Bölüm 9: Balo
Giyeceklerin o süsü, bezeği, ışıkların parlaklığı, güzel kokular; o güzel kollar, pürüzsüz omuzlar; demet demet çiçekler, Rossini'nin ruhu göklere çıkaran havaları; Ciceri'nin tabloları! Ben kendimden geçtim.
Voyaget d'Uztri
Marquise de La Mole, kızına:
– Öfkeli gibi duruyorsunuz, haberiniz olsun, bir baloda böyle şeylere iyi gözle bakılmaz, kabalık sayılır.
Mathilde küçümser gibi bir tavırla:
– Öfkeli değilim, başım ağrıyor, burası da çok sıcak.
İşte tam o sırada, Mademoiselle de La Mole'ün sözünün ne kadar doğru olduğunu ispat etmek ister gibi, yaşlı Baron de Tolly bayılıp yere yuvarlandı; kaldırıp çıkarmağa mecbur kaldılar, yaşlı adamın kalbinin durduğu söylendi; bu, pek acıklı bir hâdise oldu.
Mathilde, bu işe hiç ilgi göstermedi.Yaşlılara, hüzünlü şeyler söyler diye adı çıkmış kimselere bakmamağı kendine âdet edinmişti. Baron'un kalbi durduğu sözünden kurtulmak için dansetti; düşüvermesi kalp durmasından değilmiş ki baron iki gün sonra gene ortaya çıktı.
Mathilde, bu dansı da bitirince, M. Sorel hâlâ gelmiyor, dedi. Onu gözleriyle âdeta arıyordu; başka bir salonda olduğunu gördü. Şaşılacak şey, Julien'in o tabii olan aldırışsızlık, heyecansızlık hali, o İngiliz benzemesi geçmiş gibiydi.
Mathilde içinden:
Conıte Altamira, bizim idam mahkûmu ile konuşuyor. Gözünde koyu bir ateş var; sanki kendini tanıtmak istemeyen bir kral oğlu hali; bakışlarındaki gurur da bir kat daha artmış.
Julien, Altamira ile konuşa konuşa, Mathilde'in durduğu yere doğru yürüyordu. Mathilde ise, gözlerini ayırmadan ona bakıyor, onun yüzünü –bir adamı ölüm cezasına çarpılmak şerefine erdiren yüce meziyetleri arar gibi– süzüyordu.
Julien, Mathilde'in yanından geçerken Comte Altamira'ya:
– Evet, Danton adam gibi adamdı.
Mathilde içinden: Acaba o da bir Danton mu? Onun ne kibar bir yüzü var! Danton'un suratı ise korkunç denecek derecede çirkin. Yanılmıyorsam Danton kasaplıktan yetişmiş... Julien daha pek uzaklaşmamıştı. Mathilde onu çağırmaktan çekinmedi.
– Danton bir kasaptı, değil mi?
Bir kızın böyle bir şey sormasını inanılmaz bir cüret sayıyor, bundan gurur duyuyordu. Altamira ile konuşurken gözlerinde parlayan alev hâlâ sönmemiş olan Julien, karşısındakini hafifsediğini pek de gizlemeden:
– Evet, bazı kimselerin gözünde öyledir –asilzadelerin alnının karayazısı– MerysurSeine de avukatlık yaptı.
Sonra şirret bir tavırla konuştu:
– Yani, senin anlayacağın, Mademoiselle, o da, burada gördüğüm senatörlerin çoğu gibi başlamış. Danton'un, güzeller gözünde pek büyük olan bir kusuru daha varmış: Gayet çirkinmiş.
Julien, bu son sözleri çabuk çabuk, hiç de terbiyelice denemeyecek garip bir tavırla söylemişti. Bir an bekledi, başıyla göğsünü, gururlu bir edayla hafifçe eğmişti. Sanki şöyle bir şey der gibiydi: Benim aldığım para, sizin sorduklarınıza cevap vereyim diyedir; ben de aylığımla geçinir bir adamım. Gözlerini kaldırıp Mathilde'e bakmağa tenezzül etmiyordu. Mathilde ise güzel gözlerini her zamankinden fazla açıp Julien'e dikmiş, onun tutsağıymış gibi duruyordu. Sessizlik uzayıp gittiğinden Julien gözlerini kaldırdı. Kıza, buyruk bekleyen bir uşak efendisine nasıl bakarsa öyle baktı. Gözleri Mathilde'nin, garip bir bakışla hâlâ kendine dikilip kalmış gözleriyle karşılaştı ama yine de hemen çekilmek istediğini pek belli ederek uzaklaşıp gitti.
Daldığı rüyadan Mathilde sonunda silkinip: Kendisi gerçekten o kadar güzel olsun da gene kalkıp çirkinliği övsün! Sözü kendine çevirmek hevesine hiç düşmüyor! Bir Caylus, bir Croisenois gibi değil. Bu Sorel'de, babamın baloda Napolyon'u taklit ettiği zaman takındığı tavrı andıran bir hal var. Danton'u büsbütün aklından çıkarmıştı. Doğrusu bu akşam içim pek sıkılıyor. Kardeşini yakalayıp koluna girdi, onu baloda bir dolaşmağa sürükledi, bu da Norbert'in pek işine gelmedi. Sonra Mathilde, Julien'in ölüm cezası mahkûmu ile neler konuştuğunu dinlemek istedi.
Kalabalık gerçekten fazla idi. Ama Mathilde gene onların yanına varabildi; Altamira, iki adım ötede, bir tepsiye elini uzatmış bir bardak dondurma alıyordu. Gövdesi yarı dönük, Julien'e bir şeyler anlatırken kolunun yanında, dondurma almak için uzanmış, sırmalı bir kol gördü. O sırma işleme dikkatini uyandırmıştı; o kolun kimin olduğunu anlamak için tamamıyla döndü. O asil, o saf bakışlı gözlerde hemen bir hafifseme, bir hakaret edası belirdi. Oldukça yavaş bir sesle Julien'e:
– Şu adamı görüyor musunuz? dedi; *** elçisi Prens d'Araceli. Bu sabah sizin dış işleri bakanı M. de Nerval'le görüşüp benim Fransa'dan çıkarılmamı istemiş, işte bakın şurada wisth oynuyor. M. de Nerval, benim teslim edilmeme gerçekten taraftar, çünkü 1816 ihtilâlinde bizim memleketten de iki üç kişi vardı. Beni kralıma teslim ederlerse, yirmi dört saat geçmez, asılırım. Beni yaka paça edecek olan da şu bıyıklı cici baylardan biri.
Julien yüksekçe bir sesle bağırdı:
– Alçaklar!
Mathilde, onların konuştuklarının bir hecesini bile kaçırmıyordu. İç sıkıntısından eser kalmamıştı. ComteAltamira.
– O kadar alçak değiller. Size kendi sözümü etmem maksadımı, hayalinizde kolayca yer edecek bir misalle anlatmak içindi. Hele Prens d'Araceli'ye bir bakın; her beş dakikada bir gözleri Toison d'or nişanında; göğsüne o oy uncağı takabilmiş diye keyfinden geçilmiyor, işin doğrusunu ararsanız o zavallı, dünyaya geleceği zamanı şaşırmış bir adamdır. Bundan yüz yıl önce Toison d'or nişanı alabilmek, gerçekten büyük bir şerefti fakat o zaman da Prens d'Araceli gibi adamların başının ta üzerinden geçerdi. Bugün, kibarlar arasından o nişana sevinecek, bu Araceli gibilerdir. Araceli, bu nişanı alabilmek için, bütün bir şehir halkını astırmaktan çekinmezdi.
Julien halecanla sordu:
– Öyle bir şey yaparak mı aldı?
Altamira istifini hiç bozmadan cevap verdi:
– Tam öyle değil; memleketinde hürriyetçi diye tanınmış otuz kişiyi ırmağa attırdıysa, işte o kadar.
Julien gene:
– Canavar!
En ateşli bir ilgi ile başını eğen Mademoiselle de La Mole, o kadar yakınlaşmıştı ki güzel saçları hemen hemen Julien'in omzuna değiyordu.
Altamira:
– Siz çok gençsiniz, dedi. Benim Provence'ta evli bir kız kardeşim olduğunu söylemiştim; henüz güzel, temiz yürekli, halim selim bir kadıncağızdır; bütün görevlerine sadık, çok iyi bir aile anasıdır; dinini bilir ama kaba sofuluğu da yoktur.
Mademoiselle de La Mole: Kız kardeşinin sözünü de niçin açtı? diye düşünüyordu.
Comte Altamira devam etti:
– Kız kardeşim bahtiyardır; 1815'te de bahtiyardı. O zamanlar ben onun Antibes'deki köşkünde gizlenmiştim; Mareşal Ney'in kurşuna dizildiğini duyunca sevincinden kalkıp oynadı.
Vurulmuşa dönen Julien:
– Ne diyorsunuz!
Altamira:
– Ne yaparsın işte parti zihniyeti!. Bu XIX. yüzyılda hakikî ihtiras denen şey kalmadı: Fransa'da insanların bu kadar iç sıkıntısı çekmesi hep bundan. En büyük zulümler işleniyor ama bu işleri görenler, içlerinde zulmetmek ihtiyacını duymuyor.
Julien:
– O daha kötü ya! İnsan bir kişiye, birkaç kişiye kıymağa kalktı mı, bari bundan zevk duymalı; cana kıymanın bir iyi tarafı, haklı gösterecek tarafı, olsa olsa bu olabilir ancak.
Mademoiselle de La Mole, haysiyetini gözetmeği unutmuş, Altamira ile Julien'in hemen hemen tam arasına girmişti. Kardeşinin kolunu bırakmamıştı; onun dediğine uymağa alışık olan Norbert, salonun başka bir yerine bakıyor, orada öyle durmasına bahane olsun diye, kalabalıktan geçemiyormuş gibi bir hal takınıyordu.
Altamira:
– Doğru söylüyorsunuz, bugün her iş, cana kıyma işi bile, zevk duymadan görülüyor, hemen de hatırdan çıkıyor. Ben size bu baloda, adam öldürdükleri için yarın cehennemde yanacak belki on kişi gösterebilirim. Adam öldürdüklerini kendileri de unutmuştur, halk da.
Çoğu, köpeklerinin bacağı kırılsa, içleri yanıp göz yaşı döker, ölüp de PereLachaise mezarlığına götürüldüler mi, Parislilerin kullandığı o hoş deyimle hani mezarlarına çiçek atılırken, biri çıkar onlarda kahraman chevalier'lerin bütün meziyetleri bulunduğunu söyler, ağababalarının ağababası IV. Henri zamanında ne yüce işler görmüş, onu anlatır. Prince d'Araceli'nin gayreti, himmeti boşa çıkar da ben asılmaktan kurtulur, Paris'te paramın zevkini çıkarabilirsem sizi, saygı gören, hiçbir vicdan azabı da duymayan sekiz on kanlı katille birlikte yemeğe çağıracağım.
O akşam sofrada kan dökmemiş bir siz bulunacaksınız, bir de ben; ama ben kan dökücü, jacobin bir canavar diye hafifsenecek, hemen hemen kin göreceğim; siz de kibarlar arasına yanaşma olarak girmiş bir halk çocuğu diye adam yerine konmayacaksınız. Mademoiselle de La Mole:
– Çok doğru söylüyorsunuz.
Altamira ona hayretle baktı; Julien ise bakmaya tenezzül bile etmedi.
Comte Altamira devam etti:
– Özellikle şuna da dikkat edin: Başına geçtiğim ihtilâli başaramamış olmamızın biricik sebebi benim iki üç kafayı uçurmağa, anahtarı elimde olan bir kasadaki yedi sekiz milyonu bize uyanlara dağıtmağa razı olmayışımdır. Bugün beni astırmak için içi giden, ihtilâlden önce ise benimle senli benli konuşan kralım, o üç kelleyi kestirip kasalardaki parayı dağıttırsaydım bana nişanının birinci rütbesini verirdi; çünkü o işi göze alsaydım ihtilâli hiç olmazsa yarı başarmış olurduk, memlekette de meşrutiyet kurulurdu... Dünyanın işi böyledir, sanki bir satranç oyunu...
Julien gözleri parlayarak:
– Siz o zaman oyunu bilmiyormuşsunuz; şimdi ise...
Altamira dertli dertli cevap verdi:
– Şimdi ise o kelleleri kestirir de geçen gün ima ettiğiniz gibi bir girondin olmam demek istiyorsunuz, değil mi?.. Hele siz düelloda bir adam öldürün de ondan sonra konuşuruz; düello edip öldürmek, cellâda öldürtmek kadar çirkin değildir de. Julien:
– Vallahi, bir işi sonuna erdirmek isteyen, bunun şartlarına da katlanır; ben bir zerre olacağıma kudret sahibi bir insan olsaydım, dört kişinin hayatını kurtarmak için üç kişiyi astırmaktan çekinmezdim.
Gözlerinde şuurun verdiği, el âlemin ne diyeceğine aldırış etmemekten ileri gelen ateşin pırıltıları vardı; ta yanı başında duran Mademoiselle de La Mole'ün gözlerini gördü, bunun üzerine o küçümseme hali değişip bir nezaket, terbiye tavrı olmak şöyle dursun, sanki bir kat daha arttı.
Buna Mahilde pek bozuldu ama artık Julien'i düşünmemek de elinden gelmedi; kardeşini çekerek, öfkeli öfkeli uzaklaştı. Ben punç içip durmadan dansa kalkmalıyım, diye düşünüyordu; adları, giyimleri en ileri erkeklerle dans edip ne olursa olsun herkesi kendime baktıracağım. Hah! Comte de Fervaques küstahı tam zamanında geldi. Onun davetini kabul etti; dansa başladılar. Mathilde içinden: Bakalım hangimiz daha çok küstahlık edebiliyor? dedi ama onu söyletmeli, yoksa alay tam olmaz. Arası çok geçmedi, öbür dans edenler, oyunlarını büsbütün bırakmamakla beraber, kendilerini ileri sürmekten de vazgeçtiler. Kimse, Mathilde'in alaycı nüktelerinden birini bile kaçırmak istemiyordu. M. de Fervaques şaşırıyor, aklına fikir değil, ancak süslü sözler gelebildiği için yüzünü ekşitip duruyordu. Sinirli olan Mathilde kıyasıya eziyetten çekinmedi, adamı kendine düşman etti. Sabaha değin dans etti; çekilip gittiği zaman fena halde yorgundu. Kalan bir parça kuvvetini de kendisine hüzün, gam verecek düşüncelere sarf ediyordu. Julien'den küçümseme görmüştü ama kendisi onu küçümsemiyordu.
Julien, mutluluğun son kertesine varmıştı. Müzik, çiçekler, güzel kadınlar, her yerde gördüğü zarafet onu âdeta sarhoş etmiş, hele kendi için yüce şerefler, herkes için hürriyet hülyaları kurmak büsbütün coşturmuştu. Comte'a:
– Ne güzel balo! Hiçbir eksiği yok.
Altamira:
– Var, var; düşünce eksik!
Altamira'nın yüzünde, terbiye gereği gizlenildiği için daha yaralayıcı olan bir küçümseme görülüyordu.
– Buradasınız ya! Monsieur le Comte. Düşünce yine de ihtilâlci değil mi?
– Ben buraya adım Comte Altamira olduğu için çağrıldım. Yoksa salonlarınızda düşünceye karşı kin beslenir. Düşünce denilen şey, bir vodvil şarkısında bir nükte olmakla kalırsa, eh, ses çıkarılmadığı gibi mükâfat da görür. Düşünen adamın sözlerinde kuvvet, yenilik bulunursa siz ona hayâsızın biri der çıkarsınız. Hâkimlerinizden biri Courier için öyle demedi mi? Courier'yi de, Beranger'yi de hapse attınız. Memleketinizde kafası çalışan kim varsa rahipler kurulu ceza mahkemesine gönderiyor; kibar, efendiden denen kimseler de buna alkış tutuyor. Çünkü sizin köhnemiş cemiyetiniz, her şeyden çok terbiye, nezaket gereklerini önemser... Siz hiçbir vakit asker yiğitliğinden öteye gidemezsiniz; Murat gibi adamlar yetiştirirsiniz, lâkin sizden bir Washington çıkmaz. Fransa'da kendini beğenmekten, boş yere koltuk kabartmaktan başka bir şey görmüyorum. Söz söylerken icada kalkışan ağzından ihtiyatsızca bir nükte kaçırdı mı, evin efendisi, namusu bir paralık oldu sanıyor.
Julien'i de yerine bırakmak üzere yanına almış olan Comte'un arabası, o tam bu sözleri söylerken, La Mole konağının kapısında durdu. Julien, o ihtilâlciye gönlünü kaptırmıştı. Altamira ona, hiç şüphesiz köklü bir kanaat ürünü olarak, çok büyük bir iltifatta bulunmuş: Siz öbür vatandaşlarınız gibi hafiflik eden adam değilsiniz, yarar esasının ne olduğunu anlıyorsunuz demişti. Julien de, M. Casimir Delavigne'in Marino Faliero trajedyasını iki gün önce seyretmişti.
Bizim isyan etmiş avam çocuğu Israel Bertuccio, bütün o soylu Venediklilerden daha karakterli bir adam değil mi? diyordu; hâlbuki o Venediklilerin soy kütüğü 700 yılından, yani Yüce Karol'dan (Charlemagne) bir asır önceden başlıyor. M. de Retz'in balosunda gördüklerimizin en soylusunun soy kütüğü ise XIII. asra ya çıkar, ya çıkmaz. Ama gene de, soyları pek asil olan o asilzadelerden çok, Israel Bertuccio hatırlanıyor.
Bir ihtilâlci çıkar, cemiyet cilvelerinin ortaya çıkarttığı bütün unvanları yok ediverir. Başka bir yerde bakarsın bir adam çıkar, ölüm karşısında gösterdiği duruma göre hak ettiği yere birdenbire yükseliverir. Zekânın bile hükmünü, nüfuzunu yitirdiği devirler olur.
Danton, bu Valenodlar, Renaller arasında dünyaya gelse ne olurdu? Belki savcı yardımcısı bile olamazdı... Ben de neler söylüyorum? Danton bu gün gelse kendini rahiplere satar, bakan olurdu; o yüce Danton da para çalmış. Mirabeau da kendini satmış. Napolyon İtalya'da milyonlar çaldı; çalmasaydı yoksulluk, Pichegru gibi onu da durduruverirdi. Bir La Payette hırsızlık etmemiş... Julien: Çalmak, satılmak lazım mı, diye düşündü. Bu soru uzun zaman zihnini meşgul etti. Gecenin kalan saatlerini, ihtilâl tarihini okumakla geçirdi. Ertesi gün kitap odasında mektupları yazarken hâlâ Comte Altamira ile konuştuklarını düşünüyordu. Uzun uzun hayallere daldıktan sonra: Doğru, bu İspanyol hürriyetçileri, birtakım cinayetlere kalkışıp bunlara halkı da bulaştırsalardı, böyle kolayca süpürülmezlerdi. Gururlu, geveze birer çocuk... Julien birdenbire uykudan uyanmışçasına:
– Benim gibi!
Hayatımda hangi zor işi gördüm de o zavallılar hakkında hüküm vermeğe kalkıyorum? Onlar, ömürlerinde bir kere olsun, cesaret göstermiş, bir işe hiç olmazsa başlamışlar. Ben sofradan yeni kalkmış, yarın yemek yemeyeceğim diyen bir adam gibiyim; ama bunu biliyorum da gene bugün içimde bir kuvvet, bir neşe duyabiliyorum. Acaba bir büyük işe girişen insan neler hisseder? Büyük işlere girişmek, tabanca çekmeğe benzemez ki!..
Julien'in bu yüksek düşünceleri, Mademoiselle de La Mole'ün ansızın kitap odasına girivermesiyle perişan oldu. Yenilmemeyi başarabilmiş Danton, Mirabeau, Carnot gibi insanlara karşı duyduğu hayranlıkla o kadar coşmuştu ki, gözleri Mademoiselle de La Mole'e iliştiği halde onu hiç düşünmedi, selamlamadı, sanki görmedi. Yuvalarından fırlamış gibi görünen iri gözleri onun içeriye girmiş olduğunu fark edince de bakışlarındaki ateş söndü. Mademoiselle de La Mole bunu acı acı sezdi.
Ondan Veiy'nin Fransa Tarihi'nin bir cildini istedi; bu eser, en üst raflardan birinde olduğu için Julien gidip büyük merdiveni getirmeğe mecbur oldu. Merdiveni getirmiş, çıkıp kitabı bulmuş, Mathilde'e vermişti fakat hâlâ dalgınlığı geçmemişti, zihni onunla meşgul olamıyordu. Böyle dalgın dalgın merdiveni yerine götürürken dirseği kütüphanenin camına çarptı; cam parçalarının yere düşmesinden çıkan gürültü ile kendine geldi. Hemen, Mademoiselle de La Mole'den özür diledi; terbiyeli olmak istedi ama daha fazlası elinden gelmedi. Mathilde onu rahatsız ettiğini, onun konuşmaktansa gene deminki düşüncelerine dalmağı tercih edeceğini açıkça gördü. Uzun uzun baktıktan sonra ağır ağır çekilip gitti. Julien, yürümesini seyrediyor, kızın bir gün önce baloya giderken giydiği o ağır elbise ile şimdi giydiği sade elbisenin arasındaki tezadı, bir haz duyarak düşünüyordu. Kızın bir gün önceki çehresiyle şimdiki çehresi arasındaki fark da o derece göze çarpıyordu. Duc de Retz'in balosunda pek azametli azametli bakan o kızın şimdi yalvarır gibi bakışları vardı. Julien: Gerçekten, bu siyah elbise endamının güzelliğini daha çok meydana çıkarıyor. Bir kraliçe gibi duruşu var; ama niçin yas varmış gibi giyinmiş?
Yas tuttuğunun sebebini kalkıp birine sorsam, yine bir münasebetsizlik etmiş olurum. Julien'in o biraz önceki derin coşkunluk hali büsbütün geçmişti. Bu sabah yazdığım mektupları tekrar bir gözden geçirmeli; kim bilir kaç kelime atlamış, kaç yerde budalalık etmişimdir. Mektuplardan birini zoraki bir dikkatle okurken yanında bir ipek elbise hışırtısı duydu; hemen döndü; Mademoiselle de La Mole gene gelmiş, masanın iki adım ötesinde durmuş, gülüyordu. Böyle bir kere daha rahatsız edilmek Julien'i kızdırdı.
Mathilde'e gelince o, kendisinin bu delikanlının gözünde hiçbir şey olmadığını hissedip hayli üzülmüştü; şimdi gülmesi o üzüntüyü gizleyebilmek içindi, bunu başardı da.
– Şüphesiz sizi pek ilgilendiren bir şey düşünüyorsunuz, Monsieur Sorel. Acaba M. Comte Altamira'nın Paris'imize gelmesine sebep olan ihtilâle dair meraklı bir hikâye mi? Ne düşündüğünüzü anlatıverin; meraktan çatlayacağım; vallahi kimseye söylemem!
Ağzından çıkan bu söze kendi de şaştı. Demek hizmetinde bulunan bir adama yalvarıyordu! Telâşı arttığını gizlemek için, şöyle aldırış etmezmiş gibi:
– Genellikle soğukkanlı bir adamsınızdır. Peki ne oldu da size böyle MichelAngelo peygamberlerininkini andıran bir hal geldi?
Yalnız kendisini ilgilendiren bir şey için böyle sorguya çekilmek, Julien'in onuruna dokundu, yine bütün deliliğini uyandırdı. Gitgide korkunçlaşan bir tavırla birdenbire parlamaktan kendini alamadı:
– Danton para çaldı da iyi mi etti? Piemont ihtilâlcileri, İspanya ihtilâlcileri birtakım cinayetler işleyip bunlara halkı da bulaştırmalı mıydı? Bütün nişanları, orduda bütün yerleri, değerleri olsun olmasın, adamlarına paylaştırmaları doğru olur muydu? Nişanları takacak adamlar kralın dönmesinden korkup da ona karşı koymazlar mıydı? Torino hazinesini yağma etmek doğru olur muydu?
Mathilde'e biraz yaklaşıp dehşet verici bir halle:
– Kısacası, Mademoiselle, dedi, yeryüzünden cehaleti de, cinayeti de kaldırmak isteyen adam bir fırtına gibi geçip rastgele kötülük etmeyi gözüne almalı mıdır?
Mathilde korktu, onun bakışına dayanamayıp iki adım geriledi. Bir an durup baktı; sonra korktuğu için utanıp kaygısız bir tavır takınarak kitap odasından çıktı gitti
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro