Bölüm 5: Duygusallık, Bir De Sofu, Kibar Bayan
Orada sönük sözlere öylesine alışılmıştır ki biraz canlı bir fikir, bir kabalık gibi gelir. Konuşurken icat edeyim diyenin vay hâline!
FAUBLAS
Birkaç aylık bir sınamanın sonunda Julien işte tam bu haldeydi. Bir sabah kâhya yıllığının üçüncü üç aylığını getirdi. M. de La Mole onu Britanya ile Normandiya'daki işlerini yönetmekle görevlendirmişti. Julien sık sık oralara gidip geliyordu. Frilaire'le olan o meşhur dâvanın mektuplarını yazmak işi de Abbe'nin üzerinde idi. Abbe Pirard, bunun için lazım gelen şeyleri öğretmişti. Marquis, kendisine gelen her türlü mektupların kenarına bir iki kelimelik notlar karalıyor, Julien'in bunlara göre yazdığı mektupları hemen her zaman istediğine uygun buluyordu.
Ruhban okulundaki öğretmenleri devamsızlığından yakınıyorlarsa da ona yine de en ileri öğrenciden biri diye bakıyorlardı. Istırap çeken bir yükselme hevesinin ateşiyle kavradığı bu işler Julien'in, taşradan yeni geldiği günlerde pembe pembe olan yanaklarını soldurmuştu. Benzinin uçukluğu, okuldaki genç arkadaşlarının gözünde bir meziyetti. Julien bunları Besançondakilerden çok daha az zalim buluyor, paraya onlar kadar tapınmadıklarını sanıyordu; arkadaşları da ona inancı zayıf diye bakıyorlardı. Marquis bir at vermişti.
Onunla gezmeye çıktığı günler bir rast gelen olur diye Julien, Marquis'e, at binmesine doktorların izni olmadığını söyledi. Abbe Pirard onu birkaç jansenist evine götürmüştü. Julien şaştı; kafasında din fikriyle iki yüzlülük, para kazanmak umudu birbirine çözülmezcesine bağlanmıştı. Böyle sofu, ağırbaşlı, keselerini düşünmez adamlar görünce hayran oldu. Jansenistlerden çoğu onu sevdi, öğüt vermeye başladı. Julien yepyeni bir âlemle karşılaşıyordu. Jansenistler arasında Comte Altamira adında, boyu altı ayağa varan bir adam tanıdı. Memleketinde ölüm cezasına çarpılmış olan Comte Altamira'ın sofulukta da kusuru yoktu. Bu garip tezat, bir adamın kalbinde hem sofuluk, hem de hürriyet aşkı bulunabilmesi Julien'in pek tuhafına gitti.
Julien'in genç Comte'la arası şeker şerbetti. Norbert, dostlarından bazılarının şakalarına Julien'in verdiği cevapları aşırıca bulmuştu. Julien, bir iki kere uygunsuzluğa düştüğünden bir daha Mademoiselle Mathilde'e kendiliğinden söz söylememeye karar vermişti. La Mole konağında gene herkes ona karşı son derece nazikti; fakat o kendini düşmüş hissediyordu. Onun taşralı sağduyusu bu halin sebebini halkın "Yenice eleğim, nereye asayım" sözünde buluyordu. Bir yakışıksız sözün bıraktığı iç üzüntüsü, bütün bir gece hoşa gitmiş olmanın zevkinden çok ağır basıyordu. Julien: Böyle olunca kendimi beğendirmeye çalışmak neye yarar? deyip hiç gam kasavet çekmeden, bir daha ağzını açmamaya karar verdi.
İlk günlerde olduğundan çok daha anlayışlılık gösteriyor, yahut da Parislilerin nezaketine ilk günlerde olduğu kadar kapılmıyordu. İşini gücünü bıraktı mı, içinde bunaltıcı, boğucu bir sıkıntı duyardı. İnsanı hayran eden fakat gayetle ölçülü, herkesin durumuna göre şaşmaz derecelere bölünmüş o kibarlar âlemi nezaketinin işte böyle gönül kurutucu bir tesiri vardır. Bir parçacık hisli bir insan bundaki yapmacıklığı görüp anlar.
Evet evet, taşralıların sıradan bir hali olduğu, öyle pek nezaket bilmedikleri söylenebilir; ama dışarılıklı insanlar, sözünüze cevap verirken, biraz olsun ilgi gösterir. La Mole konağında Julien'in onuruna dokunulduğu olmazdı; ama çoğu zaman, gününü bitirip de odasına çekilirken, içinden ağlamak gelirdi. Taşrada, bir kahveye girerken bir kaza geçirseniz, garson gelip hal hatır sorar; fakat bu geçirdiğiniz kazada onurunuza dokunur bir şey varsa, o garson halinize acırken, içinizi kanatan kelimeyi de belki on defa tekrar eder. Paris'te ise gülmek için gizlenmek nezaketi esirgenmez ama size hep bir yabancı diye bakmaktan da geri kalmazlar.
Julien ise, gülünç bulunmaya bile layık görülmüyordu; hâlbuki onu gülünç edecek bin bir şey oldu. Bunları sayacak değiliz. Delice duygusallığı ona bir yığın toyluklar ettiriyordu. Bütün eğlenceleri de gene ihtiyat düşüncesinden doğuyordu. Her gün tabanca ile atış talimine gidiyor, en namlı kılıç hocalarından ders alıyordu. Bir dakika boş vakti oldu mu, eskisi gibi kapanıp kitap okuyacağına, binicilik hocasına koşup en azılı atlara biniyordu. Hocası ile gezmeye gittiği günler, hemen hemen her seferinde, attan düşerdi.
İşine son derece bağlı, söze karışmaz, akıllı bir genç olduğundan ötürü Marquis onu pek yararlı bulmuş, içinden çıkılması biraz zorca nesi olursa peşini kollamayı, yavaş yavaş hep ona bırakmıştı. Öyle pek büyük hırslara kapılmadığı zamanlar Marquis işini iyi bilir bir adamdı. Saraydaki yeri sayesinde herkesten önce haber alabildiği için borsa oyununda talihi iyi giderdi. Evler, ormanlar satın alırdı; fakat kafası da çabuk kızardı. Birkaç yüz frank için dâva açar, yüzlerce lira kaybederdi. Gönülleri büyük olan zengin adamlar, bir işe giriştiler mi, kârdan ziyade eğlence düşünürler. Marquis'in, para işlerini kavranması kolay, açık bir düzene koyacak bir genelkurmay başkanına ihtiyacı vardı.
Madame de La Mole ise, tedbirli bir kadın olmakla beraber, bazen Julien'le eğlenirdi. Duygusallık yüzünden çıkan beklenilmedik haller, kibar bayanların en sevmediği şeydir; hislilik, kibarlar âleminde gözetilen terbiyenin taban tabana zıddıdır. İki üç kere Marquis, Julien'den yana çıktı: Sizin salonunuzda gülünç olabilir ama Allah için işinin eri! Julien de Marquis'in içinden geçirdiğini sezer gibi oldu. Baron de La Joumate'ın geldiği haber verildi mi, Marquis artık lütfedip her şeye ilgi gösterirdi. Baron de La Joumate, yüzünden hiçbir hissi belli olmaz, soğuk bir adamdı. Kısa boylu, cılız, çirkindi; gününü sarayda geçirir, ne iş konuşulursa konuşulsun, ağzını açıp bir tek şey söylediği olmazdı, işte böylesine düşünür bir adamdı. Madame de La Mole onu kızına koca edebilse, hayatında ilk defa olarak, başı göklere erecekti.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro