Bölüm 55 • Son Oyun Paradoksu
16 Haziran 2022, İSTANBUL
İki gün önce uyandığımda yeni bir gün ve yeni bir ben kavramı düşündüğüm kadar iyi çalışmamıştı. Yataktan çıkmamak için direnmiş, odama gelen herkesten itina ile kaçınmış ve getirilen yemekleri reddetmiştim. Doktor beni bir kez daha görmüştü ve Görkem odanın ortasında oturan fil dışında her konuda benimle konuşmuştu.
Salı gününü herkese ve her şeye rağmen odada geçirmiştim. Göktuğ birkaç baskın yapmış ama beni bir türlü dışarı çıkmaya ikna edememişti.
Çarşamba günü her ne kadar üç tarafında büyük pencereler olsa da dört duvar ile çevrili bir yerde durmak beni daha kötü etkilediğinden odadan çıkmıştım. Sadece odadan çıkmıştım. Pijamalarımla.
Görkem birkaç saniye kadar pamuklu pijamalarıma bakmış ve yorum yapmamak için büyük çaba harcayarak, her ne yapıp dünyayı en azından kendi dünyasını kurtarıyorsa onu yapmaya gitmişti. Göktuğ ise pijamalarıma abisi kadar olumsuz yaklaşmamıştı. Onun fazlasıyla hoşuna gitmişti ve bunu bir pijama partisine çevirmesi tam olarak üç dakikasını almıştı.
Göktuğ sipariş getiren firmalar gibi parti aplikasyonu kurmalıydı. Partiyi tek tıkla evinize getiriyoruz gibi bir şey yapabilirdi. Ancak bunu Göktuğ'a söylememiştim çünkü ironi kavramı temassızlık yaptığından ciddiye alırdı ve ciddiye almakla kalmaz, anında eyleme geçerdi.
Odadan dışarı attığım ilk adımda kendine alan bulan Göktuğ, beni salona sürüklemişti. İşin kötü kısmı ise müzikleri de filmleri de Göktuğ seçiyordu. Dört duvarın giderek beni sıkıştırmayacağını, üzerime üzerime gelmeyeceğini bilseydim odaya geri dönerdim.
Açtığı üçüncü filmin sonunda acıktığını söylemiş ve kalp damar tıkanıklığına yol açacak ne kadar yiyecek varsa sipariş vermişti. Krizi fırsata çevirmek konusunda ondan daha başarılı kimseyi tanımıyordum. Aklımın içindeki düşünceleri susturmak konusunda eleştirmenlerin eleştirmeye tenezzül dahi etmeyeceği filmler başarılı olsa da, kalori ve klişe zehirlenmesi geçirmeme çok kalmamıştı.
Göktuğ pijama partisi ve lise çağındaymışız gibi davranmayı o kadar sevmişti ki Perşembe sabaha kadar uyumamak üzerine bir anlaşma yapmıştık. Liseden mezun olalı yıllar olmuştu ve hayır ertesi gün sözlüye gitmemek için bahane yaratmaya çalışmıyordum.
Görkem bu konu hakkında benimle konuşmayı reddettikçe ben de düşünmeyi reddediyordum. Ta ki bu sabaha kadar... Bu sabah evin görevlilerinden biri elinde elbise askıları ve ayakkabı kutuları ile içeri girdiğinde itina ile hakkında konuşmadığımız o fil bizzat üzerime oturmuştu.
Sabaha uzanan kötü film ve sağlıksız yiyecekler partisi bir noktada bitmek zorunda kaldığında gerçekler de en az fil kadar görünün olmuştu.
Elbiseler hem Görkem'in kriterlerine uygundu, hem de benim. Bir şekilde o dengeyi ayarlamayı başarmıştı. Benim seveceğim tarzda ama onun talep ettiği kadar dikkat çekici. Hem zarif hem şık hem de bir şekilde bana uygundu. Elbiseler konusunda itiraz edebileceğim bir şey yoktu, tıpkı çevremiz gözlerle çevriliyken korumamız gereken yakınlık konusunda olmadığı gibi.
Aynanın önünde bir süre iki gündür üzerimden çıkarmadığım pijamalarla durdum. Edilebilecek tüm itirazları etmiştim, hiçbiri kabul görmemişti. Görkem bunun gerekliliğine beni çok uzun zamandır hazırlıyordu. Üzerine konuşulacak çok da bir şey kalmamıştı ama işte her şey teorideki gibi değildi.
O masada Pars'ın tam karşısında, gerçek anlamda tam karşısında, oturmanın bana ne yapacağını kimse bilmiyordu. Daha da fenası Pars'a ne yapacaktı? Asıl bunu kimse bilmiyordu.
Çok karşı karşıya gelmiştik.
Çok kez birbirimize birbirimizi biraz sonra öldürecekmiş gibi bakmıştık.
Ama her seferinde içinde bir yerlerde, çok derinde, her an birbirimizi öpecekmişiz hissi saklıydı.
Ne kadar düşman olursak olalım birbirimizi sakınmayı da bilmiştik.
Bu kez farklıydı. Bu kez ya iki düşman olacaktık ya iki düşman! Aksi mümkün değildi.
Karşı karşıya duruyorduk şimdi.
İki eski tanıdık gibi? Hayır. İki oyun arkadaşı gibi? Hiç değil.
İki düşman gibi...
Ne ben kalmıştım geriye ne de biz, bir tek son oyun kalmıştı. Onun kazanacağı benim ise ikinci kez kaybetmem sandığım o savaşta yenileceğim son bir oyun.
Sonra bitecekti.
Şarkıyı duyuyor musun oyun arkadaşım, bak son kez çalıyor bizim için?
"Seçtin mi?"
Göktuğ kapıyı tutarak öne doğru eğilmiş bana bakıyordu.
Başımı iki yana salladım. Birkaç adımla yanıma ulaştı ve yatağın üzerindeki elbiselere büyük bir ciddiyetle baktı.
"Şu..." dedi, taşlı mini bir etek ve askılı, göbeğimin bir karış üzerinde biten üstü seçti. "Bunlar çok iyi."
Omuz silktim. Benim için fark etmezdi.
Göktuğ kendini yatağın üzerine atıp telefonunu çıkardı. Oyalanmaya başladığında seçtiği elbiselerle birlikte banyoya geçtim. Önce pijamalardan kurtuldum sonra duş aldım. Üzerime ince bir bornoz giyip saçlarımı kurutup şekillendirdim. Normalden daha çok özenerek makyajımı yaptım ve üstümü giydim. Hazırdım.
Yatak odasına geri döndüğümde Göktuğ göz ucuyla bana bakmış ve ayakkabı kutularından birini işaret etmişti. İnce bantlı, bilekte bağlanan uzun ipli, ince topuklu ayakkabıları ayağıma giymek için yatağa oturduğumda "İyi misin?" diye sordu.
"Gerginim."
"Normal. Pars seni gördüğünde bir tepki verir mi? Canını sıkacak, keyfini kaçıracak bir şeyler der mi?"
"Bunların olması için Pars'ın tepki vermesine gerek yok ki."
Ayağa kalktım ve odanın köşesindeki boy aynasının önüne geçtim. Eteğin belini düzelttim.
"Abimle son konuşmamı ister misin?"
"Olsun bitsin," dedim, derin bir nefesin ardından.
Göktuğ yarım uzandığı yataktan kalktı ve telefonu cebine sıkıştırdı.
"Harikulade görünüyorsun."
Gülümsedim.
"Git ve o sevimsizlere şıklık nasıl olurmuş göster. Abime fazladan oy hakkı vermeleri gerekiyor masaya böyle bir güzellik getirdiği için."
"Abart."
Kolunu omzuma attı ve beni odanın kapısına doğru ilerletti.
"Bekle çantamı ve telefonu almadım."
Telefonu komodinin üzerinden alıp yatağın üzerinde duran çantanın içine sıkıştırdım ve Göktuğ'un çekiştirmelerine ayak uydurdum.
En alt kata indiğimizde Görkem çoktan hazırlanmıştı ve yemekten sonra hep yaptığı gibi viskisini içiyordu.
"Abicim, nasılsın?"
Görkem biraz önce birlikte yemek yediğimiz için Göktuğ'un yeni karşılaşmışlar gibi davranmasına bir anlam veremeyerek baktığında Göktuğ sadece gülmüştü.
"Hazırsan çıkalım."
Değildim.
"Hazırım."
"Evden çıkma Göktuğ."
"Hayırdır abiciğim, sokağa çıkma yasağı mı ilan ettin?"
Görkem birkaç saniye Göktuğ'un gözünün içine baktı.
"İki saate dönmüş oluruz."
Göktuğ bunu çok da umursamamıştı. Biz kapıya yöneldiğimizde o da bahçeye çıkıyordu.
Girişin önüne getirilen arabaya ilerleyene kadar Görkem'in kolunda yürümüştüm. Görkem arka kapıyı açtığında içeri geçtim ve hemen arkamdan geçip oturmasını bekledim.
Araba bahçeden çıkana kadar telefonunu kontrol etmiş, gelen mesajlara bakmıştı. Bahçeden çıktığımızda telefonu kilitleyip ceketinin iç cebine koydu ve bana döndü.
"Senin için zor bir gece olacak."
Biliyordum. Görkem yine de beni şimdiden olacaklara hazırlıyordu.
"Pars üzerine gelecektir. Sen uzun zamandır bu anın provasını yapıyorsun, kendini bu geceye hazırlıyorsun fakat o masada oturman onun için yeni."
"Odaklandığı tek şey bu olmayacak..."
"Gündem konularından biri olacağı kesin. Dikkatli olmalısın. Şüphelenmemeli."
"Şüphelenmemesi mümkün değil Görkem, sana daha önce de söyledim. Bir anda buna inanmasını bekleyemezsin. Evlenmemizin gözünde bir hükmü yok."
Bakışlarını filmli camlara çevirdi. Bir süre yolda kaldı bakışları.
"Sana bırakıyorum," dedi anlayışla. "Sen yapılması gerekenin en doğrusunu yaparsın."
Başımı salladım.
"Pars'ı kışkırtacak bir şey söylemeyeceksin," diye uyardım. "İş konusundaki zıtlaşmalarınız beni ilgilendirmez ama Pars'ı benim üzerimden incitmeyi deneme Görkem."
"Söyledim sana, geçen sefer olan ikna olmasını kolaylaştırmak içindi."
"Görkem..."
Belli belirsiz gülümsedi.
"Patron sensin," dedi keyifle. "Sen ne dilersen o olur."
Kollarımı göğsümde bağlayıp bakışlarımı yola çevirdim. Olacakları sıralayıp duruyordum ama bir türlü işin içinden çıkamıyordum. Komisyon üyeleri döndüğümü gördüklerinde Pars'ın denetiminde olan işleri gündeme taşıyacaklardı. Görkem bana olacakları, kimlerin neler diyebileceğini birçok kez açıklamıştı ama gerginliğim geçmiyordu.
Limanları geri alacaktım. Görkem bu konuda tarafsız kalmaya çalışıyordu. Limanları geri almam ve güçlü bir duruş göstererek komisyon üyelerine gerçekten Pars'ın karşısında olduğumu ispat etmemi gerektiğini açıklayarak kararı bana bırakmıştı.
İnanç, Pars'ın sorun çıkaracağını düşünüyordu. Görkem kontrolü ele alırsam kimsenin karşımda duramayacağını düşünüyordu. Göktuğ bu konuyu biraz bile umursamıyordu.
Benim düşüncelerim ise karmakarışıktı.
Komisyon üyelerinin üzerinde bu gece bırakacağım izlenim her şeyden önemliydi. En ufak şüphede yaşadığım kıyamet boşa giderdi. Pars'ı hayatta tutmak için göze aldıklarım hiç olurdu. Şüphelenemezlerdi.
Pars'ın karşısına geçecektim ve limanları geri alacaktım. Bununla da kalmayacaktım. Bana ait her şeyin kontrolünü ele alacaktım ve bugüne kadar ilmek ilmek yarattığı krallığının tam karşısında duracaktım. Tacı isteyen benmişim gibi.
Ne taç umurumdaydı ne de krallık.
Umurumda olan bir tek Pars'tı ve bir tek o umurumda değilmiş gibi davranmalıydım.
Hayatım koca bir paradoksa evrilmişti.
Araba eski köşkün bahçesinden içeri girdiğinde doğruldum.
"Endişelenme," dedi Görkem araba durduğunda. "Toplantının bittiğini anlamayacaksın dahi..."
Derin bir nefes aldım ve arabadan indim. Görkem de hemen arkamdan indiğinde yanımda durmuş ve kolunu girmem için uzatmıştı.
Koluna girdim ve etrafa baktım. Birkaç adım atmıştım ki bakışlarım köşkün merdivenlerinin karşısında duran İklim ile kesişti. Doğru görüp görmediğini tartarcasına gözleri kısıldı. Minik bir tebessümle selam verdiğimde kaşları havalanmıştı. Diğer üyelerin araçları ve şoförleri de buradaydı. İçlerinden bazılarının ise yakınları bekliyordu kapıda. İklim'in yaptığı gibi...
Görkem merdivenlere yöneldiğinde bakışlarımı artık sorgu dolu bir ifadeye bürünen İklim'in bakışlarından çektim.
Köşkün kapısına ulaştığımızda Zerrin Hanım'ın "Görkemciğim," diye yankılanan sesini duyduk.
"Zerrin," dedi Görkem büyük bir keyifle. "Çok hoş görünüyorsun."
Zerrin Çetiner moda sektörünün ünlü isimlerinden biri değilmişçesine bu iltifattan memnun kalmıştı. Görkem'in koluna uzanıp büyük kapıdan içeri girmek üzere adımladığında, birkaç adım geride durdum ve geçmelerine izin verdim.
"Ne diyorsun bu gecenin spot konusuna? Tahir, Pars limanları bırakamaz diyor."
Kapının yanında bekleyen korumaların yanından geçip içeri girdiğimde Görkem'in bakışları beni buldu.
"Sonuçta siz artık evlendiniz, limanların kontrolü Taşkıranlara geçecektir bu durumda öyle değil mi ama? Bu Tahir iyi hoş da biraz mübalağa huyu var."
"Tüm gece bu konuları konuşacağız zaten," dedi Görkem. "Ne gerek var şimdiden başlamaya."
Zerrin, Görkem'e hak verircesine gülmüş ama yine de tatmin olmamış olacak ki konuşmaya devam etmişti.
"Limanları geri alırsanız, asıl konuyu da konuşuruz fena mı? Vakti gelmedi mi?"
"Geldi," dedi Görkem net bir sesle.
Görkem, yemek salonuna yönelmek için yeltendiğinde "Ben bir lavaboya gideceğim," dedi. "Sen geç."
Görkem bir an için tereddüt etmiş ama Zerrin hemen yanında durduğundan bir şey söylemeyip sadece bakışlarıyla onaylamıştı.
Hızlı adımlarla yemek salonunun girişinden uzaklaştım ve kendimi tuvaletlerin olduğu kısma attım.
Tuvaletten içeri girdiğimde bir yere tutunma ihtiyacıyla ellerimi lavabonun mermerine yasladım. Öne doğru eğildiğimde zar zor nefes alıyordum. Karnım bütünüyle açıkla olmasına rağmen, sanki sımsıkı bir korse belimi ve karnımı sıkıyordu. Suyu açtım. Bileklerimi soğuk suya tuttum. Islak ellerimi boynuma ve enseme sürdüm. Nefes alamıyordum.
Birkaç dakikam vardı, birkaç dakika sonra o salona girip o sandalyeye oturmak zorundaydım. Nefes alabiliyormuş gibi, iyiymiş gibi, ölmüyormuş gibi o masada oturmak ve işler hakkında konuşmak zorundaydım.
Ne limanlardı umurumda olan ne de masanın düzeni. Yıkabilirdi, her şey hemen şu an yıkılabilirdi.
Bir tek Pars kalmalıydı geriye. Bir tek o. Ne ben ne de bir başkası... Pars.
"Atlas..."
Daldığım düşüncelerden beni sıyırıp alan sesi oldu. Şaşkın bakışlarım gözlerine tutunduğunda bir adım geriye sendeledim.
Pars?
Ne zaman gelmişti, nasıl fark etmemiştim?
Bana doğru adımladığında geriye gitmek için yeltenmiş ama başaramamıştım. Bileğimi tutan eli beni kendi doğru çekti ve olduğum yerde çevirerek sırtımı duvara yasladı. Tam karşımda, bir kirpik kırpışı kadar uzakta durduğunda nefesimi tuttum.
"Nasıl?"
Tam karşımdaydı ama bir o kadar da uzaktaydı. Yüzümün her santimine özlemle bakarken elleri ellerime indi ve sıkıca tuttu. Oysa bırakması gerekiyordu.
Ellerimi, beni, bizi...
"Onlarca sorum var ama sen en basitinden başla. Nasıl Atlas? Nasıl çıktın o patlamadan? Nasıl saklandın? Nasıl aramadın beni? Nasıl dönmedin?"
Eve dönen tüm yollar kapalıydı oyun arkadaşım.
"Nasıl gelmedin bana? Nasıl dayandın?"
Aklındaki soruların bir cevabı var ve cevaplar bende saklı sanıyordu. Benim cevaplarım onun sorularına yeni sorular eklemekten başka işe yaramazdı. Keşke sormasaydı. Keşke öylece izin verseydi akıp gitmesene. Keşke Pars, Pars olmasaydı demekti bu ama ne kadar kurcalarsa o kadar acıtacaktım canını.
Uzaklaşmalıydım. Kendimi geriye çekmeye çalıştım.
"Pars..."
Boğulmaktan son anda kurtulmuş gibi derin bir nefes aldı.
"Söyle bir tanem..." Bileklerini sıkıca tutarken üzerine eğildim. "Söyle, nasıl?"
"Yapma..." diye fısıldadım.
Ne olur, yapma.
Gözlerimi kapattım ve zorlukla nefes aldım. Bunu şimdi bitirmeliydik. Onlar görmeden, onlar anlamadan kesip atmalıydım Pars ile beni hala bağlı tutan o düğümü.
"Pars..." dedim, sesimi olabildiğince güçlü tutarak. "İzin ver geçeyim."
"Atlas, ne yapıyorsun?"
Seni hayatta tutmaya çalışıyorum oyun arkadaşım, yaptığım tek şey bu.
"İçeri döneceğim," dedim, geçtiğimiz yıllar boyunca tüm toplantılara katılmışım gibi kendimden emin bir tavırla. "İzin verir misin?"
"Vermem," dedi, keskin bir sesle. "Ne yapacaksın içeride? Hem senin ne işin var burada? Daha önemlisi o..." Durup kendini sansürleyerek nefes aldı. "Atlas tekrar soruyorum ne yapıyorsun?"
"Devam ediyorum," dedim. "Sana da tavsiye ederim."
Kaşları çatıldığında bir süre anlamasını bekledim. Daha çok kabullenmesini...
"Devam ettiğin tek şey var o da bu saçmalık. Bir yere varmayacak ama boşuna çabalıyorsun. Bırak artık. Her ne ise seni zorladıkları bana söyle, bana söyle çözeyim."
Alaylı görünmesini umarak güldüm.
"Bu mu vardığın sonuç? Biri beni zorluyor. Dur hatta senin anamadığın o ismi ben vereyim. Görkem beni zorluyor. Düşündüğün bu değil mi? Baskı ve tehdit altıdayım."
"Atlas..." dedi, uyarırcasına.
Uyarısını görmezden gelerek devam ettim. İnanmalıydı, hemen şimdi ondan vazgeçtiğime inanmalı ve o masaya öyle oturmalıydı. Yoksa anlarlardı. Pars inanmazsa içerdeki herkes rol yaptığımı anlardı.
"Yanılıyorsun. Sandığın gibi değil hiçbir şey. Görkem'leyim çünkü olmak istediğim yer onun yanı."
Bakışlarındaki hisleri çözmeye çalışmadım. Karmakarışıktı. Birçok duyguyu aynı anda hissediyordu ve gözlerine odaklanmak ezberimi bozuyordu.
"Baktığın yerden anlamsız göründüğünün farkındayım ama senin kayıp saydığın o zamanı ben yaşadım. Sana kopartılmış hissi verilen sayfalar bende tam ve ne dersem diyeyim hissettiklerimi anlaman mümkün değil. Olabildiğince açıklayıcı olmaya çalışıyorum ama sürekli inkar ederek, gerçekleri reddederek bir yere varamazsın."
"Atlas sen ne anlatıyorsun? Ne kayıp sayfası? Atlas seni arabanın içinde bıraktığım o andan itibaren benim hayatım durdu, aklım durdu, kalbim durdu. Sen bana ne anlatıyorsun?"
"Üzgünüm..."
"Üzgünsün?"
Birkaç adım geriledi ve sinirle ellerini başına götürüp saçlarını çekiştirdi.
"Üzgünsün? E tamam öyleyse Atlas, madem üzgünsün geç içeri otur Görkem'in yanına hep birlikte konuşalım bakalım bize miras kalan bu sikik soyadlarını nasıl daha güçlü hale getirebiliriz. Oturup konuşalım hep birlikte nasıl daha zengin olabiliriz, nasıl dünyaya hükmedebiliriz falan. Tamam o zaman ya, bitti konuşma haklısın, kabulleneyim ben de!"
İki adım atarak tekrar uzaklaştığı noktaya gelip üzerime doğru eğildi. Kırgın bakan gözleri gözlerimi taradı.
"Hangi yalanına önce inanayım? İyi olduğuna mı, onunla olmak istediğine mi? Yok yok... Daha güzeli var. Ben en iyisi inanmaya benden vazgeçtiğin yalanından başlayayım."
"Pars çok güzeldi," dedim, tüm kalbimle. "Çok güzeldi... Ama bitti."
Başımı yana eğerek ona dolu gözlerle baktım. "Bitti, özür dilerim. Böyle bitmesin isterdim. Geri dönebilseydim dönerdim, seninle konuşur, içine düştüğün belirsizliğe bir son verirdim ama dönemezdim."
Başını hızla salladı. Giderek öfkeleniyordu, biliyordum. Bir yere kadar sabredecek, sonra öfkesine teslim olacaktı.
"Dönemezdin. Doğru. Neden dönemezdin Atlas? Hadi diyelim inandım, inandırmak için çırpındığın ne varsa hepsine inandım. Patlamadan sonra ne olduğunu hiç mi merak etmedin? Öldüm belki? Ha? Aklına geldi mi bu ihtimal?"
"Geldi," dedim, karnıma saplanan sancıya rağmen gülümsemeye çalışırken. "Öğrendim. Kendime geldiğim an iyi olduğunu öğrendim."
Öğrenmiştim. Hayatta kalmak için tek bir nedenim yokken yaşadığını öğrenmiş ve bir gün ona dönme umuduyla her şeye direnmiştim. Direndiklerim beni yok edene kadar, gücüm tükenene kadar...
"İyi olduğumu?" diye sordu hayretle. "Kim söyledi iyi olduğumu?"
Bu sorunun cevabı onlarca yeni soru getirirdi yalnızca. Suskunluğum onu daha da öfkelendirdiğinde sinirle soludu.
"İyi falan değildim," dedi, öfke sesini biraz daha esir alırken. "Sen yoktun, neredeydin bilmiyordum ve ilk anda düşündüğüm tek şey öldüğündü."
Gözlerimi kapattığımda elini yüzüme uzattı ve yanağımı tuttu. Kirpiklerim aralandığında gözlerinde seçebildiğim tek duygu acıydı.
"Atlas..." dedi yalvarırcasına. "Her yerde, aklına gelebilecek her yerde seni aradım. Aklımda olmadığın tek bir an olmadı. Her ne yapıyorsan buna bir son ver. Bana söyle, anlat. Bırak ben çözeyim."
Tüm gücümle güldüğümde kaşları havalandı.
"Neyi çözeceksin?" diye sordum. "Bırak kendini kandırmayı artık Pars. Gördüğüne inanmak zor geliyor, anlıyorum ama buna daha fazla devam edemem. Ne düşünmek istiyorsan onu düşünebilirsin ama ben iyiyim ve mutluyum. Görkem ile birlikte mutluyum."
Pars yan tarafında kalan tuvalet kapısına elini sertçe vurduğunda sıçradım. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye geçmesini bekledim. Karşımdaki Pars'tı, başka biri değildi. Güvendeydim.
"Atlas!"
Pars'ın öfkeli sesiyle kirpiklerimi araladım.
"Söyle," dedi, kendini sıkarak. "Söyle seni kim neye zorluyor?"
Bir elimi sağ bacağıma indirdim ve tüm gücümle sıktım. Çantam mermerin üzerindeydi. İçinden ilaç kutusunu almalıydım ama susuz yutamazdım. İlacı içmek için salona dönmeyi beklemeliydim.
"Pars," dedim gülümsemeye çalışarak. "Son kez anlatıyorum sonra da bu gereksiz uzayan konuşmaya bir son vereceğim. İnsanları da yok yere bekletiyoruz. Senin aksine ben izlenimlere önem veriyorum ve kaba biri olduğumu düşünmelerini istemem."
"Delireceğim," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Delireceğim gerçekten aklımı kaybedeceğim."
"Patlamadan sonra pek iyi değildim. Yaşadığımız şey korkunçtu ve ben daha önce bu denli bir tehlikenin ortasında kalmamıştım. O zaman anladım yapamayacağımı. Korktum. Uzaklaşmak istedim. Uzaklaştım da..."
"Kim çıkardı seni?"
"Pars..."
"Kim çıkardı Atlas?"
"Bilmiyorum," dedim. "Kendime gelmem biraz zaman aldı."
Acı içinde yüzünü ovuşturdu, sordukça konuştukça çektiği acı katlanıyordu. Buna bir son vermeliydik.
"Sonra?"
"Kendime geldiğimde iyi olduğunu öğrendim," dedim. "Beni aradığını biliyordum ama geri dönecek, olanlarla yüzleşecek, yeniden burada olacak gücü kendimde bulamadım. Zaman geçtikçe de geri dönmek, seninle bağlantı kurmak zorlaştı."
İnanamıyormuş gibi baktı yüzüme.
"Umurunda olmadı yani öyle mi? Aklına gelmedi ne halde olduğum, bana haber verme gereği duymadın öyle mi?"
"Haberin olmuştur diye düşündüm," dedim. "Yaşadığımı öğrenirsin sandım."
"Öğrendim," dedi sinirle. "Hastanede uyanıp yeri göğü inlettikten günler sonra öğrendim hayatta olduğunu. Seni aradığımı düşündün ama bana haber ulaştıramadın yani öyle mi? Ne düşündün Atlas, birkaç gün arar sonra hayatına devam mı eder diye düşündün?"
Devam etme kısmını alayla söylediğinde başımı salladım. Bacağımı sıkan elim gevşedi ve öne doğru bir adım atarak onun geriye gitmesine neden oldum.
"Umduğum buydu evet. Geri dönmek istemiyordum Pars, ne sana ne de şehre. Güvenli değildi ve ben çok sıkılmıştım risklerden. Beni oraya götüren sendin. Bizim orada olduğumuzu kim biliyordu? Limana kim bomba yerleştirdi? Hedef sen miydin, ben miydim? Yoksa ikimiz miydik? Pars gerçekten göremiyor musun tüm bunları? Daha ne olması gerekiyor anlaman için? Bizim seninle yan yana gelmemiz nelere yol açtı görmüyor musun?"
"Dillere düşeriz demiştim..." dedi, sesindeki hayal kırıklığını acıyla bastırmaya çalışarak.
"Keşke sadece dillere düşseydik. Dünyaya doğru son sürat yaklaşan iki kutup yıldızı gibi parlar ve patlardık. O kadar... Bizden geriye en azından anımız kalırdı. Zamanın hafızasına kazınırdık. Bizden geriye biz bile kalmadık. Bu yüzden bırak artık. Unut."
"Seni mi?"
"Beni..." dedim.
"Bu olmayacak Atlas, beni hiçbir koşuld-"
"Pars yeter! Aramızda geçenlerin hatırına, annenin hatırına, yan yana büyüdüğümüz yılların hatırına sana karşı nazik olmaya çalışıyorum ama ben çok zorluyorsun. Anlamakta zorlandığın ne? Seni istemiyor olmam mı? Ne zaman istedim ki? Lisede seni isteseydim benimle olmaz mıydın? Gözünü üzerimden bir an bile çekmiyordun. İstemedim. Sonrasında isteseydim benimle olmaz mıydın? Tek lafıma bakardı. Hiç fark etmedin mi gerçekten? Sen sadece benim canım istediğinde bana yaklaşabildin. Sen sadece ben çağırdığımda bana gelebildin. Kaçamak de, macera de, canın ne istiyorsa onu de ama lütfen artık bittiğini ve sıkıldığımı kabul et."
Büyük, güçlü bir kahkaha attığında bacağımı sıktım. Ağrım şiddetlenmişti. İlaç içmeliydim ama Pars çekilmediği sürece buradan çıkamazdım. Birkaç dakika içinde çıkmazsam Görkem bakmaya gelecekti ve Pars bir kere daha bu anı yaşamayı kaldıramazdı. En azından bu gece...
"Sıkıldın?" dedi kahkahasının ardından. Birkaç adım attı ve üzerime doğru eğildi. "Doğru. Gözümü üzerinden bir an bile ayırmadım. Doğru. Her çağırdığında gelirdim. Geldim de... Yine gelirim. Doğru, sadece sen istediğinde sana yaklaştım çünkü sen bana özel var olmuş bir mucizeydin. İncitmekten, ürkütmekten hep korktum. Ben kendimi kendime çarpa çarpa var ettim Atlas. Hoyratlığım, hırçınlığım, başına buyrukluğum hiç eksilmedi. Bu yüzden yaklaşamadım yanına. Bu yüzden göze alamadım ihtimalleri. Ama benim de parmağıma bağlı bir ip vardı..."
Uzandı ve sol elimi eline aldı. İşaret parmağımı öne doğru çekerek ikimizin arasına getirdi ve görmemi sağladı. Onun gördüğü sadece işaret parmağımın ucundaki kırmızı ip dövmesi miydi? Gerçekten görmüyor muydu iki parmak yanına takılı duran büyük yüzüğü? Yok sayabiliyor muydu onu?
"Seninkine bağlı. Sen o ipi ne zaman çekersen çek ben sana gelirim. Ne zaman çağırırsan o zaman gelirim."
Dolmalarına engel olmak için gözlerimi kapattığımda üzerime doğru eğildi.
"Sırala dur cümleleri. Hiç birinin bir etkisi yok üzerimde. Gözlerini görüyorum Atlas. Konuştuklarını boşa düşürüyor. Ezbere biliyorum ben senin bakışlarını. Korkuyorsun."
Yapamıyordum işte. Ne yaparsam yapayım inanmıyordu. Ne yaparsam yapayım ikna edemiyordum. Derin bir nefes aldım ve son kez en baştan başlamak için dudaklarımı araladım.
"Kırılmanı istemiyorum çünkü Pars. Kelimelerimi seçerek, olabildiğince düzgün anlatmak istiyorum ama beni zorluyorsun."
"Neye zorluyorum Atlas, gerçeği söylemeye mi?"
"Gerçek... Gerçeği söyleyeyim ben sana öyleyse."
Lütfen, dercesine başını salladığında duruşumu dikleştirdim.
"Olan şu... Büyüdüm. Önce biraz sancılıydı, zamanla olması gerekenin bu olduğunu anladım. Babama hak verdim biliyor musun? Anladım onu, yaptıklarını. Neyi neden yaptığını?"
Gözleri şaşkınlıkla kısıldı. Doğru noktadaydım. Devam etmeliydim.
"Hayatta kalmak için güçlü olmak gerekiyor. Hayatta kalmak için güçlü olmalıyım. İnan bana bunu zor yoldan öğrendim. Önce parçalara ayrılmam gerekti, sonra kendimi yeniden dikmem. Yaptım da... Bana kalan her şeyin beni beklediğini biliyordum. Dönmeden önce çözmem gerekenler vardı. Uzaktan yönetebilecek olsaydım öyle yapardım çünkü biliyorsun ben hiçbir zaman buraya dönmek istemedim. Görkem istedi diye döndüm."
Gözleri kısıldığında birkaç saniye bekledim. Bitmeyen yaz günlerinin birinde şakayla karışık sen istesen de İstanbul'a geri dönmem demiştim, bunu düşünüyordu biliyordum.
"Görkem'e gelince. Kendimi bulma sürecimde bana çok desteği dokundu, önce iyi arkadaş olduk sonra işte evlendik."
Yeniden güldüğünde saçımı düzelttim ve birkaç adım atarak mermerin üzerindeki çantamı aldım.
"Bu kadar... Dilersen sana bir gün daha ayrıntılı anlatırım ama sanıyorum ki gerek yok."
"Güç için geri döndün, güç için Görkem ile evlendin..." Elini kapıya doğru sinirle uzattığında "Güç için nefret ettiğin insanlarla dolu bu masaya oturacaksın öyle mi?" diye bağırdı.
"Sen de öyle yapmadın?"
"Ben seni bulm-"
"Bana değil, kendine dürüst ol bari Pars," diyerek sözünü kestim. "Sen ben daha buradayken geçmedin mi o masanın başına? Babanın işlerini devralmadın mı? Yerinde durmadığın için, herkesin işine burnunu soktuğun, aptal bir toplantı saatini bile değiştirip saçma sapan güç gösterilerinde bulunduğun için bizi patlatmaya çalışmadılar mı? Biz senin yüzünden ölmüyor muyduk Pars? Hani hayal âlemi bu ya? Uyan artık, büyü biraz."
"Böyle düşünmüyorsun..." dedi inkârla.
"Böyle düşünüyorum," diye bastırdım. "Başımıza gelen ya da hayır ya, kırılma üzülme diye yumuşatmaktan bıktım. Başıma gelen her şeye sen sebep olmadın mı? Beni buraya kim çağırdı? Beni Kerem ile kim karşı karşıya getirdi? Ben kimin yüzünden elime ilk kez silah aldım? Neredeyse birini öldürecek olmama kim sebep oldu? Bana aylarca kim yalan söyledi?
Pars bir adım gerilediğinde gözlerimi gözlerinden çekmedim.
"Bana ne demiştin hatırlıyor musun? Şimdi ben sana söylüyorum."
Elimde dolu bir silah yoktu ama gözlerinden belli oluyordu, atışım tam isabetti.
"Silahı kendine doğrult Pars, ben öyle yaptım."
Gözlerindeki acı bir yıkıntıya dönüştüğünde acı dolu bir şaşkınlıkla baktı yüzüme. Birkaç saniye sürdü o şaşkınlık. Sonra kapattı gözlerini, açtığında bakışlarında sadece öfke olacaktı biliyordum. İçindeki en hassas noktaya vurmuştum. Onu kendimle sarsmıştım. Kendini suçlamaya elverişli olduğu tek noktaya değinmiş, onu kaçtığı düşüncelerin içine çekmiştim.
"Ben iyiyim. Görkem ile ucu hiçbir yere bağlanmayan sorunun her ne ise bu senin problemin, benim değil. Biz iyiyiz. Görkem bana iyi geliyor, ona güveniyorum. Bana senin yaptıklarını asla yapmazdı biliyor musun? Beni asla kandırmazdı. Bana karşı hep dürüst. Aras'ın katilini bulmak için ona gitmiş olsaydım bana sadece yardımcı olurdu. Ki oldu da. Görkem sadece benim iyiliğimi istiyor. Kendimi koruyacak kadar güçlü olmamı, başarılı olmamı istiyor. Beni destekliyor."
Pars cümlelerimden uzaklaşarak kaçmayı umarcasına birkaç adım gerilediğinde tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim.
"Sen de yoluna bak. Güçlenmişsin, işleri büyütmüşsün, devam et. Bırak herkes kendi yoluna gitsin. Kendini de dah-"
"Sus!"
Tahmin ettiğim gibi kirpikleri aralandığında kahverengi gözlerinde belirgin tek bir duygu vardı. Öfke.
Bana doğru bir adım attı ve eğildi. Gözlerini gözlerime sabitledi. Öfke bakışlarını esir almıştı. Dudaklarım aralandığında konuşmama fırsat vermedi.
"Oyunu kabul ediyorum Atlas."
Oyunu kabul mü ediyordu?
Son oyunu mu?
Dudaklarını birbirine bastırdım. Karnım acıyla sancıdı. Bacağımdaki ağrı tüm vücuduma yayıldı. Zorlukla yutkundum.
"Sen haklıydın. Ben sana hep tolerans tanıdım. Ne yaparsan yap hep hoşgörülü davrandım. Sen haklısın sana hep taviz verdim."
Dudaklarım aralandığında elini havaya kaldırdı ve susmamı işaret etti.
"Konuşma, yorma kendini. Yalnızca bil. Bil ki bu defa bir rakip var karşında. İlk kez..."
Başımı salladığımda dışarı çıkmak için yeltenmiştim ama önüme geçerek kapıyı açtı ve dışarı doğru bir adım atmadan önce son kez bana baktı.
"Yenilgiye hazırlan Atlas."
Kapı ardından kapandığında öylece baktım.
Oyunu kabul mü etmişti?
Ne demekti bu?
Nasıl yenilecektim?
Bana savaş mı açacaktı?
Pars'tan bir düşman mı yarattım? Onun benden yarattığı gibi? Bu ona ne yapacaktı? Beni yerle bir etmişti? O nasıl ayakta kalacaktı?
"Ben senin düşmanın değildim."
Sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi sıkıca kapattım.
"Sen benden düşman yarattın? Neden?"
Ellerimin arasındaki çantanın sapını tüm gücümle sıktım.
"Asıl sen görmedin. Sana düşman olmanın bana ne yaptığını asıl sen görmedin. Bana dediler ki abin öldü. Benim hayatım ellerimden çekilip alındı Pars. Ben o andan sonra hiçbir zaman o haberi duymadan önceki insan olamadım. Hiçbir zaman da olamayacağım."
Elimdeki çantayı yere bıraktım. Bir elim boğazıma uzandı, diğeri öne doğru eğilerek mermere tutundu. Nefes almaya çalıştım.
"Bana dediler ki abini Pars öldürdü. Benim abim ölmüştü zaten, benim artık ailem yoktu sonra sen... Sonra sen de olmadın. Seni de aldılar elimden."
Uzandım ve suyu açtım. Bileklerimi soğuk suyun altına soktum. Bir süre öylece kalp atışlarımın normale dönmesini bekledim. Ellerimi suyun altından çektiğimde eğilip çantayı yerden aldım. İçinden ilaç kutusunu çıkardım ve ikisini birden ağzıma attım. İlaçlar boğazımı kesiyordu sanki. Kendimi zorlayarak yuttum. Boğulacak gibi hissediyordum.
Suyu kapattım. Gözlerimi aynaya çevirdim. Buraya gelmeden önce dakikalarca uğraştığım makyajım yerli yerinde duruyordu. Her şey yerle bir olmuştu ama yine rujum bile bozulmamıştı.
Saçlarımın doğal dalgaları biraz önce Pars'ı ellerimde yok etmemişim gibi pürüzsüz duruyordu. Makyajım kusursuzdu. Bu geceye özel Göktuğ ile birlikte seçtiğim etek ve kısa üstten oluşan takımın taş işlemeleri parlıyordu.
Biraz önce evim yıkılmıştı. Yanlış. Biraz önce evimin duvarlarını balyoz darbeleriyle yıkmıştım ama yine de üzerime tek bir toz tanesi düşmemiş gibi duruyordu.
Pars'ın kalbini sökmüştüm. Geriye ne kalmıştı?
Yemek salonuna doğru ilerledim ve salonun önünde duran korumalardan birinin kapıyı açmasını bekledim. Derin bir nefes aldım ve içeri girdim.
Yuvarlak masanın etrafında dizili on üç sandalyeden on ikisi doluydu. Yüksek tavanlı, geniş salonun içine adımladığımda on iki üyenin on birinin bakışları bana dönmüştü. Birinin ise sırtı bana dönüktü. Bu belki de geleceğin habercisiydi.
Görkem oturduğu yerden kalktı ve birkaç adım atarak beni karşıladı. Elimi tutarak eşik etti ve sandalyeyi çekip oturmamı bekledi. Pars'ın gözleri elindeki siyah dosyanın üzerindeydi. Görkem hemen yanıma oturduğunda bana döndü ve yeniden on bir çift göz üzerime çevrilmiş oldu.
Benim gözlerim ise Pars'ın üzerindeydi.
Yüzünü net göremiyordum ama bu açıdan ifadesiz duruyordu. Bakışları elindeki dosyanın içinde yazanlardaydı. Benim üzerimdeki bakışlar ise tek tek Pars'a dönmüştü.
"Sen yeni olduğun için bilmiyorsun tabii," dedi Zerrin Hanım sağ çaprazımdan masaya doğru eğilip bana yaklaşmaya çalıştığında. Masa bana yaklaşamayacağı kadar büyük olsa da bunu önemsemeden fısıldayarak konuşmaya devam etti. "Biz toplantılara Pars'tan sonra girmiyoruz."
Zerrin Hanım'la uğraşacak enerjim olsaydı, buna cevap verirdim ama yoktu.
Zerrin'in hemen yanında oturan Cevdet bana Zerrin'i onaylayarak bakmış ve başını çevirmişti.
Herkes sessizce oturmuş bekliyordu. Zerrin de arkasına yaslandı. Karnım kasılıyordu gerginlikten. Terleyen ellerimi eteğimin üzerine sürmek istiyordum ama kumaştan çok taş vardı.
Görkem kulağıma doğru eğildi ve "İyi misin?" diye sordu.
Başımı salladım. Kimse konuşmuyordu. Fısıltılar bile yeterince duyulabilir yükseklikteydi. Gerginliğim giderek artıyordu. Neden kimse konuşmuyordu?
Büyük kapı iki yana açıldı ve bir garson önündeki içki standını sürerek içeri girdi. Hızlıca içki servisi yaptı. Benim kadehime sıra geldiğinde eğildi ve "Ne içersiniz?" diye sordu.
"Su," dedim. İlaçlar yüzünden boğazım acıyordu. Görkem zaten önümde duran suyu alıp bana uzattığında tekrar garsona baktım ve gözlerimi kırparak teşekkür etmeye çalıştım.
Uzattığı suyu aldığımda "Neden kimse konuşmuyor?" diye sordum.
Görkem masanın üzerindeki elimi tuttu ve gözlerini gözlerimden çekmeden kaşıyla tam karşımda oturan Pars'ı işaret etti.
İncelediği dosya her ne ise onu okuduğu için herkesin sessiz olma ihtimali yoktu değil mi? Ben biraz basit düşünüyordum ve buradaki kimse sıradan işler yapmıyordu.
Büyük yemek peçetesini ellerimin arasına aldım ve gerginliğimin geçmesi için sıkıp buruşturdum.
Pars dosyayı kapattığında herkes oturduğu yerde dikleşti. Tüm gözler üzerindeydi. Bakışları beni bulduğunda ellerimin arasındaki peçeteyi daha güçlü sıktım.
"Başlayabiliriz."
Bir anda masa normal akışına döndü. Bazıları kadehine uzanıp içkisinden bir yudum aldı, bazıları sandalyesine yaslandı, bazılar ise büyük masanın üzerine dizilen servislerden tabaklarına atıştırmalık aldı.
Gerçekten durup komut mu beklemişlerdi?
"Pars..." dedi, Timur Serez konuya girerek. "İlk konu olara-"
Pars işaret parmağını kaldırarak Timur'u susturdu ve bunu ona bakmadan yaptı. Bakışları benim üzerimdeydi. O dikkatle bana baktığından tüm gözler yeniden bana çevrilmişti.
"Başlamadan önce. Uzun zamandır boş kalan bir koltuk doldu bu gece. Atlas Taşkıran aramızda..."
Gülümsediğinde hissettiğim tek şey ürpertiydi. Tüm vücudum soğuk bir esintiyle ürperdiğinde gözlerimi gözlerinde güçlükte tuttum çünkü biliyordum karşımdaki artık oyun arkadaşım değil, rakibimdi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro