Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 39: Düzen

Castres 1676. Yanımızdaki evde bir genç, kız kardeşini vurdu. Bu asilzade bundan önce bir adam daha öldürmüş. Babası, üyelere el altından beş yüz ecu dağıttırıp onun kellesini kurtardı.

LOC­KE, Fran­sa se­ya­ha­ti

Mat­hil­de, pis­ko­pos­luk sa­ra­yın­dan çı­kar çık­maz, hiç te­red­düt et­me­den, Ma­da­me de Fer­va­qu­es'a mek­tup ya­zıp bir adam­la gön­der­di; adı­nı le­ke­le­mek kor­ku­su onu bir sa­ni­ye bi­le dur­dur­ma­dı. Ra­ki­be­sin­den *** pis­ko­po­sun­dan M. de Fri­la­ir'e bir mek­tup ko­par­ma­sı­nı, bu mek­tu­bun pis­ko­po­sun ken­di eliy­le ya­zıl­mış ol­ma­sı­nı ri­ca edi­yor­du. Hatta biz­zat Ma­da­me de Fer­va­qu­es'ın kal­kıp Be­san­çon'a gel­me­si için âde­ta yal­var ya­kar olu­yor­du.

Fo­uqu­e'nin sö­zü­nü din­le­miş, gi­riş­ti­ği iş­le­ri Ju­li­en'e aç­ma­mak için ağ­zı­nı sı­kı tut­muş­tu. Mat­hil­de'in Be­san­çon'da bu­lun­ma­sı Ju­li­en'in zih­ni­ni al­tüst et­me­ye ye­tip ar­tı­yor­du; bir de bu iş­le­ri an­lat­ma­sı­na lü­zum kal­mı­yor­du. Ölü­me yak­laş­tık­ça es­ki ha­ya­tın­da­kin­den da­ha çok na­mus­lu­la­şan Ju­li­en ar­tık yal­nız M. de La Mo­le'u de­ğil, Mat­hil­de'i ha­tır­la­yın­ca da vic­dan aza­bı duy­ma­ğa baş­la­mış­tı. İçin­den "Bu da ne!" de­yip du­ru­yor­du, Mat­hil­de'in ya­nın­da be­nim dal­dı­ğım, hatta iç sı­kın­tı­sı­nı duy­du­ğum an­lar olu­yor. O be­nim için ken­di­ni mah­ve­di­yor; ben­den gör­dü­ğü mü­kâ­fat da iş­te bu! Yok­sa ben kö­tü bir in­san mı­yım? Gö­zü yu­kar­da ol­du­ğu za­man­lar bu so­ru­ya pek al­dı­rış et­mez­di; o va­kit­ler onun gö­zün­de, gi­riş­ti­ği işi ba­şa­ra­ma­mak­tan baş­ka uta­nı­la­cak bir şey yok­tu.

Mat­hil­de'in gön­lün­de yak­tı­ğı ate­şin o sı­ra­da büs­bü­tün gö­rül­me­dik, büs­bü­tün çıl­gın­ca bir hal al­dı­ğı­nı fark edi­yor, bu­nun için de onun ya­nın­da duy­du­ğu ru­hi sı­kın­tı bir kat da­ha şid­det­le­ni­yor­du. Kı­zın bü­tün söz­le­ri, hep onu kur­tar­mak için dü­şün­dü­ğü fe­da­kâr­lık­lar üze­ri­ne idi.

Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le, kol­tuk­la­rı­nı ka­bar­tan bir duy­gu­nun ver­di­ği coş­kun­luk­la her tür­lü gu­ru­ru unut­muş, ha­ya­tı­nın her anı­nı bir baş­ka ka­pı­ya baş­vu­ra­rak ge­çir­mek is­ti­yor­du. En ga­rip, ken­di­si için en teh­li­ke­li plân­lar ku­ru­yor, Ju­li­en'le ko­nu­şur­ken de hep bun­lar­dan söz edi­yor­du. Ken­di­le­ri­ne bol bol pa­ra ver­di­ği için gar­di­yan­lar onun bil­di­ği gi­bi hü­küm sür­me­si­ne ses çı­kar­mı­yor­lar­dı. Mat­hil­de'in ak­lın­dan ge­çen­ler, yal­nız­ca adı­nı dil­le­re dü­şür­me­ye ra­zı ol­mak gi­bi fe­da­kâr­lık­lar de­ğil­di; onun ne hal­de ol­du­ğu­nu is­ter­se dün­ya âlem duy­sun, umu­run­da bi­le de­ğil­di. Kra­lın, dört­na­la gi­den ara­ba­sı önün­de yer­le­re ka­pa­nıp Ju­li­en için af di­le­mek, bin ke­re ezil­mek teh­li­ke­si­ni gö­ze ala­rak hü­küm­da­rın dik­ka­ti­ni çek­me­ye ça­lış­mak, o coş­kun, o ce­sa­ret­li ru­hun kur­du­ğu hül­ya­la­rın en az ga­rip­le­rin­den­di. Kra­lın çev­re­sin­de bu­lu­nan bil­dik­le­rin yar­dı­mıy­la Sa­int­Clo­ud sa­ra­yı­nın has bah­çe­le­ri­ne gi­re­bi­le­ce­ğin­den emin­di.

Ju­li­en'e ge­lin­ce.. o ken­di­ni bu de­re­ce fe­da­kâr­lı­ğa pek layık gör­mü­yor­du; işin doğ­ru­su, kah­ra­man­lık­tan bık­mış­tı. Mat­hil­de'in gös­ter­di­ği sev­gi ba­sit, saf, âde­ta utan­gaç de­ne­bi­le­cek bir sev­gi ol­say­dı, bel­ki Ju­li­en'e de te­sir eder­di; fa­kat Mat­hil­de'in ki­bir­li, aza­met­li ru­hu, ken­di­ni her­ke­se gös­ter­mek fik­rin­den, gös­te­riş ar­zu­sun­dan bir tür­lü kur­tu­la­mı­yor­du.

Yü­rek çar­pın­tı­la­rı ge­çi­ri­yor, âşı­kı­nın öl­me­sin­den kor­ku­yor, onun ar­ka­sın­dan ben de ya­şa­mam, di­yor fakat yi­ne de hem aş­kı­nın şid­de­ti, hem de gi­riş­ti­ği iş­le­rin yü­ce­li­ğiy­le el âle­mi hay­re­te dü­şür­mek ih­ti­ya­cı­nı duy­du­ğu bel­li olu­yor­du.

Bun­ca fe­da­kâr­lı­ğa, yi­ğit­çe bir fe­da­kâr­lı­ğa şa­hit olup da yi­ne için­de bir min­net­tar­lık, bir he­ye­can duy­ma­mak Ju­li­en'i si­nir­len­di­ri­yor­du. Ya Mat­hil­de'in za­val­lı Fo­uqu­e'yi sü­rük­le­mek is­te­di­ği de­li­lik­le­ri duy­sa ne der­di? Fo­uqu­e de ha­ki­kat­li bir adam­dı ama onun akıl­lı us­lu, dar ka­fa­sı­nın bu iş­le­ri al­ma­sı müm­kün de­ğil­di.

Doğ­ru­su bu ya Mat­hil­de'in yap­mak is­te­dik­le­rin­de ne­yi be­ğen­me­di­ği­ni, ne­yi de­li­lik say­dı­ğı­nı ken­di de pek bi­le­mi­yor­du; çün­kü o da, Ju­li­en'i kur­tar­mak için va­rı­nı yo­ğu­nu ver­me­ye, fe­le­ğin bü­tün mih­net­le­ri­ne gö­ğüs ger­me­ye ha­zır­dı. Mat­hil­de'in ne ka­dar al­tın da­ğıt­tı­ğı­nı gö­rün­ce ağ­zı açık kal­mış­tı. İlk gün­ler, kı­zın böy­le har­ca­dı­ğı pa­ra­lar, dı­şar­lık­lı gi­bi pa­ra­ya âde­ta ta­pı­nan Fou­qe'de, yıl­gın­lı­ğa ben­zer bir say­gı uyan­dır­mış­tı.

So­nun­da Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'un kur­du­ğu plân­la­rın bo­yu­na de­ğiş­ti­ği­ni fark edip içi­ne bir ra­hat­lık gel­di; yo­ru­lup yo­ru­lup bir tür­lü sır­rı­nı çö­ze­me­di­ği hu­yu­nu, pek be­ğe­ne­me­di­ği fakat ni­çin be­ğe­ne­me­di­ği­ni de an­la­ya­ma­dı­ğı o kı­zı ayıp­la­mak için iki ke­li­me bul­du: "Ça­bu­cak de­ği­şi­ve­ri­yor" Ça­bu­cak de­ği­şi­ve­ri­yor hük­müy­le taş­ra­da en bü­yük la­net sa­yı­lan kö­tü ka­fa­lı hük­mü ara­sın­da­ki yol pek kı­sa­dır.

Bir gün Mat­hil­de ha­pis­ha­ne­den çı­kar­ken Ju­li­en'i ken­di ken­di­ne: Ba­na kar­şı bu ka­dar ateş­li bir aşk bes­le­di­ği­ni gö­re­yim de yi­ne yü­re­ğim taş gi­bi kal­sın, şa­şı­la­cak şey! de­di; da­ha iki ay ol­ma­dı, bu kı­zı ta­par­ca se­vi­yor­dum. Ölü­mün yak­laş­ma­sı­nın, in­san­da her şe­ye kar­şı il­gi­yi sön­dür­dü­ğü­nü ki­tap­lar­da oku­muş­tum; ama nan­kör ol­du­ğu­mu­zu his­se­dip de bir tür­lü ta­bi­atı­mı­zı de­ğiş­ti­re­me­mek çok fe­na şey! De­mek ki ben, yal­nız ken­di­ni dü­şü­nen bir al­da­tıl­mı­şım!..Bu hu­yu­nu, en ağır söz­ler­le kı­nı­yor­du.

Gön­lün­de ya­nan yük­sel­mek hır­sı sön­müş­tü ama, kül­len­miş baş­ka bir ih­ti­ras ye­ni­den alev­len­me­ye baş­la­mış­tı; Ju­li­en bu­nu, Ma­da­me de Re­nal'i öl­dür­me­ğe kalk­mış ol­ma­nın ver­di­ği vic­dan aza­bı sa­nı­yor­du.

İşin doğ­ru­su, Ju­li­en, Ma­da­me de Re­na­le'e çıl­gın­ca âşık­tı. Oda­sın­da tek ba­şı­na ka­lıp ra­hat­sız edil­mek kor­ku­sun­dan da kur­tu­lun­ca ken­di­ni, vak­tiy­le ya Ver­rie­res, ya Vergy'de ge­çir­di­ği gün­le­rin ha­ya­li­ne bı­ra­kı­yor, bun­dan da bü­yük bir zevk alı­yor­du. Pek ça­bu­cak uçu­ver­miş o za­man­la­rın en kü­çük olay­la­rı­nı ha­tır­la­dık­ça on­la­rın ta­ze­li­ği­ne, ta­dı­na bir tür­lü do­ya­mı­yor, on­lar­dan bir tür­lü ken­di­ni çe­kip ala­mı­yor­du. Pa­ris'te­ki ba­şa­rı­la­rı­nı hiç dü­şün­dü­ğü yok­tu; on­lar­dan içi sı­kı­lı­yor­du.

Ça­bu­cak bü­yü­yüp ço­ğa­lan bu duy­gu­la­rı, kıs­kanç Mat­hil­de se­zer gi­bi ol­du. Ju­li­en'in yal­nız­lık is­te­di­ği­ni, bu yal­nız­lık aş­kı­nın kar­şı­sı­na ye­nil­mez bir ha­sım gi­bi di­kil­di­ği­ni iyi­ce an­la­mış­tı. Ba­zen kor­ka kor­ka Ma­da­me de Re­nal'in sö­zü­nü edi­yor da Ju­li­en'in, o adı du­yar duy­maz tit­re­di­ği­ni gö­rü­yor­du. Ar­tık Mat­hil­de'in aş­kı sı­nır, öl­çü bil­mi­yor­du.

Söy­le­dik­le­ri­ne ken­di­si­ni de inan­dı­ra­rak: O ölür­se, ar­ka­sın­dan ben de ölü­rüm, di­yor­du. Be­nim du­ru­mum­da­ki bir kı­zın, ölü­me mah­kûm bir âşı­ğı böy­le ta­par­ca­sı­na sev­di­ği­ni gö­rün­ce Pa­ris sa­lon­la­rı hal­kı kim bi­lir ne söy­ler, ne­ler? Be­nim duy­gu­la­rı­mın bir ben­ze­ri­ni bul­mak için ta kah­ra­man­lar za­ma­nı­na dön­mek lazım: IX. Char­les ile II­I. Hen­ri za­ma­nı in­san­la­rı­nın kal­bi iş­te böy­le aşk­lar­la çar­par­mış.

Se­viş­me­le­ri­nin en ateş­li an­la­rın­da Ju­li­en'in ba­şı­nı göğ­sü üze­rin­de sı­kar­ken için­den: Bu baş, bu gü­zel has ke­si­le­cek mi? di­yor­du. Son­ra gön­lü­ne mut­lu­luk ve­ren bir kah­ra­man­lık­la tu­tu­şup ilâ­ve edi­yor­du: Bu baş ke­si­lir­se, şim­di bu gü­zel saç­la­rı öpen du­dak­la­rım da, yir­mi dört sa­at geç­me­den so­lup do­na­cak!

O kah­ra­man­lık­lar­la, o ıs­tı­rap­lar­la do­lu haz sa­at­le­ri­nin hâ­tı­ra­la­rı, onu kı­rıl­maz bir çem­ber­le ku­şa­tı­yor­du. O yük­sek ruh­tan şim­di­ye de­ğin çok uzak kal­mış olan in­ti­har dü­şün­ce­si, yer et­ti­ği bir ka­fa­yı ar­tık ta­ma­mıy­la eli­ne alan bu fi­kir, ar­tık o ru­ha da gi­rip hük­mü­nü sür­me­ye baş­la­dı. Mat­hil­de övünç­le: Ha­yır, ha­yır di­yor­du, ata­la­rı­mın ka­nı ba­na ge­lin­ce­ye dek hiç de so­ğu­ma­mış!"

Âşı­ğı bir gün ona:

– Siz­den bir is­tir­ha­mım var, de­di: Ço­cu­ğu­nu­zu Ver­rie­res'de bir süt­ni­ne­ye ve­rin, Ma­da­nı­e de Re­nal süt ni­ne­yi göz al­tın­da bu­lun­du­rur.

Mat­hil­de:

– Bu söy­le­di­ği­niz çok ağır bir şey.. der­ken sap­sa­rı ke­sil­miş­ti.

Ju­li­en hül­ya­la­rın­dan sil­kin­di, kı­zı kol­la­rı ara­sın­da sı­ka­rak:

– Hak­kın var, de­di, su­çum çok bü­yük, n'olur­sun be­ni ba­ğış­la...

Mat­hil­de'in göz yaş­la­rı­nı ku­ru­la­dık­tan son­ra yi­ne o fik­re dön­dü fakat bu se­fer işi us­ta­lık­la iler­let­mek is­te­di. Ko­nuş­ma­ya hü­zün­lü bir fel­se­fe ha­va­sı ver­miş­ti. Ken­di­si için az za­man son­ra ka­pa­nı­ve­re­cek olan ge­le­cek­ten söz edi­yor­du:

– Siz de ka­bul et­me­li­si­niz ki, bü­tün bü­yük aşk­lar ha­yat­ta bi­rer arı­za­dan baş­ka bir şey de­ğil­dir, an­cak bu arı­za yal­nız üs­tün ruh­lar­da gö­rü­lür. Be­nim oğ­lu­mun ölü­mü, ai­le­ni­zin gu­ru­ru na­mı­na, el­bet­te ha­yır­lı bir şey olur; böy­le ola­ca­ğı­nı emir kul­la­rı pek iyi an­lar. Bir fe­lâ­ket, bir ayıp di­ye do­ğa­cak o ço­cu­ğun dün­ya­da na­si­bi ba­kım­sız­lık, hor gö­rül­mek ola­cak­tır... Ne za­man ola­ca­ğı­nı tâ­yin et­mek is­te­mem fakat o gü­nün ge­le­ce­ği­ni dü­şün­me­ye ce­sa­ret ede­bi­li­yo­rum: bir gün ge­le­cek, siz be­nim son öğüt­le­ri­mi din­le­yip Mar­qu­is de Cro­ise­no­ig'ya va­ra­cak­sı­nız.

–– Ne, böy­le le­ke­len­dik­ten son­ra mı de­di­niz?

–– Si­zin­ki gi­bi bir adın le­ke tut­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. Siz dul kal­mış bir ka­dın, bir de­li­nin du­lu sa­yı­lır­sı­nız, iş­te hep­si o ka­dar. Hatta da­ha ile­ri gi­de­bi­li­rim: Be­nim su­çum, pa­ra için iş­len­miş bir suç ol­ma­dı­ğın­dan, hay­si­ye­te ay­kı­rı de­ğil­dir. Bel­ki o de­vir­de fi­lo­zof bir ya­sa ko­yu­cu­su da çağ­daş­la­rı­nın ön yar­gı­la­rı­nı ye­nip idam ce­za­sı­nı kal­dı­rır. Öy­le bir ce­re­yan olur­sa dost bir ağız be­ni em­sal gös­te­rip: İş­te, Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'un ilk ko­ca­sı, ger­çi bir de­liy­di ama kö­tü bir adam, bir al­çak de­ğil­di. Onun ka­fa­sı­nı kes­mek an­lam­sız bir iş ol­du! di­ye­bi­lir­ler. O za­man be­nim hâ­tı­ram­da hiç de le­ke gi­bi gö­rül­mez; ama bu­nun için da­ha bi­raz va­kit geç­me­li... Si­zin ki­bar­lar âle­min­de­ki mev­kii­niz, ser­ve­ti­niz, mü­sa­ade­niz­le söy­le­ye­yim, de­ha­nız, si­zin­le ev­len­dik­ten son­ra M. de Cro­ise­no­is'yı. ken­di ken­di­ne ye­ti­şe­me­ye­ce­ği bü­yük bir işin ba­şı­na ge­çi­re­bi­lir. Onun soy­lu­lu­ğu, kah­ra­man­lı­ğı var ama o ka­dar; bu me­zi­yet­ler, 1729'da bir kim­se­nin ku­sur­suz bir in­san sa­yıl­ma­sı­na ye­ter­di ama ara­dan bir asır geç­ti, ar­tık za­ma­na uy­gun gö­rül­mü­yor, in­sa­na boş ye­re kol­tuk ka­bart­mak­tan baş­ka bir işe ya­ra­mı­yor. Fran­sız genç­li­ği­nin ba­şı­na ge­çe­bil­mek için da­ha baş­ka şey­ler de lazım­dır.

Siz, ko­ca­nı­zı ite­ce­ği­niz par­ti­ye­ya­ra­tı­lı­şı­nız­da­ki me­ta­net­le, gi­riş­ken­lik­le çok hiz­met ede­bi­lir­si­niz. Siz Duc­hes­se de Chev­reu­se, Duc­hes­se de Lon­gu­evil­le gi­bi bir ka­dın ola­bi­lir­si­niz... Ama o za­man, be­nim ca­nım efen­dim, içi­niz­de şim­di ya­nan yü­ce ateş bi­raz so­ğu­muş olur.

Kı­zı ha­zır­la­mak için da­ha bir­çok cüm­le­ler sı­ra­la­dık­tan son­ra de­vam et­ti:

– Şu­nu da söy­le­me­me lüt­fen mü­saa­de bu­yu­ru­nuz: On beş yıl son­ra siz, ba­na gö­nül ver­miş ol­ma­nı­zı bir de­li­lik, bel­ki af­fo­lu­na­bi­lir bir de­li­lik, her­hal­de bir de­li­lik sa­ya­cak­sı­nız.

Bir­den­bi­re du­rup hül­ya­ya dal­dı. Ak­lı­na yi­ne, Mat­hil­de'in pek ağ­rı­na gi­den fi­kir gel­di: On beş yıl son­ra Ma­da­me de Re­nal, be­nim oğ­lu­ma pe­res­tiş eder, hâlbuki siz onu unut­muş olur­su­nuz.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro