Bölüm 22: Tartışma
Cumhuriyet – bugün topluluğun iyiliği uğruna her şeyini verecek adam bir ise niteliklerinden, benliklerinden başka bir şey düşünmeyenler binlerce, insan, Paris'te erdemi olduğu için değil, arabası olduğu için saygı görür.
NAPOLYON, Memorial.
Uşak içeriye atılırcasına girip haber verdi: Monsieur le dük de ***.
Dük girerken:
– Susun, ne kadar da budalaymışsınız siz!
Hem bu sözü öyle güzel, öyle haşmetle söyledi ki Julien, istemiye istemiye, o zatın bütün bilgisinin bir uşağa kızabilmek olduğunu aklından geçirdi. Gözlerini bir kaldırmasıyla indirmesi bir oldu. Yeni gelen zatın önemini o kadar kavramıştı ki böyle gözlerini kaldırıp bakmasının bir saygısızlık olmasından korktu.
Bu dük ellilik bir adamdı ama hâlâ bir züppe hali vardı, sanki zemberekle yürüyordu. Kafası dar, burnu büyük, yüzü koyun suratı gibi öne doğru idi. Bir insanın onunkinden daha soyluca, daha mânâsız bir hali olması hayli zor işlerdendi. Onun gelmesi üzerine oturum hemen açıldı.
Yüzleri inceden inceye okumaya dalmış olan Julien birdenbire M. de La Mole'ün sesiyle kendine geldi. Marquis:
– Size Abbe Sorel'i takdim edeyim, diyordu; hayret edilecek bir hafızası var; ben kendisine şerefli bir hizmet verileceğini söyliyeli daha bir saat oldu; hafizasının kuvvetini ispat için bu bir saat içinde Quotidienne'in birinci sayfasını ezberleyiverdi. Ev sahibi:
– Ha! Şu N... zavallısının dış haberleri.
Sonra can atarcasına bir tavırla gazeteyi aldı, önemli gözükmek isteye isteye gülünçleşen bir eda ile Julien'e bakarak:
– Buyrun, Monsieur.
Odayı derin bir sessizlik kapladı, bütün gözler Julien'e dikilmişti; o kadar iyi ezberlemişti ki yirmi satır okudu okumadı, Dük:
– Yeter.
Kısa boylu, yaban domuzu bakışlı adam oturdu. Onun bu toplantıya başkanlık edeceği belli, çünkü oturur oturmaz Julien'e bir oyun masası gösterdi, alıp yanına getirmesini işaret etti. Julien kalem, kâğıt da alarak yerleşti. Yeşil örtülü masanın başında toplanan on iki kişiyi bir süzdü. Dük:
– Monsieur Sorel, siz içeri odaya gidin, sizi çağırırlar.
Ev sahibi pek işkilli bir hale girdi; yanmdakine yavaşça panjurlar kapalı değil; sonra Julien'e dönüp alık alık:
– Pencereden bakmasanız da olur! diye bağırdı.
Julien içinden: Anlaşıldı, bu adamlar yasaların yasakladığı bir politika hazırlıyorlar, ben de aralarına düştüm. Allah'a çok şükür bu toplantı insanı Greve meydanına sürükleyecek çeşidinden değil. Bir tehlike olsa bile Marquis bana az mı iyilik etti? Onun için daha fazlasını da göze alsam çok mu? Deliliklerimin bir gün onun başına açacağı derdi, böyle bir şeyle onarabilsem ben daha ne isterim?
Bir yandan çılgınlıklarını, bahtsızlığını düşünüyor, bir yandan da şu anda bulunduğu yere, bir daha unutmamak üzere dikkatli dikkatli bakıyordu. Marquis'nin uşağa sokağın adını söylemediğini, hem o zamana kadar hiç âdeti değilken o gün bir kira arabasına bindiğini ancak o vakit hatırladı.
Julien uzun müddet düşünceleriyle baş başa bırakıldı. Kırmızı kadifesi geniş sırma zırhlı bir salonda idi. Konsolun üzerinde fildişi bir haç, ocağın üzerinde de M. de Maistre'in sırtı yaldızlı, çok güzel ciltlenmiş du Pape'ı duruyordu. Julien, onları dinliyor gibi gözükmemek için kitabı açtı. İçerideki odada ara sıra çok yüksek sesle konuşulduğu oluyordu. Sonunda kapı açıldı, Julien'i çağırdılar.
Başkan:
– Unutmayın ki, baylar, bu andan başlayarak Dük de *** un huzurunda konuşuyoruz.
Sonra Julien'i göstererek ekledi:
– Monsieur Sorel, genç bir rahiptir, o da bizim mübarek dâvamıza candan, gönülden bağlıdır, hayret verici hafızası sayesinde o, burada söylenecek en küçük şeyleri bile Dük'e kolaylıkla tekrar edecektir.
Sırtına iki üç yelek giymiş, babaca bir tavır takınmış zatı işaret ederek:
– Şimdi söz bayındır.
Julien içinden, yelekli bayın adı söylense daha tabii olurdu diye düşündü. Hemen kaleme sarılıp, uzun uzun yazdı.
(Yazar, buraya bir sayfa nokta koymayı daha doğru buluyordu. Ancak kitabı basan, böyle bir sayfa noktanın yersiz olacağını, hikâye türünden yazılar için de yersizliğin ölüm demek olduğunu ileri sürdü.)
Bunun üzerine yazar:
– Siyaset, edebiyatın boynuna takılmış bir taştır, altı ay geçmez, onu batırıverir, dedi. Hayalin yarattığı şeyler arasında siyaset sözü açmak, bir konser ortasında tabanca patlamağa benzer. O ses yırtıcı bir sestir ama kuvveti yoktur. Başka hiçbir aletin sesine uymaz. Siyaset sözü okurların yarısını öldüresiye gücendirir; sabahleyin gazete okuyunca büyük ilgi gösteren öteki yarısını ise sıkar...
Kitabı yayınlayan ise buna cevap olarak:
– Romanınızdaki şahıslar siyaset sözü etmezse 1830 yılı Fransızlarından değildir; o halde kitabınız da iddia ettiğiniz gibi bir ayna olmaz.
Julien'in yazdığı kâğıtlar yirmi altı sayfa tuttu, bu özet, pek soluk bir şey oldu; çünkü, her zaman olduğu gibi, onun da, fazlası pek çirkin gözükecek veya inanılmayacak derecede gülünç yerleri atlaması lazım geldi (la Gazette deş Tribunaux'ya bakınız)
Kat kat yelekli, babacan bakışlı adam (belki bir piskopostu) bazen gülümsiyordu; o zaman, boyuna kıpırdanan kapaklarla çevrelenmiş gözlerinde garip bir parıldama beliriyor, her zamankinden daha az bir kararsızlık gözüküyordu. Dük'ün huzurunda (Julien içinden: "Ama bu Dük de kim?" diyordu) herkesten önce bu zatın söz alması, görünüşe göre düşüncelerini anlatıp bir savcı görevini görmek içindi; Julien onu dinlerken, savcıların çoğu gibi bu da bir türlü kararsızlıktan kurtulamıyor, sözlerinden bir hükme bağlanacak sonuçlar çıkaramıyor diye düşündü. Tartışma başladıktan sonra dük bu kusuru o adamcağızın yüzüne vurmağa kadar ileri gitti.
İnsanın değeri hakkında hoşgörülü fikirler yürüttükten sonra o kat kat yelekli adam:
– Bir büyük adamın, ölmez Pitt'in yönettiği asil İngiltere, ihtilâle karşı durmak için kırk milyar frank harcadı. Kurulumuz üyeleri, elemli bir mesele hakkında düşündüklerimi açıkça söylememe müsaade ederse diyeceğim ki İngiltere, Napolyon Bonaparte gibi bir adamla, hele ona karşı koymak için elde bir yığın iyi niyetten başka bir şey bulunmazsa, ancak şahsi çarelerle başa çıkabileceğini pek anlayamadı.
Ev sahibi kaygılı bir tavırla:
– Yine mi öldürmenin övgüsü!
Başkan öfke ile bağırdı:
– Allah aşkına bu hissi ahlak derslerini bırakın!
Onun o yaban domuzu gözlerinde amansız bir parıltı belirmişti. Kat kat yelekli adama dönüp:
– Devam edin.
Başkanın yanakları da, alnı da al al olmuştu. Beriki sözüne devamla:
– Asil İngiltere bugün ezilmiş bir haldedir; çünkü her İngiliz, ekmeği için vereceği paradan önce, jacobinlere karşı harcanan kırk milyar frangın faizini ödüyor, İngiltere'nin artık Pitt'i de yok...
Asker olduğu pek belli bir zat çok bilmiş bir eda ile:
– Pitt'i yoksa Wellington'u var.
Başkan:
– Çok rica ederim susun, baylar, diye bağırdı; biz tartışmaya devam edeceksek M. Sorel'i çağırmamıza lüzum yoktu.
Dük, Napolyon generallerinden olan o söz kesen adama öfkeli öfkeli bakarak:
– Bayın çok değerli fikirleri olduğunu hep biliriz biz.
Julien, bu sözde şahsi bir şeye hakaret edici bir telmih olduğunu gördü. Herkes gülümsedi; dönek general hiddetinden çatlayacak gibiydi.
Düşünceleri özetleyen zat dinleyenlere doğruyu kabul ettirebilmekten umudunu çoktan kesmiş, cesareti kırılmış bir adam tavrıyla:
– Artık Pitt yok, baylar. İngiltere'de yeni bir Pitt çıksa bile bir milleti aynı yollarla iki defa aldatmaya imkân yoktur.
Demin söz kesen asker bu sefer de:
– Bundan sonra Fransa'da yenen bir general, bir Bonaparte çıkması da bunun için imkânsızdır ya!
Bu sefer başkan da, dük de, istekleri gözlerinden okunmakla beraber, generale çıkışamadılar, ikisi de gözlerini öne eğdiler; dük, herkese duyuracak bir surette içini çekmeği yeter buldu. Fakat söz sahibinin artık kafası kızmıştı; o gülümseyen nazikliği de, Julien'in ilk bakışta yaratılışı gereği sandığı o ölçülü konuşmayı da bir yana bırakıp ateşle:
– Sözümü bitirmem için pek acele ediliyor. Uzunluğu ne olursa olsun, kimsenin kulaklarını incitmemek için ne kadar gayret ettiğimi hiç hesaba katmıyorsunuz. Peki, baylar, kısa keseceğim.
Hem size en pespaye kelimelerle söz söyleyeceğim: İngiltere'nin hak uğruna harcanacak meteliği bile yok. Pitt mezarından dirilip çıksa, bütün dehasını da ortaya koysa gene İngiltere'nin küçük mal sahiplerini kandıramaz; çünkü onlar, o çabucak biten Waterloo savaşının bile tam bir milyar franga mal olduğunu biliyor.
Gittikçe coşuyordu:
– Mademki açıkça konuşmamı istiyorsunuz, size söyleyeyim: Kendinize yine kendinizden başka yardımcı aramayın, çünkü İngiltere'nin size verecek bir tek altını bile yoktur; İngiltere para vermeyince de, gerçi cesareti olan fakat zaten fıkara bir halde bulunan Avusturya, Rusya, Prusya ise Fransa uğruna belki bir iki savaşa girer ama işte o kadar.
Jacobinlerin toplayacağı askerlerin birinci savaşta yenileceği umulabilir, belki ikincide de yenilir; ama üçüncüde, siz isterseniz ön yargılarınıza kapılıp bana ihtilâlci damgasını vurun ama üçüncüde karşınıza 1792'nin silâh başına çağrılıvermiş köylüleri değil, 1794 askerleri çıkar.
Bu sefer bir değil, üç dört taraftan itiraz sesleri yükseldi, konuşmacının sözünü kestiler.
Başkan Julien'e dönüp:
– Monsieur, siz yine içeri odaya gidin de yazdığınız kadarını temize çekin.
Her zamanki düşüncelerinin konusu olan ihtimallerin sözü açıldığı bir sırada böyle dışarı çıkmak Julien'in pek canını sıktı.
İçinden, kendileriyle alay ederim diye korkuyorlar. Tekrar içeri çağrıldığı vakit M. de La Mole, kendisini çok iyi tanıyan Julien'in tuhafına giden bir ciddiyetle:
– ...... Evet, baylar, diyordu,
Seratil dieu, table ou cuvette? (Acaba ilâh mı, rahle mi, yoksa leğen mi?)
Sözü sanki tam bu zavallı millet için söylenmiş. La Fontaine: "ilâh olacak!" diyor. Bu asil, bu derin söz de, baylar, sanki sizin için söylenmiş. Kendi kendinize uğraşın; böylece bizim asil Fransamız, atalarımızın kurduğu, bizim de, XVI. Louis'nin ölümünden önce gördüğümüz haliyle, ona yakın bir durumda tekrar meydana çıkar.
İngiltere de, hiç olmazsa onun asîl lordları da, o kötü, bayağı jacobinlikten bizim kadar nefret eder: İngiliz altını olmayınca Avusturya, Rusya, Prusya ancak iki üç savaşa girişebilir. Bu, memleketin mutlu bir işgal altına girmesine, 1817'de M. de Richelien'nün budalaca çarçur ettiği bir işgal altına girmesine yeter mi? Hiç sanmıyorum.
Bunun üzerine gene bir itiraz sesi yükseldi ise de herkesin tsıt, tsıt demesiyle boğulup duyulmadı. Bu sefer de söz kesmeye kalkan yine Napolyon'un generaliydi; bu zat birinci rütbe nişan almak hevesinde olduğu için muhakkak gizli notada bir payının bulunmasını istiyordu.
Gürültü kesildikten sonra M. de La Mole tekrar etti:
– Ben hiç sanmıyorum.
"Ben" derken, Julien'in pek hoşuna giden bir küstahlığı vardı. Julien, kalemini Marquis'nin sözünün hızlılığı ile koşturarak: "Güzel doğrusu! M. de La Mole, yerinde söylenmiş bir sözle, bu dönek generalin yirmi savaşını sıfıra indiriyor."
Marquis, sözlerini tarta tarta söyler bir adam edasıyla devam etti:
– Biz yeni bir askerî işgali, yalnız dışardan bekliyemeyiz. Globe gazetesinde kundak sokar gibi yazılarını gördüğümüz gençlerden üç dört bin subay çıkar, bunlar arasında bir Kleber, bir Hoche, bir Jourdan, bir Pichegru bulunabilir ama niyetleri bilmem onlarınki gibi halis olur mu?
Reis:
– Biz onun ününü, sanını yükseltemedik, onu ölmez bir ad olarak yaşatmalı idik.
M. de La Mole sözüne devam etti:
– Fransa'da iki parti bulunmalı ama bu sadece bir isimden ibaret olmamalı; biribirinden iyice ayrı, ne istedikleri iyice belli iki parti. Kimi ezmek lazım geldiğini bilelim. Bir yanda gazeteciler, seçmenler, kısacası halkın düşüncesi, duygusu; gençlerle onlara hayran olan her şey. Gençler boş sözlerinin yankılarıyla kendilerinden geçedursun, bizim onlara karşı inkâr edilmez bir üstünlüğümüz var: Bütçeyi öğütüyoruz.
Yine sözünü kesen biri oldu; M. de La Mole o adama dönüp insanı hayran eden bir azamet, bir tabiilikle konuştu:
– Siz, Monsieur, kelimeyi ağır buldunuzsa bütçeyi öğütmüyorsunuz, devlet bütçesinden kırk bin frangı, kralın ödeneğinden de seksen bin frangı cebe indiriyorsunuz.
Mademki beni zorluyorsunuz, Monsieur, ben de örnek olarak sizi ele almaktan çekinmiyeceğim. SaintLouis ile beraber Haçlılar savaşına giden soylu atalarımız gibi siz de, bu yüz bin franga karşı bir alay, bir bölük, ondan da vazgeçtik, cenge hazır, hak uğruna canını verecek hiç olmazsa elli kişilik bir yarım bölük asker çıkarmalı değil misiniz? Bunun yerine emriniz altında yalnız bir yığın uşak, bir isyan koptuğu gün sizi de korkutacak bir sürü uşak var.
Baylar, her ilde sadık beşer yüz kişilik bir kuvvet meydana getirmedikçe biliniz ki kralın tahtı da, din de, asilzadeler sınıfı da bir gün içinde mahvolabilir; sadık derken o adamlarda yalnız Fransız yiğitliği değil, İspanyol metaneti, sabrı da bulunmasını istiyorum.
Bu taburun yarısını bizim oğullarımız, yeğenlerimiz, kısacası hakikî asilzadeler oluşturacak. Onların herbirinin yanında, yine 1815'tekine benzer olaylar patlak verince hemen yakasına üç renkli kurdelâyı takıverecek geveze birer şehir uşağı değil, Cathelineau gibi özü sözüne uyar mert birer köy delikanlısı bulunacaktır; asilzade genç ona hak yolu öğretsin, elinden gelirse onun sütkardeşi olsun. Herbirimiz, her ilde böyle beşer yüz kişilik sadık birer tabur vücuda getirmek için gelirimizin beşte birini gözden çıkarmalıyız. Ancak bu suretle yabancı bir askerî işgale güvenebilirsiniz. Yoksa elin oğlu, her ilde kendine dost beş yüz asker bulunacağından emin olmazsa hiçbir zaman kalkıp da asker göndermez.
Başka ülkelerin kralları sizi, kendilerine Fransa'nın kapılarını açmak için silâh başına geçmeğe hazır yirmi bin asilzade bulunduğunu haber verirseniz dinlerler. Bu pek ağır bir hizmet olur mu diyeceksiniz? Baylar, kellemizi kurtarmak için başka yol yoktur. Gazetelere hürriyet verilmesi ile bizim birer asilzade olarak yaşıyabilmemiz imkânı arasında, ancak bir tarafın ölümü ile bitecek bir düşmanlık, bir boğuşma vardır. Ya birer tezgâh sahibi, birer çiftçi olmağı göze alın, yahut silâh başına geçin, isterseniz pısırık olun ama kadın kafalı olmayın; gözlerinizi dört açın.
Jacobinlerin şarkısında olduğu gibi size formez vos bataillons diyeceğim; bunu yaparsanız bir asil GustaveAdolphe çıkar, krallık esasının ağır, korkutarak bir tehlikeye düşmesine üzülür, memleketinden üç yüz fersah öte yerlere koşup size, Gustave'm protestan hükümdarlara ettiği iyiliği eder. İşe girişmeyip sadece konuşmaya devam etmek niyetinde misiniz? Elli yıl sonra Avrupa'da yalnız cumhurbaşkanları görür, bir tek kral bulamazsınız. Hem o dört harfle, K, R, A, L harfleriyle beraber rahipler, asilzadeler de ortadan kalkar. Gelecek günleri bir göz önüne getiriyorum da çamurlu, pis çoğunluklara yalakalık eden bir sürü adaydan başka bir şey göremiyorum.
Siz, Fransa'da bugün herkesin tanıyıp sevdiği, sayılır bir general yok, ordu yalnız saltanat ile dinin çıkarlarına göre oluşturulmuştur, ordudan bütün eski alaylılar çıkarıldı, oysaki Prusya ile Avusturya alaylarının her birinde ateş görmüş elli küçük subay var deyip duruyorsunuz.
Lâkin biliniz ki orta halliler sınıfından, savaşa can atan iki yüz bin delikanlı var...
– Bu hiç de hoş olmayan hakikatleri artık kesin...
Ukalâca bir eda ile bu sözleri söyliyen ağırbaşlı zat hiç şüphesiz kilisenin ileri gelenlerindendi. Çünkü M. de La Mole kızacağına tatlı tatlı gülümsedi; bu da Julien için büyük bir işaret oldu.
– Hiç de hoş olmayan gerçekleri artık kesip sözümüzü özetleyelim. Baylar: gangren olmuş bacağı kesilecek adamın kalkıp da operatöre: "Bu hasta bacak sapasağlamdır" demesi münasebetsizlik olur. Tâbiri mazur görün, Baylar, asıl duc de *** bizim operatörümüz olacak.
Julien içinden: Bir sır diye saklanılan kelime sonunda söylenildi, demek ben bu akşam *** yolunu tutacağım diye düşündü.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro