Bölüm 36: İşin Acıklı Yüzü
Sakın ha, benim zaaf göstereceğimi ummayın.
Ben öç aldım. Ölümü hak ettim, işte karşınızdayım.
Benim için Tanrı'dan rahmet dileyin.
SCHILLER
Julien durduğu yerde kalakaldı, gözleri görmez olmuştu. Biraz kendine gelince baktı, kilisedekiler kaçışıyorlardı; papaz da mihraptan uzaklaşmıştı. Julien, bağrışarak kapıya doğru giden birkaç kadının ardı sıra, oldukça ağır adımlarla yürümeye başladı. Ötekilerden daha çabuk kaçmak isteyen bir kadın onu hoyratça itti; Julien düştü. Ayağı, halkın kaçarken devirdiği bir iskemleye takılmıştı; ayağa kalkacağı sırada ensesinin sıkıldığını hissetti; onu, büyük üniformasını giymiş bir jandarma tutuklamaya gelmişti. Mekanik bir surette elini tabancalarına götürdü ama bir iki jandarma kollarından yakaladı.
Hapishaneye götürdüler. Bir odaya soktular, ellerine kelepçe vurup yalnız bıraktılar; üzerinden kapıyı iki defa kilitlediler; bütün bunlar gayet çabuk olmuştu, Julien bütün bu olan bitenlere hiç aldırış etmemişti. Kendine gelince:
– Artık olanlar oldu ... Evet, on beş gün sonra giyotin ... O zamana değin kendimi burada öldürmek de var.
Düşüncesi bundan pek öteye gidemiyordu; başı sanki şiddetle sıkılıyor gibi idi. Bir tutan mı var diye dönüp baktı. Birkaç dakika sonra derin bir uykuya dalmıştı.
Madame de Renal'in yarası öldürücü bir yara değildi, ilk kurşun şapkasını delmişti; dönerken ikinci kurşunu yedi. Bu kurşun omzuna gelmiş, kemiği kırmış fakat şaşılacak şey! Yine sıçrayıp gotik sütunlardan birine çarptıktan sonra da koca bir taşı da yerinden oynatmıştı.
Yarayı uzun süren, bir hayli sızlatan bir yıkamadan sonra, ağırbaşlı operatör Madame de Renal'e: "Kendim yaşayacağımdan ne denli eminsem sizinkinden de o denli eminim" deyince kadıncağız çok çok üzüldü. Çoktandır ölümü gerçekten istiyordu. Son zamanlardaki "confesseur"ünün emriyle M. de La Mole'a yazdığı mektup, pek sürekli bir üzüntünün mecalsiz bıraktığı o kadıncağıza, son darbeyi indirmişti. Bu çektiği üzüntü, Julien'den ayrı olmaktan ileri geliyordu; ama kendisi onun adını vicdan azabı koymuştu. Dijon'dan yeni gelmiş olan genç, faziletli, imanlı papaz, işin aslını sezmişti.
Madame de Renal: Böyle ölmek, mademki kendi kendimi öldürmek değildir, bir günah olmaz! diyordu. Ölümüme sevindiğim için Tanrı kusuruma bakmaz... Böyle düşünüyor, fakat: "Hele Julien'in eli ile ölmek, bu dünyada bahtiyarlıkların en büyüğü olur" demeye dili varmıyordu. Operatörden, haberi alır almaz hemen üşüşmüş ahbaplardan kurtulduktan sonra hizmetçisi Elisa'yı çağırttı. Bir hayli kızararak:
– Zindancı, ödlek bir adamdır. Benim hoşuma gider sanarak hiç şüphesiz ona kötü davranır ... Bunu düşündükçe içim içime sığmıyor. Kendiliğinizden akıl etmiş gibi onu görseniz, eline şu paketi sıkıştırsanız olmaz mı? İçinde birkaç lira var. Ona söyleyin, kötü muamele etmek, dinimizde günahtır... Ama sakın ha kendisine para gönderildiğini söyleyeyim demesin.
Bu anlattığımız konuşma sayesindedir ki Julien, Verrieres zindancısından insanlık gördü; zindancı yine, M. Appertle karşılaşınca beti benzi attığını gördüğümüz, hükümetin sadık kölesi M. Noiroud idi.
Hapishaneye, Julien'i sorguya çekmek üzere bir yargıç geldi. Pek çalımlı, böbürlenen bir hali vardı; Julien onun, yeğenlerinden biri için bir tütün bayiliğini istediğini bilirdi. Bu aşağı insanla karşılaşmak Julien'in cesaretini kırıp içine ıstırap verdi.
– Ben, dedi, önceden tasarlayarak öldürdüm; tabancaları falan silâhçıdan aldım, ona doldurttum. Ceza kanunun 1342'nci maddesi açıktır, ben ölümü hak ettim, ölüme hazırım.
Böyle bir cevapla karşılaşınca şaşırıp kalan yargıç sorguları çoğaltarak Julien'i, vereceği cevaplarda yanıltmaya çalıştı. Julien gülümseyerek:
– Görüyorsunuz, arzu edebileceğiniz kadar suçlu olduğumu itiraf ediyorum. Üzülmeyin, monsieur, peşine düştüğünüz av, elinizden kaçmayacaktır. Ceza vermek zevkini tadacaksınız. Beni huzurunuzdan affediniz...
Yargıç çekildikten sonra Julien içinden: Görülecek can sıkıcı bir iş daha var, dedi; Mademoiselle de La Mole'a bir mektup yazmalı. Mektubunda şöyle diyordu:
"Öcümü aldım. Ne yazık ki adım gazetelere geçecek ve ben de dünyadan kim olduğumu belli etmeden gidemeyeceğim; bunun için bağışlamanızı rica ederim, iki ay sonra ölmüş olacağım. Aldığım öç de, sizden ayrılmak ıstırabı kadar acı oldu. Bu andan itibaren bir daha adınızı ne anacak, ne de yazacağım. Benden hiç kimseye, hatta oğluma bile söz etmeyin. Hâtırama gösterilecek en büyük saygı, adımı hiç ağza almamaktır. Ben, insanların çoğunun gözünde, bayağı bir katil sayılacağım...
Böyle bir anda izin verin de gerçeği açıklayayım, beni unutursunuz. Hiç kimseye anlatmamanızı salık verdiğim bu felâket, yaradılışınızda bulunan hayal severliği, macera arzusunu birkaç yıl için tatmin etmiş olacaktır. Siz, Orta çağ kahramanları ile yaşamak üzere yaratılmış bir insansınız; siz de onlar gibi metanetiniz olduğunu gösterin. Çocuğu dünyaya getirmeniz gizli olsun da adınızı lekelemesin. Takma bir ad kullanın, kimseye sırrınızı açmayın. Gerçek bir dostun yardımına ihtiyacınız varsa, size Abbe Pirard'ı bırakıyorum. Başka hiç kimseye, hele Luz Caylus gibi sizin sınıfınızdan adamlara bir şey söylemeyin.
Ben öldükten bir yıl sonra M. de Croisenois'ya varınız; bunu sizden rica ediyorum, kocanız olmak sıfatıyla emrediyorum. Bana mektup yazmayın, cevap vermem. Bana öyle geliyor ki İago gibi kötü insan değilim ama yine de onun gibi söyleyeceğim: From this time forh I never will speak word. (Ne konuştuğum, ne de yazdığım görülecek; son sevgilerim gibi son sözlerimi de size sunmuş olacağım.) J. S."
Bu mektubu gönderdikten sonradır ki Julien, biraz kendine gelip, ilk defa olarak üzüntü duymaya başladı. Yükselme ihtirası ile kurduğu hayallerin her birini: "Öleceğim" sözü, bu acı söz gönlünden birer birer koparıyordıı. Ölüm, yalnız ölüm olarak, onun gözünde çirkin, korkunç bir şey değildi. Bütün hayatı, felâkete uzun uzun bir hazırlık olmamış mıydı? Felâketlerin en büyüğü sayılanını da elbette aklına getirmişti.
İçinden: Ne oluyor! dedi, altmış gün sonra kılıç kullanmakta gayetle usta bir adamla düello edecek olsam, yüreksizlik gösterip de hep o günü mü düşüneceğim? Hep yürek çarpıntısı mı çekeceğim? Bir saatten fazla vaktini bu hususta kendinin nasıl bir adam olduğunu anlamaya çalışmakla geçirdi. Ruhunun sesini iyice dinledikten, hakikat onun gözleri önüne, hapishanenin sütunlarından biriymiş gibi açıkça dikildikten sonra aklına vicdan azabı geldi.
Niçin vicdan azabı çekecekmişim? Bana öylesine ağır hakaret edildi ki, ben de öldürdüm, kafamın kesilmesini hak ettim ama işte o kadar. Ben insanlarla hesabı gördükten sonra kimseye bir borcum yok; ölümümde utanılacak bir tek şey varsa o da şekli. Doğrusu bu da, Verrieres burjuvalarının beni aşağı görmeleri için yeter de artar bile; fakat fikir bakımından o şeklin ne değeri olabilir ki! Verrieres burjuvaları gözünde itibar kazanabilmem için bir yol var: Giyotine doğru yürürken halka altın serpmek! Böylece benim ölümüm, onların kafasında, altın para fikri ile birleşir de gözlerine şaşaalı gözükür."
Julien böyle düşünüp besbelli bir hakikat olduğuna kanaat getirdikten sonra, artık bu dünya üzerinde yapılacak hiçbir işim kalmadı! deyip derin bir uykuya daldı. Akşam dokuza doğru yemeği getiren zindancının gürültüsü ile uyandı.
– Verrieres'de ne diyorlar?
– Monsieur Julien, bana şu işimi verdikleri gün kralın sarayında istavroz önünde ettiğim yemin, susmamı buyuruyor.
Susmasına susuyordu ama yine de çıkıp gitmiyordu. Zindancının bu adi ikiyüzlülüğünü seyretmek Julien'i pek keyiflendiriyordu, içinden: Bana vicdanını satmak için beş frank ister, dedi, bele biraz bekletelim. Zindancı yemeğin sonuna kadar bekledi ise ile Julien yine onu söyletmek için para teklifine yeltenmedi. Sonunda herif, yapmacık, yaltaklanır bir eda ile:
– Monsieur Julien, dedi, size karşı beslediğim dostluk beni söylemeye mecbur ediyor; bundan adalete zarar gelebileceğini, sizin savunmanızı hazırlamanıza yararı dokunacağını söylüyorlar ama... Siz iyi kalpli bir adamsınızdır, Monsieur Julien, Madame de Renal'in iyileştiğini öğrenmek elbette sizi memnun eder.
Julien masanın başından fırladı, aklı başından gitmiş gibi idi; âdeta bağırarak:
– Nee? Ölmedi mi?
– Nasıl? Bilmiyor muydunuz?
Zindancı bunu söylerken afallamış gibi idi fakat yüzünde, tatmin edileceğini uman bir tamahkârlık gülümseyişi vardı:
– Operatöre biraz bir şey verseniz pek iyi olur; yasanın, adaletin emrine göre onun bir şey söylememesi gerekirdi. Ben size iyilik olsun diye onun evine gittim, o da hepsini anlattı...
Julien sabırsızlanmıştı, herifin üzerine yürüyerek sordu:
– Yani yara öldürücü değil miymiş? Doğru söylemezsen, seni gebertirim.
Altı ayak uzunluğunda dev gibi bir adam olan zindancı korkup kapıya doğru geri geri çekildi. Julien, bu tuttuğu yolun hakikati öğrenmek için doğru yol olmadığını gördü, yerine oturup M. Noiroud'nun önüne bir altın fırlattı. Herifin sözlerini dinleyip Madame de Renal'in yarasının öldürücü olmadığına içine kanaat geldikçe Julien gözlerinin yaşardığını hissediyordu. Birdenbire bağırdı:
– Hadi çıkın!..
Zindancı itaat etti. Kapı kapanır kapanmaz Julien: Ulu Tanrım! deyip diz üstü düştü; gözlerinden sıcak sıcak yaşlar dökülüyordu. Hayatının en yüce heyecanını duyduğu o anda, Tanrı'ya gerçekten imanı vardı. Papazların sahtekârlığına ne bakayım? diyordu; onlar Tanrı fikrinin hakikatına, ululuğuna bir leke sürebilir mi?
Julien ancak o zaman, işlediği suç için vicdan azabı duymaya başladı. Paris'ten Verrieres'e hareket ettiğinden beri, bütün vücudunu saran bir sinir, bir yarı delilik buhranı içinde idi; bu hal de, bir tesadüf eseri olarak, ancak o anda geçmiş, umutsuzluğa düşmesine meydan vermemişti.
Gözyaşları soylu bir kaynaktan doğuyordu; ölüm cezasına çarpılacağından hiç şüphesi yoktu.
"Demek ki o yaşayacak! diyordu... Beni bağışlayıp sevmek için yaşayacak...Oh be!"
Ertesi sabah geç vakit zindancı gelip onu uyandırdı:
– Doğrusu çok sağlam yüreğiniz varmış! dedi. İki defa geldim ama sizi uyandırmak istemedim. Size cure'miz M. Maslon en iyisinden iki şişe şarap gönderdi.
Julien:
– Ne? dedi, o kerata hâlâ burada mı?
Zindancı sesini kısarak:
– Evet, monsieur; ama bu kadar hızlı konuşmayın, duyulursa size bir kötülük gelebilir.
Julien keyifli keyifli güldü:
– Yahu, be! bana bundan sonra ancak bir kötülük gelebilir, o da sizin böyle dostluk, insaniyet göstermekten vazgeçmeniz... Ama mükâfatını göreceksiniz.
Bu son sözü emreder gibi bir tavırla söylemişti. O tavrının bir yüksekten atma olmadığını da, para vererek ispatladı. M. Noiroud, Madame de Renal hakkında ne öğrendi ise yeniden birer birer anlattı; ama Mademoiselle Elisa'nın geldiğinden hiç mi hiç söz etmedi.
O herif, bir adamın olabileceği kadar aşağı, iradesiz bir insandı. Julien'in aklına bir şey geldi: Bu biçimsiz dev olsa olsa üç dört yüz frank alır, hapishanede topu topu kaç kişi bulunuyor ki! Benimle beraber İsviçre'ye kaçmaya razı olsa ona on bin frank verebilirim... Ama kendisini aldatmak istemediğime inandırmak zor. O kadar alçak bir yaratıkla uzun uzun konuşmak zorunda olmanın tasavvuru bile Julien'i iğrendirdi; başka şeyler düşünmeye başladı.
Akşam artık o işe zerre kadar imkân kalmamıştı. Gece yarısı bir yolcu arabası geldi. Julien'i aldı. Yol arkadaşları olan jandarmalardan pek memnun kaldı. Sabahı, Besançon hapishanesine varınca lütfedip onu, gotik bir kale burcunun en üst katına yerleştirdiler. Julien kalenin mimarisine bakıp XIV. yüzyıl yapısı olduğuna hükmetti; zarafetine, inceliğine hayran oldu. Kuytu bir avlunun ta dibinde, iki duvar arasındaki dar bir aralıktan, seyrine doyum olmayan görkemli bir manzaranın bir parçası görülebiliyordu.
Ertesi gün sorguya çekildi, sonra birkaç gün rahat bırakıldı. Ruhu sakindi, işi ona gayet sade gözüküyordu. Mademki öldürmek istedim, öldürülmem gerek, demekten de kendini alamıyordu. Lâkin buna uzun zaman akıl yormadı. Muhakeme, halk arasına çıkma, kendini savunma, bütün bunlar ona küçük birer sıkıntı, birtakım iç sıkıcı tören gibi gözüküyor, günü gelsin de o vakit düşünürüz diyordu. Öleceği ana da daha fazla bir değer verdiği yoktu: Hele bir karar verilsin, sonra düşünürüz... Hayat onun için hiç de iç sıkıcı değildi; her şeye yeni bir gözle bakmaya başlamıştı. Artık gözü yükseklerde değildi. Mademoiselle de La Mole'u düşündüğü de pek seyrekti. Vicdan azabı zihnini daha çok meşgul ediyordu; hele, bu yüksek kulede kartal sesinden başka hiçbir şey duyulmayan geceler, Madame de Renal'in hayali gözlerinin önünde beliriliyordu!
Onu öldürecek şekilde yaralayamadığından ötürü Tanrı'ya şükr ediyordu. İçinden: Tuhaf şey! diyordu, M. de La Mole'a yazdığı mektupla benim gelecek bahtiyarlığımı kökünden mahvettiğini sanmıştım; oysaki o mektup yazılalı daha on beş gün olmadı, o zaman zihnimde kurduklarımın biri bile aklıma gelmiyor... Vergy gibi dağlık bir memlekette rahat rahat yaşayabilmek için yılda iki üç bin lira geliri olmak... O zaman ben bahtiyarmışım da bahtiyarlığımdan da haberim yokmuş!
Zaman zaman da, iskemlesinden birdenbire fırlıyordu. Madame de Renal'i öldürecek surette yaralamış olsaydım kendimi vururdum... Onun ölmediğinden emin olmasam kendi kendimden iğreneceğim.
"Kendimi öldürmek" işte bütün mesele bu ya! diyordu. Şekil hususunda çöp atlamaktan korkan, zavallı zanlıya çullanan, nişan alabilmek için en iyi vatandaşı bile astırabilecek o yargıçlar... Kendimi öldürsem onların ellerinden, il gazetelerinin belagat örneği diye gösterdiği dili bozuk küfürlerinden kurtulmuş olurum.
Daha yaklaşık beş altı hafta yaşayabilirim... Kendimi öldürmek ha! Birkaç gün düşündükten sonra: Hayır, hayır! dedi, Napolyon kendini öldürmedi...
Üstelik hayat bana tatlı geliyor; burası rahat yer. Gülerek ekledi: Burada baş ağrıtacak adam yok! Sonra oturup Paris'ten getirtmek istediği kitapların adlarını yazdı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro