Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 7: Gönülce Yakınlıklar

Kal­be do­kun­ma­sı­nı bi­li­yor­lar ama kı­ra­rak.

Yüz­yı­lı­mı­zın ya­zar­la­rın­dan bi­ri.

M. de Re­nal'in ço­cuk­la­rı Ju­li­en'e ba­yı­lı­yor, Ju­li­en ise on­la­rı sev­mi­yor­du; zih­ni baş­ka şey­ler­le meş­gul­dü. O yu­mur­cak­lar ne ya­par­sa yap­sın, hiç si­nir­len­mi­yor­du. Dai­ma ço­cuk­lar ara­sın­da eşit­lik gö­ze­te­rek ha­re­ket edi­yor, so­ğuk ve duy­gu­suz dav­ra­nı­yor, yi­ne se­vi­li­yor­du; çün­kü o bu eve gel­mek­le san­ki ora­dan iç sı­kın­tı­sı de­ni­len şe­yi kov­muş­tu. Eği­ti­ci­lik işi­ni iyi gör­dü. Ar­tık ken­di­si­nin de ka­bul edil­miş ol­du­ğu ki­bar­lar âle­mi­ne kar­şı için­de hâ­lâ sa­de­ce kin ve nef­ret var­dı. Ora­ya ka­bul edil­miş­ti, di­yo­ruz, öy­le ama sof­ra­nın ta son ucu­na alın­mış­tı. Kin ve nef­ret duy­gu­la­rı kim bi­lir bel­ki de bun­dan ile­ri ge­li­yor­du. Bir­kaç zi­ya­fet­te ha­zır bu­lun­du ve ya­nın­da­ki­le­re kar­şı ki­ni­ni gös­ter­me­mek için ken­di­ni zor tut­tu. Bir Sa­int­Lou­is yor­tu­su gü­nü M. Va­le­nod, M. de Re­nal'in evin­de yük­sek­ten atıp tu­tu­yor­du. Ju­li­en, az kal­dı duy­gu­la­rı­nı bel­li ede­cek­ti; ço­cuk­la­rı gö­re­ce­ği­ni ba­ha­ne ede­rek ken­di­ni bah­çe­ye zor at­tı. "Doğ­ru­lu­ğu ne den­li gök­le­re çı­ka­rı­yor­lar! San­ki dün­ya­da bun­dan baş­ka me­zi­yet yok; ama fu­ka­ra­nın ma­lı­nı yö­net­me­ye kalk­tı­ğın­dan be­ri ser­ve­ti­ni el­bet­te iki üç ka­tı­na çı­kar­mış olan bir ada­ma kar­şı iti­bar­da, say­gı­da yi­ne ku­sur yok! Hiç şüp­he­siz bu­lun­muş ço­cuk­lar için ve­ri­len pa­ra­dan da çöp­le­nir. O za­val­lı ço­cuk­la­rın hâ­li öbür yok­sul­la­rın­kin­den de acık­lı­dır. Ca­na­var he­rif­ler! Ben de kim­se­siz, so­kak­ta bu­lun­muş bir ço­cuk sa­yı­lı­rım; ba­bam, kar­deş­le­rim, ki­mim var­sa ben­den nef­ret edi­yor.." de­di..

Sa­int­Lou­is yor­tu­sun­dan bir­kaç gün ön­ce Ju­li­en, Sa­dık­lar me­si­re­si­nin üs­tün­de Bel­ve­de­re (ci­han­nü­ma) de­nen ko­ru­da, dua­lar mı­rıl­da­na­rak, ya­pa­yal­nız do­la­şı­yor­du. Uzak­tan, sa­pa bir ke­çi yo­lun­dan iki kar­de­şi­nin gel­di­ği­ni gör­dü, on­lar­dan sa­kın­ma­ğa ça­lış­tı ise de ol­ma­dı. Ju­li­en'in gü­zel si­yah el­bi­se­si, son de­re­ce dü­zen­li hâ­li, on­la­ra kar­şı sa­mi­mî ola­rak duy­du­ğu kü­çüm­se­me bu ka­ba sa­ba iş­çi­le­ri o ka­dar kıs­kan­dır­mış­tı ki onu, ağ­zın­dan, bur­nun­dan kan ge­tir­tip ba­yıl­tın­ca­ya ka­dar döv­dü­ler. M. Va­le­nod ve kay­ma­kam ile gez­me­ğe çık­mış olan Ma­da­me de Re­nal, te­sa­dü­fen ko­ru­ya uğ­ra­dı. Ju­li­en'in yer­de yat­tı­ğı­nı gö­rün­ce öl­müş san­dı. M. Va­le­nod'nun içi­ne kıs­kanç­lık kur­du gir­di.

M. Va­le­nod, pek er­ken te­lâ­şa dü­şü­yor­du. Ju­li­en, Ma­da­me de Re­nal'i pek gü­zel bu­lu­yor­du ama bu gü­zel­li­ği yü­zün­den de ona kin bes­li­yor­du. Bu ka­ya, Ju­li­en'in baht ge­mi­si­ni az kal­sın yol­dan alı­ko­ya­cak­tı. Ju­li­en, ilk gün, eli­ni öp­me­ğe ka­dar var­dır­dı­ğı coş­kun­lu­ğu unut­tur­mak için Ma­da­me de Re­nal'le elin­den gel­di­ğin­ce az ko­nu­şu­yor­du.

Ma­da­me de Re­nal'in em­me de cham­bre'ı Eli­sa, genç eği­ti­ci gön­lü­nü kap­tır­mış­tı. Ha­nı­mı­na sık sık onun sö­zü­nü edi­yor­du. Mad­mo­isel­le Eli­sa'nın aş­kı Ju­li­en'i, uşak­lar­dan bi­ri­nin ki­ni­ne uğ­rat­mış­tı. Onun bir gün Eli­sa'ya: "O kok­muş eği­ti­ci ge­le­li be­ri be­nim­le ko­nuş­mak is­te­mi­yor­su­nuz" de­di­ği­ni duy­muş­tu. Ju­li­en, doğ­ru­su böy­le bir ha­ka­re­te layık de­ğil­di, de­ğil­di ama, ya­kı­şık­lı de­li­kan­lı­la­rın için­den do­ğan bir his­le, üs­tü­ne ba­şı­na bir kat da­ha özen gös­ter­di. M. Va­le­nod'nun ki­ni de iki kat ol­du. Bir genç pa­pa­za bu de­re­ce za­rif­lik düş­kün­lü­ğü­nü ya­kış­tı­ra­ma­dı­ğı­nı her­ke­sin için­de söy­le­me­ye baş­la­dı. Ju­li­en'in el­bi­se­si­nin ra­hip el­bi­se­sin­den bi­ri­cik far­kı, cüb­be­siz ol­ma­sıy­dı..

Ma­da­me de Re­nal, onun Mad­mo­isel­le Eli­sa ile her za­man­kin­den da­ha sık ko­nuş­tu­ğu­nu fark et­ti. Bu ko­nuş­ma­la­rın, Ju­li­en'in gi­ye­cek hu­su­sun­da pek zü­ğürt ol­ma­sın­dan ile­ri gel­di­ği­ni de öğ­ren­di. Ju­li­en'in ça­ma­şı­rı o ka­dar az­dı ki iki­de bir dı­şa­rı gön­de­rip yı­kat­ma­sı ge­re­ki­yor­du, Eli­sa ona iş­te bu iş­ler­de ya­rı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal onun bu de­re­ce yok­sul ol­du­ğu­nu hiç dü­şün­me­miş­ti; öğ­re­nin­ce içi­ne do­kun­du; ona birtakım he­di­ye­ler ver­mek is­te­di ama ce­sa­ret ede­me­di; Ju­li­ne'ın yü­zün­den duy­du­ğu ilk elem­li his iş­te bu kar­şı koy­ma is­te­ği­ne kar­şı içi­nin gös­ter­di­ği bu di­ren­me ol­du. O gü­ne ka­dar Ma­da­me de Re­nal'in zih­nin­de Ju­li­en'in adı ile saf ve ta­ma­mıy­la fik­rî bir ne­şe his­si at ba­şı be­ra­ber gi­di­yor­du. Ju­li­en'in yok­sul­lu­ğu­nu dü­şün­dük­çe içi içi­ni ye­di ve so­nun­da ko­ca­sı­na, eği­ti­ci­ye ça­ma­şır he­di­ye et­me­si­ni söy­le­di.

M. de Re­nal:

– Boş ye­re mas­raf! Ken­di­sin­den mem­nun ol­du­ğu­muz, bi­ze is­te­di­ği­miz gi­bi hiz­met eden bir ada­ma ne di­ye he­di­ye ve­re­ce­ğiz? Gev­şek­lik gös­ter­se an­la­rım, he­di­ye ile teş­vik et­miş olu­ruz, de­di.

Ko­ca­sı­nın bu dü­şün­ce­si, Ma­da­me de Re­nal'in onu­ru­na do­kun­du; onun bu dü­şün­ce­de bir adam ol­du­ğu­nu, Ju­li­en gel­me­den ön­ce fark et­me­miş­ti, ede­mez­di de. Üs­tü ba­şı, pek sa­de ol­mak­la be­ra­ber yi­ne de son de­re­ce te­miz gö­zü­ken genç ra­hip­le ne za­man kar­şı­laş­sa, Ma­da­me de Re­nal için­den: "Za­val­lı ço­cuk!" di­yor­du, "ne ya­pı­yor, ne edi­yor?"

Ju­li­en'in bir­ta­kım şey­ler­den yok­sun ol­du­ğu­nu gör­mek, ya­vaş ya­vaş, fe­na­sı­na git­me­yip mer­ha­me­ti­ni uyan­dır­ma­ğa baş­la­mış­tı. Ma­da­me de Re­nal, ken­di­le­ri­ni ta­nı­dı­ğı­mı­zın ilk on beş gü­nün­de bu­da­la sa­na­bi­le­ce­ği­niz taş­ra ka­dın­la­rın­dan­dı. Ha­ya­tın ne ol­du­ğu­nu an­la­ma­mış­tı, pek söz söy­le­me­ğe de kal­kış­maz­dı. Ru­hun­da bir ki­bar­lık ve doy­gun­luk var­dı, te­sa­dü­fen ara­la­rı­na düş­tü­ğü ka­ba in­san­la­rın ya­pıp et­tik­le­ri­ne çok va­kit al­dır­maz­dı. Za­ten bah­ti­yar­lık ara­mak her­ke­sin için­de ken­di­li­ğin­den bu­lu­nan bir his de­ğil mi­dir?

Bi­raz ol­sun tah­sil, ter­bi­ye gör­sey­di ça­bu­cak kav­ra­yı­şı ve yap­ma­cık­sız akıl­lı­lı­ğı ile çok kim­se­nin dik­ka­ti­ni çe­ke­bi­lir­di. Lâ­kin zen­gin kı­zı ol­du­ğu için, Sac­reC­ce­ur de Je­sus ta­ri­ka­tına can ve gö­nül­den bağ­lı, je­su­ite­le­ri sev­me­yen Fran­sız­la­ra şid­det­le düş­man ra­hi­be­ler ma­nas­tı­rın­da bü­yü­tül­müş­tü. Ma­da­me de Re­nal, o ma­nas­tır­da öğ­ren­dik­le­ri­nin an­lam­sız­lı­ğı­nı vak­tin­de an­la­yıp unut­mak be­ce­rik­li­li­ği­ni gös­ter­miş­ti; fa­kat bu unut­tuk­la­rı­nın ye­ri­ne baş­ka bir şey öğ­ren­me­di­ği için en so­nun­da hiç­bir şey bil­mez ol­muş­tu. Bü­yük bir ser­ve­te ko­na­ca­ğı için da­ha pek kü­çük yaş­ta her­kes­ten ya­la­ka­lık de­re­ce­sin­de say­gı gör­me­si, bir yan­dan da kal­bi­ni Tan­rı'ya aç­mak için duy­du­ğu pek bel­li olan eği­lim so­nu­cu, ken­di içi­ne ka­pa­nır gi­bi bir ya­şa­yış edin­miş­ti.

Büs­bü­tün is­tek­siz gi­bi gö­zük­me­si­ne rağ­men her ne de­nir­se den­sin ra­zı olur­du (bu yüz­den onu Ver­rie­res er­kek­le­ri ka­rı­la­rı­na ör­nek ola­rak gös­te­rir­ler­di, M. de Re­nal'in kol­tuk­la­rı ka­ba­rır­dı); fa­kat ru­hu­nun bu her za­man­ki hâ­li yi­ne de ya­ra­tı­lı­şı­nın son de­re­ce gu­rur­lu ol­ma­sın­dan ile­ri ge­lir­di. Kib­ri ile dil­le­re des­tan bir sul­tan ha­nım bi­le sa­ra­yı hal­kı­nın yap­tık­la­rı­na, bu ha­lim se­lim ka­dın­ca­ğı­zın ko­ca­sı­nın ya­pıp söy­le­dik­le­ri­ne gös­ter­di­ği dik­kat­ten bin kat faz­la­sı­nı gös­te­rir. Ju­li­en o eve ge­lin­ce­ye ka­dar Ma­da­me de Re­nal, an­cak ço­cuk­la­rı­na ger­çek­ten önem ver­miş­ti. On­la­rın ra­hat­sız­lık­la­rı, ıs­tı­rap­la­rı, ne­şe­le­ri, bü­tün öm­rün­de, o da Be­san­çon'da Sac­re­Cae­ur ma­nas­tı­rın­da iken, Tan­rı'dan baş­ka hiç­bir şe­ye gö­nül ver­me­miş olan bu ka­dı­nın duy­gu­sal­lı­ğı­nı iş­ga­le ye­ti­yor­du.

Oğul­la­rın­dan bi­ri­nin bir ha­va­le ge­çir­me­si onu, san­ki ço­cuk öl­müş gi­bi, üzün­tü­le­re dü­şü­rür­dü; an­cak bu­nu kim­se­ye söy­le­me­ğe te­nez­zül et­mez­di. Ev­len­di­ği­nin ilk ay­la­rın­da, dert dök­mek ih­ti­ya­cıy­la, bu gi­bi ke­der­le­ri­ni ko­ca­sı­na aç­tı­ğı ol­muş­tu; fa­kat her se­fe­rin­de ka­ba bir kah­ka­ha, bir omuz silk­mey­le kar­şı­laş­mış, üs­te­lik ka­dın­la­rın de­li­lik­le­ri üze­ri­ne de en ba­ya­ğı­sın­dan bir öz­de­yiş din­le­miş­ti. Bu gi­bi şa­ka­lar, he­le ço­cuk­la­rı­nın has­ta­lı­ğı üze­ri­ne olun­ca, kal­bi­ne ba­tı­rı­lıp çev­ri­len bir han­çer et­ki­si bı­ra­kır­dı.

Ma­nas­tır­da­ki ya­la­ka­lık do­lu say­gı­la­ra kar­şı ko­ca­sı­nın evin­de bun­la­rı bul­du. Onu elem pi­şir­di. Bu gi­bi ke­der­le­ri­ni hiç kim­se­ye, en çok sev­di­ği ah­ba­bı Ma­da­me Der­vil­le'e bi­le söy­le­ye­me­ye­cek de­re­ce­de gu­rur­lu ol­du­ğu için, bü­tün er­kek­le­ri ko­ca­sı gi­bi, M. Va­le­nod ve kay­ma­ka­mı Char­cot de Ma­ugi­ron gi­bi ol­duk­la­rı­nı san­ma­ya baş­la­dı. Ka­ba­lı­ğı, pa­ra, teş­ri­fat ve ni­şan iş­le­rin­den baş­ka her şe­yi hay­van­ca bir his­siz­lik­le kar­şı­la­ma­ğı, iş­le­ri­ne gel­me­yen her tür­lü mu­ha­ke­me­ye kar­şı kö­rü kö­rü­ne kin bes­le­me­ği er­kek­le­rin, çiz­me ve fötr şap­ka giy­mek gi­bi tabii hâl­le­rin­den sa­yar­dı.

Yıl­lar geç­ti­ği hâl­de Ma­da­me de Re­nal, ara­la­rın­da ya­şa­dı­ğı bu pa­ra de­li­si adam­la­ra bir tür­lü alı­şa­ma­mış­tı. Kü­çük köy­lü Ju­li­en, iş­te bu­nun için ken­di­si­ni be­ğen­dir­di. Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'in soy­lu ve mağ­rur ru­hu­nu ken­di­si­nin­ki­ne uy­gun bul­mak­la çok tat­lı bir zevk duy­du. Bu­na bir yan­dan da böy­le bir şe­yi ilk de­fa gör­me­si­nin ver­di­ği bü­yü ka­rı­şı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'in son de­re­ce­de olan teş­ri­fat bil­mez­li­ği­ni ba­ğış­la­dı, bu­nu da ay­rı­ca bir gü­zel­lik ola­rak kar­şı­la­dı. Ta­vır ve ha­re­ket­le­rin­de­ki sert­li­ği bi­le hoş gö­rüp gi­der­me­yi ba­şar­dı. En önem­siz şey­ler­den, söz ge­li­şi tam so­ka­ğı ge­çe­ce­ği sı­ra­da, hız­lı­ca gi­den bir köy­lü ara­ba­sı al­tın­da ezi­len bir kö­pek­ten söz edi­lir­ken bi­le Ju­li­en'in söz­le­ri­ni din­le­me­ğe de­ğer bul­du. O kö­pe­ğin çek­ti­ği ıs­tı­rap an­la­tı­lır­ken M. de Re­nal yi­ne ka­ba ka­ba gü­lü­yor; Ju­li­en ise ka­ra, gü­zel, ke­man gi­bi kaş­la­rı­nı acı ile ça­tı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal, ya­vaş ya­vaş, ci­van­mert­lik, ruh asil­li­ği ve acı­ma gi­bi his­le­rin yal­nız ve yal­nız bu genç ra­hip­te bu­lun­du­ğu­na inan­ma­ğa baş­la­dı. Ju­li­en'e kar­şı için­de, bu gi­bi me­zi­yet­le­rin ki­bar ta­bi­at­lı in­san­lar­da uyan­dır­dı­ğı mu­hab­be­ti, hatta hay­ran­lı­ğı duy­du.

Pa­ris'te ol­sa, Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'e ne göz­le bak­tı­ğı­nı ça­bu­cak an­la­yı­ve­rir­di; çün­kü Pa­ris'te aşk, ro­man­lar­dan do­ğar. Ora­da ol­sa­lar­dı üç dört ro­man, bel­ki de ya­lı­nız bir iki ope­ret ha­va­sı, genç eği­ti­ci ile çe­kin­gen ha­nı­mı­na, du­rum­la­rı­nın ne ol­du­ğu­nu bel­li edi­ve­rir­di. Ro­man­lar on­la­ra oy­na­ya­cak­la­rı ro­lü çi­zer, tak­lit ede­cek­le­ri ör­ne­ği gös­te­rir­di; Ju­li­en de er geç, hem de hiç­bir zevk duy­ma­ma­sı­na rağ­men ve bel­ki de için­den ho­mur­da­na­rak, ken­di­ni gös­ter­mek, par­la­mak is­te­ği yü­zün­den bu ör­ne­ğe uy­ma­ğa mec­bur olur­du.

Avey­ron ve­ya Pyre­ne­es şe­hir­le­ri­nin bir ka­sa­ba­sın­da ol­sa en kü­çük olay, ik­li­min sı­cak­lı­ğı ile so­nu­cu­nun be­lir­me­si­ne ye­te­bi­lir­di. Bi­zim gö­ğü ka­pa­lı mem­le­ke­ti­miz­de ise, pa­ra­nın sağ­la­dı­ğı ba­zı zevk­le­re kal­bi­nin in­ce­li­ği yü­zün­den ih­ti­yaç du­yup gö­zü yu­kar­da olan, bun­dan baş­ka bir ih­ti­ra­sı bu­lun­ma­yan yok­sul bir de­li­kan­lı; ço­cuk­la­rıy­la meş­gul, ro­man­lar­da ken­di­ne bir ya­şa­ma ör­ne­ği bul­ma­ya hiç de kal­kış­ma­yan ger­çek­ten na­mus­lu otuz ya­şın­da bir ka­dı­nı gö­rür de ha­tı­rı­na bir şey gel­mez. Taş­ra şe­hir­le­rin­de ise her şey ya­vaş ya­vaş, azar azar olur, da­ha çok tabii­lik var­dır.

Ma­da­me de Re­nal, genç eği­ti­ci­nin yok­sul­lu­ğu­nu dü­şün­dük­çe ağ­la­mak­lı olur­du. Göz­yaş­la­rı­nı tu­ta­ma­dı­ğı bir gün Ju­li­en bir­den­bi­re içe­ri gi­ri­ver­di.

– Ne var, Ma­dam, si­zi ke­der­len­di­ren bir şey mi ol­du aca­ba?

– Bir şey yok, dos­tum; hay­di ço­cuk­la­rı ça­ğı­rın da gez­me­ğe gi­de­lim.

Ju­li­en'in ko­lu­na gir­di ve de­li­kan­lı­ya epey tu­haf ge­len bir tarz­da da­yan­dı. Ona ilk de­fa ola­rak "dos­tum" de­miş­ti. Gez­me­nin so­nu­na doğ­ru Ju­li­en, onun pek kı­zar­dı­ğı­nı fark et­ti. Ma­da­me de Re­nal ya­vaş­la­dı ve Ju­li­en'e bak­ma­dan:

– El­bet­te si­ze de an­lat­mış­lar­dır, be­nim Be­san­çon'da çok zen­gin bir ha­lam var, bi­ri­cik mi­ras­çı­sı da ben ola­ca­ğım. Ba­na dai­ma he­di­ye yol­lar, pa­ra yol­lar, de­di, ço­cuk­lar çok iler­le­di... Doğ­ru­su bu ka­dar um­mu­yor­dum...Bu­nun için siz­den ri­ca ede­ce­ğim, min­net­tar­lı­ğı­mın ni­şa­ne­si ola­rak şu kü­çük he­di­ye­mi ka­bul edin. Ken­di­ni­ze ça­ma­şır al­ma­nız için bir­kaç li­ra. Fa­kat...

Ma­da­me de Re­nal, bu son ke­li­me­yi söy­ler­ken bir da­ha kı­zar­dı ve sö­zü­nü bi­tir­me­di. Ju­li­en sor­du:

– Buyu­run, Ma­dam?

Ma­da­me de Re­nal ba­şı­nı eğe­rek de­vam et­ti:

– Bun­dan ko­ca­ma söz et­me­ğe ge­rek yok­tur.

Ju­li­en dur­du, göz­le­ri öf­ke ile pa­rıl­dı­yor­du; ba­şı­nı, omuz­la­rı­nı dim­dik kal­dır­mış­tı:

– Ben kü­çük bir ada­mım, Ma­dam, de­di fakat al­çak bir adam de­ği­lim, siz bu­nu pek dü­şün­me­miş­si­niz, sa­nı­rım. Pa­ra­ma da­ir her­han­gi bir şe­yi M. de Re­nal'den giz­le­me­ye kal­kı­şın­ca bir uşak­tan da aşa­ğı olu­rum.

Ma­da­me de Re­nal yer­le­re ge­çi­yor­du. Ju­li­en de­vam et­ti:

– Evi­ne gel­di­ğim­den be­ri M. de Re­nal ba­na beş de­fa otuz al­tı­şar frank ver­di. Gi­der def­te­ri­mi ken­di­si­ne de, her­han­gi bir kim­se­ye de gös­ter­me­ye ha­zı­rım. Ben­den nef­ret eden M. Va­le­nod'a bi­le gös­te­re­bi­li­rim.

Ju­li­en'in bu hid­det­li söz­le­rin­den son­ra Ma­da­me de Re­nal sap­sa­rı ke­sil­di, tit­re­me­ye baş­la­dı. Gez­me bi­tin­ce­ye ka­dar iki­si de ko­nuş­ma­yı ta­ze­le­mek için bir ba­ha­ne bu­la­ma­dı­lar. Gu­rur­lu Ju­li­en'in kal­bin­de Ma­da­me de Re­nal'e kar­şı aşk uyan­ma­sı git­gi­de im­kân­sız­laş­tı. Ma­da­me de Re­nal'e ge­lin­ce o, Ju­li­en'e say­gı bes­le­di, hay­ran ol­du: On­dan azar işit­miş­ti. İs­te­me­ye­rek onu­ru­nu kır­mış ol­ma­sı­nı ta­mir ba­ha­ne­siy­le ona en şef­kat­li, bin bir tür­lü ih­ti­mam­lar gös­ter­di. Bu ha­re­ket­le­ri­nin ye­ni­li­ği Ma­da­me de Re­nal'i se­kiz on gün bah­ti­yar et­ti. Ju­li­en'in öf­ke­si kıs­men ya­tış­tı; Ju­li­en, Ma­da­me de Re­nal'in yap­tık­la­rın­da, şah­sı­na kar­şı bir me­yil sez­mek­ten çok uzak­tı, için­den: "iş­te zen­gin­le­rin hâ­li!" di­yor­du, in­sa­nın onu­ru­na do­ku­nur, son­ra da may­mun­ca bir­kaç ha­re­ket­le her şe­yi ta­mir ede­bi­le­cek­le­ri­ni sa­nır­lar!"

Ma­da­me de Re­nal'in bağ­rı öy­le­si­ne dol­gun, gön­lü he­nüz öy­le­si­ne ma­sum­du ki Ju­li­en'e he­di­ye ver­me­ğe kal­kış­tı­ğı­nı, onun da bu­nu na­sıl red­det­ti­ği­ni, bu hu­sus­ta­ki bü­tün ka­rar­la­rı­na rağ­men, ko­ca­sı­na an­lat­mak­tan ken­di­ni ala­ma­dı. M. de Re­nal bu işe hay­li içer­le­di:

– Na­sıl? Ver­di­ği­niz bah­şi­şi bir uşak par­ça­sı­nın ge­ri çe­vir­me­si­ne na­sıl kat­la­na­bil­di­niz?

Ma­da­me de Re­nal'in bu "uşak" ke­li­me­si­ne iti­ra­za kalk­tı­ğı­nı gö­rün­ce ilâ­ve et­ti:

– Ben, Ma­da­me, de­di, ölü M. le Prens de Con­de gi­bi söy­lü­yo­rum; o, ev­len­di­ği gün, ma­be­yin­ci­le­ri­ni ka­rı­sı­na tak­dim eder­ken: "Bü­tün bu adam­lar, bi­zim uşak­la­rı­mız­dır" de­miş. Be­sen­val'in ha­tı­ra­la­rın­da, bu­na da­ir olan par­ça­yı si­ze de oku­muş­tum, teş­ri­fat hu­su­sun­da bu çok önem­li­dir. Si­zin evi­niz­de ya­şa­yıp bir soy­lu ol­ma­yan ve ay­lık, yıl­lık alan her­kes, si­zin uşa­ğı­nız sa­yı­lır. Ben gi­dip o Mon­sie­ur Ju­li­en'e iki söz söy­le­ye­yim, yüz frank da pa­ra ve­re­yim.

Ma­da­me de Re­mil tit­re­ye­rek:

– Aman dos­tum, hiç ol­maz­sa uşak­la­rın önün­de ol­ma­sın, de­di..

– Doğ­ru, kıs­ka­na­bi­lir­ler; bun­da hak­la­rı da olur.

M. de Re­nal, ve­re­ce­ği pa­ra­nın, Ju­li­en'in ay­lı­ğı­nı ka­ça ge­ti­re­ce­ği­ni dü­şü­ne­rek uzak­laş­tı.

Ma­da­me de Re­nal, bir is­kem­le­ye yı­ğıl­dı, kal­dı. Ele­min­den ba­yıl­mış gi­biy­di! "Gi­dip Ju­li­en'in onu­ru­na do­ku­na­cak, hem de be­nim yü­züm­den!" İçin­de ko­ca­sı­na kar­şı bir nef­ret duy­du, el­le­riy­le yü­zü­nü ka­pa­dı. Bir da­ha ona hiç­bir sır­rı­nı aç­ma­ma­ğa ah­det­ti.

Ju­li­en'i ye­ni­den gör­dü­ğü va­kit tit­ri­yor­du, yü­re­ği o ka­dar da­ral­mış­tı ki ağ­zı­nı açıp bir şey söy­le­ye­me­di. Te­lâ­şın­dan onun el­le­ri­ni tu­tup sık­tı. So­nun­da so­ra­bil­di:

– Ko­cam­dan mem­nun mu­su­nuz, dos­tum? Ju­li­en, acı bir gü­lüm­se­mey­le ce­vap ver­di:

– Na­sıl mem­nun ol­mam? Ba­na yüz frank lüt­fet­ti.

Ma­da­me de Re­nal, ona te­red­düt­le bak­tı. Son­ra da ce­sa­ret­li bir ta­vır­la: "Ko­lu­nu­zu ve­rin" de­di. Ju­li­en, onun se­sin­de ilk de­fa bu ka­dar ce­sa­ret du­yu­yor­du.

Ver­rie­res ki­tap­çı­sı li­be­ral­li­ğiy­le ta­nın­mış­tı; bu kö­tü şöh­re­ti­ne rağ­men Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'le be­ra­ber onun dük­kâ­nı­na ka­dar git­me­ğe ce­sa­ret et­ti. 10 li­ra­lık ki­tap alıp oğul­la­rı­na ver­di. Fa­kat bun­la­rın, Ju­li­en'in pek is­te­di­ği eser­ler ol­du­ğu­nu bi­li­yor­du. Ço­cuk­la­rın, da­ha dük­kân­dan çık­ma­dan, pay­la­rı­na dü­şen ki­tap­lar üze­ri­ne ad­la­rı­nı yaz­ma­la­rı­nı is­te­di. Ma­da­me de Re­nal, bu su­ret­le gö­nül al­ma­ğa kalk­mış ol­ma­sı­na se­vi­nir­ken Ju­li­en de, bir ara­da bun­ca ki­tap bu­lun­ma­sı­na şa­şır­mış­tı. Şim­di­ye ka­dar ki­tap­çı dük­kâ­nı­na, din iş­le­ri­ne bu de­re­ce ya­ban­cı bir ye­re gir­me­ği gö­zü­ne ala­ma­mış­tı; yü­re­ği çar­pı­yor­du. Ma­da­me de Re­nal'in kal­bin­de ne­ler geç­ti­ği­ni tah­mi­ne ça­lış­mak ak­lın­dan bi­le geç­mi­yor­du. Zih­ni, din bil­gi­le­ri öğ­re­nen bir gen­cin bu ki­tap­lar­dan bir­ka­çı­nı ol­sun ele ge­çir­mek için ne yap­ma­sı lazım gel­di­ği­ni araş­tır­ma­ğa dal­mış­tı. En son, ço­cuk­la­ra, Franc­he­Com­te'de doğ­muş meş­hur soy­lu­lar ta­ri­hi üze­ri­ne ki­ta­bet öde­vi yaz­dır­mak ge­re­ği­ne M. de Re­nal'i kan­dır­ma­nın bi­raz ma­ha­ret­le müm­kün ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şün­dü. Bir ay bu­nun üze­rin­de iş­le­yip fik­ri­ni ka­bul et­tir­di; hem de M. de Re­nal'in ak­lı­nı bu­na o ka­dar ya­tır­mış­tı ki bir sü­re son­ra onun­la ko­nu­şur­lar­ken, asil­za­de be­le­di­ye baş­ka­nı için çok da­ha ağır bir işin bi­le sö­zü­nü aç­ma­ğa ce­sa­ret et­ti. Onu ki­tap­çı­ya abo­ne et­mek is­ti­yor­du, bu da bir yan­dan bir li­be­ra­le pa­ra ka­zan­dır­mak ola­ca­ğı için M. de Re­nal'in işi­ne gel­mi­yor­du. Ger­çi be­le­di­ye baş­ka­nı, bü­yük oğ­lu­nun, harp oku­lu­na gi­rin­ce söz ara­sın­da ad­la­rı­nı du­ya­ca­ğı bir­çok ki­tap­la­rı bir ke­re de gö­zü ile gö­rüp fi­kir edin­me­si lü­zu­mu­nu ka­bul et­miş­ti; an­cak da­ha ile­ri git­me­mek­te ıs­rar edi­yor­du. Ju­li­en, bu­nun giz­li bir se­be­bi ol­du­ğu­nu an­lı­yor­sa da o se­be­bi bir tür­lü bu­la­mı­yor­du. Bir gün:

– Ben­ce, de­di, Re­nal­ler so­yun­dan bir asil­za­de­nin adı­nı, bir ki­tap­çı­nın pis def­te­ri­ne yaz­dır­ma­sı hiç de ya­kı­şık al­maz.

Bu söz­ler üze­ri­ne M. de Re­nal'in göz­le­ri par­la­dı. Ju­li­en, da­ha pes bir per­de­den de­vam et­ti:

– Ben de ra­hip ola­ca­ğım; adı­mın ki­ra ile ki­tap ve­ren bir ada­mın def­te­rin­de gö­rül­me­si be­nim için de iyi bir şey ol­maz. Li­be­ral­ler be­ni, ki­tap­çı­dan en al­çak­ça ki­tap­la­rı alıp oku­muş ol­mak­la suç­lar­lar; kim bi­lir? Bel­ki de işi, adı­mın ar­ka­sı sı­ra o ha­yâ­sız ya­zı­la­rın adı­nı yaz­ma­ğa ka­dar var­dı­ra­bi­lir­ler. Ju­li­en bu son söz­le­riy­le, an­la­ma­ğa ça­lış­tı­ğı giz­li se­be­bi bul­mak yo­lun­dan yi­ne uzak­laş­mış­tı. Be­le­di­ye baş­ka­nı­nın yü­zün­de ka­rar­sız­lık ve si­nir alâ­met­le­ri­nin ye­ni­den be­lir­di­ği­ni gör­dü. Ju­li­en sus­tu ve için­den: "He­ri­fi ele ge­çir­dik!" de­di. Bir­kaç gün son­ra ço­cuk­la­rın en bü­yü­ğü M. de Re­nal'in ya­nın­da, la Qu­oti­di­en­ne'de ilâ­nı­nı gör­dü­ğü bir ki­tap hak­kın­da Ju­li­en'den ma­lû­mat is­te­di. Genç eği­ti­ci:

– Li­be­ral­le­ri üs­tü­mü­ze sıç­rat­ma­dan da M. Adolp­he'un su­al­le­ri­ne ce­vap ve­re­bil­mek için ak­lı­ma bir ça­re ge­li­yor, de­di; ki­tap­çı­ya abo­ne olu­ruz ama bu abo­ne­yi uşak­la­rı­nız­dan en aşa­ğı­sı­nın adı­na yaz­dı­rı­ve­rir­si­niz. Bil­mem siz ne de­ri­si­niz?

M. de Re­nal'in bu­na pek se­vin­di­ği bel­li idi.

– Bu fi­kir hiç de fe­na de­ğil! de­di.

Ju­li­en, ba­zı kim­se­le­rin, çok­tan be­ri is­te­dik­le­ri bir şe­yi ar­tık el­de et­tik­le­ri­ni gör­dük­le­ri za­man ken­di­le­ri­ne ya­raş­tır­ma­sı­nı pek bil­dik­le­ri şu ağır­lı­lık ve ade­ta baht­sız­lık tav­rıy­la:

– Bu­nun­la be­ra­ber uşa­ğın, gi­dip ro­man is­le­me­ğe hak­kı ol­ma­ya­ca­ğı­nı da ki­tap­çı­ya söy­le­me­li, de­di. Bu teh­li­ke­li ki­tap­lar bir ke­re ev­den içe­ri gi­rin­ce bel­ki Ma­da­me'ın hiz­met­çi­le­ri­nin, uşa­ğın bi­le ahlakı­nı bo­zar. M. de Re­nal, yu­ka­rı­dan bir eda ile si­ya­sî yer­gi­le­ri unut­tu­nuz, de­di.

Ço­cuk­la­rın bil­giç eği­ti­ci­si­nin bul­du­ğu hâl ça­re­si­ne ne ka­dar hay­ran ol­du­ğu­nu bel­li et­me­mek is­ti­yor­du.

Ju­li­en'in ha­ya­tı böy­le­ce bir­ta­kım kü­çük iş­le­ri yo­lu­na koy­ma­ğa ça­lış­mak­la ge­çi­yor­du; bu iş­le­ri ba­şa­ra­bil­mek kay­gı­sı onun zih­nin­de Ma­da­me de Re­nal'in gös­ter­di­ği il­gi­den da­ha çok yer et­miş­ti. Oy­sa o ka­dı­nın kal­bin­de ne bü­yük bir de­ğe­ri ol­du­ğu­nu, göz­le­ri­ni bir çe­vi­rip bak­mak­la an­la­ya­bi­lir­di.

O vak­te ka­dar için­de ya­şa­dı­ğı his­sî ha­va, Ver­rie­res be­le­di­ye baş­ka­nı­nın evin­de de yi­ne onu sa­rı­yor­du. Ba­ba­sı­nın ke­res­te fab­ri­ka­sın­da ol­du­ğu gi­bi ora­da da her gü­nü­nü be­ra­ber ge­çir­di­ği adam­la­ra kar­şı için­de de­rin bir nef­ret du­yu­yor­du, on­lar da ona kin bes­li­yor­lar­dı. Ge­rek kay­ma­ka­mın ve Va­le­nod'nun, ge­rek bu eve dai­ma ge­len öbür kim­se­le­rin göz­le­ri önün­de ge­çen şey­ler hak­kın­da söy­le­dik­le­ri­ni din­li­yor, on­la­rın fi­kir­le­ri­nin ha­ki­ka­te hiç de uy­ma­dı­ğı­nı gö­rü­yor­du. Ju­li­en'in hay­ran­lı­ğa de­ğer di­ye kar­şı­la­dı­ğı ha­re­ket, et­ra­fın­da­ki adam­la­rın en acı ve en ağır eleş­ti­ri­le­ri­ne uğ­ru­yor­du. On­la­rın söz­le­ri­ne için­den dai­ma; "Ca­na­var he­rif­ler" ve­ya "Bu­da­la ala­yı" di­ye ce­vap ve­rir­di, İşin tu­haf ta­ra­fı da, Ju­li­en'in, bu ka­dar gu­rur­lu ol­du­ğu hâl­de, çok va­kit sö­zü edi­len şey­ler­den hiç­bir şey an­la­ma­ma­sı idi. Bü­tün ha­ya­tın­da yal­nız bir tek kim­se ile, yaş­lı baş ope­ra­tör­le içi­ni giz­le­me­den ko­nuş­muş­tu. O vak­te ka­dar edi­ne­bil­di­ği bir­kaç ta­ne­cik fi­kir de ya Bo­na­par­te'ın İtal­ya sa­va­şı ve­ya ope­ra­tör­lük üze­ri­ne idi. En ıs­tı­rap­lı ame­li­yat­la­rın bü­tün taf­si­lâ­tıy­la an­la­tıl­ma­sı­nı din­le­mek­te, genç­lik gu­ru­ru­nu ok­şa­yan bir haz du­yar ve için­den: "Ben göz­le­ri­mi bi­le kırp­maz­dım" der­di.

Ma­da­me de Re­nal onun­la, ço­cuk­la­rın ter­bi­ye­siy­le ili­şi­ği ol­ma­yan şey­ler­den söz açıp ko­nuş­mak is­te­di­ği ilk gün, Ju­li­en ame­li­yat hi­kâ­ye­le­ri an­lat­ma­ğa kalk­tı; Ma­da­me de Re­nal sa­rar­dı ve bu sö­zü kes­me­si­ni ri­ca et­ti.

Ju­li­en, bun­dan baş­ka bir şey bil­mez­di. Ma­da­me de Re­nal ile bir ev­de ya­şa­yıp onun gör­dük­le­rin­den baş­ka bir şey gör­me­di­ği için de yal­nız kal­dık­la­rı za­man­lan ga­rip bir sü­kût için­de ge­çi­rir­ler­di. Sa­lon­da Ju­li­en her ne ka­dar ga­yet mü­te­va­zı­ca bir ta­vır ta­kı­nır­sa da yi­ne ken­di­si­ni bu eve ge­len her­kes­ten fi­kir, ze­kâ hu­su­sun­da çok üs­tün bul­du­ğu­nu Ma­da­me de Re­nal göz­le­rin­den okur­du. Bîr an onun­la yal­nız ka­lın­ca da sı­kı­lıp ne ya­pa­ca­ğı­nı bi­le­me­di­ği pek bel­li olur­du. Bu hâ­li Ma­da­me de Re­nal en­di­şe ile kar­şı­lı­yor­du, çün­kü bu sı­kıl­ma­nın hiç de his­si bir se­bep­ten gel­me­di­ği­ni ka­dın­lık iç­gü­dü­süy­le se­zip an­lı­yor­du.

Yaş­lı baş ope­ra­tö­rün Ju­li­en'e ki­bar­lar âle­min­den, ken­di gö­rüp an­la­dı­ğı­na gö­re söz et­ti­ği de ol­muş­tu; Ju­li­en bu hi­kâ­ye­ler­le o âlem hak­kın­da ken­di­ne bir fi­kir edin­di­ğin­den ka­dın bu­lu­nan bir mec­lis­te su­sul­du mu, bu sü­kût sırf ken­di su­çu imiş gi­bi için­den son de­re­ce bir utan­ma du­yar­dı. Bir ka­dın­la baş­ba­şa kal­dı­ğı za­man­lar ise bu his yüz kat da­ha elem­li olur­du. Bir ka­dın­la yal­nız ka­lın­dı­ğı za­man, söy­len­me­si ge­re­ken şey­le­ri ha­ya­lin­de pek bü­yü­tür, en ro­man­tik­çe ha­re­ket­ler dü­şün­dü­ğü için öy­le dar va­kit­le­rin­de ak­lı­na en ol­ma­ya­cak dü­şün­ce­ler ge­lir­di. Ru­hu ha­va­lar­da uçar­dı ama yi­ne de, gu­ru­ru­na pek ağır ge­len sü­kût­tan sıy­rıl­ma­nın bir yo­lu­nu bu­la­maz­dı. Ma­da­me de Re­nal ve ço­cuk­la­rıy­la uzun gez­me­le­re çık­tı­ğı gün­ler ta­kın­dı­ğı ağır­baş­lı­lık tav­rı­na bir de en acı ıs­tı­rap­lar ka­tı­lır­dı. Nef­si­ni son de­re­ce­de hor gö­rü­yor­du. Ka­za­ra bir şey söy­le­mek için ken­di­ni zor­la­sa, pek gü­lünç şey­ler söy­le­di­ği olur­du. Baht­sız­lı­ğı­nın en acı ta­ra­fı da, ma­na­sız­lı­ğı­nı ken­di de fark edip gö­zün­de bü­yüt­me­sey­di; gör­me­di­ği bir şey var­sa o da göz­le­rin­de­ki ifa­de idi. Bu göz­ler öy­le­si­ne gü­zel­di ve öy­le ateş­li bir ruh sez­di­ri­yor­du ki, iyi ak­tör­ler gi­bi, ba­zen ma­na­sız söz­le­re bi­le ga­yet hoş bir ma­na ve­rir­di. Ma­da­me de Re­nal Ju­li­en'in, an­cak zih­ni bek­len­me­dik bir ha­di­se­ye ta­kı­lıp da za­rif­lik gös­ter­mek ak­lı­na gel­me­di­ği za­man­lar iyi şey­ler söy­le­ye­bil­di­ği­ni fark et­ti. Eve ge­len­le­rin ağ­zın­dan ye­ni ve par­lak fi­kir­ler din­le­me­ğe alı­şık ol­ma­yan Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'in böy­le şim­şek gi­bi par­la­yıp sö­nen ze­kâ­sı­na ba­yı­lı­yor­du.

Na­pol­yon'un düş­me­sin­den be­ri taş­ra şe­hir­le­rin­de, ka­dın­la­ra za­rif söz­ler söy­le­ye­bil­mek bir suç sa­yıl­ma­ğa baş­lan­dı. İşin­den çı­ka­rıl­mak kor­ku­su her­ke­si yıl­dır­dı. Sah­te­kâr­lar ala­yı, ru­ha­ni­ler mec­li­si­nin kol­tu­ğu al­tı­na sı­ğın­ma­ğa ça­lı­şı­yor; iki­yüz­lü­lük, hür­ri­yet se­ver kim­se­ler ara­sın­da bi­le alıp yü­rü­dü. İç sı­kın­tı­sı gün­den gü­ne ar­tı­yor. Ar­tık oku­mak­tan, bir de top­rak­la uğ­raş­mak­tan baş­ka bir eğ­len­ce kal­ma­dı.

Zen­gin, so­fu bir ha­la­nın bi­ri­cik mi­ras­çı­sı olan ve on al­tı­sın­da ko­ca­ya ve­ri­len Ma­da­me de Re­nal, bü­tün ha­ya­tın­da aş­kı bi­raz ol­sun an­dı­rır bir şe­yi ne gön­lün­de duy­muş, ne de baş­ka­la­rın­da gör­müş­tü. Ona aşk­tan, M. Va­le­nod pe­şi­ne düş­tü­ğü za­man­lar­da, pa­paz M. Che­lan söz et­miş­ti. Bu saf adam­ca­ğız aş­kı o ka­dar iğ­renç bir şey di­ye an­lat­tı ki ar­tık Ma­da­me de Re­nal tik­si­nip onu, en aşa­ğı zam­pa­ra­lık­la bir tut­ma­ğa baş­la­dı. Te­sa­dü­fen eli­ne ge­çi­rip oku­du­ğu bir­kaç ro­man­da an­la­tı­lan aş­ka ise pek müs­tes­na, da­ha­sı: Büs­bü­tün ta­bi­at dı­şın­da bir şey di­ye ba­kar­dı. Ma­da­me de Re­nal, zih­ni hep Ju­li­en'le meş­gul ol­mak­la be­ra­ber, aşk üze­ri­ne bil­gi­si ol­ma­ma­sı sa­ye­sin­de yi­ne de bah­ti­yar­dı ve ha­re­ket­le­rin­de, his­le­rin­de en­di­şe edi­le­cek bir şey gör­mü­yor­du.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro