çi­çek sak­sı­sı­nı bir zevk­le, kah­ra­ma­nı­nın yap­tık­la­rı­nı an­la­tan ki­ta­bı oku­ma­ğa dal­dı.

Öğ­le ye­me­ği ça­nı çal­dı­ğı za­man Ju­li­en, Na­pol­yon or­du­la­rı­nın bil­di­rim­le­ri­ni oku­mak­tan, bir gün ön­ce­ki ka­zanç­la­rı­nı unut­muş­tu. Sa­lo­na iner­ken için­den, umur­sa­maz bir dav­ra­nış­la: "O ka­dı­na da ken­di­si­ni sev­di­ği­mi söy­le­me­li­yim" de­di. Bek­le­di­ği haz ve re­ha­vet do­lu göz­ler ye­ri­ne M. de Re­nal'in asık su­ra­tıy­la kar­şı­laş­tı. İki sa­at ön­ce Ver­rie­res'den gel­miş olan be­le­di­ye baş­ka­nı Ju­li­en'in öğ­le­ye ka­dar olan vak­ti böy­le ço­cuk­la­ra hiç uğ­ra­ma­dan ge­çir­me­si­ne kız­dı­ğı­nı sak­la­mı­yor­du. Bu öf­ke­le­nen, öf­ke­si­ni gös­ter­me­ğe ken­din­de hak bu­lan, bu bö­bür­le­nen adam ne ka­dar çir­kin­di Ya­rab­bi!

Ko­ca­sı­nın her acı sö­zü, Ma­da­me de Re­nal'in yü­re­ği­ne bir han­çer gi­bi sap­la­nı­yor­du. Ju­li­en'e ge­lin­ce o, gön­lü o ka­dar vecd için­de, zih­ni bir­kaç sa­at­tir göz­le­ri­nin önün­den geç­miş bü­yük şey­ler­le o ka­dar do­lu idi ki M. de Re­nal'in söy­le­di­ği sert söz­le­ri al­dı­rış edip pek din­le­me­di bi­le. En so­nun­da yu­ka­rı­dan şöy­le de­di:

– Has­ta idim..

Bu ce­vap­ta­ki eda Ver­rie­res be­le­di­ye baş­ka­nın­dan çok da­ha az alın­gan bir ada­mı bi­le iğ­ne­le­me­ğe ye­ter­di; M. de Re­nal, onun bu kar­şı­lı­ğı­na he­men kov­mak­la kar­şı­lık ver­me­ği dü­şün­dü ise de "iş hu­su­sun­da ace­le et­me­yin" il­ke­si­ni ha­tır­la­yıp vaz geç­ti, için­den şöy­le dü­şün­dü:

"Bu ser­sem de­li­kan­lı be­nim evi­me gel­di­ğin­den be­ri ken­di­ne bir ün edin­di, ben ko­var­sam Va­le­nod'nun ya­nı­na gi­rer, ya­hut Eli­sa'yı alır ve her iki şık­ta da be­nim evim­den ko­vul­muş ol­mak ona vız ge­lir."

Bu isa­bet­li dü­şün­ce­le­ri­ne rağ­men M. de Re­nal, bir­ta­kım ka­ba ka­ba söz­ler­le mem­nu­ni­yet­siz­li­ği­ni bel­li et­mek­ten ken­di­ni ala­ma­dı; bu söz­ler ya­vaş ya­vaş Ju­li­en'i kız­dır­mış­tı. Ma­da­me de Re­nal hün­gür hün­gür ağ­la­ma­mak için ken­di­ni zor tu­tu­yor­du. Ye­mek bi­ter bit­mez Ju­li­en'den, gez­me­ğe git­mek üze­re ko­lu­na gir­me­si­ni ri­ca et­ti; bu ko­la dost­luk­la da­ya­nı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal'in her söy­le­di­ği­ne Ju­li­en diş­le­ri ara­sın­dan:

– Zen­gin­ler iş­te böy­le­dir! de­mek­ten baş­ka bir ce­vap ver­mi­yor­du.

M. de Re­nal da yan­la­rın­da yü­rü­yor ve ora­da bu­lun­ma­sıy­la Ju­li­en'i bir kat da­ha kız­dı­rı­yor­du. Bi­raz son­ra Ju­li­en, ko­lu­na Ma­da­me de Re­nal'in mak­sa­dı­nı bel­li eder bir tarz­da da­yan­dı­ğı­nın far­kı­na var­dı; bu ha­re­ket ona pek iğ­renç gel­di, ka­dı­nı şid­det­le sil­kip ko­lu­nu kur­tar­dı.Çok şü­kür ki M. de Re­nal bu ye­ni ter­bi­ye­siz­li­ği gör­me­di, onu yal­nız Ma­da­me Der­vil­le far­ket­ti. Ma­da­me de Re­nal için için ağ­lı­yor­du. O sı­ra­da M. de Re­nal, bir köy­lü ka­dı­nı­nı taş ata­rak ko­va­la­mak­la meş­gul­dü. Bu ka­dın­ca­ğız be­le­di­ye baş­ka­nı­nın ye­miş bah­çe­si­nin bir ke­na­rın­dan ge­çen ke­çi yo­lun­dan gi­di­yor­du. Ma­da­me Der­vil­le ace­le ace­le:

– Mon­sie­ur Ju­li­en, ri­ca ede­rim, sü­kû­nu­nu­zu yi­tir­me­yin, in­san­lık hâ­li bu, he­pi­mi­zin bir sık­kın gü­nü­müz ola­bi­lir...

Ju­li­en onu, için­de son de­re­ce bir ha­fif­se­me be­li­ren so­ğuk bir ba­kış­la süz­dü.

Bu ba­kış Ma­da­me Der­vil­le'i hay­re­te dü­şür­dü, onun asıl ifa­de et­ti­ği şe­yi an­la­say­dı da­ha çok şa­şar­dı. Ma­da­me Der­vil­le'de sez­me gü­cü ol­say­dı bu ba­kış­ta, kan­lı bir öç al­ma umu­du­na ben­zer bir his oku­ya­bi­lir­di. Onu­ru­mu­zun kı­rıl­dı­ğı böy­le an­lar yok mu­dur? Ro­bes­pi­er­re gi­bi adam­la­rı ye­tiş­ti­ren iş­te o an­lar­dır.

Ma­da­me Der­vil­le, ku­zi­ni­ne ya­vaş­ça şöy­le de­di:

– Si­zin Ju­li­en'iniz pek hid­det­li bir adam, be­ni kor­ku­tu­yor..

– Öf­ke­len­me­ye de hak­kı var. Ço­cuk­la­rı şa­şı­la­cak de­re­ce­de iler­let­ti, bir sa­ba­hı da on­la­ra ders ver­me­den ge­çir­miş, ne çı­kar san­ki? Val­la­hi, kar­deş, bu er­kek­ler pek acı­ma­sız olu­yor.

Ha­ya­tın­da ilk de­fa ola­rak Ma­da­nı­e de Re­nal, ko­ca­sın­dan öç al­mak is­te­di. Ju­li­en'in zen­gin­le­re kar­şı bes­le­di­ği kin ne­re­dey­se pat­lak ve­re­cek­ti. Çok şü­kür M. de Re­nal o sı­ra­da bah­çı­va­nı ça­ğır­dı. Onun­la be­ra­ber ka­lıp ye­miş bah­çe­sin­den ge­çen pa­ti­ka­yı di­ken yı­ğın­la­rıy­la ka­pa­ma­ğa ça­lış­tı. Ju­li­en, gez­dik­le­ri sü­re için­de iki ka­dın­dan da gör­dü­ğü il­ti­fat­la­ra, ik­ram­la­ra ağ­zı­nı açıp ce­vap ver­me­di. M. de Re­nal uzak­la­şır uzak­laş­maz Ma­da­me de Re­nal de, Ma­da­me Der­vil­le de yor­gun­luk­la­rı­nı ile­ri sü­re­rek Ju­li­en'in bi­ri bir ko­lu­na, bi­ri öte­ki ko­lu­na gir­miş­ler­di.

Zi­hin­le­ri­nin pe­ri­şan­lı­ğın­dan yüz­le­ri kı­zar­mış, hâl­le­ri­ne bir ka­rar­sız­lık gel­miş bu­lu­nan bu iki ka­dı­nın ara­sın­da Ju­li­en'in aza­met­li ve uçuk ben­zi, dü­şün­ce­li ve ira­de­si­ne hâ­kim hâ­li ga­rip bir te­zat oluş­tu­ru­yor­du.Bu ka­dın­lar­dan da, her tür­lü aşk, sev­gi his­le­rin­den de nef­ret edi­yor­du, İçin­den:

"Öğ­re­ni­mi­mi bi­tir­mek için yıl­da beş yüz frank bi­le ge­li­rim yok! Ah! bu ka­dar­cık ol­sun pa­ram bu­lun­say­dı o he­ri­fe min­net mi eder­dim!" Zih­ni böy­le gam­lı dü­şün­ce­le­re dal­mış ol­du­ğu için, o iki ka­dı­nın il­ti­fat­la­rı­na hiç mi hiç dik­kat et­mi­yor, bir iki­si­ni din­le­me­ğe te­nez­zül et­se bi­le büs­bü­tün ma­na­sız, bön­ce, tat­sız, ha­sı­lı ka­dın­ca söz­ler di­ye kar­şı­lı­yor­du.

Her ne olur­sa ol­sun bir şey­ler söy­le­yip ko­nuş­ma­yı de­vam et­tir­mek ar­zu­suy­la Ma­da­me de Re­nal, bir ara da ko­ca­sı­nın Ver­rie­res'den ni­çin gel­di­ği­ni an­lat­tı: Be­le­di­ye baş­ka­nı bir çift­çi ile pa­zar­lık edip mı­sır kö­ke­ni al­mış­tı. (O mem­le­ket­te kar­yo­la­la­rın min­de­ri, mı­sır kö­ke­niy­le dol­du­ru­lur.) Ma­da­me de Re­nal ek­le­di:

– Ko­cam bi­zim ya­nı­mı­za gel­me­ye­cek; o, bah­çı­va­nı ve uşa­ğı­nı alıp ev­de­ki ot min­der­le­ri ye­ni­le­me­ye ça­lı­şa­cak. Bu sa­bah bi­rin­ci kat­ta­ki min­der­le­re mı­sır kö­ke­ni koy­dur­du, şim­di de üst ka­ta çı­ka­cak.

Ju­li­en'in ren­gi at­tı; Ma­da­me de Re­nal'e tu­haf tu­haf bak­tı ve az son­ra, adım­la­rı­nı hız­lan­dı­ra­rak onun­la giz­li bir ko­nuş­mak is­te­di­ği­ni bel­li et­ti. Ma­da­me Der­vil­le on­la­rın uzak­la­şıp yal­nız kal­ma­la­rı­na en­gel ola­ma­dı. Ju­li­en, Ma­da­me de Re­nal'e:

– Be­ni kur­ta­rın, ha­ya­tı­mı kur­ta­rın, be­ni an­cak siz kur­ta­ra­bi­lir­si­niz; de­di, bi­li­yor­su­nuz ki M. de Re­nal'in uşa­ğı ba­na kin bes­li­yor. Si­ze iti­raf ede­bi­li­rim, ma­dam, ben­de bir re­sim var; ya­ta­ğı­mın ot min­de­ri­ne sak­la­dım.

Bu sö­zü dü­yun­ca Ma­da­me de Re­nal sap­sa­rı ke­sil­di.

– Şim­di oda­ya yal­nız siz gi­re­bi­lir­si­niz, ma­da­me; şil­te­nin pen­ce­re ta­ra­fın­da­ki kö­şe­si­ne eli­ni­zi so­kun, ora­da si­yah ve par­lak bir ku­tu bu­la­cak­sı­nız.

Ma­da­me de Re­nal dü­şü­ve­re­cek gi­bi ol­du ve sor­du:

– O ku­tu­nun için­de bir re­sim mi var?

Ju­li­en, ka­dı­nın hâ­lin­de­ki umut­suz­lu­ğu gör­dü ve he­men bun­dan da ya­rar­lan­mak is­te­di:

Siz­den bir şey da­ha is­te­ye­ce­ğim, ma­da­me. Çok ri­ca ede­rim, o res­me bak­ma­yın, o be­nim için bir sır­dır.

Ma­da­me de Re­nal güç du­yu­lan bir ses­le tek­rar­la­dı:

– Bir sır­dır...

Zen­gin­lik­le­riy­le övü­nen ve an­cak pa­ra iş­le­ri­ne il­gi gös­te­ren adam­lar ara­sın­da bü­yü­müş ol­ma­sı­na rağ­men Ma­da­me de Re­nal, se­ve­li be­ri mü­rüv­vet de edin­miş­ti. Ju­li­en'in söz­le­ri onu ta için­den ya­ra­la­mış­tı ama is­te­di­ği­ni hak­kiy­le ya­pa­bil­mek için bil­me­si lazım ge­len şey­le­ri yi­ne de ka­tık­sız bir bağ­lı­lık eda­sıyla sor­du. Eve doğ­ru gi­der­ken:

– Si­yah, par­lak mu­kav­va­dan yu­var­lak bir ku­tu, de­ğil mi? di­ye sor­du.

Ju­li­en, teh­li­ke­ye düş­müş er­kek­le­rin ta­kın­dık­la­rı sert ta­vır­la ce­vap ver­di:

– Evet, ma­da­me.

Ma­da­me de Re­nal ikin­ci ka­ta çık­tı, ölü­me gi­der gi­bi sap­sa­rı idi. Ke­de­ri yet­mi­yor­muş gi­bi bü­tün vü­cu­dun­da bir za­yıf­lık du­yu­yor, ba­yı­la­cak gi­bi olu­yor­du; fa­kat Ju­li­en'e bir iyi­lik­te bu­lun­mak mec­bu­ri­ye­ti ona kuv­vet ver­di. "Ne ya­pıp ya­pıp o ku­tu­yu ele ge­çir­me­li­yim" di­ye adım­la­rı­nı hız­lan­dır­dı.

Ju­li­en'in oda­sın­da ko­ca­sı­nın uşak­la ko­nuş­mak­ta ol­du­ğu­nu duy­du. Çok şü­kür on­lar ora­da dur­ma­yıp ço­cuk­la­rın oda­sı­na geç­ti­ler. Ma­da­me de Re­nal şil­te­yi kal­dır­dı ve eli­ni ot min­de­re öy­le bir şid­det­le dal­dır­dı ki par­mak­la­rı tır­mık­lan­dı. Bu cins­ten acı­la­ra hiç da­ya­na­ma­mak­la be­ra­ber bu se­fer­ki­nin far­kı­na bi­le var­ma­dı, çün­kü min­de­re eli­ni so­kar sok­maz mu­kav­va ku­tu­nun ci­la­sın­dan ge­len se­rin­li­ği de his­set­ti. Ma­da­me de Re­nal ku­tu­yu alıp he­men dı­şa­rı fır­la­dı..

Ko­ca­sı ta­ra­fın­dan ya­ka­lan­mak kor­ku­su he­nüz geç­miş­ti ki Ma­da­me de Re­nal, elin­de bu ku­tu­yu tut­mak­tan duy­du­ğu tik­sin­ti­ye da­ya­na­ma­yıp ba­yı­lı­ve­re­cek gi­bi ol­du.

"De­mek Ju­li­en'in bir sev­di­ği var, sev­di­ği ka­dı­nın res­mi de şim­di be­nim elim­de!"

Bu da­ire­nin bir so­fa­sın­da, bir is­kem­le­ye yı­ğıl­mış, kıs­kanç­lı­ğın uyan­dır­dı­ğı bü­tün kor­kunç dü­şün­ce­le­rin eli­ne düş­müş­tü. Son de­re­ce­ye va­ran ace­mi­li­ği bu se­fer de işi­ne ya­ra­dı: Hay­ret, ıs­tı­ra­bı­nı ha­fif­le­ti­yor­du. Ju­li­en gel­di, ku­tu­yu al­dı, bir te­şek­kür bi­le et­me­den, bir ke­li­me bi­le söy­le­me­den oda­sı­na koş­tu, so­ba­yı ateş­le­yip ku­tu­yu he­men yak­tı. Ben­zin­de bir dam­la kan kal­ma­mış­tı, çök­müş gi­bi bir hâ­li var­dı, ge­çir­di­ği teh­li­ke­yi gö­zün­de pek bü­yü­tü­yor­du. Ba­şı­nı sal­la­ya­rak mı­rıl­dan­dı:

"Kral­la­rı­mı­zın tah­tı­nı gasp etti di­ye Na­pol­yon'dan nef­ret et­ti­ği­ni söy­le­yen bir ada­mın oda­sın­da yi­ne o Na­pol­yon'un bir res­mi bu­lun­sun! Hem de bu­nu ko­yu kral­lık yan­lı­sı ve öf­ke­li M. de Re­nal bul­sun! Bü­tün ih­ti­yat­sız­lık­la­rım yet­mi­yor­muş gi­bi res­min ar­ka­sı­na bir­ta­kım da ya­zı­lar yaz­dım; on­la­rı oku­ya­nın be­nim Na­pol­yon'a ne ka­dar hay­ran ol­du­ğum­dan hiç­bir şüp­he­si kal­maz. Hem her yaz­dı­ğım sö­zün al­tın­da ta­ri­hi de var. Da­ha ev­vel­ki gün bi­le yaz­dım." Ku­tu­nun yan­dı­ğı­nı gö­rün­ce ek­le­di:

"Bu re­sim ele geç­se ünüm, sa­nım mah­vo­lu­ve­rir­di; oy­sa­ki be­nim va­rım da, yo­ğum da yal­nız bu... Ben an­cak ken­di­mi, be­ğen­di­ği dü­şün­ce­le­re bağ­lı genç di­ye ta­nıt­mış ol­mam sa­ye­sin­de ge­çi­ni­yo­rum... Bu be­nim­ki de ya­şa­mak, ge­çin­mek sa­yı­lır­sa!..."

Bir sa­at son­ra yor­gun­luk ve ken­di ken­di­si­ne kar­şı duy­du­ğu mer­ha­met yü­re­ği­ni rik­ka­te ge­tir­di. Ma­da­me de Re­nal'i gö­rüp eli­ni öp­tü; bu el öpü­şün­de, her za­man­kin­den pek faz­la iç­ten­lik var­dı. Ma­da­me de Re­nal, se­vin­cin­den kıp­kır­mı­zı ol­du ama he­men he­men o an­da, Ju­li­en'in eli­ni de, kıs­kanç­lık öf­ke­siy­le, it­ti. Ju­li­en da­ha ye­ni ya­ra­lan­mış gu­ru­ru yü­zün­den, doğ­ru­su bir ah­mak­lık gös­ter­di. Ma­da­me de Re­nal'i sa­de­ce bir zen­gin ka­dın di­ye gör­dü ve eli­ni, ha­fif­se­me ile elin­den bı­ra­kıp uzak­laş­tı. Gi­dip bah­çe­de dal­gın dal­gın do­laş­tı. Bi­raz son­ra du­dak­la­rın­da acı bir gü­lüm­se­me be­lir­di:

"Ben bu­ra­da vak­ti­ni gön­lün­ce ge­çir­mek­te ser­best bir adam gi­bi do­la­şı­yor, ço­cuk­lar­la uğ­raş­mı­yo­rum! M. de Re­nal de kal­bi­mi kı­ra­cak söz­ler söy­ler­se hak­kı ola­cak" He­men ço­cuk­la­rın oda­sı­na koş­tu.

Ço­cuk­la­rın ara­sın­da pek sev­di­ği en kü­çü­ğü, tat­lı söz­le­riy­le, onun içi­ni ya­kan ele­mi bi­raz ya­tış­tır­dı. Ju­li­en ken­di ken­di­ne "Bu ço­cuk he­nüz be­ni hor gör­mü­yor" de­di. Fa­kat ara­sı çok geç­me­den, ele­mi­nin azal­mış ol­ma­sı­nı bir za­yıf­lık sa­ya­rak ken­di ken­di­ne kız­dı. "Bu ço­cuk­lar be­ni, dün alı­nan kö­pe­ği ok­şa­dık­la­rı gi­bi ok­şu­yor­lar."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro