Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 32: Kaplan

Ne yazık! Ni­çin bu şey­ler de baş­ka­la­rı de­ğil.

BE­AU­MARC­HA­IS

Var­lık­lı bir İn­gi­liz, bir kap­lan­la bir ara­da na­sıl ya­şa­ya­bil­di­ği­ni an­la­tır; onu ken­di­si bü­yüt­müş, ok­şar­mış ama ma­sa­sı­nın üs­tün­den do­lu ta­ban­ca­yı da ek­sik et­mez­miş.

Ju­li­en'in ken­di­ni mut­lu­lu­ğa şöy­le do­ya­sı­ya bı­rak­tı­ğı an­lar an­cak bu­nu ba­kış­la­rıy­la Mat­hil­de'e bel­li et­me­ye­ce­ğin­den emin ol­du­ğu an­lar­dı. Ona ara sı­ra sert bir söz söy­le­me­yi boy­nu­na borç bil­miş­ti; bu işi hiç ak­sat­ma­dan ya­pı­yor­du. Mat­hil­de'in ha­ki­kat­lı­lı­ğı, Ju­li­en'in gö­rüp şaş­tı­ğı tat­lı huy gös­ter­me­si son de­re­ce­yi bul­du mu, Ju­li­en ken­di­ne hük­me­de­me­ye­ce­ği­ni an­lar, he­men onun ya­nın­dan kaç­mak ce­sa­re­ti­ni gös­te­rir­di.

Mat­hil­de, ilk de­fa ola­rak, sev­di. Bir za­man­lar kap­lum­ba­ğa ka­bu­ğuy­la sü­rük­le­nir gi­bi gör­dü­ğü ha­yat, ar­tık onun gö­zün­de uçar gi­bi ge­çi­yor­du.Yi­ne de o gu­rur ne ya­pıp edip ken­di­ni gös­ter­me­se olur mu? Ba­şı­na aş­kın aç­tı­ğı bü­tün teh­li­ke­le­re ken­di­ni per­va­sız­ca at­mak is­ti­yor­du. İh­ti­yat gös­te­ren Ju­li­en'di; Mat­hil­de de, an­cak bir teh­li­ke çık­tı mı, onun sö­zü­ne baş eğ­mi­yor­du. Ama Ju­li­en'e böy­le baş eğ­di­ği, onun ya­nın­da he­men he­men büs­bü­tün gö­nül­süz­leş­ti­ği için mi­dir ne­dir? So­yu so­pu ol­sun, uşak­lar ol­sun, ev­de ona yak­la­şan kim var­sa hep­si­ne kar­şı aza­me­ti bir kat da­ha ço­ğal­mış­tı. Ak­şam sa­lon­da, alt­mış ki­şi­nin için­de, Ju­li­en'i ya­nı­na ça­ğı­rıp onun­la giz­li giz­li, uzun uzun ko­nu­şu­yor­du.

Bir gün kü­çük Tan­bea­u yan­la­rı­na so­kul­muş­tu; Mat­hil­de on­dan ki­tap oda­sı­na gi­dip Smo­let­te ta­ri­hi­nin 1688 ih­ti­lâ­li­ni an­la­tan cil­di­ni ge­tir­me­si­ni ri­ca et­ti. Tan­bea­u'nun du­rak­la­dı­ğı­nı gö­rün­ce de Ju­li­en'in ru­hu­na mer­hem gi­bi ge­len ka­ba bir aza­met­le:

– Hem ge­lir­ken ace­le et­me­se­niz de olur!

Ju­li­en sor­dru:

– O ca­na­var bo­zun­tu­su na­sıl bak­tı, gör­dü­nüz mü?

– Da­yı­sı­nın bu sa­lon­da yak­la­şık on iki yıl­lık hiz­me­ti var­dır, yok­sa onu şim­di ka­pı dı­şa­rı et­tir­mem iş­ten bi­le de­ğil­di.

M. de Cro­ise­no­is'ya, M. de Luz'e, on­la­rın dost­la­rı­na dav­ran­ma­sı da yal­nız­ca şek­le ba­kı­lır­sa, ne­za­ket­ten, ter­bi­ye­den uzak­laş­mı­yor­du. Ama, as­lı ara­nır­sa o mu­ame­le­de de bir mey­dan oku­ma ha­li yok de­ğil­di. Mat­hil­de Ju­li­en'e es­ki sev­gi­le­ri­ni an­lat­mış ol­du­ğu­na çok piş­man­dı, hem o bay­la­ra kar­şı gös­ter­di­ği, ta­ma­mıy­la ma­su­ma­ne de­ne­bi­le­cek il­gi­yi pek abar­ta­rak an­lat­mış ol­du­ğu­nu da iti­raf ede­me­di­ği için büs­bü­tün ke­der­liy­di.

Ona: "M. de Cro­ise­no­is, mer­mer ma­sa üze­ri­ne eli­ni be­nim eli­me yak­laş­tır­dı, ben de zarf gös­te­rip çe­ke­me­dim, de­miş­tim, o za­man duy­du­ğum his­si si­ze in­ce­den in­ce­ye an­lat­mış­tım ama onu an­lat­mak­tan zevk duy­mam si­ze an­lat­tı­ğım için­di" de­mek is­ti­yor, "Mu­hak­kak söy­le­ye­ce­ğim" di­yor ama ka­dın­lık gu­ru­ru bu­na bir tür­lü el­ver­mi­yor­du. Şim­di o bay­lar­dan bi­ri ge­lip bir iki da­ki­ka ko­nuş­ma­ya kalk­sa Mat­hil­de he­men Ju­li­en'e so­ru­la­cak bir şey ha­tır­lar, bu­nu ba­ha­ne edip onun ya­nın­dan ay­rıl­maz olur­du.

Ge­be kal­dı­ğı­nı an­la­dı­ğı gün bu­nu Ju­li­en'e ne­şe ile bil­dir­di.

– Yi­ne de ben­den şüp­he eder mi­si­niz? Bu da si­zi inan­dır­maz mı? Ar­tık ben öle­ne de­ğin si­zin ka­rı­nız ol­dum.

Bu ha­ber Ju­li­en'i şaş­kı­na çe­vir­di. Ne­re­dey­se dav­ra­nış­la­rın­da gö­zet­ti­ği ku­ra­lı unu­ta­cak­tı. "Be­nim için ken­di­ni mah­ve­den o kı­za kar­şı his­siz­li­ğe, ha­ka­re­te gö­nül kat­la­na­bi­lir mi?" Mat­hil­de'in ra­hat­sız­ca bir ha­li ol­du mu, ted­bir, ih­ti­yat fik­ri is­te­di­ği ka­dar o kor­kunç se­si­ni yük­selt­sin, Ju­li­en ken­din­de bir tür­lü ce­sa­ret bu­lup da kı­za, tec­rü­be­si­ne gö­re aşk­la­rı­nın de­va­mı için pek ge­rek­li say­dı­ğı ağır söz­ler­den bi­ri­ni söy­le­mi­yor­du. Mat­hil­de bir gün:

– Ba­ba­ma bir mek­tup ya­zıp her şe­yi bil­di­re­ce­ğim, o, be­nim için yal­nız ba­ba de­ğil, ay­nı za­man­da bir ar­ka­daş­tır, bir dost­tur; bu­nun için onu bir an bi­le al­dat­ma­ya kalk­ma­yı si­ze de, ken­di­me de ya­kış­tı­ra­mı­yo­rum.

Ju­li­en ür­per­miş­ti, hay­ret­le.

– Ne? de­di, ne ya­pa­cak­sı­nız?

Mat­hil­de, göz­le­ri ne­şe ile par­la­ya­rak ce­vap ver­di:

– El­bet­te gö­re­vi­mi.

– İyi ama ba­ba­nız be­ni bir kö­pek gi­bi ko­var, bu ev­den atar.

– O da onun hak­kı, ne di­ye­bi­lir­si­niz? Biz de kol­ko­la ve­rir, gü­pe­gün­düz bü­yük ka­pı­dan çı­kar gi­de­riz.

Şa­şı­rıp kal­mış olan Ju­li­en Mat­hil­de'den bir haf­ta bek­le­me­si­ni ri­ca et­ti. Kız:

– Ola­maz, de­di, şe­re­fim ba­na böy­le bu­yu­ru­yor, gö­re­vi­min ne ol­du­ğu­nu an­la­dım, ar­tık du­ra­mam, der­hal ye­ri­ne ge­tir­me­li­yim.

Ju­li­en so­nun­da:

– Ben bu işi baş­ka bir za­ma­na bı­rak­ma­nı­zı em­re­di­yo­rum. Şe­ref­siz bir iş gör­müş ol­maz­sı­nız; ben si­ze ko­ca­nı­zın! di­ye em­re­di­yo­rum. Si­zin ya­pa­ca­ğı­nız bu iş, ha­ya­tı­nı­zın en ağır işi ola­cak, si­zin de, be­nim de ha­li­mi­zi de­ğiş­ti­re­cek­tir. Be­nim de ka­rış­ma­ya hak­kım var. Bu­gün sa­lı; ge­le­cek sa­lı ise Duc de Retz'nin gü­nü; o gü­nün ak­şa­mı Mon­sie­ur de La Mo­le ko­na­ğa gi­rer­ken ka­pı­cı ona, ka­de­ri­mi­zi be­lir­le­ye­cek mek­tu­bu ve­rir... Ba­ba­nı­zın en bü­yük is­te­ği si­zi bir duc ka­rı­sı et­mek, bu­nu ga­yet iyi bi­li­yo­rum; ne de­re­ce üzü­le­ce­ği­ni­zi an­lar­sı­nız.

– Na­sıl öç ala­ca­ğı­nı an­lar­sı­nız de­mek is­ti­yor­su­nuz, de­ğil mi?

– Ba­na bun­ca iyi­lik et­miş bir ada­ma acı­ya­bi­li­rim, ona kö­tü­lü­ğüm do­kun­du­ğu için yü­re­ğim sız­lar; ama kim­se­den de kork­mam.

Mat­hil­de, onun buy­ru­ğu­na bo­yun eğ­di. Ge­be­li­ği­ni Ju­li­en'e ha­ber ve­re­li be­ri ilk de­fa ola­rak onun böy­le em­re­der­ce­si­ne ko­nuş­ma­sı­na şa­hit olu­yor­du. Ju­li­en'in onu hiç bu ka­dar sev­di­ği ol­ma­mış­tı. Mat­hil­de'e acı söz­ler söy­le­mek­ten ka­çın­mak için, onun ra­hat­sız­lı­ğı­nı fır­sat bil­miş­ti; kal­bi­nin şef­kat da­ma­rı tut­muş­tu. Ama, kı­zın işi Mon­sie­ur de La Mo­le'e aça­ca­ğı­nı du­yun­ca çok te­lâş­lan­dı. Mat­hil­de'den bel­ki de ay­rıl­ma­sı ge­re­ke­cek­ti! Onun git­ti­ği­ni gö­rün­ce kız el­bet­te üzü­lür ama, he­le ara­dan bir ay geç­sin, ba­ka­lım hiç ha­tır­lar mı?

Mar­qu­is'nin hak­lı ola­rak ede­bi­le­ce­ği si­tem­le­ri dü­şün­dük­çe de yi­ne bel­ki o ka­dar üzü­lü­yor­du. O ak­şam Mat­hil­de'e, bu yüz­den duy­du­ğu ele­mi an­lat­tı; son­ra aş­kı­na ka­pı­lıp ken­di­ni tu­ta­ma­dı, ay­rı­lı­ğın acı ge­le­ce­ği­ni de iti­raf et­ti.

Bir­den Mat­hil­de'in ren­gi de­ğiş­ti.

– Sa­hi mi? Ben­den al­tı ay ay­rı kal­mak si­zin için de­mek bir fe­lâ­ket?

– Evet evet, hem de pek bü­yük bir fe­lâ­ket, dün­ya­da be­ni kor­ku­ta­bi­le­cek bir tek fe­lâ­ket.

Doğ­ru­su Mat­hil­de bu­na pek se­vin­miş­ti. Ju­li­en ro­lü­nü o ka­dar dik­kat­le, öy­le öze­ne be­ze­ne oy­na­mış­tı ki so­nun­da kız, onun ken­di­si ka­dar sev­me­di­ği­ne inan­mış­tı.

Sa­lı ça­bu­cak gel­di ye­tiş­ti. Ge­ce ya­rı­sı, Mar­qu­is ko­na­ğa dö­nün­ce bir mek­tup bul­du; üze­rin­de, ya­nın­da kim­se bu­lun­ma­dı­ğı bir za­man ken­di eli ile aç­ma­sı ya­zı­lı idi.

"Ba­ba,

Ara­mız­da top­lu­mun vur­du­ğu bü­tün bağ­lar kı­rıl­dı, an­cak ta­bia­tın vur­duk­la­rı kal­dı. Ko­cam­dan son­ra dün­ya­da en çok sev­di­ğim, en çok se­ve­ce­ğim in­san siz­si­niz. Göz­le­rim ya­şa­rı­yor, si­zi ne den­li üze­ce­ği­mi dü­şü­nü­yo­rum; lâ­kin her­ke­se kar­şı re­zil ol­ma­mak, si­zi dü­şü­nüp ona gö­re ka­ra­rı­nı­zı ver­me­ye za­man ta­nı­mak için bu iti­ra­fı­mı ge­cik­tir­me­yi uy­gun bul­ma­dım. Be­ni çok sev­di­ği­ni­zi bi­li­rim, gön­lü­nüz­den ko­par da ba­na bir­kaç pa­ra ay­lık bağ­lar­sa­nız is­te­di­ği­niz ye­re, söz­ge­li­mi İs­viç­re'ye, ko­cam­la gi­der yer­le­şe­bi­li­rim. Onun­ki o de­re­ce ta­nın­ma­mış bir ad­dır ki Ver­ri­eres­li bir ke­res­te­ci­nin ge­li­ni Ma­da­me So­rel'in si­zin kı­zı­nız ola­bi­le­ce­ği kim­se­nin ak­lı­na gel­mez, iş­te bu adı yaz­mak be­ni üzü­yor. Ju­li­en'e öf­ke­len­me­niz­den kor­ku­yo­rum; öf­ke­niz ilk ba­kış­ta pek hak­lı olur ama işin as­lı, hiç de sa­nı­la­ca­ğı gi­bi de­ğil­dir.

Ba­ba ben bir duc­hes­se ola­ma­ya­ca­ğım ama onu se­ver­ken duc­hes­se ola­ma­ya­ca­ğı­mı bi­li­yor­dum; onu ön­ce ben sev­dim, onu ben baş­tan çı­kar­dım. Ba­na siz­den, ata­la­rı­mız­dan ge­çen ruh, ba­ya­ğı bul­du­ğum şey­le­re il­gi gös­ter­me­me mü­saa­de ede­mez, o ka­dar asil­dir. Si­zi mem­nun ede­yim di­ye M. de Cro­ise­no­is'yı se­ve­bil­me­yi çok is­te­dim ama elim­den gel­me­di. Siz de ni­çin be­nim kar­şı­ma, ger­çek­ten de­ğe­ri olan bir adam ge­tir­di­niz? Hye­res'den dön­dü­ğüm za­man ba­na: "Ho­şu­ma gi­den bi­ri­cik adam var­sa o da bu genç So­rel'dir" di­yen siz de­ğil mi­si­niz? Bu mek­tu­bun si­zi ne ka­dar üze­ce­ği­ni dü­şün­dük­çe o za­val­lı da be­nim ka­dar ke­der­le­ni­yor. Si­zin bir ba­ba ola­rak öf­ke­len­me­me­ni­ze bi­li­rim ki im­kân yok­tur; fa­kat be­ni yi­ne de bir dost ola­rak se­vi­niz, ne olur.

Ju­li­en ba­na say­gı gös­te­ri­yor­du. Be­nim­le ba­zen ko­nuş­ma­sı da hep si­ze kar­şı bes­le­di­ği de­rin min­net­tar­lık yü­zün­den­di. Onun ya­ra­dı­lı­şın­da bir gu­rur var­dır da ken­di­sin­den pek üs­tün bil­di­ği kim­se­le­re, an­cak on­lar bir şey so­rar­sa ce­vap ve­rir, on­la­ra ken­di­li­ğin­den söz söy­le­mez. Her­ke­sin top­lum­da­ki ye­ri­nin baş­ka ol­du­ğu­nu bi­lir, o fark­la­ra için­den ge­len bir duy­guy­la say­gı gös­te­rir. Yü­züm kı­za­ra­rak en iyi dos­tu­ma iti­raf edi­yo­rum, baş­ka hiç kim­se­ye bu sır­rı­mı söy­le­ye­mem: Bir gün bah­çe­de ben onun ko­lu­nu sık­tım.

He­le yir­mi dört sa­at geç­sin, gö­re­cek­si­niz ki ona kız­ma­nı­za hiç­bir se­bep yok­tur. Be­nim iş­le­di­ğim, bir da­ha dü­zel­mez bir ka­ba­hat. İs­ter­se­niz o, de­rin say­gı­la­rı­nı, si­zi gü­cen­dir­miş ol­mak­tan do­ğan ke­de­ri­ni si­ze be­nim ara­cı­lı­ğım­la bil­di­rir. Siz onu bir da­ha gör­mez­si­niz; ama ne­re­ye gi­der­se ben de ar­ka­sın­dan gi­de­rim. Bu onun hak­kı, be­nim de gö­re­vim­dir, çün­kü o, ço­cu­ğu­mun ba­ba­sı­dır.

Lüt­fe­der de bi­ze al­tı bin frank yıl­lık bağ­lar­sa­nız, bu­nu min­net­le ka­bul ede­rim. Bu­nu esir­ger­se­niz, Ju­li­en gi­dip Be­san­çon'a yer­le­şe­cek, ora­da Lâ­tin­ce ve ede­bi­yat öğ­ret­men­li­ği ya­pa­cak. Ger­çi o şim­di bir hiç­tir, lâ­kin yük­se­le­ce­ği­ne ina­nı­yo­rum. Ben onun­la kal­dık­ça ha­ya­tı­mın ün­süz, san­sız bir ha­yat ol­ma­ya­ca­ğı­nı bi­li­rim. Bir ih­ti­lâl çı­kar­sa, onun en baş­ta bir yer edi­ne­ce­ğin­den şüp­hem yok. Be­ni is­te­miş olan öbür kim­se­ler için böy­le bir şey söy­le­ye­bi­lir mi­si­niz? On­la­rın gü­zel, bü­yük top­rak­la­rı var! An­cak ben bu­nu, on­la­ra hay­ran ol­mak için bir se­bep sa­ya­mam. Be­nim Ju­li­en'im ise, bir mil­yo­nu ol­sa, ba­bam­dan da hi­ma­ye gör­se, bu­gün­kü dev­let şek­li de­ğiş­me­den de yük­sek bir ye­re ge­çe­bi­lir..."

Mar­qu­is'nin, he­men duy­gu­la­rı­na ka­pı­la­rak ha­re­ket eden bir adam ol­du­ğu­nu bil­di­ği için Mat­hil­de tam se­kiz say­fa­lık bir mek­tup yaz­mış­tı. M. de La Mo­le o mek­tu­bu okur­ken Ju­li­en, ge­ce ya­rı­sı, bah­çe­de do­la­şı­yor, ken­di ken­di­ne:

– Ne yap­ma­lı? Hem gö­re­vi­min, hem de çı­ka­rı­mın ne ol­du­ğu­nu bil­mem ge­rek. Be­nim Mar­qu­is'den gör­dü­ğüm iyi­lik çok bü­yük. O ol­ma­say­dı ben şim­di ba­ya­ğı bir edep­siz olur­dum. Hem her­ke­sin ki­nin­den, düş­man­lı­ğın­dan kur­tu­la­cak ka­dar edep­siz­lik de ede­mez­dim. O be­ni ki­bar­lar âle­mi­ne men­sup bir adam et­ti. Be­nim bun­dan son­ra da edep­siz­lik­ler et­mem lazım ge­le­cek ama bu­na hem da­ha az mec­bur ola­ca­ğım, hem de da­ha az iğ­renç edep­siz­lik­le ka­la­bi­le­ce­ğim. Ba­na bir mil­yon ver­se iyi­li­ği bu ka­dar bü­yük ol­maz­dı. Bu ni­şan da, bir­ta­kım dip­lo­mat hiz­met­le­rin­de bu­lun­muş sa­yı­lıp iti­bar gör­mem de hep onun sa­ye­sin­de ol­du.

Eli­ne ka­le­mi alıp ba­na ne yap­mam ge­rek­ti­ği­ni bil­dir­mek is­te­sey­di aca­ba ne ya­zar­dı?.."

Ju­li­en bun­la­rı dü­şü­nüp du­rur­ken M. de La Mo­le'un yaş­lı uşa­ğı ge­lip:

– Mar­qu­is si­zi ça­ğı­rı­yor, gi­yim­li de­ğil­se­niz bi­le he­men gel­me­ni­zi em­re­di­yor.

Uşak, Ju­li­en'in ya­nın­da gi­der­ken ya­vaş­ça uyar­dı:

– Çok öf­ke­li, ken­di­ni­zi ko­ru­yun.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro