Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 5: Duygusallık, Bir De Sofu, Kibar Bayan

Ora­da sö­nük söz­le­re öy­le­si­ne alı­şıl­mış­tır ki bi­raz can­lı bir fi­kir, bir ka­ba­lık gi­bi ge­lir. Ko­nu­şur­ken icat ede­yim di­ye­nin vay hâ­li­ne!

FA­UB­LAS

Bir­kaç ay­lık bir sı­na­ma­nın so­nun­da Ju­li­en iş­te tam bu hal­dey­di. Bir sa­bah kâh­ya yıl­lı­ğı­nın üçün­cü üç ay­lı­ğı­nı ge­tir­di. M. de La Mo­le onu Bri­tan­ya ile Nor­man­di­ya'da­ki iş­le­ri­ni yö­net­mek­le gö­rev­len­dir­miş­ti. Ju­li­en sık sık ora­la­ra gi­dip ge­li­yor­du. Fri­lai­re'le olan o meş­hur dâ­va­nın mek­tup­la­rı­nı yaz­mak işi de Ab­be'nin üze­rin­de idi. Ab­be Pi­rard, bu­nun için lazım ge­len şey­le­ri öğ­ret­miş­ti. Mar­qu­is, ken­di­si­ne ge­len her tür­lü mek­tup­la­rın ke­na­rı­na bir iki ke­li­me­lik not­lar ka­ra­lı­yor, Ju­li­en'in bun­la­ra gö­re yaz­dı­ğı mek­tup­la­rı he­men her za­man is­te­di­ği­ne uy­gun bu­lu­yor­du.

Ruh­ban oku­lun­da­ki öğ­ret­men­le­ri de­vam­sız­lı­ğın­dan ya­kı­nı­yor­lar­sa da ona yi­ne de en ile­ri öğ­ren­ci­den bi­ri di­ye ba­kı­yor­lar­dı. Is­tı­rap çe­ken bir yük­sel­me he­ve­si­nin ate­şiy­le kav­ra­dı­ğı bu iş­ler Ju­li­en'in, taş­ra­dan ye­ni gel­di­ği gün­ler­de pem­be pem­be olan ya­nak­la­rı­nı sol­dur­muş­tu. Ben­zi­nin uçuk­lu­ğu, okul­da­ki genç ar­ka­daş­la­rı­nın gö­zün­de bir me­zi­yet­ti. Ju­li­en bun­la­rı Be­san­çon­da­ki­ler­den çok da­ha az za­lim bu­lu­yor, pa­ra­ya on­lar ka­dar ta­pın­ma­dık­la­rı­nı sa­nı­yor­du; ar­ka­daş­la­rı da ona inan­cı za­yıf di­ye ba­kı­yor­lar­dı. Mar­qu­is bir at ver­miş­ti.

Onun­la gez­me­ye çık­tı­ğı gün­ler bir rast ge­len olur di­ye Ju­li­en, Mar­qu­is'e, at bin­me­si­ne dok­tor­la­rın iz­ni ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­di. Ab­be Pi­rard onu bir­kaç jan­se­nist evi­ne gö­tür­müş­tü. Ju­li­en şaş­tı; ka­fa­sın­da din fik­riy­le iki yüz­lü­lük, pa­ra ka­zan­mak umu­du bir­bi­ri­ne çö­zül­mez­ce­si­ne bağ­lan­mış­tı. Böy­le so­fu, ağır­baş­lı, ke­se­le­ri­ni dü­şün­mez adam­lar gö­rün­ce hay­ran ol­du. Jan­se­nist­ler­den ço­ğu onu sev­di, öğüt ver­me­ye baş­la­dı. Ju­li­en yep­ye­ni bir âlem­le kar­şı­la­şı­yor­du. Jan­se­nist­ler ara­sın­da Com­te Al­ta­mi­ra adın­da, bo­yu al­tı aya­ğa va­ran bir adam ta­nı­dı. Mem­le­ke­tin­de ölüm ce­za­sı­na çar­pıl­mış olan Com­te Al­ta­mi­ra'ın so­fu­luk­ta da ku­su­ru yok­tu. Bu ga­rip te­zat, bir ada­mın kal­bin­de hem so­fu­luk, hem de hür­ri­yet aş­kı bu­lu­na­bil­me­si Ju­li­en'in pek tu­ha­fı­na git­ti.

Ju­li­en'in genç Com­te'la ara­sı şe­ker şer­bet­ti. Nor­bert, dost­la­rın­dan ba­zı­la­rı­nın şa­ka­la­rı­na Ju­li­en'in ver­di­ği ce­vap­la­rı aşı­rı­ca bul­muş­tu. Ju­li­en, bir iki ke­re uy­gun­suz­lu­ğa düş­tü­ğün­den bir da­ha Ma­de­mo­isel­le Mat­hil­de'e ken­di­li­ğin­den söz söy­le­me­me­ye ka­rar ver­miş­ti. La Mo­le ko­na­ğın­da ge­ne her­kes ona kar­şı son de­re­ce na­zik­ti; fa­kat o ken­di­ni düş­müş his­se­di­yor­du. Onun taş­ra­lı sağ­du­yu­su bu ha­lin se­be­bi­ni hal­kın "Ye­ni­ce ele­ğim, ne­re­ye asa­yım" sö­zün­de bu­lu­yor­du. Bir ya­kı­şık­sız sö­zün bı­rak­tı­ğı iç üzün­tü­sü, bü­tün bir ge­ce ho­şa git­miş ol­ma­nın zev­kin­den çok ağır ba­sı­yor­du. Ju­li­en: Böy­le olun­ca ken­di­mi be­ğen­dir­me­ye ça­lış­mak ne­ye ya­rar? de­yip hiç gam ka­sa­vet çek­me­den, bir da­ha ağ­zı­nı aç­ma­ma­ya ka­rar ver­di.

İlk gün­ler­de ol­du­ğun­dan çok da­ha an­la­yış­lı­lık gös­te­ri­yor, ya­hut da Pa­ris­li­le­rin ne­za­ke­ti­ne ilk gün­ler­de ol­du­ğu ka­dar ka­pıl­mı­yor­du. İşi­ni gü­cü­nü bı­rak­tı mı, için­de bu­nal­tı­cı, bo­ğu­cu bir sı­kın­tı du­yar­dı. İn­sa­nı hay­ran eden fakat ga­yet­le öl­çü­lü, her­ke­sin du­ru­mu­na gö­re şaş­maz de­re­ce­le­re bö­lün­müş o ki­bar­lar âle­mi ne­za­ke­ti­nin iş­te böy­le gö­nül ku­ru­tu­cu bir te­si­ri var­dır. Bir par­ça­cık his­li bir in­san bun­da­ki yap­ma­cık­lı­ğı gö­rüp an­lar.

Evet evet, taş­ra­lı­la­rın sı­ra­dan bir ha­li ol­du­ğu, öy­le pek ne­za­ket bil­me­dik­le­ri söy­le­ne­bi­lir; ama dı­şa­rı­lık­lı in­san­lar, sö­zü­nü­ze ce­vap ve­rir­ken, bi­raz ol­sun il­gi gös­te­rir. La Mo­le ko­na­ğın­da Ju­li­en'in onu­ru­na do­ku­nul­du­ğu ol­maz­dı; ama ço­ğu za­man, gü­nü­nü bi­ti­rip de oda­sı­na çe­ki­lir­ken, için­den ağ­la­mak ge­lir­di. Taş­ra­da, bir kah­ve­ye gi­rer­ken bir ka­za ge­çir­se­niz, gar­son ge­lip hal ha­tır so­rar; fa­kat bu ge­çir­di­ği­niz ka­za­da onu­ru­nu­za do­ku­nur bir şey var­sa, o gar­son ha­li­ni­ze acır­ken, içi­ni­zi ka­na­tan ke­li­me­yi de bel­ki on de­fa tek­rar eder. Pa­ris'te ise gül­mek için giz­len­mek ne­za­ke­ti esir­gen­mez ama si­ze hep bir ya­ban­cı di­ye bak­mak­tan da ge­ri kal­ma­z­lar.

Ju­li­en ise, gü­lünç bu­lun­ma­ya bi­le layık gö­rül­mü­yor­du; hâlbuki onu gü­lünç ede­cek bin bir şey ol­du. Bun­la­rı sa­ya­cak de­ği­liz. De­li­ce duy­gu­sal­lı­ğı ona bir yı­ğın toy­luk­lar et­ti­ri­yor­du. Bü­tün eğ­len­ce­le­ri de ge­ne ih­ti­yat dü­şün­ce­sin­den do­ğu­yor­du. Her gün ta­ban­ca ile atış ta­li­mi­ne gi­di­yor, en nam­lı kı­lıç ho­ca­la­rın­dan ders alı­yor­du. Bir da­ki­ka boş vak­ti ol­du mu, es­ki­si gi­bi ka­pa­nıp ki­tap oku­ya­ca­ğı­na, bi­ni­ci­lik ho­ca­sı­na ko­şup en azı­lı at­la­ra bi­ni­yor­du. Ho­ca­sı ile gez­me­ye git­ti­ği gün­ler, he­men he­men her se­fe­rin­de, at­tan dü­şer­di.

İşi­ne son de­re­ce bağ­lı, sö­ze ka­rış­maz, akıl­lı bir genç ol­du­ğun­dan ötü­rü Mar­qu­is onu pek ya­rar­lı bul­muş, için­den çı­kıl­ma­sı bi­raz zor­ca ne­si olur­sa pe­şi­ni kol­la­ma­yı, ya­vaş ya­vaş hep ona bı­rak­mış­tı. Öy­le pek bü­yük hırs­la­ra ka­pıl­ma­dı­ğı za­man­lar Mar­qu­is işi­ni iyi bi­lir bir adam­dı. Sa­ray­da­ki ye­ri sa­ye­sin­de her­kes­ten ön­ce ha­ber ala­bil­di­ği için bor­sa oyu­nun­da ta­li­hi iyi gi­der­di. Ev­ler, or­man­lar sa­tın alır­dı; fa­kat ka­fa­sı da ça­buk kı­zar­dı. Bir­kaç yüz frank için dâ­va açar, yüz­ler­ce li­ra kay­be­der­di. Gö­nül­le­ri bü­yük olan zen­gin adam­lar, bir işe gi­riş­ti­ler mi, kâr­dan zi­ya­de eğ­len­ce dü­şü­nür­ler. Mar­qu­is'in, pa­ra iş­le­ri­ni kav­ran­ma­sı ko­lay, açık bir dü­ze­ne ko­ya­cak bir ge­nel­kur­may baş­ka­nı­na ih­ti­ya­cı var­dı.

Ma­da­me de La Mo­le ise, ted­bir­li bir ka­dın ol­mak­la be­ra­ber, ba­zen Ju­li­en'le eğ­le­nir­di. Duy­gu­sal­lık yü­zün­den çı­kan bek­le­nil­me­dik hal­ler, ki­bar ba­yan­la­rın en sev­me­di­ği şey­dir; his­li­lik, ki­bar­lar âle­min­de gö­ze­ti­len ter­bi­ye­nin ta­ban ta­ba­na zıd­dı­dır. İki üç ke­re Mar­qu­is, Ju­li­en'den ya­na çık­tı: Si­zin sa­lo­nu­nuz­da gü­lünç ola­bi­lir ama Al­lah için işi­nin eri! Ju­li­en de Mar­qu­is'in için­den ge­çir­di­ği­ni se­zer gi­bi ol­du. Ba­ron de La Jo­uma­te'ın gel­di­ği ha­ber ve­ril­di mi, Mar­qu­is ar­tık lüt­fe­dip her şe­ye il­gi gös­te­rir­di. Ba­ron de La Jo­uma­te, yü­zün­den hiç­bir his­si bel­li ol­maz, so­ğuk bir adam­dı. Kı­sa boy­lu, cı­lız, çir­kin­di; gü­nü­nü sa­ray­da ge­çi­rir, ne iş ko­nu­şu­lur­sa ko­nu­şul­sun, ağ­zı­nı açıp bir tek şey söy­le­di­ği ol­maz­dı, iş­te böy­le­si­ne dü­şü­nür bir adam­dı. Ma­da­me de La Mo­le onu kı­zı­na ko­ca ede­bil­se, ha­ya­tın­da ilk de­fa ola­rak, ba­şı gök­le­re ere­cek­ti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro