Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 22: Tartışma

Cum­hu­ri­yet – bu­gün top­lu­lu­ğun iyi­li­ği uğ­ru­na her şe­yi­ni ve­re­cek adam bir ise ni­te­lik­le­rin­den, ben­lik­le­rin­den baş­ka bir şey dü­şün­me­yen­ler bin­ler­ce, in­san, Pa­ris'te er­de­mi ol­du­ğu için de­ğil, ara­ba­sı ol­du­ğu için say­gı gö­rür.

NA­POL­YON, Me­mo­ri­al.

Uşak içe­ri­ye atı­lır­cası­na gi­rip ha­ber ver­di: Mon­sie­ur le dük de ***.

Dük gi­rer­ken:

– Su­sun, ne ka­dar da bu­da­lay­mış­sı­nız siz!

Hem bu sö­zü öy­le gü­zel, öy­le haş­met­le söy­le­di ki Ju­li­en, is­te­mi­ye is­te­mi­ye, o za­tın bü­tün bil­gi­si­nin bir uşa­ğa kı­za­bil­mek ol­du­ğu­nu ak­lın­dan ge­çir­di. Göz­le­ri­ni bir kal­dır­ma­sıy­la in­dir­me­si bir ol­du. Ye­ni ge­len za­tın öne­mi­ni o ka­dar kav­ra­mış­tı ki böy­le göz­le­ri­ni kal­dı­rıp bak­ma­sı­nın bir say­gı­sız­lık ol­ma­sın­dan kork­tu.

Bu dük el­li­lik bir adam­dı ama hâ­lâ bir züp­pe ha­li var­dı, san­ki zem­be­rek­le yü­rü­yor­du. Ka­fa­sı dar, bur­nu bü­yük, yü­zü ko­yun su­ra­tı gi­bi öne doğ­ru idi. Bir in­sa­nın onun­kin­den da­ha soy­lu­ca, da­ha mâ­nâ­sız bir ha­li ol­ma­sı hay­li zor iş­ler­den­di. Onun gel­me­si üze­ri­ne otu­rum he­men açıl­dı.

Yüz­le­ri in­ce­den in­ce­ye oku­ma­ya dal­mış olan Ju­li­en bir­den­bi­re M. de La Mo­le'ün se­siy­le ken­di­ne gel­di. Mar­qu­is:

– Si­ze Ab­be So­rel'i tak­dim ede­yim, di­yor­du; hay­ret edi­le­cek bir ha­fı­za­sı var; ben ken­di­si­ne şe­ref­li bir hiz­met ve­ri­le­ce­ği­ni söy­li­ye­li da­ha bir sa­at ol­du; ha­fi­za­sı­nın kuv­ve­ti­ni is­pat için bu bir sa­at için­de Qu­oti­di­en­ne'in bi­rin­ci say­fa­sı­nı ez­ber­le­yi­ver­di. Ev sa­hi­bi:

– Ha! Şu N... za­val­lı­sı­nın dış ha­ber­le­ri.

Son­ra can atar­ca­sı­na bir ta­vır­la ga­ze­te­yi al­dı, önem­li gö­zük­mek is­te­ye is­te­ye gü­lünç­le­şen bir eda ile Ju­li­en'e ba­ka­rak:

– Buy­run, Mon­sie­ur.

Oda­yı de­rin bir ses­siz­lik kap­la­dı, bü­tün göz­ler Ju­li­en'e di­kil­miş­ti; o ka­dar iyi ez­ber­le­miş­ti ki yir­mi sa­tır oku­du oku­ma­dı, Dük:

– Ye­ter.

Kı­sa boy­lu, ya­ban do­mu­zu ba­kış­lı adam otur­du. Onun bu top­lan­tı­ya baş­kan­lık ede­ce­ği bel­li, çün­kü otu­rur otur­maz Ju­li­en'e bir oyun ma­sa­sı gös­ter­di, alıp ya­nı­na ge­tir­me­si­ni işa­ret et­ti. Ju­li­en ka­lem, kâ­ğıt da ala­rak yer­leş­ti. Ye­şil ör­tü­lü ma­sa­nın ba­şın­da top­la­nan on iki ki­şi­yi bir süz­dü. Dük:

– Mon­sie­ur So­rel, siz içe­ri oda­ya gi­din, si­zi ça­ğı­rır­lar.

Ev sa­hi­bi pek iş­kil­li bir ha­le gir­di; yanm­da­ki­ne ya­vaş­ça pan­jur­lar ka­pa­lı de­ğil; son­ra Ju­li­en'e dö­nüp alık alık:

– Pen­ce­re­den bak­ma­sa­nız da olur! di­ye ba­ğır­dı.

Ju­li­en için­den: An­la­şıl­dı, bu adam­lar ya­sa­la­rın ya­sak­la­dı­ğı bir po­li­ti­ka ha­zır­lı­yor­lar, ben de ara­la­rı­na düş­tüm. Al­lah'a çok şü­kür bu top­lan­tı in­sa­nı Gre­ve mey­da­nı­na sü­rük­le­ye­cek çe­şi­din­den de­ğil. Bir teh­li­ke ol­sa bi­le Mar­qu­is ba­na az mı iyi­lik et­ti? Onun için da­ha faz­la­sı­nı da gö­ze al­sam çok mu? De­li­lik­le­ri­min bir gün onun ba­şı­na aça­ca­ğı der­di, böy­le bir şey­le ona­ra­bil­sem ben da­ha ne is­te­rim?

Bir yan­dan çıl­gın­lık­la­rı­nı, baht­sız­lı­ğı­nı dü­şü­nü­yor, bir yan­dan da şu an­da bu­lun­du­ğu ye­re, bir da­ha unut­ma­mak üze­re dik­kat­li dik­kat­li ba­kı­yor­du. Mar­qu­is'nin uşa­ğa so­ka­ğın adı­nı söy­le­me­di­ği­ni, hem o za­ma­na ka­dar hiç âde­ti de­ğil­ken o gün bir ki­ra ara­ba­sı­na bin­di­ği­ni an­cak o va­kit ha­tır­la­dı.

Ju­li­en uzun müd­det dü­şün­ce­le­riy­le baş ba­şa bı­ra­kıl­dı. Kır­mı­zı ka­di­fe­si ge­niş sır­ma zırh­lı bir sa­lon­da idi. Kon­so­lun üze­rin­de fil­di­şi bir haç, oca­ğın üze­rin­de de M. de Ma­is­tre'in sır­tı yal­dız­lı, çok gü­zel cilt­len­miş du Pa­pe'ı du­ru­yor­du. Ju­li­en, on­la­rı din­li­yor gi­bi gö­zük­me­mek için ki­ta­bı aç­tı. İçe­ri­de­ki oda­da ara sı­ra çok yük­sek ses­le ko­nu­şul­du­ğu olu­yor­du. So­nun­da ka­pı açıl­dı, Ju­li­en'i ça­ğır­dı­lar.

Baş­kan:

– Unut­ma­yın ki, bay­lar, bu an­dan baş­la­ya­rak Dük de *** un hu­zu­run­da ko­nu­şu­yo­ruz.

Son­ra Ju­li­en'i gös­te­re­rek ek­le­di:

– Mon­sie­ur So­rel, genç bir ra­hip­tir, o da bi­zim mü­ba­rek dâ­va­mı­za can­dan, gö­nül­den bağ­lı­dır, hay­ret ve­ri­ci ha­fı­za­sı sa­ye­sin­de o, bu­ra­da söy­le­ne­cek en kü­çük şey­le­ri bi­le Dük'e ko­lay­lık­la tek­rar ede­cek­tir.

Sır­tı­na iki üç ye­lek giy­miş, ba­ba­ca bir ta­vır ta­kın­mış za­tı işa­ret ede­rek:

– Şim­di söz ba­yın­dır.

Ju­li­en için­den, ye­lek­li ba­yın adı söy­len­se da­ha tabii olur­du di­ye dü­şün­dü. He­men ka­le­me sa­rı­lıp, uzun uzun yaz­dı.

(Ya­zar, bu­ra­ya bir say­fa nok­ta koy­ma­yı da­ha doğ­ru bu­lu­yor­du. An­cak ki­ta­bı ba­san, böy­le bir say­fa nok­ta­nın yer­siz ola­ca­ğı­nı, hi­kâ­ye tü­rün­den ya­zı­lar için de yer­siz­li­ğin ölüm de­mek ol­du­ğu­nu ile­ri sür­dü.)

Bu­nun üze­ri­ne ya­zar:

– Si­ya­set, ede­bi­ya­tın boy­nu­na ta­kıl­mış bir taş­tır, al­tı ay geç­mez, onu ba­tı­rı­ve­rir, de­di. Ha­ya­lin ya­rat­tı­ğı şey­ler ara­sın­da si­ya­set sö­zü aç­mak, bir kon­ser or­ta­sın­da ta­ban­ca pat­la­ma­ğa ben­zer. O ses yır­tı­cı bir ses­tir ama kuv­ve­ti yok­tur. Baş­ka hiç­bir ale­tin se­si­ne uy­maz. Si­ya­set sö­zü okur­la­rın ya­rı­sı­nı öl­dü­re­si­ye gü­cen­di­rir; sa­bah­le­yin ga­ze­te oku­yun­ca bü­yük il­gi gös­te­ren öte­ki ya­rı­sı­nı ise sı­kar...

Ki­ta­bı ya­yın­la­yan ise bu­na ce­vap ola­rak:

– Ro­ma­nı­nız­da­ki şa­hıs­lar si­ya­set sö­zü et­mez­se 1830 yı­lı Fran­sız­la­rın­dan de­ğil­dir; o hal­de ki­ta­bı­nız da id­di­a et­ti­ği­niz gi­bi bir ay­na ol­maz.

Ju­li­en'in yaz­dı­ğı kâ­ğıt­lar yir­mi al­tı say­fa tut­tu, bu özet, pek so­luk bir şey ol­du; çün­kü, her za­man ol­du­ğu gi­bi, onun da, faz­la­sı pek çir­kin gö­zü­ke­cek ve­ya ina­nıl­ma­ya­cak de­re­ce­de gü­lünç yer­le­ri at­la­ma­sı lazım gel­di (la Ga­zet­te deş Tri­bu­na­ux'ya ba­kı­nız)

Kat kat ye­lek­li, ba­ba­can ba­kış­lı adam (bel­ki bir pis­ko­pos­tu) ba­zen gü­lüm­si­yor­du; o za­man, bo­yu­na kı­pır­da­nan ka­pak­lar­la çev­re­len­miş göz­le­rin­de ga­rip bir pa­rıl­da­ma be­li­ri­yor, her za­man­kin­den da­ha az bir ka­rar­sız­lık gö­zü­kü­yor­du. Dük'ün hu­zu­run­da (Ju­li­en için­den: "Ama bu Dük de kim?" di­yor­du) her­kes­ten ön­ce bu za­tın söz al­ma­sı, gö­rü­nü­şe gö­re dü­şün­ce­le­ri­ni an­la­tıp bir sav­cı gö­re­vi­ni gör­mek için­di; Ju­li­en onu din­ler­ken, sav­cı­la­rın ço­ğu gi­bi bu da bir tür­lü ka­rar­sız­lık­tan kur­tu­la­mı­yor, söz­le­rin­den bir hük­me bağ­la­na­cak so­nuç­lar çı­ka­ra­mı­yor di­ye dü­şün­dü. Tar­tış­ma baş­la­dık­tan son­ra dük bu ku­su­ru o adam­ca­ğı­zın yü­zü­ne vur­ma­ğa ka­dar ile­ri git­ti.

İn­sa­nın de­ğe­ri hak­kın­da hoş­gö­rü­lü fi­kir­ler yü­rüt­tük­ten son­ra o kat kat ye­lek­li adam:

– Bir bü­yük ada­mın, öl­mez Pitt'in yö­net­ti­ği asil İn­gil­te­re, ih­ti­lâ­le kar­şı dur­mak için kırk mil­yar frank har­ca­dı. Ku­ru­lu­muz üye­le­ri, elem­li bir me­se­le hak­kın­da dü­şün­dük­le­ri­mi açık­ça söy­le­me­me mü­saa­de eder­se di­ye­ce­ğim ki İn­gil­te­re, Na­pol­yon Bo­na­par­te gi­bi bir adam­la, he­le ona kar­şı koy­mak için el­de bir yı­ğın iyi ni­yet­ten baş­ka bir şey bu­lun­maz­sa, an­cak şah­si ça­re­ler­le ba­şa çı­ka­bi­le­ce­ği­ni pek an­la­ya­ma­dı.

Ev sa­hi­bi kay­gı­lı bir ta­vır­la:

– Yi­ne mi öl­dür­me­nin öv­gü­sü!

Baş­kan öf­ke ile ba­ğır­dı:

– Al­lah aş­kı­na bu his­si ahlak ders­le­ri­ni bı­ra­kın!

Onun o ya­ban do­mu­zu göz­le­rin­de aman­sız bir pa­rıl­tı be­lir­miş­ti. Kat kat ye­lek­li ada­ma dö­nüp:

– De­vam edin.

Baş­ka­nın ya­nak­la­rı da, al­nı da al al ol­muş­tu. Be­ri­ki sö­zü­ne de­vam­la:

– Asil İn­gil­te­re bu­gün ezil­miş bir hal­de­dir; çün­kü her İn­gi­liz, ek­me­ği için ve­re­ce­ği pa­ra­dan ön­ce, ja­co­bin­le­re kar­şı har­ca­nan kırk mil­yar fran­gın fa­izi­ni ödü­yor, İn­gil­te­re'nin ar­tık Pitt'i de yok...

As­ker ol­du­ğu pek bel­li bir zat çok bil­miş bir eda ile:

– Pitt'i yok­sa Wel­ling­ton'u var.

Baş­kan:

– Çok ri­ca ede­rim su­sun, bay­lar, di­ye ba­ğır­dı; biz tar­tış­ma­ya de­vam ede­cek­sek M. So­rel'i ça­ğır­ma­mı­za lü­zum yok­tu.

Dük, Na­pol­yon ge­ne­ral­le­rin­den olan o söz ke­sen ada­ma öf­ke­li öf­ke­li ba­ka­rak:

– Ba­yın çok de­ğer­li fi­kir­le­ri ol­du­ğu­nu hep bi­li­riz biz.

Ju­li­en, bu söz­de şah­si bir şe­ye ha­ka­ret edi­ci bir tel­mih ol­du­ğu­nu gör­dü. Her­kes gü­lüm­se­di; dö­nek ge­ne­ral hid­de­tin­den çat­la­ya­cak gi­biy­di.

Dü­şün­ce­le­ri özet­le­yen zat din­le­yen­le­re doğ­ru­yu ka­bul et­ti­re­bil­mek­ten umu­du­nu çok­tan kes­miş, ce­sa­re­ti kı­rıl­mış bir adam tav­rıy­la:

– Ar­tık Pitt yok, bay­lar. İn­gil­te­re'de ye­ni bir Pitt çık­sa bi­le bir mil­le­ti ay­nı yol­lar­la iki de­fa al­dat­ma­ya im­kân yok­tur.

De­min söz ke­sen as­ker bu se­fer de:

– Bun­dan son­ra Fran­sa'da ye­nen bir ge­ne­ral, bir Bo­na­par­te çık­ma­sı da bu­nun için im­kân­sız­dır ya!

Bu se­fer baş­kan da, dük de, is­tek­le­ri göz­le­rin­den okun­mak­la be­ra­ber, ge­ne­ra­le çı­kı­şa­ma­dı­lar, iki­si de göz­le­ri­ni öne eğ­di­ler; dük, her­ke­se du­yu­ra­cak bir su­ret­te içi­ni çek­me­ği ye­ter bul­du. Fa­kat söz sa­hi­bi­nin ar­tık ka­fa­sı kız­mış­tı; o gü­lüm­se­yen na­zik­li­ği de, Ju­li­en'in ilk ba­kış­ta ya­ra­tı­lı­şı ge­re­ği san­dı­ğı o öl­çü­lü ko­nuş­ma­yı da bir ya­na bı­ra­kıp ateş­le:

– Sö­zü­mü bi­tir­mem için pek ace­le edi­li­yor. Uzun­lu­ğu ne olur­sa ol­sun, kim­se­nin ku­lak­la­rı­nı in­cit­me­mek için ne ka­dar gay­ret et­ti­ği­mi hiç he­sa­ba kat­mı­yor­su­nuz. Pe­ki, bay­lar, kı­sa ke­se­ce­ğim.

Hem si­ze en pes­pa­ye ke­li­me­ler­le söz söy­le­ye­ce­ğim: İn­gil­te­re'nin hak uğ­ru­na har­ca­na­cak me­te­li­ği bi­le yok. Pitt me­za­rın­dan di­ri­lip çık­sa, bü­tün de­ha­sı­nı da or­ta­ya koy­sa ge­ne İn­gil­te­re'nin kü­çük mal sa­hip­le­ri­ni kan­dı­ra­maz; çün­kü on­lar, o ça­bu­cak bi­ten Wa­ter­lo­o sa­va­şı­nın bi­le tam bir mil­yar fran­ga mal ol­du­ğu­nu bi­li­yor.

Git­tik­çe co­şu­yor­du:

– Ma­dem­ki açık­ça ko­nuş­ma­mı is­ti­yor­su­nuz, si­ze söy­le­ye­yim: Ken­di­ni­ze yi­ne ken­di­niz­den baş­ka yar­dım­cı ara­ma­yın, çün­kü İn­gil­te­re'nin si­ze ve­re­cek bir tek al­tı­nı bi­le yok­tur; İn­gil­te­re pa­ra ver­me­yin­ce de, ger­çi ce­sa­re­ti olan fakat za­ten fı­ka­ra bir hal­de bu­lu­nan Avus­tur­ya, Rus­ya, Prus­ya ise Fran­sa uğ­ru­na bel­ki bir iki sa­va­şa gi­rer ama iş­te o ka­dar.

Ja­co­bin­le­rin top­la­ya­ca­ğı as­ker­le­rin bi­rin­ci sa­vaş­ta ye­ni­le­ce­ği umu­la­bi­lir, bel­ki ikin­ci­de de ye­ni­lir; ama üçün­cü­de, siz is­ter­se­niz ön yar­gı­la­rı­nı­za ka­pı­lıp ba­na ih­ti­lâl­ci dam­ga­sı­nı vu­run ama üçün­cü­de kar­şı­nı­za 1792'nin si­lâh ba­şı­na çağ­rı­lı­ver­miş köy­lü­le­ri de­ğil, 1794 as­ker­le­ri çı­kar.

Bu se­fer bir de­ğil, üç dört ta­raf­tan iti­raz ses­le­ri yük­sel­di, ko­nuş­ma­cı­nın sö­zü­nü kes­ti­ler.

Baş­kan Ju­li­en'e dö­nüp:

– Mon­sie­ur, siz yi­ne içe­ri oda­ya gi­din de yaz­dı­ğı­nız ka­da­rı­nı te­mi­ze çe­kin.

Her za­man­ki dü­şün­ce­le­ri­nin ko­nu­su olan ih­ti­mal­le­rin sö­zü açıl­dı­ğı bir sı­ra­da böy­le dı­şa­rı çık­mak Ju­li­en'in pek ca­nı­nı sık­tı.

İçin­den, ken­di­le­riy­le alay ede­rim di­ye kor­ku­yor­lar. Tek­rar içe­ri çağ­rıl­dı­ğı va­kit M. de La Mo­le, ken­di­si­ni çok iyi ta­nı­yan Ju­li­en'in tu­ha­fı­na gi­den bir cid­di­yet­le:

– ...... Evet, bay­lar, di­yor­du,

Se­ra­til die­u, tab­le ou cu­vet­te? (Aca­ba ilâh mı, rah­le mi, yok­sa le­ğen mi?)

Sö­zü san­ki tam bu za­val­lı mil­let için söy­len­miş. La Fon­tai­ne: "ilâh ola­cak!" di­yor. Bu asil, bu de­rin söz de, bay­lar, san­ki si­zin için söy­len­miş. Ken­di ken­di­ni­ze uğ­ra­şın; böy­le­ce bi­zim asil Fran­sa­mız, ata­la­rı­mı­zın kur­du­ğu, bi­zim de, XVI. Lou­is'nin ölü­mün­den ön­ce gör­dü­ğü­müz ha­liy­le, ona ya­kın bir du­rum­da tek­rar mey­da­na çı­kar.

İn­gil­te­re de, hiç ol­maz­sa onun asîl lord­la­rı da, o kö­tü, ba­ya­ğı ja­co­bin­lik­ten bi­zim ka­dar nef­ret eder: İn­gi­liz al­tı­nı ol­ma­yın­ca Avus­tur­ya, Rus­ya, Prus­ya an­cak iki üç sa­va­şa gi­ri­şe­bi­lir. Bu, mem­le­ke­tin mut­lu bir iş­gal al­tı­na gir­me­si­ne, 1817'de M. de Ric­he­li­en'nün bu­da­la­ca çar­çur et­ti­ği bir iş­gal al­tı­na gir­me­si­ne ye­ter mi? Hiç san­mı­yo­rum.

Bu­nun üze­ri­ne ge­ne bir iti­raz se­si yük­sel­di ise de her­ke­sin tsıt, tsıt de­me­siy­le bo­ğu­lup du­yul­ma­dı. Bu se­fer de söz kes­me­ye kal­kan yi­ne Na­pol­yon'un ge­ne­ra­liy­di; bu zat bi­rin­ci rüt­be ni­şan al­mak he­ve­sin­de ol­du­ğu için mu­hak­kak giz­li no­ta­da bir pa­yı­nın bu­lun­ma­sı­nı is­ti­yor­du.

Gü­rül­tü ke­sil­dik­ten son­ra M. de La Mo­le tek­rar et­ti:

– Ben hiç san­mı­yo­rum.

"Ben" der­ken, Ju­li­en'in pek ho­şu­na gi­den bir küs­tah­lı­ğı var­dı. Ju­li­en, ka­le­mi­ni Mar­qu­is'nin sö­zü­nün hız­lı­lı­ğı ile koş­tu­ra­rak: "Gü­zel doğ­ru­su! M. de La Mo­le, ye­rin­de söy­len­miş bir söz­le, bu dö­nek ge­ne­ra­lin yir­mi sa­va­şı­nı sı­fı­ra in­di­ri­yor."

Mar­qu­is, söz­le­ri­ni tar­ta tar­ta söy­ler bir adam eda­sıy­la de­vam et­ti:

– Biz ye­ni bir as­ke­rî iş­ga­li, yal­nız dı­şar­dan bek­li­ye­me­yiz. Glo­be ga­ze­te­sin­de kun­dak so­kar gi­bi ya­zı­la­rı­nı gör­dü­ğü­müz genç­ler­den üç dört bin su­bay çı­kar, bun­lar ara­sın­da bir Kle­ber, bir Hoc­he, bir Jo­ur­dan, bir Pic­heg­ru bu­lu­na­bi­lir ama ni­yet­le­ri bil­mem on­la­rın­ki gi­bi ha­lis olur mu?

Re­is:

– Biz onun ünü­nü, sa­nı­nı yük­sel­te­me­dik, onu öl­mez bir ad ola­rak ya­şat­ma­lı idik.

M. de La Mo­le sö­zü­ne de­vam et­ti:

– Fran­sa'da iki par­ti bu­lun­ma­lı ama bu sa­de­ce bir isim­den iba­ret ol­ma­ma­lı; bi­ri­bi­rin­den iyi­ce ay­rı, ne is­te­dik­le­ri iyi­ce bel­li iki par­ti. Ki­mi ez­mek lazım gel­di­ği­ni bi­le­lim. Bir yan­da ga­ze­te­ci­ler, seç­men­ler, kı­sa­ca­sı hal­kın dü­şün­ce­si, duy­gu­su; genç­ler­le on­la­ra hay­ran olan her şey. Genç­ler boş söz­le­ri­nin yan­kı­la­rıy­la ken­di­le­rin­den ge­çe­dur­sun, bi­zim on­la­ra kar­şı in­kâr edil­mez bir üs­tün­lü­ğü­müz var: Büt­çe­yi öğü­tü­yo­ruz.

Yi­ne sö­zü­nü ke­sen bi­ri ol­du; M. de La Mo­le o ada­ma dö­nüp in­sa­nı hay­ran eden bir aza­met, bir ta­bi­ilik­le ko­nuş­tu:

– Siz, Mon­sie­ur, ke­li­me­yi ağır bul­du­nuz­sa büt­çe­yi öğüt­mü­yor­su­nuz, dev­let büt­çe­sin­den kırk bin fran­gı, kra­lın öde­ne­ğin­den de sek­sen bin fran­gı ce­be in­di­ri­yor­su­nuz.

Ma­dem­ki be­ni zor­lu­yor­su­nuz, Mon­sie­ur, ben de ör­nek ola­rak si­zi ele al­mak­tan çe­kin­mi­ye­ce­ğim. Sa­int­Lou­is ile be­ra­ber Haç­lı­lar sa­va­şı­na gi­den soy­lu ata­la­rı­mız gi­bi siz de, bu yüz bin fran­ga kar­şı bir alay, bir bö­lük, on­dan da vaz­geç­tik, cen­ge ha­zır, hak uğ­ru­na ca­nı­nı ve­re­cek hiç ol­maz­sa el­li ki­şi­lik bir ya­rım bö­lük as­ker çı­kar­ma­lı de­ğil mi­si­niz? Bu­nun ye­ri­ne em­ri­niz al­tın­da yal­nız bir yı­ğın uşak, bir is­yan kop­tu­ğu gün si­zi de kor­ku­ta­cak bir sü­rü uşak var.

Bay­lar, her il­de sa­dık be­şer yüz ki­şi­lik bir kuv­vet mey­da­na ge­tir­me­dik­çe bi­li­niz ki kra­lın tah­tı da, din de, asil­za­de­ler sı­nı­fı da bir gün için­de mah­vo­la­bi­lir; sa­dık der­ken o adam­lar­da yal­nız Fran­sız yi­ğit­li­ği de­ğil, İs­pan­yol me­ta­ne­ti, sab­rı da bu­lun­ma­sı­nı is­ti­yo­rum.

Bu ta­bu­run ya­rı­sı­nı bi­zim oğul­la­rı­mız, ye­ğen­le­ri­miz, kı­sa­ca­sı ha­ki­kî asil­za­de­ler oluş­tu­ra­cak. On­la­rın her­bi­ri­nin ya­nın­da, yi­ne 1815'te­ki­ne ben­zer olay­lar pat­lak ve­rin­ce he­men ya­ka­sı­na üç renk­li kur­de­lâ­yı ta­kı­ve­re­cek ge­ve­ze bi­rer şe­hir uşa­ğı de­ğil, Cat­he­li­nea­u gi­bi özü sö­zü­ne uyar mert bi­rer köy de­li­kan­lı­sı bu­lu­na­cak­tır; asil­za­de genç ona hak yo­lu öğ­ret­sin, elin­den ge­lir­se onun süt­kar­de­şi ol­sun. Her­bi­ri­miz, her il­de böy­le be­şer yüz ki­şi­lik sa­dık bi­rer ta­bur vü­cu­da ge­tir­mek için ge­li­ri­mi­zin beş­te bi­ri­ni göz­den çı­kar­ma­lı­yız. An­cak bu su­ret­le ya­ban­cı bir as­ke­rî iş­ga­le gü­ve­ne­bi­lir­si­niz. Yok­sa elin oğ­lu, her il­de ken­di­ne dost beş yüz as­ker bu­lu­na­ca­ğın­dan emin ol­maz­sa hiç­bir za­man kal­kıp da as­ker gön­der­mez.

Baş­ka ül­ke­le­rin kral­la­rı si­zi, ken­di­le­ri­ne Fran­sa'nın ka­pı­la­rı­nı aç­mak için si­lâh ba­şı­na geç­me­ğe ha­zır yir­mi bin asil­za­de bu­lun­du­ğu­nu ha­ber ve­rir­se­niz din­ler­ler. Bu pek ağır bir hiz­met olur mu di­ye­cek­si­niz? Bay­lar, kel­le­mi­zi kur­tar­mak için baş­ka yol yok­tur. Ga­ze­te­le­re hür­ri­yet ve­ril­me­si ile bi­zim bi­rer asil­za­de ola­rak ya­şı­ya­bil­me­miz im­kâ­nı ara­sın­da, an­cak bir ta­ra­fın ölü­mü ile bi­te­cek bir düş­man­lık, bir bo­ğuş­ma var­dır. Ya bi­rer tez­gâh sa­hi­bi, bi­rer çift­çi ol­ma­ğı gö­ze alın, ya­hut si­lâh ba­şı­na ge­çin, is­ter­se­niz pı­sı­rık olun ama ka­dın ka­fa­lı ol­ma­yın; göz­le­ri­ni­zi dört açın.

Ja­co­bin­le­rin şar­kı­sın­da ol­du­ğu gi­bi si­ze for­mez vos ba­ta­il­lons di­ye­ce­ğim; bu­nu ya­par­sa­nız bir asil Gus­ta­ve­Adolp­he çı­kar, kral­lık esa­sı­nın ağır, kor­ku­ta­rak bir teh­li­ke­ye düş­me­si­ne üzü­lür, mem­le­ke­tin­den üç yüz fer­sah öte yer­le­re ko­şup si­ze, Gus­ta­ve'm pro­tes­tan hü­küm­dar­la­ra et­ti­ği iyi­li­ği eder. İşe gi­riş­me­yip sa­de­ce ko­nuş­ma­ya de­vam et­mek ni­ye­tin­de mi­si­niz? El­li yıl son­ra Av­ru­pa'da yal­nız cum­hur­baş­kan­la­rı gö­rür, bir tek kral bu­la­maz­sı­nız. Hem o dört harf­le, K, R, A, L harf­le­riy­le be­ra­ber ra­hip­ler, asil­za­de­ler de or­ta­dan kal­kar. Ge­le­cek gün­le­ri bir göz önü­ne ge­ti­ri­yo­rum da ça­mur­lu, pis ço­ğun­luk­la­ra ya­la­ka­lık eden bir sü­rü aday­dan baş­ka bir şey gö­re­mi­yo­rum.

Siz, Fran­sa'da bu­gün her­ke­sin ta­nı­yıp sev­di­ği, sa­yı­lır bir ge­ne­ral yok, or­du yal­nız sal­ta­nat ile di­nin çı­kar­la­rı­na gö­re oluş­tu­rul­muş­tur, or­du­dan bü­tün es­ki alay­lı­lar çı­ka­rıl­dı, oy­sa­ki Prus­ya ile Avus­tur­ya alay­la­rı­nın her bi­rin­de ateş gör­müş el­li kü­çük su­bay var de­yip du­ru­yor­su­nuz.

Lâ­kin bi­li­niz ki or­ta hal­li­ler sı­nı­fın­dan, sa­va­şa can atan iki yüz bin de­li­kan­lı var...

– Bu hiç de hoş ol­ma­yan ha­ki­kat­le­ri ar­tık ke­sin...

Uka­lâ­ca bir eda ile bu söz­le­ri söy­li­yen ağır­baş­lı zat hiç şüp­he­siz ki­li­se­nin ile­ri ge­len­le­rin­den­di. Çün­kü M. de La Mo­le kı­za­ca­ğı­na tat­lı tat­lı gü­lüm­se­di; bu da Ju­li­en için bü­yük bir işa­ret ol­du.

– Hiç de hoş ol­ma­yan ger­çek­le­ri ar­tık ke­sip sö­zü­mü­zü özet­le­ye­lim. Bay­lar: gan­gren ol­muş ba­ca­ğı ke­si­le­cek ada­mın kal­kıp da ope­ra­tö­re: "Bu has­ta ba­cak sa­pa­sağ­lam­dır" de­me­si mü­na­se­bet­siz­lik olur. Tâ­bi­ri ma­zur gö­rün, Bay­lar, asıl duc de *** bi­zim ope­ra­tö­rü­müz ola­cak.

Ju­li­en için­den: Bir sır di­ye sak­la­nı­lan ke­li­me so­nun­da söy­le­nil­di, de­mek ben bu ak­şam *** yo­lu­nu tu­ta­ca­ğım di­ye dü­şün­dü.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro