Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 18: Üzüntülü Anlar

Bir de iti­raf edi­yor! En kü­çük, en önem­siz nok­ta­la­rı bi­le bi­rer bi­rer, uzun uzun an­la­tı­yor! Gö­zü­me di­ki­len o gü­zel gö­zü, baş­ka bi­ri için his­set­ti­ği aş­kı an­la­tı­yor.

SCHIL­LER

Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le öy­le­si­ne se­vin­miş­ti ki, az kal­sın âşı­ğı ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­mek teh­li­ke­si­ne düş­müş ol­ma­yı bi­le bah­ti­yar­lık say­mak­tan ken­di­ni ala­mı­yor­du: Ma­dem­ki be­ni öl­dür­me­ye kal­kış­tı, de­mek ki ba­na hük­met­me­ye layık. Ki­bar­lar âle­mi ci­ci bay­la­rı­nın aca­ba ka­çı bir ara­da kay­na­tıl­sa böy­le bir ih­ti­ras ha­re­ke­ti el­de edi­le­bi­lir?

– Kı­lı­cı du­va­ra, tam yor­gan­cı­nın tak­tı­ğı gi­bi hoş gö­rü­ne­cek bir tarz­da as­mak için is­kem­le­ye çık­tı­ğı za­man cid­den gü­zel­di! Doğ­ru­su ben, onu sev­mek­le o ka­dar da de­li­lik et­me­mi­şim.

O sı­ra­da ba­rış­mak için onu­ru­nu kır­ma­ya­cak bir fır­sat çık­say­dı, Mat­hil­de on­dan he­men ya­rar­la­nır­dı. Ju­li­en, ka­pı­yı ki­lit­le­yip oda­sı­na ka­pan­mış, en şid­det­li bir umut­suz­luk için­de kıv­ra­nı­yor­du. Ak­lı­na de­li­ce şey­ler ge­li­yor. Gi­dip kı­zın ayak­la­rı­na ka­pan­ma­yı dü­şü­nü­yor­du. Böy­le her­kes­ten uzak bir kö­şe­ye çe­ki­lip ka­la­ca­ğı­na bah­çe­de ve­ya ko­nak­ta do­laş­sa, fır­sat kol­la­sa, bel­ki o çe­kil­mez baht­sız­lı­ğı bir an­da de­ği­şip bü­yük bir bah­ti­yar­lık olu­ve­rir­di.

Biz onun be­ce­rik­siz­li­ği­ni bir suç say­ma­ya kal­kı­yo­ruz ama Ju­li­en be­ce­rik­li ol­say­dı hiç kı­lıç çe­ker miy­di? Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün onu pek gü­zel­di di­ye dü­şün­me­si­ne se­bep olan o ha­re­ke­te kal­kar mıy­dı? Ju­li­en'in ken­di­si için hiç de fe­na ol­ma­yan bu ka­pa­nıp üzül­me­si, bü­tün gün sür­dü. Mat­hil­de onu sev­mek­le ge­çir­di­ği kı­sa za­ma­nı tat­lı tat­lı ha­tır­lı­yor, üzü­lü­yor­du.

Doğ­ru­su, bu ya, di­yor­du, be­nim o za­val­lı ço­cu­ğa kar­şı olan aş­kım, ken­di­si­ne so­rar­sa­nız ce­ke­ti­nin ce­bi­ne bü­tün ta­ban­ca­la­rı­nı yer­leş­ti­rip mer­di­ven­le be­nim oda­ma çık­tı­ğın­dan, ya­ni sa­ba­hın bi­rin­den se­ki­zi­ne de­ğin sür­dü. On beş da­ki­ka son­ra ben Sa­in­te­Va­le­re ki­li­se­sin­de âyi­ni din­ler­ken onun be­nim üze­rim­de hak­lar id­di­a ede­ce­ği­ni, gö­zü­mü kor­ku­ta­rak be­ni ken­di­si­ne bo­yun eğ­me­ye zor­la­ya­ca­ğı­nı dü­şün­me­ye baş­la­dım.

Ye­mek­ten son­ra Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le, Ju­li­en'den kaç­mak şöy­le dur­sun, onun­la ko­nuş­tu, son­ra da onu bah­çe­ye çık­ma­ya da­vet et­ti; Ju­li­en ita­at et­ti. Çek­ti­ği azap az­mış gi­bi bir de bu­na kat­la­na­cak­tı. Mat­hil­de, ye­ni­den can­la­nan aş­kı­na, ken­di de pek far­kı­na var­ma­dan, ka­pıl­mak üze­re idi. Onun­la be­ra­ber gez­mek­ten son de­re­ce zevk alı­yor, da­ha o sa­bah ken­di­si­ni öl­dür­mek için kı­lı­cı­na sa­rı­lı­ve­ren o el­le­re me­rak­la ba­kı­yor­du.

Böy­le bir ha­re­ket­ten, bü­tün bu olup bi­ten­ler­den son­ra yi­ne es­ki­si gi­bi ko­nuş­ma­la­rı el­bet­te el­bet­te müm­kün de­ğil­di.

Mat­hil­de ya­vaş ya­vaş ona gön­lü­nün ne hal­de ol­du­ğun­dan söz et­me­ye baş­la­dı. Bu çe­şit ko­nuş­ma­da ga­rip bir haz bu­lu­yor­du; lâf lâ­fı aç­tı, Ju­li­en'e vak­tiy­le M. de Cro­ise­no­is, son­ra M. de Cay­lus için bes­le­miş ol­du­ğu o ge­çi­ci coş­kun­luk his­le­ri­ni de an­lat­tı.

Ju­li­en:

– Ne? M. de Cay­lus için de mi?

Es­ki bir aş­kın kıs­kanç­lı­ğı bu söz­de bü­tün acı­lı­ğı ile ken­di­ni gös­te­ri­yor­du. Her­hal­de Mat­hil­de öy­le ol­du­ğu­na hük­met­ti, bun­dan hiç de go­cun­ma­dı.

Es­ki­den bes­le­di­ği his­le­ri en hoş bir tarz­da, ta iç­ten ge­len bir ha­ki­kat eda­sıy­la bi­rer bi­rer an­la­ta­rak Ju­li­en'i üz­mek­te de­vam et­ti. Ju­li­en onun, göz­le­ri önün­de can­la­nan bir şe­yi tas­vir et­ti­ği­ni gö­rü­yor­du. Mat­hil­de'in söz söy­ler­ken ken­di kal­bin­de ye­ni ye­ni his­ler keş­fet­ti­ği­ni fark edip içi ya­nı­yor­du.

Kıs­kanç­lı­ğın ver­di­ği ıs­tı­rap da­ha ile­ri­ye gi­de­bi­lir mi?

Bir baş­ka­sı­nın se­vil­di­ği­ni san­mak za­ten çok üzü­cü bir şey­dir; bir de onun, ta­pa­sı­ya sev­di­ği­niz bir kim­se­nin gön­lün­de aşk his­si uyan­dır­dı­ğı­nı taf­si­lâ­tı ile din­le­mek, sev­gi­li­nin bu­nu iti­raf et­me­si ıs­tı­rap­la­rın en bü­yü­ğü­dür.

Ju­li­en'in ken­di­ni Cay­lus­ler­den, Cro­ise­no­is­lar­dan üs­tün tut­mak­la gös­ter­di­ği gu­rur, şim­di tam ce­za­sı­nı bul­muş­tu! On­la­rın en kü­çük üs­tün­lük­le­ri­ni gö­zün­de bü­yü­tüp gön­lün­den vu­ru­lu­yor­du. Şim­di ken­di ken­di­si­ni ateş­li, ek­sik­siz bir sa­mi­mi­yet­le hor gö­rü­yor­du.

O, Mat­hil­de'ye ta­pıl­ma­ya layık, tan­rı­lar­dan bi­le ile­ri bir ka­dın di­ye ba­kı­yor­du; ne de­re­ce hay­ran­lık duy­du­ğu­nu an­la­ma­ya sö­zün gü­cü yet­mez. Onun ya­nın­da ge­zi­nir­ken giz­li­ce el­le­ri­ne, kol­la­rı­na, bir kra­li­çe gi­bi yü­rü­yü­şü­ne ba­kı­yor­du. Hem aş­kın­dan, hem ke­de­rin­den bit­kin bir hal­de onun ayak­la­rı­na ka­pa­nıp mer­ha­met di­le­ne­ce­ği bi­le ge­li­yor­du.

– Bu her­kes­ten üs­tün, bu son de­re­ce gü­zel, be­ni bir de­fa sev­miş olan kız ya­kın­da hiç şüp­he­siz M. de Cay­lus'u se­ve­cek!

Ju­li­en Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün sa­mi­mî ol­du­ğun­dan şüp­he ede­mez­di; onun bü­tün söy­le­dik­le­rin­de ha­ki­kat eda­sı açık­ça ken­di­ni gös­te­ri­yor­du. San­ki Ju­li­en'in baht­sız­lı­ğın­da ek­sik bir ta­raf kal­ma­sın di­ye, öy­le an­lar ol­du ki Mat­hil­de, M. de Cay­lus için bir za­man­lar duy­du­ğu his­le­rin sö­zü­nü ede de so­nun­da onu hâ­lâ se­vi­yor­muş gi­bi söz­ler söy­le­me­ye baş­la­dı. Hiç şüp­he­siz eda­sın­da bir aşk var­dı, Ju­li­en bu­nu açık­ça gö­rü­yor­du.

Ci­ğe­ri­ne eri­miş kur­şun akıt­sa­lar, bel­ki bu ka­dar ıs­tı­rap duy­maz­dı. Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün vak­tiy­le M. de Cay­lus, M. de Luz ve­ya M. de Cro­ise­no­is için o gev­şek, ge­çi­ci aşk duy­gu­la­rı­nı şim­di ha­tır­la­mak­la bu ka­dar zevk duy­ma­sı ger­çi Ju­li­en ile ko­nuş­mak­ta ol­du­ğu için­di ama ele­min bu de­re­ce­si­ne var­mış olan o za­val­lı de­li­kan­lı bu­nu na­sıl fark ede­bi­lir­di?

Ju­li­en'in çek­ti­ği üzün­tü­le­ri, he­le­ca­nı an­lat­ma­ğa im­kân yok­tur. Da­ha bir­kaç gün ön­ce Mat­hil­de'in oda­sı­na çık­mak için sa­at bi­rin vur­ma­sı­nı bek­le­di­ği ıh­la­mur ağaç­la­rı al­tın­da şim­di o kı­zın ağ­zın­dan, baş­ka­la­rı için duy­du­ğu aş­kın böy­le in­ce­den in­ce­ye an­la­tıl­dı­ğı­nı din­le­mek!.. Bir in­sa­nın fe­lâ­ke­tin bun­dan da bü­yü­ğü­ne da­ya­na­bil­me­si müm­kün mü­dür?

Mat­hil­de an­ne­si­nin an­cak üçün­cü ça­ğır­ma­sın­da içe­ri gir­di; sa­at do­kuz bu­çu­ğu ge­çi­yor­du.. için­den, bel­ki ken­di de pek far­kı­na var­mak­sı­zın: Be­nim bu­gün sev­di­ğim, o za­man az kal­sın gön­lü­mü kap­tı­ra­cak ol­du­ğum­dan bin kat da­ha üs­tün! di­ye dü­şü­nü­yor­du.

Evet bu üzü­cü sa­mi­mi­yet se­kiz gün, tam se­kiz gün sür­dü. Mat­hil­de Ju­li­en'le ko­nuş­mak için ba­zen ken­di fır­sat çı­ka­rı­yor, ba­zen ken­di­li­ğin­den çı­kan fır­sat­la­rı ka­çır­mı­yor­du. İki­si­nin, san­ki yü­rek­le­ri­nin par­ça­lan­ma­sın­dan haz du­yar gi­bi dö­nüp do­la­şıp aç­tık­la­rı söz de, Mat­hil­de'in baş­ka er­kek­ler için duy­muş ol­du­ğu sev­gi­nin sö­zü idi: Kız o za­man­lar yaz­dı­ğı mek­tup­la­rı an­la­tı­yor, kul­lan­dı­ğı ke­li­me­le­ri de ha­tır­lı­yor, ba­zen o mek­tup­la­rın bir­kaç cüm­le­si­ni bi­le ez­be­re oku­du­ğu olu­yor­du. Son gün­ler­de Ju­li­en'e ba­kar­ken İb­lis­çe bir zevk du­yar gi­biy­di. Ju­li­en'in ele­mi onu ne­şe­len­di­ri­yor­du. Ma­dem­ki o ke­der et­mek, üzül­mek za­afı­nı gös­te­ri­yor, Mat­hil­de ar­tık onu, bir gün hük­mü al­tı­na gi­ri­ve­ri­rim kor­ku­su çek­mek­si­zin se­ve­bi­lir­di.

Ju­li­en'in ha­ya­tı hiç an­la­ma­dı­ğı, ro­man bi­le oku­ma­dı­ğı; bu ka­dar toy ol­ma­yıp da bi­raz so­ğuk­kan­lı­lık gös­te­rip ta­par­ca­sı­na sev­di­ği, böy­le ga­rip il­ti­fat­la­rı­nı gör­dü­ğü o kı­za: Ben o bay­lar ka­dar de­ğer­li ol­ma­ya­bi­li­rim ama siz ge­ne be­ni sev­di­ği­ni­zi in­kâr ede­mez­si­niz, de­di­ği gö­rü­lü­yor­du!

Mat­hil­de his­le­ri­nin böy­le keş­fe­dil­me­si­ne bel­ki se­vi­nir­di; en azın­dan Ju­li­en'in mu­ra­dı­na erip ere­me­me­si, bu fik­ri ifa­de­de bir in­ce­lik gös­te­rip gös­te­re­me­me­si­ne, bir de se­çe­ce­ği za­ma­na bağ­lı şey olur­du. Her­hal­de Mat­hil­de için de ar­tık usan­dı­rı­cı ol­mak­ta ge­cik­me­ye­cek bir du­rum­dan, al­nı­nın akı ile de kur­tul­muş olur­du. Bir gün, uzun bir ge­zin­ti­den son­ra, aş­kın, üzün­tü­nün pe­ri­şan et­ti­ği Ju­li­en, Mat­hil­de'e:

– Ben si­zi ta­par­ca­sı­na se­ve­yim de siz be­ni hiç sev­mi­ye­si­niz! de­mek­ten ken­di­ni ala­ma­dı..

Bun­dan da­ha bü­yük bir bu­da­la­lık et­me­si­ne im­kân yok­tu de­ni­le­bi­lir.

Bu söz, Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün ona gö­nül iş­le­rin­den bah­set­mek­le duy­du­ğu zev­ki bir an­da mah­ve­di­ver­di. Ju­li­en'in, ara­la­rın­da ge­çen iş­ler­den son­ra, bu hi­kâ­ye­le­re kız­ma­ma­sı­na şaş­ma­ya baş­la­mış­tı. Ju­li­en o bu­da­la­ca sö­zü söy­ler­ken Mat­hil­de: Bel­ki ar­tık be­ni sev­mi­yor, di­yor­du. Gu­ru­ru, aş­kı­nı sön­dür­müş ola­cak. Böy­le bir adam Cay­lus, Luz, Cro­ise­no­is gi­bi kim­se­le­rin ken­di­si­ne ter­cih edil­di­ği­ni gö­rür de küs­mez mi? On­la­rın ken­di­sin­den kat kat üs­tün ol­du­ğu­nu söy­le­yip du­ru­yor, bel­li ki içi­ne iş­le­miş... Ha­yır, ayak­la­rı­ma ka­pan­dı­ğı­nı bir da­ha gö­re­me­ye­ce­ğim...

Ge­çen gün­ler Ju­li­en, üzün­tü­nün ver­di­ği saf­lık­la Mat­hil­de'e, o bay­la­rın par­lak me­zi­yet­le­ri­ni, ken­di de ina­na­rak, över du­rur­du; hatta o me­zi­yet­le­ri gö­zün­de bü­yüt­tü­ğü de ol­du... Mat­hil­de bu­nu fark et­miş­ti ama se­be­bi­ni bir tür­lü an­la­ya­mı­yor, şa­şı­yor­du. Ju­li­en'in coş­kun ru­hu, se­vil­di­ği­ni san­dı­ğı bir ada­mı öv­mek­le, onun mut­lu­lu­ğu­na bir jest gös­ter­miş ol­du. Onun gön­lün de­rin­lik­le­rin­den ge­len fakat pek de bu­da­la­ca olan o sö­zü, bir an­da her şe­yi de­ğiş­tir­di: se­vil­di­ğin­den şüp­he­si kal­ma­yan Mat­hil­de onu hor gör­me­ye baş­la­dı.

Ju­li­en o ace­mi­ce sö­zü söy­ler­ken be­ra­ber ge­zi­ni­yor­lar­dı; Mat­hil­de o söz üze­ri­ne he­men ay­rıl­dı, son ba­kı­şın­da müt­hiş bir ha­fif­se­me var­dı. Sa­lo­na dön­dük­ten son­ra bü­tün ak­şam ona bir ke­re bi­le dö­nüp bak­ma­dı. Er­te­si gün bu ha­fif­se­me kı­zın bü­tün gön­lü­nü kap­la­mış­tı. Se­kiz gün Ju­li­en'e en can­ci­ğer dos­tu di­ye mu­ame­le et­me­si­ne se­bep olan his­ten eser kal­ma­mış­tı; onu gör­mek bi­le fe­na­sı­na gi­di­yor­du. Mat­hil­de'in bu duy­gu­su iğ­ren­mek de­re­ce­si­ne var­dı; gö­zü Ju­li­en'e iliş­tik­çe duy­du­ğu kü­çüm­se­me, tik­sin­me his­si­ni hiç­bir söz an­la­ta­maz.

Se­kiz gün­dür Ju­li­en, Mat­hil­de'nin kal­bin­de ko­pan fır­tı­na­lar­dan hiç bir şey an­la­ma­mış­tı ama bu kü­çüm­se­me­yi fark et­ti. Akıl­lı­lık gös­te­rip onun kar­şı­sı­na el­den gel­di­ğin­ce az çık­tı, ona hiç bak­ma­dı.

Ken­di­si­ni böy­le­ce sev­gi­li­si­ni gör­mek­ten yok­sun bı­rak­mak­la öle­si­ye ke­der­le­ni­yor­du. Bed­baht­lı­ğı­nın bir kat da­ha art­tı­ğı­nı du­yar gi­bi ol­du. Bir in­san kal­bi­nin ce­sa­re­ti bun­dan öte­ye va­ra­maz di­yor­du. Öm­rü­nü, ko­na­ğın ta üst ka­tın­da kü­çük bir pen­ce­re­de ge­çir­me­ğe baş­la­dı; pan­cu­ru sım­sı­kı ka­pa­mış­tı, ken­di­si gö­zük­mü­yor fakat Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le bah­çe­ye çı­ka­cak olur­sa, uzak­tan ol­sun gö­re­bi­li­yor­du.

Onun ak­şam ye­me­ğin­den son­ra ya­nı­na M. de Cay­lus'ü, M. de Luz'ü ve­ya vak­tiy­le bir par­ça sev­miş ol­du­ğu­nu iti­raf et­ti­ği baş­ka bi­ri­ni alıp gez­di­ği­ni gö­rün­ce ne hal­le­re gi­rer­di! Ju­li­en, ke­de­rin bu ka­dar şid­det­li­si­ni hav­sa­la­sı­na sığ­dı­ra­mı­yor­du; ken­di­ni tu­ta­ma­yıp ba­ğı­ra­ca­ğı an­lar olu­yor­du; iki yüz­lü­lü­ğün uzun za­man­dır sal­ta­nat sür­dü­ğü bu da­ya­nık­lı ruh ar­tık pe­ri­şan ol­muş­tu. Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ü dü­şün­mek­ten baş­ka her şey ona ka­fa yor­ma­ya değ­mez, boş bir şey gi­bi gö­zü­kü­yor­du; en ba­sit mek­tup­la­rı bi­le doğ­ru dü­rüst ya­za­maz ol­muş­tu. Mar­qu­is:

– Siz de­li mi olu­yor­su­nuz?

Asıl ha­li an­la­şı­la­cak di­ye kor­kup tit­re­yen Ju­li­en has­ta­lık­tan söz et­ti, bu söz­le­ri­ne inan­dır­dı. Çok şü­kür ki Mar­qu­is, ak­şam ye­me­ğin­de onun ya­kın­da yo­la çı­ka­ca­ğı sö­zü­nü açıp şa­ka et­ti: Mat­hil­de bu yol­cu­lu­ğun uzun sü­re­bi­le­ce­ği­ni an­la­dı. Ju­li­en kaç gün­dür on­dan ka­çı­yor­du; o uçuk be­niz­li, so­murt­kan de­li­kan­lı­da bu­lun­ma­yan me­zi­yet­le­ri şa­hıs­la­rın­da top­la­mış, bir za­man­lar se­ver gi­bi ol­du­ğu par­lak bay­lar da Mat­hil­de'i ar­tık dal­dı­ğı hü­zün­lü dü­şün­ce­ler­den kur­ta­ra­maz ol­muş­tu.

İçin­den: Sı­ra­dan bir kız, di­yor­du, bir sa­lon­da her­ke­si ken­di­le­ri­ne bak­tı­ran bu de­li­kan­lı­lar için­den bi­ri­ni se­çip ona gö­nül ve­rir; fa­kat de­ha­nın baş va­sıf­la­rın­dan bi­ri, ba­ya­ğı in­san­la­rın aç­tı­ğı yol­da sü­rük­le­nip git­me­ğe ra­zı ol­ma­mak­tır.

Ju­li­en'in pa­ra­dan baş­ka ne­si ek­sik? Pa­ra da ben­de var; ben onun gi­bi bir ada­mın ha­yat ar­ka­da­şı olur­sam dai­ma dik­ka­ti uyan­dı­rı­rım, ha­yat­ta hiç­bir za­man si­lik, dik­kat çek­me­yen bir in­san ola­rak kal­mam. Halk­tan kork­tuk­la­rı için, at­la­rı ida­re ede­me­yen bir se­yi­si azar­la­mak­tan bi­le çe­ki­nen ak­ra­ba­la­rım gi­bi ih­ti­lâl ha çık­tı, ha çı­ka­cak di­ye ödüm pat­la­mak şöy­le dur­sun, bir iş gö­re­ce­ğim­den, hem de bü­yük bir iş gö­re­ce­ğim­den emin ola­bi­li­rim, çün­kü seç­ti­ğim adam ira­de sa­hi­bi, hem de hu­dut­suz bir hır­sı var. Ne­si ek­sik, dos­tu mu, pa­ra­sı mı? Ben ona her iki­si­ni de bu­lu­rum.

Ama yi­ne de Ju­li­en'e is­te­di­ği za­man ken­di­si­ni sev­di­re­bi­le­ce­ği, aşa­ğı ta­ba­ka­dan bir in­san di­ye ba­kı­yor­du.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro