Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 12: Acaba O da Bir Danton Mu?

Bu­gün IV. Henry adıy­la Fran­sa'da sal­ta­nat sü­ren Na­var­re kra­lı­na var­mış olan ha­lam gü­zel Mar­gu­eri­te de Va­lo­is'nm ya­ra­tı­lı­şın­da baş­lı­ca gö­rü­len şey yü­rek çar­pın­tı­sı ih­ti­ya­cı idi. O se­vim­li kral kı­zı­nın ma­ya­sı ku­mar düş­kün­lü­ğüy­le yoğ­rul­muş­tu; ta on al­tı­sın­dan be­ri kar­deş­le­riy­le bir dü­zi­ye bo­zu­lup ba­rış­ma­la­rı hep bu yüz­den­dir. Bir kız da ku­ma­ra gi­riş­ti mi, or­ta­ya en kıy­met­li ma­lı­nı, ya­ni adı­nı, bü­tün öm­rün­de gö­re­bi­le­ce­ği iti­ba­rı­nı koy­maz da ne­yi kor?

IX. Char­les'ın oğlu dük d'AN­GO­ULE­ME'in ha­tı­ra­tı.

Ju­li­en'le söz­leş­me im­za­la­mak, no­ter mo­ter gi­bi şey­ler yok. Onun­la be­nim aram­da her şey ta­li­he bı­ra­kı­la­cak, her şey­de des­tan kah­ra­man­la­rı­na ya­ra­şır bir hal ola­cak. Onun bir de so­yu asil ol­say­dı be­nim aş­kım Mar­gu­eri­te de Va­lo­is'nın za­ma­nın en ün­lü ada­mı La Mo­le'ü sev­me­sin­den fark­lı ol­maz­dı. Bu za­man sa­ra­yı­nın de­li­kan­lı­la­rı her dav­ra­nış­la­rın­da uy­gun­luk gö­ze­tip bi­raz ay­kı­rı bir işe gi­riş­me­nin akıl­la­rı­na gel­me­sin­den bi­le tit­ri­yor­lar­sa ka­ba­hat ben­de mi? Yu­na­nis­tan'a ve­ya Af­ri­ka'ya ka­dar bir gi­dip gez­mek on­la­rın gö­zün­de ce­sa­re­tin son de­re­ce­si olu­yor; bu­na da kal­kış­sa­lar yi­ne sü­rü ha­lin­de kal­kı­şır­lar ya! Yal­nız kal­dı­lar mı da kor­ku­yor­lar; kar­şı­la­rı­na bir be­de­vi çı­kar da mız­ra­ğı­nı sap­lar di­ye de­ğil, gü­lünç olu­ve­rir­ler di­ye kor­ku­yor­lar. Bu kor­ku on­la­rı de­lir­ti­yor.

Be­nim Ju­li­en'im ne yap­sa hep tek ba­şı­na ya­par. Tan­rı onu öze­ne be­ze­ne ya­rat­mış! Baş­ka­la­rın­dan yar­dım is­te­mek, on­la­ra gü­ve­nip iş gör­mek ak­lın­dan bi­le geç­mi­yor! Baş­ka­la­rım adam ye­ri­ne koy­mu­yor, be­nim onu adam say­mam da bu­nun için. O, yok­sul­lu­ğu ile be­ra­ber asil bir soy­dan ol­say­dı, be­nim onu sev­mem dü­pe­düz bir bu­da­la­lık sa­yı­lır, be­nim için sa­de­ce tam den­gi­ni bu­la­ma­dı der­ler­di; ben öy­le şe­ye ra­zı ol­maz­dım; o za­man be­nim aş­kım­da bü­yük ih­ti­ras­la­rın baş ni­te­li­ğin­den, ye­nil­me­si çok zor bir işe gi­ri­şip hâ­di­se­nin ne ola­ca­ğı­nı bil­me­den atıl­mak ce­sa­re­tin­den iz bi­le ol­maz­dı.

Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün zih­ni bu gü­zel gü­zel dü­şün­ce­le­re o ka­dar dal­mış­tı ki er­te­si gün, far­kı­na bi­le var­ma­dan, Mar­qu­is de Cro­ise­no­is'ya da, kar­de­şi­ne de Ju­li­en'i övüp dur­du, öv­me­le­ri­ni pek ile­ri var­dı­rıp genç­le­rin ca­nı­nı sık­tı. Kar­de­şi:

– O de­li­kan­lı­dan ken­di­ni­zi ko­ru­yun, de­di, faz­la azim var on­da; ye­ni­den ih­ti­lâl çı­kar­sa he­pi­mi­zin ka­fa­sı­nı kes­ti­rir.

Mat­hil­de bu­na hiç ce­vap ver­me­di; kar­de­şi ile Mar­qu­is de Cro­ise­no­is'yı, azim­den göz­le­ri yıl­mış di­ye ala­ya al­dı. için­den: Bü­tün bu söz­ler bek­le­nil­me­dik bir hal­le kar­şı­laş­mak, bek­le­nil­me­dik bir şey kar­şı­sın­da ne ya­pa­cak­la­rı­nı bi­le­me­mek kor­ku­sun­dan ge­li­yor.

– Hep, hep o gü­lünç ol­mak kor­ku­su, ama, bay­lar, o si­zin kork­tu­ğu­nuz ca­na­var 1816'da öl­dü.

M. de La Mo­le: İki par­ti bu­lu­nan bir mem­le­ket­te gü­lünç­lük kal­maz, der­di. Kı­zı bu dü­şün­ce­yi an­la­mış­tı. Ju­li­en'i ye­ren­le­re:

– Siz, bay­lar, siz, bü­tün öm­rü­nüz­de kor­ka­cak­sı­nız; son­ra bir gün ba­ka­cak­sı­nız si­ze: "Kork­tu­ğun kurt de­ğil, kur­dun göl­ge­siy­di" de­yi­ve­re­cek­ler.

Mat­hil­de bi­raz son­ra on­la­rın ya­nın­dan ay­rıl­dı. Kar­de­şi­nin sö­zü içi­ni ür­per­ti­yor­du; onu bir tür­lü ak­lın­dan çı­ka­ra­ma­yıp epey­ce me­rak­lan­dı; fa­kat er­te­si gün, o sö­zü, öv­me­le­rin en gü­ze­li di­ye kar­şı­la­dı.

"Her tür­lü az­min öl­dü­ğü bu sı­ra­da Ju­li­en'in az­mi, göz­le­ri­ni kor­ku­tu­yor. Kar­de­şi­min sö­zü­nü, Ju­li­en'e an­la­tı­rım; ba­ka­lım na­sıl kar­şı­la­yıp ce­vap ve­re­cek. Ama bu­nu söy­le­mek için, göz­le­ri­nin par­la­dı­ğı bir za­ma­nı bek­le­me­li. O za­man ya­lan söy­le­ye­mez."

Uzun, be­lir­siz bir hül­ya­dan son­ra ek­le­di:

– Ol­sa ol­sa o bir Dan­ton olur! Ne ya­pa­lım! İh­ti­lâl ye­ni­den baş­lar. O za­man Cro­ise­no­is ile kar­de­şim aca­ba ne ya­par­lar? Ne ya­pa­cak­la­rı­nı bil­me­ye­cek ne var? Asil­ce bo­yun eğ­mek­ten baş­ka el­le­rin­den ne iş ge­lir. Ko­yun kah­ra­man­lı­ğı gös­te­rip ses çı­kar­ma­dan bo­ğaz­la­rı­nı bı­ça­ğa uza­tır­lar. Be­nim Ju­li­en'im ise, bir par­ça­cık kur­tul­ma umu­du gör­sün, ken­di­si­ni tu­tuk­la­ma­ya ge­le­cek Ja­co­bin'in bey­ni­ni pat­la­tır. O, yap­tı­ğı­na zevk­siz­lik di­ye­cek­ler di­ye kork­maz.

Bu son söz Mat­hil­de'i dü­şün­ce­le­re dal­dır­dı; elem­li hâ­tı­ra­lar uyan­dı­rı­yor, ge­ne ko­lu­nu ka­na­dı­nı kı­rı­yor­du. Bu söz M. de Cay­lus'ün, M. de Cro­ise­noi­a'nm, M. de Luz'ün, kar­de­şi­nin alay­la­rı­nı ha­tır­lı­yor­du. O bay­lar Ju­li­en'in sö­zü açı­lın­ca: "On­da gö­nül­süz, ri­ya­kâr bir pa­paz ha­li var" der­ler­di.

Mal­hil­de'in göz­le­ri yi­ne se­vinç­le par­la­dı:

– Bu şe­kil­de alay et­me­le­ri de Ju­li­en'in, bu kış gör­dü­ğü­müz adam­la­rın en üs­tü­nü ol­du­ğu­nu is­pat et­mez mi? Ku­sur­la­rı var­mış, var­sın ol­sun; gü­lünç­lük­le­ri var­mış, var­sın ol­sun. On­da bir bü­yük­lük var ki iş­te bu, baş­ka­la­rı­na hoş­gö­rü ile dav­ra­nan o adam­la­rın ağı­rı­na gi­di­yor. Evet, yok­sul genç, pa­paz ol­mak için oku­yup ça­lış­mış; on­lar sü­va­ri bö­lü­ğü ku­man­da­nı, oku­ma­ya ih­ti­yaç­la­rı yok; öy­le­si­ne ha­yat çok da­ha ra­hat.

Her za­man si­yah ce­ket ile ge­zi­yor, yü­zü de pa­paz yü­zü, öy­le ol­ma­sa za­val­lı ço­cuk acın­dan öle­cek. Ama bü­tün bu ek­sik­le­ri­ne rağ­men onun me­zi­ye­ti var, bu me­zi­yet de o adam­la­rı yıl­dı­rı­yor; bu bes­bel­li. Hem onun yü­zün­de pa­paz­lık var­sa bi­le bu, bir an baş ba­şa kal­dık mı, kay­bo­lu­yor. O bay­lar da za­rif, bek­len­me­dik bir söz söy­le­dik­le­ri­ni sa­nın­ca, ilk ön­ce Ju­li­en'e bak­mı­yor­lar mı? Bu­nu ben kaç ke­re gör­düm. Oy­sa pek iyi bi­li­yor­lar ki Ju­li­en, ken­di­si­ne bir şey so­rul­maz­sa, ağ­zı­nı açıp on­la­ra söz bi­le söy­le­mez. O, an­cak ba­na söz söy­lü­yor, be­nim yük­sek bir ru­hum ol­du­ğu­nu sa­nı­yor. On­la­rın kar­şı koy­ma­la­rı­na ce­vap ver­me­si de say­gı­sız­lık ol­ma­sın di­ye. He­men işi say­gı­ya dö­kü­yor. Be­nim­le sa­at­ler­ce tar­tı­şı­yor, kü­çü­cük bir iti­ra­zım ol­sa fi­kir­le­ri­nin doğ­ru­lu­ğun­dan şüp­he edi­yor. Bu kış kur­şun atan fi­lân ol­ma­dı; her­kes an­cak gü­zel söz­le dik­kat çek­mek is­te­di. Ba­bam üs­tün bir adam­dır. Ai­le­mi­zin ser­ve­ti­ni, şa­nı­nı da çok ile­ri gö­tü­re­cek; o, Ju­li­en'i sa­yı­yor. On­dan baş­ka­sı­nın da Ju­li­en'e ki­ni var, kim­se onu ha­fif­se­mi­yor. Bel­ki an­ne­min so­fu ah­bap­la­rı onu ha­fif­si­yor­sa iş­te o ka­dar.

Com­te de Cay­lus'ün ata pek me­ra­kı var­dı ya­hut ken­di­ni öy­le gös­ter­mek is­ter­di. Ha­ya­tı­nı tav­la­da ge­çi­rir, ba­zen ye­me­ği­ni bi­le ora­da yer­di. Bir ta­raf­tan bu me­ra­kı, bir ta­raf­tan da hiç gül­me­mek hu­yu, onu dost­la­rı ara­sın­da cid­dî, say­gı­ya layık bir adam di­ye ta­nıt­mış­tı:

Mat­hil­de'in et­ra­fı­nı çe­vi­ren­le­rin şa­hi­ni de, as­la­nı da hep o idi.

Er­te­si ak­şam sa­lon­da, Ma­da­me de La Mo­le'ün kol­tu­ğu ar­ka­sın­da top­la­nın­ca M. de Cay­lus, Cro­iae­no­ig ile Nor­bert'in de yar­dı­mı ile he­men Mat­hil­de'in Ju­li­en hak­kın­da bes­le­di­ği iyi fik­re, iti­raz et­me­ye baş­la­dı; Ju­li­en ora­da de­ğil­di; Com­te da bu sö­zü, Mat­hil­de'i gö­rür gör­mez, dam­dan dü­şer gi­bi et­miş­ti. Mat­hil­de, onun bu in­ce he­sa­bı­nı he­men an­la­dı, pek hoş­lan­dı.

İçin­den: "Oh! Oh! Yıl­da on li­ra­cık ge­li­ri olan, ken­di­le­ri­ne an­cak bir şey so­rar­lar­sa ce­vap ve­re­bi­len bir ada­ma kar­şı, on­da bü­yük bir ze­kâ gör­dük­le­ri için el bir­li­ği et­miş­ler. Si­yah ce­ke­tiy­le on­la­rı kor­ku­tu­yor. Ya apo­le­ti ol­sa ne ya­pa­cak­lar aca­ba?"

Mat­hil­de, o ak­şam her za­man­kin­den da­ha atıl­gan, da­ha par­lak bir ze­kâ gös­te­re­rek ko­nu­şu­yor­du. Da­ha ilk sal­dı­rı­la­rın­da Cay­lus'u da, ya­mak­la­rı­nı da iğ­ne­li, in­ce alay­lar­la sus­tur­du. O par­lak su­bay­la­rın Ju­li­en'e kar­şı aç­tık­la­rı alay ate­şi ke­si­lin­ce Mat­hil­de, M. de Cay­lus'e:

– Ya­rın, olur a! Franc­he – Com­te dağ­la­rı ile­ri ge­len­le­rin­den bi­ri Ju­li­en'in ken­di oğ­lu ol­du­ğu­nu öğ­re­nip ona soy­lu­luk gös­te­ren bir so­ya­dı ile bir­kaç bin frank da pa­ra ver­se, al­tı haf­ta­ya kal­maz, Ju­li­en de siz­ler gi­bi bı­yık­la­rı­nı uza­tır; al­tı aya kal­maz, o da siz­ler gi­bi bir sü­va­ri bö­lü­ğü­nün ba­şı­na ge­çer. O za­man ya­ra­tı­lı­şın­da­ki bü­yük­lük kim­se­ye gü­lünç gö­rün­mez. O za­man siz, ya­rın bir dük ola­ca­ğım di­ye övü­nen bay, sa­ray asil­za­de­le­ri­nin taş­ra eş­ra­fın­dan üs­tün ol­duk­la­rı­nı söy­le­mek­ten, bu es­ki ve boş sö­zü ta­ze­le­mek­ten baş­ka ne ya­pa­bi­lir­si­niz? Ya ben, si­zi çi­le­den çı­kar­mak için da­ha ile­ri gi­der de Ju­li­en'in asıl ba­ba­sı Na­pol­yon sa­vaş­la­rın­da tut­sak edi­lip Be­san­çon'a ge­ti­ril­miş bir İs­pan­yol dü­kü­dür, ölüm dö­şe­ğin­de bir vic­dan aza­bı du­yup onun ken­di oğ­lu ol­du­ğu­nu söy­le­miş der­sem, siz ar­tık ne ya­pa­bi­lir­si­niz?

Ju­li­en'i bir piç farz ede­rek böy­le ih­ti­mal­ler say­ma­ya gi­riş­mek, M. de Cay­lus ile M. de Cro­ise­no­is'ya bir zevk­siz­lik ese­ri gi­bi ge­li­yor­du. On­lar, Mat­hil­de'nin yü­rüt­tü­ğü mu­ha­ke­me­de an­cak bu ta­ra­fı gö­re­bil­di­ler. Nor­bert'in kız kar­de­şin­den gö­zü yı­lar­dı ama onun söy­le­dik­le­ri de o ka­dar açık­tı ki ağır­baş­lı, dü­şün­ce­li bir hal ta­kın­dı; açık­ça söy­le­ye­lim ki bu hal, Nor­bert'in o gü­lünç, o saf çeh­re­si­ne pek ya­kış­mı­yor­du. Bir­kaç söz söy­le­me­yi gö­zü­ne al­dı.

Mat­hil­de cid­dim­si bir ta­vır­la:

– Siz has­ta mı­sı­nız, dos­tum? Şa­ka edi­lir­ken böy­le ahlak der­si ver­me­ğe kal­kış­mak, doğ­ru­su hay­ra alâ­met de­ğil­dir.

– Siz de mi ahlak der­si ve­re­cek­si­niz? Yok­sa bir va­li­lik mi is­ti­yor­su­nuz?

Mat­hil­de, Com­te de Cay­lus'ün kız­gın­lı­ğı­nı da, Nor­bert'in öf­ke­si­ni de, M. de Cro­ise­no­is'in o ses­siz, ta­sa­lı du­ru­şu­nu da ça­bu­cak unut­tu. Şim­di ru­hu­nu en­di­şe ve­ri­ci bir fi­kir sar­mış­tı; onu dü­şü­nüp bir ka­rar ver­me­si lazım­dı.

İçin­den: "Ju­li­en be­nim­le açık­ça ko­nu­şu­yor, de­di; o yaş­ta bir ada­mın, ta­li­hin kü­çük bir ai­le­den ye­tiş­ti­rip gön­lü­ne bu ka­dar şa­şı­la­cak bir hırs ve­re­rek büs­bü­tün baht­sız et­ti­ği bir ada­mın, ken­di­ne bir ka­dın dost edin­me­ğe ih­ti­ya­cı var­dır. Bel­ki ben onun için öy­le bir dost ola­bi­li­rim ama on­da aşk­tan eser gör­mü­yo­rum. Ya­ra­tı­lı­şın­da öy­le bir cü­ret­kâr­lık var­ken çe­kin­mez, ba­na âşık ol­du­ğu­nu da söy­ler­di."

Mat­hil­de, ka­rar­sız­lık ve şüp­he için­dey­di; o an­dan iti­ba­ren ru­hu­nu kav­ra­yıp bir da­ki­ka bi­le bı­rak­ma­yan o ken­di ken­di­siy­le tar­tış­ma, Ju­li­en'le her ko­nuş­tu­ğun­da ye­ni ye­ni de­lil­ler bu­lup bü­yü­yor­du; bu yüz­den Mat­hil­de es­ki­den sık sık uğ­ra­dı­ğı iç sı­kın­tı­la­rın­dan kur­tul­muş­tu.

Bir gün hü­kü­me­te ge­çip ra­hip­ler sı­nı­fı­na bü­yük iyi­lik­le­ri do­ku­na­bi­le­cek akıl­lı bir ada­mın kı­zı ol­du­ğu için, Sac­re­Coe­ur ka­dın ruh­ban oku­lun­da, Mat­hil­de'nin yü­zü­ne gül­müş­ler, ona son de­re­ce ya­la­ka­lık et­miş­ler­di. İn­san bir ke­re bu fe­lâ­ke­te düş­tü mü, bir da­ha avu­na­maz. O okul­da Mat­hil­de'nin ka­fa­sı­na, so­yu­nun asil­li­ği, zen­gin­li­ği, da­ha bil­mem ne me­zi­yet­le­ri do­la­yı­sıy­la, her­kes­ten da­ha bah­ti­yar ola­ca­ğı fik­ri kon­muş­tu. Hü­küm­dar­la­rın, hü­küm­dar oğul­la­rı­nın, kız­la­rı­nın çek­tik­le­ri iç sı­kın­tı­la­rı, birtakım de­li­lik­le­re kalk­ma­la­rı da hep bu yüz­den­dir. Mat­hil­de de, bu fik­rin uğur­suz et­ki­sin­den kur­tu­la­ma­mış­tı. Bir in­san ne ka­dar akıl­lı olur­sa ol­sun, da­ha on ya­şın­day­ken de bü­tün bir okul hal­kı­nın, gö­rü­nüş­te pek hak­lı olan dal­ka­vuk­ça söz­le­ri­ne kan­maz da ne ya­par san­ki?

Gön­lün­de Ju­li­en'i sev­di­ği fik­ri do­ğun­ca Mat­hil­de bir da­ha iç sı­kın­tı­sı ne­dir bil­me­di. Bir bü­yük aşk ih­ti­ra­sı edin­me­ğe ka­rar ver­di­ği için her gün ar­tan bir mem­nun­luk du­yu­yor­du. Bu eğ­len­ce­nin teh­li­ke­le­ri de yok de­ğil! di­yor­du. Da­ha iyi ya! Bin ke­re da­ha iyi ya! Kal­bim­de aşk ih­ti­ra­sı ol­ma­dı­ğı için öm­rü­mün en gü­zel ça­ğı­nı, on al­tı ile yir­mi yaş ara­sın­da­ki yıl­la­rı bu­nal­tı­cı bir iç sı­kın­tı­sı çe­ke­rek ge­çir­dim. En gü­zel yıl­la­rım geç­ti bi­le! En bü­yük zev­kim ne idi? An­ne­min ka­dın ah­bap­la­rı­nın saç­ma­la­rı­nı din­le­mek... On­la­rın da 1792'de Cob­lentz'de et­tik­le­ri, bu­gün söy­le­dik­le­ri uka­lâ­ca söz­le­re pek uy­mu­yor­muş ya!

Mat­hil­de bu bü­yük ka­rar­sız­lık­lar için­de çır­pı­nır­ken Ju­li­en, ken­di­ne çev­ri­len o uzun uzun ba­kış­la­ra bir tür­lü mâ­na ve­re­mi­yor­du. Com­te Nor­bert'in tu­tum­la­rı­nın da­ha so­ğuk­laş­tı­ğı­nı, Cay­lus'ün, Lüz'ün, Cro­ise­no­is'nin ken­di­si­ne da­ha te­pe­den bak­tık­la­rı­nı fark edi­yor­du. Bun­la­ra alı­şık­tı. Bu gi­bi fe­lâ­ket­ler onun ba­şı­na en çok, ce­mi­yet­te­ki ye­ri­ne ya­kı­şa­ca­ğın­dan faz­la ze­kâ gös­te­rip dik­ka­te çarp­tı­ğı gün­ler ge­lir­di. Ak­şam ye­mek­le­rin­den son­ra o bı­yık­lı par­lak de­li­kan­lı­lar Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le ile be­ra­ber bah­çe­ye çı­kar­lar­ken Ju­li­en, doğ­ru­su, on­la­rın ara­sı­na ka­rış­ma­ğı pek is­te­mi­yor­du ama, hem Mat­hil­de'den il­ti­fat gö­rü­yor, hem de bü­tün o hal­ler me­ra­kı­nı uyan­dır­mak­tan ge­ri kal­mı­yor­du.

Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le'ün ba­na bir tu­haf bak­tı­ğın­da şüp­he yok, di­yor­du. Fa­kat o gü­zel ma­vi göz­ler ba­na di­ki­lip en çok tes­li­mi­yet­le bak­tı­ğı va­kit bi­le ge­ne on­lar­da in­sa­nın içi­ni oku­mak ar­zu­su, bir so­ğuk­kan­lı­lık, bir şir­ret­lik gö­zü­kü­yor. Bu­nun aşk ol­ma­sı­na im­kân mı var? O ba­kış­lar Ma­da­me de Re­nal'in­ki­le­re hiç ben­zi­yor mu?

Bir gün ye­mek­ten son­ra Ju­li­en, bir iş için M. de La Mo­le'le be­ra­ber ya­zı oda­sı­na git­miş­ti; ora­dan çı­kın­ca he­men bah­çe­ye dön­dü. Mat­hil­de'in et­ra­fın­da top­la­nan­la­ra an­sı­zın yak­la­şın­ca, hay­li yük­sek ses­le ko­nu­şul­du­ğu­nu duy­du. Mat­hil­de, kar­de­şi­ne ezi­yet edi­yor­du. Ju­li­en bu söz­ler ara­sın­da ken­di adı­nın da iki ke­re geç­ti­ği­ni işit­ti. O gö­zü­kün­ce de he­men de­rin bir ses­siz­lik baş­la­dı; ye­ni­den söz aç­mak için gös­te­ri­len gay­ret­ler bo­şa çık­tı. Ma­de­mo­isel­le de La Mo­le ile kar­de­şi o ka­dar he­ye­can için­de idi­ler ki baş­ka bir şey­den söz aç­ma­la­rı müm­kün de­ğil­di. Ju­li­en, M. de Cay­lus'ün, M. de Cro­ise­no­is'nın, M. de Luz'ün ve on­la­rın dost­la­rın­dan baş­ka bir gen­cin o ak­şam ken­di­si­ni buz gi­bi so­ğuk bir mu­ame­le ile kar­şı­la­dık­la­rı­nı gör­dü. He­men çe­kil­di.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro