Bölüm 7: Gönülce Yakınlıklar
Kalbe dokunmasını biliyorlar ama kırarak.
Yüzyılımızın yazarlarından biri.
M. de Renal'in çocukları Julien'e bayılıyor, Julien ise onları sevmiyordu; zihni başka şeylerle meşguldü. O yumurcaklar ne yaparsa yapsın, hiç sinirlenmiyordu. Daima çocuklar arasında eşitlik gözeterek hareket ediyor, soğuk ve duygusuz davranıyor, yine seviliyordu; çünkü o bu eve gelmekle sanki oradan iç sıkıntısı denilen şeyi kovmuştu. Eğiticilik işini iyi gördü. Artık kendisinin de kabul edilmiş olduğu kibarlar âlemine karşı içinde hâlâ sadece kin ve nefret vardı. Oraya kabul edilmişti, diyoruz, öyle ama sofranın ta son ucuna alınmıştı. Kin ve nefret duyguları kim bilir belki de bundan ileri geliyordu. Birkaç ziyafette hazır bulundu ve yanındakilere karşı kinini göstermemek için kendini zor tuttu. Bir SaintLouis yortusu günü M. Valenod, M. de Renal'in evinde yüksekten atıp tutuyordu. Julien, az kaldı duygularını belli edecekti; çocukları göreceğini bahane ederek kendini bahçeye zor attı. "Doğruluğu ne denli göklere çıkarıyorlar! Sanki dünyada bundan başka meziyet yok; ama fukaranın malını yönetmeye kalktığından beri servetini elbette iki üç katına çıkarmış olan bir adama karşı itibarda, saygıda yine kusur yok! Hiç şüphesiz bulunmuş çocuklar için verilen paradan da çöplenir. O zavallı çocukların hâli öbür yoksullarınkinden de acıklıdır. Canavar herifler! Ben de kimsesiz, sokakta bulunmuş bir çocuk sayılırım; babam, kardeşlerim, kimim varsa benden nefret ediyor.." dedi..
SaintLouis yortusundan birkaç gün önce Julien, Sadıklar mesiresinin üstünde Belvedere (cihannüma) denen koruda, dualar mırıldanarak, yapayalnız dolaşıyordu. Uzaktan, sapa bir keçi yolundan iki kardeşinin geldiğini gördü, onlardan sakınmağa çalıştı ise de olmadı. Julien'in güzel siyah elbisesi, son derece düzenli hâli, onlara karşı samimî olarak duyduğu küçümseme bu kaba saba işçileri o kadar kıskandırmıştı ki onu, ağzından, burnundan kan getirtip bayıltıncaya kadar dövdüler. M. Valenod ve kaymakam ile gezmeğe çıkmış olan Madame de Renal, tesadüfen koruya uğradı. Julien'in yerde yattığını görünce ölmüş sandı. M. Valenod'nun içine kıskançlık kurdu girdi.
M. Valenod, pek erken telâşa düşüyordu. Julien, Madame de Renal'i pek güzel buluyordu ama bu güzelliği yüzünden de ona kin besliyordu. Bu kaya, Julien'in baht gemisini az kalsın yoldan alıkoyacaktı. Julien, ilk gün, elini öpmeğe kadar vardırdığı coşkunluğu unutturmak için Madame de Renal'le elinden geldiğince az konuşuyordu.
Madame de Renal'in emme de chambre'ı Elisa, genç eğitici gönlünü kaptırmıştı. Hanımına sık sık onun sözünü ediyordu. Madmoiselle Elisa'nın aşkı Julien'i, uşaklardan birinin kinine uğratmıştı. Onun bir gün Elisa'ya: "O kokmuş eğitici geleli beri benimle konuşmak istemiyorsunuz" dediğini duymuştu. Julien, doğrusu böyle bir hakarete layık değildi, değildi ama, yakışıklı delikanlıların içinden doğan bir hisle, üstüne başına bir kat daha özen gösterdi. M. Valenod'nun kini de iki kat oldu. Bir genç papaza bu derece zariflik düşkünlüğünü yakıştıramadığını herkesin içinde söylemeye başladı. Julien'in elbisesinin rahip elbisesinden biricik farkı, cübbesiz olmasıydı..
Madame de Renal, onun Madmoiselle Elisa ile her zamankinden daha sık konuştuğunu fark etti. Bu konuşmaların, Julien'in giyecek hususunda pek züğürt olmasından ileri geldiğini de öğrendi. Julien'in çamaşırı o kadar azdı ki ikide bir dışarı gönderip yıkatması gerekiyordu, Elisa ona işte bu işlerde yarıyordu. Madame de Renal onun bu derece yoksul olduğunu hiç düşünmemişti; öğrenince içine dokundu; ona birtakım hediyeler vermek istedi ama cesaret edemedi; Juline'ın yüzünden duyduğu ilk elemli his işte bu karşı koyma isteğine karşı içinin gösterdiği bu direnme oldu. O güne kadar Madame de Renal'in zihninde Julien'in adı ile saf ve tamamıyla fikrî bir neşe hissi at başı beraber gidiyordu. Julien'in yoksulluğunu düşündükçe içi içini yedi ve sonunda kocasına, eğiticiye çamaşır hediye etmesini söyledi.
M. de Renal:
– Boş yere masraf! Kendisinden memnun olduğumuz, bize istediğimiz gibi hizmet eden bir adama ne diye hediye vereceğiz? Gevşeklik gösterse anlarım, hediye ile teşvik etmiş oluruz, dedi.
Kocasının bu düşüncesi, Madame de Renal'in onuruna dokundu; onun bu düşüncede bir adam olduğunu, Julien gelmeden önce fark etmemişti, edemezdi de. Üstü başı, pek sade olmakla beraber yine de son derece temiz gözüken genç rahiple ne zaman karşılaşsa, Madame de Renal içinden: "Zavallı çocuk!" diyordu, "ne yapıyor, ne ediyor?"
Julien'in birtakım şeylerden yoksun olduğunu görmek, yavaş yavaş, fenasına gitmeyip merhametini uyandırmağa başlamıştı. Madame de Renal, kendilerini tanıdığımızın ilk on beş gününde budala sanabileceğiniz taşra kadınlarındandı. Hayatın ne olduğunu anlamamıştı, pek söz söylemeğe de kalkışmazdı. Ruhunda bir kibarlık ve doygunluk vardı, tesadüfen aralarına düştüğü kaba insanların yapıp ettiklerine çok vakit aldırmazdı. Zaten bahtiyarlık aramak herkesin içinde kendiliğinden bulunan bir his değil midir?
Biraz olsun tahsil, terbiye görseydi çabucak kavrayışı ve yapmacıksız akıllılığı ile çok kimsenin dikkatini çekebilirdi. Lâkin zengin kızı olduğu için, SacreCceur de Jesus tarikatına can ve gönülden bağlı, jesuiteleri sevmeyen Fransızlara şiddetle düşman rahibeler manastırında büyütülmüştü. Madame de Renal, o manastırda öğrendiklerinin anlamsızlığını vaktinde anlayıp unutmak becerikliliğini göstermişti; fakat bu unuttuklarının yerine başka bir şey öğrenmediği için en sonunda hiçbir şey bilmez olmuştu. Büyük bir servete konacağı için daha pek küçük yaşta herkesten yalakalık derecesinde saygı görmesi, bir yandan da kalbini Tanrı'ya açmak için duyduğu pek belli olan eğilim sonucu, kendi içine kapanır gibi bir yaşayış edinmişti.
Büsbütün isteksiz gibi gözükmesine rağmen her ne denirse densin razı olurdu (bu yüzden onu Verrieres erkekleri karılarına örnek olarak gösterirlerdi, M. de Renal'in koltukları kabarırdı); fakat ruhunun bu her zamanki hâli yine de yaratılışının son derece gururlu olmasından ileri gelirdi. Kibri ile dillere destan bir sultan hanım bile sarayı halkının yaptıklarına, bu halim selim kadıncağızın kocasının yapıp söylediklerine gösterdiği dikkatten bin kat fazlasını gösterir. Julien o eve gelinceye kadar Madame de Renal, ancak çocuklarına gerçekten önem vermişti. Onların rahatsızlıkları, ıstırapları, neşeleri, bütün ömründe, o da Besançon'da SacreCaeur manastırında iken, Tanrı'dan başka hiçbir şeye gönül vermemiş olan bu kadının duygusallığını işgale yetiyordu.
Oğullarından birinin bir havale geçirmesi onu, sanki çocuk ölmüş gibi, üzüntülere düşürürdü; ancak bunu kimseye söylemeğe tenezzül etmezdi. Evlendiğinin ilk aylarında, dert dökmek ihtiyacıyla, bu gibi kederlerini kocasına açtığı olmuştu; fakat her seferinde kaba bir kahkaha, bir omuz silkmeyle karşılaşmış, üstelik kadınların delilikleri üzerine de en bayağısından bir özdeyiş dinlemişti. Bu gibi şakalar, hele çocuklarının hastalığı üzerine olunca, kalbine batırılıp çevrilen bir hançer etkisi bırakırdı.
Manastırdaki yalakalık dolu saygılara karşı kocasının evinde bunları buldu. Onu elem pişirdi. Bu gibi kederlerini hiç kimseye, en çok sevdiği ahbabı Madame Derville'e bile söyleyemeyecek derecede gururlu olduğu için, bütün erkekleri kocası gibi, M. Valenod ve kaymakamı Charcot de Maugiron gibi olduklarını sanmaya başladı. Kabalığı, para, teşrifat ve nişan işlerinden başka her şeyi hayvanca bir hissizlikle karşılamağı, işlerine gelmeyen her türlü muhakemeye karşı körü körüne kin beslemeği erkeklerin, çizme ve fötr şapka giymek gibi tabii hâllerinden sayardı.
Yıllar geçtiği hâlde Madame de Renal, aralarında yaşadığı bu para delisi adamlara bir türlü alışamamıştı. Küçük köylü Julien, işte bunun için kendisini beğendirdi. Madame de Renal, Julien'in soylu ve mağrur ruhunu kendisininkine uygun bulmakla çok tatlı bir zevk duydu. Buna bir yandan da böyle bir şeyi ilk defa görmesinin verdiği büyü karışıyordu. Madame de Renal, Julien'in son derecede olan teşrifat bilmezliğini bağışladı, bunu da ayrıca bir güzellik olarak karşıladı. Tavır ve hareketlerindeki sertliği bile hoş görüp gidermeyi başardı. En önemsiz şeylerden, söz gelişi tam sokağı geçeceği sırada, hızlıca giden bir köylü arabası altında ezilen bir köpekten söz edilirken bile Julien'in sözlerini dinlemeğe değer buldu. O köpeğin çektiği ıstırap anlatılırken M. de Renal yine kaba kaba gülüyor; Julien ise kara, güzel, keman gibi kaşlarını acı ile çatıyordu. Madame de Renal, yavaş yavaş, civanmertlik, ruh asilliği ve acıma gibi hislerin yalnız ve yalnız bu genç rahipte bulunduğuna inanmağa başladı. Julien'e karşı içinde, bu gibi meziyetlerin kibar tabiatlı insanlarda uyandırdığı muhabbeti, hatta hayranlığı duydu.
Paris'te olsa, Madame de Renal, Julien'e ne gözle baktığını çabucak anlayıverirdi; çünkü Paris'te aşk, romanlardan doğar. Orada olsalardı üç dört roman, belki de yalınız bir iki operet havası, genç eğitici ile çekingen hanımına, durumlarının ne olduğunu belli ediverirdi. Romanlar onlara oynayacakları rolü çizer, taklit edecekleri örneği gösterirdi; Julien de er geç, hem de hiçbir zevk duymamasına rağmen ve belki de içinden homurdanarak, kendini göstermek, parlamak isteği yüzünden bu örneğe uymağa mecbur olurdu.
Aveyron veya Pyrenees şehirlerinin bir kasabasında olsa en küçük olay, iklimin sıcaklığı ile sonucunun belirmesine yetebilirdi. Bizim göğü kapalı memleketimizde ise, paranın sağladığı bazı zevklere kalbinin inceliği yüzünden ihtiyaç duyup gözü yukarda olan, bundan başka bir ihtirası bulunmayan yoksul bir delikanlı; çocuklarıyla meşgul, romanlarda kendine bir yaşama örneği bulmaya hiç de kalkışmayan gerçekten namuslu otuz yaşında bir kadını görür de hatırına bir şey gelmez. Taşra şehirlerinde ise her şey yavaş yavaş, azar azar olur, daha çok tabiilik vardır.
Madame de Renal, genç eğiticinin yoksulluğunu düşündükçe ağlamaklı olurdu. Gözyaşlarını tutamadığı bir gün Julien birdenbire içeri giriverdi.
– Ne var, Madam, sizi kederlendiren bir şey mi oldu acaba?
– Bir şey yok, dostum; haydi çocukları çağırın da gezmeğe gidelim.
Julien'in koluna girdi ve delikanlıya epey tuhaf gelen bir tarzda dayandı. Ona ilk defa olarak "dostum" demişti. Gezmenin sonuna doğru Julien, onun pek kızardığını fark etti. Madame de Renal yavaşladı ve Julien'e bakmadan:
– Elbette size de anlatmışlardır, benim Besançon'da çok zengin bir halam var, biricik mirasçısı da ben olacağım. Bana daima hediye yollar, para yollar, dedi, çocuklar çok ilerledi... Doğrusu bu kadar ummuyordum...Bunun için sizden rica edeceğim, minnettarlığımın nişanesi olarak şu küçük hediyemi kabul edin. Kendinize çamaşır almanız için birkaç lira. Fakat...
Madame de Renal, bu son kelimeyi söylerken bir daha kızardı ve sözünü bitirmedi. Julien sordu:
– Buyurun, Madam?
Madame de Renal başını eğerek devam etti:
– Bundan kocama söz etmeğe gerek yoktur.
Julien durdu, gözleri öfke ile parıldıyordu; başını, omuzlarını dimdik kaldırmıştı:
– Ben küçük bir adamım, Madam, dedi fakat alçak bir adam değilim, siz bunu pek düşünmemişsiniz, sanırım. Parama dair herhangi bir şeyi M. de Renal'den gizlemeye kalkışınca bir uşaktan da aşağı olurum.
Madame de Renal yerlere geçiyordu. Julien devam etti:
– Evine geldiğimden beri M. de Renal bana beş defa otuz altışar frank verdi. Gider defterimi kendisine de, herhangi bir kimseye de göstermeye hazırım. Benden nefret eden M. Valenod'a bile gösterebilirim.
Julien'in bu hiddetli sözlerinden sonra Madame de Renal sapsarı kesildi, titremeye başladı. Gezme bitinceye kadar ikisi de konuşmayı tazelemek için bir bahane bulamadılar. Gururlu Julien'in kalbinde Madame de Renal'e karşı aşk uyanması gitgide imkânsızlaştı. Madame de Renal'e gelince o, Julien'e saygı besledi, hayran oldu: Ondan azar işitmişti. İstemeyerek onurunu kırmış olmasını tamir bahanesiyle ona en şefkatli, bin bir türlü ihtimamlar gösterdi. Bu hareketlerinin yeniliği Madame de Renal'i sekiz on gün bahtiyar etti. Julien'in öfkesi kısmen yatıştı; Julien, Madame de Renal'in yaptıklarında, şahsına karşı bir meyil sezmekten çok uzaktı, içinden: "işte zenginlerin hâli!" diyordu, insanın onuruna dokunur, sonra da maymunca birkaç hareketle her şeyi tamir edebileceklerini sanırlar!"
Madame de Renal'in bağrı öylesine dolgun, gönlü henüz öylesine masumdu ki Julien'e hediye vermeğe kalkıştığını, onun da bunu nasıl reddettiğini, bu husustaki bütün kararlarına rağmen, kocasına anlatmaktan kendini alamadı. M. de Renal bu işe hayli içerledi:
– Nasıl? Verdiğiniz bahşişi bir uşak parçasının geri çevirmesine nasıl katlanabildiniz?
Madame de Renal'in bu "uşak" kelimesine itiraza kalktığını görünce ilâve etti:
– Ben, Madame, dedi, ölü M. le Prens de Conde gibi söylüyorum; o, evlendiği gün, mabeyincilerini karısına takdim ederken: "Bütün bu adamlar, bizim uşaklarımızdır" demiş. Besenval'in hatıralarında, buna dair olan parçayı size de okumuştum, teşrifat hususunda bu çok önemlidir. Sizin evinizde yaşayıp bir soylu olmayan ve aylık, yıllık alan herkes, sizin uşağınız sayılır. Ben gidip o Monsieur Julien'e iki söz söyleyeyim, yüz frank da para vereyim.
Madame de Remil titreyerek:
– Aman dostum, hiç olmazsa uşakların önünde olmasın, dedi..
– Doğru, kıskanabilirler; bunda hakları da olur.
M. de Renal, vereceği paranın, Julien'in aylığını kaça getireceğini düşünerek uzaklaştı.
Madame de Renal, bir iskemleye yığıldı, kaldı. Eleminden bayılmış gibiydi! "Gidip Julien'in onuruna dokunacak, hem de benim yüzümden!" İçinde kocasına karşı bir nefret duydu, elleriyle yüzünü kapadı. Bir daha ona hiçbir sırrını açmamağa ahdetti.
Julien'i yeniden gördüğü vakit titriyordu, yüreği o kadar daralmıştı ki ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Telâşından onun ellerini tutup sıktı. Sonunda sorabildi:
– Kocamdan memnun musunuz, dostum? Julien, acı bir gülümsemeyle cevap verdi:
– Nasıl memnun olmam? Bana yüz frank lütfetti.
Madame de Renal, ona tereddütle baktı. Sonra da cesaretli bir tavırla: "Kolunuzu verin" dedi. Julien, onun sesinde ilk defa bu kadar cesaret duyuyordu.
Verrieres kitapçısı liberalliğiyle tanınmıştı; bu kötü şöhretine rağmen Madame de Renal, Julien'le beraber onun dükkânına kadar gitmeğe cesaret etti. 10 liralık kitap alıp oğullarına verdi. Fakat bunların, Julien'in pek istediği eserler olduğunu biliyordu. Çocukların, daha dükkândan çıkmadan, paylarına düşen kitaplar üzerine adlarını yazmalarını istedi. Madame de Renal, bu suretle gönül almağa kalkmış olmasına sevinirken Julien de, bir arada bunca kitap bulunmasına şaşırmıştı. Şimdiye kadar kitapçı dükkânına, din işlerine bu derece yabancı bir yere girmeği gözüne alamamıştı; yüreği çarpıyordu. Madame de Renal'in kalbinde neler geçtiğini tahmine çalışmak aklından bile geçmiyordu. Zihni, din bilgileri öğrenen bir gencin bu kitaplardan birkaçını olsun ele geçirmek için ne yapması lazım geldiğini araştırmağa dalmıştı. En son, çocuklara, FrancheComte'de doğmuş meşhur soylular tarihi üzerine kitabet ödevi yazdırmak gereğine M. de Renal'i kandırmanın biraz maharetle mümkün olabileceğini düşündü. Bir ay bunun üzerinde işleyip fikrini kabul ettirdi; hem de M. de Renal'in aklını buna o kadar yatırmıştı ki bir süre sonra onunla konuşurlarken, asilzade belediye başkanı için çok daha ağır bir işin bile sözünü açmağa cesaret etti. Onu kitapçıya abone etmek istiyordu, bu da bir yandan bir liberale para kazandırmak olacağı için M. de Renal'in işine gelmiyordu. Gerçi belediye başkanı, büyük oğlunun, harp okuluna girince söz arasında adlarını duyacağı birçok kitapları bir kere de gözü ile görüp fikir edinmesi lüzumunu kabul etmişti; ancak daha ileri gitmemekte ısrar ediyordu. Julien, bunun gizli bir sebebi olduğunu anlıyorsa da o sebebi bir türlü bulamıyordu. Bir gün:
– Bence, dedi, Renaller soyundan bir asilzadenin adını, bir kitapçının pis defterine yazdırması hiç de yakışık almaz.
Bu sözler üzerine M. de Renal'in gözleri parladı. Julien, daha pes bir perdeden devam etti:
– Ben de rahip olacağım; adımın kira ile kitap veren bir adamın defterinde görülmesi benim için de iyi bir şey olmaz. Liberaller beni, kitapçıdan en alçakça kitapları alıp okumuş olmakla suçlarlar; kim bilir? Belki de işi, adımın arkası sıra o hayâsız yazıların adını yazmağa kadar vardırabilirler. Julien bu son sözleriyle, anlamağa çalıştığı gizli sebebi bulmak yolundan yine uzaklaşmıştı. Belediye başkanının yüzünde kararsızlık ve sinir alâmetlerinin yeniden belirdiğini gördü. Julien sustu ve içinden: "Herifi ele geçirdik!" dedi. Birkaç gün sonra çocukların en büyüğü M. de Renal'in yanında, la Quotidienne'de ilânını gördüğü bir kitap hakkında Julien'den malûmat istedi. Genç eğitici:
– Liberalleri üstümüze sıçratmadan da M. Adolphe'un suallerine cevap verebilmek için aklıma bir çare geliyor, dedi; kitapçıya abone oluruz ama bu aboneyi uşaklarınızdan en aşağısının adına yazdırıverirsiniz. Bilmem siz ne derisiniz?
M. de Renal'in buna pek sevindiği belli idi.
– Bu fikir hiç de fena değil! dedi.
Julien, bazı kimselerin, çoktan beri istedikleri bir şeyi artık elde ettiklerini gördükleri zaman kendilerine yaraştırmasını pek bildikleri şu ağırlılık ve adeta bahtsızlık tavrıyla:
– Bununla beraber uşağın, gidip roman islemeğe hakkı olmayacağını da kitapçıya söylemeli, dedi. Bu tehlikeli kitaplar bir kere evden içeri girince belki Madame'ın hizmetçilerinin, uşağın bile ahlakını bozar. M. de Renal, yukarıdan bir eda ile siyasî yergileri unuttunuz, dedi.
Çocukların bilgiç eğiticisinin bulduğu hâl çaresine ne kadar hayran olduğunu belli etmemek istiyordu.
Julien'in hayatı böylece birtakım küçük işleri yoluna koymağa çalışmakla geçiyordu; bu işleri başarabilmek kaygısı onun zihninde Madame de Renal'in gösterdiği ilgiden daha çok yer etmişti. Oysa o kadının kalbinde ne büyük bir değeri olduğunu, gözlerini bir çevirip bakmakla anlayabilirdi.
O vakte kadar içinde yaşadığı hissî hava, Verrieres belediye başkanının evinde de yine onu sarıyordu. Babasının kereste fabrikasında olduğu gibi orada da her gününü beraber geçirdiği adamlara karşı içinde derin bir nefret duyuyordu, onlar da ona kin besliyorlardı. Gerek kaymakamın ve Valenod'nun, gerek bu eve daima gelen öbür kimselerin gözleri önünde geçen şeyler hakkında söylediklerini dinliyor, onların fikirlerinin hakikate hiç de uymadığını görüyordu. Julien'in hayranlığa değer diye karşıladığı hareket, etrafındaki adamların en acı ve en ağır eleştirilerine uğruyordu. Onların sözlerine içinden daima; "Canavar herifler" veya "Budala alayı" diye cevap verirdi, İşin tuhaf tarafı da, Julien'in, bu kadar gururlu olduğu hâlde, çok vakit sözü edilen şeylerden hiçbir şey anlamaması idi. Bütün hayatında yalnız bir tek kimse ile, yaşlı baş operatörle içini gizlemeden konuşmuştu. O vakte kadar edinebildiği birkaç tanecik fikir de ya Bonaparte'ın İtalya savaşı veya operatörlük üzerine idi. En ıstıraplı ameliyatların bütün tafsilâtıyla anlatılmasını dinlemekte, gençlik gururunu okşayan bir haz duyar ve içinden: "Ben gözlerimi bile kırpmazdım" derdi.
Madame de Renal onunla, çocukların terbiyesiyle ilişiği olmayan şeylerden söz açıp konuşmak istediği ilk gün, Julien ameliyat hikâyeleri anlatmağa kalktı; Madame de Renal sarardı ve bu sözü kesmesini rica etti.
Julien, bundan başka bir şey bilmezdi. Madame de Renal ile bir evde yaşayıp onun gördüklerinden başka bir şey görmediği için de yalnız kaldıkları zamanlan garip bir sükût içinde geçirirlerdi. Salonda Julien her ne kadar gayet mütevazıca bir tavır takınırsa da yine kendisini bu eve gelen herkesten fikir, zekâ hususunda çok üstün bulduğunu Madame de Renal gözlerinden okurdu. Bîr an onunla yalnız kalınca da sıkılıp ne yapacağını bilemediği pek belli olurdu. Bu hâli Madame de Renal endişe ile karşılıyordu, çünkü bu sıkılmanın hiç de hissi bir sebepten gelmediğini kadınlık içgüdüsüyle sezip anlıyordu.
Yaşlı baş operatörün Julien'e kibarlar âleminden, kendi görüp anladığına göre söz ettiği de olmuştu; Julien bu hikâyelerle o âlem hakkında kendine bir fikir edindiğinden kadın bulunan bir mecliste susuldu mu, bu sükût sırf kendi suçu imiş gibi içinden son derece bir utanma duyardı. Bir kadınla başbaşa kaldığı zamanlar ise bu his yüz kat daha elemli olurdu. Bir kadınla yalnız kalındığı zaman, söylenmesi gereken şeyleri hayalinde pek büyütür, en romantikçe hareketler düşündüğü için öyle dar vakitlerinde aklına en olmayacak düşünceler gelirdi. Ruhu havalarda uçardı ama yine de, gururuna pek ağır gelen sükûttan sıyrılmanın bir yolunu bulamazdı. Madame de Renal ve çocuklarıyla uzun gezmelere çıktığı günler takındığı ağırbaşlılık tavrına bir de en acı ıstıraplar katılırdı. Nefsini son derecede hor görüyordu. Kazara bir şey söylemek için kendini zorlasa, pek gülünç şeyler söylediği olurdu. Bahtsızlığının en acı tarafı da, manasızlığını kendi de fark edip gözünde büyütmeseydi; görmediği bir şey varsa o da gözlerindeki ifade idi. Bu gözler öylesine güzeldi ve öyle ateşli bir ruh sezdiriyordu ki, iyi aktörler gibi, bazen manasız sözlere bile gayet hoş bir mana verirdi. Madame de Renal Julien'in, ancak zihni beklenmedik bir hadiseye takılıp da zariflik göstermek aklına gelmediği zamanlar iyi şeyler söyleyebildiğini fark etti. Eve gelenlerin ağzından yeni ve parlak fikirler dinlemeğe alışık olmayan Madame de Renal, Julien'in böyle şimşek gibi parlayıp sönen zekâsına bayılıyordu.
Napolyon'un düşmesinden beri taşra şehirlerinde, kadınlara zarif sözler söyleyebilmek bir suç sayılmağa başlandı. İşinden çıkarılmak korkusu herkesi yıldırdı. Sahtekârlar alayı, ruhaniler meclisinin koltuğu altına sığınmağa çalışıyor; ikiyüzlülük, hürriyet sever kimseler arasında bile alıp yürüdü. İç sıkıntısı günden güne artıyor. Artık okumaktan, bir de toprakla uğraşmaktan başka bir eğlence kalmadı.
Zengin, sofu bir halanın biricik mirasçısı olan ve on altısında kocaya verilen Madame de Renal, bütün hayatında aşkı biraz olsun andırır bir şeyi ne gönlünde duymuş, ne de başkalarında görmüştü. Ona aşktan, M. Valenod peşine düştüğü zamanlarda, papaz M. Chelan söz etmişti. Bu saf adamcağız aşkı o kadar iğrenç bir şey diye anlattı ki artık Madame de Renal tiksinip onu, en aşağı zamparalıkla bir tutmağa başladı. Tesadüfen eline geçirip okuduğu birkaç romanda anlatılan aşka ise pek müstesna, dahası: Büsbütün tabiat dışında bir şey diye bakardı. Madame de Renal, zihni hep Julien'le meşgul olmakla beraber, aşk üzerine bilgisi olmaması sayesinde yine de bahtiyardı ve hareketlerinde, hislerinde endişe edilecek bir şey görmüyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro