Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 6: İç Sıkıntısı

Ma­da­me de Re­nal, ya­nın­da er­kek bu­lun­ma­dı­ğı va­kit için­den ge­len tez can­lı­lık ve za­rif­lik­le, sa­lo­nun bah­çe­ye açı­lan cam­lı ka­pı­sın­dan he­nüz ye­ni çık­mış­tı ki, so­kak ka­pı­sı­nın dı­şın­da dur­muş, da­ha ço­cuk de­ne­bi­le­cek ka­dar genç bir köy­lü­nün yü­zü­nü gör­dü. Son de­re­ce uçuk be­niz­li olan ve ağ­la­dı­ğı an­la­şı­lan bu kü­çük köy­lü­nün sır­tın­da bem­be­yaz bir göm­lek var­dı. Lâ­ci­vert tüy­lü ku­maş­tan ter­te­miz ce­ke­ti­ni de ko­lu­na al­mış­tı.

Te­ni öy­le be­yaz, ba­kış­la­rı öy­le tat­lı idi ki ha­ya­lin­de olay­lar icat et­me­ği se­ven Ma­da­me de Re­nal onun, be­le­di­ye baş­ka­nın­dan bü­yük bir ri­ca için kı­ya­fe­ti­ni de­ğiş­ti­re­rek gel­miş bir kız ol­du­ğu­nu bi­le dü­şün­dü. So­kak ka­pı­sı­nın önün­de dur­muş, eli­ni zi­le gö­tür­me­ğe çe­ki­nen bu za­val­lı­cı­ğa acı­dı; ka­pı­ya doğ­ru yü­rü­dü. Ma­da­me de Re­nal, eve bir da­dı ge­le­ce­ği için duy­du­ğu ke­de­ri bir an unut­muş­tu. Ka­pı­ya doğ­ru dön­müş olan Ju­li­en, onun gel­di­ği­ni gör­mü­yor­du. Ku­la­ğı­nın di­bin­de tat­lı bir se­sin: "Bu­ra­da ne is­ti­yor­su­nuz, yav­rum?" de­di­ği­ni du­yun­ca yü­re­ği oy­na­dı. He­men do­nu­ver­di. Ma­da­me de Re­nal'in ba­kı­şın­da o de­re­ce­de iyi­lik var­dı ki Ju­li­en'in çe­kin­gen­li­ği bir par­ça azal­dı. Ju­li­en, bu ka­dı­nın gü­zel­li­ğiy­le şa­şır­mış­tı. Her şe­yi, ora­ya ni­çin gel­di­ği­ni bi­le unut­tu. Ma­da­me de Re­nal, bir da­ha sor­du. Ne­den son­ra Ju­li­en, göz yaş­la­rı­nı elin­den gel­di­ği ka­dar si­le­rek: "Da­dı ol­ma­ğa gel­dim, Ma­dam" di­ye­bil­di.

Ma­da­me de Re­nal do­na­kal­dı, bir­bi­ri­ne pek ya­kın­dı­lar, ba­kı­şı­yor­lar­dı. Ju­li­en, o ka­dar gü­zel gi­yin­miş bir kim­se­nin, he­le te­ni öy­le­si­ne göz ka­maş­tı­rı­cı bir ka­dı­nın ken­di­si­ne böy­le tat­lı bir eda ile söz söy­le­di­ği­ni hiç gör­me­miş­ti. Ma­da­me de Re­nal, bu genç köy­lü­nün de­min upu­çuk, şim­di ise pes­pem­be ya­nak­la­rın­da du­ru­ver­miş olan göz yaş­la­rı­na ba­kı­yor­du. Az son­ra gül­me­ğe, bir genç kız ne­şe­siy­le gül­me­ğe bağ­la­dı. Ken­di ken­di­siy­le eğ­le­ni­yor, mut­lu­lu­ğu­nu bir tür­lü kav­ra­ya­mı­yor­du. Oğul­la­rı­nı azar­la­yıp döv­me­ye ge­le­cek pis, kı­lık­sız bir ra­hip san­dı­ğı da­dı de­mek ki bu ço­cuk­tu öy­le mi! So­nun­da sor­du:

– Na­sıl? Siz Latince mi bi­li­yor­su­nuz, Mon­sie­ur?

Bu "mon­sie­ur" sö­zü Ju­li­en'i son de­re­ce­de şa­şırt­tı ve bir an dü­şün­dür­dü. Çe­ki­ne çe­ki­ne:

– Evet, Ma­dam, de­di.

Ma­da­me de Re­nal, öy­le bir se­vinç için­de idi ki Ju­li­en'e: "Be­nim za­val­lı ço­cuk­la­rı­mı çok pay­la­maz­sı­nız de­ğil mi?" de­me­ğe ce­sa­ret et­ti. Ju­li­en hay­ret­le sor­du:

– On­la­rı pay­la­mak mı? Ne­den? Ni­çin?

Kı­sa sü­ren bir ses­siz­lik­ten son­ra Ma­da­me de Re­nal, he­ye­ca­nı her an ar­tan bir ses­le sor­du:

– On­la­ra iyi dav­ra­na­cak­sı­nız, ba­na söz ve­ri­yor­su­nuz de­ğil mi, Mon­sie­ur?

Ken­di­si­ne böy­le cid­di­yet­le, hem de bu de­re­ce­de iyi gi­yim­li bir ha­nım ağ­zın­dan "mon­sie­ur" de­nil­me­si, Ju­li­en'in um­duk­la­rı­nın çok çok üs­tün­dey­di: O, genç­li­ğin­de kur­du­ğu bü­tün tat­lı ha­yal­ler­de, an­cak sır­tı­na gü­zel bir üni­for­ma giy­dik­ten son­ra, ra­bı­ta­lı bir ha­nı­mın ken­di­si­ne söz söy­le­me­ğe te­nez­zül ede­bi­le­ce­ği­ni dü­şün­müş­tü. Ma­da­me de Re­nal ise Ju­li­en'in ten gü­zel­li­ği­ne, iri ka­ra göz­le­ri­ne se­rin­le­mek için ba­şı­nı mey­dan­da­ki çeş­me­nin olu­ğu­na dal­dır­dı­ğın­dan her za­man­kin­den da­ha kı­vır­cık olan za­rif saç­la­rı­na ka­pı­lı­ver­miş­ti. Sert­li­ği ve so­murt­kan­lı­ğı ile ço­cuk­la­rı­nı ür­kü­te­ce­ği­ni dü­şü­ne­rek üzül­dü­ğü o teh­li­ke­li eği­ti­ci­nin böy­le çe­kin­gen bir kı­za ben­ze­di­ği­ni gö­rün­ce pek se­vin­miş­ti. Ön­ce­den kork­tu­ğu ile şim­di gör­dü­ğü ara­sın­da­ki te­zat, dü­şün­ce­le­ri hep tek­dü­ze­lik için­de ge­çen Ma­da­me de Re­nal için bir bü­yük hâ­di­se ol­muş­tu. So­nun­da şaş­kın­lı­ğı ge­çip ken­di­ne gel­di. Ka­pı­nın önün­de, ya­nın­da ade­ta so­yun­muş, dö­kün­müş gi­bi du­ran bir genç­le be­ra­ber ol­du­ğu­nu dü­şü­nün­ce şa­şı­rıp kal­dı. Epey­ce sı­kıl­mış bir hal­le:

– Hay­di içe­ri gi­re­lim, Mon­sie­ur.

Ma­da­me de Re­nal, bü­tün ha­ya­tın­da sa­de­ce hoş hiç bir du­yu­şun ken­di­si­ni böy­le­si­ne de­rin bir he­ye­ca­na dü­şür­dü­ğü­nü, son de­re­ce çar­pın­tı­lı kor­ku­lar­dan son­ra göz­le­ri­nin önün­de böy­le za­rif bir çeh­re be­lir­di­ği­ni gör­me­miş­ti. De­mek ki öze­ne be­ze­ne ba­kıp bü­yüt­tü­ğü şi­rin ço­cuk­la­rı pis ve huy­suz bir pa­pa­zın eli­ne düş­me­ye­cek­ti. Av­lu­ya gi­rer gir­mez dön­dü, ar­ka­sın­dan ezi­le­rek bü­zü­le­rek ge­len Ju­li­en'e bak­tı. Bu de­re­ce­de gü­zel bir ev gör­mek onu bir kat da­ha şa­şırt­mış­tı. Bu ha­li de Ma­da­me de Re­nal'in gö­zün­de baş­ka bir gü­zel­lik ol­du. Ma­da­me de Re­nel göz­le­ri­ne ina­na­mı­yor­du, he­le eği­ti­ci­nin sır­tın­da si­yah bir el­bi­se ol­ma­ma­sı­na bir tür­lü akıl er­di­re­mi­yor­du. Bu ye­ni öğ­ren­di­ği şey onu öy­le­si­ne bah­ti­yar et­miş­ti ki ya­nıl­mış ol­mak­tan kor­ku­yor­du. Bü­tün bun­lar ya­lan çı­kar­sa ha­ya­tı­na mal ola­bi­lir­di. Yi­ne du­rup sor­du:

– Doğ­ru mu, Mon­sie­ur, siz La­tin­ce bi­li­yor mu­su­nuz?

Bu söz­ler Ju­li­en'in ağı­rı­na git­ti ve on beş da­ki­ka­dır için­de ya­şa­dı­ğı sih­ri ka­çır­dı. So­ğuk bir ta­vır ta­kın­ma­ğa ça­lı­şa­rak:

– Evet, Ma­dam, de­di; bay pa­paz ka­dar Latin­ce bi­li­rim, da­ha­sı ba­zen bay pa­paz, be­nim ken­di­sin­den iyi bil­di­ği­mi bi­le söy­le­mek lüt­fun­da bu­lu­nur.

Ma­da­me de Re­nal, ken­di­sin­den iki adım öte­de du­ran Ju­li­en'in tav­rın­da bir za­lim­lik gör­dü. Bi­raz da­ha yak­laş­tı ve fı­sıl­dar gi­bi bir ses­le sor­du:

– İlk gün­ler, ders­le­ri­ni bil­me­se­ler bi­le, ço­cuk­la­rı da­ya­ğa çek­me­ye­cek­si­niz, de­ğil mi?

– Böy­le gü­zel bir ha­nı­mın bu pek tat­lı ve san­ki yal­va­ran eda­sı Ju­li­en'e, La­tin­ce bi­lir di­ye

ta­nın­ma­ğa ver­di­ği öne­mi unut­tur­du. Ma­da­me de Re­nal'in yü­zü, ken­di yü­zü­nün ya­nın­da idi, bir ka­dı­nın yaz el­bi­se­le­rin­den ya­yı­lan ko­ku­yu, ga­rip bir köy­lü için pek şa­şı­la­cak bir şey olan bu ko­ku­yu duy­du. Son de­re­ce kı­zar­dı, içi­ni çe­ke­rek ve ken­din­den ge­çer gi­bi bir ses­le ce­vap ver­di:

– Hiç en­di­şe et­me­yi­niz, Ma­dam, her şey­de emir­le­ri­ni­zi ye­ri­ne ge­ti­re­ce­ğim..

An­cak o an­da, ya­ni ço­cuk­la­rı için duy­du­ğu en­di­şe bü­tün bü­tün da­ğıl­dık­tan son­ra­dır ki Ma­da­me de Re­nal, Ju­li­en'in son de­re­ce­de olan gü­zel­li­ği­ni fark et­ti; dik­kat­le bak­tı. Bu yü­zün he­men he­men bir ka­dı­nın­ki­ni an­dı­ran çiz­gi­le­ri ve sı­kıl­mış­lık ha­li, za­ten ken­di de çe­kin­gen olan bu ka­dı­na hiç de gü­lünç gel­me­di. Bir er­kek gü­zel­li­ğin­de her­ke­sin pek ge­rek­li gör­dü­ğü er­kek­çe hâl, onu kor­ku­ta­bi­lir­di. Ju­li­en'e dö­ne­rek sor­du:

– Kaç ya­şın­da­sı­nız, Mon­sie­ur?

– Ya­kın­da on do­ku­zu­mu bi­ti­ri­yo­rum.

İçi­ne ta­ma­men gü­ven gel­miş olan Ma­da­me de Re­nal:

– Bü­yük oğ­lum on bi­rin­de, si­ze he­men he­men bir ar­ka­daş olur, siz onu us­lan­dı­rır­sı­nız, de­di. Bir ke­re ba­ba­sı onu döv­me­ğe kalk­mış­tı, ço­cuk bü­tün bir haf­ta has­ta üzün­tü­sün­den yat­tı. Ba­ba­sı­nın vur­ma­sı da o ka­dar ağır de­ğil­di.

Ju­li­en için­den "Be­nim­le onun ara­sın­da ne bü­yük fark var! Ba­bam be­ni da­ha dün döv­dü. Zen­gin­ler ne ka­dar da bah­ti­yar!" de­di.

Ma­da­me de Re­nal, eği­ti­ci­nin ru­hun­da ge­çen en kü­çük de­ği­şik­lik­le­ri şim­di­den sez­me­ye baş­la­mış­tı. Onun bu hü­zün­lü hâ­li­ni sı­kıl­gan­lık san­dı ve yü­rek­len­dir­mek is­te­di:

– Adı­nız ne­dir, Mon­sie­ur?

Ju­li­en, bu so­ruş­ta­ki giz­li eda­yı ve bü­yü­yü duy­du ise de ne ol­du­ğu­nu iyi­ce an­la­ya­ma­dı.

– Ba­na Ju­li­en, Jüi­len So­rel der­ler, Ma­da­me. He­nüz ilk ola­rak ya­ban­cı bir eve gir­di­ğim için sı­kı­lı­yo­rum, ko­ru­ma­nı­za ve ilk gün­ler­de çok ku­sur­la­rı­mı ba­ğış­la­ma­nı­za muh­ta­cım. Hiç oku­la git­me­dim, çok yok­sul­duk. Ak­ra­bam­dan Le­gi­on d'hon­ne­ur üye­si baş ope­ra­tör­den, bir de pa­pa­zı­mız M. Che­lan'dan baş­ka kim­se ile ko­nuş­ma­dım. M. Che­lan hak­kım­da ta­nık­lık ya­par. Kar­deş­le­rim be­ni her za­man döv­dü­ler, be­nim için kö­tü söy­ler­ler­se inan­ma­yın. Ku­sur­la­rı­mı hoş gö­rün, Ma­da­me. Hiç­bir za­man kö­tü ni­yet bes­le­mem.

Ka­dın gü­zel­li­ğin­den pek iyi an­la­yan Ju­li­en o an­da, Ma­da­me de Re­nal'in an­cak yir­mi­sin­de ol­du­ğu­na ye­min ede­bi­lir­di. Ak­lı­na he­men cü­ret­li bir fi­kir gel­di: Onun eli­ni öp­mek. Fa­kat bu fik­rin­den kork­tu; bi­raz son­ra için­den: "Bu dü­şün­dü­ğü­mü yap­ma­mak bir kor­kak­lık olur; bu dav­ra­nış­tan ba­na ya­rar ge­le­bi­lir ve bel­ki de gü­zel ha­nı­mım, bıç­kı ba­şın­dan he­nüz ye­ni ay­rıl­mış yok­sul bir iş­çi­ye kar­şı duy­du­ğu ha­fif­se­me de aza­lır." Al­tı ay­dır pa­zar gün­le­ri ba­zı genç kız­la­rın ağ­zın­dan duy­du­ğu "gü­zel ço­cuk" sö­zü de Ju­li­en'i bel­ki bi­raz yü­rek­len­di­ri­yor­du. Ju­li­en'in böy­le içi içi­ni yer­ken Ma­da­me de Re­nal ona, ilk gün­ler­de ço­cuk­la­ra na­sıl dav­ra­na­ca­ğı­na da­ir tem­bih­ler­de bu­lu­nu­yor­du. Ju­li­en, ken­di­ni zor­la­dı­ğı için yi­ne sap­sa­rı ke­sil­miş­ti; sı­kıl­gan bir ta­vır­la:

– Ço­cuk­la­rı­nı­zı hiç ama hiç döv­me­ye­ce­ğim, Ma­da­me, de­di; bu­nun için si­ze Tan­rı'mın önün­de söz ve­ri­yo­rum.

Bun­la­rı söy­ler­ken Ma­da­me de Re­nal'in eli­ni tu­tup du­dak­la­rı­na gö­tür­mek cü­re­ti­ni gös­ter­di. Ka­dın bu dav­ra­nı­şa şa­şı­rıp kal­dı ve dü­şü­nün­ce kız­dı da. Ha­va çok sı­cak ol­du­ğun­dan ko­lu, at­kı­nın al­tın­da çır­çıp­lak­tı ve Ju­li­en'in eli du­dak­la­rı­na gö­tür­me­siy­le, büs­bü­tün açıl­mış­tı. Bi­raz son­ra Ma­da­me de Re­nal için­den ken­di ken­di­ni azar­la­dı. He­men kız­ma­mış­tı, en çok da bu­na ca­nı sı­kı­lı­yor­du. Dı­şa­rı­da bir ko­nuş­ma du­yan M. de Re­nal oda­sın­dan çık­tı; be­le­di­ye da­ire­sin­de ni­kâh kıy­dı­ğı gün­ler­de­ki gör­kem­li ve ba­ba­ca tav­rıy­la Ju­li­en'e:

– Ço­cuk­lar­la gö­rüş­me­niz­den ön­ce si­ze söy­le­mem ge­re­ken şey­ler var, de­di.

Ju­li­en'i bir oda­ya al­dı; on­la­rı yal­nız bı­rak­mak is­te­yen Ma­da­me de Re­nal'e de kal­ma­sı­nı söy­le­di. Ka­pı­yı ka­pa­dık­tan son­ra kol­tu­ğa ağır ağır yer­leş­ti:

– Pa­paz ba­na si­zin iyi bir genç ol­du­ğu­nu­zu söy­le­di. Bu ev­de her­kes si­ze say­gı ile dav­ra­na­cak; ben de mem­nun olur­sam son­ra si­zi bir işe yer­leş­ti­ri­rim. Ar­tık ak­ra­ba­nız­dan ve­ya ah­bap­la­rı­nız­dan ol­sun, kim­se ile gö­rüş­mez­si­niz, on­la­rın hâl­le­ri be­nim ço­cuk­la­rı­ma ya­ra­maz. İş­te si­ze ilk ay­lı­ğı­nız otuz al­tı frank; ama bu­nun bir tek me­te­li­ği­ni bi­le ba­ba­nı­za ver­me­ye­ce­ği­ni­ze ye­min ede­cek­si­niz.

M. de Re­nal, bu iş­te ken­di­sin­den da­ha kur­naz dav­ran­mış olan yaş­lı ada­ma kız­gın­dı.

– Şim­di, Mon­sie­ur... Her­ke­sin si­zin­le bu­ra­da "Mon­sie­ur" di­ye ko­nuş­ma­sı­nı em­ret­tim, siz de ha­tır­lı kim­se­ler ya­nın­da bu­lun­ma­nın iyi­lik­le­ri­ni el­bet­te tak­dir eder­si­niz. Şim­di, Mon­sie­ur, ço­cuk­la­rın si­zi sır­tı­nız­da bu ce­ket­le gör­me­le­ri doğ­ru ol­maz.

Son­ra ka­rı­sı­na dö­nüp sor­du:

– Uşak­lar gör­dü mü?

Ma­da­me de Re­nal son de­re­ce dü­şün­ce­li bir ta­vır­la ce­vap­la­dı:

– Ha­yır!

– Pe­kâ­lâ!

Re­din­got­la­rın­dan bi­ri­ni, bu hâ­le şa­şı­ran Ju­li­en'e uza­tıp:

– Şim­di­lik bu­nu giy, he­men ku­maş­çı M. Du­rand'a gi­de­lim.

Bir sa­at­ten faz­la dı­şa­rı­da kal­dı­lar. M. de Re­nal ka­ra­lar giy­miş ye­ni eği­ti­ci ile eve dön­dü­ğü va­kit ka­rı­sı­nın ön­ce­ki ye­rin­den kı­mıl­da­ma­mış ol­du­ğu­nu gör­dü.

Ju­li­en'e bak­tık­ça Ma­da­me de Re­nal, on­dan kork­tu­ğu­nu unu­tu­yor, içi ra­hat­lı­yor­du. Ju­li­en'in onu dü­şün­dü­ğü yok­tu. O an­da ru­hu, bir ço­cuk ru­hun­dan baş­ka bir şey de­ğil­di. Üç sa­at ön­ce tit­re­ye­rek ki­li­se­den çık­ma­sı­nın üze­rin­den san­ki yıl­lar geç­miş­ti. Ma­da­me de Re­nal'in âde­ta düş­man­ca bak­tı­ğı­nı fark et­ti ve eli­ni öp­me­ye kal­kış­mak­la onu kız­dır­mış ol­du­ğu­nu an­la­dı. Lâ­kin şim­di­ye de­ğin giy­dik­le­rin­den büs­bü­tün baş­ka el­bi­se­le­re sa­hip ol­ma­nın ver­di­ği gu­rur­la son de­re­ce ken­din­den ge­çi­yor, yi­ne de se­vin­ci­ni bel­li et­mek­ten çe­ki­ni­yor­du. Her ha­re­ke­tin­de bir ter­bi­ye­siz­lik, bir de­li­lik var­dı. Ma­da­me de Re­nal ona hay­ret­le ba­kı­yor­du. Mon­sie­ur de Re­nal:

– Ağır­baş­lı olun, Mon­sie­ur, son­ra ço­cuk­la­ra da, ev hal­kı­na da ken­di­ni­zi say­dı­ra­maz­sı­nız.

– Mon­sie­ur, bu ye­ni el­bi­se­ler be­ni bir hoş et­ti. Ben yok­sul bir köy­lü­yüm, bu­gü­ne de­ğin ar­ka­ma hep kı­sa ce­ket­ler­den giy­dim. Mü­saa­de eder­se­niz gi­dip de oda­ma ka­pa­na­yım.

Ju­li­en çı­kın­ca M. de Re­nal ka­rı­sı­na sor­du:

– Na­sıl bul­dun? Bu­nu ele ge­çir­mek­le ka­zan­mış ol­ma­dık mı?

Ma­da­me de Re­nal, iç­ten gel­me de­ne­bi­le­cek ve hiç şüp­he­siz ken­di­si­nin de pek fark ede­me­di­ği bir ha­re­ket­le asıl dü­şün­ce­si­ni ko­ca­sın­dan giz­le­di:

– Doğ­ru­su, ben bu köy­lü­yü hiç de de­di­ği­niz de­re­ce­de ola­ğa­nüs­tü bul­ma­dım; il­ti­fat­la­rı­nız­la onu şı­mar­ta­cak, ar­sız ve yüz­süz ede­cek, bir aya kal­ma­dan da ko­va­cak­sı­nız...

– Ne ya­pa­lım! Ko­va­rız, bi­ze en çok yüz fran­ga mal olur fakat Ver­ri­eres­li­ler de M. de Re­nal'ın ço­cuk­la­rı­nın ya­nın­da bir eği­ti­ci gör­me­ye alış­mış olur­lar. Ju­li­en'i öy­le iş­çi gi­yi­miy­le gez­dir­sey­dim bu is­te­di­ği­miz, ye­ri­ne gel­mez­di. Onu ko­var­sak, şim­di ku­maş­çı­dan kes­tir­di­ğim si­yah ta­kı­mı el­bet­te ge­ri alı­rız. Bu ar­ka­sın­da­ki­ni ter­zi­de ha­zır bu­lup giy­dirt­tim.

Ju­li­en'in o oda­da ge­çir­di­ği bir sa­at­lik va­kit, Ma­da­me de Re­nal'e bir an ka­dar kı­sa gel­di. Ye­ni eği­ti­ci­nin gel­di­ği­ni ha­ber al­mış olan ço­cuk­lar, an­ne­le­ri­ne bir­bi­ri ar­ka­sın­dan so­ru so­ru­yor­lar­dı. So­nun­da Ju­li­en or­ta­ya çık­tı. Bü­tün bü­tün de­ğiş­miş­ti. Ağır­baş­lı­laş­mış­tı de­mek ek­sik olur; o, ağır­baş­lı­lı­ğın ta ken­di­si ol­muş­tu. Ço­cuk­lar­la ta­nış­tı­rıl­dı ve on­lar­la, M. de Re­nal'e bi­le par­mak ısır­tan bir ta­vır­la ko­nuş­tu. Söz­le­ri­ni şöy­le bi­tir­di:

– Bay­lar, ben bu­ra­ya, si­ze La­tin­ce öğ­ret­me­ye gel­dim. Siz der­si ez­ber­le­yip oku­ma­nın ne de­mek ol­du­ğu­nu bi­lir­si­niz. (Ce­bin­den kü­çük boy­da ka­ra kap­lı bir ki­tap çı­kar­dı.) İş­te Ki­ta­bı Mu­kad­des. Bu ki­tap baş­lı­ca, İsa­el­Me­sih Efen­di­mi­zin ha­ya­tı­nı an­la­tır, ya­ni Ah­dı Ce­dit de­di­ği­miz kı­sım­dır. Si­ze ders­le­ri­ni­zi ez­ber­le­tip din­le­ye­ce­ğim, siz de ben der­si­mi bi­li­yor mu­yum, ona bir ba­kın. Ço­cuk­la­rın en bü­yü­ğü olan Adolp­he ki­ta­bı eli­ne al­mış­tı. Ju­li­en de­vam et­ti:

– Rast­ge­le bir ye­ri­ni açın ve bir sa­tır­ba­şın­dan ba­na ilk ke­li­me­yi söy­le­yin. Bi­ze na­sıl ya­şa­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni bil­di­ren kut­sal ki­ta­bı, siz be­ni dur­du­run­ca­ya ka­dar, ez­ber­den oku­ya­bi­li­rim.

Adolp­he, ki­ta­bı açıp bir ke­li­me seç­ti, Ju­li­en de bü­tün say­fa­yı, ana­di­li imiş gi­bi ko­lay­lık­la ez­be­re oku­yu­ver­di. M. de Re­nal ka­rı­sı­na ka­sı­la ka­sı­la ba­kı­yor­du. Ba­ba­la­rıy­la an­ne­le­ri­nin hay­re­ti­ni gö­ren ço­cuk­lar, göz­le­ri­ni fal ta­şı gi­bi aç­mış­lar­dı. Bir uşak, sa­lo­nun ka­pı­sı­na ka­dar gel­di, Ju­li­en La­tin­ce­yi. yi­ne bı­rak­ma­dı. Uşak ön­ce ol­du­ğu yer­de kal­dı, son­ra kay­bo­lup git­ti. Ara­sı çok geç­me­den Ma­da­me de Re­nal'in fem­me de chambr'i ile aş­çı ka­dın ka­pı­nın ya­nın­da gö­zük­tü­ler; o vak­te ka­dar Adolp­he ki­ta­bı se­kiz ye­rin­den aç­mış, Ju­li­en de her se­fe­rin­de ay­nı ko­lay­lık­la ez­ber oku­muş­tu. Hay­li so­fu ve bön bir ka­dın­ca­ğız olan aş­çı yük­sek ses­le ko­nuş­tu:

– Tan­rım kem göz­ler­den esir­ge­sin, ne de şi­rin pa­paz!

Doğ­ru­su ya, iş M. de Re­nal'in onu­ru­na do­kun­mu­yor de­ğil­di; eği­ti­ci­yi im­ti­ha­na kalk­mak şöy­le dur­sun, ha­fı­za­sın­da bir­kaç ta­ne­cik ol­sun Latince söz araş­tı­rı­yor­du. En so­nun­da Ho­ra­ti­us'un bir mısrasını ha­tır­la­yıp söy­le­ye­bil­di. Latince ola­rak İn­cil'den baş­ka bir şey bil­me­yen Ju­li­en kaş­la­rı­nı ça­ta­rak ce­vap ver­di:

– Al­lah'ın iz­niy­le bir gün pa­paz ola­ca­ğım, be­nim öy­le din­siz şa­ir­ler­le uğ­raş­mam doğ­ru de­ğil­dir.

M. de Re­nal, Ho­ra­ti­us'un­dur di­ye bir sü­rü mıs­ra da­ha oku­du. Ço­cuk­la­ra Ho­ra­ti­us'un kim ol­du­ğu­nu an­lat­tı ise de ço­cuk­lar onun de­dik­le­ri­ne ku­lak as­ma­dı­lar. Hay­ran hay­ran Ju­li­en'e ba­kı­yor­lar­dı. Hiz­met­çi­ler hâ­lâ ka­pı­da dur­du­ğun­dan Ju­li­en, sı­na­vı bi­raz da­ha sür­dür­me­nin ge­rek­li ola­ca­ğı­nı dü­şün­dü.

– Şim­di, di­ye ko­nuş­tu, M. Sta­nis­las­Xa­vi­er de ba­na bu mü­ba­rek ki­ta­bın bir par­ça­sı­nı okut­tu­ra­cak.

Kol­tuk­la­rı ka­ba­ran kü­çük Sta­nis­las, bir sa­tır­ba­şın­dan ilk ke­li­me­yi ya­rım ya­ma­lak oku­du, Ju­li­en de yi­ne bü­tün say­fa­yı gü­zel­ce din­let­ti. M. de Re­nal'in za­fe­ri­ni ta­mam­la­mak is­ter gi­bi, tam Ju­li­en'in İn­cil oku­du­ğu sı­ra­da, gü­zel Nor­man­di­ya at­la­rı sa­hi­bi M. Va­le­nod ile kay­ma­kam M. Char­cot de Ma­ugi­ron içe­ri gir­di­ler. O gün­kü hal Ju­li­en'e "mon­si­er"lük ka­zan­dır­dı; uşak­lar­la hiz­met­çi­ler bi­le bu­nu ona çok gör­me­di­ler. Ak­şam, bu ha­ri­ka­yı gör­mek üze­re, bü­tün Ver­rie­res ki­bar­la­rı M. de Re­nal'in evi­ne ko­şuş­tu. Ju­li­en, her­ke­se ce­vap ve­ri­yor, an­cak laubaliliğe mey­dan ver­me­mek için ça­tık kaş­lı­lı­ğı­nı el­den bı­rak­mı­yor­du. Şa­nı, şöh­re­ti şe­hir­de öy­le­si­ne ça­buk ya­yıl­dı ki bir­kaç gün son­ra M. de Re­nal, onu ayart­ma­la­rın­dan kor­ka­rak, iki yıl­lık bir söz­leş­me im­za­la­ma­yı öne sür­dü; Ju­li­en, işi ke­sip atan bir ta­vır­la:

– Ha­yır, siz be­ni sav­mak is­ter­se­niz kal­kıp git­me­ye mec­bur olu­rum. Si­zi hiç bir borç al­tı­na sok­ma­dan be­ni bağ­la­yan bir söz­leş­me doğ­ru bir şey de­ğil­dir, de­di, ra­zı ola­mam.

Ju­li­en, ken­di­si­ni öy­le­si­ne iyi kul­lan­dı ki o eve ge­le­li da­ha bir ay ol­ma­dan M. de Re­nal bi­le onu say­ma­ya baş­la­dı. Şeh­rin pa­pa­zı, M. de Re­nal ile de, M. de Va­le­nod ile de dar­gın ol­du­ğun­dan Ju­li­en'in Na­pol­yon'a kar­şı es­ki­den bes­le­di­ği bü­yük sev­gi­nin sö­zü­nü eden ol­ma­dı. Şim­di Ju­li­en, Na­pol­yon'dan an­cak yü­zü­nü ek­şi­te­rek söz edi­yor­du.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro