Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 8: Küçük Olaylar

Ma­da­me de Re­nal'in hu­yun­dan ve son gün­ler­de­ki mut­lu­lu­ğun­dan ge­len me­lek­çe sa­kin­li­ği an­cak fem­me de cham­bre'ı Eli­sa'nın hâ­li­ni dü­şün­dük­çe bi­raz bo­zu­lu­yor­du. O kız bir mi­ra­sa kon­muş ve he­men pa­paz Che­lan'a gü­nah çı­kart­ma­ğa gi­dip Ju­li­en'e var­mak is­te­ği­ni de söy­le­miş­ti. Pa­paz, ise dos­tu­nun böy­le bir bah­ti­yar­lı­ğa eriş­me­si­ne cid­den se­vin­diy­se de Ju­li­en, Mad­mo­isel­le Eli­sa'nın tek­li­fi­ni ken­di­si için hiç de uy­gun bul­ma­dı­ğı­nı söy­le­yin­ce, şa­şa­kal­dı. Pa­paz, kaş­la­rı­nı ça­ta­rak:

– Kal­bi­niz­de be­li­ren umut­lar­dan ken­di­ni­zi ko­ru­yun, oğ­lum, de­di. Ye­ter de­ne­bi­le­cek de­re­ce­den bi­le aş­kın bir pa­ra­yı hor gör­me­niz yal­nız ra­hip­lik he­ve­si­niz­den ge­li­yor­sa si­zi kut­la­rım. Ben, tam el­li yıl­dır Ver­rie­res pa­pa­zı­yım; fa­kat bun­ca za­man­lık hiz­met bi­le, pek iyi gö­rü­lü­yor ki be­nim işim­den çı­ka­rıl­ma­mın önü­ne geç­me­ye­cek. Bu­na içim sız­lı­yor ama be­nim se­kiz yüz li­ra ge­li­rim var. Si­ze bu kü­çük şey­le­ri, ra­hip­lik­ten çok bir şey bek­le­me­ye­si­niz di­ye söy­lü­yo­rum. İk­ti­dar­da­ki in­san­la­ra ya­la­ka­lık et­me­ği ak­lı­nız­dan ge­çi­ri­yor­sa­nız, ru­hu­nu­zu ce­hen­ne­me mah­kûm et­miş­si­niz de­mek­tir. Öy­le­lik­le zen­gin­li­ğe, yük­sek mev­ki­le­re ere­bi­lir­si­niz ama yok­sul­la­ra za­ra­rı­nız do­ku­nur, kay­ma­ka­mı, be­le­di­ye baş­ka­nı gi­bi iti­bar sa­hi­bi kim­se­le­rin gu­rur­la­rı­nı ok­şa­ma­ğa, ih­ti­ras­la­rı­na hiz­me­te mec­bur olur­su­nuz. Ha­yat ada­mı ol­ma­ğı bil­mek de­dik­le­ri bu ya­şa­yış şek­li, ra­hip ol­ma­yan bir kim­se için, ya­rın ah­ret­te esen­li­ğe ka­vuş­ma­ğa büs­bü­tün mâ­ni­dir de­ne­mez; fa­kat bi­zim gi­bi ra­hip­ler için öy­le de­ğil­dir. Biz bu dün­ya­da mev­ki sa­hi­bi ol­mak is­te­dik mi öbür dün­ya­da mev­ki sa­hi­bi ol­mak­tan umu­du­mu­zu kes­me­li­yiz. Hay­di, dos­tum, gi­dip de dü­şü­nün, üç gün son­ra ge­lip son sö­zü­nü­zü söy­ler­si­niz. Bu­nu si­ze yü­re­ğim ya­na­rak söy­lü­yo­rum ama yi­ne de söy­le­ye­ce­ğim: Be­nim gör­dü­ğü­me gö­re si­zin ya­ra­tı­lı­şı­nız­da, bir ra­hip için en ge­rek­li lü­zum­lu iki me­zi­ye­te, ya­ni ılım­lı­lı­ğa ve bu dün­ya ni­met­le­ri­ni hor gör­me­ğe hiç de el­ve­riş­li ol­ma­yan ka­ran­lık bir ateş var. Ze­kâ­nız­dan emi­nim, an­cak...

Bu­nu söy­ler­ken yaş­lı pa­pa­zın göz­le­ri do­lu do­lu ol­muş­tu.

– ... an­cak, bir ra­hip olur­sa­nız bil­mem Tan­rı buy­ru­ğun­dan ay­rıl­maz mı­sı­nız?

Ju­li­en, he­ye­can duy­du­ğu­na uta­nı­yor­du; ha­ya­tın­da ilk de­fa ola­rak ken­di­si­ni se­ven bir adam gör­müş­tü; zevk du­ya­rak ağ­lı­yor­du; göz yaş­la­rı­nı kim­se­ye gös­ter­me­mek için gi­dip Ver­rie­res üs­tün­de­ki ko­ru­la­ra sak­lan­dı. So­nun­da ken­di ken­di­ne:

"Ba­na bu hâl de ne­re­den ge­li­yor?" de­di; "ben bu çok iyi kalp­li pa­paz Che­lan'a yüz ke­re ca­nı­mı ver­me­ğe ha­zı­rım, bu­nu his­se­di­yo­rum; o da şim­di ba­na, ne de­re­ce akıl­sız ol­du­ğu­mu gös­te­ri­ver­di. En çok onu al­da­ta­bil­mem ge­re­kir. De­min söz et­ti­ği gi­bi ateş, be­nim yük­sek mev­ki­le­re, zen­gin­li­ğe eriş­mek he­ve­sim. Be­ni pa­paz­lı­ğa layık gör­mü­yor; hem de bu­nu, el­li li­ra­lık bir ge­li­ri fe­da ede­rek onu di­ni­min bü­tün­lü­ğü­ne, ben­de ra­hip­lik is­ti­da­dı bu­lun­du­ğu­na kan­dı­ra­ca­ğı­mı san­dı­ğım bir an­da söy­lü­yor.

"Bun­dan böy­le huy­la­rı­mın an­cak iyi­ce de­ne­miş ol­duk­la­rı­ma gü­ve­ne­rek iş gö­re­ce­ğim. Be­nim göz ya­şı dök­mek­ten zevk ala­ca­ğı­mı kim söy­le­ye­bi­lir­di! Akıl­sız­lı­ğı­mı yü­zü­me vur­muş bir ada­mı se­ve­bi­le­ce­ği­mi kim söy­le­ye­bi­lir­di!"

Üç gün son­ra Ju­li­en, da­ha ilk gü­nün­den akıl et­miş ol­ma­sı ge­re­ken ba­ha­ne­yi bul­muş­tu; bu ba­ha­ne, bir if­ti­ra­dan iba­ret­ti ama ne çı­kar? Bir­ta­kım te­red­düt­ler­den son­ra pa­pa­za, baş­ka bir kim­se­ye za­rar ge­tir­me­si müm­kün ol­du­ğun­dan söy­le­ye­me­ye­ce­ği bir se­bep do­la­yı­sıy­la, ar­zu edi­len ev­li­li­ğe ra­zı ol­ma­dı­ğım iti­raf et­ti. Bu, Ma­de­mo­isel­le Eli­sa'ya le­ke sür­mek de­mek­ti. M. Che­lan, Ju­li­ne'in bu tür­lü ha­re­ke­tin­de, ta­ma­mıy­la ki­bar­lar âle­mi en­di­şe­le­ri­ne mah­sus ve bir ra­hip ada­yın­da bu­lun­ma­sı ge­re­ke­ne hiç de ben­ze­me­yen bir ateş sez­di. Ona:

– Yav­rum, gön­lün­de Tan­rı ver­gi­si is­ti­dat bu­lun­ma­yan bir ra­hip ol­mak­tan­sa her­ke­sin say­gı­sı­nı ka­zan­mış, bil­gi­li bir köy zen­gi­ni olun, da­ha iyi eder­si­niz, de­di.

Ju­li­en, ku­sur­la­rı­nın böy­le bir ke­re da­ha yü­zü­ne vu­rul­ma­sı­na kar­şı­lık doğ­ru­su çok ye­rin­de ce­vap­lar ver­di. Gön­lü ger­çek­ten Al­lah'ına bağ­lı bir pa­paz ada­yı­nın kul­la­na­ca­ğı söz­le­ri ko­lay­lık­la bu­lu­yor­du; fa­kat bu ke­li­me­le­ri söy­ler­ken se­sin­de­ki eda, göz­le­rin­de bir tür­lü sön­dü­re­me­di­ği ateş, M. Che­lan'ı te­lâ­şa dü­şü­rü­yor­du.

Ju­li­en'in ile­ri gi­de­me­ye­cek bir genç ol­du­ğu­nu san­ma­yı­nız; kur­naz­lı­ğı ve ih­ti­ya­tı el­den bı­rak­ma­yan ri­ya­kâr söz­ler ica­dın­da doğ­ru­su hiç­bir ak­sak­lı­ğı yok­tu.. Onun ya­şın­da­ki bir genç bu ka­dar­la bi­le tak­di­re de­ğer. Eda­sı­na ve el­le­ri­nin, vü­cu­du­nun ha­re­ket­le­ri­ne ge­lin­ce, ne yap­sın? Hep köy­lü­ler ara­sın­da ya­şa­mış­tı; bü­yük ör­nek­le­ri gör­mek­ten yok­sun kal­mış­tı. Son­ra­la­rı on­la­rı bir par­ça­cık gör­mek, söz­le­ri gi­bi ha­re­ket­le­ri­nin de in­sa­nı hay­ran eden bir ol­gun­lu­ğa er­me­si için yet­ti de art­tı bi­le.

Ma­da­me de Re­nal, fem­me de cham­bre'nin kon­du­ğu ser­ve­tin o kız­ca­ğı­zı bah­ti­yar ede­me­di­ği­ni du­yun­ca şa­şı­rıp kal­dı. Onun bir dü­zi­ne pa­pa­za gi­dip ağ­la­ya­rak dön­dü­ğü­nü gö­rü­yor­du; en so­nun­da Eli­sa, ev­len­mek ar­zu­su­nu ha­nı­mı­na da aç­tı.

Ma­da­me de Re­nal has­ta­la­nı­ver­di­ği­ni san­dı; bir ne­vi ateş, gö­zü­ne uy­ku gir­me­si­ne en­gel olu­yor­du; la­kin fem­me de cham­bre ve­ya Ju­li­en ya­nın­da olur­sa can­la­nı­yor­du. Yal­nız on­la­rı ve be­ra­ber ya­şa­mak­la el­de ede­cek­le­ri bah­ti­yar­lı­ğı dü­şü­ne­bi­li­yor­du. İçin­de, yıl­da el­li li­ra ile ge­çi­ne­cek­le­ri o kü­çük, yok­sul evi, Ma­da­me de Re­nal'in gö­zün­de en gö­nül çe­ki­ci renk­ler­le be­ze­ni­yor­du. Ju­li­en, Ver­rie­res'den iki fer­sah öte­de, il­çe­nin mer­ke­zi olan Bray'de avu­kat­lık ya­pa­bi­lir­di; böy­le olur­sa Ma­da­me de Re­nal onu ara sı­ra gör­me­ğe im­kân bu­lur­du.

Ma­da­me de Re­nal ger­çek­ten çıl­dı­ra­ca­ğı­nı san­dı; bu­nu ko­ca­sı­na da söy­le­di ve so­nun­da ya­ta­ğa düş­tü.. Ya­ta­ğa düş­tü­ğü ilk ak­şam, oda­da hiz­met et­mek­te olan Eli­sa'nın ağ­la­dı­ğı­nı fark et­ti. O an­da o kız­dan nef­ret edi­yor­du, ona bi­raz da ka­ba dav­ran­mış­tı, bu­nun için af di­le­di. Eli­sa'nın göz­yaş­la­rı büs­bü­tün coş­tu; ha­nı­mı izin ve­rir­se bü­tün baht­sız­lı­ğı­nı an­la­ta­ca­ğı­nı söy­le­di. Ma­da­me de Re­nal:

– Din­li­yo­rum.

– İş­te, ha­nım­cı­ğım, be­ni al­mı­yor; be­ni ona kö­tü­le­miş­ler, o da inan­mış.

Ma­da­me de Re­nal, tı­ka­nır gi­bi olu­yor­du. Sor­du:

– Si­zi kim al­mı­yor?

Eli­sa hıç­kı­ra­rak ce­vap ver­di:

– Kim ola­cak ha­nım­cı­ğım? M. Ju­li­en. Bay pa­paz onun ina­dı­nı bir tür­lü ye­ne­me­di. Bay pa­paz, hiz­met­çi­lik et­ti di­ye na­mus­lu bir kı­zı al­ma­ma­yı doğ­ru bul­mu­yor. Hem M. Ju­li­en'in ba­ba­sı da bir ke­res­te­ci de­ğil mi? Ken­di­si de bu­ra­ya gel­me­den ön­ce ek­me­ği­ni na­sıl ka­za­nı­yor­du?

Ma­da­me de Re­nal ar­tık din­le­mi­yor­du; böy­le faz­la bah­ti­yar­lık yü­zün­den ade­ta dü­şü­ne­mez ol­muş­tu. Ju­li­en'in ke­sen­kes red­det­miş ol­du­ğu­nu, da­ha akıl­lı­ca bir ka­ra­ra dön­me­si­ne im­kân ol­ma­dı­ğı­nı bir­kaç de­fa tek­rar et­tir­di. Böy­le­ce içi­ne ra­hat­lık ge­li­yor­du. Hiz­met­çi­si­ne:

– Ba­ka­lım ben de bir baş­vu­ra­yım, M. Ju­li­en'le bir ko­nu­şa­yım, bel­ki ra­zı ede­rim.

Er­te­si sa­bah kah­val­tı­dan son­ra Ma­da­me de Re­nal Ju­li­en'le ko­nu­şup ku­ma­sı için hay­li dil dök­tü, bun­dan pek bü­yük bir zevk, bir haz du­yu­yor­du. He­le bü­tün bir sa­at Eli­sa'nın eli­nin de, pa­ra­sı­nın da red­de­dil­me­si­ni gör­mek na­sıl ho­şu­na git­mez­di?

Ön­ce­le­ri ağır­baş­lı­lık­la ce­vap­lar ve­ren Ju­li­en, ya­vaş ya­vaş Ma­da­me de Re­nal'in akıl­lı us­lu öğüt­le­ri­ni nük­tey­le kar­şı­la­ma­ğa baş­la­dı. Ma­da­me de Re­nal, bun­ca gün umut­suz­luk­tan son­ra gön­lün­de bir sel gi­bi ta­şan mut­lu­lu­ğa da­ya­na­ma­dı. Ba­yı­lı­ver­di. Oda­sın­da ayı­lıp ken­di­ne gel­dik­ten son­ra her­ke­si dı­şa­rı çı­kar­dı. De­rin bir hay­ret için­dey­di..

İçin­den şöy­le de­di "Yok­sa ben bu Ju­li­en'i se­vi­yor mu­yum?" Böy­le bir his­se ka­pıl­mak, baş­ka her­han­gi bir an­da ol­sa, Ma­da­me de Re­nal'e vic­dan aza­bı ve­rir ve onu o de­re­ce si­nir­len­di­rir­di; şim­di ise ona ade­ta ga­rip ve ken­di­siy­le ili­şi­ği ol­ma­yan, an­cak dı­şar­dan sey­ret­ti­ği bir şey gi­bi gel­mi­yor­du. Kaç gün­dür çek­tik­le­riy­le me­cal­siz düş­müş olan ru­hun­da ar­tık ih­ti­ras­la­ra gös­te­ri­le­cek ka­dar has­sa­si­yet kal­ma­mış­tı.

Ma­da­me de Re­nal ça­lış­mak is­te­di ise de de­rin bir uy­ku­ya dal­dı; uyan­dı­ğı va­kit için­de duy­du­ğu kor­ku hiç de böy­le bir za­man­da duy­ma­sı ge­re­ken bü­yük kor­ku de­ğil­di. Öy­le­si­ne bah­ti­yar­dı ki hiç­bir şe­ye kız­mı­yor­du. Bu bön ve ma­sum taş­ra­lı ka­dın hiç­bir za­man, duy­gu­la­rın­da ve­ya uğ­ra­dı­ğı fe­lâ­ket­ler­de ye­ni be­li­ri­ve­ren kü­çük fark­la­ra kar­şı bir par­ça­cık has­sa­si­yet ko­par­mak için ru­hu­nu iş­ken­ce­ye sok­ma­mış­tı. Ju­li­en'in gel­me­sin­den ön­ce, taş­ra ka­dın­la­rı­nın ha­yat­ta­ki pay­la­rı olan iş yı­ğı­nın­dan baş­ka bir şey dü­şün­me­yen Ma­da­me de Re­nal'in aşk hak­kın­da­ki fik­ri, bi­zim pi­yan­go hak­kın­da­ki fik­ri­miz­den fark­lı de­ğil­di: Kay­bı ka­çı­nıl­maz olan bir oyun ve an­cak de­li­le­rin ara­ya­ca­ğı bir mut­lu­luk.

Ye­mek ca­nı çal­dı. Ma­da­me de Re­nal, ço­cuk­lar­la be­ra­ber dö­nen Ju­li­en'in se­si­ni işi­tin­ce kıp­kır­mı­zı ke­sil­di. Kal­bi­ne sev­gi gi­re­li­den be­ri bi­raz kur­naz­lık da öğ­ren­miş­ti. Kı­zar­ma­sı­nı tabii gös­ter­mek için ba­şı­nın fe­na hal­de ağ­rı­dı­ğın­dan ya­kın­dı.. M. de Re­nal ka­ba ka­ba gü­le­rek:

– Ka­dın mil­le­ti iş­te hep böy­le­dir. Bu ma­ki­ne­le­rin dai­ma ta­mir edi­le­cek bir arı­za­la­rı olur! de­di.

Bu tür­den nük­te­le­re alı­şık ol­mak­la be­ra­ber, ko­ca­sı­nın se­sin­de­ki eda Ma­da­me de Re­nal'in si­ni­ri­ni boz­du. Ken­di­ni avut­mak için Ju­li­en'in yü­zü­ne bak­tı; Ju­li­en, dün­ya­nın en çir­kin er­ke­ği bi­le ol­sa o an­da yi­ne ken­di­ni be­ğen­di­re­bi­lir­di.

Sa­ray adam­la­rı­nın âdet­le­ri­ni tak­li­de pek önem ve­ren M. de Re'nal, ba­ha­rın ilk gü­zel gün­le­ri ge­lir gel­mez, Vergy'ye ta­şı­nır; bu köy, Gab­ri­el­le'in acık­lı ma­ce­ra­sı ile ta­nın­mış­tır. Es­ki go­tik ki­li­se­nin sey­ri­ne do­yul­ma­yan ha­ra­be­le­rin­den bir­kaç yüz adım öte­de M. de Re­nal'in dört ku­le­li bir şa­to­su var­dır; Tu­ile­ri­es sa­ra­yı­nın bah­çe­si gi­bi dü­zel­til­miş olan bah­çe­de he­men her tarh şim­şir ağaç­la­rıy­la çev­ril­miş, yıl­da iki ke­re bu­da­nan kes­ta­ne­ler ara­sın­dan yol­lar açıl­mış­tır. Ya­nın­da, çok bü­yük el­ma ağa­cı bu­lu­nan bir tar­la­da ge­zi­lip oy­na­nır­dı. Ye­miş bah­çe­si­nin ta ucun­da se­kiz on ta­ne çok bü­yük ce­viz ağa­cı var­dı ki bun­la­rın yem­ye­şil dal­la­rı bel­ki sek­sen ka­dem yük­se­ğe çı­kar­dı. M. de Re­nal, on­la­rı pek be­ğe­nen ka­rı­sı­na:

– Bu kö­kü­ne kib­rit su­yu dö­kü­le­si ce­viz­le­rin her bi­ri ba­na, ya­rım fed­dan ürü­nü­ne mal olu­yor; on­la­rın göl­ge­sin­de buğ­day ye­ti­şe­mi­yor ki! de­di.

Ma­da­me de Re­nal kö­ye ge­lin­ce, hiç gör­me­di­ği bir man­za­ra ile kar­şı­la­şır gi­bi ol­du. O den­li hay­ran ol­muş­tu ki içi içi­ne sı­ğa­mı­yor­du. Ca­nı­na can ka­tan bir duy­gu ona bir ze­kâ, bir be­ce­rik­li­lik ve­ri­yor­du. Vergy'ye ta­şın­dık­la­rı­nın er­te­si gün M. de Re­nal, be­le­di­ye iş­le­ri için şeh­re dön­dü­ğün­den Ma­da­me de Re­nal, ken­di he­sa­bı­na bir­kaç renç­per ge­tirt­ti. Ju­li­en ona, ye­miş bah­çe­sin­de ce­viz ağaç­la­rı al­tın­da dö­nüp do­la­şan kum­lu bir yol ya­pı­lır­sa ço­cuk­la­rın sa­bah­le­yin er­ken­den, ayak­ka­bı­la­rı­nı çiğ­le ıs­lat­mak­sı­zın ge­ze­bi­le­cek­le­ri­ni söy­le­miş­ti. Bu fi­kir Ju­li­en'in ak­lı­na ge­le­li he­nüz yir­mi dört sa­at geç­me­den ger­çek­leş­ti­ril­me­ğe baş­lan­dı. Ma­da­me de Re­nal, bü­tün gün Ju­li­en'le be­ra­ber renç­per­le­rin ba­şın­da dur­du, son de­re­ce ne­şe­liy­di.

Ver­rie­res be­le­di­ye baş­ka­nı şe­hir­den dö­nün­ce o kum­lu yo­lu bit­miş bu­lun­ca şa­şır­dı. Onun ge­li­şi de Ma­da­me de Re­nal'i şa­şırt­tı; ka­dın­ca­ğız, ko­ca­sı di­ye bir kim­se bu­lun­du­ğu­nu unut­muş­tu. M. de Re­nal, ken­di­si­ne da­nı­şıl­ma­dan, bu ka­dar önem­li bir ona­rım yap­tı­rıl­ma­ğa cü­ret edil­me­sin­den tam iki ay öf­ke ile söz et­ti; lâ­kin bu­nu Ma­da­me de Re­nal'in mas­ra­fı­nı ken­di ke­se­sin­den ve­re­rek yap­tır­mış ol­ma­sı be­le­di­ye baş­ka­nı­nı bi­raz ya­tış­tır­dı.

Ma­da­me de Re­nal bü­tün gün ço­cuk­la­rı ile bah­çe­de ko­şup ke­le­bek ko­va­lı­yor­du. Açık gaz be­zin­den ko­ca ko­ca tor­ba­lar yap­mış­lar, za­val­lı lapi­dop­te­res­le­ri bun­lar­la ya­ka­lı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal ke­le­bek­le­re ta­kı­lan bu ya­ba­ni­ce adı, Ju­li­en'den öğ­ren­miş­ti. M. Go­dartl'ın gü­zel ki­ta­bı­nı Be­san­çon'a ıs­mar­la­yıp ge­tirt­miş­ti. Ju­li­en de bu za­val­lı bö­cek­le­rin ga­rip âdet­le­ri­ni an­la­tı­yor­du.

Tu­tu­lan ke­le­bek­le­rin acı­ma­sız­ca iğ­ne­le­nip kon­duk­la­rı cam­lı ku­tu­yu da yi­ne Ju­li­en yap­mış­tı. Ma­da­me de Re­nal ile Ju­li­en ara­sın­da bir ko­nuş­ma ko­nu­su var­dı, ar­tık Ju­li­en sü­kût an­la­rı­nın o müt­hiş iş­ken­ce­si­ni çek­mi­yor­du.

Söz­le­ri yi­ne de en ma­sum­ca şey­ler üze­rin­dey­di, lâ­kin hiç dur­ma­dan, hem de bu işe son de­re­ce il­gi gös­te­re­rek ko­nu­şu­yor­lar­dı. Zih­ni de, be­de­ni de iş­le­tip ne­şe ve­ren bu ha­yat, işi ba­şın­dan aşan ma­de­mo­isel­le Eli­sa'dan baş­ka her­ke­sin ho­şu­na gi­di­yor­du. Eli­sa: "Bi­zim ha­nım, kar­na­val gün­le­ri Ver­rie­res'de ba­lo­ya gi­der­ken bi­le tu­va­le­ti­ne bu ka­dar bak­tı­ğı ol­maz­dı, şim­di gün­de iki üç yol el­bi­se de­ğiş­ti­ri­yor" di­yor­du.

Biz, hiç kim­se­ye ya­la­ka­lık et­mek ni­ye­tin­de ol­ma­dı­ğı­mız için şu­nu da söy­le­mek­ten çe­kin­me­ye­lim: Cil­di pek de gü­zel olan Ma­da­me de Re­nal, ken­di­si­ne hep kol­la­rı­nı ve ger­da­nı­nı açık bı­ra­kan el­bi­se­ler yap­tı­rır­dı. Bo­yu po­su ye­rin­de ol­du­ğun­dan böy­le gi­yin­mek ona pek ya­ra­şı­yor­du. Vergy'ye ye­me­ğe ge­len Ver­ri­eres­li ah­bap­la­rı ona şöy­le der­ler­di:

– Siz hiç bu den­li genç ol­ma­dı­nız. (Bu da ora­la­ra mah­sus bir söz­dür.)

Doğ­ru­su bi­zim ara­mız­da bu­na ina­na­cak olan pek bu­lun­maz ama Ma­da­me de Re­nal'in, ken­di­ne bu ka­dar bak­ma­sın­da hiç bir özel kas­tı yok­tu. Bun­dan ina­nıl­maz bir zevk du­yu­yor­du; ço­cuk­lar­la ve Ju­li­en'le be­ra­ber ke­le­bek av­la­ma­dı­ğı sa­at­ler­de Eli­sa ile otu­rup el­bi­se­le­ri­ni dü­zel­tir­di ve böy­le yap­mak­ta hiç bir giz­li dü­şün­ce­si yok­tu. Ver­rie­res'e bir ke­re­cik git­ti, o da Mul­hou­se'dan ye­ni ge­ti­ril­di­ği­ni duy­du­ğu yaz­lık el­bi­se­ler al­mak için­di.

Vergy'ye hı­sım­la­rın­dan genç bir ka­dı­nı da­vet et­ti. Ma­da­me de Re­nal ev­len­dik­ten son­ra, vak­tiy­le Sac­re­Coe­ur ma­nas­tı­rın­da ar­ka­da­şı olan Ma­da­me Der­vil­le ile ah­bap­lı­ğı­nı ya­vaş ya­vaş epey­ce iler­let­miş­ti.

Ma­da­me Der­vil­le, ku­zi­ni­nin çıl­gın­ca fi­kir­le­ri de­di­ği şey­le­re pek gü­ler­di. "Yal­nız ol­sam, der­di, böy­le şey­ler hiç ak­lı­ma gel­mez". Pa­ris'te ol­sa bi­rer ha­zır­ ce­vap­lı­lık ör­ne­ği de­ne­cek olan bu bek­le­nil­me­dik fi­kir­ler­den, Ma­da­me de Re­nal, ko­ca­sı ile ol­du­ğu va­kit, bir bu­da­la­lık et­miş gi­bi uta­nır­dı; fa­kat Ma­da­me Der­vil­le'in ya­nın­da bu­lun­ma­sı onu yü­rek­len­di­ri­yor­du. Ön­ce dü­şün­dük­le­ri­ni ona çe­ki­ne­rek söy­ler­se de yal­nız kal­dı­lar mı, Ma­da­me de Re­nal'in içi­ne bir can­lı­lık ge­lir­di; böy­le za­man­la­rın­da, kim­se­yi gör­me­den, ara­la­rın­da ko­nuş­mak­tan baş­ka hiç bir eğ­len­ce­le­ri ol­ma­dan ya­şa­dık­la­rı pek uzun sa­at­ler bi­rer an gi­bi ge­lip ge­çer ve on­la­rı şen şa­tır kı­lar­dı. Fa­kat bu se­fer­ki ge­li­şin­de akıl­lı, us­lu Ma­da­me Der­vil­le, ku­zi­ni­ni her za­man­kin­den çok da­ha az ne­şe­li ve çok da­ha me­sut bul­du.

Ju­li­en de, bu Vergy kö­yü­ne gel­di­ğin­den be­ri ger­çek­ten bir ço­cuk olup çı­kı­ver­miş­ti ve ke­le­bek ko­va­la­mak­tan o da öğ­ren­ci­le­ri ka­dar zevk du­yu­yor­du. Uzun za­man ken­di­ni zor­la­yıp kur­naz­ca po­li­ti­ka ar­dın­dan koş­tuk­tan son­ra böy­le dün­ya­nın en gü­zel dağ­la­rı or­ta­sın­da, in­san­la­rın ba­kış­la­rın­dan uzak­ta, ya­pa­yal­nız ka­lı­ve­rin­ce, o yaş­ta gön­lü pek sa­rı­ve­ren ya­şa­ma zev­ki­ne ken­di­ni bı­rak­mış­tı. Ma­da­me de Re­nal'den kor­ka­cak bir şey ol­ma­dı­ğı­nı iç­gü­dü­süy­le se­zi­yor­du.

Ma­da­me Der­vil­le ge­lir gel­mez Ju­li­en onun­la bağ­da­şa­bi­le­ce­ği­ni an­la­mış­tı; der­hal onu, ce­viz ağaç­la­rı al­tın­da ye­ni açı­lan yo­lun ta ucu­na gö­tü­rüp ora­dan gö­rü­len man­za­ra­yı sey­ret­tir­di. Doğ­ru­su o man­za­ra, İs­viç­re ve İtal­ya göl­le­ri­nin çok ki­şi­le­ri hay­ran eden man­za­ra­la­rı ka­dar gü­zel, bel­ki on­lar­dan da üs­tün­dür. Bir­kaç adım öte­de baş­la­yan dik ya­ma­cı tır­ma­nır­sa­nız, iki ya­nın­da de­rin uçu­rum­lar bu­lu­nan, ta ır­ma­ğa dek me­şe ağaç­la­rı ara­sın­dan gi­den bir yo­la va­rır­sı­nız. Şim­di son de­re­ce­de mut­lu, ser­best, da­ha­sı: bun­dan da faz­la bir şey, evin sul­ta­nı olan Ju­li­en, Ma­da­me de Re­nal ile Ma­da­me Der­vil­le'i iş­te bu yal­çın, dik ka­ya­la­rın te­pe­le­ri­ne gö­tü­rü­yor ve on­la­rın bu ul­vî man­za­ra­lar kar­şı­sın­da­ki hay­ran­lık­la­rı­nı bü­yük bir zevk­le sey­re­di­yor­du. Ma­da­me Der­vil­le şöy­le der­di:

– Ben, Mo­zart'tan bir par­ça din­le­miş gi­bi olu­yo­rum..

Kar­deş­le­ri­nin kıs­kanç­lı­ğı, ba­ba­sı­nın des­pot­lu­ğu ve kav­ga­cı­lı­ğı yü­zün­den Ju­li­en, Ver­rie­res çev­re­sin­de­ki kır­la­rın zev­ki­ni bir tür­lü çı­ka­ra­ma­mış­tı. Vergy'de bu acı ha­tı­ra­la­rı ta­ze­le­yen bir şey yok­tu; ha­ya­tın­da ilk de­fa ola­rak kar­şı­sı­na düş­man çık­mı­yor­du. M. de Re­nal şeh­re gi­din­ce, bu da çok sık olan iş­ler­den­di, Ju­li­en oku­ma­ğa ce­sa­ret edi­yor­du; ge­ce­le­ri, o da ışı­ğı, yan ya­tı­rıl­mış bir sak­sı için­de sak­la­mak şar­tıy­la, ki­tap aça­bi­lir­di; ara­sı çok geç­me­den bun­la­ra ge­rek kal­ma­dı: Zi­ra ge­ce­le­ri do­ya do­ya uyu­du; ki­ta­bı­nı, ha­yat­ta bi­ri­cik yol gös­te­re­ni olan ve kal­bi­ni coş­tu­ran ki­ta­bı­nı da gün­düz­le­ri, ço­cuk­la­rın ders sa­at­le­ri ara­sın­da, gi­dip o ka­ya­lar ara­sın­da oku­du. O say­fa­lar­da hem mut­lu­luk, hem ken­din­den geç­me, hem de bez­gin­lik an­la­rın­da avu­nu­yor­du.

Ju­li­en, ya­şı­tı her de­li­kan­lı­nın çok­tan­dır edin­miş ola­ca­ğı ba­zı fi­kir­le­ri Na­pol­yon'un ka­dın­lar üze­ri­ne söy­le­di­ği bir­ta­kım söz­ler­den, sal­ta­na­tı ça­ğın­da pek oku­nan ro­man­la­rın de­ğe­ri hak­kın­da­ki tar­tış­ma­lar­dan öğ­ren­di.

Sı­cak­lar bas­tır­mış­tı. Ak­şam­la­rı, ev­den bir­kaç adım öte­de ko­ca bir ıh­la­mur ağa­cı­nın al­tı­na git­me­ğe baş­la­dı­lar. Bir ak­şam Ju­li­en, el­le­ri­ni, kol­la­rı­nı oy­na­ta­rak birta­kım şey­ler an­la­tı­yor, genç ka­dın­lar kar­şı­sın­da gü­zel söz­ler söy­le­me­nin ver­di­ği haz­zı ta­dı­yor­du; Ma­da­me de Re­nal eli­ni, şu bah­çe­le­re kon­ma­sı âdet olan bo­ya­lı tah­ta is­kem­le­ler­den bi­ri­nin ar­ka­lı­ğı­na da­ya­mış­tı; Ju­li­en'in eli bir­den­bi­re ona de­ği­ver­di. Ma­da­me de Re­nal eli­ni he­men çek­ti; lâ­kin Ju­li­en, do­kun­du­ğu va­kit bu elin böy­le çe­ki­li­ver­me­me­si­ni sağ­la­ma­yı ken­di­ne bir gö­rev say­dı. Ya­pı­la­cak bir gö­re­vi ol­du­ğu, bu­nu be­ce­re­mez­se gü­lünç bir du­ru­ma dü­şe­ce­ği, da­ha doğ­ru­su bir aşa­ğı­lık duy­gu­su­na ka­pı­lı­ve­re­ce­ği dü­şün­ce­si, kal­bin­de­ki bü­tün ne­şe­yi, bü­tün zev­ki da­ğı­tı­ver­di.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro